« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Haz

2023

Seçim sonrası bir ‘özeleştiri’ denemesi…

Murat Sevinç 01 Ocak 1970

Bu ve sonraki üç-beş yazı, seçim eleştirileri üzerine olacak. Seçim sürecinin eleştirisi, anayasaya aykırılıkların eleştirisi, seçim yorumlayanların eleştirisi, partilerin eleştirisi, ittifakların eleştirisi, adayların eleştirisi vs.

Eleştirmeye ‘özeleştiri’yle başlamak doğru olur. Ne düşündüm, neden düşündüm, nerede hata yapıyorum, hataların gerekçeleri ne olabilir, gibi. Beni okuyan kaç kişi olduğunu hiç bilemedim, bu satırları kaç kişi okuyacak bilmiyorum… yazacaklarımın ‘bir’ okurla dertleşme gibi görülmesini dilerim. Bu arada, seçimi Kılıçdaroğlu kazanmış olsaydı da aynı yazıları kaleme alacaktım, herhangi bir rakam, yüzde 1-2’lik farklar, adayların, bizlerin, toplumun vb. sevap ve günahlarını görüp dile getirmeyi engellememeli.

Sandığa çağrı
Sandığa gidip oy vermek ve okuru oy vermeye davet etmek bir hata mıydı, yoksa gerekli miydi? Bence doğru olan, eğer örgütlü ve amacı belli bir boykot söz konusu değilse oy vermektir. Daha önce yazdıklarımı tekrar etmek istemiyorum, benim için oy, nihai hedefe (eşitlikçi bir toplum, insan gibi yaşanacak bir ülke) varacak yolda yalnızca bir araç, araçlardan biri.

Türkiye’nin idari yapısı, siyasi geleneği, hukuk düzeni ne yazık ki yurttaşa ‘tek’ katılım yolu bırakmış durumda. Demokratik sistemlerden epey geri bir durum bu. Oy vermek dışında bir belirleme/karar yolu yok şimdilik ve o da dört-beş yılda bir gerçekleşiyor.

Oysa sandık, katılımın/demokrasinin sadece bir aracı. Demokratik siyasal sistem sandıktan ibaret olmasa da bizde oraya indirgenmiş durumda ve bunun tarihsel-ideolojik karşılığı ‘milli iradecilik.’ Hâlihazırdaki tüm sağ ve merkez siyasetçilerin, içlerine Celal Bayar kaçmış gibi davranmasının nedeni bu milli iradecilik. Oysa dinciliğin dinle ne kadar ilgisi varsa, milli iradeciliğin de millet menfaatleriyle o kadar ilgisi var; ‘halk‘ı siyaset dışında tutabilmek ve Meclis’teki çoğunluğun dizginlenmesini engellemek için icat edilmiş ideolojik bir formül. Hal böyleyken, tek katılım aracı sandığı es geçmemekten yanayım ve bu tutumun hata olmadığını düşünüyorum.

Sürahi meselesi
Aday isimlerine yaklaşımım da söz konusu mantığın sonucu ve bu nedenle ‘sürahiye oy vermek‘ten söz edip durdum. Aday bir sürahi olmazsa çok iyi olur tabii, ancak dayatılan sistemde oy vermek, ancak bu kadar değer bulmayı hak ediyor, savunduğum bu. Mesele, yurttaşın her konuda ve tabii aday belirleme sürecinde de etkili olabilmesi.

Önünüze bazı isimler konulduğunda, hangisi diğerinden iyi görünüyorsa ona oy atmak o kadar da ağır gelmiyor bana. Bu pek çok demokraside de sorun aslında; bakmayın ABD’deki, anlata anlata bitirilemeyen önseçim geleneğine, kuşkusuz çok önemli ancak orada o önseçime girenler ve nihayetinde başarılı olanlar öyle sistem dışı insanlar filan değil, yani önseçim büyük sürprizlere neden olmuyor. Baba-oğul başkan oldular, küçük kardeş eyalet valisi; beriki karı-koca ülke yönetti, az kalsın hanımı da başkan seçilecekti…

Pek çok yerde benzer bir durum var. Bir önceki yazıda ifade ettiğim gibi, kapitalist rejimlerde eninde sonunda ‘kasa’ kazanıyor, fakat o cenahta oyunun kuruluşu daha çoğulcu ve kurallı kuşkusuz.

Sürecin başından itibaren muhalif kamuoyu asıl olarak üç isim üzerinde tartıştı; Yavaş, İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu. Adaylık eleştirisi başka yazının konusu olacağından burada uzatmayacağım. Eğer diğer iki isim aday yapılsaydı, onlara oy verecektim. Hangi isim daha doğru olurdu? Adaylık stratejisinin ve örgütlü desteğin adayın ismi kadar önemli olduğu ve siyasetin salt anket verileriyle yapılamayacağı kanısındayım. Hata mı? İmamoğlu aday yapılsaydı şansının daha fazla olacağını düşünmekle birlikte, başındaki yargı sopasının hemen ineceğini varsayıyordum. Rest çekip bu risk alınabilir miydi, böyle şeyleri kestirmek mümkün değil. “Asla mahkûm edemezlerdi” diyenlerin, hangi iktidar ve yargı düzenine bakarak bu kanıya vardığını anlamakta zorlanıyorum.

