« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

11 Haz

2008

ASIL TEHLİKE

11 Haziran 2008

T.C Anayasası, "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir" diyor. (Md. 2).

Demek ki Türkiye Cumhuriyeti'nin dört niteliği var: Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti… Bunlara tek tek bakalım:

"Demokratik devlet " ne demektir? "Demokratik" sıfatı "demokrasi" kelimesinden türemiştir ve TDK'nın Türkçe Sözlüğüne göre, "demokrasiye uygun" demektir. O halde "demokratik devlet", "demokrasiye uygun devlet" demektir…

Peki, demokrasi nedir?Demokrasi'yi sözlük şöyle tarif eder. "Demokrasi millî iradeye, hür seçime dayanan idare şekli, halk idaresi". Ancak demokrasi sadece "halk tarafından yönetim" olarak değil, "halk için yönetim" olarak da anlaşılmalıdır… O halde demokrasi, meşhur ifadeyle "halkın, halk tarafından, halk için yönetimi" olarak tanımlanabilir… Bir rejimin demokratik olabilmesi için, halkın bütününün arzularına tam olarak uyması gerekir.

Bir de kavram olarak demokrasi var… Prof. Dr. İhsan SEZAL, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar adlı kitabında, demokrasi kavramı hakkında şunları yazmaktadır: "Kökü eski, kadim Yunan kültürüne kadar uzanan demokrasi kavramı, o çağlardan günümüze çeşitli manâ ve muhteva değişikliklerine uğrayarak gelmiştir. Kavram muhakkak ki her şeyden önce bir idare şeklini belirlemektedir. Tarihî gelişme seyri dikkate alınırsa, mefhum önceleri şehir idaresi ile irtibatlı olduğu halde, sonraları devlet idaresini ifade eder olmuştur."

"Eski Yunanistan'da tek adam idaresine (diktatörlük, tiranlık) karşı, halkın kendi işlerine yön vereceği bir idare şekli düşünülmüş Solon, Cleon, Heredot, Eflâtun gibi Yunan filozoflarının üzerinde durdukları demokrasi bu ihtiyacı yerine getirecek idare tarzı olarak benimsenmiştir. Yalnız her şehirdeki demokrasinin aynı olmayışı; demokrasi anlayışındaki farklılıkları ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde demokrasinin en ortak karakteri, halkın şu veya bu şekilde yapılacak idarî işlere katılması fikir plânında kalması olmuştur. Bu doğrudan katılma daha sonraki gelişmeler içinde yerini temsilî katılmaya bırakmıştır."

"Eski Yunan kültüründen sonra demokrasi uzun asırlar unutulmuş, yerini krallık tarazındaki idarelere bırakmıştır. Bu uzun unutuluş döneminden sonra demokrasinin tekrar canlanışı, Rodos Adalarında, 1641'lerde olmuştur. Raymond WİLLİAMS'a göre, modern demokrasinin başlangıcını Rodos Adaları'nda 1641 yılında yazılan ilk ( Keşke Peygamber Efendimizin Medine Sözleşmesi ile Tezkire'tül Timurin'den de bahsetseydi. M. M. Kaplan) siyasî anayasada (esas teşkilât kanunu) görmek mümkündür. Çünkü bu anayasa ilk defa, kanunları hazırlayacak bir meclisten ve bu kanunları uygulayacak bir hükümet heyetinden (kabine) bahsetmiştir."

"Yine de demokrasiyi fikir ve hareket olarak 1789 Fransız İhtilali'ne ve Amerikan Bağımsızlık Hareketine götürmek gerekecektir. Bu tarihlerden sonra kavram devamlı olarak siyasî gündeme girmiş ve yavaş yavaş bugünkü kalıbını alıp yaygın bir idare tarzına; saygı ve
takdir uyandıran bir idare şekli hüviyetine kavuşmuştur."

"Allan BULLOCK'a göre bugün demokrasi denince muhakkak ki aşağıdaki hususiyetlere sahip bir idare şeklini düşünmek lâzımdır:" "1. Seçimle iş başına gelen hükümetler, 2. Seçimlerin idarî ve her türlü baskılardan uzak, belirli aralıklarla ve gizli oy, açık tasnifle yapılmış olması, 3. Partilerin, adayların ve seçim işlerinin tamamen hür bir vasat içinde fonksiyonlarını yerine getirmeleri, 4. Meclislerin ve dolayısıyla seçilenlerin (temsil yetkisine haiz olanların) kanun yapma yetkisine sahip olması, 5. Muhalefet fonksiyonunun yerine getirildiği bir vasatın bulunması, 6. Ferde her türlü hürriyetin (söz, fikir, yazma, din, eğitim, seyahat, toplantı vb.) tanınmış olması; ve bunların kısıntı altında tutulmaması, 7. Herkesi kanun karşısında eşit gören adalet müessesesinin bulunması."

