OSMANLI DEVLETİ'NİN DURUMU HAKKINDA CEVDET PAŞA'NIN GÖRÜŞLERİ
Dr. Mustafa OĞUZ 01 Ocak 1970
ÖZ: II. Abdülhamid dönemi, Osmanlı Devleti’nin hayatta kalma
mücadelesi verdiği bir devredir. Başta padişah olmak üzere, devlet adam-
ları ve aydınlar bu dönemde, devletin çöküşünü durdurmak için çeşitli çö-
züm yolları aramışlardır. II. Abdülhamid, aydınlar ve devlet adamlarından
düşüncelerini “lâyiha” şeklinde kendisine takdim etmelerini istemiştir.
Cevdet Paşa, hem devletin resmi tarihçisi hem de âlim ve tecrübeli bir
devlet adamı olarak, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu sıkıntıları ya-
kinen bilen birisidir. Cevdet Paşa bu birikimlerini çözüm önerileri şeklin-
de ortaya koymuştur. II. Abdülhamid, Cevdet Paşa’nın görüş ve düşünce-
lerine her zaman önem vermiş ve bu görüşleri dikkate almıştır. Makaleye
konu olan lâyihada, başta Osmanlı Devleti’nin Avrupalı Devletler tarafın-
dan paylaşımı, Ermeni meselesi, İstanbul’un stratejik konumu ve çözüm
yolları ele alınmaktadır.
Giriş
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin yetiştirdiği âlim ve devlet
adamlarından birisi olan Cevdet Paşa, medrese çıkışlı olduğu hâlde mül-
kiyeye intisap ederek devletin değişik kademelerinde değerli hizmetlerde
bulunmuş, aynı zamanda devletin resmi tarihçisi sıfatıyla da kendisinden
önceki vakanüvislerden farklı ve günümüz tarih anlayışına yakın bir me-
tot takip etmiştir (Halaçoğlu vd. 1993: 443-450; Tanpınar 1988: 159-
178). II. Abdülhamid’in güvenini kazanmış bir devlet adamı olan Cevdet
Paşa, II. Abdülhamid’e birçok lâyiha sunmuştur. Takdim ettiği lâyihalar,
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Yıldız Esas Evrakı’nda (YEE) kayıt-
lı olup, bu lâyihalarda devletin genel durumu başta olmak üzere eğitim,
adalet, nüfus sayımı, İslâm ve hilafet gibi devlet ve toplum hayatını ilgi-
lendiren konular; Mısır, Tuna ve İşkodra vilayetleri ile idari yapı;
Senusiler, Hindistan ve Avrupa ile de yakın ve uzak dünya meseleleri
hakkında görüş ve düşüncelerini açıklamıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşi-
vi’nde asıl ve müsvedde halinde bulunan bu lâyihalardan hareketle Cev-
det Paşa’nın olaylara bakışını anlamak mümkündür.
Cevdet Paşa’nın makalemize konu olan lâyihayı yazma gayesi, lâ-
yihanın giriş kısmında şu cümleyle ifade edilir: “Ahvâl-i hâzıraya dâir bir
lâyiha tahrir ve takdimi hakkında kurenâ-yi şehriyârilerinden Arif Beğ1
kulları vasıtasıyla şeref-yâb-ı telâkki olduğum emr ü fermân-ı hümâyûn-ı
hazret-i pâdişâhî mûcib-i âlisi üzere” (YEE, 38/95: 1). Bu ve benzer ifa-
deler Yıldız Arşivi’nde kayıtlı bulunan pek çok lâyihada görülebilir. II.
Abdülhamid’in idarecilik vasıfları arasında en dikkat çekici özelliklerden
birisi de, herhangi bir konuda, başta devlet adamları olmak üzere Yıldız
Sarayı’nda ikamet eden yerli ve yabancı danışmanlarından devamlı ola-
rak lâyihalar istemesidir (Çetinsaya 1999: 56). II. Abdülhamid, iktidarda
bulunduğu süre içerisinde Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum
hakkında devlet adamlarının görüş ve düşüncelerini öğrenmek istemiştir.
Cevdet Paşa’nın II. Abdülhamid’e verdiği lâyihalarının hemen tümünün
girişinde bu durum her zaman vurgulanmaktadır (YEE, 39/19; YEE,
39/18; YEE, 39/15; YEE, 39/9; YEE, 39/8; YEE, 39/7). II.
Abdülhamid’in Cevdet Paşa’nın görüş ve düşüncelerine değer verdiğini
1
Mabeynci Arif Bey hakkında bilgi için bk. Tahsin Paşa (1990: 179-182).
ve devlet tecrübesinden istifade ettiği hâl’ edildikten sonra hususi doktor-
luğunu yapan Atıf Hüseyin Bey’in hatıratında da anlatılmaktadır2.
Makaleye konu olan “lâyiha”, BOA, YEE 38/95’de kayıtlıdır ve
toplam dört sayfadan ibaret olup müsvedde halindedir. Cevdet Paşa’nın
kısa ve özlü değerlendirmelerini içeren “lâyiha”, Osmanlı Devleti’nin
genel durumu hakkında da bilgiler vermektedir. Cevdet Paşa, II.
Abdülhamid’in isteği üzerine kaleme aldığı “hâl-i hazır durum” hakkın-
daki lâyihasında (YEE, 38/95; Cevdet Paşa 1980: 233; Ebu’l-ula Mardin
1996: 323-324), İstanbul’un coğrafi konum bakımından önemi, Ermeni
meselesinin ortaya çıkışı, Safvet Paşa’nın hataları, padişahta bulunması
gereken özellikler ve çözüm yollarını anlatmaktadır.
A. İstanbul’un Önemi
Cevdet Paşa, Osmanlı Devleti’nin sadece kendi kuvveti ile ayakta
kalmasının zor olduğunu ifade ederek, bunun ancak Avrupa devletlerinin
kendi aralarındaki iktidar mücadeleleri ile mümkün olabileceğini, eğer
devlet iyi idare edilmez ise, İstanbul’da “idare-i müştereke” (YEE,
38/95:1) kurulabileceğini belirtir. Mustafa Reşid Paşa’nın özel bir sohbet-
te İstanbul’u bundan böyle Osmanlı Devleti’nin koruyamayacağını, tam
tersine İstanbul’un Osmanlı Devleti’ni muhafaza edeceğini anlattığını
söyler3.
İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya, “hasta adam” olarak tavsif et-
tikleri Osmanlı Devleti’ni paylaşma konusunda hemfikir değildiler. İs-
tanbul’un hangi Avrupalı devletin idaresinde kalması konusunda büyük
bir siyasi rekabet vardı. Avrupalı devletler tarafından, İstanbul’da tek bir
2
II. Abdülhamid, Cevdet Paşa için: “Cevdet Paşa âlim bir adam idi.. Arabide
müderris olduğu gibi diğer ulûm ve fünûnda da âlim idi.. Ben ondan onun il-
minden çok istifade ederdim.” bk. Hülagü (2003: 267).
3
Mustafa Reşid Paşa’nın XIX. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya
karşı durumunu izah eden sözleri: “Merhûm Reşid Paşa ile bir gece
musâhebet olunur iken demişdi ki (biz bu mevki’i kendi kuvvetimizle
muhâfaza edemeyeceğiz. Bundan sonra bu mevki’ bizi muhâfaza edecek. Fa-
kat hüsn-i idâre şartdır. Ve illâ düvel-i Avrupa bizi rahat bırakmazlar. İstan-
bul ise her devletin matmah-ı nazarı olduğu halde kabil-i taksim değildir.
