« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Ara

2021

Gemi, limon, simit ve haysiyet üzerine…

Murat Sevinç 01 Ocak 1970

Diyarbakır’da, bir barakada, elektrik kesildiği için soğuktan ölen iki yaşındaki Yunus Emre için…

Gaye Boralıoğlu ve Ümit Kıvanç’ın, ‘Haysiyet’ (2019, Kıraathane) başlıklı kitabının başlarında deniyor ki: “Haysiyeti tartışırken karşımıza çıkan sorunun, adaleti tartışırken karşımıza çıkan sorun gibi olduğunu düşünüyorum. Meşhur bir laf vardır: ‘Adaleti herkes başka türlü tarif eder ama adaletsizliği tarif etmekte herkes anlaşır.’ Haysiyet konusunda da biraz böyle geliyor bana… Tartışanlar çoğaldığı ölçüde çeşitli yerlerinden tutulabilir ama haysiyetsizlik konusunda daha net olacaktır insanlar.”



Haysiyet ve adalet arasında kurulan ilişki kalmış aklımın bir köşesinde. Tanımı her zaman kolay olmayan, buna mukabil ‘yokluğu’ söz konusuyken herkesin daha berrak görüp sezebildiği bir olgu adalet, haysiyet gibi.

Bazı konularda bıktırana dek tekrara düşmenin ne zararı olur: Yoksulluk ve yoksulluk kaynaklı tüm yoksunluklar en ağır, en haysiyetsiz ayrımcılık halidir. Ve en adaletsiz, kuşkusuz. Yoksulluğu derinleştiren siyaset, adaletsizliği yaratıp güçlendiren siyasettir. Yoksulluk, adalet duygusunu sarstığı için katlanılmazdır ve o yoksulluğu yaratıp olağanlaştıran siyaset, eninde sonunda siyasetlerden bir siyasettir, ‘tercih’ edilir, Tanrı kelâmı değildir.

Kapitalizmin marifeti ‘ihtimallerden yalnızca bir ihtimal’ olan bir siyaseti, ‘olmazsa olmaz’ kabul edip karşı çıkanları ‘normal dışı’ ilan etmesi, o siyasetin ve sonuçlarını ‘kaçınılmaz’ göstermesi oldu. İnsan aklı mükemmeli bulmuştu, yoksul ve başarısız olanlar yeteri kadar yetenekli ve çalışkan, girişken olmadığı için yoksul ve başarısızdı, ‘fırsat’ herkese sunuluyor, biri iyi değerlendirirken diğeri başaramıyordu, piyasa serbestti, üstelik anayasalar herkese yasa karşısında eşitlik tanımıştı, en zengin ve en yoksul, her ikisi de aynı haklardan yararlanabilecekken insan daha ne isterdi, ola ki birileri, piyasanın söylendiği gibi serbest olmadığını düşünür de düzene karşı çıkarsa, eh devlet ne güne duruyordu, karşı çıkanı türlü yollarla eziverirdi!


‘Hepimiz aynı gemideyiz’ masalı, iste bu düzen sürebilsin diye icat edildi tarihte. Mucidi burjuvazi, demokrasinin ve faşizmin mucidi, burjuvazi.

Nasıl bir gemi bu? Herkesin konumu, kamarası farklı, biri sürekli dans edip leziz yemekler yerken, diğeri makine dairesinde; ortalığı temizleyenler, aslında tüm işi yaparken görünmez olanlar, insan içine çıkması istenmeyenler, karın tokluğuna çalışanlar. Karın tokluğu, az ya da çok, şart. Ne deniyor Manifesto’da, “Bugüne kadarki bütün toplumlar, görmüş olduğumuz gibi, ezen sınıflarla ezilen sınıflar arasındaki çelişki üzerinde var olur. Lakin bir sınıfı ezebilmek için, o sınıfın en azından uşakça varoluşu içinde kıt kanaat geçinebileceği hayat şartlarının temin edilmesi gerekir.”

Birileri yeteri kadar doymadığını ve hakkını alamadığı düşünürse, gemideki din adamları, geminin bir kesim okumuşuyla birlikte devreye girip onlara aslında ne denli şanslı olduklarını, asıl iyi yaşamın herkesin bir gün göçüp gideceği diğer gemide olduğunu söylüyor. Tatmin olmazlarsa, geminin güvenlik görevlileri giriyor devreye, birini suya atıyor, diğerini küçük kamaralara hapsediyorlar. Arada bir hava kötüleşiyor, deniz kabarıyor, bir an herkes endişeye kapılıyor; işte o zaman gemi kaptanı ve yardımcıları, kuru ekmeğe talim edenleri alıyor karşısına ve ‘birlik’ zamanı olduğunu, badirenin hep birlikte atlatılacağını, eğer o gemi batarsa herkesin öleceğini anlatıyor. Bu esnada en varsıllar, yandaki filikaları ve sınırlı sayıdaki can yeleklerini hazır ediyor kendileri için, çantalarına gıda malzemesi ve kıyafet tıkıştırıyor; mürettebat canhıraş biçimde gemiyi kurtarmaya çalışır, kendisini feda ederken. Gemi su alırken güvertenin yüksek bir yerinde din adamlarının dua okuduğunu ve hoparlörden yüksek sesle ‘ulusal’ marşlar dinletildiğini söylemeye gerek yok sanırım. Gemide, birlik ve beraberliğe herkesten çok ihtiyaç duyulan o anda.


