« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Oca

2012

HUGO VON HOFMANNSTHAL VE AHMET HAMDİ TANPINAR'IN ŞİİRLERİNDE RÜYA ESTETİĞİ

Ahmet Cuma 01 Ocak 1970

Özet
Hugo von Hofmannsthal (1874-1929) ve Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-
1962)'ın şiirleri Romantizmin özelliklerini göstermektedir. Yüzyıl dönümünde Batı
edebiyatında romantik akıma yönelinmesi Yeni Romantik akımın temelini
oluşturmaktadır. Hofmannsthal ve Tanpınar'ın şiirlerinde, Yeni Romantik akımın en
belirgin özellikleri olan rüyamsı bir içe yöneliş, sonsuzluk düşüncesi ve dönemin
teknik gelişmelerine paralel olarak zaman konusunun edebiyata dahil edilmesi
baskın unsurlardır. Her iki şair de şiirlerinde 'sınır durumu' olarak belirtilebilecek
bir perspektiften soyut ve somut unsurları algılayarak ortak ve estetik bir çerçevede
bir araya getirmişlerdir. Onlara göre farklı alanlara ait unsurlar birbirlerinin zıttı
değil, adeta birbirlerini tamamlayan parçalar gibidirler. Şiirlerinde rüyamsı ve
muğlak bir atmosfer oluşturan bu 'sınır durumu perspektifi', her şeyin özgün bir
şekilde okuyucunun karşısına çıkmasını sağlamaktadır.

Ekspresyonizm, Sembolizm, Yeni Klasisizm ve Yeni Romantizm gibi
Natüralizme karşı akımların (1890-1920) meydana geldiği, dönemin en
belirleyici unsurları olan modernleşmenin getirdiği dekadans edebiyatının ve
sanat için sanat anlayışının hakim olduğu bir dönemde (fin de siecle)
eserlerini kaleme almış olan Avusturyalı şair Hugo von Hofmannsthal
(1874-1929)'in şiirleri, Romantizmin özelliklerini gösterir. Hofmannsthal'da
görülen ve Yeni Romantizm olarak adlandırılan bu eğilimin başlıca
temsilcileri arasında Ricarda Huch (1864-1947)'u, Stefan Georg(1868-
1933)'u, Rainer Maria Rilke (1885-1926)'yi, Hermann Hesse (1877-
1962)'yi ve Hugo von Hofmannsthal'ı sayabiliriz. Yeni Romantizmin
başlıca özelliklerini Gürsel Aytaç şöyle dile getiriyor:
Shakespeare'in yeniden keşfi, tarihi motiflerin, rüya âleminin
yeniden edebiyata sokulması, efsanelerin, mitosların, yeniden
rağbet görmesi, bir çeşit kendinden geçiş ve sarhoşluk yeni
romantiklerin başarıları arasındadır. (Aytaç, 1990:16).
Hofmannsthal'in şiirinde her türlü nesnenin dahil edildiği ve söz
sanatıyla mucizevi bir rüya atmosferine dönüştürüldüğü, mistik ve yoğun bir
duygusallığın sergilendiği transandantal bir özellik görülmektedir. Pozitif
bilimlerin egemen olduğu bir dönemde mistisizme ve muğlaklığa yönelen
şairin şiirlerindeki soyutluk, sanat aracılığıyla gerçekliğin estetiğe ve rüyaya
dönüştürülmesi, varolma duygusunun ve estetiğin vazgeçilmez tınısal bir
bütünlük içinde mısralara aktarılması ve biçimsel olarak her şiirin farklılık
göstermesi, şiirlerinin karakteristik özellikleridir.