Eğer hüsn-i idâreye muvaffak olamaz isek burada bir idâre-i müştereke te-
şekkül eder.)” (YEE, 38/95:1). İstanbul’un önemi hakkında Fuad Paşa da İn-
giltere sefiri Canning’e “Devlet-i Aliyye dört esas üzere müesses olup bunlar
ile nasıl istenilir ise idaresi ve ilerlemesi kabil olur ve bunlardan kangısı na-
kıs olur ise idâre kabil olmaz. Dört esas budur. Millet-i islâmiyye devlet-i
türkiyye salâtin-i osmaniyye pâyitaht-ı İstanbul” sözleriyle ifade etmiştir.
bk.Cevdet Paşa (1991: 85).
devlet hükümran olmasından ise bütün Avrupalı devletlerin idari yöne-
timde ortak olduğu bir sistem kurulması düşünülmekteydi. Bu hedefe
ancak Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını sağlayan Sevr Antlaşması ile
kavuşabildiler. Mustafa Reşid Paşa, bu sonucu yarım asır önce görerek
Osmanlı Devleti’nin idari ve siyasi konumunu ıslah etmesini ifade etmek-
tedir.
Mustafa Reşid Paşa’nın bu düşünceleri XIX. yüzyıl boyunca Os-
manlı-Avrupa ilişkilerini belirleyen en önemli siyasi yaklaşımlardan biri
olmuştur. “Şark Meselesi” olarak bilinen sorunun kaynağında da, başta
İstanbul olmak üzere bütün Osmanlı topraklarının paylaşılması konusun-
da Avrupa’nın ortak hareket edememesi yatmaktadır. Bu tehlikeyi Reşid
Paşa da sohbet sırasında Cevdet Paşa’ya birkaç cümle ile özetleme gereği
duymuştur.
II. Abdülhamid’in 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden tahttan in-
dirildiği (1909) tarihe kadar geçen süre içerisinde takip ettiği dış politika,
Reşid Paşa’nın sözleriyle de teyit edilen denge politikasıdır. Cevdet Pa-
şa’ya göre, “1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi göstermiştir ki Osmanlı Dev-
leti tek başına “Düvel-i Muazzama” ile baş edemez.” Ancak Avrupalı
devletlerin kendi aralarındaki iktidar mücadelesinden faydalanarak ayakta
kalabilir. Otuz üç yıllık saltanatında II. Abdülhamid bunu yapmaya ça-
lışmıştır ( Ortaylı 2003: 49-54).
Jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı İstanbul’un, başta
Rusya olmak üzere, Fransa ve İngiltere’nin iştahını kabarttığını söyleyen
Cevdet Paşa, adı geçen devletlerin İstanbul’un güçlü bir devletin elinde
olmasından ise Osmanlı Devleti gibi kendilerine rakip olamayacak bir
devletin elinde bulunmasının daha kabul edilebilir bir durum olduğunu
belirtmektedir. Hatta Cevdet Paşa, Napolyon Bonapart ve Çar Aleksandr
aralarında Osmanlı Devleti’nin paylaşılması konusunda anlaştıkları hâlde
(Armaoğlu 1997: 66-67), İstanbul’un paylaşılması hususunda anlaşama-
dıkları için “Şark Meselesi”nin çözümlenemediğini belirtmiş ve İstan-
bul’un mevki bakımından öneminin inkâr edilemez bir gerçek olduğunu
“el-hâsıl İstanbul mevki’-i küre-i arzın üzerinde kabil-i taksim olmayan
bir nokta-i mümtâze olub her kangı bir devlet ana taarruz edecek olsa
diğerleri muarız çıkmak umûr-ı tâbi’yeden bulunduğu ve bu cihetle
mesâil-i siyâsiyyeden Devlet-i Aliyye’nin mevki’ pek mühim olduğu
beyâna muhtâc değildir.” (YEE, 38/95: 1) sözleriyle ifade etmiştir.
B. İngiltere ve Rusya’nın Hedefleri
Cevdet Paşa, Avrupa’nın siyasi bakımdan ikiye ayrıldığını belirte-
rek, özellikle Rusya’nın Karadeniz’in güvenliğini sağlayabilmek için,
Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığına bir ittifak anlaşması imzalamış kadar
önem verdiğini ifade etmektedir. Çünkü İngiltere’nin güçlü donanmasının
Karadeniz’e girmesini ve Rusya’ya zarar vermesini engellemek maksa-
dıyla İstanbul Boğazı’nın tarafsız konumda olan Osmanlı Devleti’nde
bulunması, Rusya’nın jeopolitik konumu açısından çok önemlidir4.
Cevdet Paşa’nın da ifade ettiği gibi Avrupa devletleri, iktidar ve
çıkar çatışmalarından dolayı iki bloğa ayrılmış durumdaydı. 1888 yılında
Alman İmparatorluğu tahtına III. Friedrich’in oğlu II. Wilhelm çıkmıştı.
II. Wilhelm ile birlikte Avrupa’daki ittifaklar da yeniden şekillenmeye
başladı. Avrupa’daki bloklaşma sonucunda Almanya’nın liderliğini yap-
tığı blok ve diğer tarafta ise İngiltere yer almaktaydı. Rusya ise Alman
ittifakından ayrılarak İngiltere ile bir blok içinde yer alabilecek bir politi-
ka takip etmekteydi5.
Devletlerarası ittifaklar uzun süreli olmadığından her devlet kendi
konumunu ve menfaatlerini korumak zorundadırlar. Cevdet Paşa, Osman-
lı Devleti’nin coğrafi konumu sebebiyle Avrupa dengesi içerisinde kendi
kendisini koruyabildiğini belirtmektedir. Ancak bunun devamlı olamaya-
cağını da ifade eder. Bunun devamlı olabilmesi için gereken şart ise
“hüsn-i idâre”dir. Eğer bu sağlanamazsa Avrupa’nın karşımıza “idare-i
müştereke” konusunu getirebileceğini açık bir dil ile ifade eder. “İdare-i
müştereke” fikrini en çok destekleyecek olan ise İngiltere’dir. Çünkü
Cevdet Paşa’ya göre İngiltere’nin deniz gücü bakımından diğer Avrupalı
devletlere karşı “kuvve-i bahriyyece teferrukları olduğundan bir idare-i
müştereke teşkil olunduğu takdirde nüfûzca düvel-i sâireye teferruk et-
mek ümidinde” bulunmaktadır. Fakat bu projeyi hayata geçirmek kolay
değildir. Sebebi ise Avrupalı devletler arasında bir ittifakın zorluğudur.
Cevdet Paşa, bu meseleden kurtulmak için “Devlet-i Aliyye umûr-ı
dahiliyye ve hariciyyesince hüsn-i idâreye muvaffak oldukça öyle bir
ittifâkın husûlü imkansız görünür” demektedir (YEE, 38/95: 2).
