« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 Nis

2014

KEMALPAŞAZÂDE (Şeyhülislâm İbn Kemal)’in Kelâma Dair Görüşleri

İlyas Çelebi 01 Ocak 1970

Kemalpaşazâde, İslâm düşüncesinin çeşitli alanlarında eleştiriye ve analize dayanan eserler yazmış olup bunlarda sonuç olarak kelâm, felsefe ve tasavvufun sentezini yapmayı ve Ehl-i sünnet doktrinini aklî bakımdan temellendirmeyi hedeflemiştir. Çalışmalarıyla Anadolu’da yayılma eğilimi gösteren Bâtınî ve Safevî-Şiî propagandalarının önüne geçmeyi düşünmüştür. Bu çerçevede Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğunu iddia eden Molla Kabız, hulûl inancını savunan Bünyâmin Ayâşî, Pîr Ali Aksarâyî, İsmâil Ma‘şûki, Muhyiddin Karamânî gibi Melâmî şeyhleriyle Şîa aleyhinde fetvalar vermiştir.

Kemalpaşazâde kendisinden önce Dâvûd-i Kayserî, Kutbuddin İznikî, Molla Fenârî, Hızır Bey, Sinan Paşa ve Molla Lutfî gibi Osmanlı düşünce geleneğini temsil eden ilim adamlarının devam ettirdiği Fahreddin er-Râzî ekolüne bağlı bir düşünürdür. Felsefî-kelâmî meseleleri mantıkî-gramatik formda ele alan Kemalpaşazâde bunları, her birinin belli neticesi bulunan çift önermeli kıyas formuna (dilemma) sokarak şıklara ayırmakta, her bir şıkkı ayrı ayrı incelemekte ve kaynaklara inip meseleleri çözmeye çalışmaktadır. Kemalpaşazâde, görüşlerini döneminin yaygın telif yöntemi olan şerh ve hâşiyeler yerine müstakil risâleler yazarak ifade etmiş, çalışmalarında Hakîm es-Semerkandî, Bâkıllânî, Abdülkahir el-Bağdâdî, Gazzâlî, Şehristânî, Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî, Şemseddin el-İsfahânî, Adudüddin el-Îcî, Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi kelâmcıların eserlerine sık sık atıflarda bulunmuştur. Kullandığı kaynakların sağlamlığı, ilk elden oluşu, üslûp ve ifadesinin akıcılığı, Arap dilinin inceliklerine vukufu ve çok yönlülüğüyle dikkat çeken Kemalpaşazâde’nin İslâm düşüncesinin temel konularına ilişkin görüşleri şöylece özetlenebilir:

Bilgi ve Varlık Anlayışı. Kemalpaşazâde kelâm literatüründe söz konusu edilen bilgi vasıtalarını kabul eder. Aklın araz değil cevher ve Allah’tan sudûr eden ilk şey olduğunu söyleyerek filozofların akıl teorisine yaklaşır (Ta?rîfü’l-?akl, vr. 99a-101b; Risâle fî enne’l-?akle mâ hüve, vr. 92a-98b). Bilgi edinmede aklın öneminin duyu organlarından daha fazla olduğunu belirtir ve akıl sahiplerini üstün bir sezgi gücüne mâlik olanlar ve tâlime muhtaç bulunanlar diye ikiye ayırır. Aklın matematikteki kullanımı ile metafizikteki kullanımı arasında fark olduğunu belirten Kemalpaşazâde fizik dünya gibi metafizik âlemin de bilgiye konu olabileceğini söyler ve beş duyu aracılığıyla fizik dünyadan, iç duyular vasıtasıyla da metafizikten haberdar olunabileceğini belirtir (Risâletü’l-ferâ?iz, II, 272). Bu yaklaşımı ile kelâmî epistemolojiden uzaklaşarak tasavvufa yaklaşır.

