« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Eyl

2025

Şangay Zirvesi’ne dair

Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970

Ülkemizde çokça referans gösteri­len “ilim Çin’de olsa gidip alınız” hadisi iki boyutlu bir bakış açı­sını temsil eder. Bi­rincisi ilim için dün­yanın en uzak nokta­sına bile gitmek lazım geldiğinde gidip, on­dan faydalanılması gerektiğine; ikinci­si ise dünyanın en uzak nokta­sı olarak tahayyül edilen yerin “Çin” olduğuna işaret eder.

Bu ifadenin zaman zaman tar­tışılmakla birlikte bir hadis-i şerif olduğunu düşündüğümüz­de bir başka boyut daha ortaya çıkar ki, o da binlerce yıldır il­min ve bilimin kaynağının Çin coğrafyası olduğudur. Bu durum uzun bir zaman sürecinde şekil­lenmiş kadim bir kabul olsa da son yüzyıllarda unutulmuş ve hatta 18. yüzyılla birlikte yük­selen Batı uygarlığı tarafından unutturulmuş bir gerçekliktir.

Bugünkü Çin, yaklaşık beş bin yıllık bir uygarlığın süreklilik çizgisinde gelinen son noktadır. Nitekim İpek Yolu’nun 2200 yıllık tarihi de bu bereketli coğ­rafyanın ürettiği zenginlikle­rin, kültürün ve bakış açısının Batıya doğru hareket edişinin hikâyesidir. Sözü edilen sade­ce ipeğin, baharatın, değerli taş­ların ticaret yoluyla taşınma­sı değildir. Zira bu hikâye, aynı zamanda matematik, tıp, astro­nomi gibi alanlardaki bilginin; inançların, fikirlerin ve yaşam stillerinin ürettiği ortak “in­san medeniyetinin” tarihi serü­venini de anlatır. Bu bakımdan Çin’in sessizliğini bozması, yani Napolyon’un deyimiyle “ejder­hanın uykusundan uyanması” yalnızca güncel bir gündem ko­nusu değil insan medeniyetinin bütününe dair sonuçları olabi­lecek devrimsel bir gelişmedir.

Şangay İşbirliği Örgütü
Yüzlerce yıldır uykuda olan Çin’in dünya sahnesine dönme­si ani ve beklenmedik bir durum değil. Zira Çin son 50 yıldır uya­nış pozisyonuna geçmiş, bugün bahsedilen sıçramanın ısınma egzersizleri ise 1980'lerde baş­lamıştı. Çin’in 1978-2000 yılları arasındaki yıllık büyüme oranı % 9-10’un altına hiç düşmemiş­ti. 2001’de Dünya Ticaret Örgü­tü’ne üyelikle birlikte %10 aşan büyüme rakamları pandemi ve siyasi krizlerle birlikte %4-5 ci­varına gerilese de büyüme hep devam etti. Çin’in bu süreçte sadece sivil üretimi değil aske­ri yatırımları da arttı; küresel işbirlikleri genişledi; dünya so­runlarına dair liderlik vasfı be­lirginleşti ve Xi Jinping’in ifa­desiyle “utanç yüzyılı” bitti.

Şangay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) ilk adımları 1996 yılın­da Çin, Rusya, Kazakistan, Kır­gızistan ve Tacikistan beşlisi arasında sınır güvenliği ve böl­gesel istikrarı sağlamak amacıy­la imzalanan antlaşmayla atıldı. Beş ülke kısa sürede ekonomik, politik ve kültürel işbirliğini de içeren bir kapsam ve Özbekis­tan’ın da katılımıyla 2001 yılın­da Şangay İşbirliği Örgütü'ne dönüştü.

Temel güvenlik sorunları “te­rörizm, ayrılıkçılık ve aşırıcı­lık” olarak tanımlanmaktaydı. Bu tarihler El Kaide’nin dünya sahnesine çıktığı ve her üç kav­ramı da sembolize edebilen bir “küresel tehdit” haline dönüş­tüğü yıllardı. Radikalleşmiş İs­lami örgütler en net “tehlike tanımıydı.” Örgütün temsil et­tiği radikal düşüncenin salt Af­ganistan merkezli olmadığı bi­liniyordu. El Kaide etkisi Orta Asya cumhuriyetlerinde de his­sediliyordu. Özbekistan’ın ve Tacikistan’ın direkt olarak his­settiği tehdit, Rusya açısından Çeçenistan ve diğer Müslüman topluluklara, Çin açısından Do­ğu Türkistan’a uzanabilecek ve ayrılıkçı hareketi radikal İslam­cı bir güce dönüştürebilecek bir potansiyeldi. Bu nedenle örgü­tün ilk aldığı kararlardan biri­si de Bölgesel Anti-Terör Yapısı (RATS) adlı kurumun kuruluşu oldu.

Şangay İşbirliği Örgütü 2000li yıllar boyunca çıkan diğer kü­resel krizlerle birlikte içeriğine yeni başlıklar ekledi. Pandemi, örgüt açısından işbirliği ve daya­nışma bacağını güçlendirirken, Ukrayna krizi ve Rusya’ya yöne­lik yaptırımlar ise ŞİÖ’nün Ba­tı’ya karşı alternatif bir blok ola­rak gelişiminin önünü açtı.

Şangay’dan yansımalar
1-2 Eylül 2015 tarihli, 20’den fazla ülke liderinin katıldığı ŞİÖ zirvesi dünya siyaseti açısın­dan çok önemli. Cumhurbaşka­nı Erdoğan, Jinping, Putin ve Modi’nin de katıldığı bu zirve kuşkusuz her konuda bir anlaş­ma sağlanacağının garantisini vermiyor. Lakin ABD ve İsra­il’in birlikte ürettiği Gazze’de­ki insani travmaya karşı top­lu bir karşı duruşun dünya sat­hında ses getirmesi mümkün. ŞİÖ’nün bu konuda inisiyatif al­ması halinde dünyadaki krizler karşısında ahlaki ve insani du­ruş temsiliyetini BM’den ve Batı sisteminin elinden alması şaşır­tıcı olmaz.

Şangay’ın ruhu, Türkiye’nin dış politikada bir süredir yeni­den dönüş yaptığı “köprü” rolü­ne de oldukça uygun. Örgüt, bir yandan ABD merkezli dünyaya karşı çok kutupluluğu savunur­ken, bir yandan da bünyesin­de çatışmalı üyeler olarak hem Hindistan hem de Pakistan’ı; hem aralarında sınır uyuşmaz­lığı bulunan Tacikistan’ı ve hem de Kırgızistan’ı; hem İran’ı hem de diyalog ortağı olarak Suudi Arabistan’ı bulunduran uzlaştı­rıcı bir role soyunuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB üyelik sürecinin tıkandığı bir yerde, demokratik ilkelere ilgisi olmayan ŞİÖ’yü alternatif plan olarak göstermesi vaktiyle oldukça büyük bir tepki çekmiş­ti. İster AB’ye karşı bir pazarlık ya da blöf unsuru olarak kulla­nılsın, ister gerçek bir eksen de­ğiştirme olarak görülsün, Çin artık bize çok uzak değil; ŞİÖ de artık gündem masamızda. Kim bilir belki küresel kurtlar sofra­sı artık buralarda kurulur?

Ziyaret -> Toplam : 227,41 M - Bugn : 16099

ulkucudunya@ulkucudunya.com