« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

13 May

2024

GALİP ERDEM ADANMIŞ BİR RUH

13 Mayıs 2024

Daha önce Galip Erdem Ağabeyin kendi yazdığı kitapları ile Nevzat Kösoğlu’nun ve Osman Oktay’ın her birinin ayrı ayrı yazmış oldukları Galip Erden ile ilgili hatıralardan oluşan kitaplarını okumuş, Galip Erdem’in Ülkücü Mücadeledeki ilmiyle amil ve inandığı gibi yaşayan bir adam olması karakterini bilen biri olarak kitap tanıtımlarında “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” adlı bu kitabı hemen sipariş ettim. Ancak “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” adlı bu kitabı aldığım günden buyana sıradaki okunacakları okumakla meşgul olmam dolayısıyla okumayı biraz geciktirdim.

Kitabın yazarı Çelebi dergisinde de aşina olduğumuz genç yaşına rağmen “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” adlı bu kitabında önce yayınlanmış beş farklı eserin de sahibi olan Ahmet Şahin kardeşimiz. Ahmet Şahin’in “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” adlı bu kitabı Ötüken Neşriyat A.Ş. tarafından 2024 tarihinde İstanbul’da 569 sayfa olarak birinci baskı olarak yayınlanarak kültür hayatımıza kazandırılmıştır.

Ahmet Şahin’in “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” adlı bu kitabı Ahmet Şahin hakkında kısa bir “Öz Geçmiş” denilebilecek bir yazı ile başlayıp Osman Oktay’ın yazmış olduğu “Takdim”, Ahmet Şahin’in yazmış olduğu “Ön Söz”ile devam etmektedir. Kitabın Birinci Bölümü “Türk Milliyetçiliği ve Galip Edem” toplanmış Abdulkadir İlgen, Safa Aydın, Mevlüt Uyanık, Osman Kepenek, Zühre Ayvaz, İkbal Vurucu, Ömür Kızıl, Mehmet Bilal Yamak, Enes Bahadır Kızak, İsmail Yıldız, elif Tuğçe Kurt, Hakkı Suat Yılmazer, İbrahim Daş, Veli Kürşad Öztürk, Sena Baykal, Tayfun Haykır, Ahmet Şahin tarfından Galip Erdemi çeşitli yönleriyle ele alan farklı konularda yazılmış olduğu yazılardan oluşmuştur. İkinci Bölüm ise “Hatırlarda Galip Erdem” başlığı altında Bilge Erdem, Osman Oktay, Nuri Gürgür, Osman Çakır, İskender Öksüz, Şerafettin Yılmaz, Orhan Arslan, Türkan Hacaloğlu, Şevket Bülent Yahnici, Cezmi Bayram, Arslan Küçükyıldız, Mahir Durakoğlu, Suphi Saatçi, B. Çiğdem Coşkun gibi onunla birlikte yaşanmışlıkları olan dost ve arkadaşlarının onunla yaşamış oldukları günlerin hatıralarından bahis açan yazılarından oluşmaktadır. Üçüncü Bölün ise “Başlıca Eserleri” başlığı altındaki yazıları ikiye ayrılarak incelenmiş. İlki olan “1-Kitapları” adı altındaki yazıları Fatih Erbaş, Ömer Umur, Zafer Saraç, Ali Gezginci, Murat Cennetoğlu, ikinci başlık olan “2-Hakkında Yazılanlar” adı altındaki yazıları da Kadir Kaan Güler, Oğuzhan Saygılı, Ümit Çalışkan, Ali Gezginci, Ahmet Şahin tarafından yazılmıştır. Nihayet dördüncü ve son bölüm ise “Bütün Eserleri” başlıklı olup Galip Erdem Ağabey’in müstakil eserleri dışında gazete ve dergilerde yazmış olduğu yazıları bu gazetelerin bulunduğu kütüphane arşivlerinden derlenerek toplanmış ve Ahmet Şahin-Zeliha Yaşar tarafından kayıt altına alınmış listesi diyebileceğimiz bir bölüm olarak en son konulmuş Galip Erdem fotoğraflarından oluşan “Albüm” adlı bölümden önce kitaptaki yerini almıştır.

Bu kitabın içindeki yazıların çoğunu yazan kişilerin çoğunun genç nesilden olması kültür ve irfan hayatımızın emin ellerde olduğunu göstermektedir. Bütün emeği geçenlerden Allah razı olsun.

Abdulkadir İlgen Hocanın yazmış olduğu yazıda Galip Erdem Ağabey’in “Ülkücünün Çilesi” adlı kitabını daha Ülkü Ocakları ve MHP yokken 13 Ağustos 1961 yılında yazdığı (S:34) bilgisini okuyunca iki şey aklıma geldi. Birincisi kendimin 60 yaşıma kadar gittiğim her il ve yeni çevrede ne düşündüğümü ve nasıl yaşamamız gerektiği konusunda tanıştığım insanlara ilkelerimi anlatıp daha sonra da hep o anlattığım ilkelere bağlı, ilkelerin sınırları içinde yaşamaya çalıştığım, ikincisi de her ne kadar Abdulkadir İlgen Hoca Galip Erdem Ağabey’in yazmış olduğu “Ülkücünün Çilesi” adlı kitapla “ülkücünün yol haritasını çizmiş” (S:35) olduğunu söylese de aslında Ülkü Ocakları ve MHP’nin olmadığı zamanlarda kendi sınırlarını çizmiş ve daha sonra bu sınırlar dâhilinde yaşamış yaşadıkları da aynı ilkeleri kabul edenlere bir düstur olmuş Abdulkadir İlgen Hocanın ifadesiyle “ülkücünün [ülkücülerin] yol haritası ” olmuştur.

Safa Aydın “Galip Erdem’in Şahsiyeti Üzerine” (S:49) başlıklı yazısında “Galip Erdem, tüm yaşamı boyunca Türk milleti üzerine düşünmüş, Türk milletinin varlığı ve huzuru için mesai harcamıştır.” (S.50) diyerek onun kafasının içindeki düşünce ne ise konuşmalarında da onu dile getirdiğini “Dervişin fikri ne ise zikri de odur.” misal bir hayat yaşadığını, önce konuşup sonra düşünenlerden olmadığını daimi düşüncesini konuştukları olduğunu ifade etmeye çalışmıştır. Hatta Galip Erdem Ağabey’in gazetelerdeki ilk yazılarında yazdığı “Belki inandıklarımın hepsini yazamayacağım ama inanmadıklarımı asla yazmayacağım” (S.50) ifadesiyle de kendisinin bu anlayışını ortaya koymuştur.

Safa Aydın, Nevzat Kösoğlu’nun Galip Erdem için “Galip Erdem’in Milliyetçiliği daima eylem dönüktür.” (S:51) Cümlesini onun “Galip Erdem” adlı eserinden aktarır. Akabinde de Galip Erdem’in bir mizah dergisi çıkardığını bu derginin adlarının “Karakedi”, “Bizim Karakedi”, “Sizin Karakedi”, “Ah Karakedi”, “Vah Karakedi” (S:52) olduğunu yazar ancak bu sim değişikliği mizah ve eleştirilere tahammül edemeyen İstanbul valisinin dergiyi kapatması üzerine her hafta bir ek almış isim ile tekrar çıkarmıştır ki bu durumda Nevzat Kösoğlu’nun tespitinin ne kadar yerinde olduğunu gösterir. Galip Erdem’in kalemi kıvrak olduğu “Geleceğin Peyami Saf’hası” (S:52) dediler ya bu durum Karakedi’nin serüveni de bunu ispat etmektedir. Eğer Galip Erdem Karakedi’de yaptığı eleştirileri kalemini ustalıkla kullanarak yapmamış olsaydı eleştirileri hakarete dönüşseydi dergiyi kapatmakla kalmazlar Gali Erdem Ağabey’i de tutuklarlar dolayısıyla da ertesi hafta dergini sayılarını çıkaramazdı.

Safa Aydın Galip Erdem Ağabeyin iki yönüne dikkat çekmektedir. Birincisi özel hayatında disipline gelememesi ve süreklilik sahibi olmaması “Arkadaşları ve dostları Galip Erdem’in tek eksiğinin istikrarlılık olduğu noktasında anlaşmışlardır.” ve Ayvaz Gökdemir’den nakille de “Günlük işlerde, kılık kıyafet yahut yemek işlerinde de biz onu görüp gözetmek zorundaydık; çocuk gibi ilgisizdi.” Safa Aydın yorum ve tespitiyle “Erdem’in hayatında düzen ile ilgili bir türlü çözülemeyen bir probleme dikkat çekilmektedir.” (S:57) şeklinde işaret edilmiş, sonra ikinci olarak da onun Ülkücüler ile ilgili ilerde gayet dakik olduğu ve özel hayatındaki disiplinsizlikten arınıp kendini o işe verdiğini, saati saatine takip ettiğine işaret eder. “Mamak duruşmaları yılları, Galip Erdem’in en çok etkilendiği yıllardır. Ülkücüleri duruşma salonlarında savunurken diğer taraftan onların ardında kalan aileleri ile yakından ilgilenmektedir. İnsanüstü bir gayretle ve hiç olmadığı kadar disiplinle bu yılları geçirdiği söylenir.” (S:58) Galip Erdem’deki bu ruh hali kendi nefsini öldürüp başkalarının derdiyle dertlenmiş bir dervişin ruh halidir. Zaten Allah’tan da kendisi için bir şey istemez hep istedikleri milleti içindir.

