« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 May

2012

KIRK HADİS (HADİS-İ ERBAÎN) Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî(K.S.) & KIRK HADİS Ahmed BİN SÜLEYMAN EL-ERVÂDİ (K.S.)

01 Ocak 1970

Tercüme: Dr. Mehmed S. Bursalı
Vuslat Vakfı Yayınları

KIRK HADİS
(HADİS-İ ERBAÎN)
Ahmed Ziyâüddîn
Gümüşhânevî (K.S.)
ÖNSÖZ
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî (K.S.), ilimle
meşgûl olmayı en üstün yakınlık vesilelerinden, en
büyük ibadetlerden biri olarak görmüş, ilimlerin en
mühimlerinden birinin de, Peygamberimiz (sallallahü
aleyhi ve selem)’in hadislerini bilmek olduğunu ifade
etmiştir. Bunun yanında, ona göre Peygamber
Efendimiz (S.A.V.)’in sünnetlerini müslümanlara
nakletme işi, peygamberlerin vazifelerinden biri olarak
müslümanların hayrını istemenin bir gereğidir.
Hadisleri nakletme ve öğretme görevini yerine getiren
kimse, sünnetini nakletmiş olduğu o yüce Resûl’ün(sav)
halifesi sayılır.
Bundan dolayı Gümüşhânevî Hazretleri, hadis
öğretimine özel bir önem vermiş ve hadisle alakalı
birçok eserler kaleme almıştır. Öyle ki, ondaki bu
düşünce; hadis ilmi ile iştigali, tarikatının bir rüknü
haline getirmiş, kendisinden sonra aynı çığırı devam
ettiren halifeleri tarafından bu hassasiyet günümüze
kadar intikal etmiştir.
Kendisine bu yüzden “Muhaddis-i Rûm”
(Anadolu’nun
Muhaddisi)
de
denilen
Gümüşhânevî’nin, tasavvufî yorumlarını da ihtiva eden
hadisle ilgili eserleri ile, diğer telifatı dünyanın dört bir
yanına dağılarak, yakın ve uzak bütün ilim ehlinin el
kitabı olma hüviyetini kazanabilmiştir. Bugün,
herhangi bir kütüphaneye girdiğimiz zaman, eserlerini
rahatlıkla bulabilmemiz bunu teyid etmektedir. 1
İşte elinizdeki bu eser, onun, çok kıymetli hadis
te’lifatından biri olan “Kırk Hadis” kitabıdır. Onun,
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve selem)’den
rivayet edilen: “Ümmetimden kırk hadis ezberleyen
kişiyi Cenâb-ı Hakk, kıyamet günü âlimler ve
fakihlerle birlikte haşreder.”, diğer bir rivayette de:
“Ben, onun için, kıyamet gününde bir şahit ve şefaatçi
olurum.” Hadis-i şerifindeki müjdeye nâil olmak için
yazdığını beyan ettiği bu risâle, özlü manalar ifade
eden, kısa ve ezberlenmesi kolay hadislerin bir araya
getirildiği bir eserdir. İçerisinde 42 hadis bulunan bu
risâlede, daha çok ahlaki ve içtimâi meseleleri konu
edinen hadislerin, sadece metinleri verilmiştir. Baskı
tarihi ve yeri zikredilmeyen bu kitap, “Devâül-
Müslimin” ve “Netâicul-İhlâs” risâleleri ile birlikte
basılmış bir mecmua içerisinde yer almıştır.2
MÜTERCİM
1 Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî Sempozyum Bildirileri (sh. 64-65),
Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn ve Hâlidiye Tarikatı, Dr. İrfan
Gündüz, syf. 86-87.
2 Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn ve Hâlidiye Tarikatı, Dr. İrfan
Gündüz, syf. 103.
AHMED ZİYÂÜDDİN
GÜMÜŞHANEVİ (K.S.) Hz.NİN
KISA TERCEME-İ HALİ
Gümüşhane’de dünyaya gelen, İstanbul
Süleymaniye Camii haziresinde medfun bulunan,
İstanbul’a teşrifleriyle ufku değişen, ariflerin ve
evliyaların kutbu, üstadı, yardımcısı, dayanağı,
yardıma yetişeni, elinden tutanı, kendine ulaşanların
gavsı, müridlerinin terbiyecisi, sâliklerin irşad edicisi,
Kur’an edebiyle yaşayan, Allah(C.C.)’ın kelimesini ve
şeriatını gönüllerde yüceltmeye bütün gücü ile gayret
eden, fakih ve muhaddis, Resulullah’ın (S.A.V.) sünneti
ve yolundan ayrılmayan, ilim ve marifetlerin
kaynağının takipçisi, milyonlarca insanın gönlüne irfan
nurlarının akmasına vasıta olan Büyük Şeyh Efendi
Ahmed Ziyâüddin bin Mustafa el-Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretleridir.
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretleri 1813 yılında Gümüşhane’nin Emirler
mahallesinde dünyaya gelmişlerdir. Babaları Mustafa,
dedeleri Abdurrahman adlarını taşırlar. Pederleri
ticaretle hayatını kazanan salih bir zât idiler.
Gümüşhanevi Hazretleri beş yaşında okumaya
başladılar. Sekiz yaşlarına gelince Kur’an-ı Kerim,
Delâil-i Hayrat, Kaside-i Bürde ve Hizbü’l-Ahzap
kıraati için icazet aldılar. On yaşlarında babalarının
Trabzon’a hicretiyle birlikte, oranın ileri gelenlerinden
olan Laz Hoca, Şeyh Osman Efendi ve Şeyh Halid as-
Saidî’den sarf, nahiv ve fıkıh dersi almağa başladılar.
Abilerinin askerde, babalarının ise yalnız olması
sebebiyle küçücük yaşında bir yandan babalarının
mağazasında çalışırlar, bir yandan da büyük bir aşk ve
şevkle ilim tahsiline gayret ederlerdi. Mutad dersleri ve
hafızlığını devam ettirirken de bizzat elceğiziyle
ördükleri keseleri satarak helal para biriktirmeye
çalışıyorlardı. Bu parayla ileride tahsillerini ilerletmek
için gereken masrafı karşılayacaklardı.
1831’de amcalarıyla birlikte alışveriş için
İstanbul’a geldiler. Babaları için lüzumlu ticaret
eşyasını aldıktan sonra onları amcalarına teslim ettiler
ve şöyle buyurdular:
“Muhterem amcacığım, ben şu anda gökte
ararken yerde bulduğum, ilim ve marifet beldesi
İstanbul’da bulunmaktan dolayı tarife sığmaz bir
saadet ve bahtiyarlık içindeyim. Ağabeyim askerden
dönmüş bulunuyor. Benim için artık memleketime
dönmek gerekmez. Burada kalıp ilmimi tamamlamak,
tarikat ve tasavvuf ilmimi sürdürmek arzusundayım.
Mazeretimi kabul edin ve bana incinip gücenmeyin.
İleride lazım olur düşüncesi ile kendi ellerimle örerek
sattığım para keselerinden birkaç kuruş biriktirmiştim.
Bunları da kendime hiç pay ayırmadan size vererek
babama gönderiyorum. Yardımcı ve dost olarak Allah
bana yeter! Üzerimde hakkı olan yakınlarımın haklarını
helal edip, dualarından unutmamaları en büyük
dileğimdir. Ben de kapanacağım hücremde, sizleri dua
ve hayır ile anmaktan bir an geri kalmayacağım.”
Bu vedalaşmadan sonra, İstanbul’da hiçbir
tanıdığı, yanında da tek kuruşu kalmadığı halde,
Rabbine tam bir tevekkül ve teslimiyet duygusu içinde,
Bayezid Medresesinde yapayalnız kalmışlardır.
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretleri, Süleymaniye Medresesindeki derslere
devam ettiler, zamanın ileri gelen ulemasından padişah
hocası Hacı Hafiz Muhammed Emin Efendi ve
Abdurrahman el-Harputi Hazretleri’nin ders
halkalarına katıldılar. Şeriat ilimlerini elde edip icazet
aldıktan sonra Bayezid Medresesinde müderrisliğe
tayin olundular. Orada irşada, ders okutmaya ve 28 yıl
sürecek olan ilmi eser tertibine başladılar. Zaten
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, henüz icazet almadan
üstün zekâları, kavrayış ve çalışkanlıkları ile
hocalarının dikkatini çekmişler ve vekâleten Şerh-i
Akaid okutmaya, bir yandan da eserler telif etmeye
başlamışlardı.
Gümüşhanevi Ahmed Ziyâüddin (K.S.)
Hazretleri, şeriatın zahir ilimlerinde başarılı bir tahsil
hayatından sonra icazet almışlar, dersiâmlık mevkiini
ulaşmışlar ve ilim yayma faaliyetine başlamışlardı.