Hem berrak hem de melankolik üslubun görüldüğü, dünyanın saf
güzelliğinin sessiz bir matem ve hayal kırıklığıyla ifade edildiği imgeler,
Hofmannsthal'in şiirinde belirgin olan unsurlardır (Müler, Valentin
1966:181). Soyut ve somut arasında kalan, bir sınır durumu olarak da
niteleyebileceğimiz bu yaklaşım, Hofmannsthal'in şiirinde her şeyin sanat
katına yükseltilmesiyle estetik bir bütünlük göstermektedir. Rainer Maria
Rilke'de görülen somut ve soyutun bir bütünlüğe ulaşması için şairin bu iki
alem arasında kendini muğlak bir konuma yerleştirmesi Hofmannsthal'da da
görülmektedir. Hofmannsthal maddi dünyaya ait somut varlıkları metafizik
bir düzlemde ele alarak onlara farklı anlamlar yüklemiştir. Hofmannsthal'in
nesneleri sanat katına yükseltmek için gösterdiği bu çaba, şairin kendisine
seçtiği sınır konumundaki perspektifinden kaynaklandığı sonucuna varmak
mümkündür. Bu perspektif şairin insan, nesne ve rüyayı bir bütün olarak
algılamasına dayanmaktadır. "Fanilik Hakkında Terzeler (III)" (Terzinen
über Verganglichkeit (III)) şiirinde insan hayatında etkin olan nesne ve rüya
bir bütün olarak ele alınmıştır:
Terzinen über Vergänglichkeit (III)
Wir sind aus solchen Zeug, wie das zu Träumen,
Und Träume schlagen so die Augen auf
Wie kleine Kinder unter Kirschbäumen,
Aus deren Krone den blaßgoldenen Lauf
Der Vollmond anhebt durch die große Nacht.
...Nicht anders tauchen unsere Träume auf,
Sind da und leben wie ein Kind, das lacht,
Nicht minder groß im Auf- und Niederschweben
Als Vollmond, aus Baumkronen aufgewacht.
Das Innerste ist offen ihrem Weben,
Wie Geisterhände in versperrtem Raum
Sind sie in uns und haben immer Leben.
Und drei sind Eins: ein Mensch, ein Ding, ein
[Traum.
(Hofmannsthal, 1907:21)
Hofmannsthal bu şiirde orijinal imgelerle insanın somut ve soyut
bütünlüğünü anlatmaktadır. Birinci mısrada insanın yapı olarak rüya
görmeye (hayale dalmaya) yani duygusal ve fantastik bir düzleme
yönelmeye meyilli olduğu anlatılmaktadır. Şiirin ikinci ve üçüncü
mısrasında karşımıza çıkan 'kiraz ağaçları altındaki çocuklar gibi hayallerin
gözlerini açmaları' imgesi, insan tabiatının hayalci olmasının masumiyetini
ve enginliğini ifade etmektedir. Çünkü edebiyat sanatında genel olarak
'çocuk' ve 'kiraz ağacı' simgeleri saflığın, hayat derinliğinin ifadesi olarak
kullanılmıştır (Lurker, 1991:378-382). Ayrıca Hofmannsthal'in "Dış Dünya
Üzerine Balad" (Ballade des ausseren Lebens) şiirindeki şu dizeler onun
çocuk simgesine masumiyet ve hayalcilik düşüncesini yüklediğini
göstermektedir:
Ballade des âuBeren Lebens
Und Kinder wachsen auf mit tiefen Augen,
Die von nichts wissen...
* * *
(Hofmannsthal, 1907:17)
Hofmannsthal "Fanilik Hakkında Terzeler (III)" şiirinin ilk kıtasında
insanın hayal görmeye meyilli yapısıyla masumiyet ve saflık arasında
bağlantı kurarak adeta rüyayı yüceltmektedir. İkinci kıtada ise rüyaların
meydana gelmesini 'geceleri ağaçların tepesinden yükselen soluk altın sarısı
dolunayın yükselmesi'ne benzeten şair, rüyaların insanın iç dünyasındaki
sürekliliğine işaret etmektedir. Ayın devamlı hareket halinde olması, sürekli
bir oluşumun simgesidir ve 'doğum' ile metafizik boyuttaki 'gelişim'in
işareti durumundadır (Lurker, 1991:489). Bu süreklilik ayrıca "Dünya Sırrı"
(Weltgeheimnis) başlıklı şiirin son mısrası olan "Şimdi dairede bir rüya
titremekte" (Nun zuckt im Kreis ein Traum herum) (Gesammelte Gedichte,
s. 16) ifadesinde de dile getirilmektedir. Rüyanın dairesel hareketi,
hayallerin devamlılığına, dolayısıyla sonsuzluğuna işaret etmektedir. Üçüncü
kıtadaki 'ayın yükselmesi ve alçalmasıyla aynı büyüklükte olan rüyaların bir
çocuk gibi yaşamaları ve gülmeleri' imgesi ikinci kıtadaki sonsuzluk
ifadesini daha da güçlendirmektedir.