Osman Oktay’ın “Galip Erdem’e Hasret Mektubu” (S:61) adlı yazısından alıp aktaran Safa Aydın onun “Mektup” adı altında topladığı paralara ne kadar hassas davrandığını, belki yarım saat sonra yerine konulacak olması bile o “Mektup”lardan bir kısmının geçici olarak kullanılmasına müsaade etmediğini, Kerim Ünal’ı yürümeye mahkûm ettiğini görüyoruz. Bu anekdotu okuyunca kendimin yaşadığı bir hadise aklıma gelir ki; Ben Kamu Çalışanları Vakfı Samsun Şube Başkanı iken arkadaşım Zekeriya Coşkun Vakıfta kullanmak üzere bir miktar nakit para bağışlamıştı. Parayı alırken gayri ihtiyari “dur parayı başka bir cebime koyayım da benimkilerle karışmasın” dediğimi duyan arkadaşım ne fark eder paranın alım gücü önemli o kadar parayı ha senin cebindeki paradan olsun ha benim verdiğim paradan olsun vakfa aktarırsan bir şey değişmez dediğinde ben sizin verdiğiniz paraları verilen amaca uygun olarak harcamaya çalışırım, banknotun aynı olmasına dikkat ederim, eğer bu durumu sağlamak mümkün olmaz ise alım gücüne bakarım demiştim. Onun kadar olmasa da Galip Ağabey’den bir nebze olsun bir özellik kapmış olmak bile bize de örneklik yaptığının işaretidir.

Safa Aydın’ın “cüssesinden büyük bir yüreğe [sahip]” olduğu bilgi aktarımını okuyunca aklıma “acaba keramet cüssede mi?” diye bir soru takıldı ve ardından Gali Erdem ile aynı cüssede olabileceğini düşündüğüm dava adamı Yılma Durak, Kırım Türklüğünün lideri Abdulcemil Kırımoğlu aklıma düştü. Yılma Durak “Doğunun Başbuğu” olarak anılmış, Abdulcemil Krımıoğlu mücadelesiyle Sovyet Rusya’yı dize getirmiş halkını ve Ülkesini istiklale kavuşturmuş olduğu büyük mücadeleleri ile aklıma geldiler ve “demek ki mücadele cüsse işi değil yürek işi” dedim.

Kitap inde çelişki oluşturacak bir bilgi çatışması gibi görünüp bir biriyle çelişiyormuş gibi görünerek ortaya çıkmış bu durumun düzeltilmesi adına hemen işaret etmek gerektiğini üşünerek temas ediyorum. Abdulkadir İlgen Hocanın yazmış olduğu “Bir Ülkücünün Portresi: Galip Erdem” (S:25) adlı yazıda Galip Erdem Ağabey’in “Ülkücünün Çilesi” adlı kitabını daha Ülkü Ocakları ve MHP yokken 13 Ağustos 1961 yılında yazdığı, Kronoloji’de verilen 1947’te Suçlamalar 1-Sağcılık ve Faşizm, 1975’te Suçlamalar 2-Irkçılık, yine 1975’te Ülkücünün Çilesi adlı kitapların yayın tarihleri, Kronolojide verilen bilgiyi destekler mahiyetteki Mevlüt Uyanık Hocanın yazdığı “Galip Erdem: Hakk’ın ve Hayrın Bilgisini Edinerek Erdemli Bir Hayat Yaşamak” (S:69) adlı yazıda “Başlıca Çalışmaları ve İlk Yayımlandıkları yerler şunlardır: ülkücünün Çilesi (Ötüken/ İstanbul, 1975), (…) Suçlamalar-1/ Sağcılık-Faşizm (Töre Devlet Yayınevi/İstanbul, 1974), Suçlamalar-2 / Irkçılık (Töre Devlet Yayınevi/ Ankara, 1975)” yayınlandıklarından bahsetmektedirler. Aradaki fark Abdulkadir İlgen Hoca “Ülkücünün Çilesi” adlı kitabın yazıldığından bahsetmekte ancak yayınlandığı tarih konusunda hiçbir bilgi vermemektedir. Bu bilgiyi teyit etmek üzere telefonla 23.04.20224 tarihinde saat 11.00 de aradığım Osman Oktay Ağabeye “Abdulkadir İlgen Hoca’nın yazmış olduğu “Ülkücünün Çilesi” adlı yazı hakkındaki bilgiye göre yazının kitap olarak 1961 tarihinde bizim bilmediğimiz bir baskısı var mı?” diye sordum. Osman Oktay Ağabey de Abdulkadir İlgen Hoca’nın vermiş olduğu 13 Ağustos 1961 tarihinin Galip Erdem Ağabey’in Tercüman Gazetesinde aynı adlı makalesinin yayınladığı tarih olduğunu söyledi. Ben de cevap olarak demek ki daha sonra “Ülkücünün Çilesi” makalesi aynı ad ile Ötüken Yayınevi tarafından 1975 yılında kitaplaştırılmış deyince “evet” diyerek mukabele etti. Bizim hemen okuyunca Osman Oktay Ağabeye sorarak teyit ettiğimiz hususu Osman Kepenek yazmış olduğu “Satır Aralarında Galip Erdem’i aramak” başlıklı yazısının “Ülkücünüm Çilesi” alt başlıklı kısmında “Galip Erdem’in Tercüman gazetesinde kaleme aldığı yazılarının en çok bilineni, hatta belki de tüm yazıları içinde en çok bilinen yazısı 13 Ağustos 1961’de kaleme aldığı ‘Ülkücünün Çilesi’dir.” (S:101) şeklinde aynı kitap içinde 60-70 sayfa sonra açıklığa kavuşturmuştur.

Galip Erdem’in “Türk kim Türklük Nedir?” adlı kitabından yola çıkarak her milletin millet kavramının farklı olduğunu ve “Türk kimdir?” sorusunun cevabını ararken yapmış olduğu tarif ike Türk milletini diğer milletlerin millet tarifinden ayırdığını, bu yüzden diğer milletlerden farkını ortaya koyarak Türklüğün tarifini vermeye çalıştığını ifade eden Mevlüt Uyanık, bu farkın bazılarında dil, bazılarında kültür, bazılarında ise vatan olduğunu ortaya koyar. Galip Erdem’e göre milletli meydana getiren şartların “1-Ortak bir devlet ve hukuk düzeni, 2-Belli bir nüfus, 3-Ülke birliği, 4-Bağımsızlık, 5-Dil birliği, 6-Örf ve âdet birliği, 7-Dini inanç birliği, 8-Milli seciye birliği”(S:79) olduğunu da aktarır. Galip Erdem’in bu ilkelerden hareketle milletlerin kendi durum ve pozisyonlarına göre millet tarifi yaptıklarını, mesela Fransa ile Almanya arasında tartışmalı bir bölge olan Alsas-Loren bölgesinde yaşayan insanların almanca konuşup Fransız kültür dairesinde olmalarından dolayı Almanların milleti dil ile Fransızların da kültür ile açıkladıklarını dolayısıyla da bu bölgeyi kendi milletlerine mal etmeye çalıştıklarını söyler (S:80). Türklerin de dini olarak değil de dil, kültür ve soy üzerinden bir tarif yapmalarının daha uygun olacağını çünkü Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’a inanan Türkler olduğunu (S:89), Hintlilerin vatana dayanan bir millet tarifi, Pakistanlıların da dine dayanan bir millet tarifini tercih ettiklerini savunduğunu da ifade eder (S:80). Mevlüt Uyanık’a göre Galip Erdem, Sadri Maksudi Arsal’ın “Millet, muayyen bir dili konuşan, aynı örf ve âdetlere, aynı milli seciyeye, müşterek tarihe, müşterek milli emellere malik olan fert ve ailelerden terekküp eden bir insan kitlesidir.” (S:80) tarifini tutarlı bulur.

