« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Şub

2010

YAKIN TARİHİMİZDE DERSİM İSYANLARI / Feyzullah EZER

01 Ocak 1970

Bu çalışmada 1937-1938 Dersim isyanının çıkış sebepleri ele alınmıştır. Tarihî gelişimi içerisinde Selçuklu döneminden itibaren Dersim isyanları arasında büyük benzerlikler göze çarpmaktadır. Öyle ki Merkezî otoritenin tesis edilmek istendiği zamanlarda, menfaatleri zedelenen aşiret ağaları ile devlet otoritesi sürekli olarak karşı karşıya gelmiştir.

GİRİŞ

Doğu Anadolu Bölgesi, Yukarı Fırat bölümünde yer alan Tunceli, doğusunda Bingöl, batısında Malatya, kuzeyinde Erzincan ve güneyinde Elazığ illeri ile çepeçevre kuşatılmış olup 7774 kilometre karelik bir alana sahiptir (Tunceli İl Yıllığı, 1973:27). Bölgenin en eski yerleşim merkezleri, Çemişgezek, Mazgirt, Pertek ve Hozat olup tarihte bu bölge Dersim adıyla anılmaktadır (Çay, 1985:154).

Dersim bölgesi, coğrafî şartların elverişsizliği sebebiyle çevresinden daha geç dönemde iskana açılmıştı (Yılmazçelik, 1998:14). Tarihî seyir içerisinde, Hitit, Med, Pers ve Makedonyalıların eline geçen bölge Türklerden önce, Roma hakimiyetinde idi. Selçukluların batıya yönelmesi ile birlikte Anadolu’nun her tarafında olduğu gibi Dersim’in de siyasi yapısı değişmiştir. Zira Tuğrul Bey dönemindeki fetihlerle Doğu Anadolu bir Türk yurdu haline gelmeye başlamıştı (Turan, 1980:119; Akgül, 1992:11). Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türk iskanı yoğunluğunu artırmış ve Doğu Anadolu’da Saltuklu, Mengücekli, Danişmentli ve Artuklu Beylikleri kurulmuştur (Turan, 1980:122). Bölgenin Türkleşmesi Osmanlı hakimiyeti döneminde de devam etmiş, ancak devlet otoritesine karşı gelen bazı unsurlar Dersim ve çevresini kendilerine sığınak olarak kullanmaya başlamışlardır (Akgül, 1992:16).

1. OSMANLI DÖNEMİNDE DERSİM

Osmanlı devleti özellikle aşiretlerin iskânında,

siyasî, iktisadî ve içtimaî durumun değişmesine paralel olarak farklı politikalar takip etmiştir (Halaçoğlu, 1988:58-59). 1788-1789 tarihlerinden sonra yapılan idarî düzenlemeler içerisinde kaymakamlıkların, mahallî beylere tevcih edilmesi, ağa ve seyyidlerin büyük bir nüfuz kazanması, bölgedeki asayişsizliği daha da arttırmıştır (Yılmazçelik, 1998:14). 1860-1877 yılları arasında Osmanlı yönetimi Hozat ve Mazgirt’te birer kışla yaptırmış, bu kışlalarla Dersim'e nüfuz etmeğe çalışmıştır. Dersim ağaları, nüfuz ve güçlerinin zayıflayacağı endişesiyle sadece Osmanlı’nın girişimlerini engellemekle kalmayarak, 1877-1878 Osmanlı-Rus harbi sırasında Ruslara yardım vaadinde de bulunmuşlardır. Hozat ve Mazgirt kışlalarındaki asker cepheye alınınca aşiret ağaları bu merkezlere hücum ederek kışlaları yakmışlardır

(Uluğ, 1939:121). Ancak bu devlet karşıtı tutum Rus harbi ile sınırlı kalmamış, 1893-1905 yılları arasında, Dersim’de zaman zaman karışıklıklar olmuş ve hükümeti müşkül vaziyete düşürmüştür. Öyle ki 1896’da Arapkir ve Kemah halkı can ve mal güvenliklerini tehlikede görerek Saray ve Babıâli’ye şikayette bulunmuşlardır. Bu şikayet üzerine 1897 yılında Şakir Paşa tarafından inceleme yapılarak bir rapor hazırlanmıştır. Hazırlanan raporda, olayın sebebi, ihtiyaçların giderilmesi, cehaletin önlenmesi, yollar, köprüler yapılması ve şakavet olaylarına mahal bırakılmaması için cephaneleri ikmâl olunmak şartıyla 20 tabura ihtiyaç olduğu belirtilmiştir (Jandarma Genel Komutanlığı Raporu, 1998:111-115). Mayıs 1907’de ise Nazimiye’nin Kureyşanlı aşiretinden Ali Çavuş 2000 kişi ile Kiğı köylerine, Hozat’ın Koç, Şam ve Resik Uşakları da Kemah, Çemişgezek köylerine baskınlar yaparak bir çok eşya ve hayvan gasp ederek insanları katletmişlerdir. Köylüler köylerini boşaltarak kasabalara sığınmak zorunda kalmışlardır. Bunun üzerine hareket başlatılarak olayların büyümesi önlenmiştir (Jandarma Genel Komutanlığı Raporu, 1998:118).