Şiirin son kıtasında ise insan tabiatının her zaman hayal görmeye hazır
olduğu 'her zaman yaşayan ve bir yere kapatılan hayalet elleri' imgesiyle
anlatılmıştır. Fakat son kıtanın ilk dizesinde insanın iç dünyasının açık
(şeffaf) bir yapıya sahip olması, söz konusu olan kapalılığı yumuşatmaktadır.
Şiirin son mısrasında ise bir bütünlükten bahsedilmektedir. İnsan, nesne ve
rüyanın birlikteliği ile insan varlığının adeta bir analizi yapılmıştır.
Maddiyatın bir simgesi olan 'nesne' ve soyutluğun bir simgesi olan 'rüya' ile
'insan' arasında ilişki kurularak, insanın soyut ve somut bir bütünden
meydana geldiğine işaret edildiği düşünülebilir. Ayrıca Hofmannsthal
insanın bu iki parçasına farklı değerler yüklemekten kaçınarak her ikisine de
aynı derecede önem vermiştir. Hofmannsthal somutluk ve soyutluk arasında
bir kutupluluk meydana getirmeyip adeta her iki alanın gerekliliğini ve
bütünlüğünü ifade etmiştir.
Hofmannsthal'in rüya simgesiyle 'soyut' ve 'somut'un bütünlüğünün
bir ideal olarak ve şairin sınır durumunun ifade edildiği bir başka şiiri,
"Mülkiyet" (Besitz):
Besitz
* * *
Dann, erst dann komm ich zum Weiher,
Der in stiller Mittel spiegelt,
Mir des Gartens ganze Freude
Träumerisch vereint entriegelt.
Aber solche Vollbesitzes
Tiefe Blicke sind so selten!
Zwischen Finden und Verlieren
Müssen sie als göttlich gelten.
All in einem, Kern und Schale,
Dieses Glück gehört dem Traum...
Tief begreifen und besitzen!
Hat dies wo im Leben einen Raum?
(Hofmannsthal, 1979:157)
'Ortada parlayan bir havuz' ve 'bahçenin mutluluğunun rüyamsı bir
birlikle çözülmesi': bu imgelerden şairin poetik düzlemde bir bahçede
bulunduğunu anlamaktayız. Simgesel olarak bahçe hayatın, düzenin ve
bereketin ifadesidir (Lurker, 1991:228). Ortada parlayan havuz ise adeta bir
daire biçiminde şairin mutluluğunu tamamlamaktadır. Söz konusu olan bu
bütünlük 'soyut' ve 'somut' un birlikteliğinden kaynaklanmaktadır. Şairi
mutlu eden bu idealin ancak rüya aleminde mümkün olacağı belirtilmektedir.
Şairin rüya alemiyle sınır durumunu kastettiğini ve onu yücelttiğini ise
"bulmak ve kaybetmek arası / Tanrısal kabul edilmeli" mısralarından
anlayabiliriz. Şiirin son iki mısrasındaki somut anlamdaki hayatın söz
konusu ideali yakalamak için tek başına yeterli olmadığı ifade edilmektedir.
Şair derin anlamı ortaya çıkarmak ve özümsemek için somut düzlemin
yeterli olmadığını anlamaktadır. Ancak "Hepsi aynı çekirdek ve kapta"
mısrasında işaret edildiği gibi, 'soyut' ve 'somut'un bir bütünlük
oluşturmasıyla, şairin ideal olarak kabul ettiği "Derinden anlayarak sahip
olmak!" gerçekleşebilir.
Hofmannsthal şiirlerinde rüya motifini sıkça işlemesinin yanında zaman
konusuna da büyük ilgi göstermiştir. "Sonsuz Zaman" (Unendliche Zeit)
başlıklı şiirinde zamanın izafiyeti konu edilmiştir ve zaman konusu rüya
motifiyle birlikte ele alınmıştır:
Hofmannsthal bu şiirinde zamanın göreceli olduğunu, fırtınaya
yakalanmış bir kişinin perspektifinden dile getirmiştir. 2. 3. 4. ve 5.
Mısralarda korku uyandıran imgelerle fırtına betimlenmektedir. Şair ise genç
biriyle bir ağacın altına saklanmıştır ve korkmaktadır. Fırtınanın bir an önce
sona ermesini isteyen şair için zaman geçmek bilmez. Onun bu durumunu
"Çünkü başından geçene hayat uzun gelir..." ifadesinden anlamaktayız.