Herkesin bildiği gibi ç aydın sınıfı içinde az çok tebarüz etmiş çok okuyan ve kitapla ilgilenenlere “Ayaklı Kütüphane” benzetmesi yapılır. Galip Erdem için daha önce “Yaşayan Ansiklopedi”, “Ayaklı ansiklopedi” gibi ifadelerle farklılığı belirtilen Galip Erdem için En orijinal ve güncel benzetmeyi İskender Öksüz’ün yaptığını söyleyen Osman Kepenek, İskender Öksüz’ün Galip Erdem için “Türk Milliyetçiliğinin arama motoru” (S:108) benzetmesini yaptığını ifade etmektedir. İskender Öksüz’ün bu arama motoruna benzetişinin sebebi insanların aradıkları hususu önlerine getirip koyan ‘Google-Yandex’ gibi günümüz internet arama motorları gibi mevzunun hem nerede yazılı olduğunu ne yazdığını bilemesi hem de o konuyu ilgili kişiye aktaracak yetenek ve kabiliyette olan bir beşer olmasıdır.

Galip Erdem için ideologdu, yaşayan ansiklopedi-ayaklı ansiklopedi idi, ağabeydi, kendi unutan adamdı gibi bütün bu tanımlamaların eğer onun hayatı söyledikleriyle çelişseydi, ele verir talkını kendi yutar salkımı hesabınca bir yaşayışla gündemimize gelseydi inanınki hiç kimse bu kadar hakkında söz etmez, hatta hatırlamazdı bile. Eğer bu gün bir Galip Erdemden ve şimdiye kadar faklı kitaplarda ortaya konulan bütün sıfatlar ve tanımlamalara layık bir Galip Erdem varsa tek sebebi vardır ki o da düşündüğü gibi yaşamsıdır. Eğer söylediklerini kendi hayatına tatbik etmeseydi hakkında bu övgüleri yazan insanları da bulamaz bulduysa dostluklarını devam ettiremezdi. Her şey onun başkalarına yaptığı nasihatleri kendi hayatında tatbik etmiş olmasında gizlidir. Onun için de bu kitapta haklı olarak daha önce kendisine layık görülen bütün sıfatlarına ek olarak “Adanmış Bir Ruh” vasfı uygun görülmüştür. Adanmışlıkta nefsini öldürmek vardır. Başkaları için yaşamak vardır.

Ben ilkokul üçüncü sınıfta okurken TRT de "Dağlar Kızı Reyhan" filmi oynamıştı. Hiç unutmam bu filmi televizyonda seyredip türküyü dinledikten sonra 3 gün etkisinde kalmıştım. Bu üç gün boyunca “Dağlar Kızı Reyhan” türküsünü hatırladıkça ağlamış, sınıf arkadaşlarıma türkü ve film hakkında çok bilgi vermiştim. Şimdi Ahmet Şahin'in "Galip Erdem Adanmış Bir Ruh" adlı kitabında Zühre Ayvaz'ın yazmış olduğu "Galip Erdem'in Nazariyeleri Üzerine" (S:112) yazısını okurken Galip Erdem'in Türk dünyasının birliği yolunda müziğe verdiği önem ve bu minvalde Azerbaycan'a ait Dağlar Kızı Reyhan türküsünü önemsediğini okuyunca milliyetçi duygularımın beni o günlerde çocuk denen bir çağda bu türkünün esri ettiği aklıma geldi de Galip Erdem’in Türk Dünyasının Birliği hususundaki düşüncesinde Müziğe önem vermesinin ne kadar haklı olduğunu anladım.

İkbal Vurucuı Hocayı yıllardır bilirim ancak okumak nasip olmamıştı. İlk kez Ahmet Şahin'in "Galip Erdem Adanmış Bir Ruh" adlı kitabında yazmış olduğu “Galip Erdem’de Milliyetçilik Düşüncesi” (S:130) adlı yazısıyla okuyacağım. Hemen aklıma acaba üslubu nasıl, hangi pencereden Galip Erdem’e bakacak düşüncesi gelmişti ki “Erdem, MHP ortaya çıkmadan önce ‘Ülkücülük’ üzerine yazmaya başlamış biri” demeden önce “Yazdığı zaman dilimi ideolojik saflaşmanın netleştiği, kavgaların görünürlük kazandığı, siyasi ve ideolojik istikameti belirleyen kentleşmenin ve sanayileşmenin hızlandığı ve bunun da beraberinde kimlik sorunlarını yoğunlaştırdığı bir dönemdir.” (S:130) diyerek yetkin ir sosyolog olarak meseleye yaklaşacağı ve “Ülkücülüğü tasavvufi-mistik bir düzlemde, diğerkâmlık tavsiye eden bir söylemle dile getirmesi kimlik arayışındaki kitleleri etkileyen önemli bir veçhedir.” (S:130) ifadeleriyle de şimdiye kadar anlatılanların aksine meseleye daha sosyolojik yaklaşımla bakarak en doğru teşhis koymuş olduğunu gördüm.
Daha öncekiler yanlış teşhis koymamışlardı belki ancak olanları aktarmışlardı. Olanı ilmi olarak ifade etmek, yorumlamak ile rivayeti ayırmak gerekir.

İkbal Vurucu farklılığını devam ettirerek Galip Erdem için hissi yargılardan farklı bir yol izleyerek ilmi tespitler yapmaya “… ülkücü Türk Milliyetçiliğinde kuramcı bir aydındır” (S:131) devam ederek Galip Erdem’in alaylı olduğunu akademisyen olmadığını “bilim insanı değildir” (S:131) ifadesiyle ortaya koyup onun yazılarının neden çok tuttuğunu, rağbet gördüğünü ise “Zamanın ruhu ile yazının ruhu örtüşmüştür.” (S:131) diyerek galip Erdem’in gündemin ya da toplumun nabzını tuttuğunu, ihtiyaçları bildiğini bu ihtiyaçları giderecek ve problemleri çözecek yazıları yazdığını ifade etmeye çalışmıştır. İkbal Vurucu’nun Galip Erdem hakkındaki kanaatini Ali Osman Gündoğan’ın ortaya koyduğu felsefedeki Kürsü ve Agora arsındaki farktan hareketle “Galip Erdem de düşünceleri ile kürsünün değil agoranın temsilcisidir. Hayatın içinden düşünür, gözlemler, konuşur, yazar. Gerçeklikle bağı güçlüdür. Bu yönü, sorunların tespiti ve teşhisinde de onu güçlü kılan önemli bir etkendir. Milliyetçilik hakkında da ülkücülük konusunda da yazarken, tespitlerini doğrudan yaşantılar üzerine kurduğu için herkesçe kolaylıkla kabul edilmiştir. Etkisinin genişliği ve gücü de buradadır” (S:131) ortaya koyarken aslında söylemek istediği yaşanılan hayatın söz ile ifade edilen fikirden daha etkin tesir ettiğidir. İnsanın gerçekliğinin söylediklerini yaşamasıyla ancak ispatlanabileceğini ifade etmektedir.

İkbal Vurucu’ya göre Galip Erdem hakkında yazdığı hususları kendilerinin öneminden dolayı yamamıştır, “siyasal koşulların zorlaması sonucu [bu konular onun tarfından] araştırma nesnesi haline ge[tiri]lmiştir.” (S.134) Galip Erdemin gazete ve dergilerdeki yazılarında incelediği konular ise “millet, milliyetçilik, kültür, devlet, faşizm, ırkçılık, Turan” (S.134) gibi milliyetçilerin gündemini oluşturan konulardır. İkbal Vurucu nazarında Galip Erdem’in alaylı bir aydın olarak “Dergilerdeki yazıları bilimsel formata uygun, mantıksal örgüsü güçlü, analitik ve sistematik bir özellik sergiler. Akademi çevresinden olmamasına rağmen bir bilim insanı titizliği ile konuları ele alması ve hamasete yüz vermemesi ciddi bir araştırmacı olduğunun göstergesidir.” (S:134) İkbal Vurucu’nun henüz buraya kadar yapmış olduğu tespitler Ahmet Şahin’in kitabı hazırlarken ileri sürdüğü Galip Erdem hakkında akademik çalışma yetersizliğini gidermek gerekçesini yeterli bir şekilde ifa ettiği için bu kitabın hazırlanmasına yetecek mahiyette olduğunu söyleyebiliriz. Galip Erdem’in Siyasal sebeplerle işlediği konuların müsebbibi olan siyasi etkenleri de “Erdem, sosyalist aydınların ve kozmopolit İslamcıların Türk kimliği, millet, milliyetçilik gibi kavramalara olan olumsuz tutumları yanında saldırgan tavırları, spekülatif (Kurgusal-saptırıcı) ve pejoratif (Yergi içeren-aşağılayıcı) açıklamalara girişmeleri karşısında ele aldığı” (S:134) şeklinde ifade eden İkbal Vurucu bu siyasal etkenlerin Ülkücü milliyetçilerin inandığı değerleri aşağılaması ve asıl manasından saptırarak yaptıkları saldırgan fiillerine karşı bir savunma, kendini muhafaza etme, kendisi kalabilme çabası olarak çalışmalarını açıklamaya çalışır. Galip Erdem bu kavramları aynı zamanda Turancılık-Anadoluculuk gibi iç bölünmeleri önlemek için de açıklamıştır (S:135). Galip Erdem için milleti teşekkül ettiren unsurların “Nüfus, savaşlar, saha birliği, devletin bağımsızlığı, dil birliği, örf-adetler ve din” (S:135) olduğunu ifade ettikten sonra savaşı neden milleti teşekkül ettiren unsurlar arasında saydığını da “Savaşı bir milletin önemli bir unsuru olarak görürken, savaşların milletin teşekkülüne büyük ölçüde tesir ettiğini savunan İngiliz filozofu Herbert Spencer’i referans” (S:135) aldığı için yaptığını ve savaşların millet kimliğinin oluşmasına etki ettiğini savunduğunu söyler.