Cevdet Paşa’ya göre Osmanlı Devleti’nin “idâre-i umûr”da yani
devletin genel idaresinde acizlik ve beceriksizliğinden bahsetmek sıradan
4
“Ve el-hâletü hâzihi iki kısma münkasım olan düvel-i mahmiyenin kuvve-i
mütekabilelerinin muvâzenesinde Devlet-i Aliyye denktaşı gibi bulundurub iki
taraf dahi Devlet-i Aliyye’yi dâire-i ittifâkına almağa çalışıyor. Hele Rusyalu
Karadenizce İngiliz donanmasının mazarrâtından emin olmak içün Devlet-i
Aliyye’nin bi-taraflığını bir ittifâk tedâfüi kadar kıymetli add eyler.” (YEE,
38/95: 1).
5
Birinci Dünya Savaşı öncesi ittifaklar II. Wilhelm’in iktidara gelmesiyle
şekillenmeye başlamıştı (Armaoğlu 1991: 28-37; Kurat 1990: 107). II.
Wilhelm dönemi ile beraber Almanya’nın liderliği etrafında şekillenen itti-
faklar sürecini daha detaylı bir surette takip etmek için bk. Armaoğlu (1991:
334-457).
olmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu azciyetini Avrupa’nın kamuoyuna de-
vamlı olarak propaganda etmek devlet düşmanlarınca alışkanlık haline
gelmiştir6.
Cevdet Paşa’nın “hüsn-i idâre” tabirinden amacı, zamanın gerekle-
rine göre devletin ve toplumun idare edilmesidir. Bu idare ise başta padi-
şah olmak üzere en alttaki memura kadar adil, dürüst, işinin ehli insanla-
rın iş başında olmasıdır. Avrupa’ya karşı siyasi, askeri ve kültürel bakım-
dan kendini koruyabilecek, devletlerarası sistemde hakkını savunabilen
ve rakiplerinin kendisinden çekindiği bir devlettir.
C.Ermeni Meselesi
Lâyihasının bundan sonraki kısmında İngiltere ve Rusya’nın Os-
manlı Devleti hakkındaki politikalarını değerlendiren Cevdet Paşa, Er-
meni meselesinin çıkışı ve Ermeni komitelerinin yaptıkları terör olayları-
nı Avrupa’nın “vukuât-ı âdiyyenin birine bin katarak ve birçok
müftereyât dahi ilâve ederek âleme velvele vermeğe” (YEE, 38/95: 2)
başladıklarını belirtir. Cevdet Paşa, üzüntülerini belirterek İstanbul’un
yanı başında olan “İzmid sancağında emniyet münselib olduğu hâlde
geçen günler derdest-i inşâ’ olan İzmid demiryolu üzerinde eşkıyâ tara-
fından ecnebilere taarruz olunması ve müteâkiben Edirne demiryolu üze-
rinde Babaeskisi istasyonunun basılması” gibi olayların kötü niyetli kişi-
lerin iftira ve abartmaları ile birlikte Avrupa’nın iddialarının onaylanmış
olduğunu kabul etmek anlamına geleceğini belirtir. Asayiş eksikliğinin
yanı sıra Ermeni komitecilerinin “âsâr-ı fesâdâtı” İstanbul’da da ortaya
çıkmaya başlamış ve bu faaliyetler “nihilist usûlüne” benzeyen bir şekle
bürünmüştür (YEE, 38/95: 2; Bayur 1991: 76-81).
Cevdet Paşa’ya göre, kötü niyetli kişilerin iftira ve abartmalarına
karşı devletin layık olduğu hakkaniyetle müdafaa edilmesi gerekirken,
itiraza sebep olunan olayların sorumluluğu tamamen “taraf-ı saltanata”
yüklenildiğini ifade etmektedir. Paşaya göre en vahim olan taraf burası-
dır. Cevdet Paşa bir durum değerlendirmesi yaparak “Devlet-i Aliyye’nin
idâre-i dahiliyesinde kusur olduğu nasıl ki inkâr olunamaz ise idâre-i
umûr-ı hariciyyesinin bütün bütün bozuk olduğu müsellemâtdandır ve
sebebinin hep me’mûrlarda olduğu ma’lûm olmağla ve her iki cihetinde
ıslâhı vacibâtdandır.” (YEE, 38/95: 2) demektedir.
Ermeni meselesinin başlangıcının Berlin Kongresi olduğunu söyle-
yen Cevdet Paşa, buradaki hatanın sorumluluğunu Safvet Paşa’ya yükle-
6
Devlet-i Aliyye’nin idâre-i umûrda aczinden bahs etmek ve Avrupa’nın efkâr-
ı umûmiyyesini bu yola çevirmek bed-hâhlarca adet hükmüne girmişdir.”
(YEE, 38/95: 2).
mektedir. Berlin Kongresi esnasında hem Sadrazam hem de Hariciye
Nazırlığı görevinde bulunan Safvet Paşa’yı7 “encâm-ı beyn” yani işin
sonunu göremeyen ve “yevmiyecilerden” birisi olarak tavsif eden Cevdet
Paşa, onun Ermeni Patriki Nersis’e Berlin Kongresi’ne heyet göndermesi
için izin vermesini eleştirir ve “Ne büyük hatâ’ ne büyük gafletdir ki
Devlet-i Aliyye murahhasları kâfî olmayub da tebaasının bir sınıfı tara-
fından kendi hukuklarını muhâfaza içün bir meclis-i kebir-i düveliyye
meb’ûslar gönderdikleri hâlde ol sınıfa bir imtiyâz-ı mahsûsa verilmiş
olmaz mı?” (YEE, 38/95: 3) diyerek yapılan tarihi hatayı eleştirir. İngi-
lizlerin böyle bir fırsatı kaçırmamak için Ermenileri desteklediklerini
belirtir. Ardından Reşid Paşa ile Safvet Paşa’yı mukayese ederek “Nerede
Reşid Paşa, nerede Safvet Paşa. Öyle büyük makam ve mevki’lerde bulu-
nan âdemlerin küçük bir hatâ’sı işte böyle büyük fenâlıklara bâdî oluyor.”
Sözleriyle büyük makamlara gelen kişilerin o makama layık değil ise
yaptıkları küçük bir hatanın büyük felaketlere sebep olduğunu ifade eder
(YEE, 38/95: 3)8.
7
Mahmud Celâleddin Paşa (1983: 613).