Ama tarikat ve tasavvuf sahasında da olgunlaşmak
istiyorlardı. Bu maksatla Mevlana Halid el-Bağdadi
(K.S.) Hazretlerinin halifelerinden Abdülfettah el-Akri
Hazretlerine müracaat ederek ona intisap etmek
istediklerini belirttiler. O şu cevabı verdi:
“Sizin, tarikatta kısmetiniz benim vasıtamla
değildir. Mana âleminizi nurlandırmakla vazifeli başka
birisi vardır. Vakti gelince intisap eder, feyzinizi ondan
alırsınız. Bekleyiniz.”
Böylece Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri hasret
dolu bir bekleyişe girdi. O sırada Mevlana Halid el-
Bağdadi (K.S.) Hazretleri, halifelerinden Ahmed bin
Süleyman el-Ervadi (K.S.) Hazretlerine:
“Ey Dost, parıltısı ile kuzey Afrika, Buhara, Mısır,
Mekke, Medine, Hindistan ve uzak doğunun
aydınlanacağı zat için İstanbul’a git, Onu ara bul. O,
henüz açılmamış bir goncadır. Her ne kadar İstanbul’a
senden evvel pek çok halife gönderilmiş ise de, onun
nasibi sana verilmiştir. Onun irşadı ile meşgul ol. Zira
O, bizden sonra sahibi zaman ve rehberi tarikat
olacaktır.” buyurmuşlar ve Ervadî Hazretleri emir
gereği yola çıkıp 1845 de İstanbul’a varmışlardır.
Gümüşhanevi Hazretleri, bir sabah Abdülfettah
Efendi’nin (K.S.) odasında ilk defa Ervadî Hazretleri
(K.S.) ile karşılaşmış, ona çok yakın bir alaka ve sevgi
hissetmiştir. Ervadî (K.S.) Hazretleri’nin, “Ya Ahmed!
Sizin irşadınız bana verilmiş olup, yalnız sizin için
Şam’dan Anadolu’ya gelmek için görevlendirildim.”
demesi üzerine tanımadığı bir kişinin kendisine adı ile
hitap etmesinden hayretler içinde kalan Gümüşhanevi
(K.S.) Hazretleri, hemen oracıkta Ervadî Hazretlerine
(K.S.) intisab etmişlerdir.
Pek çok meşayıhın manevi bir işaretle
yönlendirildikleri, diyar diyar gezerek mürşidlerini
arayıp buldukları bilinir. Durumun tam tersine dönüp,
Gümüşhanevi
Hazretleri’nin
şeyhi
Ervadî
Hazretleri’nin Şam’dan sadece Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretlerimizi irşad için İstanbul’a gelmesi,
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri’mizin Halidiye Tarikatı
içindeki yerlerinin büyüklüğüne işaret etmektedir.
Kendisi ile ilmi alışverişi 16 yıl süren Ervadî
Hazretleri(K.S.), Gümüşhanevi(K.S.) Hazretlerine bir
süre tarikat, zikir ve seyr-ü sülûk yollarını talim
ettirmişler, Ona manevi dereceler aştırmış, ruhani
yüksek derecelere ulaştırmışlardır. Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretlerinin girdiği iki halvetten sonra Ervadi (K.S.)
Hazretleri kendisine 1848 tarihinde; Nakşibendiyye,
Kadiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye,
Halidiyye, Halvetiyye, Bedeviyye, Rifaiyye, Şazeliyye
ve Müceddidiyye tarikatlarından hilafet-i tâmme ile
icazet vermişlerdir.
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri Mahmutpaşa
Medresesindeki hücresinde irşad faaliyetine devam
etmişler, bu hücre, zamanla artan müridlerinin
ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelince İstanbul’da,
Sultanahmed’in Alemdar Mahallesindeki Fatma Sultan
Camii’ni tekke olarak kullanmışlardır. Daha sonra cami
yanına büyük bir ev ve tekke yaptırıp vakfetmişler,
burası Gümüşhaneli Dergâh-ı Şerifi diye şöhret
bulmuştur.
1863 yılında, Sultan Abdülaziz tarafından
emirlerine tahsis edilen bir vapur ile beraberinde birçok
öğrencisini alarak Hacca gitmişlerdir. Bu Hac
ziyaretinde Ramuz el-Ehadis kitabının tanzim ve
planlamasını düşünmüşler, İstanbul’a döndükten
sonrada görevlerine devam ederken 1865–1875 yılları
arasında eserin tasnifini tamamlamışlardır. İlk haclarına
müteakip İstanbul’a dönüp, Şeyhül-Haremi Nebevi
Mehmet Emin Paşa’nın kızı Havva Seher validemiz ile
evlenmişlerdir.
93 harbinin patlak vermesinin ardından (1877–
1878) müridleri ile birlikte Kars’a gidip cephede fiilen
savaşa katılmış, ateş hattında bulunmuş, askere manen
moral desteğinde bulunmuşlardır. O senenin Ramazan
ayına kadar savaşa devam eden Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretleri, savaşın hafiflediği ve durakladığı bir sırada
Of’a gelip burada iki yüz sekseni aşkın talebeye Ramuz
okutmuş, birçok kişiyi de halvete sokarak hilafet
vermişlerdir.
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretleri 1877 senesinde ikinci defa Hacca gitmiş,
dönüşte 3 seneden fazla Mısır’ı şereflendirmişlerdir. Bu
ziyaretinde Ramuz el-Ehadis’i 7 defa okutarak yüzlerce
Arap âlimine icazet vermişlerdir.
Ömrünün 28 senesini neşriyat ve ilmi çalışmalara
veren Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, 16 sene
müridlerine bizzat tarikat telkini yapmış ve hatm-i hace
yaptırmışlardır. Her sene biri Zilhicce, biri de Recep
ayında olmak üzere senede iki kere halvete girerlerdi.
Zühd ve takvada dereceleri son derece yüksek idiler.
Gayet perhizkâr, kanaatkâr yaşarlardı, çok zaman
katıksız ekmekle yetinerek ellerine geçen parayı
fakirlere dağıtırlardı. Ömrünün son 18 yılını (bayram
günleri hariç) aralıksız oruç ile geçirmişlerdi. Geceleri
uyumazlar, zikirle, ibadetle, eser telifi ile meşgul
olurlardı. Gündüzleri de talebe yetiştirmekle
uğraşırlardı. Yatsı namazından sonra konuşmayı
sevmezler, yatsı abdesti ile sabah namazı kılarlardı.
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin hocası
Muhammed Emin Efendi, Gümüşhanevi Hazretlerine
tarikat yönünden intisap etmişler ve bu suretle şeri
ilimlerde öğrencisi olan zatın tasavvufta öğrencisi
olmakla şereflenmişlerdir.
Yazlarını Beykoz’un Yuşa tepesine çadır kurarak
geçiren Gümüşhanevi Hazretleri, Cuma günleri
mutlaka dergâha gelmeyi adet edinmişlerdi. Haftanın
bir gününde yapılması adet olan hatm-i hace zikrini
bizzat yaptırmayı hiç ihmal etmemişlerdi.
Gümüşhanevi Hazretleri vefat senesinden öndeki yaz
Cuma günleri dâhil tekkeye gelmemişler, yerine Hasan
Hilmi Hazretlerini vekâleten bırakmışlardır. Kışın
dergâha döndüklerinde mihraba hiç geçmemişler,
tekkenin tüm mesuliyetini halifesi olan Hasan Hilmi
Hazretlerine devretmişlerdir.
Bu ara rahatsızlanan Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretleri pek zayıf ve mecalsiz düşmüşlerdir. Bir
aralık çok ağırlaştığı, yatağa düştüğü, beş gün hiçbir
şey yeyip içmediği, son üç günde de gözünü hiç
açmadığı, ağzından da tek sözün çıkmadığı bizzat
görenlerden nakledilmiştir. Bu hal üzere hasta
yatağında baygın bir şekilde, dört büklüm yatan
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, tedavisi için gelen
doktor tarafından ayakları uzatıldığında, kulaklarının
ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmiş, gözlerini
hafifçe açarak: “Bir de beni Rabbimin huzurunda ayak
uzatma suçu ile baş başa bırakmayın” diyerek
ayaklarının toplanılmasını istemişlerdir. 25 Mayıs 1893
Pazar günü sabaha doğru yarı baygın yatarken ansızın
gözlerini açıp “Hepsini isterim Ya Kibriya!” diyerek
ruhunu teslim etmişlerdir.
Mübarek
kabirleri
Süleymaniye
Camii
haziresinde, zevcesi Seher validemiz ile yan yanadır.