İkbal Vurucu Galip Erdem’in vatan ve ülke kavramlarına bakışını “Devletin hâkimiyet sahasına ülke, milletin yaşadığı topraklara vatan denir.”(S:138) ifadesinden yola çıkarak ondaki ülke ve vatan kavramlarına bakışının; “Ülke”nin siyasal sınırlarının belirli bir toprak parçası olduğunu, “Vatan”ın ise siyasi sınırlarının olmadığını milletin yaşadığı her yeri Vatan olarak gördüğünü söylemektedir. İkbal Vurucu Galip Erdemin millet tarifinden hareketle onun millete bakışının “Galip Erdem'e göre herhangi bir insan topluluğuna millet hüviyetini kazandıran vasıflar; Soy birliği, dil birliği, kültür birliği, vatan birliği, tabiiyet birliği, din birliği, ülkü birliği, tarih birliği, menfaat birliği, gelenek birliği, fikir birliği, his birliği, ümit birliği, seciye birliği, hatıra birliği” (S:140) şeklinde sıralanabileceğini tespit etmektedir. İkbal Vurucu Galip Erdemin milliyetçilik anlayışının rasyonel ve bilimsel olmasının yanında bu zemine oturan milliyetçilik anlayışının normatiflik veçhesi güçlü bir ahlaki özellik taşıdığını düşünür. “Milliyetçilik, insanın yaşamını bilişsel, davranışsal, duygusal açıdan oluşturucu ve biçimlendirici bir değerdir.” (S:151).

Ömür Kızıl “Galip Erdem’in Turancılığı” (S:154) adlı yazısında Turan kelimesinin kökeni ve ortaya çıkışından başlamış, İran ötesindeki ülke manasında kullanışından, coğrafi bir terim olarak geniş ve dar manada coğrafi sınırlarıyla Turandan ve nihayet siyasi bir Turan anlayışından bahis açarak Turan kavramını siyasi, etno-kültürel, etnoğrafik önemli üzerine çalışmış üç isimin M.Alexander Castren (1813-1853), C.C.J. Bunsen (1791-1861), F.Max Müller (1823-1900) olduğunu, Fin kökenli Casren’in Turan kökenli milletlerin Finler, Macarlar, Türkler ve Moğollar olduğunu (S:158) Turan Kavimlerinin Türk kolunun ise “1-Sibirya Türkleri (Yakutlar ve diğerleri), 2-Türkistan Türkleri (Kazaklar, Özbekler, Kırgızlar, Türkmenler ve diğerleri), 3-Volga Türkleri (Kıpçaklar, Tatarlar, Başkurtlar ve diğerleri), 4-Karadeniz Türkleri (Nogay, Kırım ve Kafkas kavimleri), 5-Batı Türkleri (Azerbaycan ve Osmanlı Türkleri)” (S:159) olarak alt gruplara ayrıldığını, Türk aydınların benimsemiş oldukları Turancılık tanımının ise ancak Pantürkizm olarak adlandırılabileceğini (S:159), Macar ve Türk Turan görüşlerinin yanında bir de Japon Turan anlayışı olduğunu ki Japonların bu kavramın içini Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türkler, Sovyet Rusyası’nda Türkistan bölgesinde yaşayan Tatarlar, Başkurtlar gibi Türk kökenli azınlıklar, Macarlar, Finler, Moğollar, Koreliler ve Japonlar olarak doldurmuşlardır (S:160).

Galip Erdem’in Turan anlayışının gerekirse esir Türkler için savaşmayı ön gören Hüseyin Nihal Atsız’dan Türklerin yegâne bağımsız ülkesi Türkiye’yi tehlikeye atmamak gerektiği düşüncesiyle ayrıldığını söyleyen Ömür Kızıl’a göre Galip Erdem’in Turancılık anlayışı İsmail Gaspıarlı, Yusuf Akcura, Ziya Gökalp, Sadri Maksudi Arsal ile teoride (fikri temelde) Mustafa Kemal Atatürk ile hem teoride (fikri temelde) hem de fili uygulamada birleştiğini ifade etmiştir. Birleştikleri husus ise Müslüman Türklerin dil ve kültür olarak birleştirilmesidir ki bu birleşimde siyasi bir birleşim öncelenmemiştir. Galip Erdem, İsmail Gaspıarlı, Yusuf Akcura, Ziya Gökalp, Sadri Maksudi Arsal gibi fikir ve Mustafa Kemal Atatürk devlet adamları Müslüman Türkler bağımsız olan Türk devletlerine bir halel getirmeden dil ve kültürde ortak yönlerin geliştirilmesi bağlamında bir birleşmeyi savunmuşlardır.

Kitapta “Galip Erdem'in Düşünce Dünyasında Sosyalizmin Konumu ve Sosyalizme Dair Tartışmalar” adlı yazıyı yazan Enes Bahadır Kızak göre [Galip Erdem'e göre seçim zamanlarında ortaya çıkan] bütün hızlı milliyetçilerin hemen hemen hepsinin birer de kuyruğuvar[dır]. İşte size, [Galip Erdem'den] bir [milliyetçiler] listesi; “Sosyalist milliyetçiler, sosyal demokrat milliyetçiler, ilerici milliyetçileri, devrimci milliyetçiler, demokratik milliyetçiler, medeniyetçi milliyetçiler, insani milliyetçiler, gerçek milliyetçiler, kapitalist milliyetçiler, muhafazakâr milliyetçiler, hatta komünist milliyetçiler” (S:218) [ve Atatürkçü milliyetçiler, Kemalist milliyetçiler]! Aslında tek var olan ve olması gerek TÜRK Milliyetçiliğidir. Daha sonra Enes Bahadır Kızak iki önemli mevzuya dikkat çekmektedir ki bunlardan birisi içe dönük birisi de genel bir mevzudur ki ülkücü hareketin geleceğine de etki etmektedir. “Temel sorun, bu etkin ve yetkin kalemin Türk siyasi yaşamına ve düşünce dünyasına daha etkili bir şekilde duyurulamamasıdır. Özellikle günümüzde, medya ve düşünce alanındaki kültürel Marksist hâkimiyet, bunun gerçekleşmesindeki en önemli engellerdendir.” (S:229) Enes Bahadır Kızak’ın bu cümlesinden biz şu neticeleri çıkarıyoruz. Birinci olarak Ülkücüler modern dünyanın iletişim araçlarını kullanmakta ve bu araçlara içerik üretmede yeterli değiller. Bu alanlarda yetişmiş insan sıkıntısı çekmektedirler. İkincisi ise Ülkücüler her ne olursa olsun yetersiz imkânlara üretmiş oldukları içerikler sahip çıkıp desteklemiyorlar. Gazete, dergi, film, kitap vs. alıp okumuyor, seyretmiyorlar. Marifet iltifata tabidir sözünün gereği de üretim ülkenin diğer kesimlerine yaygınlaşacak ve kalitesi artacak şekilde gelişemiyor. Üçüncüsü ise ikiye ayırabiliriz. Birincisi sermayedar ikincisi içerik üreticisi kadro yokluğu ya da başka zihniyetlerin hakimiyetinde olması. Ülkücülerin dışında Siyasal Ümmetçi İslamcılar ile Halkların Kardeşliği gibi bir safsatayı savunan sol kesimin ülke sermayedarlarına hâkim olduğu ve bu sermayedarların çalıştırdığı aynı zihniyetteki insanların içerik üretmede kendi zihniyetleri doğrultusunda bir yol takip ettikleri ki bu da Milliyetçi aydın ve fikirlerin ülke genelinde diğer kesimler ulaştırılmasında bir engel olduğu gibi üretilen içeriklerin Ülkücü Milliyetçi fikre karşı ve karalayıcı olmasına sebep olarak toplumun gözünde ülkücülere itibar suikastı yapılmaktadır. En basitinden Ülkücü aynı aileden milliyetçi bir sinemacının olduğunu bildiğimiz yeni vefat eden Türker İnanoğlu’nun yapımcılığını üstlendiği Arka sokalar dizisinde polisle başı dertte olan, mafyacılık yapan tipler değişse de adları hep “Kürşat” gibi milliyetçi isimler olmaktadır ki bu dizler yoluyla milletin şuur altına Ülkücülerin Milliyetçilerin hep kötü adam oldukları işlenmektedir.

