« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Şub

2022

Nezâketin İnbiklenmiş Örneği Prof. Dr. Hikmet Tanyu

S. Hayri Bolay 01 Ocak 1970

Hikmet Tanyu Bey 1917 doğumludur. Babası bir askermiş. Yanlış hatırlamıyorsam, I. Dünya Harbi ve İstiklâl Harbi gazisi bir albay imiş. Babasının subay ve gazi oluşu, onun derin bir vatanperver olmasında en büyük âmil olmuştur. Fakat ondaki kuvvetli milliyetçilik duygusu ve fikri daha çok Gökalp’ten ve Atsız’dan geliyordu. Zaten kendisi 3 Mayıs 1944 hadisesinden sonra tabutluğa vurulanlardan idi. Yanılmıyorsam üç gün kadar tabutlukta kalmıştı.



Fakülteyi bitirirken öğrendiğime göre, daha doğrusu kendisi söylemişti, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin felsefe bölümünden mezun olmuş. Ben kendisini tanıdığım zaman İlahiyat Fakültesinde Dinler Tarihi kürsüsünde Anna Maria Schimmel’in asistanıydı. Onunla derse girip çıkardı. Elinde kocaman bir çanta olduğu halde hocasıyla kalender meşrep bir eda içinde görünürdü. Mütevazı bir halde dünyaya umursamazmış gibi bir görünüşü vardı. Ben 1956’da fakülteye girdiğimde o kırk yaşına basmak üzereydi. Doktorasını henüz bitirmemişti. Bir asistan için ileri bir yaş sayılırdı. Fakat onun azmi ve iradesi çok yüksekti. Yaşının ilerlemiş olmasından dolayı doçentliği ve profesörlüğü de gecikmişti. O, bunlara aldırış etmezdi.



Bir gün bir arkadaşa sordum: Şu yaşlı asistan kimdir? Arkadaşım onun Hikmet Tanyu olduğunu söylemişti. Sonra onu Türk Ocağı Umumî Merkezinde görmeye başladım. O da beni tanıdı. Benden Haluk Karamağaralı’ya bahsetmiş. Haluk Bey de o sırada Ord. Prof. Suut Kemal Yetkin’in yanında Sanat tarihi asistanıydı. İkisinin dostlukları çok ileri ve samimiydi.





Son sınıfta mezuniyet tezi hazırlanıyordu. Ben bu tezi ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtiğim sırada aldım ve iki sene tez üzerinde fasılasız çalıştım. Bu çerçevede teze ilgi duyanlar arasında Dr. Hikmet Tanyu da vardı. Çünkü felsefe mezunu ve maddeci ve evrimci cereyanlara karşı çok hassas ve muhalif imiş. Tez çalışmaları boyunca bana yol gösterenlerden oldu.





Teze uzunca bir sonuç kısmı yazmıştım onu beğenmiş. Son paragrafları değerlendirmeye ayırmamı söyledi. Değerlendirmede şu düşünür şunu yapmakla Türk düşüncesine şöyle hizmet etmiştir, gibi şeyler yazılması gerektiğini tavsiye etti. Ben de onun söylediği esasları genişleterek değerlendirme yazısı yazdım. Sonradan bu kitabın kendisi, önsözü, sonucu birçok gencin tezlerini yazmakta örnek olarak alındı. Bu gibi şeylerin birçoğunu Hikmet Tanyu Bey’den öğrendim. Hatta mezuniyet tezini hazırlarken üzerinde önemle durduğumuz şahsiyetlerden birisi de İsmail Fennî Ertuğrul idi. Ben onun eserlerini okuyup fikirlerini tespite çalışıyordum. Fakat onun “Küçük Kitapta Büyük Mevzular” diye küçük bir kitabı vardı. Eser 1934de neşredilmiş, fakat piyasada nüshası yoktu. Hikmet ağabey bir gün kitabı, ben istemeden alıp getirdi. “Bu kitapta da güzel fikirler var. Gençlere Darvinciliğin sakatlıklarını anlatıyor.” mealinde sözler söyledi. Ben kitabı gökte ararken yerde bulmuştum.