Kılıçdaroğlu aday oldu, çatışmalı bir süreç sonunda kabul gördü ve o saatten sonra onun kazanmasını diledim, bunun için yazıp çizdim. Yazarken, her iktidar odağıyla araya konulması gereken mesafeye dikkat etmeye çalıştım, ne kadar başardım bilmiyorum. Okuyan daha iyi görüyordur. Bazen, hakkında yazdığım insan sevdiğim ve değer verdiğim biriyse o gerekli mesafeyi koymakta zorlandığımı hissediyorum.

İlk tur-ikinci tur
Baştan beri, seçimin iki turlu bir seçim olduğunun altını ısrarla çizdim. Anlaşılabilir gerekçelerle de olsa ‘İlk turda bitirelim’ kampanyası pek doğru değildi, seçmene bu seçimin iki turlu olduğunu ve ikinci tura kalmasının bir felaket olmayacağı gerçeğini unutturdu. Oysa ilk turda biten seçim çok az ve iki tur arasında türlü ittifaklar kurulması beklenen gelişmeler. İkinci tur için seçmen motivasyonu sağlamak kolay olmadı gördüğüm kadarıyla ve nitekim katılım düştü.

İki tur gerçeğine sürekli vurgu yapsam da seçime günler kala ben de ilk turda kazanılabileceğini düşünmeye başladım. Seçim öncesi son yazıya, ‘büyük ihtimalle ilk turda, küçük ihtimal ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını’ iddia eden cümleyle başladım. Böyle bir yargı cümlesi kurmak doğru muydu? Bir köşeci, başlamamış bir maçın sonucu hakkında keskin tahminler yapmalı mı? Bence hayır, gereksiz bir tutum olduğu kanısındayım. Mitinglerin coşkusu, genel iyimser hava, sözüne güvendiklerimin gözlemleri ve sonunda saygın araştırma şirketlerinin açıkladığı rakamlar… Yine de, maç henüz yapılmamıştı ve hangi koşullarda oynanacağını, hakemi, sahayı, oyuncuları, taraftarı vs. biliyorduk.

Önemli bir eksiklik
Çok önemli eksikliklerimden birinin Anadolu illeriyle ilgili yeteri kadar okumamak, çalışmamak olduğunu fark ediyorum. Ülke nüfusunun yaklaşık beşte birinin yaşadığı bir şehirdeyim, doğru, ancak benim sorunlarımın çoğu diğer illerde yaşayanlar için bir şey ifade etmiyor. Bu yüzden, artık taşrada ne olup bittiğiyle ilgili daha çok şey öğrenmeye çalışacağım.

Örneğin her gün bir ilin mahalli basın organını takip edeceğim ve ne kadar sürdürebileceğimden emin olamadığım yazılarımda oralardan haber paylaşacağım. Geçenlerde Türkiye’yi gezen bir gazeteci arkadaşım çıtlattı, Ağrı’da şu anda en büyük dert kapanmak üzere olan bir fabrikaymış ve yüzlerce işçi işten çıkarılmış. Bakın, buraya bir yerel gazete haberini bırakıyorum. Ülkenin en yoksul şehrinde insanların en büyük derdi bu, doğal olarak.

Sosyalist iktisatçılar uzun süredir, Türkiye’de bir ekonomik krizden çok bölüşüm felaketi olduğunu, faiz indiriminin cehaletten kaynaklanmadığını anlatmaya çalışıyor. Utku Balaban’ın Birikim’deki 2022 ve 2023 tarihli söyleşilerini de bu nedenle önerdim. Biz küçük burjuvalar yoksullaşıyoruz ama istihdam artıyor!

Şimdi bu yazıları, Ağrı’da olup bitenle birlikte düşünelim. Demek ki anlamak için daha çok okumalı, merak etmeli ve mutlaka taşra takip etmeliyim. Türkiye haritasındaki o devasa sarı boyalı kısmı çözebilmek için. Bu arada, o sarı boyalı kısmın artık o kadar da sarı olmadığını, AKP cenahının bunun (muhalefetten daha çok) farkında olduğunu hatırlatmak isterim.

Eleştiri yazılarına devam edeceğim.

Hayat devam ediyor, ülke hepimizin, enseyi karartmak yok.

Bir not ve yazı önerisi: Çiğdem Toker’e yönelik saldırılar herkesin malumu. Nedeni, elbette o TV konuşması değil, Toker’in yolsuzluklar üzerine kaleme aldığı yazılar.

Yazıp çizen ve konuşanlar üzerindeki baskı artarak devam edecek. Şu ana dek yekdiğerinin hakkını hukukunu savunmaktan çekinen, perdesini çekip arkasından gözetleyen toplum kesimleri bu tavrını sürdürür, bir ilke olarak adaleti koruyup kollamayı denemezse bugünlerini mumla arayacak. Kendinize, yaşamınıza, özgürlüğünüze sahip çıktınız çıktınız, yoksa geçmiş olsun.

Çiğdem Toker elbette yalnız değil. Son yazısını buraya bırakıyorum.

Çiğdem Toker’in ifadesini köpürten şımarmışlara bir önerim var: Hemen kendi kareli ceketli akademisyenlerine, ‘Demokrasi sandıktan ibarettir’ başlıklı makale yazmaları için talimat versinler.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,88 M - Bugn : 9383

ulkucudunya@ulkucudunya.com