« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

05 Şub

2021

SİYÂSÎ İSLÂMCILIK VE OSMANLICILIK

05 Şubat 2021

Yanlış anlamalara sebep olmamak için hemen söyleyelim: İslâmiyet başka, “Siyâsî İslâmcılık” ise bambaşka bir ‘şey’dir… İslâmiyet, “inananlarını iki dünyada da mesut etmek için Allah (c.c) tarafından gönderilen” ve “Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından tebliğ edilen bir ilâhî nizam” ve de “tek hak din” olduğu halde, “Siyâsî İslâmcılık” herhangi bir ‘ideoloji’ gibi meselâ ‘kapitalizm’ ve ‘komünizm’ gibi bir ‘ideoloji’dir.

Hüküm çok sert mi oldu? ‘Dindarlık’ ile ‘dincilik’ aynı ‘şey’ler ise hakîkaten çok sert ve yanlış bir hüküm oldu… Yok, ‘dindarlık’ ile ‘dincilik’ farklı ‘şey’ler ise hiç de sert ve yanlış bir hüküm olmadı… Çünkü “Siyâsî İslâmcılık”, ‘dindarlık’ değil, ‘dincilik’tir. Sahi, sizce ‘dindarlık’ ile ‘dincilik’ aynı ‘şey’ler mi, farklı ‘şey’ler mi? Ne ise, ‘hükmü’ sert ve yanlış bulanlar sualin cevabını düşünedursun, biz devam edelim.

Bilmeyenler öğrensin, unutanlar hatırlasın; “Siyâsî İslâmcılık” yâhut “Siyasal İslâmcılık” İslâmiyet’i bir din olmaktan daha ziyâde bir ‘ideoloji’ olarak kabul edenlerin “ideolojilerinin genel adıdır.” Genel olarak İslâm’ı referans alan ve mevcut siyâsî sistemi; yasal / meşrû veya yasal olmayan / gayrı meşrû yollarla dönüştürmeyi veya bütün olarak değiştirmeyi hedefleyen İslâmcı hareketlerin tamamı “Siyâsî İslâmcılık” olarak kabul edilmektedir… Kısacası “Siyâsî İslâmcılık”; çözümü “devlet olmakta” yâhut “siyâsî iktidarı ele geçirmekte” gören; İslâmî değişim ve dönüşümü devletin veya siyâsî iktidarın gücünde ve vâsıtalarında arayan; bütün toplumu yukarıdan aşağıya doğru, devlet eli ve iktidar imkânlarıyla Müslümanlaştırmayı öngören; total eğilimleri baskın ve dahi demokrasiye karşı oldukları halde demokrasiden vâsıta olarak faydalanmayı da ihmal etmeyen bir anlayış ve ‘ideoloji’ olarak târif edilmektedir.

Aslında İslâmiyet’in varlığını sürdürmesi için hiçbir zaman devlete ihtiyacı olmamıştır. Nitekim zaman zaman “devlet başkanı” gibi hareket etmek durumunda kalmasına rağmen Peygamber Efendimize, Allah, “devlet başkanlığı” vazifesi tevdî etmemiştir… Fakat siyâsî iktidarlarını sürdürmek isteyen siyâsetçiler, tarihte, hep İslâmiyet’i siyâsî iktidarlarını sürdürmek için bir ‘ideoloji’ olarak kullanmışlar ve günümüzde de buna devam etmektedirler… Oysa İslâmiyet, “dünya görüşlerini, ideolojileri ve doktrinleri” öyle ya da böyle, o kadar ya da bu kadar etkilemekle birlikte “dünya görüşü” de, ‘ideoloji’ de, ‘doktrin’ de değildir… İslâmiyet, Allah tarafından gönderilen ve Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen bir ilâhî nizam ve “tek hak din”dir! Ve müntesipleri kendilerine ‘Müslüman’ derler.

Din’i, İslâm’ı, İslâmiyet’i ilk defa başta Muaviye olmak üzere Emevi sultanları ‘din’ olmaktan çıkararak, ‘ideoloji’ olarak kullandılar… Onlardan sonra da Müslüman toplumlar farklı ad ve unvanlarla anılan hükûmetler tarafından yönetildiler, ama hemen hepsi de gerek gördüklerinde, İslâm'ı bir ‘ideoloji’ olarak kullanmaktan çekinmediler. Bu durumu, Sâsânî Krallarından Ardaşir, oğlu Şapur'a; “Kıymetli oğlum, din ve hükûmet ikiz kardeştir, biri diğerinin yardımı olmadan hiçbir şey yapamaz. Gerçekte din idârenin temeli, idâre de dini koruyan bekçidir. Temeli ve koruyucusu olmayan hiçbir şey varlığını sürdüremez, dağılır” diyerek îtiraf da eder… Ama “Siyâsî İslâmcılık”ın en meşhur ‘ideologları’ Seyyid Kutub ve Ayetullah Humeyni’dir.

