« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

22 Ağu

2022

Aksiyon planının işleri

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Dört işlemi öğrenmeden problem çözmek mümkün değil ve bunu herkes kabul eder. Ama hayatın da çarpım tabloları, dört işlem basitliğinde bazı icapları var ve biz onları (riyazî bir icbar olmadığı için!) bilmiyoruz, öğrenmiyoruz, önemsemiyoruz. Aksiyon planındaki savrukluğumuz ve yapışkan başarısızlıklarımız; işte bu basitlerle, basit görünümlü olguların düşünceden şuurdan uzak tutuluşuyla ilgilidir.

Otomobil ve futbol konularının teşbih unsurlarından yararlanmak çok kolayıma geliyor, "basit yolla izah" sıkıntılarını aşmakta çok elverişli imkânlar oluşturuyor. Organik benzetmeler de öyledir ama, bunlar daha da kolay anlaşılabilir cinsten.

Bir maçta Galatasaray tuhaf bir gol yedi. Savunmada 4 kişi bulunmasına ve çok rahat durumda olmalarına rağmen, bir rakip oyuncu sağdan umutsuz bir atak yaptı, sallapati yürüyüşle sıfır'a vardı, oradan ortaya vurduğu topu bir GS'li orada öylece duran bir başka rakip oyuncunun önüne (ikrâmen) yuvarladı; o da vurunca gol oldu!

Şaka gibi bir gol!

"Nasıl oldu bu? Hata kimdeydi?" analizleri her kanalda yapıldı, ama hiçbirinde doğru açıklama yoktu.

Gerçek sebep neydi biliyor musunuz? Düşünce durgunluğu, yahut tembelliği, yahut rehaveti…

Şimdi gerçek durumu resmedeyim:

GS savunmasındaki 4 kişi son derece rahattı. Savunma alanında onlar vardı ve onlardan başka da kimse (yani herhangi bir rakip oyuncu) yoktu. Song, Servet, Sabri, Ayhan… Karşı taraftan kombine bir atak başlasa bile, bunlar onu karşılama çokluğuna sahip. Rahat davranışlarının sebebi de bu.

Hâl böyle iken, bir rakip oyuncu, yalnız başına, topu alıp sağdan GS kalesine yaklaşmaya çalışıyor.

Yaklaşsa ne olacak ki? Nasılsa 4 savunma adamı var. Ayhan o oyuncuyu kovalamaya başladı… Diğer 3 GS'li de bu durumu seyrediyor (Servet, Song, Sabri)…

Rakip oyuncu zar-zor bir orta yaptı. Orta, Servet'e doğru geliyor… Servet'in kafasındaki resim 10 saniye önceki resim. Yani, hemen yanında Song'un bulunduğunu düşünüyor. Böyle düşündüğü için de ayağının içiyle, o gelen topu Song'a aktarmak istiyor.

Halbuki resim değişmiştir ve Servet bunun farkında değildir. On saniye boyunca bir defa bile soluna (etrafına) bakmamıştır. Bir başka rakip oyuncunun soldan içeriye girdiğini görmemiş, hissetmemiştir. Bu yüzden de, gayet rahat ve emin biçimde Song'a yolladığı top, varlığından haberdar olmadığı o rakip oyuncunun önüne düşer! Ve tabii, gol olur.

10 saniyede atletler 100 metre koşuyor. Hadi bir futbolcu 90 yahut 80 metre koşuyor olsun. Bir futbolcu 10 saniye boyunca, etrafına, sağına, soluna arkasına nasıl bakmaz?

AT GÖZLÜĞÜ

Glokom'da bir at gözlüğü bakışı vardır. Hasta baktığı yeri görür, kendi omuzlarının ve etrafının görüntüsünü alamaz. Halbuki sağlıklı insan, karşıya bakarken bile, iki yanındaki kıpırdanmaları fark eder. Beynindeki şuur merkezi spora (futbola ayarlıysa) bir oyuncu bu "mücavir" fark ediş yeteneğini sadece sağına soluna değil, arka taraftakilere bile sirayet ettirir. Hızla top sürerken, arkadan gelen müdahaleciyi hisseder.

Şöyle bir dikkat edin:

Bir oyuncu topu alıyor. Birkaç kişiyi atlamak için yana kaçıyor, biraz da ileriye gidiyor; ama kafasını (bakışını) kaldırıp kaleye bakmıyor! "Kalenin yeri belli" denilecek. Öyle değil. Yeniden son durumunu bir deklanşör payı görüp ışınlayacaksın.(Metin Oktay'ın anlatımıdır)

Hızlı düşünmek, hızlı koşmaktan önemlidir.

Hayatın akışındaki kareler sabit durmaz.

