« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

27 Nis

2007

HEM SAVAŞTAN HEM DE BÖLÜNMEKTEN KURTULMANIN YOLU

27 Nisan 2007

ABD, İsrail ve İngiltere hep beraber İran’a saldırmaya karar verdiler… Ancak bu o kadar da kolay değil… Çünkü bütün ‘İslâm Dünyası’ buna karşıdır… Savaş, hiç olmazsa Müslümanların zihninde bir Haç-Hilâl savaşına dönüşebilir… Bunu, ‘şer üçgeni’ hiç istemiyor… Üstelik İran, Irak gibi kolay bir lokma da değil, boğazlarına takılabilir… ‘Şer üçgeni’ işte bu iki sebepten ötürü, bu haksız savaşta Türkiye’yi de yanında görmek istiyor… Zira Türkiye, savaşa ‘şer üçgeni’nin müttefiki olarak katılırsa, iki mahzur da ortadan kalkacaktır… Türk halkı Müslüman olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti çok güçlü bir silâhlı kuvvetlere de sahiptir.

Türkiye, bir şekilde ‘şer üçgeni’nin yanında savaşmaya karşı çıkınca devreye CIA, MOSSAD ve MI6 sokuldu… ‘Danıştay katliamı’, ‘Rahip Santoro cinayeti’, ‘Hrant Dink suikasti’ ve ‘misyoner katliamı’ Türkiye’yi ABD, İsrail ve İngiltere’nin yanlarında saf tutmaya mecbur etmek için tertiplendi… Buraya kadar her şey açık seçik ortada… Bundan sonrası ise hayli karışık… Durum, Türkiye için tam ‘iki ucu boklu değnek’… Çünkü bu savaşa, kimin yanında ve kime karşı katılırsa katılsın, sonunda bundan en büyük zararı görecek ülkelerden biri de Türkiye olacak… Maalesef Türkiye bölünecektir! Bunları geçen yazımda ifade etmiştim, o sebeple kısaca hatırlatarak, geçiyorum.

Peki Türkiye’nin, bu ‘aşağısı sakal, yukarısı bıyık’ durumundan kurtulmasının hiç mi çaresi yok? Olmaz olur mu? Elbette var!

Nedir? Hemen söyleyeyim: Tarihten ders çıkarmak ve 7-8 Ağustos 1964 de yaptığı gibi, Kuzey Irak’taki ‘Kürt Devleti’ne karşı bir hava operasyonu düzenlemektir!

Bilenler bilir, ama ben bilmeyenler için anlatayım: BM Barış Gücü'nün Kıbrıs’ta göreve başlamasından bir süre sonra, 4 Nisan 1964'te bir açıklama yapan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, Zürich ve Londra Antlaşmaları’nın bir parçası olan ittifak antlaşmasını feshettiğini ilân etti. Türkiye, tek taraflı bu feshi tanımadığını açıklarken; Yunan Başbakanı Yorgo Papandreu ise, Makarios' a destek verdi.

Diğer yandan Kıbrıs'taki BM Barış Gücü'nün görev yapmasını çeşitli vesilelerle engelleyen Rum Temsilciler Meclisi, Mayıs ayındaki son birleşiminde ‘Millî Muhafız Alayı’ kurulmasına karar verdi… Kıbrıs'ta ortaya çıkan bu gergin durum ve kanlı olaylar üzerine, Türk toplumunun güvenliğini korumak ve Rumların katliamlarını önlemek amacıyla Türkiye, 1960 Garanti Antlaşması’na taraf devlet olarak sahip bulunduğu hakları kullanarak, 1964'te Kıbrıs'a çıkarma yaparak müdahalede bulunmaya karar verdi. Hatta Kıbrıs'a Türk askerinin çıkması 7 Haziran için plânlandı. Fakat 5 Haziran'da "Johnson Mektubu" olayı patlak verdi.

