« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

08 Ağu

2006

İNŞALLAH SON OLUR!

08 Ağustos 2006

Doğrusu, hep aynı konuyu yazmaktan, artık ben de sıkıldım… Üstelik, yeni yazımın konusunu bile güzelce belirlemiş, zihnî hazırlığımı da yapmıştım… Ancak tam yazmaya başlayacaktım ki, BBP’lilerden iki ileti birden aldım… Sonuç olarak, affınıza sığınarak, gene aynı konuda yani, Muhsin Yazıcıoğlu hakkında yazmak zorunda olduğumu belirtmek durumundayım. Aksi halde, yapılan suçlamaları kabul etmiş sayılacağım ki, bunu asla hak etmiyorum.

Elektronik postanın birinde, -ismi bende mahfuz- BBP’li bir vatandaş, Muhsin Yazıcıoğlu’nu eskiden beri tanımış olmam ihtimalinden hareketle; “Yazdıkların doğru bile olsa, kaldı ki doğru olduğuna katiyen inanmıyorum, sen, bunları sayın Muhsin Yazıcıoğlu’na düşman olduğun için yazıyorsun. Bu düşmanlık nereden geliyor? Yüreğin yetiyorsa, bunu da yaz” diyor.

En başta itiraf etmeliyim ki, korkak sayılmasam da ben yürekli biri de değilim… Kaldı ki, benden istenenleri yazıp-yazmamamın yürekli olmakla ne alâkası olduğunu da tam olarak kavrayabilmiş değilim… Ama sorulan soruya olabildiğince açık bir cevap yazmaya çalışayım.

Evet, Muhsin Yazıcıoğlu ile belki kendisinin bile hatırlayamayacağı kadar eski zamanlardan beri tanışıyoruz… 1975 yılının 9 Temmuz’unun akşamında, Bursa’da, 12 Mart sonrasının Türkiyesi’nde ölümle sonuçlanan ilk siyasî olaylarından biri vuku buldu… Bir kişi öldü, bir kişi de yaralandı… Yaralı, benim okulumdan idi… Yaralı öğrenci; hem kendisini vuran kişiyi tanıyamadığı için, hem de okulda başlarına ben belâ olduğum için, fırsattan istifade ile benden kurtulmak maksadıyla, silâhı ben kullanmadığım halde, polise benim ismimi verdi.

Aynı gün firarî durumuna düştüm… Evime gidemezdim… Halbuki bir yerlerde barınmam, hatta daha önemlisi gizlenmem gerekiyordu… Önce, Mutluevler’de bir eve gittim… Bir saat kadar kaldım… Ama burası güvenli değildi… Evde, ikamet edenler de bizim okuldandı… Beni aramak için de olsa polis buraya baskın yapabilirdi… Burada kalamazdım… Ortalık kararınca, evden ayrıldım. Çıkarken de ihtiyaten Balıkesir’e gideceğimi söyledim… Polis’te baskıya maruz kalırlarsa, Balıkesir’e gideceğimi söylerlerdi… Ben de rahat ederdim.

Uzatmayayım, Eğitim Enstitüsü’nde okuyan öğrencilerin ikamet ettiği bir eve gittim… Okul tatilde olduğu için, evde sadece iki kişi vardı… Bunu, ilk defa burada açıklıyorum ve asla kimseyi ayıplıyor değilim, ikisi de evden sıvışıp gittiler… Evde yapayalnız kaldım… Bir gün sonra yiyecek tükendi… Üç-beş kuruş param olduğu halde, çıkıp hiçbir şey alamıyordum… Oysa açtım… Evde, sadece birkaç baş kuru soğan kalmıştı… Onları, tuza banıp ekmeksizce yedim… Lâf aramızda, o zaman soğandan nefret ettim, o günden beri soğanın hiçbir halini yemem. Mümkünse, yemeklerin bile soğansız olmasını tercih ederim… Sonuç olarak, dört gün dört gece aç kaldım…

Tam o günlerde, bir arkadaşım sivilceli bir delikanlıyı, bu arkadaşı Ramiz ağabey (Ongun) Ankara’dan göndermiş diye bana getirdi. –Ramiz Ongun, benim, hem Akademi’den okul, hem de Bursa’dan ev arkadaşım idi. Bursa’ya sadece sınavdan sınava gelirdi ve geldiğinde, Akademi başkanı olduğum için bizim evde kalırdı- Gelen arkadaş, Genel Merkez’den gelmiş büyük bir adam havalarında, ben taşralı ülkücüye ahkâmlar kesmeye başladı… “Hiç merak etme, biz, meseleyi en kısa zamanda halledeceğiz… Büyük ihtimalle tutuklanmayacaksın, ama bir terslik olurda tutuklanırsan bile, mutlaka ilk duruşmada seni dışarı alacağız,” falan demeye başladı.