XX. Yüzyılın başlarında çıkan karışıklıkların uzantısı olarak, 1910-1914 yılları arasında Dersim'de bir takım kıpırdanmalar görülmüş ise de devlet olaylar büyümeden gerekli önlemleri almıştı. Ancak I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine bölgede büyük bir gerginlik yaşanmıştır. Bu durumu değerlendirmek isteyen Ruslar, yöredeki isyanları desteklemişlerdir. Diğer taraftan Dersim aşiretlerinin bu isyanına Ermeniler de destek vermişlerdir (Özkök, 1937:7). Özellikle Ermenilerin Osmanlı Devleti tarafından toplu olarak tehcir edilmeleri sırasında, bir kısmının Dersim ve civarına sığınarak aşiretler tarafından yardım görmeleri ve saklanmaları, Dersim aşiretlerine Ermeni yardım ve desteğinin kapılarını açmıştır.

Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşı sonunda Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştır. Özellikle Mondros Mütarekesi’nin 7.maddesi Osmanlı topraklarını İtilaf Devletleri’nin paylaşımına açık bir hale getirmiştir (Sonyel, 1973:7). Böylece galip devletler statüsündeki emperyalist güçler, yayılmacı bir politika izleyerek, aynı zamanda rahat hareket etme imkanı da bulmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla birlikte Kürt bağımsızlık faaliyetleri ortaya çıkmıştır (Cemal, 1955:13). Wilson Prensiplerinden yararlanan ve İngiliz entrikalarıyla da kışkırtılan bölge ileri gelenleri, özerk veya bağımsız bir Kürdistan kurmaya çalışmışlardır. İngiltere Kürtler’in mandaterliğini üzerine almak ve böylece İngiliz nüfuz alanı olan İran ve Mezopotamya’da yeni bir koz elde etmek istemiştir (Çay-Yıldırım, 1986:81). Bu sıralarda İngilizler tarafından görevlendirilen Binbaşı E.W.C. Noel bölgedeki genel manzarayı tespit etmek ve Kürtler’in bağımsızlığını sağlamak için bölgeye giderek aşiret liderleri ile çeşitli görüşmeler yapmıştır (Martin, 1995:144;Yavi, 2001:297). Binbaşı Noel, 1919 yılı sonlarında Ermeni ve Kürt liderleri arasında bir uzlaşma sağlamıştır. Bu uzlaşmaya göre, Paris Barış Konferansı’na ortak bir bildiri sunarak, birleşik bağımsız Ermenistan ve bağımsız bir Kürdistan teklif edilmiştir. Noel bununla da kalmayıp Türk Milli Mücadelesi’ni engelleyici entrikalar içine de girmiştir (Öke, 1988:92). Milli Mücadele yılları boyunca Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde gerek iç, gerekse dış tahrikler sonucunda birçok isyan çıkartılmıştır. Şüphesiz bunların en mühimi Alişan ve Haydar isminde iki kardeşin liderliğindeki Koçgiri aşireti isyanı olmuştur. İmranlı (Ümraniye) Bucağı Müdürlüğü görevinde bulunan Haydar Bey, aynı zamanda Mondros Mütarekesi sırasında Kürt Teali Cemiyeti’ne üye olmuş ve İmranlı'da bu cemiyetin teşkilatını kurmuş-tur. Kürt bağımsızlığı hakkında yazılar yayınlayan Jepin adlı bir de gazete çıkartılmıştır. Buna ilaveten Kürt Teali Cemiyeti Reisi Seyit Abdulkadir'den gizli talimatlar almışlardır. Bu çalışmalar sonunda bölge aşiretlerinin ilk isyanı Zara'da Çulfa Ali Karakolu’nun basılması ile başlamıştır. Durumun çok ciddi ve tehlikeli boyutlara ulaşması üzerine Sivas Vilayeti, Ankara'dan aldığı emirle Koçgiri aşireti reisi Alişan'ın Refahiye Kaymakamlık Vekaletine, kardeşi Haydar'ın da İmranlı Müdürlüğüne tayin edildiğini bildirmiştir (Akgül, 1992: 30-32). Daha önce de Osmanlı Devleti döneminde alınan tedbirlerden farklı olmayan, bölge ileri gelenlerinin isyan ettikleri yerlerde memur olarak atanmaları olumsuz sonuçlar doğurmuştur. İşte son alınan tedbirler de aşiret reislerinin etkinliğini ve nüfuzunu daha da artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Hatta Alişan Bey, Hozat'ta Kürdistan'ın bağımsızlığı için bir toplantı düzenleyerek mücadele kararı alınmasını sağlamıştır. Hozat'ta yapılan toplantıda Ankara Hükümeti'ne şu muhtıra verilmiştir:

Kürdistan muhtariyet idaresine muvafakat eden İstanbul Saltanat Hükümeti'nin bu kararını Mustafa Kemal Hükümeti’nin de resmen kabul edip etmeyeceğinin açıklanması.
Kürdistan muhtariyet idaresi hakkında Mustafa Kemal Hükümeti’nin görüş noktasının ne olduğu hususunda, Dersimlilere acele cevap verilmesi.
Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan mıntıkaları hapishanelerinde mevcut bütün Kürt mevkuflarının hemen serbest bırakılması.
Kürt çoğunluğu bulunan mıntıkalardan Türk memurlarının çekilmesi.
Koçgiri mıntıkasına gönderildiği haber alınan askeri müfrezelerin derhal geri alınması (Akgül, 2001:22-23).
Bu muhtırayı alan Ankara Hükümeti, Elazığ'dan Dersim'e bir nasihat heyeti göndermiştir. Bunun üzerine Elazığ'dan Ankara Hükümeti'ne sert bir telgraf daha çekilerek, Sevr'in uygulanması, aksi takdirde silahlı mücadele yapılacağı bildirilmiş ancak Ankara Hükümeti Mayıs 1921’de yeni tedbirler alarak, isyanın büyük boyutlara ulaşmasını önlemiştir.

2. CUMHURİYET DÖNEMİNDE DERSİM

Misak-ı Millî sınırları içinde merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, içeride ve dışarıda bir takım sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. 1925'te Musul Meselesi görüşülürken, Şeyh Sait isyanının patlak vermesi bunun en bariz örneği olmuştur (Aybars, 1988:20). Dahiliye Vekaleti, 1925 yılında, Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’den Dersim ile ilgili bir rapor hazırlamasını istemiş, Hamdi Bey hazırlamış olduğu raporunda Dersim'de süratle ve kati bir şekilde genel tedip harekâtının yapılması gerektiğini bildirmiştir. Daha sonra Dersim'i tetkike memur edilen Diyarbakır Valisi Cemal Bardakçı, olaylara daha değişik açıdan yaklaşmıştır. O'na göre Dersim sorununun kökeni mezhep meselesinden kaynaklanmaktadır ve daha yumuşak yaklaşılması gerekir. Diğer taraftan ise, sadece nasihatle yola gelmeyeceğine inandığı Koçuşağı aşiretinin üzerine bir hareket yapılarak haddinin bildirilmesini teklif etmiştir. Bu rapor üzerine, Şeyh Sait isyanı sırasında Çemişgezek'e taarruz eden, fakat başarılı olamayan Koçuşağı üzerine 19 Eylül 1926'da bir tedip harekâtı düzenlenerek, 28 Kasım 1926'da saf dışı bırakılmıştır. Bu konuda İngiliz Büyükelçisi Clark, İngiliz Dışişleri Bakanı’na gönderdiği mesajda, Dersim'deki Koçuşağı aşiretini yola getirdiği için ordunun kutlandığını, bölgede bu aşiretin askeri yetkililerin girişimlerine direndiklerinin anlaşıldığını belirtmiştir Yine aynı Büyükelçi 1927'de Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği mesajda Doğudaki baskı politikasının hükümetin bölge üzerindeki otoritesini artırmadığını öne sürerek bölge halkının huzursuz olduğunu belirtmiştir (Şimşir, 1975:100).

Ağrı isyanı dolayısıyla Erzincan bölgesinde incelemelerde bulunan dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa, 18 Eylül 1930'da Başbakanlığa gönderdiği raporda, bölgenin çeşitli tehlikelerle karşı karşıya olduğunu belirterek önlem alınması gerektiğini bildirmiştir. Bunun içinde Türk Dili ve Kültürü’nün esaslı bir şekilde bölgeye nüfuz etmesi gerektiğine dikkati çekmiştir. Diğer isyanlarda olduğu gibi Ağrı isyanında da dış destek ihtimali kuvvetlidir. Hatta o dönemde İran, bizzat isyancıların kendi topraklarına girmesine ve sığınmalarına müsaade etmiş, çeşitli bahaneler ileri sürerek isyancıları iade etmemiştir (Kodaman, 1986:169). Bu olaylar gelişirken, Pülümür Kaymakamı'nın evine gece ateş açılması ve bu olaydan Pülümür ağalarının sorumlu tutulması, bölgeye bir tedip harekâtı düzenlenmesine sebep olmuştur. Başbakan İsmet İnönü 8 Ekim 1930'da Bakanlar Kurulu’nun tedibe karar verdiğini açıklamıştır (Akgül, 1992:53).