"Bu hususiyetler ve şartlar çoğaltılabilir ama, azaltılamaz; yani bir idarenin demokrasi olabilmesi için gerekli asgari şartlar bunlardır."

Belirttiğimiz gibi Anayasamız, Türkiye Cumhuriyetinin "demokratik bir devlet" olmasını emretmektedir. "Demokratik devlet"in tanımını ve şartlarını ise görmüş bulunuyoruz. O halde, Türkiye Devleti, demokrasi kavramının yedi şartına uygun olmalıdır... Gerçekten de 1982 Anayasasının kurduğu sistem demokrasi kavramının bu yedi şartına uygundur.

1982 Anayasasının 2'nci maddesine göre, "Türkiye Cumhuriyeti... laik... bir... devlet"tir. Acaba "laik devlet" ne demektir?

Kemal gözler şöyle diyor: "Lâiklik dilimize Fransızca laïc sıfatından girmiştir. Bu kelime de Latince laicus kelimesinden gelmektedir. Bu kelime din adamları sınıfına (clergé ) ait olmayan demektir. Dilimize bu kelime ilk defa meşrutiyet yıllarında girmiş ve 'lâdini' olarak Türkçe'ye tercüme edilmiştir. 'Ladinî' Devellioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe Sözlüğüne göre 'dindışı' demektir. Türkçe'de kullanılan 'lâiklik' terimi Fransızca, laïcisme 'in değil, laïcité'nin karşılığıdır. Laïcisme, 'lâiklik' değil, 'laikçilik' demektir. Le Petit Robert'e göre laïcité, 'sivil toplum ile dinsel toplumun ayrılığı ilkesi' demektir. Laïcisme ise aynı sözlüğe göre, 'kurumlara dinsel olmayan bir nitelik vermeyi amaçlayan doktrin' demektir. Anayasamızda 'laikçilik (laïcisme)' kelimesi kullanılmamaktadır. Anayasamızda 'lâiklik' (Başlangıç, paragraf 5, m.136, 174), 'lâik... devlet' (m.2), 'lâik Cumhuriyet' (m.68, 81, 103) terimleri kullanılmaktadır."

Lâikliğin çok çeşitli tarifleri yapılmıştır. Ancak, kanımızca bu tanımları inceleyerek bir yere varılamaz. Üstelik, konumuz bu değil… Direkt olarak konuya girelim: Bir devletin lâik kabul edilmesi için taşıması gerekli olan şartlar nelerdir?

Laikliğin "din hürriyeti" ve "din-devlet işlerinin ayrılığı" olarak iki yönü vardır.

Laikliğin birinci yönü din hürriyetidir. Bir devletin laik olabilmesi için, o devlette din hürriyetinin tanınmış ve güvence altına alınmış olması gerekir... Din hürriyeti de kendi içinde 'inanç hürriyeti' ve 'ibadet hürriyeti' olarak ikiye ayrılır.

İnanç hürriyeti , kişinin istediği dini seçebilmesi anlamına gelir. Keza bir dini seçmekte hür olan kişi, herhangi bir dini seçmeme hakkına da sahiptir. Bir devletin lâik olabilmesi için, o devlette inanç hürriyeti tanınmış olmalıdır. Anayasamız 24'üncü maddesinin ilk fıkrasında "herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir" diyerek 'inanç hürriyeti'ni tanımıştır.

