« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

03 May

2017

SIRADAN BİR GÜN

03 Mayıs 2017

İvan İlyiç’in Bir Günü olarak hatırımda kalan romandan ilhamla rutin bir günü ele almayı tasarlarken iyi ki kitaplığı karıştırmışım. Dostoyevski’nin sanıyordum. Hafızaya güvenmemek lâzım. Unsurları itibariyle Rus edebiyatının devlerinden ortak noktalar taşımakla birlikte yazarı da, başlığı da başka başkaymış.

İvan Denisoviç’in Bir Günü imiş. Yazarı da Soljenitsin. Meşhur Gulag Takımadaları yazarı.

İvan İlyiç’in Ölümü ise Tolstoy’un bir romanı. Dostoyevski’nin kendi mahkûmiyet hayatını anlattığı Ölü Bir Evden Hatıralar da bunlarla benzer mahiyettedir.

Aleksandr Soljenitsin, İvan Denisoviç’in Bir Günü ile Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüş. İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyet ordusunda subayken Stalin’i eleştirdiği gerekçesiyle tutuklanarak sekiz yılını çalışma kamplarında geçirmiş. Romanında şahsi tecrübelerinden yararlanarak toplama kamplarındaki acımasız şartlar karşısında onurunu ve haysiyetini korumaya çalışan insanları anlatmış. Zalim ve adaletsiz bir ortamda mahkûmların insanlık dışı düzene nasıl direnç gösterdiklerini resmetmiş. Romanın kahramanı İvan Denisoviç, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların elinden kaçtıktan sonra, ajan olma şüphesiyle Sovyet hükümeti tarafından gözaltına alınır ve sürgüne gönderilir. Buzlar altındaki Sibirya sürgününde açlık ve şiddet altında on yıl geçirecektir. Soljenitsin’in kendi anılarından yola çıkarak yazdığı roman, 1962 yılında yayınlandığında Sovyetler Birliği’nde büyük yankılar uyandırmış, kısa sürede toplatılmış ve yasaklanmış. Stalinist dönemin yazarlar üzerindeki siyasi baskısını anlamak için okunması gereken bir romandır.

Yetmiş sene sonra... Demokratik ve modern bir ülkede…

Sabah hazırlanıp çıktınız. Yokuşun sağ tarafındaki arazi önceden kurban pazarıydı. Sonra inşaat başladı. Bir tabela astılar. Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi İnşaatı. Keşif bedeli şu kadar, yüklenici bilmem kim. İyi güzel, gençler meslek öğrenir, sanat sahibi olur. Zaman geçti, bina yükseldi, okul açıldı. Yeni tabela asıldı. Çamlıca Kız İmam Hatip Lisesi. Beş senedir faaliyet gösteriyor. Hanım hanımcık kızlar geliyor, ziyanı yok. Ziyanı yok ama harcı kamu yalanıyla karılan işten ne kadar hayır gelir. Kimse de soramıyor, mesleki ve teknik lise ne oldu. Her işleri böyle gizli saklı, sinsi sinsi.

Kamu yalan söyler de özel teşebbüs durur mu. Her ikisi karma zaten, birbirinden besleniyor. Az yukarıda Küçük Çamlıca semti, imara kapalı diye bilinir. Okulla aynı zamanlarda boş bir arsada başka bir levha. Bu alanda peyzaj çalışması yapılmaktadır. Çevre düzenlemesi olunca dikkat çekmez, gelen geçen tepki göstermez. Peyzaj çalışmaları biter, gökten indirilen milyon dolarlık villalar satışa arz edilir. Tabiat katliamı sinsice, haince, yalan dolanla, alavere dalavereyle halledilmiş, güya muhafazakâr aile efradı için lüks ciplerin finansmanı sağlanmıştır.

Az ötede araplara satılan geniş arazide üç bloklu devasa inşaat. Karşı yakadan silüeti görünür. Yollar alt üst olmuş, sokaklar kapalı. Senelerdir kamyonlar, beton arabaları cirit atar. Binaya özel yeni bağlantı yolları açabilmek için bütün Anadolu yakasında trafik felç vaziyette. Bu kadar imtiyazı sağlığında yerli sahibine verseydiniz de adam borçlu harçlı gitmeseydi. Tüy diker gibi bir de dikey yapılaşmadan şikâyet etmezler mi. Yüzsüzlüğün, yalanın, riyanın dik alası.