2.1. DERSİM'İ ISLAH GİRİŞİMLERİ

Osmanlı Devleti'nin Dersim üzerindeki merkezî otorite kurma isteği, bölgenin sosyal ve coğrafî yapısından dolayı başarısız olmuştur. Özellikle 1860'lardan sonra Osmanlı Devleti'nin iç huzuru sağlamak, soygunculuğu önlemek ve devleti o bölgede hakim kılmak için tedip harekâtı, özellikle Ruslarla yapılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda bazı bölge aşiretlerinin Ruslar ve Ermenilerle işbirliğine giderek onlara yardım ve yataklık yapmaları, devlet ile bölge halkının ilişkilerini daha da çıkmaza sokmuştur (Akgül, 2001:41). Cumhuriyet döneminde de itaatsiz tutumunu devam ettiren Dersim'in ıslahı için çok ciddi girişimlerde bulunulmuş, bölgede görev yapan yetkililerce birçok defa raporlar hazırlanmıştır. Jandarma Genel Komutanlığı 1932 yılında daha önce hazırlanmış raporları da dikkate alarak, birtakım görüşler beyan etmiştir. Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerinde önemli görevler almış, Atatürk'ün yakın arkadaşı, İran'da Büyükelçilik yapmış olan Hüsrev Gerede, 21 Aralık 1933 tarihinde Doğu’nun ıslahı ile ilgili bir rapor hazırlayarak, Başbakanlığa ve ilgili birimlere göndermiştir. Bu raporların tamamı Dersim'in biran önce ıslah edilmesinin şart olduğu fikrini kapsamaktaydı. Sadece askeri harekat değil, beraberinde eğitim, kültür, bayındırlık ve imar hatta sosyal içerikli bir ıslahatın gerekliliği ortaya çıkmıştı (Gerede,1952:28).

Doğu Anadolu ile ilgili bütün tetkik ve gözlemler, düzenlenen raporlar, 2510 sayılı "İskan Kanunu"nu ortaya çıkarmış ve Kanun 7 Haziran l934'te TBMM’de müzakere edilerek kabul edilmiştir (Akgül,2001:43). Bu kanunla aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği kısaca aşiret hayatı sona erdirilmiştir. Kanunun kabulü sırasında Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, bunun bir dil, medeniyete girme, göç, iskan ve topraklandırma meselesi olduğunu söylemiştir. Kanunla bir takım mıntıkalar, yerleşilmesi yasak bölge ilan edilmiştir ki tespit edilen yasak bölgelerden birisi de Dersim ve civarıdır. Kanuna göre Dersim'de, iskan etme ve orada yaşayanları nakletme işini, Dahiliye Vekilliği yürütmekteydi. Kanunun tatbiki ile ilgili olarak, Başbakan İnönü doğuya bir inceleme gezisi yaparak, 29 Haziran 1935 tarihinde Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis ve Van'da incelemelerde bulunmuştur. 9 Ağustos 1935'te Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birlikte Cumhurbaşkanı Atatürk'ü ziyaret ederek izlenimlerini aktarmıştır (Akgül, 1992:57-59).

İskan kanunu ile başlayan Dersim’in güvenliği çalışmalarının bir devamı olarak 25 Aralık 1935 tarihinde TBMM tarafından çıkarılan 2884 sayılı kanunla Tunceli Vilayeti kurulmuştur. Tunceli'nin bütün bölgelerinde büyük bir imar, iskân ve teşkilatlanma hamleleri yapılmaya başlanmış ve birçok aşiret mensubu, silahlarını teslim etmiştir (Uluğ, 1939:153). Özellikle karakol, yol ve köprü yapımı öncelikle kritik bölgelere uygulanarak, daha kolay hakimiyet kurulabileceği düşünülmüştür. Tunceli'de her geçen gün devlet otoritesinin kendini daha da hissettirmesi, özellikle aşiret yapısını sarsmış, ağanın, beyin, şeyhin, seyidin otoritesini kırmaya başlamıştır. Durumu endişe ile izleyen aşiret reisleri sık sık toplantılar yaparak, devlet otoritesini tartışmışlardır (Yılmazçelik - Halaçoğlu, 1994:75 ). Bu arada Suriye'den Tunceli bölgesine giren bazı Ermeniler ve Koçgirili Alişir'in propagandaları bir kısım aşiretler üzerinde etkili olmuştur. Aynı zamanda Türkiye'nin güney sınırında görüşülmekte olan, Hatay meselesini sabote etmek için dış destekli bir takım çeteler saldırılarda bulunmuşlardır. Hoybun Cemiyeti tarafından 1933 ve 1934 yıllarında Türkiye'ye gönderilen Ermeni Bogos ve M. Nuri Dersimî de uzun süredir Dersim ve civarında birtakım gizli çalışmalar yapmışlardır. General Abdullah Alpdoğan bölgedeki gergin durumun farkına vararak, yayınladığı bir tebliğ ile, Dersim'deki bütün aşiretlerin silahlarını teslim etmelerini istemiştir. Ancak birçok aşiret buna yanaşmamış, hatta Demenan ve Nazimiye aşiretlerinden bir kısmı askeri karakol ve binalara saldırı başlatmışlardır. Seyit Rıza daha da ileri giderek General Abdullah Alpdoğan'dan Dersim hakkındaki kanunun kaldırılmasını, Dersim için özel ve milli haklarını sağlayan bir idarenin kurulmasını istemiştir (Akgül, 1992:67-68).