Din hürriyetinin ikinci veçhesini 'ibadet hürriyeti' oluşturur. İbadet en geniş anlamda bir dinin gereklerini yerine getirmek demektir... O halde ibadet hürriyeti, kişinin inandığı dinin gereklerini, özellikle ayin ve törenlerini serbestçe yerine getirebilmesi demektir. Bir devletin lâik olabilmesi için, o devlette ibadet hürriyetinin de tanınmış olması gerekir. Anayasamız ibadet hürriyetini "14'üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir" (m.24/2) diyerek tanımıştır. Görüldüğü gibi Anayasamızda ibadet hürriyeti, inanç hürriyeti gibi mutlak bir şekilde değil, 14'üncü madde ile sınırlı olarak tanınmıştır. İbadet hürriyeti, ibadet etmeme hürriyetini de içerir. Lâik bir devlette kişilere zorla ibadet ettirilemez. Anayasamız "kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya... zorlanamaz" (m.24/3 ) diyerek, ibadet etmeme hürriyetini de güvence altına almıştır.

Laikliğin ikinci yönü ise din ve devlet işlerinin ayrılığıdır. Bir devlette, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmış olduğunu söyleyebilmek için şu şartların yerine getirilmesi gerekir.

Bir. Devletin Resmî Bir Dini Olmamalıdır: Din'in muhatabı kişilerdir… Resmî bir devlet dini yoktur. Olmamalıdır.

İki. Devlet Bütün Dinler Karşısında Tarafsız Olmalıdır: Bir devletin lâik olabilmesi için, o devletin bütün dinler karşısında tarafsız olması, bu dinlerden birini himaye etmemesi veya bu dinlerden bazıları üzerinde baskı uygulamaması gerekir.

Üç. Devlet Bütün Din Mensuplarına Eşit Davranmalıdır: Lâikliğin gereklerinden biri de, devletin bütün din mensuplarına eşit davranmasıdır.

Dört. Din Kurumları ile Devlet Kurumları Birbirinden Ayrı Olmalıdır: Lâik bir devlette din kurumları ile devlet kurumları birbirinden ayrı olmalıdır. Ergun Özbudun'un ifadesiyle,
"lâik bir devlette din kurumları devlet fonksiyonlarını göremeyeceği gibi, devlet kurumları da din fonksiyonlarını ifa edemez. Yani lâik devlet, gerek 'dine bağlı devlet', gerek 'devlete bağlı din' sistemlerini reddeden, din ve devlet işlerini alan olarak birbirinden tamamen ayıran bir yönetim sistemidir".

Beş. Hukuk Kuralları Din Kurallarına Uymak Zorunda Olmamalıdır: Lâik bir devlette hukuk kurallarının kaynağı beşerî iradedir. Lâik bir sistemde, hukuk kurallarını koyan beşerî iradenin din kurallarına uymak zorunda olmaması gerekir. Eğer bir devlette hukuk kurallarının din kurallarına uyma zorunluluğu varsa, o devlet lâik bir devlet değildir… Bu anlamda 1982 Anayasası lâik bir hukuk sistemi öngörmektedir.

Belirttiğimiz gibi Anayasamız, Türkiye Cumhuriyetinin 'laik bir devlet' olmasını emretmektedir. 'Laik devlet'in tanımını ve şartlarını ise görmüş bulunuyoruz. O halde, Türkiye Devleti, laiklik kavramının şartlarına uygun olmalıdır… Gerçekten de 1982 Anayasasının kurduğu sistem, uygulamada bazı yanlışlar yapılsa da laiklik kavramının şartlarına uygun gibi görünmektedir.

1982 Anayasasının 2'nci maddesine göre, "Türkiye Cumhuriyeti... soyal... bir... devlet"tir. Acaba 'soyal devlet' ne demektir?

Sosyal devlet, devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesini gerekli ve meşru gören bir anlayıştır…Sosyal devlet anlayışı Türk anayasa hukukuna 1961 Anayasası ile birlikte 'Cumhuriyetin Nitelikleri' başlığı altında sayılan temel bir unsur olarak girmiştir: "Md. 2.- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir"… Aynı nitelik 1982 Anayasası'nda da tekrar edilmiştir: "Md. 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."

Anayasa Mahkemesi'nin 16-27 Eylül 1967 tarih ve K.1967/29 sayılı kararında sosyal devlet kavramı şöyle açıklanmaktadır: "(Sosyal devlet) ... ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve millî gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirler alan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlet demektir."

Yine Anayasa Mahkemesi bir başka kararında sosyal devlet kavramının şöyle anlaşılması gerektiğini belirtir: "Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin, tüm kurumlarıyla Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir. (...) Anayasa'nın Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeler uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgarî yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması gerekir."

