« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

02 May

2006

BİR

02 Mayıs 2006

Bismillah… Rahman ve Rahim olan Ulu ve Yüce Allah’ın adıyla…

Aslında, daha önce aralıklarla hemen hemen üç buçuk yıl köşe yazısı yazdığım ve bugüne kadar altı kitap yayınladığım halde, bu ilk yazıyı yazmakta müthiş zorlandığımı açık açık itiraf etmeliyim… Yazamıyorum! Ama ne olursa olsun, yazmak zorundayım… Yoksa, Nurullah Kaplan canıma okur; o’nun sessiz sedasız durduğuna, nazik ve nahif görünüşüne kanmayın, sakın… O sessiz sedasız duruşun, nazik ve nahif görünüşün ardında müthiş bir görev adamı vardır… Herhalde bu yüzden, haklı olarak, herkesten aynı vazife anlayışını bekler… Aradığını bulamazsa da çok öfkelenir, hiddetlenir, kızar… Kahreder ve kendine olmadık eziyetler eder… Bunu, doğrusu hiç istemem… Neyse…

Bu ilk yazıyı yazmak, gerçekten çok zor… Ne yazacağıma, nasıl yazacağıma bir türlü karar veremiyorum. O yüzden, görüp anladığınız gibi sözü dolandırıp duruyorum… Hayır hayır, esasen yazacak konudan bol bir şey yok, Türkiye’de… Yok da, ben uzun zamandır köşe yazısı; makale veya fıkra yazmadığım için olacak, yazma becerimi kaybetmişim. Asıl mesele bu, gerisi hep bahâne… İnşallah birkaç yazıdan sonra eski becerimi yeniden kazanırım.

Ne ise sabrınızı daha fazla zorlamayayım…

Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; “Başörtülü olarak okumak isteyenler, Suudi Arabistan’a gitsinler” buyurmuş… Yok, kelimesi kelimesine böyle dememiş ama bu anlama gelen bir şey söylemiş, işte.

Benim babam, sizler bilmezsiniz, Demokrat Parti’liydi… Menderesçiydi, yani… 27 Mayıs Darbesi olduğunda, ben altı yaşında falandım, iyi hatırlıyorum evimizden sanki cenaze çıkmış gibiydi. Babam ve amcalarımla büyüklerimiz öylesine üzülmüşlerdi… Hele Menderes idam edildiği gün, hiç unutmam, babam ve dedem resmen hüngür hüngür ağlamışlardı… Da, ne olup bittiğini kavrayamadığım için, ben şaşırıp kalmıştım.

Adalet Partisi kurulduğunda ise babam hiç tereddüt etmeksizin, Parti’ye hemen üye olmuştu. Hatta bir ara ilçe yönetimlerinde de görev almıştı… Süleyman Demirel’i çok severdi… O zaman da Demirelci olmuştu, yani. Ölünceye kadar da Demirelci kaldı… 12 Eylül Darbesi’ni yaşamış olsaydı, eminim ki en az evlâtları olan biz, iki kardeşin çektiklerimize üzüldüğü kadar; Adalet Partisi’nin kapatılmasına, Demirel’in Zincirbozan’a gönderilmesine de üzülürdü… İyi ki, 12 Eylül’ü yaşamadı.

Babam tahsilli bir adam değildi, okuma yazmayı askerde, Ali Mektebi’nde öğrenmişti… İlk Okul diplomasını ise, daha sonra, sürücü belgesi alabilmek için sınavları dışardan vererek almıştı… Ancak aydın bir adamdı. Tahsilin önemini çok iyi kavramıştı. Çocuklarını okutmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı. Hepimizi okutmaya çalıştı.

Ağabeyim liseyi bitirmeden yarım bıraktı. Ben ve kız kardeşim üniversite öğrenimlerimizi bir şekilde tamamladık. En küçük kardeşimiz de liseyi bitirdi… Ancak o zaman okullar şimdiki gibi değildi… Tahsil yapanlar, mutlaka ya ülkücü ya da devrimci olurlardı… Geriye kalanlara iki taraf da “ot” derdi… Biz hiç birimiz “ot” olmadık. Hepimiz ülkücü olduk, çok şükür… O kadar ki, biz iki kardeş epey bir zaman da Yusufîye de eğitim gördük.