ABD, Türkiye' yi asker çıkarma kararından caydıramayınca, Başkan Johnson Başbakan İsmet İnönü'ye 5 Haziran günü, ifadesi ağır ve tehdit dolu bir mektup göndermişti. ABD Başkanı Johnson mektubunda şu noktalara yer vermekteydi: “Türkiye, Garanti Antlaşmasını tam işletmeden adaya müdahale kararı almıştır. Türkiye henüz müdahale hakkını kullanamaz. Türkiye tarafından Kıbrıs'a yapılacak askerî bir müdahale, kendisini Sovyetler Birliği ile bir çatışma durumuna sokabilir. Türkiye, NATO'lu müttefiklerine danışmadan, onların ‘rıza ve onayını’ almadan böyle bir harekete giriştiğine göre, acaba NATO'nun Türkiye'yi savunma yükümlülüğü var mıdır? Türkiye bu noktayı herhalde düşünmedir. Türkiye ile Amerika arasında mevcut 12 Temmuz 1947 tarihli yardım antlaşmasının 4. Maddesine göre, Türkiye Amerika'nın vermiş olduğu silâhları Kıbrıs'a müdahalede kullanamaz. Çünkü bu silâhlar Türkiye'ye savunma amacı ile verilmiştir Ayrıntılı görüşmeler için Türkiye Başbakanı Washington'a giderse, Başkan Johnson bundan memnun olacaktır.”

Başbakan İnönü, Johnson'un mektubuna, 13 Haziran'da cevap verdi. Oldukça yumuşak bir ifade taşıyan cevapta, şu konular belirtilmiştir: “Mektubun ‘gerek yazılış tarzı, gerek içeriği’, Amerika'nın Türkiye gibi bir müttefiki için ‘hayal kırıcı’ olmuştur. Bu son teşebbüs ile, 1963 sonundan beri Kıbrıs'a askerî müdahale ihtiyacı dördüncüdür. Ve Türkiye bu işin başından beri Amerika ile danışma halinde bulunmuştur. Kıbrıs Rum hükümeti açıkça silâhlanmaya başlamış, Anayasa dışı faaliyetlere girişmiş, Türklere karşı ‘zulmünü’ artırmış ve bütün bunlar Yunanistan tarafından, kendisinin imzaladığı milletlerarası antlaşmalara aykırı olduğu halde, desteklenmiş, lâkin Türkiye'nin bütün uyarmalarına rağmen Amerika bir şey yapmamıştır. Birbirine karşı antlaşmalardan doğan zorunluluklarını, yükümlülüklerini istediği zaman reddeden devletler arasında bir ittifaktan söz edilebilir mi? NATO müttefiklerinden herhangi birine yapılacak saldırı, saldırgan tarafından doğal olarak daima haklı gösterilmeye çalışılacaktır. NATO'nun bünyesi saldırganın iddialarına kapılacak kadar zayıf ise, gerçekten tedaviye muhtaç demektir. Türkiye'nin anlayışına göre, NATO, saldırıya uğrayan bir üyeye derhal yardımı mecburi kılmaktadır. Üyelerin takdirine bırakılan husus, yardımın mahiyeti ve genişliğidir.”

Sonra, ne mi oldu? Türkiye askerî müdahale yapmaktan vazgeçmek mecburiyetinde kaldı!
Vaziyet ve şerait, bu günkü durum ve şartlara ne kadar da benziyor değil mi? İsterseniz bakalım: Türkiye bu gün de Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkıyor ve buna izin vermemesi için ABD’ye ısrar ediyor. Ama nafile! Ve Türkiye, Kuzey Irak’ta üslenen PKK’ya karşı askerî müdahale yapmak istiyor, fakat ABD buna da karşı çıkıyor! Türkiye, öyle ise PKK saldırılarını engelleyin diyor, ancak ABD bunu da yapmıyor! Sanki tarih tekerrür ediyor… Ne ise…

Türkiye, ABD’nin baskılarına iki ay katlandı ve 7 Ağustos 1964’te her şeyi göze alarak harekete geçti. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel, Eskişehir’e bizzat giderek, Üs Komutanı Tümgeneral Muhsin Batur’a harekât emrini tebliğ etti… Ve, Yzb. Hüseyin Çapaoğlu komutasında Eskişehir’den havalanan dört adet F 100 F ve F 100 D, 40 dakika sonra Kıbrıs’a ulaştı, mücahitleri Gemikonağı Limanı’nda kıstırmış olan hücumbotları top ateşine tuttu.