Ahmet Şahin’in hazırlamış olduğu “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” adlı bu kitapta gözlemlediğimiz bir husus da Galip Erdem’in yazmış olduğu “Ülkücünün Çilesi”, “Mektuplar”, “Türk Kimdir? Türklük Nedir?”, “Suçlamalar-1 Sağcılık, Faşizm”, “Suçlamalar -2 Irkçılık”, “Sosyalizm ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar” kitaplarda işlenmiş olan konuların farklı yazarlar tarafından incelenmesi ve Galip Erdem’in bu kitaplarda işlemiş olduğu fikir ve bu fikirleri doğrultusunda yapmış olduğu mücadelesinin o gün ki çapı ve karşı taraf üzerindeki etkisi, ülkücü ve milliyetçi camia üzerindeki tesiri ile bu güne akseden yönleri ve kuramsal milletçiliğe sağlamış olduğu katkılar incelenmiş ve ortaya konulmuştur. Her ne kadar sonlara doğru bu kitaplar hakkında kısaca bilgiler veren yazılara yer verilmiş olsa da o yazılar sadece kitap hakkında bir bilgi vermekte derinlemesine toplum ve camia üzerindeki etkisi ele alınmamaktadır.

İsmail Yıldız da “12 Eylül, Galip Erdem ve Mektuplar” adlı yazısında Galip Erdem’in “Mektuplar” adlı kitabını ele almıştır. Ancak ilk önce onunla özdeşleşmiş olan cezaevinde yatan ülkücüler için ve dışarıdaki ihtiyaç sahibi aileleri için topladığı “mektuplar” adını verdiği yardımlar ve paralara değinmiştir. İsmail Yıldız yardımlara konu olan “Mektuplar”dan sonra 12 Eylül’e geliş (S:233) süreci üzerine tespitler yaparak daha sonra sol örgütlerin güçlenmesinin nedenlerini irdelemiş ve bu sol örgütlerin güçlerini nasıl göstediklerini(!) “Örgüt daha sonra iki yüzden fazla yaralama, kundaklama gibi eylemleri gerçekleştirdiğini de açıklamıştır. 12 Eylül 1980 öncesinde (26 atalık 1978-11 Eylül 1980) –arasında 21 ay 16 günde yani toplam 646 gün gibi kısa bir zamanda- 1918 olay/eylem sağ eylemciler tarafından gerçekleştirilirken 10879 olay/eylem sol eylemciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Toplam 32893 eylemin (silahlı saldırı, afiş asma, gasp, soygun, patlayıcı madde atma, öğrenci olayları vb.) 19506’sı hangi gruplar tarafından yapıldığı bili olmayan eylemlerdir. 509 eylem ise resmi kayıtlara “bölücü” eylem olarak geçmiştir. Bu dönemde gerçekleştirilen silahlı saldırı eylem sayısı 9090’dır. Patlayıcı maddelerle gerçekleştirilen eylem sayısı 6365’tir.” (S:239) açıklamaya çalışmıştır. Sol örgütler adına yapılmış eyler olan 10879 eylemden 646 günün her gününe 16,84 eylem düşmektedir ki bu da sol örgütlerin eylemsiz hiç boş bir gün geçirmediklerini göstermektedir. İsmail Yıldız ayrıca Osmanlı’daki fikir akımları Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük akımları bakımında Türkçülük fikrini savunduğu gerekçesiyle dini azınlıkların ve Müslüman gayri Türklerin milli duygularını uyandırarak ayrışmalarına sebep olmakla itham edile gelen İttihat ve Terakki’ye yönelik suçlamaların da yersiz olduğunu “Nitekim siyasi hayatına Osmanlıcılık fikriyle başlayan ilk siyasi parti olan İttihat ve Terakki, azınlık isyanlarıyla Osmanlıcılık fikrinin devleti kurtarmaya yetmeyeceğinin de bilinciyle Türkçülük fikrine yönelmiştir. Bu durum ittihat ve Terakki’nin en güçlü kalemlerinden Hüseyin Cahit Yalçın tarafından ‘ ittihat ve Terakki Osmanlıcılıktan vazgeçmiştir. Türkçülük dışında izleye bileceği başka bir yol bulunmamaktadır. Eğer Türkler imparatorluğu idare etmeye devam edeceklerse Türkçülük tek seçenektir. Etnik ayrılıkçı akımlar sebebi ile İttihat ve Terakki âdemi merkeziyete karşıdır.” (S:240) cümleleriyle ortaya koymaktadır.

Galip Erdem her ne kadar ömrü boyunca milliyetçi ve ülkücü olarak milliyetçiler ve ülkücüler içinde olmuş olsa da, 12 Eylül Darbesi’nden sonra cezaevine düşen siyasi bir hareket olana ülkücüler için adına “Mektuplar” dediği ekonomik yardımlar toplayıp ihtiyaç sahibi ülkücülere ve ailelerine ulaştırmış olsa da onun yazdığı “Ülkücünün Çilesi” adlı kitabını MHP ve Ülkü Ocakları yokken yazmış olması ve Elif Tuğçe Kurt’un “Nevzat Kösoğlu’nun Gözünden Galip Erdem” (S:249) adlı yazısında alıntı yaptığı kızı Bilge Erdem’in Galip Erdem’in ölümünün onuncu yılı münasebetiyle yazmış olduğu yazısında dile getirdiği “Baba sen ülkücülerin hepsini çok seviyorsun ama iyi bir solcuyu mu tercih edersin, kötü bir ülkücüyü mü?” (S:259) diye sorması üzerine verdiği cevapta “Kızım kavramları yanlış karşılaştırıyorsun ve yanlış kullanıyorsun” diyerek cevaplaması, ancak Bilge Erdem’in babasının ne demek istediğini tam kavrayamaması üzerine de “Kızım ülkücülük bir düşünceye mahsusu değildir, ama ülkücü olama hayatındaki maddi bütün değerlerden vazgeçmek, en önemlisi kendi nefsini yenmektir. Bu yüzden de [ülkücü olmak] çok zordur. Bütün bunları yapmayı başarabilmiş ve kendisine ülkücü denilmiş birsi kötü olabilir mi?” (S:260) şeklinde cevaplaması, onu ülkücülük kavramına “ülkücülüğün nefs ile mücadele” olduğu manasını yüklediğini ilan etmektedir. İnsan ancak sahip olduğu dünyaya ait işlerini ve maddi varlıklarını İlahi rızayı kazanmak uğrunda sarf edebilecek çabayı göstermeye çabalarsa ülkücü olmaya hak kazanır, ancak bu da öldüğünde ilahi rızaya mazhar olmuşsa o zaman kendisine ülkücü oldu denilebilir anlamına gelebilecek bir tarif ile açıklamaya çalışmıştır. Galip Erdem’in ülkücülük anlayışı siyasi bir isimlendirmeden ziyade hayatı ilahi buyruğun ölçülerine göre yaşama prensibidir. Ülkücülük hakkında böyle düşünen Galip Erdem’in siyasi manada Ülkücülerle olan iç içeliği ve münasebetlerinin açıklaması Ömer Lütfü Mete’nin dediği “kötü insan her yerde var, ülkücülerin arasında da. Ama bir şey biliyorum ki bu ülkede yüz tane adam varsa doksan tanesi ülkücüdür.” ifadesinde kastettiği siyasi manada ülkücülerin bu ülkedeki adam denecek adamlar arasında yüzdelik oranın %90’nını oluşturduğu gerçeğidir. Nevzat Kösoğlu’na göre Galip Erdem’i Galip Erdem yapan “Onu bir çevrenin kalbine bu kadar sağlamca yerleştiren esas şey bilgisi, zekâsı yahut yazı, konuşma kudreti değil, bu iyi insan tarafı idi; isteyerek, sahip olarak, alarak değil, sürekli vererek gerçekleştirdiği bu Galip Erdem idi.” (S:263) ifadelerinde anlatılan inandıklarını yaşadığını gösteren vasıflardır.