Hofmannsthal'in yapıtlarında şair bütün olayları tecrübe eden kişi
değildir; çok silik olarak algılanabilmektedir. Onun somut yaşantısı
eserlerinde adeta bir "ben suskunluğu" ( lch Verschweigung) (Mayer, 1993:1)
izlenimi uyandırmaktadır. Bireyin ifade edilemez olduğuna dair inancı
şimdiki, geçmiş ve gelecek zaman ilişkisinin görece olduğundan
kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı deneyimsel olanı soyutlaştırmaya
çalışmıştır (Mayer, 1993:3). Birçok şiirinde olduğu gibi zaman konusunu
işleyen "Sonsuz Zaman" ve "Şairler ve Zaman" başlıklı şiirlerde zaman
aracıyla somut bir yaşanmışlığı muğlak ve metafizik bir düzleme aktarmıştır.
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) birçok edebî türden çok sayıda
eser vermiş olmasına rağmen şiir alanındaki üretkenliği sınırlı olmuştur. Bu
onun şiire daha az önem verdiğinden değil, en yüksek sanat olarak gördüğü
şiir türünde mükemmele ulaşmak için titizlik göstermesinden
kaynaklanmıştır (Kaplan, 1963:1). O, nazım ve nesir türlerine kendince
farklı görevler yüklemiştir. Bu farklılığı belirlerken özellikle konu üzerinde
yoğunlaştığını görüyoruz. Tanpınar'ı şiir bakımından kendi dünyasına
kapanmış, huzur ve sükunet arayışını bu alanda sürdüren bir fildişi kulesi
şairi olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır. Her konuyu şiire uygun
görmediğinden, şiirleri konu bakımından daha dar bir çerçeveye
oturtulabilir. Ona göre şiir, kendi deyişiyle "söylemekten ziyade bir susma
işidir" (Tanpınar:Kaplan, 1963:178). Buna karşılık dış dünyaya ait her şeyi
nesirlerine bırakmıştır. Bu ayırımı yapma sebebini şu satırlarda dile
getiriyor:
O[nesir] istediğiniz şekle girer, arzu ettiğiniz hüviyeti alır. Ağlar,
güler, anlatır, mantık yapar, itham eder, ikna eder, zekâmızın
bütün faaliyetlerini ifade, gündelik hayatımızın bütün ihtiyaçlarını
tesviye eder ve esasen onların mahsulüdür. Buna mukabil tabiatı
itibariyle toplu olan şiir, fikir için her şeyden evvel dar bir
çerçevedir (Tanpınar, 1969:1-2).
Tanpınar edebi eserin ana unsurlarını üç temele oturtmaktadır. Bu temel
dil, hayat tecrübesi ve mükemmeliyettir. Dil konusunda eski edebi eserlerde
geçen kelimeleri severek kullansa da, genel olarak kelimelerin kökenine
bakmadan günlük hayatta kullanılıyor olmasına dikkat etmiştir. Şairin hayat
tecrübesinden kastettiği ise, edebiyatın ham malzemesi olan duyguların,
ihtirasların, rüyaların, üzüntülerin, ümit ve korkuların insan yaşantısıyla
beslenmesi ve hayatın dışa yansıması olarak gördüğü edebi esere nüfus
etmesidir. Mükemmeliyet düşüncesi ise onun en hassas olduğu konudur.
Kendi imkân ve yeteneğinin ulaşabileceği son noktaya ulaşma çabası,
duyguların açılma arzusu, karışık tecrübelerin düzene sokulma çabası bu
bağlamda değerlendirilmektedir (Kaplan, 2002:178). Hayatı ve maddeyi
yapıtlarında şekillendirme amacında olan Tanpınar, şiirlerinde son haline
gerinceye kadar -yani mükemmel olduğu kanaati uyanana dek- uzun bir
ayıklama, birleştirme ve deneme sürecine gereksinim duymuştur.