Nitekim evvelce çok da müessir olmadıklarından pek de bilinmeyen ve tanınmayan, isimleri en çok Mısır’da Nasır’a “suikast teşebbüsü” (1954) ve yine Mısır’da “darbe teşebbüsü” (1965) ile gündeme gelen “Siyâsî İslâmcılar”, Ayetullah Humeyni’nin, İran’da Şah Rıza Pehlevi’yi devirerek, “İran İslâm Devrimi”ni gerçekleştirmesinden (1979) sonra bütün İslâm âleminde ve de dolayısıyla Türkiye’de tanındıkları gibi güçlenerek, etkili olmaya başladılar.

Ben, Türkiye’deki “Siyâsî İslâmcı”ların ileri gelenlerinden bir grupla (Akıncıların Genel Başkanları Ali Bakaner ve Genel Yönetim Kurulu üyeleriyle) Bartın Özel Tip Kapalı Cezaevi’nde bir buçuk yıl (1984-85) aynı koğuşta kaldım… Bunları ve dolayısıyla “Siyâsî İslâmcılar”ı bilvesile yakından tanıma imkânım oldu. (Öyle ki tahliye olmama beş ay kala bunlardan birinin gözünü patlatmak zorunda kaldığım için Başgardiyan “Gâvur Ali” bir gün boyunca bana falaka attırdı.) Benim tanıdığım “Siyâsî İslâmcı”lar Osmanlı düşmanı, en azından Osmanlıya şiddetle karşıydılar; Osmanlı’dan bahis açıldığında hemen “Bırakın bunları, Osmanlı hîlafet değil, saltanattı ve Osmanlı Sultanları kardeş katiliydiler” diyerek, Osmanlı’ya şiddetle karşı çıkarlardı. Bu da gayet normaldi. Çünkü ideologları Seyid Kutub, Osmanlı düşmanıydı… Nitekim “Fi Zılal'il Kur'ân” başlıklı 10 ciltlik tefsiri Türkçeye tercüme edilirken, Osmanlı düşmanlığından bahseden 1 cilt kadarlık bir kısım kitaptan çıkarılmak zorunda kalınmıştı. Ne ise…

Hal böyleyken ‘nasıl’, ‘neden’ ve ‘niçin’ olduysa oldu, önce AKP Genel Başkanı Erdoğan birdenbire Osmanlı’yı keşfetti ve hemen ‘Osmanlıcılık’ yapmaya başladı… Bunun üzerine bütün “Siyâsî İslâmcılar”da aniden bir Osmanlı sevgi, saygı ve hayranlığı başladı ki, ne siz sorun ne ben söyleyeyim… Hatta bunlar Osmanlı’ya sevgi, saygı ve hayranlıkta öyle aşırıya kaçtılar ki “İnternet’i bizzat II. Abdülhamid Han icat etti” diyenler bile oldu… O kadar yânî.

Şunu, antrparantez belirtmeliyim: Sakın yanlış anlaşılmasın, ben “Siyâsî İslâmcılar” niye ‘Osmanlıcı’ oldular demiyorum. Bunu yanlış bularak, hâşâ, hiç kimseyi ayıplıyor da değilim. Beni hiç ilgilendirmez kim neci olmak ister ise onu olabilir… Fikir hürriyeti var(!)… Ben haddimi bilirim… Ancak insanın aynı zamanda hem “Siyâsî İslâmcı” hem de ‘Osmanlıcı’ olamayacağını da bilirim… Çünkü “Siyâsî İslâmcılık” ve ‘Osmanlıcılık’ iki farklı ideolojidir. (Bakınız: Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçura). Ve bir kişi iki ‘ideoloji’ye birden bağlanamaz! “Bir gönülde iki sevda olmaz.” Bunu, bildiğim için de bunun olamayacağını, ifâde etmeye çalışıyorum! Bu bir.