Galip Erdem hakkı da yazı ve kitap yazanlar onun kitapları ve makalelerinden isim isim bahsedenler onun şairliğinden de bahis açış ancak şiir kitabından veya şiirlerinden, şairliğinden pek doğrudan söz etmemişlerdir. İbrahim Daş’ın “Galip Erdem’in Şiirlerine Bir İzdüşüm Denemesi” adlı yazısıyla ilk kez Galip Erdemin şairlik yönü ve az sayıda da olsa yazmış olduğu şiirlerinin bir tahlili yapılmıştır. İbrahim Daş “1930 doğumlu Galip Erdem’in ilk gençlik yıllarında kaleme aldığı dokuz şiiri bu çalışmayı ortaya çıkarmıştır. (…) Ulaştığımız dokuz şiir üç bölümde ele alınacaktır.” (S:279) diyerek Galip Erdem’in ulaşılabilen şiir sayısının dokuz olduğunu tespit etmiştir. Ondan sonra da şiirler incelemeye geçilmiştir. Tehzil türünde ve Nabi ile Rasih’in gazellerine yazdığı tehzil şiirleri, “Bobstil Moda ve Edebiyat” akımı çerçevesindeki “Zamane Gencine” ve “Zamane Kızına” adlı şiirleri ve halk şiiri türündeki öğüt niteliğinde olan geriye kalan beş şiir ele alınarak incelenmiştir. Bu yazı da Galip Erdem’in şiirlerini konu alarak yapılan ilk çalışma olması dolayısıyla önem arz etmekte ve Ahmet şahin’in hazırladığı “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” kitabına anlam katmaktadır. Dokuz şiirine ulaşıp tahlil eden İbrahim Daş aslında onun başka şiirlerinin de olduğunu “Biyografisinde ellinin üzerinde şiiri olduğunu okuduğumuz Galip Erdem’in ulaşabildiğimiz dokuz tanesi üzerinden vardığımız çıkarım elbette yeterli olmayacaktır.” (S:303) ifadeleriyle ortaya koyar. Biyografide tespit edilen şiirlerin arşivdeki kayıtlı oldu yerlerden derlenip kitaplaştırılarak bu tahlil çalışmaların yapılması Galip Erdem’in anlaşılmasına bir adım daha yaklaşmamızı sağlayacaktır.

Galip Erdem’in yazı yazdığı haftalık siyasi gazete Devlet’teki yazılarını ele alan Sena Baykal, Devlet gazetesinin yayın hayatı, yayın hayatındaki kesintiler ve nedenlerine yer verdikten sonra Galip Erdem’in yazılarında kullandığı isimleri “Galip Erdem, 1969’dan 1976’ya kadar sürdürdüğü yazı faaliyetleri boyunca “Galip Erdem”, “Murat Bilge”, “Seyyah-ı Zengin murat Çelebi”, “Oruç Bilge”, “İlteriş Metin”, “Bilge erdem” imzalarıyla Devlet sayfalarındaki yerini alır.” (S:320) diyerek tespit etmiştir. Galip Erdemin yazılarını da “Dönemin Güncel Siyasi Gelişmeleriyle İlgili Yazılar” (S:320), “Milliyetçilik ve Milliyetçilerle İlgili Yazılar” (S:324) “Sosyal Meselelerle İlgili Yazılar” (S:326) “Şahıslar Üzerine Kaleme Aldığı Yazılar” (S:330) şeklinde dört ana başlık altında toplamış ancak her yazının birbirinden farklı konuları muhtevi olduğunu da belirtmiştir. Ayrıca “Şahıslar Üzerine Kaleme Aldığı Yazılar” başlığı altında yazdığı kişilerden Peyami Safa’dan “Mücahit” (S:330) diye bahsettiğini, Zeki Velidi Togan’dan
Türk Tarihi konusunda “bütün zamanların gelmiş geçmiş en büyük âlimi” (S:331) olarak, Hüseyin Nihal Atsız’dan “Bir Bozkurt’un Ölümü” adlı yazısında “Atsız Beğ, tam bir huzurla belirtmek gerekir ki, yakınlarını ve dostlarını riya ezikliğine düşürmeyen sahici bir büyüktür.” (S:331), Alparslan Türkeş’in Eşi Muzaffer Türkeş’in ölümü üzerine yazdığı yazıda da “Akla gelebilecek her türlü çileyi kahramanca paylaştı. Türkeş ablamızı tanımak mutluluğuna erenler, kullanacağım kelimeyi yadırgamayacaktır. İç dünyasının emsalsiz zenginliği yanında tam bir yiğitti.” (S:331) bahisler açtığını tespit etmiştir. Ancak Galip Erdem’in “Yenilmişliğin Acısı” (S:330) adlı yazısında birkaç gün önce gittiği milliyetçi bir derneğin eğlence gecesinde insanların bir Avrupalı gibi Batı usulü dans ettiklerini görünce “Ben gördüklerimin manasını düşündüm. Taassup ne kelime ki, semtime bile uğrayamaz. Milliyetçilerin düzenlediği bir gecede eğlencenin ağırlık merkezi dans olursa bunun bir tek manası vardır. İşte onu düşündüm: Türk kültürü ile batı kültürü arasındaki savaş bitmek üzere idi ve galiba yenilmiştik.” (S:330) diye yazdığını ve yakındığını ifade etmiştir. Ancak bu yazdıklarını okuyunca Galip Erden milliyetçilerin ve nefs mücadelesi etmesi gerektiğini düşündüğü ülkücülerin bugününü görseydi ne derdi acaba diye bizi düşünmeye itmiştir.

Galip Erdem’in kızı Bilge Erdem yazdığı “O Benim Babamdı” başlıklı yazıda Ülkücülerin Milliyetçilerin vefalı olmadıklarını ancak babası Galip Erdem’e vefanın zirveye vardığını ve kendisine “farklı bir sevgi beslendiğini”, gösterilen bu sevginin nedeninin de “İnandığı ilkelere uygun yaşaması, özellikle 12 Eylül dönemindeki fedakârlıkları, kimseden şahsı için bir talepte bulunmaması gibi birçok nedeni var ama bana göre en önemlisi, babamın ülküsüne duyduğu sevgi kadar büyük sevgiyi Türk milliyetçilerine, özellikle ülkücülere aynı kuvvette duymasıydı.” (S:379) şeklinde ifade ettiği karşılıklı bir sevgi olduğunu ifade etmektedir. Yani Galip Erdem Türk Milliyetçilerini ve Ülkücüleri ülküsü kadar çok sevdiği için ülkücüler de onu çok sevmişlerdi.

12 Eylül darbesiyle cezaevine girenlere avukatlık, aynı zamanda topladığı mektuplar ile tutuklu ülkücülere ve muhtaç ailelerine maddi yardım yaptığı bir zamanda kızı Bilge Erdem’in anlattığı “O zamanlar devlete ait bir yatılı okulda, meslek lisesi okuyordum. Babamın tek evladı olmama rağmen burada okumamı kabul etmesinin asıl nedeni açıkçası maddiyattı.” (S:380) bu durum başkalarının topladığı mektupları korumakta yerlerine ulaştırmakta titiz demelerine daha ötesinde bir haldir. Öte bir haldir ki o kendisiyle bütün ihtiyaçlarıyla baş başa kaldığı zaman bile bu mektuplara tenezzül etmemiş, hatta kızının yanında muhtaç pozisyonlara düşmesine rağmen el sürmemiştir. İnsanın “Hani dememiştir ki nasıl olsa kimse görmüyor. İçinden ihtiyacım kadar alayım da yaptığım hizmetler karşılığı olarak belki Allah affeder”, diye de düşünmemiştir. Kendisi ihtiyaç sahibiyken bile kimsenin görmediği zamanlarda o mektuplara dokunmadığının hikâyesidir bu.

Kızı Bilge Erdem Galip Erdem’in ekonomik olarak mağdur edildiğini ve bu yüzden Galip Erdem’e acıdığını söyleyen parayı bulmuş köşeyi dönmüş ülkücülere söyleyeceği bir çift söz vardır. İşte o bir çift söz; “Tercihlerini anlayabiliriz amma saygı duymamız gerekiyor; bu yüzden lütfen babamın bu konularda mağdur edildiğini söylemeyi bırakın. Sizin için köşktür, saraydır mutlu olduğunuz yuva; babam için bir göz odadır. Siz kültür bakanı olursanız Türk Ocağını bakamlığa taşırsınız, babam bakan olsa bakanlığı Türk Ocağına taşır.” (S:381) Bilge Erdem Galip Erdem’in ekonomik durumunun kendisinin bile isteye tercih ettiği bir durum olduğunu, bu uğurda neyi varsa harcamaktan geri durmadığını, makam mansıp, para pulu elinin tersiyle ittiğini bu yüzden acınacak bir durumda olmadığını hatta ideallerini yaşamaktan dolayı bahtiyar olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Allah her evlada böyle övünebileceği bir babaya sahip olmayı nasip etsin. Bilge Erdem bu konuda ne kadar övünse hakkıdır. Ayrıca Bilge Erdem Kültür Bakanlığı yapmış bir milliyetçiye de o kendini bilir misal bir sitem ederek babası hakkında konuşmamasını istemektedir.