Tanpınar şiirlerinin derin yapısı şairin iç dünyasını yansıtmakla birlikte
okuyucuyu da içine sürükleyen, gizemli bir atmosfer oluşturur. Bu atmosfer
Tanpınar şiirlerinin en önemli özelliğidir. Ona göre şiir nesirden farklı olarak
bir iç alem meselesidir. Bu şiir anlayışını belirleyen unsurlar ise rüya ve
müziktir. Rüya ve müziğe üretkenliğinin temeli yapacak kadar önem
vermesinin sebebi ise, onların zaman unsurunu bir bakıma ortadan
kaldırmalarından kaynaklanmaktadır. Rüya ve müziğin geçmiş, bugün ve
gelecek boyutlarını silerek sonsuzluğa doğru bir akış meydana getirdiklerine
inanır (Emin, 2002:410-411). Bu iki unsur sıradanlığı, fanilik duygusunu
yok ettiği ve sonsuzluk vehmi verdiği için Tanpınar'a göre sanatın asıl
kaynağıdır. Birçok şiirinde sonsuzluk özlemini dile getirmiştir. Ona göre
zaten sanatın asıl amacı da sonsuzluk düşüncesini uyandırmasıdır, bu amaçla
mükemmeliyet ile sonsuzluğu aynı bağlama dahil etmiştir.
Tanpınar'da kadın, ölüm ve sanat düşünceleri sonsuzluk ile bağlantılıdır
(Kaplan, 1963:15). Bu bütünlük eserlerinde önemli bir yer tutar. Örneğin
"Ayna" şiirinde bu unsurların hepsi birlikte kullanılmıştır:
AYNA
* * *
Hep bu aynadasın artık kış ve yaz
Mavi sularıyla arkanda Boğaz
Köpüren aydınlıkta her tepeden,
Hep burada, ömrün her merhalesinde,
Hapsolmuş bir şafak gibi derinde
Zamana gülecek hüznün ve neşen.
(Tanpınar 2000:63)
Aynaya yansıyan görüntü, şairin çocuklukta kaybettiği annesinin
hayalidir (Kaplan, 1963:10). Bu hayal şairin hatıralarıyla beslenmektedir ve
hayatının her anında onu hatırladığını belirtmektedir. Şiirin son mısrasında
ise onu ebedileştirir. Bu şiirde görülen düş ve gerçek arasındaki konum "Ne
İçindeyim Zamanın" şiirinde daha belirgindir. Şairin soyut ile somut
arasındaki sınır durumu aslında her iki alanı da kapsar niteliktedir:
Ne İçindeyim Zamanın
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Banim kadar hafif değil.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
( Tanpınar, 2000:13)
Mehmet Kaplan'a göre şair bu şiirde evren ile insanın birleşmesini
anlatıyor. Mistisizmdeki yükselme duygusundan söz edilerek
yaşadığımızdan başka bir zamana gitmek söz konusudur. Fakat bu yükseliş
yaşanılan alemin tamamen dışına çıkma anlamında değildir (Kaplan,
1963:34). "Yekpare geniş bir anın / Parçalanmaz akışında" mısraları maddi
ve metafizik alemlerin bütünlüğünü belirtmektedir. Tanpınar'ın birçok
şiirinde görülen düşle gerçek arasındaki bu sınır durumu bir rüya atmosferini
çağrıştırmaktadır. Sabahattin Eyuboğlu Tanpınar'ın bu özelliğine farklı bir
yorum getirmiştir:
Bir şeyin bitip bir şeyin başlar gibi olduğu kaypak, kıldan ince
sınırın üstünde, dünle bugünün arası alaca karanlıkta duraklıyordu
çok zaman. [...] Tanpınar'ın özelliği, varlığı her şeyden çok
zamana, zamanı da yalnız insana bağlamasındadır. Çünkü yalnız
insan zamanın ne içinde ne de büsbütün dışında olabilir
(Eyuboğlu, 2002:144-146).
Tanpınar 20. Yüzyıl Batı edebiyatının ortak meselesi olan "zaman"
konusuyla sadece konu olarak değil, aynı zamanda anlatım tekniği olarak da
ilgilenmiştir (Aytaç, 2002:125). "Ne İçindeyim Zamanın" şiiri aynı zamanda
Tanpınar'ın -Bergson'un etkisiyle meydana gelen- zaman anlayışına da ışık
tutuyor. Bergson'un zaman kuramı zamanı ortadan kaldıran bir düşünceye
dayanır. Bu Tanpınar'ın şiirine "Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün
dışında" biçiminde yansımıştır. Bergson'a göre zaman sezgiyle anlaşılabilir
(Kurdakul, 2002:266). Tanpınar bunu "Kökü bende bir sarmaşık / Olmuş
dünya sezmekteyim" mısralarıyla dile getirmiştir.