Kemalpaşazâde varlıkları hâricî ve zihnî olmak üzere ikiye ayırır ve daha çok zihnî olanlar üzerinde durur; felsefecilerin görüşüne katılarak dış dünyada karşılığı bulunmayan zihnî varlıkların mevcudiyetini savunur. Onun önem verdiği hususlardan biri de imkân meselesidir. Bu konuda dört ayrı risâle kaleme alarak imkân kavramının varlığı, mahiyeti, varlığa ve yokluğa delâleti, varlıkmahiyet ilişkisi gibi yönleri üzerinde durmuş, imkânı mümkin varlığın mahiyetinin ayrılmaz niteliği olarak düşünmüştür (Risâle fî tahkiki lüzûmi’l-imkân li-mâhiyyeti’l-mümkin, vr. 356a). Yine varlığın mahiyet üzerine zâit olduğunu söylemiş (Risâle fî ziyâdeti’l-vücûd ?ale’l-mâhiyye, vr. 49a), illet-ma‘lûl ilişkisini belirlemiş, zaman bakımından illet ile ma‘lûl arasında beraberliğin söz konusu olduğunu savunan filozofları eleştirip kelâmcılar gibi hem zat hem zaman bakımından illetin ma‘lûlden önce bulunduğunu vurgulamış, dolayısıyla kıdem-i âlemin bahis konusu edilemeyeceğini belirtmiştir (Risâle fî tekaddümi’l-?illeti’t-tâmme ?ale’l-ma?lûl, vr. 36a-48a). Âlemin Tanrı’nın icadı ve hakikat olan nurunun zuhuru durumunda bulunup ezelî ve ebedî olmadığını, varlığının da fenâsının da Allah’ın iradesine bağlı bulunduğunu savunmuş ve Allah’ın tab‘an değil irade ile fiil gerçekleştirdiğini söylemiştir (Risâle fî tahkiki murâdi’l-ka?ilîn bi-enne’l-vâcib te?âlâ mûcibun bi’z-zât, vr. 127b-135b; Risâle fî tahkiki vücûbi’l-vâcib, vr. 55-68). Kelâm, felsefe ve tasavvufun varlık anlayışlarını mukayese eden Kemalpaşazâde, bu konuda filozoflarla mutasavvıfların birbirine daha yakın olduğunu belirtir. Zorunluluğun, biri güneşin aydınlatması ve ateşin yakması, diğeri fiilleri yapıp yapmamada muhtar olmakla beraber hikmet gereği yapma şeklinde olmak üzere ikiye ayrıldığını bildirir; ikinci görüşü benimseyen İslâm filozoflarının bu görüşleri sebebiyle tekfir edilemeyeceğini kaydeder ve fiillerin Allah’tan zorunlu olarak değil kendi isteğiyle sâdır olduğunu belirtir (Risâle fî tahkiki ennemâ yasdüru bi’l-kudreti ve’l-ihtiyâr lâ bi’l-kerh ve’l-ıztırâr, vr. 257-258). A‘râf sûresinde geçen (7/54) “halk” ve “emr” kelimelerinden hareketle mümkin varlıkları emir ve halk âlemi olmak üzere ikiye ayırır. Halk âlemindeki oluşların vasıtalı, emir âlemindeki oluşların ise doğrudan Allah’ın “ol” hitabıyla vücut bulduğunu ve ruh, akıl, kalem-i ilâhî, levh-i mahfûz, arş, kürsî, cennet, cehennem gibi gaybî varlıkların bu âlemin çerçevesine girdiğini kaydeder; yaratılmış statüsünde bulunan bu varlıkların fâni değil ebedî olduğunu söyler. Ona göre emir âleminde ilk olarak zuhur eden varlık Hz. Muhammed’in nurudur. O, varlık alanına çıkmış ve çıkacak olan her şeyin özüdür. Onunla varlık arasındaki ilişki bütünle parça arasındaki ilişkiye benzer. Diğer peygamber ve velîlerde bulunan kemâlât onun nurunun yansımasından başka bir şey değildir. Âdem’e üflenen ruh da onun ruhudur, Âdem insanların bedeninin, Hz. Muhammed ise ruhunun babasıdır. Kemalpaşazâde, bu yaklaşımıyla Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin “hazarât-ı hams” diye adlandırdığı varlık mertebelerinin ikincisini teşkil eden “taayyün-i evvel” görüşünü benimsemiş olur.