3. TUNCELİ (DERSİM) İSYANINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Dersim'de otorite kurmaya başlaması üzerine bir takım iç ve dış mihraklar, bölgedeki siyasî istikrarı bozmak için gayret içerisine girmişlerdir. Bölgenin coğrafî yapısının isyan girişimlerine elverişli olmasının yanı sıra, sosyal, ekonomik ve dinî problemler, Dersim ayaklanmasının çıkmasında önemli bir rol oynamıştır (Akgül, 2001:43).

3.1. İÇ SEBEPLER

3.1.1. Sosyal Yapı ve Aşiret Hayatının Etkisi :

Dersim'de meydana gelen isyanların büyük bir kısmında sosyal yapının ve aşiret hayatının büyük önemi vardır. Aşiret reislerinin, aşireti feodal yapıda yönetmeleri, isyanın her zaman odak noktasını oluşturmuştur. 1937 yılındaki Dersim isyanını da etkileyen en önemli faktör yine bu durum olmuştur. Toprak yapısı ve mülkiyet sistemi doğuda, özellikle de Dersim'de feodal bir yapıyı meydana getirmiştir. Tanzimatla birlikte Osmanlı Devleti’nde birtakım sistem ve kurallar değişmeye başlamış, aşiret ağaları da bu değişiklikleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak aşiret topraklarını kendi üzerlerine geçirmeye başlamışlardır. Dersim halkı da ağaların zoruyla, Hozat, Mazgirt ve Pertek tapu idarelerine giderek arazinin, ağanın olduğunu söylemek zorunda kalmışlardır. Öyle ki Cumhuriyet'in ilanı ile de Dersim'de aşiret hayatı yıkılamamıştır. Bu dönemde çıkarılan kanunlarla bu gibi müesseselerin kaldırılması, seyit ve reislerin batıya sürülmek istenmesi, devlet ve merkezi otoritenin karşısında olan aşiret reislerinin, menfaatlerini zedelemiş; böylece bu şahıslar devlete isyan etmekten, hatta devlet aleyhine dış güçlerle iş birliği yapmaktan çekinmemişlerdir (Göktaş, 1991:116). 14 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen iskan kanunu ile aşiret reisliğini, şeyhliği, beyliği ve ağalığı ortadan kaldırılarak, topraklarına ve tasarrufları altındaki mallarına el konulmuş, fakat bölgede geleneksel yapı devam etmiştir. Hızla ilerleyen devlet nüfuzuna karşı aşiret reisleri de boş durmayarak halkı isyana teşvik etmişlerdir (Akgül, 2001:57).

3.1.2. Din ve Mezhep Faktörü :

Dersim aşiretlerinin kültür ve sosyal durumu, din ve mezhep yapısına da etki etmiştir. Tunceli aşiretlerinin büyük çoğunluğu Alevî olup, az sayıda Sünnî halk mevcuttur. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, Anadolu'nun özellikle iç kısımlarında çeşitli tekke ve zaviyeler kurulmaya başlanmıştır. Eski Türk inanç sistemi ile İslamiyet’in temel inançlarını birleştiren bir hal almıştır. Alevilerin yoğun olduğu bu bölgede baba ve seyit kültürü etkilidir. Dersim civarındaki sürtüşmelerde bu sosyal dinamiklerin etkili olduğu muhakkaktır (Uluğ, 1939:20).

3 1.3. Kürtçülük Faktörü :

1937-1938 Tunceli Dersim isyanı Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarının çıkışı ve gelişmesi ile benzerlik göstermektedir. Bu isyanlarda en önemli ortak nokta Kürtçülük faktörüdür. 1937 Dersim isyanının temelinde Hatay Meselesi yatmaktadır. Bu meseleyi kendi lehlerine çözebilmek için başta Fransa ve Suriye'nin bu isyanda rolleri olması kuvvetle muhtemeldir (Akgül, 1992:81).

