Quo vadis; savaş nereye?
Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970
İnsanlık tarihinde savaşsız geçen günler parmakla sayılacak kadar az. Binlerce yıldır kabilemiz, kavmimiz, rengimiz, inancımız, devletimiz, ideolojimiz vs. adına birbirimizi öldürüp duruyoruz. Öldürme motivasyonunun temelinde beslenmek, yani öldürdüğünü yemek olan hayvanlardan farklıyız.
Biz birbirimizi sırf bir kimliğe sahip olduğu için öldürebiliyoruz; çünkü ondan bize kötü bir şey yaptığından yani bir eylemi nedeniyle değil, herhangi bir şey olduğu için nefret edebiliyoruz. Nefret etmeye başladığımız anda şeytanlaştırdığımız o topluluğu ortadan kaldırmak için türlü meşruiyet unsurları bulmakta da üstümüze yok. Savaşlarımızı haklı çıkartmakta insanlar olarak çok mahir varlıklarız.
Politik psikoloji disiplininin kurucu babalarından Vamık Volkan “Kimlik Adına Öldürmek” adlı eserinde, savaşların yalnızca ekonomik ve siyasi çıkar üzerinden analiz edilemeyeceği, psikolojik faktörlerin üzerinde de durulması gerektiği söyler. Yani İsrail ile İran arasındaki savaşı değerlendirmeye çalışırken sadece füzelerden, lider söylemlerinden, siyasi hedeflerden vs. bahsetmek eksik kalır. Çünkü savaşlar aniden patlamaz; sadece aşama aşama gelişir. Bir savaş patladığında o savaş çoktan başlamıştır zaten.
İsrail-İran savaşının aşamaları
İsrail, Ortadoğu toprağına Batılılarca ekilmiş yayılmacı bir bitki türü olarak kabul edilebilir. Zira kuruluşundan itibaren bölgedeki ekosistemi bütünüyle değiştiren, hatta bir anlamda şimdiki Ortadoğu’yu inşa eden belirleyici faktör odur. İran ile ilişkileri de bu çerçevede şekillenmiştir. 1948’den 1979 İran İslam devrimine kadar geçen süre boyunca, iki ülkenin sessiz bir ittifak içerisinde olduğu ve Pehlevi saltanatı süresince Arap-İsrail çatışmalarının gizli bir memnuniyetle izlendiği bilinir.
Devrim sonrası Ayetullah Humeyni’nin ilk beyanlarından birisi İsrail’i tanımadığı ve onun bir şeytan olduğudur. İran, hızla Filistin mücadelesinin liderliğine soyunmuş, İsrail büyükelçiliği kapatılırken binası da FKÖ’ye verilmiştir. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali ve Hizbullah’ın kurulması ise kırılmanın ve hatta bugünkü savaşın başladığı tarih olarak kabul edilebilir. İran’ın gizli nükleer programının ortaya çıkmasıyla 2000’li yıllardan itibaren savaşın ilk aşaması yeni bir boyut kazanır.
Konu nükleer silah üretimi ihtimali dolayısıyla uluslararası bir platforma çıktığı gibi vekaleten savaş modu da karşılıklı terör saldırıları ve suikastlarla şekillenmeye başlar. Her iki taraf da birbirini yok etmekle tehdit etmeye, zaman zaman yükselen sıcak savaş ihtimalini Lübnan ve Suriye üzerinde sürdürdükleri vekil güçler aracılığıyla ertelemeye çalışırlar. 7 Ekim saldırısı ve ardından başlayan Gazze katliamı savaşın yeni aşamasına geçildiğini gösteren ilk adımlardır. Sıcak savaş önce küçük denemelerle ve nihai olarak bugün geldiğimiz aşamada ki o tahrip gücü oldukça yüksek noktaya ulaşmıştır.
Savaşın son hali
Savaşın kime yaradığı, hangi amaca hizmet ettiği, kimi en çok yaralayacağı gibi konular tartışmaya açık. Ancak Ortadoğu’nun şımarık çocuğu İsrail bu defa Hizbullah ve türevi küçük milis güçler tarafından değil bir devletin ordusu tarafından şiddetli bir biçimde vuruluyor.
İran yıllardır tehditten öteye gitmeyen ve artık karikatürize edilmeye başlanan askeri kapasitesini Demir Kubbe’yi aşarak göstermeyi başardı. Ancak Demir Kubbe’nin çökmesi nükleer bir füzenin İsrail toprağına ulaşması ihtimali anlamına geldiğinden İsrail yönetiminin İran’daki nükleer tesislerin tamamen bertaraf edilmesi konusunda ısrarcı olacağı açık. Zira nükleer dehşet ihtimalinin varlığı, o silahlar kullanılmasa da travmatik bir psikolojik etki yaratır. İsrail’e gelince hem istihbari hem de askeri vurucu gücünü İran’ın en stratejik noktalarına ulaşarak belirginleştiriyor.
İran’ın genelkurmay başkanı da dahil en üst düzey komutanlarının ve nükleer fizikçilerinin tek aşamada ortadan kaldırılması İran’ın içlerine ne denli sızdıklarının işareti. Lakin yanında büyük ağabeyi olmadan bu işin altından kalkamayacağını ve Netanyahu marifetiyle tüm dünya halklarının nefretini kazanmış olmanın bir bedel oluşturacağını da görüyor. Yalnız kaldığının farkında ve desteğe ihtiyacı var. Trump, şimdilik Netanyahu’ya “şeytan azapta gerek” muamelesini çekse de İsrail’i ortada bırakmayacağı kesin. Devreye girecektir.
İsrail aynı zamanda İngiltere ve Fransa’nın açık desteğini de daha çok görmek istiyor. Lakin onlar da ABD’den gelecek sinyali bekliyorlar. İran ise açıktan olmasa da el altından Çin, K. Kore ve Rusya tarafından muhtemelen desteklenecektir. Her iki ülkenin de diğerleri adına vekaleten savaşıyor noktasına gelmesi ise Ukrayna’daki gibi savaşı uzatabilir. Nihayetinde her savaş bir sonuç yaratır kuşkusuz. Savaş bittiğinde beklentinin aksine konsolide olmak yerine her iki rejimin de çözülmesi en kuvvetli ihtimal. Zira Ortadoğu’da yeni bir düzen kuruluyor ve kendisini yenilemeyen eski aktörlerin bu düzende yeri yok.
https://www.dunya.com/kose-yazisi/quo-vadis-savas-nereye/780968