8
Şura-yı Devlet azalığı yapmış olan İsmail Hakkı Bey’in 05 Ekim 1876 tarihli
lâyihasında hal-i hazırda görev yapan vükela heyetindeki kişilerin şahsiyetleri
hakkında kısa ve keskin hükümler vermiştir. Safvet Paşa için, “Hariciye Na-
zırı Safvet Paşa ashab-ı dirayetden ve politika-şinas ve halkın ahvalini bilür
bir zat olub lakin Hariciye Nazırına ilzam olan ikdam ve cesaretden mah-
rumdur.” ifadelerini kullanarak Hariciye Nazırlığı hakkında Cevdet Paşa ile
hem fikir oldukları anlaşılmaktadır (YEE, 10/36 ; Y.PRK.AZJ. 1/31). İsmail
Hakkı Bey aynı lâyihada Cevdet Paşa için ise “ilm-i fıkıh ve tarih-şinas ve
gayet mukaddem ise de ilmine göre akl-ı zatiyesi olmadığından umur-ı
cesimeye teşebbüs ider ise netayic-i hayriye memul olunamaz.” ifadelerini
kullanmaktadır (YEE, 10/36 ; Y.PRK.AZJ. 1/31). İbnülemin Mahmud Ke-
mal, Son Sadrıazamlar isimli eserinde Safvet Paşa için “Safvet Paşayı tanı-
yanlar ve garaza mağlûb olmayarak doğruyu söyleyenler, âkil, dur endiş,
müstekim, hamiyyetli, malûmatlı, nazük, dilnevaz, halim, kerim hukuk perver,
mizaha mail, şuh meşreb, lâtife kâr, hoş suhbet, meclis âra ve natuk olduğun-
da müttefiktirler.” demektedir (İbnülemin 1961: 884). Abdurrahman Şeref
Bey, Safvet Paşa için “doğuştan ılımlı olması, milletin ve padişahın huyunu
gayet iyi bilmesi ve devlet idaresindeki uzun tecrübesi dolayısıyla ıslahat ya-
payım derken kırıp dökmekten ve aceleci heveslerle ileriye atılarak “manalı
manasız taşkınlıklardan ve ilgisiz zahmet ve yürüyüşlerden” çekinir bir kimse
olduğundan içte ve dışta beklenilen yönetim ve memleket işlerini ağırdan al-
mak ve yapılacak şeyleri memlekete sindirmek için önce onlara alıştırmak ta-
raftarı idi. Adalet işlerinin ıslahından bahseden bir kimseye “efendi hakim
yok, mahkeme yok, bu durumda adâlet ıslahatı sözde ve dilekte kalır; evvelâ
hâkim yetiştirmeli sonra mahkeme binaları yapmalı da sonra adliye teşkilatı-
nı düzeltmeye ve genişletmeye çalışmalı. Yoksa hukuk bilimini okumamış kâ-
Cevdet Paşa, Berlin Kongresi ile Ermenilerin yaşadıkları bölgeler-
de ıslahat yapılması esası kabul edildikten sonra, onların “tevsi-i
imtiyâzât sevdasına” düştüklerini ve bunu gerçekleştirmek için de çeşitli
faaliyetlere başladıklarını belirtir. Öncelikli olarak yetişecek olan Ermeni-
lerin “efkârını” istedikleri yola çevirmek için okullar kurmaya başladılar.
Ermenilerden zengin ve devlet hizmetinde bulunanların büyük bir kısmı
bu okulların kurulabilmesi için hem bedenen hem de maddi olarak büyük
gayretler gösterdiler. XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı Devleti’ne
karşı bağımsızlık mücadelesi veren başta Sırplar olmak üzere Rumlar ve
Bulgarlar da hemen hemen aynı yolu takip etmişlerdi. Bu sebeple Erme-
niler de öncelikli olarak okullar açmak suretiyle Ermeni gençlerini “Ba-
ğımsız Ermenistan” hedefine ulaşmak için yetiştirmeyi hesaplıyorlardı
(YEE, 38/95: 3).
“Bağımsız Ermenistan” hedefine ulaşmak için Ermeni okullarından
yetişecek Ermeni gençlerini beklemenin zamanı heba etmek olacağını
düşünen ve Cevdet Paşa tarafından “efkâr-ı mazarrâta ashâbı” olarak
tanımlanan Ermeniler ise bir an evvel Avrupa’nın müdahalesini sağlamak
için faaliyete geçtiklerini, ihtilal komiteleri kurarak hem Osmanlı toprak-
larında hem de Avrupa’da Ermenilerin zulme uğradıklarını yoğun bir
propaganda ile anlatmaya başladıklarını belirtir (YEE, 38/95: 3).
Ahmed Cevdet Paşa, Osmanlı Hükümeti’nin bu komitelere karşı
gösterdiği “nezâket ve mülâyemeti”, Ermenilerin devletin zaafına ve ken-
dilerinden korktuklarına yorumlayarak İstanbul’da bile “edebsizlik” et-
mek derecesine kadar ileri gittiklerini ifade eder9.
D. Cevdet Paşa’nın Çözüm Yolu
tiplerden hâkim tayin ve medrese odaları veya kira ile tutulumuş tahta evler-
den mahkeme yapınca sonu derde deva olmaz” şeklinde cevap vermişti.” ifa-
deleriyle anlatır. bk. Abdurrahman Şeref Efendi (1985: 235).
9
“Ermeni mekteblerini tanzim ile yetişecek çocukların efkârını istedikleri yola
çevirmek esbâbına teşebbüs eylediler. Ermenilerin zenginleri ve hidmet-i
devletde bulunanlarının ekseri bu bâbda bezl-i mechûd ve sarf-ı nukud
idegeldiler. Lâkin ekserinin efkârı esbâb-ı lâzımeyi tehyie ve i’dâd eyleyübde
vakt-i fırsatda muntazır olmakdan ibâret iken içlerinde zuhûr eden efkâr-ı
mazarrâta ashâbı vakt-i fırsata intizardan ise heman Avrupa devletlerinin
müdahâlesini celb edecek icrââta teşebbüs eylemek sevdâsına düşüb birkaç
senedenberü bunlar tekessür ederek bu fikr üzerine teşekkül eden komiteler
dahil ve haricde sıkı sıkıya işlemeğe başladılar. Ve kendülerine cânib-i
hükümetden gösterilen nezâket ve mülâyemeti devletin za’fına ve
kendülerinden havfına haml ederek Der-saâdet’de edebsizlik etmek derecesi-
ne kadar tevsi-i dâire-i fesâd ve serkeş eylediler.” (YEE, 38/95: 3).
Cevdet Paşa hâli hazır durumun “nezâket ve ehemmiyeti” inkâr
olunamaz dedikten sonra, padişahın yüksek iradeleri ve gayretleri ile her
türlü “müşkülâtın” çözümünün mümkün olduğunu belirtir. Ancak bu,
padişahın bizzat kati bir kararlılıkla ve devlet işlerini doğrudan kendi
eline alması ile mümkündür:
“Mukaddimât-ı meşrûhaya nazaran ahvâl-i hâzıranın nezâket ve
ehemmiyeti inkâr olunamaz. Maa-mâ-fih tedbiri de pek müşküldür deni-
lemez. Himem-i celile-i hazret-i cihân-dâri ile her dürlü müşkülâtın hâlli
kabildir. Fakat bi’z-zât azm-i kat’î ile tedâbir-i mülhemiyyet âyât-ı
hümâyûna mevkûfdur.” (YEE, 38/95: 3).
Cevdet Paşa, padişahın güçlü bir iradeye sahib olması ve devlet
idaresini kendi eline alması konusunun önemini vurgulamak için geçmiş-
ten bir de misal verir. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa, Sultan
Abdülmecid’i ziyaret için İstanbul’a gelir. Söz ıslahatlardan açılır ve
Mehmed Ali Paşa’nın, Sultan Abdülmecid’e “efendim bendegân bir mun-
tazam dolabı döndürebilürler ama eğriyi doğruldamazlar eğriyi ancak
hükümdarlar doğruldabilür” dediğini belirterek devlet idaresinde bulunan
memurların işleyen süreci devam ettirmelerinin normal olduğunu, hatala-
rın ise ancak hükümdarların iradesiyle düzeltilebileceği konusuna dikkati
çeker. (YEE, 38/95: 3).
Cevdet Paşa “ıslâhat-ı esâsiyye”nin hükümdarın özel çaba ve gay-
retleri ile mümkün olabileceğini belirtir. Padişahın her işin teferruatıyla
meşgul olmasının mümkün olamayacağını, bunun için “vesâit-i icrâiyye
olan vükelâ ve ümenâsıyla” işleri yürütmeye mecbur olduğunu söyler.