3.2. DIŞ SEBEPLER

3.2.1. Fransa ve Suriye Faktörü

Fransa 1800’lü yıllardan itibaren Ortadoğu ile daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. I. Dünya Savaşı devam ederken 1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında imzalanan Sykes Picot Antlaşması ile Osmanlı toprakları üzerinde imtiyaz bölgeleri tespit edilmiş, Fransa Türk topraklarının başlıca varisi haline gelmiş ve Mondros Antlaşması ile güney ve güneydoğu Anadolu bölgesini işgal etmiştir (Armaoğlu, 1987:126). Daha sonra 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması’nın 62. maddesine göre, İngiltere, Fransa ve İtalya Hükümetleri tarafından Fırat’ın doğusunda bulunan ve sınırları ileride tespit edilecek, Ermenistan’ın güneyi ile, Türkiye, Suriye ve Mezopotamya’nın kuzeyi arasında belirtilmiş bulunan bölge için otonomi planı hazırlanmıştır. Fransa Türkiye’ye yönelik propagandaları yönlendirmeye çalışmıştır. Özellikle Şeyh Sait İsyanı, daha sonra 1936 yılı sonlarında Hatay’ın bağımsızlığının ortaya çıktığı günlerde Fransızlar, ajanları İzzettin vasıtasıyla Seyit Rıza ile irtibat kurarak Dersim’de huzursuzluğun artmasına sebep olmuşlardır. İzzettin Mart 1937’de bir isyan için Suriye’deki Fransız gizli teşkilatından Seyit Rıza’ya talimat getirmiş, Dersim olaylarına büyük ölçüde karışmıştır (Akgül, 1992:101-104 ).

3.2.2. İngiltere Faktörü

İngiltere 1800’lü yıllardan itibaren Türkiye ve Ortadoğu’ya göndermiş olduğu misyoner ve ajanlar vasıtasıyla faaliyetlerini artırmıştır. Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra İngiliz teşvik ve desteğiyle Kürdistan Teali Cemiyeti kurulmuştur. Sevr Antlaşması’nın imzalanmasıyla, İngiltere Hoybun adı altında bir Ermeni – Kürt Cemiyeti kurulmasını sağlamıştır. Bu faaliyetler sonucu 1924 yılındaki Nasturi İsyanı ve Musul Meselesi dolayısıyla, çıkartılan Şeyh Sait İsyanı, Türkiye’ye güç anlar yaşatarak Musul’un kaybedilmesine sebep olmuştur. 1925 yılında Şeyh Sait İsyanı’nın devamı niteliğindeki Raçkotan ve Raman isyanları da İngilizler’in kışkırtmaları sonucu gerçekleşmiştir. İngiltere’nin Türkiye’deki Büyükelçilik görevlileri 1937 Tunceli İsyanı’nı yakından takip ederek, gelişmeleri İngiltere Dışişleri yetkililerine sürekli olarak rapor etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaştığı sıralarda Ortadoğu’da güç odakları oluşturmaya çalışan Avrupa devletleri, Türkiye’nin Hatay ve Dersim gibi önemli olaylar karşısındaki tutumunu dikkatle takip etmişlerdir (Akgül, 2001:69-7).

3.2.3. Rusya Faktörü

Ruslar 1804 yılından itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile ilgilenmeye başlamışlardır. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı ile Doğu Anadolu’da bazı vilayetleri ele geçirerek bölgedeki faaliyetlerini artırmışlardır. Ruslar’ın Dersim bölgesinde organize ettikleri en önemli isyan 1916 yılında olmuş fakat 1917 Bolşevik İhtilali’nin etkisiyle bölgeden çekilmişlerdir. 1937-1938 Dersim İsyanı dolayısı ile toplanan mahkemede, ifade veren Seyit Rıza, sorgulamasında isyanda Rus kurmay subaylarının yer aldıklarını, Ruslar’ın silah ve cephane gönderdiklerini belirtmiştir (Akgül, 2001:87-94).

3.2.4. Ermeni Faktörü

Ermeniler ile Dersim aşiretleri arasındaki ilişkiler 1896 yılından itibaren kurulmuştur. 1900 yılında Tiflis’te Ermenice olarak “Dersim” adlı bir kitap yayımlanmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Ermeniler’in, cephe gerisindeki faaliyetleri sebebiyle Osmanlı Hükümeti 1915 yılında “Tehcir Yasası” çıkarmıştır. Tehcir sırasında 20.000 kadar Ermeni Dersim bölgesine sığınmış ve bazı aşiretler tarafından korunmuşlardır. 1919 yılı sonlarında Ermeni ve Kürt liderler arasında sağlanan uzlaşma ile ortak hareket etme kararı alınmıştır. Binbaşı Noel de Bölgede görüşmeler yaparak bir Ermenistan ve Kürdistan sınırı tespit etmiştir. Daha sonra Hoybun Cemiyeti’nin faaliyetleri ile 1933 yılında Ermeni Bogos ve M. Nuri Dersimî, Dersim çevresinde gizli görevlerde bulunmuşlardır. 1937 Dersim İsyanı’ndan hemen önce ise Suriye Sınırı’ndan Türkiye’ye kimlikleri belirlenemeyen dört Ermeni Komitacı girmiştir. Bunlar Dersim bölgesine girerek faaliyetlerde bulunmuşlar ve hemen arkasından isyan patlak vermiştir. İsyanın başlangıcı olan Kahmut Köprüsü’nün yakılması olayında da Ermeni asıllı Demirci Mustafa kullanılmıştır (Akgül, 1992:115-120).