Ulûhiyyet. Varlıkları zorunlu ve mümkin olmak üzere ikiye ayıran Kemalpaşazâde zorunlu varlığın (Allah) ispatını hudûs, imkân, gaye ve nizam gibi klasik delillerle yapar. Allah’ı tanımak için varlığını ve birliğini bilmek kadar isim ve sıfatlarını bilmenin de gerekli olduğunu söyler. Allah Teâlâ’ya Arapça olmayan isimler verilip verilemeyeceği konusunda lafızdan değil anlamdan hareket etmek gerektiğini belirten Kemalpaşazâde “hudâ” ve “çalap” kelimelerini örnek verir ve Türkçe’de Hudâverdi, Çelebi gibi isimlerin kullanıldığına dikkat çeker (Risâle fî tahkiki lafzı Çelebî, vr. 259b). Allah’ın kelâm sıfatının ezelî olmasının kelâmı oluşturan lafızların değil bunların delâlet ettiği mânanın ezelî olmasını gerektirdiğini kaydeder. Kemalpaşazâde, Mu‘tezile’ye karşı bu savunmayı yaparken Kur’an’ın lafzının da gayri mahlûk olduğunu söyleyen Haşviyye ve Hanbelîler’in görüşlerine de katılmadığını ilân eder (Risâle fîmâ yete?allaku bi-halki’l-Kur?ân, vr. 251b-252b). Allah’ın bilgisinin hem kendine hem kendi dışındaki varlıklara taalluk ettiğini, bu taallukun filozofların iddia ettiği gibi sadece değişken olmayanları değil küllî-cüz’î bütün varlıkları kapsadığını söyler.

Kader. Kemalpaşazâde, kader meselesinde en önemli faktör olarak göze çarpan zaman konusuna önem verir. Ona göre Allah’ın ezelî ilminin nesne ve olaylara nisbeti zaman dışı olup Allah her şeyi geçmiş ve gelecek söz konusu edilmeden “şimdi” olarak bilir, dolayısıyla O’nun için zaman kavramı geçerli değildir. Allah’ın zaman dışı oluşu mekân dışı oluşuna benzer, O’nun için uzak ile yakın gibi geçmiş ile gelecek de birdir. Müellif ilâhî ilmin ezelîliği ve zamanla mukayyet olmayışı üzerinde hassasiyetle durur; takdirin ilme, ilmin ise mâlûma tâbi olduğunu, dolayısıyla kaderin zorlayıcı bir yönünün bulunmadığını ve cüz’î iradeyi ortadan kaldırmadığını belirtir. Mutlak cebrin İbâhîlik ve zındıklığa, mutlak hürriyetin ise Mecûsîlik ve Senevîliğe yol açacağını söyleyen Kemalpaşazâde ikisi arasında bir yerde durur ve nasların çizdiği çerçevenin dışına çıkmamak şartıyla kader konusunda konuşmanın müstehap, hatta yetkili kişiler için vâcip olduğunu söyler. Kader çerçevesinde gayb meselesine de temas eder ve mutlak gayb olarak adlandırdığı “beş gayb”ın (Lokmân 31/34) Allah’a mahsus olduğunu, bunların dışında kalan gaybların izâfî statüsüne girdiğini kaydeder. Peygamberin gayba dair bilgisinin Allah’ın iznine tâbi olup her çeşit gaybı kapsamadığını da açıklamalarına ekler (Risâle fî istisnâ?i’llâhi te?âlâ mimmen fi’s-semâvâti ve’l-arz ve tahkikih, I, 186-200). Ecel konusunda ise ecel-i kazâ ve ecel-i müsemmâ ayırımına gider, birincisinin muvakkat ve muallak, ikincisinin kesin olduğunu belirtir. Allah’ın insana süresi tayin edilmiş bir ecel tesbit ettiğini kabul eder, sadaka ve sıla-i rahim gibi amellerin ömrü uzattığına dair rivayetleri Allah’ın bilgisinde bir değişmeye meydan vermeyecek şekilde yorumlar (Risâle fi’l-cebr ve’l-kader, I, 158-185).