Tanpınar'a göre dış aleme ait varlıklar da hayal ve düşüncelerimizin
dışa vuran sembolleridir. İnsan dış dünyayı kendi ruh haline göre algılar.
Fakat asıl gerçekler ise ona göre içtedir. Dış varlıklar bunların somutlaşmış
şekilleridir. İnsan ve kainatın sırları ise rüyalarda açığa çıkar. Ona göre
somut alemde gördüğümüz her şey rüyalarımızın dışa yansıyan şekilleridir
(Emil, 2002:421-413). Şiirler kitabının ikinci bölümüyle aynı başlığı taşıyan
"Her Şey Yerli Yerinde" şiiri bunu anlatıyor:
Her Şey Yerli Yerinde
Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.
* * *
(Tanpınar, 2000:53)
Tanpınar bu mısralarda insanın iç dünyasının dış aleme yansıdığını
anlatıyor. "Taze açmış güller"in rüyalarla ilişkilendirilmesi aslında sanatın,
yani içe yönelik bir uğraşın dış alemle irtibatıdır. Çünkü "gül" simgesini
Tanpınar sanatsal estetiğin ifadesi olarak kullanmıştır. "Gül" başlıklı şiirin
son iki mısrası bunu ifade ediyor:
* * *
Doldurur hiç durmadan uzattığı
Gül, ey bir âna sığmış ebediyet
* * *
bu tası,
rüyası!
(Tanpınar, 2000:85)
Müzik sanatı da Tanpınar için rüya gibi, insan ve kainatı ifade eden bir
alandır. Ona göre müzik insanda uyandırdığı ruh hali bağlamında sonsuzluk
özleminin sanatıdır. Müzik dediğinde öncelikle kastettiği klasik Türk müziği
ve klasik Batı müziğidir. Ona göre müzik uyandırdığı duygularla adeta
uyanık halde görülen rüya gibidir (Tanpınar, 1969:22-23). Onun için önemli
olan rüyanın kendisinden çok uyandırdığı duygulardır. Müzik bu noktada
devreye girer ve bunu "bir başka zamana gitmek" (Tanpınar:Kaplkan,
1963:177) diye tarif eder. Tanpınar'ın bu ifadesi sonsuzluğa gitmek olarak
da yorumlanabilir. Onun sanattan beklediği şey de zaten budur.
Tanpınar rüya ve müziğin sanattaki yerini bu şekilde belirlerken kendi
girift estetiğinin esası haline getirmiştir. Kendi estetiğini şu sözlerle ifade
ediyor:
Asıl estetiğim Valery'yi tanıdıktan sonra teşekkül etti. (1928-1930
yıllarında). Bu estetiği veya şiir anlayışını rüya kelimesi ve şuurlu
çalışma etrafında toplamak mümkündür. Yahut da musiki ve rüya.
Valery'nin "Velev ki rüyalarını yazmak isteyen adam bile azamî
Hugo von Hofmannsthal ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Şiirlerinde Rüya Estetiği 81
şekilde uyanık olmalıdır" cümlesini "en uyanık gayret ve çalışma
ile dilde rüya halini kurmak" şeklinde değiştirin, benim şiir
anlayışım çıkar (TanpınanKaplkan, 1963:177).
Tanpınar 37 şiirden oluşan "Şiirler" kitabında sürekli bir rüya atmosferi
yaratma çabasıyla ağırlıklı olarak düşe dayanan konuları ve sözcükleri
seçmiştir. Neredeyse bütün şiirlerinde geçen rüya, hayal, güneş, bahçe,
yıldız, ufuk, masal, mercan, sonsuzluk, billur, uçuş, ve fecir kelimeleri
okuyucuyu adeta aşkın bir düzleme götürmektedir. Bu düşsel ortamdan dış
dünyaya ait nesneler şairin "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinde belirttiği gibi
"Bir garip rüya rengiyle" (Tanpınar, 2000:13) görünür. O, şiirlerinde
oluşturduğu rüya atmosferiyle maddi varlığı aşarak ölüm ve fanilik
korkusunu yenme; hayatın, tabiatın aşkın güzelliği; aşk ve sanat aracılığıyla
zamanın dışına, yani sonsuzluğa çıkma gibi konuları işlemiştir. Şair
"Bursa'da Zaman", "Raks", "Yavaş Yavaş Aydınlanan" ve "Bendedir
Korkusu" şiirlerinde olduğu gibi bir çok şiirinde sonsuzluk konusunu
kendine özgü bir şekilde ele almıştır. Ayrıca "Şiir" başlıklı şiirinde ise şiir
türünün rüya, ıstırap ve teselli ile ilişkisi görülmektedir. Bu şiirde
çağrıştırılan rüyamsı ortam aynı zamanda şairin soyut ve somutu birbirinden
ayırmayarak oluşturduğu sonsuzluk düşüncesini ifade etmektedir:
Şiir
Sarışın buğdayı rüyalarımızın,
Seni, bağrımızda eker, biçeriz,
Acılar kardeşin, teselli kızın,
Zengin parıltınla dolar gecemiz.