O gün anladım ki, ben, açlıktan gözlerim kararırken, ukalaca nutuklar dinlemeye hiç katlanamıyorum. “Bırak, bu işleri” dedim. “Aleyhimde yedi kişi şahitlik yapmış, nasıl halledeceksiniz? Çocuk mu avutuyorsun, sen.” Kem küm ederek, ahkâmlarına devam etmek istedi… Dört gün ve gece boyunca sadece su içerek ve okuyarak yaşamış biri olarak, -Mehmet Arif Bey’in Başımıza Gelenler’i ile Refik Özdek’in Hücre (K)’sını o zaman okumuştum- daha fazla tahammül edemedim… Yapmamam gereken bir şeyi yaptım ve sivilceli delikanlıyı kovdum… Tahmin ettiğiniz gibi, Ankara’dan gönderilen sivilceli delikanlı sayın Muhsin Yazıcıoğlu idi… Yani biz, Muhsin Yazıcıoğlu ile tâ 1975’in belki 15 Temmuzun’dan beri tanışırız. Ancak aramızda hiçbir düşmanlık yoktur. Daha doğrusu, benim o’na karşı bir düşmanlığım yoktur… O’nun bana bir düşmanlığı var mıdır? Evet, vardır! İnanmazsanız, kendisine sorun, cevabını da bana bildirin. Eğer yok derse, ne olduğunu, nasıl olduğunu o zaman ben açıklarım.

Diğer e postada ise, BBP’li vatandaş şöyle diyor: “Seni iyi biliyoruz. İyi tanıyoruz… Sen, Matruşka’yı, Corps’u ve Desise’yi yazan küçük adamsın… Sen yok musun, sen! Sen, eski ve yeni genel merkez yöneticilerine karşı müthiş bir kıskançlık duyan, zavallı bir adamsın… Bugün, sayın Muhsin Yazıcıoğlu’na yaptıklarının bir benzerini, dün de Ülkücü Hareket’in gelmiş geçmiş en büyük kahramanı rahmetli Abdullah Çatlı’ya yapmıştın… Böylece, meşhur olmaya çalışıyorsun! Ama buna fırsa t vermeyeceğiz… Seni rezil edeceğiz, rezil…Bunu, sen de göreceksin.”

Bir defa şunu söyleyeyim ki; ben, hiç kimseyi hiçbir genel merkez idarecisini kıskanıyor değilim… Eğer benim öyle bir arzu ve isteğim olsaydı, rahmetli Başbuğ’umuz, “Ankara’ya gel. Seni, Ülkü Ocakları genel başkanı yapayım” dediği zaman, hiçbir şeyi düşünmeden bu teklifi kabul ederdim… Ayrıca, Muhsin Yazıcıoğlu’nun neyini kıskanayım? Kıskanılacak neyi var ki?

Abdullah Çatlı meselesine gelince… O, başka bir konu ama hiç olmazsa kısaca da olsa yazmasam olmaz… Abdullah Çatlı, bırakın Ülkücü Hareket’in en büyük kahramanı olmayı, ülkücü bile değildir… O, olsa olsa MİT’in ve yahut Emniyet’in kahramanıdır… Ama herkese O’nu ülkücü diye yutturdular. Yutturmaya da devam ediyorlar.

Bunu, yani Abdullah Çatlı’nın bir dönem MİT’in bir dönem de Emniyet’in “elemanı” olduğunu, sadece ben söylüyor da değilim… Bunu, en başta “Susurluk Raporu”nu yazan Kutlu Savaş söylüyor. Sonra, MİT Kontr-terör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür, eski başkan yardımcısı ve Özel Harpçi M. Korkut Eken, eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve benzeri devlet memurları her zeminde söylüyorlar.

En önemlisi de eşi Meral Çatlı ve kızı Gökçen Çatlı söylüyor… Ama bazı safdil ülkücüler hâlâ , Abdullah Çatlı gelmiş geçmiş en büyük ülkücü kahramandır, demeye devam ediyor. İnanın, ben bunun sebebini anlayabilmiş değilim… Hayret! Bu istihbarat örgütleri ne kadar da güçlüler(!)

Neyse, genel bir özet yapmak gerekirse; bir, benim Muhsin Yazıcıoğlu’na hiçbir düşmanlığım yoktur. O’nun olabilir, ama… İki, hatta Muhsin Yazıcıoğlu, gelmiş ve geçmiş Ülkü Ocakları genel başkanları içinde başarılı bulduklarımdan biridir… Üç, ama bu Muhsin Yazıcıoğlu’nun Türkeş’e, MHP’ye ve MHP’lilere ihanet ettiği gerçeğini değiştirmez.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,74 M - Bugn : 10728

ulkucudunya@ulkucudunya.com