Her iki kabrin etrafı parmaklıklar ile çevrili olup
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin başuçlarındaki taşta
aşağıdaki manidar beyitler yazılıdır:
Nazar kıl çeşm-i ibretle, makâm-ı ilticâdır bu!
Erenler dergâhı, bâb-ı füyûzât-ı Hüdâ’dır bu!
Ziyâüddîn-i Ahmed, mevlidi anın Gümüşhâne,
Şehir-i şark-u garbın, mürşid-i râh-ı Hudâdır bu!..
Muhakkak ehl-i Hakk ölmez, ebed haydır bil ey zâir !
Saray-ı kalbini pâk eyle, bâb-ı evliyâdır bu!
Şu’a-ı dürr-i vahdet, menba’-ı ilm-i ledünnîdir.
Mükemmel vâris-i şer’-ı Muhammed Mustafâ’dır bu.
Hilâfet müddetinden, "İrcii" vaktine dek Hakk’a,
Tarîk-i Hâlidî’yi neşr eden, Hakk-reh-nümâdır bu.
Oku ihlâs ile bir Fatiha, kalbinde daim tut
Cilâ-yı ruhdur zikri, mürîdana gıdâdır bu!"
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin vefatı haberi
duyulunca müslüman halk derin bir teessüre kapılmış,
yürekten sarsılmıştı. Çünkü Ahmed Ziyâüddin
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri bütün müslümanların
sevdiği, saydığı, gönülden bağlı olduğu bir din büyüğü
idiler. Cenazelerinde mahşeri bir kalabalık hazır
bulunmuş ve en samimi dualar ve gözyaşı içinde
toprağa verilmişlerdir.
ŞEMAİLİ
Orta boylu, beyaz yüzlü, yanakları kırmızı, orta
kısmı hafifçe yüksek çekme burunlu, çatık kaş ve açık
alınlı, sağ ve sol gözlerinin altında birer siyah ben
bulunan, yuvarlak yüzlü, beyazı bellice siyah ve iri
gözlü, başları devamlı traşlı ve beyaz sakallı bir zât
idiler. Başlarına Nakşî tacı ve beyaz imame sararlar,
cübbe, hırka ve uzun entari giyerlerdi. Ayaklarında
devamlı ayakkabı bulunur, siyah renge hiç rağbet
etmezlerdi. Yazları beyaz, kışları da yeşil renk elbise
giymeyi tercih ederlerdi.
GÜMÜŞHANELİ DERGÂHI
Gümüşhaneli Dergâhı bir ilim ve irfan
üniversitesi gibiydi. Ferdi anlamda irşad gayreti ile
hareket eden tekkenin toplumsal olarak amacı ise;
imanı, fikri, ahlakı ile kemale ermiş, şuurlu
Müslümanları yetiştirmekti. Dergâhta Ramuz el-
Ehadis, Levamiul-Ukûl ve Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretlerinin diğer eserleri okutulurdu. Müridlerin
sayısı bir milyonu aşıyordu. Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretleri 116 adet irşad salahiyetinde talebe
yetiştirmişler, onlara maddi ve manevi ilimlerini
aktarmışlardı.
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretlerinin hürmet edilip sözü dinlenen büyük bir
şahsiyet olması sebebiyle Dergaha Sultan Abdülmecit,
Sultan Abdülaziz, Sultan II. Abdülhamit ve birçok
devlet adamı gelerek Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin
sohbet ve derslerine iştirak etmiş, Reisül Ulema Tikveşli
Yusuf Ziyâüddin Efendi, Erkan-ı Harp Livalarından
Munib Bey, Arap Mehmet Ağa gibi zatlar ise Hazret’in
müridi olma şerefine nail olmuşlardır.
Toplumun her türlü ihtiyacına cevap verme
gayreti içinde olan Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri,
iktisadi ve ticari hayata da istikamet vermiştir. O
zamanlarda yeni ortaya çıkan faizle çalışan
bankalardan ihvanını kurtarmak için dergâhta bir
yardımlaşma sandığı kurdurmuşlardı. Müntesiplerin
ellerinde bulunan menkul kıymetleri bir araya getirerek
kurulan bu sandıktan muhtaç olanlar ihtiyaçları kadar
borç alırlar, en müsait şartlarda bilahare öderlerdi.
Osmanlı Devleti tarihindeki “avarız sandıklarına”
benzer bu sandıkla Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri hem
evlerde beklemekte olan ufak sermayenin bir araya
gelerek büyümesini ve iş hayatına intikalini
sağlamışlar, hem de sosyal hayatın her safhasına
hizmet götüren dergâhların, iktisadi ve ticari hayatta da
rol alabilecek birer müessese olduğunu göstermişlerdir.
Ayrıca Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri,
müslümanların ilerlemesi, İslamiyet’in yücelmesi için
bir matbaa kurdurmuşlar, Rize, Bayburt ve Of’ta on
sekiz bin ciltlik 4 ayrı kütüphane tesis ettirmişlerdir.
Dergâha ait matbaada basılan İslami kitaplar ücretsiz
verilmişti.
Gümüşhaneli Dergâhı, tekke ve zaviyelerin
kapatılmasından 1942 ye kadar mabed olarak korundu.
Anıtlar Yüksek Kurulu’nun “Muhafazası gerek eski
eser” olduğu kararına rağmen dergâh ve Fatma Sultan
Camii, yol yapımı gerekçesiyle 1957 de yıktırılmıştır.
Dergâhtan bu gün sadece, minaresinin tuğla enkazı ile
Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Sokağı hatıra
kalmıştır.
İLMİ YÖNÜ
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri ilme çok önem
vermişler, 28 sene süren telif hayatında yatağa, yastığa
rağbet etmemişler, nice gecelerini sırf bu yüzden
uykusuz geçirmişlerdir. İsimleri bir icazetname
hacmine sığmayacak kadar çok müellifin, daha da fazla
olan eserlerini inceleyip, bunları okutacak kadar iyi
bildiği, Bayezid ve Mahmutpaşa medreselerinde
öğrencilere
verdikleri
icazetnamelerden
anlaşılmaktadır. Kütüphanesinde 18 bin ciltlik eser
bulunan Gümüşhanevi Hazretlerinin 60’a yakın basılı
eserleri mevcuttur. Ömrünün büyük kısmını yoğun
ilmi çalışmalara ayırıp geceleri hiç uyumadıklarını,
sabahlara kadar kitap yazmaya çalıştığını halifelerinden
Hasan Hilmi Efendi Hazretleri(K.S.) şöyle anlatırlar:
“Çok uzun süren bu dönem içerisinde öğleye az
bir zaman kala kıbleye döner, başına da bir havlu
örterek uyumaya çalışırdı. Böyle yaparken
çevresindekilere: “Öğle ezanına az bir zaman kala beni
uyandırın” diye tembih ettiği halde, her defasında
kendiliğinden uyandığı için onu uyandırmak kimseye
nasip olamamıştır.”
Zamanında hadis alanında zirveye ulaşmışlar, 2
ciltlik Ramuz el-Ehadis ve şerhi olarak 5 ciltlik
Levamiul Ukûlu kaleme almışlardır. Hadis alanındaki
üstün çalışmalarından dolayı kendilerine Muhaddis-i
Rum da denilir. Bu eserler dışında hadisle alakalı
Acâibün-Nübüvve, Letaifül Hikem, Hadis-i Erbain
adlı üç eserleri daha vardır.
Tasavvuf konusunda Câmiul Usûl, Mecmuat-ül
Ahzab ve Ruhul Arifîn gibi tasavvufun inceliklerini
ihtiva eden eserleri de mevcuttur.
Ahlak konusunda ise Necat-ül Gafilin, Netaicül
İhlâs, Devaül Müslimin adlı eserlerinden başka
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin fıkıh ve kelam ilmine
dair eserleri de bulunmaktadır.
TASAVVUFÎ ŞAHSİYETİ
Levamiul Ukûl isimli eserinde kendisini
“Tarikaten Nakşibendî, meşreben Şazeli” diye tanıtan
Gümüşhanevi Hazretleri, ruhani latifeler ve seyr-ü
sülûk prensibini esas alan ve “hafi zikr” i benimseyen
bu iki tarikatın usul ve adabı çerçevesinde bir tasavvuf
ve tarikat anlayışına sahiplerdir.