Fakat “vesâit-i icrâiyye” düzgün olmaz ise işlerin düzgün bir şekilde yü-
rütülmesinin mümkün olamayacağına inanır. Cevdet Paşa bu konuyu
açıklamak için hattatlık mesleğinden de bir örnek verir: “Bir hattat ne
kadar güzel yazı yazarsa yazsın, kalemi pürüzlü ise güzel ve düzgün yazı
yazamaz ise, bir hükümdar da bütün iyi vasıflara sahip bir idareci olsa
dahi emri altındakiler yeterli ve vasıflı kişiler değilse iyi bir yönetici ola-
maz.”10.
10
“Vâkıâ ıslâhat-ı esâsiyye hükümdâranının himem-i mahsûsalarına tevakkuf
eder. Şu kadar ki anlarda her işin müfredâtıyla mukayyed olamayub vesâit-i
icrâiyye olan vükelâ ve ümenâsıyla rü’yet-i mesâlihe mecbûr olurlar. Hâlbuki
vesâit-i icrâiyye düzgün olmaz ise hüsn-i temşiyet-i maslâhat dahi kabil ola-
maz. Bir hattât ne kadar güzel yazu yazsa pürüzlü kalem ile güzel yazamaz.
Binâen-aleyh bir adem iyi hattât olubda mı güzel kalem açmağı öğünür
yohsa güzel kalem açmağı öğünübde mi kâmil hattât olur. Burası erbâbı bey-
ninde mevzû-i bahs bir meseledir.” (YEE, 38/95: 4).
Cevdet Paşa, lâyihasının sonunda, çözüm olarak, padişahın kati bir
kararlılıkta olmasının gerekliliğini ve yerinde tedbirler alarak ehliyetli,
işini bilen devlet adamları seçmek suretiyle sıkıntıları ortadan kaldırabi-
leceğini ifade eder. İddiasını Kur’an-ı Kerim’in Nisa suresinin 58. ayeti
ile de destekler. Ayette “Gerçekte Allah size, emanetleri ehline teslim
etmenizi ve insanlar arasında karar verdiğinizde, adaletle karar vermenizi
buyurur. Evet, Allah size ne güzel öğüt veriyor. Gerçekte Allah duyandır,
görendir.” (Hamidullah 2000: 234) denilmektedir11.
Sonuç
Cevdet Paşa, bir vakanüvis olarak tarihin içinde ve onu yaşayan bir
insandır. Paşa, medrese eğitimi ve Reşid Paşa’nın yanında siyaseti öğ-
renmesi ile beraber devlet adamlığı vasfını da kazanmıştır. II.
Abdülhamid’in isteği ile yazdığı lâyiha meselelere -hem devlet adamı
hem de tarihçi olarak- bakışını ortaya koymaktadır. Cevdet Paşa, Reşid
Paşa’nın mahrem sohbetlerine katılan ve Osmanlı Devleti’nin geleceğinin
nasıl olması gerektiği hakkında kafa yoran bir devlet adamıdır. II.
Abdülhamid’in otuz üç yıllık saltanatı süresince takip ettiği denge
polikasında Cevdet Paşa’nın düşünceleri de etkili olmuştur.
İstanbul’un coğrafi konumu dolayısıyla Avrupalı devletler tarafın-
dan paylaşılamaması, Reşid Paşa’nın ifade ettiği gibi, jeostratejik konu-
mundan dolayı İstanbul’un Osmanlı Devleti’ni muhafaza ettiğini göster-
mektedir. Bunun kanıtı ise 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda imzala-
nan Ayastefanos Antlaşmasıdır. Antlaşma, İngiltere ve diğer Avrupalı
devletleri memnun etmediği ve Osmanlı Devleti’nin Rus hakimiyetine
girmesine sebep olduğu için kabul edilmemiş ve yerine Berlin Antlaşması
imzalanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile beraber, İstan-
bul’un coğrafi konumu, Avrupa’nın kendi aralarında anlaşmaları sonu-
cunda Osmanlı Devleti’ni koruyucu vazifesini yapamamıştır. Bunun ka-
nıtı Sevr Antlaşmasıdır.
Ermeni meselesinde Cevdet Paşa, olaya iki açıdan bakar. Birincisi
devlet adamlarımızın gafleti. İkincisi ise “Şark Meselesi’nin” bir parçası
olarak. İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerinin Ermeni meselesi
ile birlikte Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecine daha da yakınlaştı-
11
“Ahvâl-i hâzıranın ıslâhı hakkında arz-ı mütâlaa hadd-i iktidâr-ı
kemterânemin haricinde olmağla bu bâbda bir şey diyemem. Fakat hükemâ-
yı siyâsiyyûn siyâset-i müdün ilminde der-miyân olunan mesâil hep
(innallahe ya merkem an tevven deva el-emanat ala ehli ve iza hikmetem
beynennas en tehkumva bil-adl) ayet-i kerimesinin müfâd-ı münifene râcî’
olur diyorlar. Kulları dahi bu ayet-i kerimenin tilâvetiyle hatm-ı kelâm eyle-
rim.” (YEE, 38/95: 4).
ğını öngörürler. Savfet Paşa hakkındaki ağır ifadeleri, Cevdet Paşa’ya
özgü bir davranış değildir. Tanzimat dönemi devlet adamları arasında,
birbirini çekememe, birbirlerinin siyasi ikbalini kıskanma, saraya daha
yakın olma gibi hususlardan dolayı bu tarz ifade ve eleştiriler yapılmıştır.
II. Abdülhamid’in uzun saltanat süresi boyunca takip etmiş olduğu
politikalarda Cevdet Paşa’nın görüş ve düşüncelerinin de etkisi olmuştur.
Özellikle Avrupalı devletler arasındaki ittifaklardan faydalanarak devleti
ayakta tutma çabaları, Cevdet Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin coğrafi ko-
num ve stratejik mevkiinin önemini vurgulaması ve bundan faydalanıl-
masını tavsiye etmesi ile örtüşmektedir. Cevdet Paşa’nın Ermeni mesele-
sinde de problemin Şark Meselesinin bir uzantısı olduğu ve devletin takip
edeceği siyasette bunu dikkate alması gerektiği yönündeki ikazları önem-
lidir.
Cevdet Paşa’nın çözüm önerisi, işlerin ehline verilmesi, idarede
kuşatıcı ve hakim bir üslup takip edilmesi, idari işlerde teferruatla uğra-
şılmamasıdır. Hükümdar teferruatla meşgul olduğu sürece, detaylarda
boğulup kalır. Padişah işi ehline vererek onları teftiş ve murakebe ile
devleti yönetmelidir. Cevdet Paşa’nın bu çözüm teklifleri, II. Abdülhamid
tarafından dikkate alındığı pek söylenemez. Otuz üç yıllık saltanatında
kendisinin en çok eleştirildiği konuların başında bütün yetki ve idarenin
Yıldız Sarayı’nda toplanmış olması gelir.
Lâyihanın Transkripsiyonu
Ahvâl-i hâzıraya dâir bir lâyiha tahrir ve takdimi hakkında kurenâ-
yi şehriyârilerinden Arif Beğ kulları vasıtasıyla şeref-yâb-ı telâkki oldu-
ğum emr ü fermân-ı hümâyûn-ı hazret-i pâdişâhî mûcib-i âlisi üzere mu-
kaddem ve muahharen ahvâl-i hâzıra hakkında hissiyât ve mütâlaât-ı
âbidânem ber-vech-i âti arz olunur.