Hikmet Bey, yine bir gün beni buldu ve dedi ki: “Süleyman Bey -herkese ‘Bey’ diye hitap ederdi. Hatta dekan olduğunda hademelere de ‘Bey’ diye hitap etmeye başlayınca onlar da neye uğradıklarını şaşırdılar-, İsmail Fennî bey’in ölüm tarihi 30 Ocak 1946’dır. Onun ölüm tarihinde fikirlerini özet olarak anlatan bir makale yazın, ben onu Kudret gazetesinde neşredeceğim. Bu gazete Osman Bölükbaşı’nın partisinin yayım organı ama milliyetçi bir gazetedir. Ben o gazetede devamlı yazılar yazıyorum.” Tabii ki buna ziyadesiyle memnun oldum, “memnuniyetle yazarım ağabey, bu benim için bir şeref olur.” dedim. Yazıyı yazdım, o da gazetede o yazıyı neşrettirdi. Böylece Hikmet Tanyu sayesinde ilk yazım yazılmış ve neşredilmişti. Dolayısıyla yazarlığa da ilk adımımı atmış oluyordum.



Tezin sonuç kısmını yazarken maddeci ve evrimci fikirlerin daha yeni ve bilimsel verilerle tenkit edebilmem hususunda da bana yol gösterici oldu. Bana ben istemediğim halde, İngiliz fizikçisi ve astronomu James Jaens’ın “Fizik ve Filozofi”, “ Esrarlı Kâinat” adlı kitaplarıyla Zeno Bucher’in “Atomların İç Âlemi” adlı kitaplarını getirdi. Kitaplar kendisine aitti, kitapların hepsini bana hediye etti. Bu kitaplar bile onun alâka duyduğu konuların zenginliği, ihatası ve meşgul olduğu problemler bakımından bir kanaat uyandırmaya kâfidir. Zaten kendisi, maddeci, evrimci ve ateist cereyanlara şiddetle muhalifti.



Kitaplara önce şöyle bir baktım. Bilhassa J. Jeans’in “Esrarlı Kâinat” adlı eserini okurken didik didik etmiş, nerdeyse her satırın altını mürekkepli kalemle çizmiş ve sayfa kenarlarını uzun uzun notlarla doldurmuş. Aynı âliminin “Etrafımızdaki Kâinat” adlı eserini de mutlaka okumamı tavsiye etti. O kitabı da Millî Eğitim Bakanlığı Yayınevi’nden satın aldım, okudum ve bu eserlerden istifade ettim, bir kısmını dipnotlarda zikrettim. Tenkitlerin sonunda değerlendirme yazarken neler söylemem gerektiğini de telkin etti. Onun tavsiyelerine aynen uydum. Hatta Darvin’in “Hayatta ancak kuvvetli olanlar yaşama hakkına sahiptir.” şeklindeki hayat mücadelesi fikrini İngilizlerin sömürgecilikte kullandıklarını, sömürdükleri ülkelere “İşte tabiat kanunu böyle diyor, bizim yaptığımızı bu tabiat kanununun gereğini yerine getirmekten ibarettir.” tarzındaki ilkeyle kendilerini haklı gösterip meşrulaştırdıklarını, aynı zamanda İngiliz gençlerini de bu sömürgeci duygu içinde yetiştirdiklerini söyledi. Ben de bu fikri yeri gelince değerlendirdim.



Ama menşe itibariyle felsefe bölümü mezunu olduğunu son sınıfta kendisi söylemişti. Zannediyorum, tezi benden isterken kendisinin felsefeyle olan ilgisinin bilinmesini düşündüğü için söylemişti. Bende yanlış bir kanaat uyanmasın diye düşünmüş olabilir. Çok kibar bir kimseydi. Bir gün koridorda beni görünce yanıma geldi ve şöyle konuştu:



“Süleyman Bey, hazırladığınız tezi Hilmi Ziya Bey çok beğenmiş. Ben de hakkınızda güzel şeyler duyuyorum. İşlediğiniz mevzu çok mühim bir mevzudur. Müsaade ederseniz tezinizi bir de ben okumak istiyorum. Ben felsefe bölümü mezunu olduğum için felsefî konulara alâkam devam ediyor. Ben okuyunca size iade ederim.” dedi.



Hikmet Tanyu Bey’in felsefe mezunu olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olduğum gibi onun alâkası ve nezaketi de beni çok memnun etmişti. Sonra tezden bir nüsha kendisine takdim ettim. Bir ay sonra çay ocağına bana verilmek üzere tezi bırakmış. Tezin nüshasını aldım. Tezi dikkatle okuduğu anlaşılıyordu. Fakat beni şaşırtan başka bir şey vardı: Kapağı açınca bir de ne göreyim! El ayası kadar küçük bir kâğıt parçasına şöyle bir not yazmış: “Süleyman Bey, tezinizi okudum, çok beğendim, çok güzel olmuş, tebrik ederim. Bu tez mutlaka yayımlanmalıdır.”