4. 1937 TUNCELİ / DERSİM İSYANI

Merkezi otoritenin Dersimde güç kazanması üzerine içeride ve dışarıda bazı güçler harekete geçerek bölgenin huzurunu bozmaya çalışmıştır. Nitekim, Seyit Rıza'nın önderliğinde devlet aleyhine yoğun bir propaganda başlatılmış ve. bunun sonucu olarak aşiretler arasında toplantılar yapılmıştır. Toplantıda "Mektep bizim nemize, bunları ortadan kaldırmalıyız, hepsini yakmalıyız." kararı alınmıştır. Tunceli Kanunu 1935 sonunda çıkarıldığı halde isyanın Hatay Meselesi ile aynı tarihlere rastlaması manidardır. Diğer taraftan, Ağrı isyanında büyük rolü olan “Ermeni Hoybun” örgütünün dışarı kaçan elebaşlarıyla irtibata geçen Fransızlar, aynı zamanda Hatay bölgesindeki Nusayrileri de isyana teşvik etmek için el altından örgütler kurdurmuşlardır. Her iki yerdeki örgütler ile irtibatlarını da İzzettin takma adlı ajanları vasıtasıyla sağlamışlardır (Rişvanoğlu, 1994:752). Bu tahrik ve yardım vaatleri sonucu aşiret reisleri toplanarak devlete ültimatom vermiştir ki bu ültimatom özetle şöyledir:

İçimize karakollar yapmayacaksınız.
Kaza ve Nahiye merkezleri kurmayacaksınız.
Köprü ve yol yapmayacak, silahlarımıza dokunmayacaksınız.
Vergilerimizi önceden olduğu gibi pazarlık usulü vereceğiz denilmekteydi (Akgül, 2001:103). Bundan sonra ilk olay Harçik deresi üzerindeki tahta köprünün 21 Mart 1937 gecesi yakılması ile başlamıştır (Yıldız, 1992:264). Pah nahiyesi basılarak karakollara saldırılar düzenlenmiş, bunun üzerine hava kuvvetlerine bağlı bir uçak filosu aşiret reisleri toplantı halinde iken bölgeyi bombalamış ve böylece Tunceli tedip harekatı fiilen başlamıştır (Toplu, 1996:374). Bakanlar kurulu 4 Mayıs 1937'de tenkil harekâtına dair, gizli bir karar almıştır. Bu kararda isyana şiddetle karşı konulması ve bir an önce bitirilmesi istenmiş ve basında ıslahat programının ana hatları yayınlanmıştır.
Buna göre:

Dersim'e yol, köprü, mektep ve kışla yapılacak
Askerlik ve vergi işleri düzene konulacak.
Ağalık, derebeylik ve şeyhlik tamamen kaldırılacak.
Dersim'i eşkıya yatağı haline getirenler batı vilayetlerine nakledileceklerdir (Bulut, 1991:245). Bu ıslahat programının açıklanmasından kısa süre sonra Dersim isyanı bastırılmış, Seyit Rıza ve isyana katılan diğer aşiret reisleri yakalanarak, mahkeme edilmek üzere Elazığ'a getirilmiştir. Elazığ’da yapılan Mahkeme sonucunda 11 kişi idam, 33 kişi ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
SONUÇ

1937-1938 Tunceli-Dersim isyanının çıkış sebeplerini, tarihî gelişim süreci içerisinde bulmak ve temellendirmek mümkündür. Selçuklu döneminden itibaren, Dersim isyanları arasında büyük benzerlikler göze çarpmaktadır. Merkezi otoritenin tesis edilmek istendiği zamanlarda aşiret ağaları ile devlet otoritesi, sürekli olarak, karşı karşıya gelmiştir. Osmanlı yönetimi bu gücü kırmak için, Dersim bölgesine birçok kez askeri seferler düzenlemiş ancak çoğu kez başarılı olamamıştır. Bolşevik ihtilali ile Rusya'nın bölgeden çekilmesi üzerine meydana gelen boşluğu Fransa ve İngiltere doldurmak istemiştir. Mondros ve Sevr antlaşmalarıyla Anadolu'nun kapıları bu iki devlete tamamen açılmıştı. İngiltere Dersim bölgesindeki faaliyetlerini, İstanbul'da kurdurmuş olduğu, Kürt Teali Cemiyeti aracılığı ile yürütmekteydi. Fransa ise,