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, on altı yıl
müridlerine bizzat tarikat telkini yapmışlar, haftada iki
defa müridleri ile topluca hatm-i hace zikri icra
eylemişlerdir. Dergâhındaki sayısız müridin hepsinin
farklı farklı manevi kabiliyetlerine vakıf olarak onlara
ayrı ayrı yollar gösterip onları manen olgunluğa
ulaştırmışlardır. Bir milyondan fazla müridi bulunan
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri sadece İstanbul’da değil
tüm dünyada tesir göstermişlerdir. Yetiştirdikleri 116
adet irşad salahiyetindeki talebelerini Kazan’dan
Komor adalarına, Mısır’dan Medine’ye, Çin’den
Afrika’ya kadar geniş bir sahaya göndererek,
Nakşibendî tarikatı ve tasavvuf düşüncesinin
yayılmasına pek büyük katkıda bulunmuşlardır.
Kişiyi içten vuran ‘kötülüğü emredici’ karakteri
kırarak, bedende ruh lehine bir hâkimiyet kurabilmek
için zühd ve takva dolu bir hayat anlayışı benimseyen
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, “az yemek, az uyumak,
az konuşmak” prensibine sımsıkı bağlı bir ömür
sürdürmüşler, müridlerine de bunları telkin
etmişlerdir.
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerimizin kolu olan,
Nakşibendîliğin Halidiyye kolunda, gizli ve sessiz zikir
olan “zikr-i hafi” ye önem verilir. Günlük zikir öncesi
kalp ve gönülde olan dünyevi kuruntulardan
kurtularak, insana, bir gün Allah(C.C.)’ın huzuruna
çıkıp hesap vereceğini hatırlatan ölüm tefekkürü
yapılır. Şöyle ki: “Gözlerimizi yumarız kendimizi
yatağımızda yattığımız gibi düşünürüz. Sanki bu
yatışımız son yatışımız da Hz. Azrail canımızı almaya
gelmiş. Ne yapacağız ve bu iş nasıl olacak diye telaş
içerisinde kıvranırken imdad-ı İlahi yetişir ve kelime-i
şahadet getirerek ruhumuzu teslim ederiz. Dostlar,
akrabalar başımıza toplanır. Ağlarlar, sızlarlar, feryad ü
figan ederler. Komşulara, yıkayıcıya da haber verirler.
Teçhiz ve tekfinini hazırlarlar. Elbiselerimizi soymaya
başlarlar ya işte o hali gözünün önüne getir. Haa...
Bak... Soyuyorlar. Soydular. Teneşir tahtasına koydular.
Yıkayıcı geldi. Temizledi, yıkadı. Abdestledi, kefenlere
sardı. Tabuta koydular, namazını kıldılar. Ahiret evi
olan kabire koydular. Herkes evine gitti sen orada
yapayalnız kalakaldın...” Bu şekilde her gün yapılan
“rabıta-ı mevt” ile mürid ‘ölmeden evvel ölüm’ sırrına
ermeye ve daha yaşarken fenadan bekaya sıçramaya
çalışır.
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri bir şeyhe olan
ihtiyaçtan bahsederlerken “Yaratılış gayesi kulluk
olarak belirtilen insanın, gerçek kulluğa ermesi
marifetle, marifet de kâmil ve mükemmel bir mürşid
elinde manevi dereceleri kat ederek, Allah(C.C.) ile kul
arasında karşılıklı rızanın bulunduğu durum olan
“sıfat-ı mardıyye” sahibi olmaya bağlıdır” buyururlar.
Marifette kemal ve seyr-ü sülûkta visal için kendisine
intisab gereken mürşidde, kemal ifadesi olarak
bulunması gereken beş şart şunlardır:
1- Silsilesi itibariyle Hz. Peygamber (S.A.S.)’e
eksiksiz olarak ulaşan kâmil bir mürşidden irşad icazeti ile
müşerref olmak.
2- Manevi zevk sahibi olmak.
3- İslam’ı çok iyi bildiği gibi, emirlerine uyma ve
yasaklarından kaçınmada müridlerine üstün misal olması.
4- Şefkat ve himmette yüce olmak
5- Allah(C.C.)’tan gelen her şeye razı olmuş,
iradesini Hakk’ın iradesinde ifna etmiş durumda bulunmak.
İsabetli görüş ve tesirli telkin sahibi olmak.
Nakşibendîyye prensiplerinden olan intisab,
tasavvufi mana olarak kalbi şüphe karanlığından
kurtarmak, gaflet ve isyandan zikre dönmek gayesiyle
kamil bir mürşidin kurtarıcı eline yapışmak, ölünün
teneşir tahtasında yıkayıcıya olan teslimiyeti gibi, iç ve
dış âlemini mürşide teslim ile tabiri caiz ise manevi bir
sözleşmeye girmek demektir. Nakşibendiyye
prensiplerine göre şeyhe intisab, dört farklı yoldan
yapılabilir:
1- Şeklî olarak ki, bu, bir mürşid-i kâmilin
sohbetine iştirak ve istifade etme ile olur.
2- Manevi bir terbiye görmek ve tarikata dâhil
olmak maksadıyla bir mürşidden inabe istenebilir. Bu
tür inabede, gönül ehlinin yolu hangi edebe riayeti icab
ettiriyorsa, o şeylere istikametle sımsıkı bağlanmak
esastır.
3- Rivayet yolu ile intisab ki, bu, şeyhin irşad
ve ikaz mahiyetinde yazmış olduğu eserleri, okumak ve
anlamaya çalışmak suretiyle yapılır.
4- Dirayet yolu ile intisab. Bu intisap yolu ise,
mürşidin tertib ve telif etmiş olduğu eserlerini
sadeleştirerek anlaşılır hale getirmek ve insanların
istifadesine arzetmek için yapılan gayret ve yapılan titiz
ilmi çalışmalar iledir.
Mürşid-i kâmile intisab ile bağlanmak ve
feyzinden istifade etmek için mutlaka onu görmek şart
değildir. Manen de onların yüce ruhaniyetlerinden
istifade kasdı ile intisab mümkün olup, bu çeşit
inabelerde o şeyhin hayatını, eserlerini ve sistemini
kabul etmek ve onları benimseyerek yaşamak esas
olandır.
Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi Efendimizin
(K.S.) Tarikat Silsile-i Şerifleri şöyledir:
1. Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S.)
2. Hz. Ebubekir es-Sıddık (R.A.)
3. Hz. Selman el-Farisi (R.A.)
4. Hz. Kasım İbn-i Muhammed (R.A.)
5. Hz. Cafer-i Sadık (R.A.)
6. Hz. Beyazid-i Bestami (K.S.)
7. Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (K.S.)
8. Hz. Ebû Ali el-Faremedi (K.S.)
9. Hz. Yusuf el-Hemedani (K.S.)
10. Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (K.S.)
11. Hz. Arif er-Rivgeri (K.S.)
12. Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (K.S.)
13. Hz. Ali Ramiteni (K.S.)
14. Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (K.S.)
15. Hz. Emir Külâl (K.S.)
16. Hz.Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin
Üveysi el-Buhari (K.S.)
17. Hz. Alâeddin Attâr (K.S.)
18. Hz. Yakub el-Çerhi (K.S.)
19. Hz. Ubeydullah Ahrâr (K.S.)
20. Hz. Muhammed Zahid (K.S.)
21. Hz. Muhammed Derviş (K.S.)
22. Hz. Hacegi el-Emkenegi (K.S.)
23. Hz. Muhammed Baki (K.S.)
24. Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed
Faruk es-Serhendi (K.S.)
25. Hz. Muhammed Ma’sum (K.S.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (K.S.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (K.S.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (K.S.)
29. Hz. Şeyh Abdullah ed-Dehlevi (K.S.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (K.S.)
31. Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami
(K.S.)
32. Hz. Ahmed Ziyâüddin el-Gümüşhanevi (K.S.)
33. Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (K.S.)
34. Hz. İsmail Necati ez-Zağferanboli (K.S.)
35. Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (K.S.)
36. Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği
(K.S.)
37. Hz. Hasib es-Serezi (K.S.)
38. Hz. Abdülaziz el-Kazani (K.S.)
39. Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi
(K.S.)
MENKIBELERİ
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretlerinin kerametleri ve tasarrufları, sayılamayacak
kadar çoktur. Onun güzel ve üstün vasıflarını
belirtmekte diller aciz kalır. Hazret-i Pir’i övmeye
defterler yetmez, akıllar onun büyüklüğünü
kavrayamaz. Anlatılanlar keramet denizinden damla,
yazılanlar cömertlik levhasından nokta gibidir.
Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin müridlerinden
Mustafa Fevzi Bin Numan Hazretleri, Şeyh
Hazretlerinin menkıbelerinden birkaçını şöyle
anlatmaktadır:
Hıristiyan Aşkı
Şeyh Hazretleri Beykoz Çayırında çadırdayken
bir Hıristiyan daima yanına gelir, ağlayıp sızlardı.
Derdi ki:
- “Ey Şeyh Hazretleri, senin gibisi hiç
görülmemiştir. Hallerin gönlümü derinden etkiliyor.