Babam, ülkücü olduğumuza çok üzülürdü… Rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş’i Adnan Menderes’in katlinden sorumlu kabul ederdi, çünkü… Bunun yanlış olduğunu babama anlatmayı bir türlü beceremedim. O zaman öyleydi; babalarımızla sohbet etmeye hiç alışık değildik. Babalarımızla asla tartışamazdık, hatta konuşamazdık bile… Böyle şeyler çok ayıp sayılırdı, saygısızlık kabul edilirdi.

Babam eceli geldi, annemden iki ay sonra öldü. Allah rahmet eylesin... Cezaevinde olduğum için cenazelerine de katılamadım, tabii… Bundan mıdır, başka bir sebepten midir bilemem... Ama bana hep hâlâ, benden çok uzak bir yerlerde, yaşıyorlarmış gibi gelir… Neyse, konu bu da değil.

Bugüne kadar babamı her hatırladığımda, hep yüreğimin bir yerleri hafifçe sızlardı… Ne derseniz deyin; ister yaşlandığı için idealizmi azalmış, ister kalbi yumuşamış deyin, ama “Türkeş’le Demirel’in arasında çok fazla bir fark yok ki? İkisi de Müslüman, ikisi de Milliyetçi, bu kadarı yetmez mi? Gerisi teferruat değil mi? Yahu, öyle ise babamı üzdüğüme deydi mi?” diye düşünmekten kendimi alamazdım. Hüzünlenirdim. Gözyaşı pınarlarımdan süzülen iki damla yaş, kirpiklerimde donar kalırdı.

Yanlış anlaşılmasın ülkücü olduğuma pişman değilim, 12 Eylül’ün en kötü günlerinde bile hiç pişman olmadım. Aksine ülkücülüğümle hep iftihar ettim. Zaten övünecek başka neyim var ki? Pişmanlığım, ölmüş babamı üzdüğüm içindi… Ancak Süleyman Demirel’in söylediklerini duyduğumdan buyana artık öyle düşünmüyorum. Türkeş ile Demirel arasında gerçekten çok önemli bir fark varmış; samimiyet! Süleyman Demirel söylediklerinde hiç samimi değilmiş... Eminim ki sağ olsaydı babam da, benim gibi düşünürdü.

Hatta babam, “Bu adam, ne diyor böyle? Ne saçmalamış, gene? Biz ömrümüz boyunca bunun için mi destekledik, bu adamı?” diyerek, isyan dahi ederdi. Ben babamı iyi tanırım, saçmalığa hiç tahammül edemezdi… Ama bana kalırsa, Süleyman Demirel’in yaptığı saçmalamaktan da öte bir şey… Saçma kelimesi durumu tarifte kifayetsiz kalır. Bu, başka bir şey olmalı. Ancak ne?

Acaba ne?

Yoksa yeni bir askeri darbe geliyor da Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, gelen bu ara dönemin yarı sivil, yarı faşist Başbakanlığına mı hazırlanıyor? Seçim yoluyla yedi kez Başbakan, bir kez Cumhurbaşkanı olmak Süleyman Demirel’e yetmedi mi?

Ya da nasılsa siyasî hayatım sona erdi, artık vatandaşın reyine ihtiyacım kalmadı, öyle ise rol kesmeme de lüzum yok diyerek, gerçek düşünce ve inançlarını açıklamakta beis görmediği için, samimi olarak mı böyle konuşuyor?

Veya Süleyman Demirel, birçok kimsenin iddia ettiği gibi gerçekten Sabetaycı da bunun için mi böyle sözler sarf ediyor? Son dönemde, Sabetaycılar kendilerini gizlemekten vazgeçtiler, aksine meydan okurcasına kimliklerini ilan etmeye başladılar… Yoksa Süleyman Demirel de Sabetaycıların bu kararının gereğini yerine getirmek için mi böyle konuşuyor?

Siz ne dersiniz? Süleyman Demirel niye böyle konuşuyor? Bu ihtimallerden hangisi doğru acaba? Yoksa en doğrusu hepsi mi?

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,80 M - Bugn : 1167

ulkucudunya@ulkucudunya.com