« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

16 Haz

2025

Quo vadis; savaş nereye?

Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970

İnsanlık tarihinde savaşsız geçen günler par­makla sayılacak kadar az. Binlerce yıldır ka­bilemiz, kavmimiz, rengimiz, inancımız, devle­timiz, ideolojimiz vs. adına birbirimizi öldürüp duruyoruz. Öldürme motivasyonunun teme­linde beslenmek, yani öldürdüğünü yemek olan hayvanlardan farklıyız.

Biz birbirimizi sırf bir kimliğe sahip olduğu için öldürebiliyoruz; çün­kü ondan bize kötü bir şey yaptığından yani bir eylemi nedeniyle değil, herhangi bir şey olduğu için nefret edebiliyoruz. Nefret etmeye başladı­ğımız anda şeytanlaştırdığımız o topluluğu or­tadan kaldırmak için türlü meşruiyet unsurları bulmakta da üstümüze yok. Savaşlarımızı haklı çıkartmakta insanlar olarak çok mahir varlıkla­rız.

Politik psikoloji disiplininin kurucu babala­rından Vamık Volkan “Kimlik Adına Öldürmek” adlı eserinde, savaşların yalnızca ekonomik ve siyasi çıkar üzerinden analiz edilemeyeceği, psi­kolojik faktörlerin üzerinde de durulması gerek­tiği söyler. Yani İsrail ile İran arasındaki savaşı değerlendirmeye çalışırken sadece füzelerden, lider söylemlerinden, siyasi hedeflerden vs. bah­setmek eksik kalır. Çünkü savaşlar aniden patla­maz; sadece aşama aşama gelişir. Bir savaş patla­dığında o savaş çoktan başlamıştır zaten.

İsrail-İran savaşının aşamaları
İsrail, Ortadoğu toprağına Batılılarca ekil­miş yayılmacı bir bitki türü olarak kabul edile­bilir. Zira kuruluşundan itibaren bölgedeki eko­sistemi bütünüyle değiştiren, hatta bir anlamda şimdiki Ortadoğu’yu inşa eden belirleyici fak­tör odur. İran ile ilişkileri de bu çerçevede şe­killenmiştir. 1948’den 1979 İran İslam devrimi­ne kadar geçen süre boyunca, iki ülkenin sessiz bir ittifak içerisinde olduğu ve Pehlevi saltana­tı süresince Arap-İsrail çatışmalarının gizli bir memnuniyetle izlendiği bilinir.

Devrim sonrası Ayetullah Humeyni’nin ilk beyanlarından birisi İsrail’i tanımadığı ve onun bir şeytan olduğudur. İran, hızla Filistin müca­delesinin liderliğine soyunmuş, İsrail büyükel­çiliği kapatılırken binası da FKÖ’ye verilmiştir. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali ve Hizbullah’ın kurulması ise kırılmanın ve hatta bugünkü sava­şın başladığı tarih olarak kabul edilebilir. İran’ın gizli nükleer programının ortaya çıkmasıyla 2000’li yıllardan itibaren savaşın ilk aşaması ye­ni bir boyut kazanır.

Konu nükleer silah üretimi ihtimali dolayısıyla uluslararası bir platforma çıktığı gibi vekaleten savaş modu da karşılıklı te­rör saldırıları ve suikastlarla şekillenmeye baş­lar. Her iki taraf da birbirini yok etmekle tehdit etmeye, zaman zaman yükselen sıcak savaş ih­timalini Lübnan ve Suriye üzerinde sürdürdük­leri vekil güçler aracılığıyla ertelemeye çalışır­lar. 7 Ekim saldırısı ve ardından başlayan Gazze katliamı savaşın yeni aşamasına geçildiğini gös­teren ilk adımlardır. Sıcak savaş önce küçük de­nemelerle ve nihai olarak bugün geldiğimiz aşa­mada ki o tahrip gücü oldukça yüksek noktaya ulaşmıştır.

Savaşın son hali
Savaşın kime yaradığı, hangi amaca hizmet et­tiği, kimi en çok yaralayacağı gibi konular tartış­maya açık. Ancak Ortadoğu’nun şımarık çocu­ğu İsrail bu defa Hizbullah ve türevi küçük milis güçler tarafından değil bir devletin ordusu tara­fından şiddetli bir biçimde vuruluyor.

İran yıl­lardır tehditten öteye gitmeyen ve artık karika­türize edilmeye başlanan askeri kapasitesini De­mir Kubbe’yi aşarak göstermeyi başardı. Ancak Demir Kubbe’nin çökmesi nükleer bir füzenin İsrail toprağına ulaşması ihtimali anlamına gel­diğinden İsrail yönetiminin İran’daki nükleer te­sislerin tamamen bertaraf edilmesi konusunda ısrarcı olacağı açık. Zira nükleer dehşet ihtima­linin varlığı, o silahlar kullanılmasa da travmatik bir psikolojik etki yaratır. İsrail’e gelince hem is­tihbari hem de askeri vurucu gücünü İran’ın en stratejik noktalarına ulaşarak belirginleştiriyor.

İran’ın genelkurmay başkanı da dahil en üst dü­zey komutanlarının ve nükleer fizikçilerinin tek aşamada ortadan kaldırılması İran’ın içlerine ne denli sızdıklarının işareti. Lakin yanında büyük ağabeyi olmadan bu işin altından kalkamayaca­ğını ve Netanyahu marifetiyle tüm dünya halkla­rının nefretini kazanmış olmanın bir bedel oluş­turacağını da görüyor. Yalnız kaldığının farkında ve desteğe ihtiyacı var. Trump, şimdilik Netan­yahu’ya “şeytan azapta gerek” muamelesini çek­se de İsrail’i ortada bırakmayacağı kesin. Dev­reye girecektir.

İsrail aynı zamanda İngiltere ve Fransa’nın açık desteğini de daha çok görmek istiyor. Lakin onlar da ABD’den gelecek sinyali bekliyorlar. İran ise açıktan olmasa da el altın­dan Çin, K. Kore ve Rusya tarafından muhteme­len desteklenecektir. Her iki ülkenin de diğerleri adına vekaleten savaşıyor noktasına gelmesi ise Ukrayna’daki gibi savaşı uzatabilir. Nihayetinde her savaş bir sonuç yaratır kuşkusuz. Savaş bitti­ğinde beklentinin aksine konsolide olmak yeri­ne her iki rejimin de çözülmesi en kuvvetli ihti­mal. Zira Ortadoğu’da yeni bir düzen kuruluyor ve kendisini yenilemeyen eski aktörlerin bu dü­zende yeri yok.
https://www.dunya.com/kose-yazisi/quo-vadis-savas-nereye/780968

Ziyaret -> Toplam : 163,26 M - Bugn : 11156

ulkucudunya@ulkucudunya.com