« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Nis

2022

Bir anketin düşündürdükleri

Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970

Dünya siyasetinde ne olup bittiğine kafa yoranlar, bu meselelerin sıradan insanın gündemindeki ağırlığını abartıyor olabilir. Sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yerinde büyük çoğunluk gündelik kaygılarla o kadar dolu ki kafasını böyle şeylere yormak istemiyor. Haklı olarak insanlar günlük yaşam rutinleri etkilenmediği sürece dünyanın bir ucunda ne olduğuyla ilgilenmiyor.

Bununla beraber dış politika, eski zamanlarda olduğu gibi, tamamen seçkinlerin tasarrufuna bırakılmış, beyefendiler kulübü sporu olmaktan da uzak. Olan bitenler bir biçimde halkın önüne geliyor ve kamuoyu algısı şekilleniyor. Elbette kitlelerin kanaatlerinin oluşmasında başıboş bırakılması söz konusu değil. Politika yapıcılar bir yandan uluslararası arenada ülkelerinin yönünü tayin ederken öte taraftan kitlelerin de rızasını, desteğini sağlamak için işin iletişim boyutunu da düşünüyor. Yıllar geçtikçe toplumu seçkinlerin hedefleri doğrultusunda yönlendirme işinde daha da ustalaşıyorlar.



Soğuk Savaş yıllarında Batı ittifakının içerisinde yer almaya karar veren Türk bürokrasisi, zaten toplumda tarihsel kökleri olan ‘Moskof korkusu’nun üstüne ‘komünizm öcüsü’nü de monte etmek suretiyle kamuoyunu izleyeceği politika doğrultusunda motive etmeyi başarmıştı. O zamanlar başta Amerikalılar olmak üzere tüm Batılı müttefiklerimiz arada canımızı sıksa dahi, tartışmasız dost statüsünde yer alırdı. Öte yandan ‘Ayıdan post, Moskofdan dost olmaz’ vecizesiyle de ifade edildiği gibi Rusya’yla rekabete dayanmayan bir ilişki biçimi düşünülemezdi. Herkesin Batı yanlısı politikalarla hem fikir olduğunu iddia etmiyorum elbette ama toplumun ana kütlesi için değil Soğuk Savaş koşullarında Sovyetlere yakın bir tutum benimsemek, siyasi yelpazede sola doğru kaymak bile sorunlu görülmekteydi. Zamanında CHP’nin sosyal demokrasiye doğru meylini Türkiye sağı, ‘ortanın solu, Moskova yolu’ diye karşılayarak bir biçimde siyasi rakibinin meşruiyet zemini dışına taştığını savunmuştu. Hükümetler zaman zaman Batı’yla sorun yaşadığı dönemlerde Sovyetlerle konjonktürel işbirliği imkanları aradı ama kamuoyunun gözü önünde çizginin öbür tarafına geçmek düşünülemezdi.

Ancak 80’li yıllarla gelen yumuşama havasında Ruslar öcü olmaktan çıkarıldı ve komünizm sakıncalı bir siyasi akım olarak silikleşmeye başladı. Zaten o dönemde terör meselesi ön plana çıktığından toplumun dikkati farklı bir yöne çevrilmişti. Soğuk Savaş boyunca halkın düşünce biçimi başarılı bir biçimde şekillendirilmiş ve ihtiyaç ortadan kalktığında da bu dalga sönümlendirilmiş oldu.

Dış politikayla bağlantılı bir meselenin kamuoyu önünde manipüle edilmesinin en ilginç durumlarından birisi de Lozan üzerinden yaşandı. Toplumda belli bir kesimin üzerinde konuşmaktan çok hoşlandığı ama ne olduğunu tam olarak anlamak için çaba sarf etmek istemediği Cumhuriyet’in kurucu anlaşması, bugün hala hararetli tartışmalara yol açabiliyor. Elbette Birinci Dünya Savaşı gibi ciddi toprak kayıplarına sebep olan bir olayın sonunda imzalanan bu anlaşmanın bazı beklentileri karşılamaması anlaşılabilir. Üstelik, doğru veya yanlış, Lozan’da Türkiye’nin ulaşabileceklerinden daha azının sağlandığını iddia etmek de mümkün. Neticede akademik olarak sürdürülmeye açık bir tartışmadan ve kritik bir tarihi dönemeçten bahsediyoruz. Ancak bu meseleyi şirazesinden çıkaran şey, Lozan’ın 2023’te yüzüncü yılını tamamlamasından ötürü bazı gizli maddelerinin kadük olacağına dair şayialar. Bu tuhaf teoriye inanırsak önümüzdeki yıldan itibaren Türkiye bir asırlık boyunduruğundan kurtulacak ve ok gibi ileriye fırlayacak.