Merhûm Reşid Paşa ile bir gece musâhebet olunur iken demişdi ki
( biz bu mevki’i kendi kuvvetimizle muhâfaza edemeyeceğiz. Bundan
sonra bu mevki’ bizi muhâfaza edecek. Fakat hüsn-i idâre şartdır. Ve illâ
düvel-i Avrupa bizi rahat bırakmazlar. İstanbul ise her devletin matmah-ı
nazarı olduğu halde kabil-i taksim değildir. Eğer hüsn-i idâreye muvaffak
olamaz isek burada bir idâre-i müştereke teşekkül eder.)
Reşid Paşa’nın dediği gibi İstanbul mevki’inin mukasemesi kabil
olmayub her ne zaman buna dâir beyne’d-düvel bir bahs açmış ise taksi-
me bir sûret verilememiş olduğu tarihçe müsbetdir. Hatta 1222 sene-i
hicriyyesi hilâlinde12
Napolyon Bonapart ile Rusya İmparatoru
12
Miladi 1807.
Aleksandıra beynlerinde Memâlik-i Osmaniyye’nin mukasemesine karar
verilmişiken13 İstanbul’un taksimine çare bulunamayub nihâyet Akdeniz
Boğazı Fransa’da kalmak şartıyla İstanbul’un Rusya yedine geçmesine
Napolyon muvâfakat eylemiş ise de Karadeniz miftâhı hükmünde olan
Akdeniz Boğazı başka bir devlet yedine geçdiği takdirde İstanbul mevki’-
i kıymetinden düşeceğine mebni bir sûrete Aleksandıra muvâfakat
edememişdir. Ve fi’l-vâki’ burası muzır bir devletin eline geçmekden ise
Devlet-i Aliyye yedinde kalması Rusya politikasına muvâfıkdır. Ve Rus-
ya muhârebe-i âhiresinde İngilterelü Akdeniz Boğazı kendüsünde kalmak
üzere İstanbul’un Rusya’ya terkiyle şark mes’elesinin halline muvâfık
görünmüşiken Rusyalu buna temâyül etmeyüb Ayestafanos’dan ric’at
edivermişdir.
El-hâsıl İstanbul mevki’-i küre-i arzın üzerinde kabil-i taksim ol-
mayan bir nokta-i mümtâze olub her kangı bir devlet ana taarruz edecek
olsa diğerleri muarız çıkmak umûr-ı tâbi’yeden bulunduğu ve bu cihetle
mesâil-i siyâsiyyeden Devlet-i Aliyye’nin mevki’ pek mühim olduğu
beyâna muhtâc değildir. Ve el-hâletü hâzihi iki kısma münkasım olan
düvel-i mahmiyenin kuvve-i mütekabilelerinin muvâzenesinde Devlet-i
Aliyye denktaşı gibi bulundurub iki taraf dahi Devlet-i Aliyye’yi dâire-i
ittifâkına almağa çalışıyor. Hele Rusyalu Karadenizce İngiliz donanması-
nın mazarrâtından emin olmak içün Devlet-i Aliyye’nin bi-taraflığını bir
ittifâk tedâfüi kadar kıymetli add eyler. Lâkin eyyâm-ı harbde Devlet-i
Aliyye’nin bi-taraflıkda sebât edeceğinden tamamıyla emin değildir. De-
mek oluyor ki her devlet kendi mevki’ini muhâfaza eder. Devlet-i
Aliyye’nin mevki’ dahi kendüsünü muhâfaza ediyor. Fakat her hâlde
hüsn-i idâre ile meşrûtdur. Ve illâ idâre-i müştereke bahsi meydana
çıkabilür.[1]
Ve İngilterelü sâirinden ziyâde bunu tervic eyler. Zirâ kuvve-i
bahriyyece teferrukları olduğundan bir idâre-i müştereke teşkil olunduğu
takdirde nüfûzca düvel-i sâireye teferruk etmek ümidinde bulunur zann
ederim. Lâkin bu bâbda bir ittifâk-ı düveli husûle getürmekde kolay bir iş
değildir. Ale’l-husûs Devlet-i Aliyye umûr-ı dahiliyye ve hariciyyesince
hüsn-i idâreye muvaffak oldukça öyle bir ittifâkın husûlü imkansız görü-
nür. Zannıma göre bunun içün Devlet-i Aliyye’nin idâre-i umûrda aczin-
den bahs etmek ve Avrupa’nın efkâr-ı umûmiyyesini bu yola çevirmek
bed-hâhlarca adet hükmüne girmişdir.
13
7 Temmuz 1807’de Fransa ile Rusya arasında imzalanan Tilsit Barışı. An-
laşmanın Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren maddesinde İstanbul ve Rumeli vi-
layeti hariç, Osmanlı Devleti’nin Avrupa toprakları iki devlet arasında payla-
şılacaktı. bk. Armaoğlu (1997: 66-67); Tukin 1999: 149-153).
Rusya muhârebe-i ahiresi esnasında Rusyalunun Kürdistan yoluyla
Belûcistan’a14 doğru gitmek mülâhazasıyla İngilterelü düçâr-ı fikirce
endişe olunarak Kürdistan’da kendi nüfûzları tahtında bir hükümet-i
mümtâze teşkili zımnında Ermenileri ele almış ise de sonradan bunun boş
bir fikir olduğunu anladığından ve Rusyalu ise Taberistan15 cihetinden
Türkman memâlikine duhûl ve serian bir demiryolu inşâ’ ile Afganistan
hudûduna varmış olduğuna mebni İngilizler Ermeni mes’elesini nazâr-ı
ehemmiyetden düşürmemişler idi. Karibü’l-ahdde yine bu mes’eleyi dil-
lerine doladılar ve Ermeni komitelerine bir dereceye kadar ehemmiyet
virüb Van ve Bitlis taraflarında zuhûra gelen vukuât-ı âdiyyenin birine
bin katarak ve bir çok müftereyât dahi ilâve ederek âleme velvele verme-
ğe başladılar.
Teessüf olunur ki bir vakitdenberü Der-saâdet’in yanı başında bu-
lunan İzmid sancağında emniyet münselib olduğu hâlde geçen günler
derdest-i inşâ’ olan İzmid demiryolu üzerinde eşkıyâ tarafından ecnebile-
re taarruz olunması ve müteâkıben Edirne demiryolu üzerinde Babaeskisi
istasyonunun basılması gibi hadiseleler bed-hâhanenin mübâlâgat ve
müftereyâtını te’yid eylemişdir. Hâl bu merkezde iken Ermeni komitele-
rinin âsâr-ı fesâdâtı Der-saâdet’de rû-nümâ olmuş ve nihilist16 usûlüne
müşâbih bir yol almışdır.
14
İran’ın güneydoğusunda yer alan bölge kuzeyde Sistan ve Lut çölüyle, doğu-
da Pakistan Belûcistanı’yla, batıda Kirman’la ve güneyde Umman deniziyle
çevrilidir. Daha çok volkanik dağların bulunduğu bölgenin sert yüzey şekille-
rine sahip olması ulaşımda zorluklar ortaya çıkarır. Bölge İran’ın en geri
kalmış kesimidir. Nüfus yoğunluğu düşük olup halkın çoğunluğunu, göçebe
olarak yaşayan ve yerleşik hayata karşı uzun süre direnmiş olan Belûciler ile
Beruhuylar teşkil eder (Qureshi 1992: 427-428).