Nübüvvet. Kemalpaşazâde, Hz. Îsâ’nın son peygamberden üstün olduğunu iddia eden Molla Kabız’a cevap vermek üzere tafdîl meselesini, zındıkları ve mehdîlik iddiasında bulunan sahte sûfîleri reddetmek üzere de mûcize konusunu ele alır. Tafdîl meselesinde Hz. Muhammed’in bütün peygamberlerden, onların da meleklerden üstün olduğunu söyler (Risâle fî tafzîli’l-enbiyâ? ?ale’l-melâ?ike, I, 117-124; Efdaliyyetü Muhammed ?aleyhi’s-selâm ?alâ sâ?iri’l-enbiyâ?, vr. 36-43). Mûcizenin, nübüvveti inkâr edenleri acze düşürme ve mûcizeye konu olan şeyleri yapmaktan alıkoyma şeklinde iki rüknünün bulunduğunu belirtir. Bir kısım mûcizelerin peygamberden sâdır olduğunu, bazılarının ise onda zâhir olduğunu ve Kur’ân-ı Kerîm’in ikinci tür mûcize grubuna girdiğini kabul eder. Kur’an’ın, benzerini meydana getirmekten insan kudretinin özel olarak alıkonduğu (sarfe) türden bir mûcize teşkil ettiği görüşüne olumlu bakar (Risâle fî hakikati’l-mu?cize ve delâletihâ ?alâ sıdkı men idde?a’n-nübüvve, I, 137-148).

Âhiret. Kemalpaşazâde âhirette sadece mükellef olanların diriltileceğini söyler, aksini beyan eden âhâd haberlerin bu konuda delil olamayacağını savunur, cismanî haşrin aklen değil naklen vâcip olduğunu bildirir. Dirilişin cismanî olacağına ilişkin pek çok âyetin bulunduğunu hatırlatarak hak ehlinin cismanî haşrin vukuunda ittifak ettiğini, bunun, dağılan bedenin parçalarını bir araya getirmek suretiyle mi yoksa yeniden yaratma şeklinde mi olacağında ise ihtilâfa düştüğünü bildirir; bedenlerin aynıyla değil benzerleriyle diriltilebileceğini kabul eder (Risâle fî hakikati’l-me?âd, vr. 42b-43b); ayrıca mîzanın “adalet” anlamına yorumlanamayacağını savunur (Risâle fî hakikati’l-mîzân, II, 381-383).

Tasavvuf. Kemalpaşazâde bazı risâle ve fetvalarında raks, semâ, devran gibi tasavvufî ritüellere karşı çıkıp heterodoks sûfî grupları aleyhinde fetvalar verirken Muhyiddin İbnü’l-Arabî hakkındaki fetvası ve ruhla ilgili risâlelerinde tasavvufa olumlu bakar. Tasavvufun genel çizgileriyle İslâm’ın sınırları içinde olduğunu kaydeder ve bu yola giren kişinin meşrû olmayan işleri yapmaktan kaçınması gerektiğini belirtir. Raks, semâ, devran gibi ritüellere başvuran ve dinin haram kıldığı işleri öven sûfîlerin şiddetle cezalandırılmasını ister. Bu kişilerin imâmetinin sahih olmadığını, onlara selâm verilemeyeceğini, tecdîd-i imanda bulunmaları gerektiğini bildirir (Risâle fî fetva’r-raks, tür.yer.). Öte yandan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye dair fetvasında ondan kâmil bir müctehid, erdemli bir mürşid ve kendisinden olağan üstü haller zuhur eden bir sûfî olarak söz eder. Ona karşı çıkanın hata etmiş, bu tutumunda ısrar edenin ise sapıtmış olacağını söyler ve yönetimin böylesini bu inancından döndürmesini ister. İbnü’l-Arabî’nin eserlerindeki ifadelerin bir kısmını herkesin, bir kısmını ise ancak keşif ehlinin anlayabileceğini, anlayamayanların susması gerektiğini ileri sürer (Fetvâ fî hakkı İbn ?Arabî, bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