Bu notu okuyunca aklımdan hiç geçmemiş olmasına rağmen, tezi yayımlamak fikri zihnime yerleşti. Fakülteyi bitirme imtihanları da sona ermişti. Tezi kaptığım gibi, doğru İstanbul’a gittim. Ondan sonraki beş sene süren yayımlanma safhası böylece başlamış oldu. Fakat Galip Erdem gibi o da devamlı surette bu safhadaki gelişmeleri adım adım takip etti.





***



Gökalp’i çok severdi. “Gökalp Bibliyoğrafyası” nı hazırladı. Gökalp’ın vefatından bir kaç ay evvel yayımladığı makalelerini toplayıp “Yeni Türkiye’nin Hedefleri” başlığıyla yayımlamıştı. Onu da imzalayarak verdi. Sonra “Tevfik Fikret ve Din” adlı geniş araştırmaya dayanan güzel ve hacimli eserini yayımladı. Onu da imzalayıp verdi. Ziya Gökalp’ın fikirlerini kimlerin nasıl tenkit ettiğini ondan öğrendim. Gökalp’ı tenkit edenlere kızıyordu ve onların tenkitlerine cevap veriyordu. Hilmi Ziya Ülken’in de Gökalp’ı tenkit eden bir kitabı olduğunu yine ondan öğrendim. Fakat Hilmi Ziya Beyin tenkitleri aleyhinde hiç bir şey duymadım. Onun tenkitlerini sıralıyor, fakat tenkide tenkitle cevap vermiyordu.



***



Hikmet Tanyu Bey, Türkiye’de “Dinler Tarihi” nin gerçek kurucusudur. Onu itibarlı bir ilim haline getiren onun gayretli araştırmaları ve yaptırdığı tezlerdir. Kendisi zaten Ankara ve çevresindeki eski Türk inançlarının kalıntılarını araştıran teziyle çığır açmıştı. Asistanı rahmetli Günay Tümer’e Beyrûnî’nin dinler tarihçiliğin doktora tezi olarak veren odur. Fransa’ya doktora yapmaya giden bir talebesine Hristiyanlığın evrim ve Darvincilik anlayışlarını tez olarak almasını tavsiye eden odur. Rahmetli Şaban Kuzgun’a Musevî Türkleri araştırtan, Abdurrahman Küçük’e “Ermeni Kilisesi”ni konu olarak veren Hikmet Tanyu’dur. Şimdi Dinler Tarihi çalışmalarını başta Abdurrahman Küçük olmak üzere kurdukları “Dinler Tarihi Derneği’nin faaliyetleriyle gelişerek devam ettiriyorlar.



***



Bu kadar da değil. Hassas olduğu başka konular da vardı: Mesela Ankara Hukuk fakültesinde İlhan Arsel adında Türk ve İslâm düşmanlığı yapmakla şöhret yapan ve o zaman Coşkun Üçok’un bile tenkitlerine hedef olan bir profesör vardı. Bu kişi, İslâm aleyhine hacimli kitaplar yazıyor, makaleler kaleme alıyor ve konferanslar veriyordu. Onun “Arap Milliyetçiliği” adında İslâm’a ve Hz. Peygamber’e hakaretlerde bulunan bir kitabı vardı. Hikmet Tanyu Bey, bu ve benzeri kitaplardan çok rahatsız olmuştu. Sonunda bu adamın kasıtlı, yanlış, saptırılmış ve mesnetsiz iddialarına cevap vermek üzere onun bu kitabı üzerine bir tez hazırlattı. Bu tez ile o profesörün kullandığı delillerin ayet ve hadislerin nasıl tahrif edildiğini ortaya koyan 120 sayfa civarında eser ortaya çıktı. Bu tezin bir nüshasını da bana vermişti. Bende halen o nüsha mevcuttur. Bu olayı şunun için anlatıyorum: Hikmet Tanyu’nun hassasiyetleri nereye kadar uzanıyor ve dinler tarihinin konularını, sahasını ve problemlerini genişletmeyi gayet iyi biliyordu. Şunu da belirtelim: Kendisi ibadetlerini aksatmadan yerine getirmeye çalışan pratikan bir Müslüman idi.