Görüldüğü gibi 1982 Anayasası Türkiye Cumhuriyeti'nin 'sosyal devlet' olmasını da emretmektedir… Ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin bu emri yerine getirdiğini yahut getirebildiğini söylemek, özellikle Sosyal Güvenlik Reformu adı altında yapılan son değişikliklerden sonra, mümkün görünmemektedir.

1982 Anayasasının 2'nci maddesine göre, "Türkiye Cumhuriyeti... bir hukuk devletidir".

Hukuk devleti en kısa tanımıyla, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukukî güvenlik sağlayan devlet demektir… Ki Anayasa Mahkemesi de 12 Kasım 1991 tarih ve K.1991/43 sayılı Kararında hukuk devleti ilkesini, benzer bir şekilde "yönetilenlere en güçlü, en etkin ve en kapsamlı biçimde hukuksal güvencenin sağlanması, tüm devlet organlarının eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması" olarak tarif etmiştir.

Bu noktada cevabı gereken sual şudur; bir devletin, hukuk devleti olarak nitelendirilebilmesi için hangi şartları taşıması gerekir?

Hukuk devleti, hukuka bağlı olan devlet demek olduğuna ve devlet de, yasama, yürütme ve yargı organlarından oluştuğuna göre, hukuk devletinin üç temel gereği vardır: (1) Yasama organı hukuka bağlı olmalıdır. (2) Yürütme organı hukuka bağlı olmalıdır. (3) Yargı organı hukuka bağlı olmalıdır.

Bir. Yasama Organı Hukuka Bağlı Olmalıdır: Yasama organının hukuka bağlılığından ne anlaşılır? Hukuk, anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik gibi kurallardan oluştuğuna göre, yasama organının hukuka bağlılığından, sadece yasama organının Anayasaya bağlılığı anlaşılır. Zira, kanun yapma yetkisine sahip olan yasama organının kanunla bağlı olması teorik olarak mümkün değildir. O halde yasama organının hukuka bağlı olması onun Anayasa ile bağlı olmasından ibarettir… Buna göre, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti yasama organı Anayasaya aykırı kanun kabul etmemelidir. Eder ise Anayasa Mahkemesi bunu iptal edebilir.

İki. Yürütme Organı Hukuka Bağlı Olmalıdır: Bir devletin hukuk devleti olması için onun yürütme organının da hukuka bağlı olması gerekir. Türk hukuk düzeninde yürütme organının Anayasa ile bağlı olduğu esası kabul edilmiştir. Anayasamızın 11'inci maddesine göre "Anayasa hükümleri, yürütme... organ(ını), idarî makamlarını bağlayan temel hukuk kurallarıdır". O halde yürütme organı Anayasaya aykırı eylem ve işlem yapmamalıdır. Diğer yandan yürütme organı kanunlarla da bağlıdır. İdarenin "kanuna bağlılığı ilkesi" veya "kanuna saygı ilkesi", Anayasamızın 8'inci maddesinde, "yürütme görevi ve yetkisi... kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir" denilerek kabul edilmiştir. Buna göre, yürütme organı sahip olduğu yetkileri kullanırken veya üstlendiği görevleri yerine getirirken kanunlara uygun davranmak zorundadır… Buna göre bir hukuk devleti olan Türkiye'de yürütme organı, başta Anayasaya, sonra da kanunlara aykırı eylem ve işlem yapmamalıdır.