15
Araplar tarafından Elburz dağlarının şimalinden (kuzey) İran’ın Mazenderan
eyaletine verilen isim. Bu isim, halk iştikakında, bölgeyi kaplayan kesif or-
manlar ve ahalisinin başlıca meslekleri (odunculuk) sebebiyle, “balta (tabar)
‘lar ülkesi” şeklinde izah edilmiştir. Taberistan, şimalde Hazar denizi, cenup-
ta (güney) Elburz (dağ) silsilesi, şarkta Curcan ve garpta Gilan ile sınırlan-
mıştır. Toprağı bereketli, sulak, meyvesi bol, fakat durgun sularından dolayı
iklimi sağlığa zararlıdır. Ahalisi savaş sever, disiplinsiz, öldürmeğe ve yağ-
maya düşkündür. bk. Huart, (1993: 598-599).
16
Nihilizm (Hiççilik): 19. Yüzyılda Rusya’da Çar II. Aleksandr’ın hükümdarlı-
ğının ilk yıllarında ortaya çıkan, şüpheci temellere dayalı felsefe anlayışı.
Turgenyev’in 1862’de yayımladığı “Babalar ve Oğullar” romanındaki nihilist
Bazarov bu terimin yaygınlaşmasını sağladı. Zamanla 1860 ve 1870’lerin ni-
hilistleri geleneklere ve toplumsal düzene başkaldıran, düzensiz, dağınık, ba-
kımsız, inatçı kişiler olarak görülmeye başladı. Bundan sonra Nihilizm felse-
fesi de yanlış olarak II. Aleksandr’ın öldürülmesi ve mutlakiyetçiliğe karşı
Bu bâbda bed-hâhların işâat ve mübâlâgatına karşu hüsn-i müdâfaa
olunacağına cây-ı i’tirâz olan ahvâlin sebebiyyeti taraf-ı saltanata atf
olunmakda olub işte işin asıl cây-ı vakt olan ciheti de budur. Demek olu-
yor ki Devlet-i Aliyye’nin idâre-i dahiliyesinde kusur olduğu nasıl ki
inkâr olunamaz ise idâre-i umûr-ı hariciyyesinin bütün bütün bozuk oldu-
ğu müsellemâtdandır. Ve sebebinin hep me’mûrlarda olduğu ma’lûm
olmağla ve her iki cihetinde ıslâhı vacibâtdandır.[2]
Ermeni me’selesine gelince bunun mebâdîsi17 ma’lûmdur ki Berlin
Kongresi’nin teşkili esnasında Ermeni Patriki bulunan ma’hûd Nersis
Berlin’e bir he’yet-i meb’ûsa göndermek üzere müteveffâ Safvet Pa-
şa’dan ruhsat isteyüb o dahi encâm-ı beyn bir adem olmayub âdeten
yevmiyecilerden bulunduğu cihetle ruhsat vermiş ve Nersis dahi Berlin’e
birkaç müfsid göndermiş idi. Ne büyük hatâ’ ne büyük gafletdir ki Dev-
let-i Aliyye murahhasları kâfî olmayub da tebaasının bir sınıfı tarafından
kendi hukuklarını muhâfaza içün bir meclis-i kebir-i düveliyye meb’ûslar
gönderdikleri hâlde ol sınıfa bir imtiyâz-ı mahsûsa verilmiş olmaz mı?
İşte İngilizler bunu ser-rişte18 ederek Ermenilere yüz vermişler idi. Nere-
de Reşid Paşa, nerede Safvet Paşa. Öyle büyük makam ve mevki’lerde
bulunan ademlerin küçük bir hatâ’sı işte böyle büyük fenâlıklara bâdî19
oluyor. Ne hâl ise Ermeniler öyle bir vesile buldukları gibi tevsi-i
imtiyâzât sevdasına düşdüler. Ve heman Ermeni mekteblerini tanzim ile
yetişecek çocukların efkârını istedikleri yola çevirmek esbâbına teşebbüs
eylediler. Ermenilerin zenginleri ve hidmet-i devletde bulunanlarının
ekseri bu bâbda bezl-i mechûd20 ve sarf-ı nukud21 idegeldiler. Lâkin ek-
serinin efkârı esbâb-ı lâzımeyi tehyie22 ve i’dâd23 eyleyübde vakt-i
fırsatda muntazır olmakdan ibâret iken içlerinde zuhûr eden efkâr-ı
mazarrâta ashâbı vakt-i fırsata intizardan ise heman Avrupa devletlerinin
müdahâlesini celb edecek icrââta teşebbüs eylemek sevdâsına düşüb bir-
kaç senedenberü bunlar tekessür ederek bu fikr üzerine teşekkül eden
komiteler dahil ve haricde sıkı sıkıya işlemeğe başladılar. Ve kendülerine
yer altı örgütlerinin başvurduğu siyasal terörle birlikte anıldı. Bk.“Nihilizm”
(1989), Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, (16), İstanbul: 514-515;
ayrıca bk. Meriç (1997: 78-107).
17
Başlangıcı.
18
İpucu, tutamak.
19
Sebep, mucip; sebep olan; ilk, başlangıç.
20
Elinden geldiği kadar çalışma
21
Para harcamak.
22
Hazırlama, hazırlanma.
23
Hazırlama, hazırlanılma, geliştirme, geliştirilme.
cânib-i hükümetden gösterilen nezâket ve mülâyemeti devletin za’fına ve
kendülerinden havfına24 haml ederek Der-saâdet’de edebsizlik etmek
derecesine kadar tevsi-i dâire-i fesâd ve serkeş eylediler.
Mukaddimât-ı meşrûhaya nazaran ahvâl-i hâzıranın nezâket ve
ehemmiyeti inkâr olunamaz. Maa-mâ-fih tedbiri de pek müşküldür deni-
lemez. Himem-i celile-i hazret-i cihân-dâri ile her dürlü müşkülâtın hâlli
kabildir. Fakat bi’z-zât azm-i kat’î ile tedâbir-i mülhemiyyet âyât-ı
hümâyûna mevkûfdur.
Mısır valisi esbâk müteveffâ Mehmed Ali Paşa Der-saâdet’e
vürûduyla cennet-mekân Sultan Abdülmecid Han hazretlerinin huzûr-ı
hümâyûnlarına duhûl olubda ıslâhata dâir bahs açıldıkda efendim bende-
gân bir muntazam dolabı döndürebilürler ama eğriyi doğruldamazlar
eğriyi ancak hükümdarlar doğruldabilür demiş olduğu muhakkakdır.[3]
Vâkıâ ıslâhat-ı esâsiyye hükümdâranının himem-i mahsûsalarına25
tevakkuf eder. Şu kadar ki anlarda her işin müfredâtıyla mukayyed
olamayub vesâit-i icrâiyye olan vükelâ ve ümenâsıyla rü’yet-i mesâlihe
mecbûr olurlar. Hâlbuki vesâit-i icrâiyye düzgün olmaz ise hüsn-i
temşiyet-i maslâhat dahi kabil olamaz. Bir hattât ne kadar güzel yazu
yazsa pürüzlü kalem ile güzel yazamaz. Binâen-aleyh bir adem iyi hattât
olubda mı güzel kalem açmağı öğünür yohsa güzel kalem açmağı
öğünübde mi kâmil hattât olur. Burası erbâbı beyninde mevzû-i bahs bir
meseledir.