Ne zaman huzuruna gelsem hemen rahatlıyorum.
Halbuki benim hiç iç huzurum yok, dünyayı
dolaşsam, huzursuzluğum geçmiyor.
Kendimi ancak senin yanında rahat
hissediyorum. Bunun sırrını kısır aklım almıyor.
Senden daha güzel ve üstün bir şeyh görmedim.”
Zavallı Hıristiyan’ı yakıp bitiren ve zayıf düşüren
onun içindeki kâfirlik ateşiydi ama, o bunu bilmiyordu.
Hazret-i Şeyhin nuru onun küfür ateşini söndürüyor,
tevhid ışığı kâfirlik dikenlerini yakıyordu. O yüzden
Hazret-i Şeyhin huzuruna varmaya can atar, daima
onun yanında olmak isterdi. İşin aslını bilmiyordu ama,
Hazret-i Şeyhin sevgisini içinde sakladı, sonra imana
gelip Müslüman oldu.
Ziyafet
Şeyh Hazretleri bir gün Yuşa’da büyük bir ziyafet
vermişti. Üç yüz müritle birlikte dört yüz kadar misafir
vardı. Şeyh Hazretleri bir tane koyun kestirdi, ondan
herkes yedi. Hazret-i Şeyh bizzat kendisi davetlilere
saygı göstererek hizmet etti. Zira büyüklerin misafire
hizmet etmesi sünnettir.
Yahudiler
Hazret-i Şeyhin ibret verici bir kerameti daha
şöyledir:
Şeyh Hazretleri Beykoz çayırında yine çadır
kurmuş, etrafına müritleri manevi zevkler içinde
toplanmış, sessizce oturuyorlardı.
Bu sırada oraya kadınlı erkekli bir grup Yahudi
geldi. İçlerinde hasta, zayıf bir zenci vardı, gelip şeyhin
önüne oturdu.
Diğerleri de şeyhin huzuruna yerleşti, sonra hep
birden şarkı söylemeye başladılar.
Bunun üzerine Şeyh Hazretleri yerinden kalktı ve
oradan ayrılıp yürümeye başladı. Onlar şaşkınlık içinde
kalıp dediler ki:
— Şeyh Hazretleri acaba niçin gitti? Bir şeye mi
incindi? Biz hoşlanır diye, ona hürmetimizi göstermek
için şarkı söylemiştik. Edepsizlik ettiysek affetsin,
kusurumuzu bağışlasın. Bize acısın, elini öpmemize
müsaade etsin. Bir hastamız var, ayaklarına yüz
sürmesine izin versin. Himmetiyle sağlığına
kavuşacağına inanıyoruz.
Hizmetçiler bunların dediklerini Hazreti şeyhe
arz ettiler, o da kabul etti.
Yahudiler bunun üzerine gayet saygılı bir şekilde
gelip şeyhin ayaklarını öptüler. Hasta olan ağlayıp
yalvardı.
Birden ortalığı öyle bir heybet kapladı ki, yerler
gökler titredi. İnkârcılar bile kendilerinden geçtiler.
Bütün müritler ağlaşmaya başladı. Dağlar taşlar Hakk
feyziyle gül bahçesine döndü. Âşıkların gönlü nurla
doldu.
Bu heybetten âşıkların biri öyle etkilendi ki,
müthiş bir nara attı. Bu naranın şiddetinden herkes
dehşete kapılıp yerlere serildiler.
Orda bulunanlar hiç böyle bir heybet ve yüksek
feyiz görmedik, dediler.
Şifa
Yine Mustafa Feyzi Efendi (K.S.) Hazretleri şöyle
naklediyorlar:
Hazret-i Şeyhin mis gibi kokan sakal kıllarını
biriktirip topladım. Hastalığı sırasında ilaç yapıp
vücuduna sardığı bezin içine koyup bohça yaptım.
İşte o bez ve sakal kılları feyiz ve şifa vericidir,
onu taşıyana zarar ulaşmaz.
Bir hasta onu muska gibi yanında tutsa Cenab-ı
Hakk onun hastalığını iyileştirir.
Hamile olup da doğumda zorluk çeken kadınlara
da verdim. Boyunlarına takınca ağrıları gitti, kolayca
doğum yaptılar.
Hastalar bunu kullandıklarında derhal hafiflik
hisseder, iyileşirler. Bunu defalarca denedim.
Evliyanın bir tüyü bin çeşit ilaç gibi tesir eder.
Özellikle Ahmet Ziya’nın, o gavs-ı azamınki çok şifa
verir. Bunun pek çok delili vardır.
Kutup
Birisi ilim öğrenmek için yalnız başına yola
çıkmıştı. Hiç arkadaşı olmadığından Cenabı Hakk onun
yoldaşı olmuştu.
Issız yollarda giderken içinden “Ya Rabbi, bana
zamanın kutbunu göster, bana ledün ilmini öğret” diye
dua ederdi. Hakk Teâlâ onun duasını kabul etti, birden
hatiften bir ses işitti:
— Ey talip, zamanın kutbu Ahmet Ziya’dır, ona
git. Dileklerini ona söyle, o gavsın şimdi yeryüzünde
eşi benzeri yoktur, git ayaklarına yüzünü sür!
Bunu duyunca Şeyh Hazretlerini görmek için
içten derin bir özlem hissetti, arayıp sordu, gidip onu
buldu. Büyük bir zevk ve heyecanla huzuruna çıktı.
Daha dileklerini arz etmeye başlamamıştı ki, Hazret-i
Şeyh ona şöyle buyurdu:
— Ey talip, sen niçini, nasılı bırak! Allah aşkını
kendin çalışarak kazan. O aşk sana hidayet ilmini
öğretir. Kutbu bulmak için dünyayı dolaşmak
gerekmez; ruhun sana senden daha yakındır. Evliyanın
kalplerine rabıta ile yönel, Hakk’ın şeriat ve tarikatına
yapış. Her zaman kalbin bizlere bağlı bulunsun, hiç
şüphesiz bizlerle can ciğer dost olursun. Dünyaya ait
düşünceleri gönlünden çıkar, Ahmet Ziya’yı kalbinde
görürsün. Ama Cenabı Hakk’ın lütfu olmazsa, kutup
sana hiçbir fayda vermez. Daima Cenabı Hakk’ın
lütfunu istersen, Ahmet Ziya’nın en yakını olursun.
Bu şekilde birçok öğütler verdi ve bağışlarda
bulunup gönderdi.
Kutup, cihandaki bütün cisimlerinin ruhudur,
onlar üzerinde tasarruf eden odur. Onun tasarrufuyla
arş feyizlere boğulur. Kutup Allah’ın izniyle bütün
yaratılmışları dilediği gibi hareket ettirir. Cenabı
Hakk’ın lütufları kullara onun vesilesiyle erişir.
Kulların başlarına musibetler, Allah’ın bir velisini
incittiklerinden dolayı gelir. Veliler ilâhi fiillerin
sebebidir. Onlar hidayet yıldızlarıdır, Hakk’a giden
doğru yol onlarla bulunur.
Veliler kalp casuslarıdır, insanın içinden geçenleri
okurlar. Onları sevmek gamları, sıkıntıları giderir.
Velilere kızan ve kin tutanları Hakk Teâlâ sevmez ve
kabul etmez. Sonları, imansız gitmektir onların. Son
nefeslerinde şeytan onları kandırıp imanlarını çalar.
Cenabı Hakk, Hadis-i Kutsi’de şöyle buyurmuştur:
“Evliyamı sevmeyen, beni sevmiyor demektir.” İki
cihan saadeti istersen, velileri sev, gönlünün pasını sil.
Ahmet Ziya Hazretlerini can ve gönülden sev,
onun ruhunu dualarla an. O, büyük kutup ve gavstır,
Allah’ın nurudur. Hazreti Şeyh’i seven yüksek vasıflı
kimseler, onun ruhuna Fatiha ve İhlâs okusunlar.”
Mustafa Feyzi Efendi (K.S.) Hazretleri,
Gümüşhanevi Efendimizin (K.S.) menkıbelerini
anlatırken, zamanın kutbunu ve tasarruflarını da
yukarıdaki gibi izah etmektedirler.
Ahmed
Ziyaüddin
Gümüşhânevî
(K.S.)
Hazretlerini anlayabilmek, okyanusu avuçlayabilmek
kadar zor ve imkânsızdır. Halifelerinin her biri ayrı bir
derya, eserlerinin her biri birer hazinedir. Deryaya
dalabilene, hazineye sahip olabilene ve bu dergâha
mensup olabilene ne mutlu!