Galip Erdem kendisinin yazı yazmakta ne kadar ağır hareket ettiğini, hatta zaman zaman bu duruma sağlığının neden olduğunu “Bir tarafta Hz. Azrail canımı almaya çalışıyor, öbür tarafta bizim İbrahim [Metin] yazımı almaya çalışıyor.” (S:386) cümleleriyle sanki hayatı ti’ye alır gibi ifade ettiğini Osman Oktay’ın daha önce yayınlanmış ancak bu kitap için yeniden uyarlanıp ekler yaptığı “Kendini Unutan Adam Galip Ağabeyin Ardından!” (S:383) adlı yazısında bizlere aktarmıştır.

Ahmet Şahin’in büyük emek harcayarak ortaya çıkardığı “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” adlı kitap için her ne kadar tekrardan kaçınacağız diye çabalamış olsa da ele alınan konu sadece bir tek yol takip ederek yaşanmış bir kişinin hayatı olunca, yaşanılmışlıkların ancak tek versiyonu mevcut olduğundan, kıyaslanabilecek alternatif yaşanmış başka bir Galip Erdem hayatı olmadığından ayrıca yazan kişilerin de farklı kişiler olması ve anlatacaklarını temellendirmek için aynı olaylardan hareket etmek zorunda kalmalarından dolayı zaman zaman tekrara düşmekten kurtulamamıştır. Ancak bu örnek hayat hikâyesini tekrar tekrar okumak “öğrenmenin yolu tekrardan geçer” babından söylenen ancak “ettekrarü ahsen velevkane yüz seksen- Tekrar güzeldir yüz seksen kere bile olsa” ifadesinde olduğu gibi Ülkücü bir hayatın sunduğu örneklerin öğrenilerek kendi hayatımıza aktarımının başkaca yolu da yoktur.

Aslında bu kitaptaki yazılar içinden en merak ettiğim yazı İskender Öksüz’ün “Turan Yolunda Fenafilmillet: Galip Ağabey” (S:412) başlıklı yazıydı. Çünkü İskender Öksüz’ü doğrudan Galip Erdem’in kendisini gören ve Nevzat Kösoğlu, Nuri Gürgür, Sadi Somuncuoğlu gibi neslin içinde ancak Galip Erdem hakkında yazanlardan çok farklı bir düşünme tarzı olan birisi olarak görüyor ve Galip Erdem için yazacaklarının da farklı olacağını düşünüyordum İskender Öksüz’ü. Nitekim bu kanaatimi doğrular ifadelerle “Galip Erdem hayatı boyunca Turan yolunda yürümeye devam etti. Hiç Durmadı. Sadece tuttuğu yol değişti. Van üzerinden [Turan’a] değil de kâğıtlar, kalemler, kitaplar üzerinden devam etti.” (S:413) diyerek o zamanın şartlarında bedenen gidemediği Turan’a kalemiyle yazdığı yazılarla destek vermeye çalışarak bir ömür boyu bu uğurda yürüdüğünü ifade etmiştir. Kalemle yazmak hususunda da bu gün insanların önce daktilo sonra bilgisayar ile yazdıklarından hareketle “kaleme aldı” ifadesinin Galip Erdem için yüzde yüz doğru olduğunu “Galip ağabey kalemle, hem de sipsivri açılmış olmaları şartıyla kurşun kalemle yazardı. Düşünürken de o kalem sayfadan kalkar, bir sonra çıkacak kelimeye, cümleye saplanmak üzere kâğıdın epey üstünde SİHA gibi beklerdi.” (S:414) ifadeleriyle onun ancak kurşun kalemle yazdığını, teknoloji özürlü olduğunu ve bir gün usanıp üstüme vazife mi ne yaparsan yap demeden nazını çeken İbrahim Metin gibi sivriltilmiş bir tutam kalem ile yazı yazması için başında bekleyen bir dostunun olduğunu ortaya koymaktadır.

Türkan Hacaloğlu ablamın yazdığı “Bu Dünyadan Bir Dahi Geçti” (S:436) yazısını okurken daha çok ağladım, ancak bir yerde gülmekten kendimi alamadım. Ağladım çünkü Galip Erdem Ağabey Ankara’da yaşayan bütün milliyetçi ülkücü ailelerin bir ferdi olmuş, teklifsiz misafir haftanın farklı gecelerinde farklı ailelere olma şansını yakalamış olduğunu görünce samimiyetleri beni ağlattı. Bu samimiyet Galip Erdem’e Yücel-Türkan Hacaloğlu ailesine misafir olması konusunda evin hanımı Türkan Hacaloğlu’na “Abla, size ilk geldiğim gün beni öyle karşılayışın vardı ki misafirden hoşlandığını anladım ve eve artık kendimi davet ettirebilirim kanaatine vardım.” (S:436) dedirtebilmiştir. Yine Galip Erdem’in o akşam misafir olacağı evler onun en sevdiği yemekleri yaparmış. Galip Erdem Ağabey Asuman Taşer ablaya misafir olduğun da yuvarlama ve su böreği yaparmış. Türkan ve Yücel Hacaloğu’nun evine misafir olunca da Türkan Hacaloğlu ablamız “en sevdiği deniz ürünlerinin levrek, kalkan ve hamsi olduğunu bildiğim için onları hazırlar”mış (S:439) Galip Erdem Ağabey meyve olarak da Ankara Armudu severmiş. Türkan Hacaloğlu ablamız Ankara armudu bulamadığı bir gün normal sarı armutlardan almış. Galip Erdem Ağabey “Bu ne?” diye sorunca Türkan Hacaloğlu ablamız “Sarı Armut, iyisini aldım.” şeklinde mukabelede bulunur. Galip Erdem Ağabey samimiyetten kaynaklanan bir cevabı gülerek verir. “Onu sen ye” Bu cevaba “Aşkolsun Galip abi,” (S:439) cevabını veren Türkan Hacaloğlu ablamızda hiçbir teessür olmaz, neticeyi hep birlikte gülerek karşılarlar.

Arslan Küçükyıldız Galip Erdem hakkında yazdığı “Bir Fotoğrafın Düşündürdükleri” (S:449) adlı yazıda “Keşke anılarını da yazabilseydi ama yazmadı. Onu yazanlar, anlatanlar ise hep onun kendine, kıyafetlerine dikkatsizliğini, sigarasının külünü, [içtiği] kolasını, sofralarını, müthiş hafızsını, gece uyumayıp okumasını, nadiren Mamak günlerinde verdiği destansı mücadelenin ayrıntılarını anlattılar.” (S:455) diyerek asıl Galip Erdem’in perdelendiğini ima etmekte, hatta imadan öte direk söylemektedir. Galip Erdem’in hakkında okuduğum yukarıda verilen anlatılanlar ve zaman zaman kendisi hakkında ifade edilen “huysuz ihtiyar” ifadesi de dâhil acaba onun vasıflandırmak için söylenenlerin toplamı olan “kendini unutmuşluğu”ndan bizar bir çevresi mi vardı diye düşündürmüyor değil. Gerçi bu özelliklerini anlatanlar onu sempatikleştirerek ailelerinin içine aldıklarını, aile fertlerinden farklı görmediklerini, kendileri gibi gördüklerini her şeyi ile kabullendiklerini anlatmaya çalışmışlardır. Yine de kişisel yaşantısından ziyade toplumsal ve fikri yaşantısı, bu alanlarda yaptığı örnek davranışlar ve fikir ürünleri üzerinden bir tanımlama ve anlatım yapılırsa daha doğru bir yol tercih edilmiş olur.

“Türk Kimdir? Türklük Nedir?” (S:490) başlıklı yazıyı yazan Ali Gezginci “Galip Erdem, Türk milliyetçiliğinin ırkçı olmadığını fakat Türk milliyetçileri içinde ırkçı olduğunu belirtenlerin bulunduğunu söyler.” (S:493-94) diyerek galip erdemin milliyetçilik anlayışını ırka dayanmadığını kültürel olduğunu ancak ırkçı olduğunu söyleyen milliyetçilerin de “ırk” kelimesiyle kastettiklerinin genetik bir ırk soy manasında olmadığını “millet” kavramının anlatmak istediği mana olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Galip Erdem “Buradaki ırk kelimesinin Avrupa’da antropolojik manası ile kullanıldığı şeklinde değil etnolojik manası ile ve hatta millet yerine kullandığını belirtir.” (S:494) Yani Galip Erdem ırk kelimesini millet mefhumu içinde ancak saf bir ırk olarak düşünmeden kullanıldığını kabul etmektedir.