Kıbrıs semalarında bu faaliyetler olurken Türkiye’deki faaliyetler de olanca hızıyla devam etmekteydi. Malatya’dan Adana’ya intikal eden 113. Filo, Bnb. H.Basri Yurdakul liderliğinde kalkan bir dörtlü kol ise Erenköy’e doğru uçmaya hazırlanıyordu. Hedef ; Erenköy’de bulunan Rum birlikleri idi.

8 Ağustos’ta Eskişehir 112. Filo’da ise, pilotlar kamelyada kendilerine sıra gelmesini bekliyorlardı. Yzb. Cengiz TOPEL kamelya içerisinde dolaşıyordu. Derken 1. Hava Kuvveti Komutanı Tümg. Muhsin Batur gelerek, hücumbotlara yapılacak ikinci dalga taarruz için dört asil ve bir yedek pilot seçti.

Seçilen bu dörtlü kol, öğleden sonra geç vakitlerde brifinge alındı. Brifing yine 1. Hava Kuvveti Komutanı Tümg. Muhsin Batur tarafından veriliyordu. Teşkil edilen dörtlü kolda; Lider, Yzb. Cengiz TOPEL F-100D 55-2766, 2 numara Ütğm. İzzet Öztarhan, 3 numara Yzb. Mehmet Konedralı, 4 numara Ütğm. Ethem Sancar bulunmaktaydı.

Brifingte, Gemikonağı Limanı bölgesinde olan hücumbotlara ikinci dalga olarak taarruz edileceği bildirildi. Silâh yükü olarak, uçaklara bomba ve makineli top mermisi yüklenmişti.
Koldaki tüm uçaklar başarıyla havalandı görev ifa edildi, ama Cengiz TOPEL’in uçağı isabet aldı. İnmek zorunda kaldı. Cengiz TOPEL, Rumlar tarafından işkence edilerek şehit edildi… Allah rahmet eylesin.

Tarihî olaydan çıkarılacak ders:

Türkiye, ABD, İsrail ve İngiltere ‘şer üçgeni’nin İran’a karşı başlattığı savaşa, hem katılmamak hem de bu işten parçalanmadan kurtulmak için, Kuzey Irak’ta kurulmuş olan Kürt Devleti’ne karşı bir hava harekâtı yapmalıdır… Bu harekât bir taraftan PKK hedeflerini vurup yok ederken, diğer taraftan da ‘Kürt Devleti’nin sembolik olarak son derecede önemli olan binalarını meselâ Hükümet Merkezi’ni, Merkez Bankası’nı, Parlamento’sunu, Televizyon ve Radyosu’nu, Askerî Garnizonları’nı, Üniversitesi’ni yerle bir etmelidir.

Bu hava operasyonu; hem Dünya’ya Türkiye’nin bu konularda ne kadar kararlı olduğunu ispat edecek; hem Türkiye’nin, Irak’ın bütünlüğünün parçalanmasından müthiş rahatsız olan Müslüman Arapların desteğini almasını sağlayacak; hem Kuzey Irak’ta kurulan Kürt Devleti’ni, Kürtler için bir ‘cazibe merkezi’ olmaktan çıkaracak; hem de Pan Kürdizm idealini bir daha düşünülemeyecek hale düşürecektir!

Bunun üzerine, elbette, başta ABD, İsrail ve İngiltere olmak üzere bütün batılı emperyalistler hışımla ayağa fırlayacaklar, Türkiye’ye olmadık tehditler savuracaklardır… Ancak bu hiç önemli değil… Hiçbir devlet, olmuş bitmiş bir operasyon için, Türkiye ile savaşı göze almaz, alamaz… Üstelik bunlar ayağa kalkınca, Türkiye, ben meşrû müdafaa hakkımı kullandım, yaptığım operasyon biraz aşırı kaçtıysa, kusura bakmayın, ‘pardon’ diyecektir!

Bu belâ, ancak böyle bertaraf edilebilir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,34 M - Bugn : 72803

ulkucudunya@ulkucudunya.com