Bu hikâyenin içerik olarak anlamsızlığını bir kenara not edip işlevi bakımından dahiyane bir palavra olduğunu teslim etmemiz gerekiyor. Öncelikle memleketin içinde bulunduğu güçlükleri 100 yıl önce imzalanmış bir anlaşmaya bağlanmak suretiyle mevcut hükümet sorumluluktan kurtarılmış oluyor. Bu teori kabullenildiğinde eli kolu bağlanmış siyasetçilerimiz ancak bu kadarını yapabiliyor sonucuna varıyoruz; eksik kalan şeylerin vebali de hoşlanılmayan tarihsel figürlere yüklenmiş oluyor. Atatürk’ün bu anlamda suçlanması hoş karşılanmayacağı için, Lozan’ın mimarı ve Türkiye muhafazakarlarının favori günah keçisi İsmet İnönü bir kez daha dertlerimizin müsebbibi olarak gösterilebiliyor. Güya altına imza attığı gizli maddeler sebebiyle yeraltındaki madenler çıkarılamıyor, petrol bulunamıyor ama merak etmeyin seneye durum değişecek. Değişmezse bile o arada seçimler geçmiş olacağı için daha önceki yalanlara da kafayı çok takmayan kitlenin oyları bir kez daha toparlanmış olacak.

Lozan üzerinden koparılan daha küçük ölçekli bu manipülasyon, yanlış ve eksik bilgilerle toplumun pekâlâ düşüncelerinin şekillendirilebildiğini gösteren bir örnek. Ortada ne gizli maddeler ne de bunların miadının dolması gibi bir durum söz konusuyken bile iktidarın hatalarının sonuçlarını, muhalefete ve onun sembol figürlerine yansıtmak için bir numara bulunmuş oluyor. Kabul edelim ki toplumun ortalamasının eğitim seviyesi göz önüne alınınca başarılı bir kamuoyu yönlendirme operasyonu.

Gelelim günümüze…


Metropoll’ün yaptığı çalışmaya göre halkımızın önemli bir kısmı Ukrayna savaşından ABD/NATO’yu sorumlu tutuyor. İşgali gerçekleştiren Rusya’yı suçlu görenlerin oranı bir 15 puan daha düşük ve toplumun üçte birini oluşturuyor. Burada toplumun hangi seçeneği tercih etmesini söyleyen üstenci bir bakışa sahip değilim. Ukrayna-Rusya savaşında Batı’nın sorumluluğunu öne çıkaranlar arasında Mearsheimer gibi alanın duayen isimlerinin de bulunduğunu bir kenara not etmek gerekir. Ancak Türk toplumunun konuya ilişkin kanaati herhalde böyle kapsamlı bir kuramsal değerlendirme sonucu oluşmadı. Senelerdir türlü medya kanalı üzerinden yürütülen sistemli bir propaganda faaliyetinin meyvelerini görüyoruz. Önce İslamcıları iktidara getirdi diye ABD’ye gönül koyan seküler gruplar tarafından köpürtülen, sonra da gözden çıkarıldığı için terk edilmiş sevgili buhranı yaşayan iktidar mahfillerinde sahiplenilen Batı karşıtlığının bir diğer krize uyarlanmış hazır reçetesi karşımıza konuyor.

Toplumun ne Rusya’nın ne de Ukrayna’nın siyasi hedefleriyle ilgilendiğini, kuzeyimizdeki savaşa dair bir analiz yaptığını düşünmek için bir sebep yok. Herhangi bir konuda kanaat oluşturmak için ağzının içine baktıkları lider de çelişkili mesajlar verince daha önceki hadiselerde ezberlenen refleksler hareket geçiyor. ‘Hain Batılıların karıştırdığı bir durum olsa gerektir’ kanaati oluşuyor ve sonuçta olayların sorumlusu olarak ABD/NATO seçeneği işaretleniveriyor.

İktidar kanadında bu görüşün zayıf olduğu, Erdoğan’ın ağzından çıkacak iki sözle kitlenin kendilerine verilen komut doğrultusunda pozisyon alacağına bir şüphem yok. Dolayısıyla bu yönelim toplumun Ukrayna savaşına ilişkin kesin kanaatini yansıtmıyor.

Öte yandan en başta bahsettiğim Soğuk Savaş dönemi anti Sovyet-anti komünist histeriyle veya Lozan karşıtı zırvalarla karşılaştırdığımızda önemli bir fark görüyoruz. Soğuk Savaş döneminde toplumu Sovyet karşıtı bir çizgiye çekmek, devlet politikalarına kitlesel destek sağlamak bakımından anlamlıydı. Yarım yüzyıl boyunca ülkenin izlediği dış politika çizgisi bu zihniyet üzerinden meşrulaştırıldı. Yine Lozan’a muhayyel gizli maddeler eklemek ve bunun üzerinden asırlık bir mağduriyet yaratmak, İslamcı siyaset için ahlaki açıdan sorunlu ama mantıklı bir manevraydı. İktidarın, politikalarının sorumluluğundan sıyrılması sağlandığı gibi bir de memleketi Batı’ya peşkeş çeken Batı yanlısı seküler rakiplere çakmak mümkün oluyordu. Ancak şu anda kamuoyundaki Batı karşıtı, Rusya’ya sempatiyle bakan ruh hali miadını doldurmuş bir dış politikanın tamamlayıcısı. Hükümet, NATO ve AB’ye yönelik geri dönüş manevralarına hız verirken bu Rus yanlısı havanın kamuoyuna pompalanmasının bir işlevi kalmadı.

Metropoll anketinin sonuçları, dış politikadaki keskin dönüşe kamuoyunu yönlendirenlerin eşlik edemediğini gösteriyor. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda medyanın sık görünen yüzlerinde oyuncu değişiklikleri görmek şaşırtıcı olmayacaktır.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,87 M - Bugn : 1429

ulkucudunya@ulkucudunya.com