Haysiyet yok bu hikâyede, haliyle adalet de.

Türkiye’de ‘gemi’, ‘simit’ ve ‘limon’, özellikle deniz kabarınca gündeme gelen üç sözcük. Haliyle, simit ve limon ile varlıklı zümrenin gemi masalını birbirinden ayrı düşünmek kolay değil. Zaman zaman aksi işitilse de, limon hemen her zaman ‘satmak’, simit ise daha ziyade ‘yemek’ fiilleriyle anılır. Çok da kolay sarf edilir işin doğrusu. Gezi eylemleri sırasında, örneğin, “Limon sat onurlu yaşa” tavsiyesi sloganlaşmıştı. Kuşkusuz gerekçesi anlaşılabilir, belki bir ölçüde kabul edilebilir bir tepki sözüydü bu, emirle sıradan insanın canını yakacağına, git başka bir iş yap, kendine saygın olsun. Anlaşılabilir olmasına anlaşılabilir de, doğrusu şu yaşıma dek, kaç kişinin paylaştığı belirsiz idealler uğruna konforundan kolaylıkla vazgeçen birilerini pek tanımadım, belki siz tanımışsınızdır.

Hayat, günlük hayat kaygısı, ekmek kavgası, çoluk çocuğun iaşesi, çoğu zaman her idealin, her düşüncenin, her hayalin önüne geçer. Slogan sevenlerin yaşamlarını limon satarak sürdürmedikleri aşikâr. Herkesin bir diğerinden fedakârlık beklediği bir gemi bizimki. Diyelim “Akademi suskun” diye feryat ediyor biri, eh konuştuk işte, atıldık, ne yaptın! Beriki yürekli siyasetçi istiyor, güzel, bak bakalım cezaevlerine. “İş insanları muhalefet yapsın” kapitalizmi ve burjuvaziyi hiç anlamamak bir yana, muhalif bir iş insanı kaç yıldır dört duvar arasında, ne yaptın, yapabildin, “O Soroşçu” demek dışında? “Basın mensubu cesur olsun, gerçekleri anlatsın” ne güzel, keşke her zaman gerçekleşse bu dilek, ancak sen basın mensuplarının yazdıklarına değil, bir suç örgütü liderine itibar ettin, öyle değil mi?

“Simit yesinler” diyen olmak için simit yemeyenlerden olmak gerekir, savaşı harlamak için savaşa gitmeyecek olmak, akıl vermek için kendi aklına fazla itibar etmek. Öyle bir gemi ki bu, küçük bir zümre her şeyi yiyebilsin diye seferber olanlar, çöpte ekmek arayana simitle idare etmesini öneriyor. Haysiyet ve adalet neresinde bu önerinin, var mı, hiç oldu mu? Haysiyetin ve adaletin olmadığı yerde, utanç olmuş mu, görülmüş şey mi? Utanç duygusu, bir kerterize ihtiyaç duyar, eğer o yoksa, insan kendini sınayamaz, karşılaştıramaz, iyi ve kötü arasındaki farkı bilemez, ayırt etme hasletine kavuşamaz. Utanmak için, bir söz ya da eylemin utanç verici olduğunun fark edilebilmesi için, öncelikle, geminin yüzmesini sağlayanın ‘utanmazlık’ hali olduğu gösterilmeli.

Pek haber olmayacak, çok konuşulmayacak muhtemelen, Diyarbakır’da iki yaşındaki güzelim çocuk, Yunus Emre, ailesiyle yaşadığı barakada soğuktan öldü.

İktidarı geçeli çok oldu, memleketin muhalefetine ne ifade eder bu ve benzer satırlar, kim ne kadar okur, ciddiye alır mı, bilemem. Muhtemelen almaz, zira hiç ‘liyakat’ ve ‘ekonominin bilimsel ilkeleri’ ifadeleri geçmiyor yazıda. Yapacak bir şey yok. Sınıfsız ve imtiyazsız geminin bir yerlerinde, iki yaşında bir bebek soğuktan göçüp gider, hiç anılmayacakların, hatırası olmayan diğerlerinin diyarına. Beriki de ‘liyakat olmadığı için’ ezberini yineler. Hal böyleyken bana da, ‘gayrı bilimsel’ bir biçimde, “Ne gemisi ulan” demek düşsün.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

20 May 2024

İlK GÜNLER Hürriyet, 3 Ağustos 1965. Türkeş’in İlk Emri: “Kravat Takınız” Olağanüstü kongrede seçilen CKMP Genel İdare Kurulu dün ilk toplantısı yapmış, fakat bu toplantıya, eski CKMP’liler grubuna dahil üyelerin çoğu katılmamıştır.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,99 M - Bugn : 18634

ulkucudunya@ulkucudunya.com