Ahmet Şahin’in kitabı “Galip Erdem Adanmış Bir Ruh” ufak tefek tekrarlara rağmen Galip Erdem’i gelecek nesillere aktaracak hakkında hemen hemen söylenmiş her şeye ulaşabilecekleri eskilerin tabiriyle “etrafını cami ağyarını mani” bir kitap olmuş. Galip Erdem’i efsaneler, menakıpnalereden arındırarak önümüze idealleri uğrunda fenafilmillet olmuş idealist gerçek bir kişi olarak koyarak, insanlığa örnek bir şahsiyet sunmaktadır. Ahmet Şahin’i bu geç yaşına rağmen elini taşın altına koyarak böyle bir çalışmaya kitapta yazısı bulunanlarla imza attıkları için kutluyor, şükranlarımı sunuyorum. Allah daha nice çalışmalarıyla karşımıza gelmeyi nasip etsin.

Hakkında Yazılanlar bölümünde Nevzat Kösoğlu’nun Galip Erdem adlı Biyografisini değerlendiren Kadir Kaan Güler bu kısa yazısında üç önemli tespit yapmaktadır. Kadir Kaan Güler önemsediğim tespitlerinden ilki “Hal böyle olunca soyut kavramlar bütünü olan ideolojileri somutlaştıracak, belirli kalıplar haline getirebilecek ve ideolojilere hayat verebilecek kişiler büyük önem kazandı. [İdeolojik kanlı bir savaşın sürdüğü zamanda] fikir üretimi için çabalayan isimler az da olsa yok değildi. Galip erdem işte az sayıdaki bu isimlerden biriydi. Öte yandan Galip Erdem, Türk milliyetçiliğinin ülkücü merkezli yorumunu içselleştiren, parçaları bütünleştiren dolayısıyla somutlaştıran ve hayatına aksettirerek, adı üstünde ideal bir kavram olan ülkücü fikir sistemine yaşam veren isimlerden biriydi.” (S:498-99) şeklinde ifade ettiği Galip Erdem’in hem bir fikir adamı hem bir hal adamı olmasıdır. Galip Erdem fikir üretmiş ve ürettiği fikirlerin de nasıl yaşanması gerektiğini hayatında tatbik etmiş nadir kişilerden birdir. “Dolayısıyla Erdem’den önce ve Erdem ile çağdaş birçok Türk milliyetçisi isim farklı, Galip Erdem farklı değerlendirilmelidir, zira Erdem ülkücü dünya görüşünün ve hatta ahlakının ortaya çıkmasına katkı sağlamış ve bizzat onunla özdeşlemiş bir isimdir.” (S:499) Kadir Kaan Güler bu ifadesinde Ülkücü Dünya görüşü ifadesiyle bu kavramı Milliyetçi Ülkücü camiaya kazandıran ve “Ülkücü Dünya Görü” adıyla müstakil bir kitap olarak eser yazıp yayınlayan, hatta sağlığında yıllardır “Ülkücü Dünya Görüşü” adlı internet sitesinden bu çerçevedeki görüşlerine yer vererek yayın hayatını devam ettirmeye çalışan merhum Mahmut Metin Kaplan Ağabeyden etkilenmiş gözükmektedir. “Ülkücü Dünya Görüşü” internet sitesi Nurullah Kaplan arkadaşımız tarafından Mahmut Metin Kaplan ağabeyin sağlığında olduğu gibi yayın hayatı devam ettirilmektedir.

İkinci önemli tespiti yabancıların biyografileri ile bizim ülkemizde yazılan biyografilerin farklılığıdır ki “Dünya yazınındaki kaliteli biyografi eserleri ile Türk yazınındaki biyografi eserleri arasında dağlar kadar fark var. Örneğin Nevzat Kösoğlu yaklaşık 243 sayfalık Galip Erdem kitabında 130 sayfayı Erdem’in hayatına geri kalan kısımları Erdem’in yazılarına ayırıyor. Erdem’in hayatını biyografi gibi değil ancak ‘genişletilmiş özgeçmiş’ gibi ele alıyor. Yani ilk 130 sayfada Galip Erdem kaç yılında nerede doğdu, hangi okullarda okudu, ne zaman evlendi, meslekleri neydi, hangi gazetelerde yazdı ve yayımlanmış eserleri nelerdir gibi soruların yanıtlarını vermiş. Hâlbuki esaslı bir biyografi eserinde nerede ve ne zaman doğdu hakkındaki bilgiler kadar bu doğduğu yerin ve zamanın kişi üzerinde ne tür etkileri oldu, doğduğu şehirde ve ülkede nasıl bir atmosfer vardı, ailesinin kişi üzerindeki etkileri nelerdi gibi sorulara da yanıt verilmesi gerekirdi.” (S:499-500) şeklinde biyografik eser anlayışımızın farklılığı üzerinedir.

Kadir Kaan Güler üçüncü tespit olarak “Kösoğlu’nun değindiği [Galip Erdem hakkındaki vasıflara dair] noktalardan biri, bana göre Galip Erdem ve ülkücülük anlatısında en önemli meseledir. Çünkü benim “Alparslan Türkeş, Türk Milliyetçiliği Fikri ve CKMP” adlı eserimde öne sürdüğüm ‘Türk milliyetçiliği fikri ancak Alparslan Türkeş eliyle Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi vasıtasıyla halka indirgenmiş, yani ulaşmıştır” tezimi doğrulamaktadır.” (S:502) fikrini ortaya koymuş akabinde de Türk Milliyetçiliğinin Orhun yazıtlarında nüvesini bulduğunu ta ki CKMP ve daha sonra MHP ve ona bağlı kuruluşlar vasıtasıyla köylere, kasabalara ve ilçelere kadar ulaşıncaya kadar bir aydın hareketi olarak var olduğunu ifade etmiştir. CKMP ve MHP ile birlikte Galip Erdem Türk milliyetçiliğinin “ülkücü yorumunun kurumsallaşmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Bir kere, şehir şehir ve konferans konferans dolaşan ilk eğitimcilerden biri Galip Erdem’dir. (…) Devlet ve Bozkurt dergilerinde yazılar yayımlayarak, teşkilatlanan ülkücülere fikirsel temeli oluşturmuş… İdeolojiler, tutarlı kalıplar olmaksızın hayatta kalamazlar. Erdem bu tutarlı kalıpları ve yaşama biçiminin genç ülkücülere gösterebilmiştir.” (S:502) diyerek hem kural koyucu hem de hayata tatbik ederek örneklik teşkil eden bir kişi olduğunu tespit etmiştir.

Kitaptaki en önemli ve en emek isteyen zor çalışmayı Ahmet Şahin ile Zeliha Yaşar yapmış. Galip Erdem’in yazdığı 4 kitap haricinde 1959 yılında ilk yazısını yazdığı Türk Yurdu Dergisi, Son Havadis Gazetesi, Düşünen Adam Dergisi, Tercüman Gazetesi, Yeni İstanbul Gazetesi, Zafer Gazetesi, Babıâli’de Sabah Gazetesi, Defne Dergisi, Bizim Anadolu Gazetesi, Ayşe Dergisi, Bozkurt Dergisi, Ortadoğu Gazetesi, Hergün Gazetesi, Yeni Sözcü Gazetesi, Yurda ve Dünyaya Bakış Dergisi, Milli Eğitim ve Kültür Dergisi, Doğuş Edebiyat Dergisi ve 1983’te Bizim Ocak Dergisinde yazdığı son yazısı olmak üzere bütün yazdığı yazıları tek tek tarih ve yayın yerine göre listelenmiş olup büyük bir iş başarılmıştır. Ancak bu yazıların yer ve tarihlerini tespit eden genç kardeşlerimize bir temennimizi de iletmeden edemeyeceğim. İnşallah bu yazıları konularına göre tasnif ederek “Galip Erdem-Makaleler” adı altında yayınlarlar da gelecek nesillere ve bize okunmaya hazır olarak sunarlar.

Genç kalem Ahmet Şahin’i böyle külfetli bir işi başarmış olmasından dolayı kutluyorum.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

NEY_SEN(ce)
Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Yok bizim eskimiz yenimiz, Hâlâ dinç, en yaşlı divanemiz... ______&______ Asil olan eski usül, Sere serpe yeni nesil.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

22 Tem 2024

Halim Kaya

08 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

03 Haz 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 107,52 M - Bugn : 22955

ulkucudunya@ulkucudunya.com