Sükûtun bahçesi tılsım ve pınar
Yıldızdan cümlesi karanlıkların;
İklimler dışında ezelî bahar,
Mevsimler içinde tükenmez yarın.
İçimizde sonsuz çalkanan deniz,
Gülümseyen yüzü kaderin bize,
Yıldızların altın bahçesindeyiz,
Ebediyetinle geldik dizdize.
(Tanpınar, 2000:23)
Tanpınar'da rüya, sanatını besleyen, varlıkların sırlarının ifşa edildiği,
estetiğinin ve yaşam biçimini belirleyen en önemli kaynak durumundadır. O
rüyayı adeta varolmanın temeli haline getirmiştir. Fakat rüyayı sıradan
anlamıyla değil, akıl üstü derin bir anlayışa araç olarak değerlendirmiştir
(Kaplan, 1963:4). Şiirlerinde derinlemesine işlediği zaman düşüncesi, en
küçük hatıra izine kadar iner ve rüyamsı atmosferi destekler niteliktedir. Bu
atmosfer bazen gerçek zamandan sıyrılarak, "Bursada Zaman" şiirinde
olduğu gibi yarı aydınlık, yarı görünür bir rüya özelliğine bürünür (Burdurlu,
2002:61). Şairin kendi beni ile dış alem ve tarih birbirine karışır, kendi soyut
eğilimlerinin yansıması söz konusudur. Kaybolmuş sonsuzluk rüyasını sanat
aracılığıyla bulma arzusundadır (Kaplan, 1963:72). Ayrıca bu şiirde
"zaman" kelimesinin hiç telaffuz edilmemesi muğlaklığı daha da
arttırmaktadır.
Zaman konusunu işlerken yoğunlaştığı gül, aydınlık, bahçe, yolculuk,
ufuk, hüzün, ayna ve şafak gibi semboller adeta değişik hayal ve
düşüncelerin davetçisi gibidir. Reel zamanı kabul edemeyip ona
yabancılaşması, fakat aynı zamanda yadsıyamaması onun belki de bütün
sıkıntılarının kaynağını oluşturmaktadır (Anday, 2002:239, 382). Onun bu
ruh hali şiirlerine 'rüyamsı' olarak ifade edebileceğimiz bir hava
yaratmaktadır.
Hofmannsthal ve Tanpınar'ın şiirlerinde sık sık rüya motifine
rastlanmaktadır. Her iki şair de şiir sanatıyla adeta hayatı ve maddeyi
sanatsal bir düzlemde şekillendirme amacındadırlar. Bunun için kendilerine
somut ve soyut arasında yer alan, sınır durumu olarak da nitelemenin yanlış
olmayacağı bir konum seçmişlerdir. Dünyaya farklı bir bakış demek olan bu
perspektif, her iki şairi de estetik bir bütünlük içerisinde soyutu
somutlaştırmaya, somutu da soyutlaştırmaya yönlendirmiştir. Bunun
sonucunda şiirlerinde rüyamsı bir yoğunluk çerçevesinde farklı alanların
estetik bir bağlam içerisinde ahenkli bir bütünlük meydana getirmeleri
mümkün olmuştur.