Allahü Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri
Gümüşhânevî Hazretlerinin (K.S.) derecâtını ulyâ
eyleyip, biz âciz ü nâcizleri de füyûzat ve şefaatinden
feyizyab u nasibdâr buyursun...
Âmîn, bihürmeti seyyidil-mürselîn SAS. ve âlihî
ve sahbihî ve men tebiahüm biihsânin ilâ yevmid-
dîn, vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemîn.
KIRK HADİS
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kullarının hidayeti ve dininin esaslarını beyan
etmek için, Peygamberini, kesin deliller ve açık
bürhanlarla gönderen Allah’a hamdolsun. Seçilmişlerin
en üstünü olan Hz. Muhammed (S.A.V.)’e, onun ehli
beytine, ashabına ve diğer sâlih kimselere salat ve
selâm olsun.
Bu Allah’ın fakir kulu Ahmed Ziyâüddin der ki:
Ali bin Ebî Tâlib (R.A.)’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ümmetimden dinin emirleriyle ilgili kırk hadis
ezberleyen kişiyi, Allahü Teâlâ kıyamet günü âlimler ve
fakihlerle birlikte haşreder”.
Diğer bir rivayette de: “Kıyamet günü, ben, onun
şefaatçisi ve şahidi olurum” buyurmuştur.
İşte bu hadisi şerifteki büyük müjdeye nail
olabilmek için, meşhur hadis kitaplarından; hükümleri
açık, metni kısa, manası geniş ve ezberlenmesi kolay
olan, senedleri hazfedilmiş, faydasına binaen dinin
yüce kaidelerini ihtiva eden kırk hadisi seçerek bir
araya getirdim.
Birinci Hadis:
“Kim bir doğru yola davet ederse, ona, kendisine
uyanların sevabı kadar sevab yazılır. Bu, onların
sevabından da bir şey eksiltmez. Kim de bir sapıklığa
davet ederse, ona da, çağrısına uyanların günahı kadar
günah yazılır. Bu, onların günahlarından da bir şey
eksiltmez”.
İkinci Hadis:
“Kim, kendisiyle Allah’ın rızası istenilecek bir
ilmi, sırf bir dünya menfaatine sahip olmak için
öğrenirse, kıyamet günü, cennetin kokusunu bile
duyamaz”.
Üçüncü Hadis:
“Bir kimseye ilmî bir mesele sorulur da,
söylemeyip gizlerse, kıyamet günü Allah, onu ateşten
bir gem ile gemler”.
Dördüncü Hadis:
“Kıyamet günü Allahü Teâlâ âlimleri toplar ve
şöyle buyurur: Ben kalplerinize hikmeti, size azab
etmek için koymuş değilim. Haydi, cennete giriniz”.
Beşinci Hadis:
“Kıyamet günü olduğunda, arşın ortasından bir
münâdî, Allah üzerinde sevab olarak bir alacağı olan
ağaya kalksın, diye nida eder. Bunun üzerine hiç kimse
ayağa kalkmaz. Ancak din kardeşinin suçunu affeden
kalkar”.
Altıncı Hadis:
“Biriniz namazda iken dübüründe bir hareket
hissetse ve abdestinin bozulup bozulmadığı hususunda
tereddüde düşse, bir ses işitmedikçe veya bir koku
duymadıkça namazı terk etmesin”.
Yedinci Hadis:
“İçinizdeki iyi kimseler idarecileriniz, cömert
kimselerde zenginleriniz olduğu ve işleriniz istişare ile
yürüdüğü takdirde toprağın üstü sizin için altından
daha hayırlıdır. Kötüleriniz idareci, cimrileriniz de
zengin olduğu ve işleriniz de kadınlarınıza kaldığı
zaman toprağın altı, sizin için daha hayırlıdır”.
Sekizinci Hadis:
“Allahü Teâlâ, Arefe gününde hacıları affeder.
Müzdelife gecesi olunca, ticaret maksadıyla gelenleri
mağfiret eder. Mina günü olduğunda (hacıları taşıyan)
devecileri affeder. Ve Cemretül-Akabe’nin taşlandığı
günde ise dilencileri affeder: Böylece, o mevkîde hazır
bulunup da, Allah tarafından affedilmemiş hiç kimse
kalmaz”.
Dokuzuncu Hadis:
“Bir hadis yazdığınızda senedi ile birlikte yazınız.
Eğer o hadis doğru ise, sevapta o râvî ile ortak
olursunuz. Eğer yanlış ise, onun vebali o râvînin
üzerine olur”.
Onuncu Hadis:
“Kulun günahları çoğalıp ta, onlara kefaret olacak
kadar salih amelleri yoksa, günahlarına kefaret olsun
diye, Allah o kulunu üzüntüyle imtihan eder”.
On birinci Hadis:
“Bu ümmetin sonra gelenleri, önce gelenlerine
lanet okuduğu zaman, kimde bir ilim varsa onu ortaya
koysun. Çünkü o gün, ilmi gizleyen kimse, Allahü
Teâlâ’nın, Muhammed (s.a.v.)’e indirdiği Kur’an’ı
gizleyen kimse gibi olur”.
On ikinci Hadis:
“Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona
selam versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar veya
büyükçe taş gibi bir engel girer de, tekrar karşılaşırlarsa
tekrar selam versin”.
On üçüncü Hadis:
“Bir kimse mescide tükürmek istediğinde
mescidin duvarları sarsılır ve ateşte yanan bir dalın
toplandığı gibi mescid toplanıp büzülür. Eğer o kimse
tükrüğünü yutarsa, Allah ondan yetmiş iki hastalığı
çıkarır ve kendisine iki milyon hasene (sevab) yazar”.
On dördüncü Hadis:
“Kurtulman zor olan bir belaya düştüğünde şöyle
de: Bismillâhirrahmânirrahîm, velâ havle velâ kuvvete
illâ billâhil-âliyyil azîm. Allahü Teâlâ bu dua ile,
dilediği her türlü belayı geri çevirir”.
,
On beşinci Hadis:
“Kul tövbe ettiği zaman, Allah onun günahlarını
Hafaza meleklerine unutturur. Aynı şekilde onun
organlarına unutturur. İşlediği yerdeki izlerini de yok
eder. Tâ ki, Allah’ın huzuruna vardığında, günah
işlediğine dair aleyhinde şahitlik edecek bir şey
bulunmasın”.
On altıncı Hadis:
“Kul anne ve babasına dua etmeyi terk ettiğinde,
ondan rızık kesilir”.
On yedinci Hadis:
“Biriniz sevdiği bir rüya görürse, bu Allah’tandır.
Bu sebeble Allah’a hamd etsin ve rüyasını başkalarına
anlatsın. Sevmediği bir rüya gördüğünde ise, bu
şeytandandır. Ondan Allah’a sığınsın ve onu hiç
kimseye anlatmasın. Böyle yaparsa, o rüya ona zarar
vermez”.
On sekizinci Hadis:
“Kul, Allah’a isyana devam ettiği halde Allah,
hâlâ ona sevdiği dünyalık şeyleri veriyorsa, bu, ancak
Allah tarafından onun için bir istidractır(günahlarının
artmasına bir sebebtir)”.
On dokuzuncu Hadis:
“İlimden bir bölüm öğrendiğin zaman, o senin
için, kabûl edilmiş bin rekat nafile namazdan daha
hayırlıdır. Bunu insanlara öğrettiğin zaman, ister amel
edilsin, ister edilmesin; senin için, yine kabul edilmiş
bin rekat nafile namaz kılmandan daha hayırlıdır”.
Yirminci Hadis:
“Kişi, ilim öğrenirken ölürse şehid olarak ölmüş
olur”.
Yirmi birinci Hadis:
“Allah’ı çok zikretmekle meclislerin hakkını
veriniz. Doğru yolu gösteriniz ve gözlerinizi haramdan
sakınınız”.
Yirmi ikinci Hadis:
“Allahü Teâlâ bir kulunu severse, ona dünya
işlerini kapatır, ahiret işlerini açar”.
Yirmi üçüncü Hadis:
“Ümmetim için en korktuğum şey; göbekli
(şişman) olmaları, uykuculuk ve tembelliktir”.
Yirmi dördüncü Hadis:
“Hacc ve umreye devam ediniz. Çünkü körük
demirin pasını nasıl giderirse, Hacc ve umre de fakirliği
öyle giderir, günahları siler”.
Yirmi beşinci Hadis:
“Bir insan abdest aldığı zaman, şu ağacın
yapraklarının dökülmesi gibi, günahları öylece
dökülür”.
Yirmi altıncı Hadis:
“Hicri üç yüz seksen senesi geldiğinde,
ümmetime bekârlık, uzlete çekilme ve dağ başlarında
ruhbanlık helâl olur”.