İkincisi, kişi ideoloji değiştirmek isterse önce “özeleştiri vermek” zorundadır… Özeleştiri vermeden ideoloji değiştirilemez! O sebeple ‘Osmanlıcı’ olmak isteyen “Siyâsî İslâmcılar”, evvelâ “Siyâsî İslâmcılık”tan neden vazgeçtiklerini topluma açıklayıp îzah etmeye, yâni özeleştiri vermeye mecburdurlar… Zirâ özeleştiri vermezlerse samîmiyetleri şüpheyle karşılanır… Peki, zamanımızda ‘Osmanlıcılık’ yapan “Siyâsî İslâmcılar” özeleştiri verdiler mi? Vermediler! Ne ise…

‘Reyiz’ yâni AKP Genel Başkanı Erdoğan ‘Osmanlıcı’ olur da yandaş medya geri kalır mı? Kalmaz! Öncelikle ve özellikle TRT, peş peşe Osmanlı dizileri yayınlamaya başladı: BİR ZAMANLAR OSMANLI: KIYAM, FİLİNTA, DİRİLİŞ ERTUĞRUL, PAYİTAHT ABDÜLHAMİT (Bu nasıl bir başlık anlayabilen –lütfen- bana îzah etsin) ve KURULUŞ OSMAN… Show ve Star’da yayınlanan MUHTEŞEM YÜZYIL ile TRT’de yayınlanmış olan Osmanlı dizilerinin başka kanallardaki tekrarlarını saymıyorum, bile… Peki, bu kötü mü oldu? Hayır, bilakis çok iyi oldu! Böyle dizilerin yapılmasında geç bile kalınmıştı.

Televizyon, sinema ve tiyatro çok etkili öğretim değil, ama eğitim vâsıtalarıdır… Mâlûm Millet’i meydana getiren unsurlardan biri de tarihtir… Bizim gibi toplumlarda –geri kalmış, geri bırakılmış, az gelişmiş veya gelişmekte olan, siz nasıl isterseniz öyle anlayın- millî tarih, okullarda maalesef doğru ve düzgün öğretilmediğinden insanlar merak ettikleri tarihilerini öğrenmek için târihî dizilere rağbet ederler… Millî tarihlerini böylelikle öğrenmeye çalışırlar… Bilhassa bu yüzden böyle filmlerin senaryolarının târihi gerçeklere titizlikle riayet ederek yazılması lâzımdır.
Senaristler, târihî filmlerde belli bir husûsu önemle belirtmek veya vurgulamak istediklerinde elbette mübâlağa sanatından faydalanacaklardır… Bu, normaldir, böyle olur ve de olmalıdır… Ancak bunu kabul etmek, hiç olmayan bir ‘şey’i; özelliği ya da niteliği varmış gibi göstermek olarak anlaşılmamalıdır… Çünkü böylesi abartmak değil, uydurmak; aslı olmayan bir şeyi îcat edip söylemek olur… Hulâsa, bu husûsta ilke şudur; senaryolarda abartmak var, fakat uydurmak yok, hele uydurduğunu abartmaksa asla ve kat’a yoktur!



Meselâ bir senarist; II. Abdühamid Han’ın dizideki diyaloglarını, sırf AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın ‘iç’ ya da “dış politikalarını haklı veya doğru” göstermek için ayarlamak yoluna gitmemeli! Bir rejisör de II. Abdülhamid Han’ı oynayan aktörün ‘mimik’ ve ‘jestleri’ ile ‘sesini’ sırf AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın mimik ve jestleri ile sesine benzetmek için çaba harcamamalıdır!
Yâhut bir senarist; okuma yazma bilmediği tarihen sâbit olan Osmangazi’yi, sırf daha önemli ve büyük göstermek için –insanlık tarihinin en büyük ve uzun ömürlü devletlerinden birini kurmuş olan Osmangazi, sanki büyük ve önemli görülmek için bu yalana muhtaçmış gibi- okuma yazma bilen biri gibi hatta Rumcayı ve dahi Rumca okuma yazmayı bilen biri gibi göstermemelidir! Veya bir rejisör; sırf Osmanlı Gazilerini daha cengâver göstermek için Gazinin kılıç çaldığı düşmana “ters takla” attırmamalıdır! İnsaf yahu, kılıç çalınan kişi “ters takla” mı atar? Bilvesile merak ettiğim için soruyorum; Allah aşkınıza bana söyler misiniz? Osmanlı Alpleri Kung Fu, Karate ve Taekwondo’yu ne zaman ve nasıl öğrendiler?
Ancak Osmanlıyı yeni yeni keşfetmekte olan “Siyâsî İslâmcılar” ile yandaşlarının bilerek yâhut bilmeden böyle hatalar(!) yapmaları gayet normaldir. “Yeni testi suyu soğuk tutar” atalar sözü boşuna söylenmemiştir… Netice olarak; siyâsetçilerin, senaryo yazanların ve film çekenlerin -yanlışa düşmemek için- iyi bilmedikleri konularda -bilhassa Türk Tarihi ile ilgili konularda- işlerini uzmanlar ile istişâre ederek yapmaları lâzımdır. Aksi halde kendileri mahçup olacakları gibi ‘Millet’ de yanlış şeyler öğrenmek durumunda kalır.

M. Metin KAPLAN

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,03 M - Bugn : 25955

ulkucudunya@ulkucudunya.com