Ben araba kullanırken, çok sık olarak dikiz aynasına gözlerimle dokunup dururum. Yanımdaki fark etmez, tanıyanlar bilir sadece. Gençliğimde ustalar bu hâlime hep gülümserlerdi. Önümü zaten görüyorum. Ama arkadaki trafiği bilmeden, önümde gördüklerimi değerlendiremem ki. Ne zararı var? Ben dikiz aynasına dokunup dururum öyle! Sayısız faydalarını görmüşümdür ve arkaya dikkat etmeme hâlinden doğan bir dolu tersliğe şahit olmuşumdur.

Evet, hayatın kareleri sabit durmaz.

Eskiden kısa'ları yakma alışkanlığı vardı. Uzun'lar karşıdan gelenin gözünü alırmış. Böyle öğretmişlerdi ama, ben uymazdım. Çat-çat, sonra bir daha çat-çat; belli araklıklarla selektör yapardım. Uzağı görmek gerekir. Hem yakını, hem uzağı görmek gerekir. Sadece uzunları yakarsan, önündeki çukuru; sadece kısaları yakarsan, az ilerideki engeli göremezsin.

Görmek, düşünmektir. Düşünmek görmektir. Aksiyon Planı, "görme ve düşünme" ayrılmazlığının sürekliliği ile halledilir. Hayatın akıp giden karelerine, 360 derecelik bir açıyla bu süreklilik içinde yetişemezseniz; spor da yapamazsınız siyaset de.

Bazı yabancı maçları seyrederken, zaman zaman "acaba nizamî sahaların küçük boyutlusunda mı oynanıyor bu?" merakına kapılıyorum. Çünkü sahanın her tarafı oyuncularla dopdolu! Top bir o tarafa gidiyor, bir bu tarafa.

Galatasaray'ın 'düşünce ve pozisyon uykusu'na yatmış 4'lüsü gibi bir örnek hiç yok.

Yaşanan Pozisyon'a yetişemeyenin iki pozisyon sonrasını düşünebilme ustalığına erişebilmesi tasavvur edilebilir mi? Arıza işte burada.

ÖNCE KENDİNİ YÖNETMEK

Popescu diye bir adam vardı. Adaleleriyle hiç hızlı değildi, ama "düşünce ve pozisyon" hızı çok yüksekti. GS onu hâlâ arıyor. Öyle adamlar hep aranır. "Yöneticilik" denilen kavramın özü de budur. Beşerî melekeler açısından; takımı yönetmek, partiyi yönetmek, şirketi yönetmek, özde hep aynı asgarî zarurete bağlıdır: "Sürekli tam görüş" ve "hızlı düşünce". Bunları önemsemezseniz; tefekkür ve teemmül fırsatı da bulamazsınız, "içe ve derine bakış" kavramına da ulaşamazsınız. Hayat böyle bir şeydir. Her canlıda bazı melekeler aşırı gelişmiş olabilir. Fakat sadece insan, "çok yönlü gelişmişlik" özelliğine sahiptir. Ama bu bir "hazır imtiyaz" değil, liyakat ve gayret isteyen imtihanlı bir üstünlüktür.

Önce çok yönlülüğün bütünlük dengesiyle ilgili zarureti halledeceksiniz; sonra o temele, herhangi bir yöndeki ihtisas yahut yoğunlaşma tercihinizi dayandıracaksınız. Bizdeki bütün aksaklıklar, temel zarureti atlamaktan doğuyor ve birleşik kaplar kuralı bu eksiklik tarafından uygulanıyor, belirleniyor. Bir insan her şeyin cahili iken bir dalın uzmanı olamaz, bir dalın ustası olamaz.

Hatıra fotoğraflarına benzeyen tesbitlerle siyaset yapılmaz. Top bile oynanmaz. Biri gelir, golünü atar. Bir çukur çıkar, sizi düşürür… Dolu bildiğiniz yer boşalır, boş bildiğiniz yer dolar. Aksiyon alanındaki bir tek saniyenin körlüğü; bazen bir maçı bazen bir seçimi, bazen bir mesleği, bazen bir ömrü kaybettirebilir.

Hayatı oyun yoluyla düşündürmek, öğretmek, anlatmak bunlara bağlı olarak da kolaylaştırmak, hafifsenecek bir iş değildir.

Hegel, felsefeye "şuur kazandıran düşünce" diyor. "Şuur kazandırma" birçok tarifin unsurudur. Çünkü bakkallığın işçiliğin patronluğun, her meslekî meşguliyetin bir "mini felsefe" tarafı vardır. Onun şuura yansıyan bir olgunluğu gerçekleşmişse, başarı sahihleşir. Yani mutlulukla irtibatlanır. Her şeyin yerli yerine oturduğu o küllî âhenge nasibince katkı sunma sorumluluğu ifa edilmiş olur.

Hayatı anlamlı kılan mana da bu değil midir?

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,82 M - Bugn : 19501

ulkucudunya@ulkucudunya.com