Ahvâl-i hâzıranın ıslâhı hakkında arz-ı mütâlaa hadd-i iktidâr-ı
kemterânemin haricinde olmağla bu bâbda bir şey diyemem. Fakat
hükemâ-yı siyâsiyyûn siyâset-i müdün26
ilminde der-miyân olunan
mesâil hep (innallahe ya merkem an tevven deva el-emanat ala ehli ve iza
hikmetem beynennas en tehkumva bil-adl) ayet-i kerimesinin müfâd-ı
münifene râcî’ olur diyorlar. Kulları dahi bu ayet-i kerimenin tilâvetiyle
hatm-ı kelâm eylerim.[4]
KAYNAKÇA
BOA, YEE: 38/95, Ahmed Cevdet Paşa’nın, ahval-i hazıraya dair lâyiha müsved-
desi. (Reşid Paşa'nın "biz bu mevkii kendi kuvvetimizle muhafaza edeme-
yeceğiz. Bundan sonra bu mevki bizi muhafaza edecek. Fakat iyi idare
şarttır ve illa Avrupa devletleri bizi rahat bırakmazlar. Her devletin İstan-
bul'da gözü olduğundan, taksimi kabil değildir. Eğer iyi idareye muvaffak
24
Korkma.
25
Özel gayret, çaba.
26
Şehirlerin yönetimi.
olamazsak burada yabancıların bir müşterek idaresi teessüs eder" dediğin-
den bahisle İngiliz ve Rusların bu zemin üzerinde vaki faaliyetleri, Ermeni
meselesi, Safvet Paşa’nın yaptığı hataya dair mütalaa ve malumatı havi-
dir.)
BOA, YEE: 39/7, Ahmed Cevdet Paşa'nın Mekatib-i Umumiyenin dersleri hak-
kında lâyihası.
BOA, YEE: 39/8, Ahmed Cevdet Paşa'nın Tuna vilayetinin teşkiline ve Hersek
ihtilaline dair lâyihası.
BOA, YEE: 39/9, Ahmed Cevdet Paşa'nın Navarin vakasının esbab-ı mucibesine
dair lâyihası.
BOA, YEE: 39/15, Ahmed Cevdet Paşa’nın Ecnebi devletlerin açacağı hususi
mekteplere dair lâyihası.
BOA, YEE: 39/18, Ahmed Cevdet Paşa'nın Senûsîlerin Tunus ve Cezayir civa-
rındaki faaliyetleri ile Mehdilik hususundaki tutumlarını muhtevi lâyihası.
BOA, YEE :39/19, Ahmed Cevdet Paşa'nın Dahiliye Nezareti kayıtlarına daya-
narak nüfus sayımı ile ilgili mütalaasını içeren lâyiha.
BOA, Y.PRK.AZJ. 1/31: Eski Şûrâ-yı Devlet Azasından İsmail Hakkı Bey'in
Osmanlı Devleti’nin hali hazır dahili ve harici durumu ve ıslahı için lazım
gelen hal çarelerini yedi madde halinde izah eden lâyihası. Lâyiha şu alt
başlıklardan oluşmaktadır : 1- Devlet-i Aliyye'nin umur-ı dahiliyesi bu sı-
rada nasıl nizamat ve usule muhtaç olduğu. 2- Elan mevcud olan muhare-
be için gerek harb ve gerek Düvel-i Ecnebiye ile Devlet-i Aliyye'nin ne
yolda bulunması lazım geleceği. 3- Umur-ı askeriye hasbe’l-vakt ne yolda
bulunması iktiza edeceği. 4- Umur-ı maliyenin ıslahı maddesi. 5- Zat-ı
kudret-simat-ı tacdari ne vecihle umum halkın kendilerine elan derkar
olan ubudiyet ve muhabbetini bir kat daha tezyid ve tekid etmesi. 6- Dü-
vel-i Ecbeniye'nin Devlet-i Aliyye ile politika işleri. 7- İşde bulunan vü-
kelanın ahval ve istidadları kema-yenbagi nezd-i mekarim-vefd-i şahane-
de malum oldukda ahval ve istidadlarına göre istihdam olunmaları (Layi-
hanın bir sureti YEE 10-36’da kayıtlıdır).
Abdurrahman Şeref Efendi (1985), Tarih Musahabeleri, (sadeleştiren. Enver
Koray), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Ahmed Cevdet Paşa (1980), Marûzât, (hzl. Yusuf Halaçoğlu), TTK Yayınları,
İstanbul.
ARMAOĞLU, Fahir (1997), 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1789-1914), TTK Yayınla-
rı, Ankara.
ARMAOĞLU, Fahir (1991), 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, (1), Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Ankara.
BAYUR, Yusuf Hikmet (1991), Türk İnkılâbı Tarihi, (I/I), TTK Yayınları Anka-
ra:.
ÇETİNSAYA, Gökhan (1999), “Çıban Başı Koparmamak”: II. Abdülhamid
Rejimine Yeniden Bakış”,Türkiye Günlüğü, C. 58, Kasım-Aralık 1999,
İstanbul.
HALAÇOĞLU, Yusuf- Aydın, M. Akif (1993), “Cevdet Paşa”, TDV İslâm An-
siklopedisi, C. 7, s. 443-450.
HALAÇOĞLU, Yusuf- Aydın, M. Akif (1994), “Ma’rûzat Ve Tezâkir’de Musta-
fa Reşid Paşa ve Tanzimat Erkânı”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semi-
neri Bildiriler Ankara 13-14 Mart 1985, TTK Yayınları, Ankara.
HAMİDULLAH, Muhammed (2000), Aziz Kur’ân, (çev. Abdülaziz Hatip-
Mahmut Kanık), Beyan Yayınları, İstanbul.
HUART, Cl., “Taberistan”(1993), İslâm Ansiklopedisi, C. 11, s. 598-599.
İNAL, İbnülemin Mahmud Kemal (1961), Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar,
VI. Cüz, Milli Eğitim Yayınları, İstanbul.
KURAT, Akdes Nimet (1990), Türkiye Ve Rusya, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara
Mahmud Celâleddin Paşa (1983), Mir’ât-ı Hakîkat Tarihi Hakikatların Aynası,
(hzl. İsmet Miroğlu), Berekât Yayınları, İstanbul.
MARDİN, Ebu’l-ula (1996), Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa,
TDV Yayınları, Ankara:.
MERİÇ, Cemil (1997), Mağaradakiler, İletişim Yayınları, İstanbul.
“Nihilizm”(1989), Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C. 16, s. 514-515.
OĞUZ, Mustafa (2007), II. Abdülhamid’e Sunulan Lâyihalar, ( Ankara Üni. Sos.
Bil. Ens. Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara.
ORTAYLI, İlber (2003), Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, İletişim
Yayınları, İstanbul.
Tahsin Paşa (1990), Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları Sultan Abdülhamid, Bo-
ğaziçi Yayınları, İstanbul.
TANPINAR, Ahmet Hamdi (1988), 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağla-
yan Kitabevi, İstanbul.
TUKİN, Cemal (1999), Boğazlar Meselesi (yay. haz. Bülent Aksoy), İstanbul:
Pan Yay.
QURESHİ, M. Naeem (1992), “Belûcistan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansik-
lopedisi, C. 5 İstanbul, s.427-428.