Bu vesileyle, o profesörün cehaletini ve kasıtlı hareketini ortaya koyan ve o zamanlar alay konusu teşkil eden bir olayı anlatayım:



Şimdi toprağın altında olan bu profesör, Osmanlılar hakkında da yanlış yazılar yazıyordu. Hatta bir gün yanılmıyorsam, Ebussud efendinin bir fetvası üzerine Hukuk fakültesi dergisinde bir tenkit yazısı yazmış. Fetva bir Pîr’in(yani ihtiyar kişinin) zina etmesinin hükmü üzerine imiş. İlhan Arsel, fetvadaki pîr kelimesini “pire” şeklinde okumuş, büyük bir ganimet bulmuş gibi, işte bu Osmanlılar pire ile bile zina ederler mealinde yazmış. Yanılmıyorsam Üçokun’un tenkidi bunun üzerine idi.



***



Hikmet Tanyu Bey, 1969 senesinde rahmetli Günay Tümer’i asistan aldı. Bu arkadaş, çalışkan, bilgili, zeki, araştırmayı seven bir kimse idi. Fakat talebeliği esnasında Nur cemaatinden sayılırdı. Kendisi de bunu gizlemezdi. Fakat ifrata varmaz, daima makul bir çerçevede kalmaya itina gösterirdi. Fakat mezun olup öğretmenliğe başlayınca cemaate uzak durmayı bildi. Zaten kendisi asistanlığı kazandığında Ankara İmam Hatip okulunda öğretmen idi.



Asistan olunca fakültede ona bir oda verildi. Oda da bir hanım asistanla beraber oturuyordu. Hikmet ağabeyin anlattığına göre, bu hanım asistan, her fırsatta kürsü başkanı olan Hikmet Bey’e gelir;



“Bu asistanı niye aldın, bu adam nurcudur, tehlikelidir, bunu asistanlıktan at.” diyormuş. Hoca nazik bir kimse olduğu için her defasında yumuşak sözlerle onu savuştururmuş. Fakat bu hal devam edip bıkkınlık getirince hoca en sonunda patlamış: “Sana ne! Sen bir asistansın, otur da doktoranı bitir. Bilerek o arkadaşı asistan aldım, var mı diyeceğin? Bir daha başkasının işlerine karışma!.” Bu çıkıştan sonra o tarz sözlerin arkası gelmemiş. Hikmet Bey’in söylediğine göre, o asistan fakültedeki 4-5 kişilik bir grup hocadan aldığı cesaretle bunu söylüyormuş. Hâsılı, hoca çok değişik mücadelenin içinden geçerek geliyordu.



Hikmet Tanyu Bey’in yardımları ve iyilikleri saymakla bitmez. Kendisi yazılı basını ve bilhassa milliyetçi basını iyi takip ederdi. Gazete ve dergi yetkililerinin birçoğunu tanırdı. Bir kısmıyla yakın irtibatı vardı. Nitekim rahmetli İlhan Darendelioğlu ile beni o tanıştırmıştı. Toprak dergisini takip eder bazen yazı da gönderirdi. Rahmetli Darendelioğlu, kendisiyle tanıştıktan sonra bana da dergisini göndermeye başladı. Hatta fakülteyi bitirip Pamukpınar öğretmen okuluna öğretmen olunca oraya da her ay 30 dergi gönderiyordu; ben de onları uygun bulduğum öğrencilere dağıtıyordum.



Hikmet Bey’in gazeteleri- muhalif, muvafık- takip ettiğinden bahsettim. Bir gün beni Bahçelievler’deki evine davet etti. Evine girince kocaman bir odanın tavana kadara gazete koleksiyonlarıyla dolu olduğunu gördüm. Üstelik gazetelerin ilgili yerlerini kesip de onların arşivini yapmıyordu. Gazetenin tamamını muhafaza ediyordu. Zaten bir değil birkaç gazete alıyordu. Ben doğrusu, gazete odasını görünce hayret ettim ve “ağabey bunlara bir ev bile yetmez, dedim.” Sorma Süleyman Bey, ben de kara kara düşünüyorum.” diye cevap verdi. Gazete haberlerine itibar ederdi, bunların bazıları ilmî eserlerinde de kullandığı olurdu. Bu yüzden zaman zaman tenkide de uğradığı olmuştur.



Hikmet Tanyu, samimi bir milliyetçi ve Atatürkçü idi. Atatürk’e dair şiirlerini toplayan bir de şiir kitabı yayımlamıştı. Yanılmıyorsam, “Atatürk ve Türk Milliyetçiliği” adıyla müstakil bir eseri de yayımlamıştı. Hikmet Tanyu Bey hakkında daha fazlasını asistan olarak alıp yetiştirdiği gençler yazmalıdırlar. Ama mutlaka yazmalıdırlar. Allah gani gani rahmet eylesin. Âmin!

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,80 M - Bugn : 5219

ulkucudunya@ulkucudunya.com