Üç. Yargı Organı da Hukuka Bağlı Olmalıdır: Kemal Gözler'in ifadesiyle; "Anayasamız sadece yasama ve yürütme organlarının değil, yargı organının da hukuka bağlılığını açıkça öngörmüştür. Bir kere, yargı organlarının Anayasa ile bağlı oldukları açıktır. Zira, Anayasamızın 11'inci maddesi, 'Anayasa hükümleri, yargı... organlarını... bağlayan temel hukuk kurallarıdır' demektedir. Diğer yandan, Anayasanın 138'inci maddesine göre, 'hakimler... Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak... hüküm verirler'. Şüphesiz Anayasa Mahkemesini denetlediği kanun bağlamaz. Ama onun dışındaki bütün kanunlar, bütün mahkemeleri bağlar. Keza, Türk Medeni Kanununun birinci maddesi, 'kanun lafzile ve ruhile temas ettiği bütün meselelerde mer'idir' demekte, kanunda hüküm yoksa, hakimin 'örf ve adete göre, örf ve adet yoksa, kendisi vazıı kanun olsaydı bu meseleye dair nasıl kaide vazedecek idiyse ona göre' hükmedeceğini öngörmektedir. Türk Ceza Kanununun birinci maddesi de 'kanunun sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz' demektedir. Buna göre, özel hukuk alanında kanunda hüküm varsa, hâkim kanundaki hükmü uygulamak zorundadır. Kanunda hüküm yoksa, örf ve adeti, o da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı, nasıl bir kural koyacak idiyse o kuralı uygulamak zorundadır. Ceza hukuku alanında ise hâkim münhasıran kanunu uygulamak zorundadır. Kanunda sanığın fiiline uygulanacak hüküm yoksa ceza hâkimi beraat kararı verir. Eğer hâkim kanunun Anayasaya aykırı olduğu kanaatine varırsa Anayasanın 152'nci maddesinde öngörülen usûlle kanun hakkında Anayasa Mahkemesinde itiraz yoluna başvurur. Bunların dışında bir hakimin kanundaki kuralı uygulamamak veya başka türlü uygulamak veyahut kanunda olmayan bir kuralı uygulamak gibi bir yetkisi yoktur. Görüldüğü gibi hukuk sistemimizde hâkim kanunla bağlıdır."

"Anayasa Mahkemesi de kural olarak kanunlarla bağlıdır. Ancak Anayasa Mahkemesi kendi önüne iptal davası veya itiraz yoluyla getirilmiş bir kanunun hükümleriyle haliyle bağlı değildir. Anayasa Mahkemesi bu durumda Anayasanın hükümleriyle bağlıdır. Çünkü, Anayasanın 148'inci maddesine göre "Anayasa Mahkemesi, kanunların... Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler". Eğer Anayasa Mahkemesi kanunların Anayasada bulunmayan bir ilke veya kurala uygunluğunu denetlerse veya Anayasa Mahkemesi kendisine Anayasa tarafından verilmemiş bir yetkiyi kullanırsa, hukuka bağlı olmanın dışına çıkmış olur, yani hukuk devleti ilkesini çiğnemiş olur… Yer yer örneklerini gördüğümüz gibi, Türk Anayasa Mahkemesinin hukuk devleti ilkesini bazen çiğnediği gözlemlenebilir. Örneğin Anayasa Mahkemesi yetki kanunlarının Anayasada bulunmayan birtakım kriterlere uygunluğunu denetlemiş ve iptal etmiştir. Keza Anayasa Mahkemesi Anayasanın kendisine vermemiş olmasına rağmen yürütmeyi durdurma yetkisine sahip olduğuna karar vermiş ve birçok kanun hükmünde kararnamenin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kararları, onun kendisini hukukla pek de bağlı hissetmediğini göstermektedir. Bu ise hukuk devleti ilkesinin Anayasa Mahkemesi tarafından tipik bir ihlâlidir. Türkiye'de hukuk güvenliği yer yer bizzat Anayasa Mahkemesi tarafından zedelenmiştir. Zira, Anayasada yazmayan bu prensipleri vatandaşların önceden bilip, davranışlarını ona göre ayarlamaları mümkün değildir."

"Keza idarî yargı organları da sadece idarî işlemlerin hukuka, yani Anayasaya, kanuna veya duruma göre tüzüğe ve yönetmeliğe uygunluğunu denetleyebilir. İdarî yargı organları bunların dışında bir sebeple bir idarî işlemi iptal edemezler. Etmeleri durumunda 'hukukîlik (légalité)' değil, 'yerindelik (opportunité)' denetimi yapmış olurlar ki, bu, hukuk devleti ilkesinin tipik bir ihlâlidir. Bu husus ayrıca Anayasamızın 125'inci maddesinin dördüncü fıkrasında açıkça öngörülmüştür: 'Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez'.