Yirmi yedinci Hadis:
“Allahü Teâlâ bir kulunu severse, o kulun
yalvarmasını, dua ve niyazını işitmek için, ona musibet
verir”.
Yirmi sekizinci Hadis:
“Allah, bir topluluk hakkında hayır dilerse
âlimlerini çoğaltır, câhilleri azaltır. Öyle ki, âlim
konuştuğunda kendisini destekleyen pek çok kimse
bulur. Câhil konuştuğunda ise, sözü bastırılır.
Allah bir topluluk hakkında şer dilerse câhillerini
çoğaltır, âlimlerini azaltır. Öyle ki; câhil konuştuğunda
kendisini destekleyen bir çok kimse bulur. Âlim
konuştuğunda ise, sözü bastırılır”.
Yirmi dokuzuncu Hadis:
“Allahü Teâlâ bir topluluğa azab gönderdiğinde
o azab, orada bulunanların hepsine erişir. Sonra, herkes
amellerine göre yeniden diriltilir”.
Otuzuncu Hadis:
“Bana bir elçi gönderdiğinizde, güzel yüzlü ve
adı güzel olanını seçin”.
Otuz birinci Hadis:
“İstemeksizin ve uğraşmaksızın Allah sana bir
rızık gönderirse, onu al. Çünkü Allahü Teâlâ, onu sana
ikram etmiştir.”
Otuz ikinci Hadis:
“Hüsn-ü zan etmek güzel ibadetlerdendir”.
Otuzüçüncü Hadis:
“Biriniz, hizmetçisini dövdüğünde yüzüne
vurmaktan sakınsın”.
Otuz dördüncü Hadis:
“Biriniz, bir kimseyi dövdüğünde yüzüne
vurmaktan sakınsın. Çünkü insanın sûreti, Rahman
olan Allah’ın sûretindendir.
Otuz beşinci Hadis:
“Bir kadının doğumu zorlaştığında, temiz bir kap
alsın ve o kabın içine: “Ke ennehum yevme yerevne mâ
yûadûn, lem yelbesû illâ sâaten min Nehâr. Belâgun fe
hel yüklekü illâl-kavmul-fâsikûn. (Ahkâf suresi, ayet.
35)”, “Ke ennehum yevme yerevnehâ lem yelbesû illâ
aşiyyeten ev duhâhâ.(Nâziât suresi, ayet. 46) ve “Lekad
kâne fi kısasihim ibretün Li ulil-elbâb…..(Yusuf suresi,
111. ayetin sonuna kadar.)” ayetlerini yazsın. Sonra da
kabı su ile doldursun. O sudan içsin ve karnına, fercine
serpsin”.
Otuzaltıncı Hadis:
“İlim üç çeşittir, bunun dışındakiler fazlalıktır:
1-Muhkem ayetler(Tefsir ilmi).
2- Yaşanan, tatbik edilen sünnet(Hadis ilmi).
3- Adaletle yapılan miras (Ferâiz) ilmi”.
Otuzyedinci Hadis:
“Namaz, oruç ve zikrin sevabı, Allah yolunda
infâk etmekten (harcamaktan) yedi yüz kat daha
fazladır”.
Otuzsekizinci Hadis:
“Ümmetim dünyaya fazlasıyla değer verdiğinde,
İslâm heybeti onlardan çekilip alınır. İyiliği tavsiye ve
kötülükten sakındırma vazifesini terk ettiklerinde,
vahyin bereketinden mahrûm bırakılırlar. Birbirilerine
dil uzattıklarında, Allah katındaki değerleri düşer”.
Otuzdokuzuncu Hadis:
“Biriniz uykusunda korktuğunda şöyle söylesin:
“Bismillâh, eûzü bi-kelimetillâhit-tâmmâti min
gadabihî ve şerri ibâdihî ve hemezâ-tiş-şeyâtîni ve en
yahdurûn”. O zaman o rüyâ kendisine zarar vermez”.
Kırkıncı Hadis:
“Ümmetim, şu on beş şeyi işlediğinde başına belâ
ve musibetler gelir:
1- Devlet malının belirli kişilerin elinde dolaşıp,
başkalarının bundan mahrum bırakılması.
2- Emanetin ganimet sayılması.
3- Zekât vermenin bir angarya kabul edilmesi.
4- Kocanın karısına itaat etmesi.
5- Annesine eziyet etmesi.
6- Kişinin dostuna, arkadaşına iyilik etmesi ve
7- Babasına eziyet etmesi.
8- Camilerde yüksek sesle konuşulması.
9-Halkın en aşağılık kimselerinin lider olması.
10-Kötülüğünden korkulduğu için kişiye saygı
duyulup, iyilik edilmesi.
11- İçkilerin içilmesi.
12-İpek elbiselerin erkekler tarafından giyilmesi.
13- Şarkıcıların çoğalması.
14- Çalgı aletlerinin yayılması.
15-Bu ümmetin sonunda gelenlerin önce
gelenlere lanet okuması.
İşte o zaman kızıl rüzgâr, yere batma veya suret
değişmesi (insan suretlerinin hayvan suretlerine
dönüşmesi) belalarını beklesinler”.
Kırk birinci Hadis:
“Biriniz, oturduğu bir meclisten kalktığında
selam versin. Çünkü böyle yaparsa, kendisine bin
hasene sevabı yazılır, bin haceti giderilir ve annesinden
doğduğu günkü gibi günahsız hale gelir”.
Kırk ikinci Hadis:
“Kul, amellerinde kusurlu davranınca Allah onu,
üzüntülere müptela eder”.
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; Allah’ın
selamı da bütün Nebî ve Resûllere, onların âl ve
ashâbına olsun.
KIRK HADİS
Ahmed BİN SÜLEYMAN
EL-ERVÂDİ (k.s.)
(A. Ziyâüddîn Gümüşhânevî(K.S.)
Hazretleri’nin Üstadı)
AHMED B. SÜLEYMAN
EL-ERVÂDÎ (R.A.)
Ahmed bin Süleyman et-Trablûsî, el-Hüseynî, el-
Ervâdî (Trablusşam Müftüsü) (1275/1858).
Nesebi Hz. Hüseyin (R.A.) Efendimize dayanan,
Mevlânâ Hâlid’in en sonuncu halifesi olduğunu bizzat
kendisinin ifade ettiği Ervâdi’nin, Trablusşam
vilayetine bağlı Ervâd kasabasında dünyaya geldiği ve
Ervâdi nisbeti ile şöhret bulduğu bilinmekte ise de
doğum tarihi konusunda kesin bir tarih tesbit
edilememektedir.
İlk tahsiline memleketinde başladığı belirtilen
Ervâdi’nin, bilâhare, ilmini ikmâl etmek için
Trablusşam’a ve Mısır’a seyehatlerde bulunduğu ve
muhtelif üstadlardan icazet aldığı nakledilmektedir.
Bunlar arasında, Mısır ve Şam diyârının en mümtaz
âlimlerinden ve Ezher Üniversitesi şeyhlerinden
İbrâhim el-Bâcûrî, Muhammed el-Füdalî, Mısır
müftülerinden Ahmed et-Temimî, Abdurrahman el-
Ûşmûnî, Ahmed es-Sâvî, Mustafa el-Muballat el-
Ahmedî, Mustafa el-Bolâkî, Abdurrahman el-Kuzburî,
Hüseyin ed-Deccânî, Muhammed İbni Abidin, ve
Mevlânâ Hâlidî Bağdadî başta gelmektedir.
İlim tahsilini mezkur ulemadan ikmal edip icazet
aldıktan sonra, bir çok hocasını geride bırakacak
derecede, Ervâdî’nin bu sahada büyük bir mesâfe
katettiğini beyan eden kaynaklar, O’nun, üstadlık
payesini kazandıktan sonra bir tarikata intisab ederek
mânevi mertebe katetmek istediğine de temas
etmektedir. Muhitinin muhtelif bölgelerinde bulunan
sâlih, veli ve ârif şeyhlerin hizmetine devam eden
Ervâdî’nin, bir çok tarikattan icazet alıp, câmi’ut-turûk
bir hilafet iznine sahip olduğu beyan edilmektedir.
Bilâhare, Mevlânâ Bağdadî’nin, Şam’da bir
müddet hizmetine devamla, kısa sürede hilafet-i tâmme
ile icazet alan Ervâdî’nin, tarikat hırkasına Kadiriye,
Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Nakşibendiyye,
Müceddidiyye, Mazhariyye ve Hâlidiyye’yi de ilâve
ettiği anlaşılmaktadır.
Zamanının âriflerinin en büyüklerinden biri
olarak kabul ve tavsif edilen Ervâdî’nin, sayıları yüz
otuza varan eserleri bulunduğu ve kendisinin, aynı
zamanda bir şair olduğu da belirtilmektedir.