Kemalpaşazâde, Risâle fî hakikati’l-me?âd, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5340, vr. 42b-43b; a.mlf., Risâle fî tafzîli’l-enbiyâ? ?ale’l-melâ?ike (Resâ?ilü İbn Kemâl [nşr. Ahmed Cevdet] içinde), İstanbul 1316, I, 117-124; a.mlf., Risâle fî kıdemi’l-Kur?ân (a.e. içinde), I, 131-136; a.mlf., Risâle fî hakikati’l-mu?cize ve delâletihâ ?alâ sıdkı men idde?a’n-nübüvve (a.e. içinde), I, 137-148; a.mlf., Risâle fi’l-cebr ve’l-kader (a.e. içinde), I, 158-185; a.mlf., Risâle fî istisnâ?i’llâhi te?âlâ mimmen fi’s-semâvâti ve’l-arz ve tahkikih (a.e. içinde), I, 186-200; a.mlf., Risâletü’l-ferâ?iz (a.e. içinde), II, 272-274; a.mlf., Risâle fî hakikati’l-mîzân (a.e. içinde), II, 381-383; a.mlf., Efdaliyyetü Muhammed ?aleyhi’s-selâm ?alâ sâ?iri’l-enbiyâ?, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3618, vr. 36-43; a.mlf., Risâle fî tahkiki lüzûmi’l-imkân li-mâhiyyeti’l-mümkin, İÜ Ktp., AY, nr. 1589, vr. 356a-373a; a.mlf., Risâle fî tahkiki lafzı Çelebî, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041, vr. 259b; a.mlf., Risâle fî-mâ yete?allaku bi-halki’l-Kur?ân, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041, vr. 251b-252b; a.mlf., Ta?rîfü’l-?akl, Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 1864, vr. 99a-101b; a.mlf., Risâle fî enne’l-?akle mâ hüve, Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 1864, vr. 92a-98b; a.mlf., Risâle fî tahkiki murâdi’l-ka?ilîn bi-enne’l-vâcib te?âlâ mûcibun bi’z-zât, Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 1028, vr. 127b-135b; a.mlf., Risâle fî tahkiki vücûbi’l-vâcib, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3618, vr. 55-68; a.mlf., Risâle fî tahkiki ennemâ yasdüru bi’l-kudreti ve’l-ihtiyâr lâ bi’l-kerh ve’l-ıztırâr, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041, vr. 257-258; a.mlf., Risâle fî tekaddümi’l-?illeti’t-tâmme ?ale’l-ma?lûl, Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 1049, vr. 36a-48a; a.mlf., Risâle fî ziyâdeti’l-vücûd ?ale’l-mâhiyye, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4794, vr. 49a; a.mlf., Risâle fî fetva’r-raks, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 696, vr. 36-39; a.mlf., Fetvâ fî hakkı İbn ?Arabî, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 430, vr. 108a; Esad Efendi, nr. 1694, vr. 11a-b; Ahmet Arslan, Kemalpaşazâde Tehâfüt Haşiyesi’nin Tahlili, İstanbul 1987, s. 207-208, 522; a.mlf., “Kemal Paşazade’nin Felsefî Görüşleri”, Şeyhulislâm İbn Kemâl Sempozyumu (haz. S. Hayri Bolay v.dğr.), Ankara 1989, s. 75-105; M. Sait Yazıcıoğlu, “Kelamcı Olarak İbn Kemal”, a.e., s. 149-155; Sayın Dalkıran, İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 348; Şamil Öçal, Kemal Paşazâde’nin Felsefî ve Kelâmî Görüşleri, Ankara 2000, s. 53-61; a.mlf., “Kemal Paşazâde’nin Eserlerinde Akıl ve Aklın Önemi”, Bilig: Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, sy. 9, Ankara 1999, s. 133-143; Kemal Sözen, İbn Kemal’de Metafizik, Isparta 2001, s. 92-95; Mahmut Kaya, “İbn Kemalin Düşünce Tarihimizdeki Yeri ve Varlık Anlayışı”, Sosyoloji Dergisi, III/1, İstanbul 1989, s. 223-229.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,91 M - Bugn : 37073

ulkucudunya@ulkucudunya.com