"Hukuk devletinde vatandaşlar hukukî güvenlik içinde yaşarlar. Bunun içinse, hangi kurallara tâbi olduklarını önceden bilmeleri ve davranışlarını ona göre ayarlamaları gerekir. Hukuk devleti hukuk kurallarının belirliliği ilkesini gerektirir. Türk hukuk sisteminde belirlilik şartı gerçekleşmiştir. Kanunlar Resmî Gazetede yayımlanır. Bu şartı taşımayan bir kanun ilgililere uygulanamaz. Keza muhataplarına yükümlülük getiren kanunlar da kural olarak geriye yürümez. Böyle bir sistemde, yargı organlarına, yorum yoluyla norm yaratma yetkisi tanınması hukuk devleti ilkesine aykırı olur. Zira bu norm, olaydan önce değil, olaydan sonra yaratılacak ve bu normun muhatabı olan kişi haliyle bu normu önceden bilmeyecek ve davranışlarını ona göre ayarlayamayacaktır. Bu ise hukuk güvenliğini, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini sarsacaktır. O halde, bir hukuk devletinde, Montesquieu'nün ifadesiyle, 'hakimler kanunun sözlerini telaffuz eden bir ağız'dan başka bir şey olamazlar."

Belirttiğimiz gibi Anayasamız, Türkiye Cumhuriyetinin 'hukuk devleti' olmasını emretmektedir. 'Hukuk devleti'nin tanımını ve şartlarını ise görmüş bulunuyoruz. O halde, Türkiye Cumhuriyeti, hukuk devleti kavramının şartlarına uygun olmalıdır… Gerçekten de 1982 Anayasasının kurduğu sistem, uygulamada ufak tefek bazı aksaklıklar olsa da hukuk devleti kavramının şartlarına uygundur.
***
Milletsiz devlet olmaz… Devletsiz millet olmaz… Millet ile devlet bedenle ruh gibidir… Biri olmazsa diğeri de olmaz… Devlet'i millet kurar, yürütür ve yaşatır… Devleti olmayan millet, emperyalizme önce oyuncak, sonra da yem olur… Yok olur gider… İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Millet nedir? Milletin çok çeşitli tarifleri olmakla birlikte, milletin "efrâdını câmî, ağyarını mânî" ilmî tarifi şudur: Millet; din, dil, soy, kültür, vatan, tâbiyet, ülkü, tarih, menfaat birliklerinin birinin, bir kaçının veya hepsinin birlikte meydana getirdiği bir cemiyet birimidir… Ve bir milleti meydana getiren ne kadar çok birliktelik varsa, o millet o kadar güçlüdür, dayanıklıdır.

Peki devlet nedir? Devletin de pek çok tarifi olmakla beraber, devletin en uygun tarifi şudur: Devlet, milletin hukukî kişilik kazanmış şeklidir veya milletin hukukî nizamıdır… Rahmetli Dündar Taşer, devleti şöyle tarif ederdi: "Devlet, milletin en büyük siyasî teşkilâtıdır." Ben, en çok bu tarifi beğenirim.

Ancak en az otuz yıldır, Türk Milleti'ni meydana getiren unsurlar; en başta din, dil, soy ve kültür tartışıldı… Tartışıldıkça yıprandı… Yıprandıkça, sağa-sola çekilmesi, çekiştirilmesi kolaylaştı ve yozlaştı, yozlaştırıldı… Sonunda neredeyse millet olmaktan çıktık, lime lime dağıldık… Parça parça bölündük, parçalandık.

Meselâ… Din, din olarak değil de bir ideoloji olarak takdim edildi, dini asgarî seviyede bile idrak etmekten aciz insanlara… Oysa din, dindir… Ne bir ideolojidir, ne doktrin… Din'i, ideoloji olarak takdim etmek, ya din'i bir ideoloji derekesine indirmek veya ideolojiyi din derecesine yükseltmek olur ki, her iki halde din açısından kabul edilmezdir.

Dil'i kendi haline bıraktık mı? Ne gezer! Dilde sadeleştirme diye başladık ve dil ırkçılığına kadar gittik… Sonunda nesiller birbirlerini anlamaz, anlayamaz hale geldiler… Dil ile uğraşmaktan gene de vazgeçmedik… Oysa dili kendi haline bırakmak lâzımdı… O kendi tabii mecrası içinde kendi doğal gelişimini sağlayabilirdi.

Ya soy? Soy da neymiş? Yirminci asır biterken soy olmazmış… Soydan bahsetmek ırkçılıkmış… Saf bir soydan bahsedilemezmiş… Bütün soylar zaten birbirine karışmışmış… Türk soyu diye bir şeyden söz etmek de mümkün değilmiş, çünkü Türk soyu Anadolu'da yerel halkla karışarak safiyetini yitirmişmiş… Üstelik imparatorluk bakiyesi olan bu halk, kırk bilmem kaç etnik gruptan meydana geliyormuş… Ve Türkiyelilik bunların üst kimliğiymiş… Bunları ve benzerlerini tekrarlaya tekrarlaya kendi çabamızla Türkiye'de yeni bir millet meydana getirdik, ama bunu bile fark etmedik… Şimdi de Kürtçülük de nerden çıktı ki diye sızlanıyoruz.