1295 H./ 1858 M. Senesinde Trablusşam’da vefat
eden Ahmed el-Ervâdî, Dibâ Mescidindeki medfen-i
mahsusuna defnedilmiştir.3
NAKŞİBENDİYYE TARİKATI OSMANLI
ÜLKESİNDE…
İstanbul’un, Anadolu’nun İslâm dünyasının
sosyal, iktisâdî ve kültürel yapısında, müstakbel ve
büyük merkez rolünü üstlenmesi bekleniyordu. Bunun
için, İslâm dünyâsını yükseltecek mânevi kalkınma
İstanbul’dan yönetilerek başlamalı idi. Merkez, artık
Şam diyârından İstanbul’a kaymalı idi. Bütün ehl-i
İslâm, İstanbul merkezine göre endekslenmeli idi.
İşte her beldeye ayrı bir halife düstûruyla
hareket eden Hâlid-i Bağdadî, İstanbul’a ayrı bir önem
vererek, bu bölgeye birçok halife göndermiştir.
İstanbul’a gönderilen ilk halife Muhammed Salih’tir.
Onun akabinde Abdülvehhab es-Sûsî gönderilmiştir.
Kısa sürede Anadolu ve Rumeli topraklarında nüfuzu
artan Sûsî’nin ardından, bu sefer İstanbul’a Abdülfettah
el-Akrî gelmiştir. İstanbul’daki Hâlidî halifeleri
arasında Akrî’nin önemli bir yeri vardır. Kendisine
3 Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn ve Hâlidiyye Tarikatı, Dr. İrfan
Gündü, syf. 38-42.
intisab edenler arasında meşhur birçok kimsenin
bulunması, onun ilmi seviyesini ve tesir sahasını
göstermesi bakımından önemlidir.4
Savaşlarla bunalan, sanayi toplumuna geçiş
faaliyetlerinin arttığı, milliyetçilik akımlarının, felsefî
görüşlerin çoğaldığı 19. asır Osmanlı ülkesi için
Nakşibendiyye, artık yeni bir sığınma kapısı olmalı idi
ki; bu topraklarda hızla yaygınlaşmıştır. Ulemanın
büyük bir kısmı bu tarikata girmiş, müntesipleri o
kadar çoğalmıştır ki, diğer tarikat müntesiplerinin
toplamından daha fazla bir hale gelmiştir.5
Mevlânâ Hâlidî Bağdadî’nin İstanbul’a
gönderdiği halifelerinin sonuncusu Ahmed bin
Süleyman el-Ervâdî’dir. Nitekim, tarikatı İstanbul’da
yaymak, Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî’yi
yetiştirmek amacıyla özel olarak gönderilmek, Ahmed
el-Ervâdî’ye nasib olmuştur.
Mevlânâ Hâlid’in, kendisine: “Sana Şam
sahillerinin şeyhi dense, yeridir” diye iltifat ettiği
Ervâdî’nin, şeyhinin manevi işareti ile Gümüşhânevî’yi
irşad etmek üzere, tahminen 1261 H./ 1845 M. Yılında
İstanbul’a geldiği, Gümüşhânevî’ye verdiği ilk hâlveti
4 Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, H. Mahmud Yücer, syf. 323-325.
5 Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, H. Mahmud Yücer, syf. 323
müteakip bir ara gözlerden kaybolup memleketine
döndüğü, bir yıl sonra tekrar İstanbul’a gelen
Ervâdî’nin (1262 H./ 1846 M.) iki sene Ayasofya
Camiinde hadis dersi okuttuğu ve dönüşüne yakın bir
devrede icra edilen ikinci halveti müteakip, 1264 H./
1848 M. Senesinde Gümüşhânevî’ye izinli olduğu
bütün tarikatlardan hilafet-i tâmme ile icazet verdiğini
görmekteyiz.6
Böylece Hindistandan, bizzat Hâlid-i Bağdâdî
Hazeretleri’nin gidip, Nakşî tarikatını kaynağından,
Ahmed Fârûkî es-Serhendî’nin mensûb olduğu
Müceddidiyye şubesinden çok mükemmel bir tarzda,
hocası Abdullah Dehlevî (K.S.)’nin tam rızasını alarak
Bağdat’a getirdikten, yerleştirdikten ve bütün
Ortadoğu’ya yaydıktan sonra bu tarikat, Gümüşhânevî
hazretleriyle, Osmanlı ülkesine geçmiş oluyordu.
Anadolu, Nakşî Tarikatını, 15.yüzyıldan,
Molla İlâhî’den beri biliyordu ama, bu geliş Anadolu’ya
yeni bir şevk, yeni bir canlılık getirmişti.
MÜTERCİM
6Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn ve Hâlidiye Tarikatı, Dr. İrfan
Gündüz, syf.42.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu hadislerin tamamı, Peygamberimiz (s.a.v.)’in
soyu ve nesebi olan Seyyîd ve Şerîf sülalelerinden silsile
olarak gelen ve dedem, Şehid İmâm Hz. Hüseyin
(R.A.)’den rivayet ettiği hadislerdir.
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)
buyuruyor ki:
1- “Bir şey hakkında duyulan bir haber, onu
gözüyle görmek gibi değildir”.
2- “Harp hîledir”.
3- “Müslüman, Müslüman’ın aynasıdır”.
4- “Kendisine danışılan kişi; emîn olmalıdır”.
5- “Hayra öncülük eden, onu işleyen gibidir”.
6- “İhtiyaç duyduğunuz bir şeyi gerçekleştirirken,
onu gizli tutmakla yardım isteyiniz”.
7- “Yarım hurma vermek suretiyle de olsa,
kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz”.
8- “Dünya, müminin zindanı, kafirin cennetidir”.
9- “Hayânın(utanma) hepsi hayırdır”.
10- “Mü’minin va’di (sözü), eliyle tutması
gibidir”.
11- “Bir müminin, din kardeşini üç günden fazla
terk edip, küs durması helal değildir”.
12- “Bizi aldatan, bizden değildir”.
13- “Az, fakat yeterli olan mal, çok olup ahiretten
alıkoyan servetten iyidir”.
14- “Bağışından, verdiğinden dönen kişi,
kusmuğunu yalayan gibidir”.
15- “Bela, insanın diline (konuşmasına) bağlıdır”.
16- “İnsanlar, tarağın dişleri gibidir (eşit)”.
17- “Gerçek zenginlik, gönül zenginliğidir”.
18- “Bahtiyar kişi, başkalarından ibret alandır”.
19- “Bazı şiirler hikmettir. Bazı sözler de sihir
gibidir”.
20- “İdarecilerin affedici olmaları, idarelerinin
daha uzun ömürlü olmasına sebebtir”.
21- “Kişi, sevdiğiyle beraberdir”.
22- “Kendini bilen helâk olmaz”.
23- “Çocuk, döşek sahibinindir. Zinâda
mahrumiyet vardır”.
24- “Veren el, alan elden üstündür”.
25- “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da
şükretmez”.
26- “Bir şeyi aşırı sevmen, seni ona karşı kör ve
sağır yapar”.
27- “Kalpler, kendisine iyilik yapanı sevecek,
kötülük yapana da buğz edecek şekilde yaratılmıştır”.
28- “Günahından tövbe eden, hiç günah
işlememiş gibidir”.
29- “Bir yerde hazır ve şahid olan, orada
bulunmayan kişinin görmediği şeyleri görür”.
30- “Size, bir topluluğun büyüğü geldiğinde, ona
ikram ediniz”.
31- “Yalan yere yemin etmek memleketleri
harabeye çevirir”.
32- “Malı uğrunda öldürülen kimse şehiddir”.
33- “Ameller niyetlere göredir”.
34- “İnsanların efendisi, onlara hizmet edendir”.
35- “İşlerin en hayırlısı, orta yolu tutmaktır”.
36- “Ya Rabbi! Perşembe günü sabâhının erken
saatlerini ümmetime bereketli kıl”.
37- “Fakirlik neredeyse küfür olacaktı (Fakirlik
küfre en yakın noktadır). ”
38- “Yolculuk, bir çeşit azabtır”.
39-“Toplantılarda konuşulanlar, başkalarına
söylenmemesi gereken bir emanettir”.
40- “Takvâ, en hayırlı azıktır”.
İşte, bu kırk hadis-i şerif, mülkün sahibi Hakk
Teâlâ’nın Resûlü’nün(sav) sözlerinden alınmış
hadislerdir. Makbûl ve doğru olduklarının nûru,
onların üzerinde apaçık zâhirdir.

Ziyaret -> Toplam : 123,12 M - Bugn : 26933

ulkucudunya@ulkucudunya.com