Suriye'yi kendisine karargah seçmişti. Her iki ülkede Ermenileri yanlarına çekerek, Ermenistan ve Kürdistan kurulması için çaba harcamışlardır. Bu çalışmalar neticesinde, Dersim bölgesi Kürtçülüğün merkezi haline gelmiştir. Ancak TBMM.'nin kurulması ile bölge üzerindeki oyunlar boşa çıkartılmış, Atatürk'ün 1934 sonlarında Dersim sorununu TBMM'de dile getirmesi ve arkasından Tunceli Kanunları’nın çıkarılması, aşiret reislerinin otoritelerini büyük ölçüde sarsmıştır. Otoriteleri sarsılan aşiret reisleri, olanca güçleri ile Devlete karşı koymaya çalışmışlar, özellikle Hatay Meselesi görüşülürken isyan etmiş, Suriye ve Fransa’nın desteği ile başarılı olmaya çalışmışlardır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin isyan karşısında takınmış olduğu kararlı tavır, kısa sürede başarıya ulaşmış ve Devlet, bölgeye tam anlamıyla hakim olmuştur.

KAYNAKLAR
AKGÜL, Suat, (2001), Dersim İsyanları ve Seyit Rıza, Ankara.
AKGÜL, Suat, (1992 ), Yakın Tarihimizde Dersim İsyanları ve Gerçekler, İstanbul.
ARMAOĞLU, Fahir, (1987), 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, 1914 - 1980, Ankara.
AYBARS, Ergun, (1988), Yakın Tarihimizde Anadolu Ayaklanmaları, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul.
BEHÇET, Cemal, (1955), Şeyh Sait İsyanı, İstanbul.
BRUİNESSEN, Van Martin, (1995), Kürdistan Üzerine Yazılar, (Çev.Nevzat Kıraç, vd.), İstanbul.
BULUT, Faik, (1991), Devletin Gözüyle Türkiye’de
Kürt İsyanları, İstanbul.
ÇAY, M. Abdulhaluk, (1985), "Tunceli Mezartaşları ve Türk Kültüründeki Yeri" Türk Kültürü Araştırmaları, Yıl: XXIIV / 1- 2, (s.151-163), Ankara.
ÇAY, A.Haluk, vd, (1986), Doğu ve Güneydoğu Anadolu Üzerine Araştırmalar III, Ankara.
GEREDE, S. Hüsrev, (1952), Siyasi Hatıralarım, İstanbul.
GÖKTAŞ, Hıdır, (1991), Kürtler İsyan Tenkil, İstanbul.
HALAÇOĞLU, Yusuf, (1988), XVIII.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmeleri, Ankara.
KODAMAN, Bayram, (1986), Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara.
Jandarma Genel Komutanlığı Raporu, (1998), Dersim, İstanbul.
ÖKE, M.Kemal, (1988), İngiltere'nin Güneydoğu Anadolu Siyaseti ve Binbaşı E.W.C. Noel'in Faaliyetleri, Ankara.
ÖZKÖK, Burhan, (1937), Osmanlı Döneminde Dersim İsyanları, İstanbul.
RİŞVANOĞLU, Mahmut, (1994), Saklanan Gerçek Kurmanclar ve Zazalar’ın Kimliği, C.II , Ankara.
SONYEL, R. Salahı, (1995), Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Ankara.
ŞİMŞİR, Bilal, (1975), İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de Kürt Sorunu (1924-1938) Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim Ayaklanmaları, Ankara.
TOPLU, Abdülhadi, (1996),Tarih İçinde Anadolu Sakinleri ve İsyanlar Ayaklanmalar, Ankara.
TUNCELİ İL YILLIĞI, (1973), Ankara.
TURAN, Osman, (1980), Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul.
ULUĞ, Hakkı Naşit, (1939), Tunceli Medeniyete Açılıyor, İstanbul.
YAVİ, Ersal, (2001), 1856-1923 Emperyalizm Kıskacında Türkler Ermeniler Kürtler, İzmir.
YILDIZ, Zekeriya, (1992), Kürt Gerçeği,Olaylar Oyunlar Çözümler, İstanbul.
YILMAZÇELİK, İbrahim, (1998), XIX.Yüzyılın İkinci Yarısında Dersim Sancağı (İdari, İktisadi ve Sosyal Yapı), Elazığ.
YOLGA, Mehmet Zülfü (1994), Dersim (Tunceli Tarihi), (Haz. İ. Yılmazçelik, A. Halaçoğlu), Ank

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 127,10 M - Bugn : 178766

ulkucudunya@ulkucudunya.com