Kültüre gelince… Bizim kültürümüz falan yokmuş… Biz, kültürsüz ve barbar/vandal bir kavimmişiz… O övündüğümüz imparatorlukları da kılıç zoruyla kurmuşuz… Devletimizi de kılıç zoruyla gasp ettiğimiz mallarla yürütmüş ve yaşatmışız… Ve sağdan soldan aldıklarımızla yeni bir kültür oluşturmalıymışız… Falan filan…

Yetti mi? Yetmedi!

Ziya Gökalp'in o güzelim Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak hedefini, önce üçe ayırdık… Her birinin etrafında birer gruplaşma yaptık… Sonra, muasırlaşmayı, batılaşmak şekline çevirdik… En sonunda da bunları birbirine rakip ve karşıt hale getirdik… Nihayet birbiriyle kavga ettirdik!

Velhasıl… Türk Milleti'ni millet olmaktan çıkardık, sıradan bir kalabalık haline getirdik… Adına da 'toplum' dedik… Böylece 12 Eylül'e geldik… (O operasyon halen de devam ediyor)… Lâkin o zaman devlet, dimdik ayaktaydı… 1982 de yapılan anayasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin 'millî'lik vasfını ortadan kaldırsa da devleti biraz daha güçlendirmişti… Bundan aldığımız güçle, kör-topal yürüdük, bu günlere kadar geldik.

Şimdi, kendisini kuran millet zayıflatıldığı için zaten iyice güçten düşmüş olan devletin niteliklerini tartışmakla ve yıpratmakla meşgul oluyoruz… Önce, birey hakları diye başladık… Güçlü devlet karşısında, bireyi güçlendirmemiz lâzım diye devam ettik… Sonra AB devreye girdi… AB kriterleri diyerek, devleti ve kurumlarını zayıflattıkça zayıflattık… Oysa meseleyi bir köşesinde fert, diğer köşesinde millet ve son köşesinde devlet olan bir eşkenar üçgen gibi görmeli ve her üçünü de korumaya ve geliştirmeye çalışmalıydık… Ve fert, millet ve devlet arasında bir denge kurmalıydık… Kurmadık… Kuramadık… Ferdi, millet ve devlete… Milleti, fert ve devlete… Devleti de millet ve ferde rakip ettik… Her birini diğerlerine düşman yaptık… Hepsini birbiriyle kavgalı hale getirdik.

Yetti mi? Yetmedi!

Artık, devleti ayakta tutan temel direkleri zorluyoruz: Demokrasiyi, laikliği, sosyal devleti ve hukuk devletini… Türkiye Cumhuriyeti'ni, birileri körlerin fili tarif etmeleri gibi yakaladıkları yerden anladıklarıyla tanımlıyorlar… Türkiye Cumhuriyeti'ni sırf demokratik olmakla, sırf laik olmakla, sırf sosyal devlet olmakla yahut sırf hukuk devleti olmakla nitelendiriyorlar… Zaman zaman da bunları birbirine karşıt/zıt kavramlar gibi anlatıyorlar… Kavgaya sürüklemeye çalışıyorlar… Hatta AKP'nin kapatılma davasını, bu kavgaya örnek olarak veriyorlar!

Millet zaten atomize olmuş, devlet de -maazallah- çöker ise o vakit rahatlayacağız(!). Muradımıza ereceğiz(!).

Amma asıl ve yakın tehlike şudur: Eğer devleti, sadece bir vasfı ile tarif etme körlüğümüz devam ederse, birileri, bunun devleti çökme noktasına getirdiğini fark eder ve haklı olarak harekete geçer! Bu hareket de ne 27 Mayıs'a, ne 12 Mart'a ve ne de 12 Eylül'le benzemez… Bu, 1967'de Suharto'nun Endonezya'da yaptığı gibi hem çok kanlı hem de çok uzun süreli olur!

Herkes, hepimiz aklımızı başımıza devşirmeliyiz!

Kaynak: Kemal Gözler,Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,85 M - Bugn : 23401

ulkucudunya@ulkucudunya.com