Hofmannsthal ve Tanpınar'ın şiirlerinde belirgin olan en önemli
paralellik kuşkusuz 'bütünlük' düşüncesidir. Her iki şair farklı alanlara ait
somut ve soyut konulan ortak bir çerçeveye dahil etmişlerdir. Bu farklı
alanlar birbirlerinin kutbu olarak ele alınmayıp adeta birbirlerini tamamlayan
parçalar olarak işlenmiştir. Şiirlerine yansıyan aşkın yoğunluk büyük ölçüde
muğlaklığın öne çıkarılması ve şairin çok silik bir biçimde okuyucunun
karşısına çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu özellik aynı zamanda
şiirlerinde sonsuzluk düşüncesini çağrıştırmaktadır. Değişik imgelerle
sonsuzluk düşüncesi vurgulanmakta ve okuyucunun metafizik bir düzleme
yönelmesi sağlanmaktadır. Ayrıca sonsuzluk bağlamında soyut ve somutun
bir bütünlük oluşturması sağlanırken zaman konusuna da özgün bir
yaklaşımda bulunmuşlardır. Her iki şair de zaman konusunu sıkça şiirlerinde
işlemişlerdir. Hofmannsthal zaman konusunu görecelik bağlamında ele
alırken, Tanpınar soyut ve somut arasındaki perspektifinin muğlaklığını
pekiştirmek için kullanmıştır. Fakat her iki şair de şiirlerinde sonsuzluk
düşüncesini oluşturmak ve zamanı ortadan kaldırmak için büyük ölçüde rüya
motifini kullanmışlardır.

KAYNAKÇA
ANDAY, Melih Cevdet. (2002). "Ne içindeyim Zamanın...". UÇMAN,
Abdullah-İNCİ, Handan (2002). Bir Gül Bu Karanlıklarda. İstanbul:
Kitabevi Yayınları, 339.
AYTAÇ, Gürsel. (1990). Çağdaş Alman Edebiyatı. Ankara: Kültür
Bakanlığı.
AYTAÇ, Gürsel. (2002). Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler.
Ankara: Gündoğan.
BORTENSCHLAGER, Wilhelm. (1986). Deutsche Literatürgeschichte II.
Viyana: Leitners Studienhelfer.
BURDURLU, İbrahim Zeki. (2002). "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Şiiri".
UÇMAN, Abdullah-İNCİ, Handan (2002). Bir Gül Bu Karanlıklarda.
İstanbul: Kitabevi Yayınları, 61.
EMİL, Birol. (2002). "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Şiirine Dair". UÇMAN,
Abdullah-İNCİ, Handan (2002). Bir Gül Bu Karanlıklarda. İstanbul:
Kitabevi Yayınları, 410-411.
EYUPOĞLU, Sabahattin. (2002). "Tanpınar'da Zaman". UÇMAN,
Abdullah-İNCİ, Handan (2002). Bir Gül Bu Karanlıklarda. İstanbul:
Kitabevi Yayınları, 114-146.
FRENZEL, Elisabeth-Herbert. (1962). Daten deutscher Dichtung II. Münih:
Deutscher Taschenbuch Verlag.
HOFMANNSTHAL, Hugo von. (1907). Gesammelte Gedichte. Leipzig:
Insel.
HOFMANNSTHAL, Hugo von. (1979). Gesammelte Werke in zehn
Einzelbanden. Frankfurt/M.: İnsel.
KAPLAN, Mehmet. (1963). Tanpınar'ın Şiir Dünyası, İstanbul: İst.
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
KAPLAN, Mehmet. (2002). "Ahmet Hamdi Tanpınar ve Güzel Eserin Üç
Temeli". UÇMAN, Abdullah-İNCİ, Handan. (2002). Bir Gül Bu
Karanlıklarda. İstanbul: Kitabevi Yayınları, 187.
KURDAKUL, Şükran. (2002). "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Şiiri". UÇMAN,
Abdullah-İNCİ, Handan. (2002). Bir Gül Bu Karanlıklarda. İstanbul:
Kitabevi Yayınlan, 266.
LURKER, Manfred. (1991). Wörterbuch der Symbolik. Stuttgart: Kröner.
MAYER, Mathias. (1993). Hugo von Hofmannsthal. Stuttgart: Metzler.
MÜLLER, Friedrich- Gerold Valentin,. (1966). Deutsche Dichtung.
Paderborn: F. Schöning.
TANPINAR, Ahmet Hamdi. (1969). Edebiyat Üzerine Makaleler. İstanbul:
Milli Eğitim Basımevi.
TANPINAR, Ahmet Hamdi. (2000). Şiirler. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,87 M - Bugn : 38192

ulkucudunya@ulkucudunya.com