Mahalleden Göztepe Köprüsüne doğru bir kilometre yol yarım saat sürer. Sol tarafta Azizciğimin onbeş sene oturduğu site. Memleket ahvalini kimle konuşacak, kimle dertleşip gülüşeceksiniz. Köşe başlarında Suriyeli kadınlar. Kucaklarında bebekleri. Ellerinde boş biberon. Süt parası isterler. Keyfiniz kaçar. Hangi birine yetişeceksiniz. Karşıda üst geçitte boydan boya bir surat pişmiş kelle gibi sırıtır. Bu zavallıları sefil halde başa saran sayın muhterem bilmem neyin açılışını teşrif edecekmiş. Ona alıştınız, yetmedi, adım başı mahdumun etnospor faaliyeti ilanları. Ya sabır… Aynı panolarda geçen haftalarda artık sıkıyönetim olmayacak vaadi vardı. Otuzbeş senedir sıkıyönetim yok zaten ama anlaşılan olağanüstü hal ilelebet var olacak

Bunca çirkinliğin arasında metro durağının oralarda fıstık çamına yaslanmış coşkun bir mor salkımın gümrah çiçekleri içinize geçici bir bahar aydınlığı verir.

E5’ten köprü bağlantı yoluna çıkınca trafiğe çakılırsınız. Tam karşıda Küçük Çamlıca tepesinde beton bir silindir yükseliyor. İkiyüzyirmi metre çıkacakmış. Çirkinlik abidesi. Akıl edenin boyu bosu devrilsin. Altunizade Köprüsünün altında yola boylamasına konulan çekici marifetiyle trafik tek şeride indirilmiştir. Ya Kısıklı tarafından gelecek zatlara yol açılıyor ya da Avrasya Tüneline zorunlu sevkle hasılatın artması planlanıyordur. Kasveti dağıtmak için radyoda türkü dinliyorsunuzdur. Saat başında emekli subayla imam karışımı yaşlı bir adam mütevekkil sesle Kıbrıs çıkartmasındaki yoksunluktan bahsedip artık uçağımızı, tankımızı kendimiz yaptığımız için şükreder. Herhalde görünmez uçaktır yaptıkları. Behey gafil adam, Kıbrıs Sakarya’dan sonra Türk’ün ilk şahlanışıdır. Kırk sene sonra bir ecdad mezarına sahip çıkamayan utanmaz güruh ne yüzle maziye laf söyler.

Sosyal medyaya göz atarsınız. Üç beş haysiyetli dost derde tercüman olmuştur. Orada da kılkuyruk bitmez. Aklını, fikrini, izzetini, şerefini satılık etmiş birileri partim der, genel başkanım der, beka der. İşte bu sersemlerle aynı safta görünmek insanı yakar kavurur. Köprüye yaklaşırken tekerler sanki kana basıyordur. Kendileri saklanıp milleti tankların üstüne sürenler, mehmetçiğin kanına girenler akla geldikçe boğazı seyredip keyif almak da mümkün olmaz. Nahak yere işinden gücünden edilenler de cabası.

Dolmabahçe’den Gümüşsuyu’na çıktınız. Teknik üniversiteyi geçince yol yine kesik. Polis yeleği giymiş tekinsiz tipler tepeden bakarak arabaları kontrol eder. Hangi ölçüye göre seçtikleri asla kestirilemeyen bazı arabaları sağa çektirirler. Güvenlik mi sağlarlar, endişe mi saçarlar orası belli değil.

Biraz iş görürsünüz. Çay ocağında çaycı, şoför ve birkaç çokbilmiş ağızları açık evlilik programı seyrediyordur. Ver mehteri diyerek mukaddesatla dalga geçen soytarı da favoriler arasındadır. Öğlen İstiklal’de bir tur atıp şunları unutayım dersiniz. Saç ektirmiş gezinen kafası sargılı kara adamlar içinizi bulandırır.

Akşam çıktınız. Maç varsa yol kesiktir. Dünyayı dolaşmak lazım. Normal gün farz edelim. Beşiktaş dolaylarında tam yaya geçinde duraklarsınız, arkanızda polis arabası biter. Dat dat siren sesleriyle sağa geç, sağa geç diye buyruk verir. Eliniz ayağınız dolaşır. Peşinde üç beş arabalık bir konvoy. Güzel Türkçenin sövgüleri tarih boyunca böyle süfli hadiselere şahit olmadığı için yetersiz kalır. Sövmek hem ayıp ve günahtır. Dilinize dolanır, yutkunursunuz. Sağa geçersiniz, devletlû hangi cibilliyetsiz ise yanınızdan hızla geçer gider. Onun öfkesi geçmemişken köprüye girişte başka bir şerefsiz türer, çakarlarıyla bu defa sola geç diye seslenir. Sola geçersiniz. Dişleriniz sıkılmaktan ağrımaya başlamıştır. Akşam televizyonu açarsınız şehit haberleri gelir, kumandan üniforması taşıyan emir eri güzel şeyler olacak der. Tartışma programı yarıda kesilir, yine aynı surat konuşmaya başlar. Devletlû polis ekseninde ömrünüz yeknesak sürer gider. Sağlığınız bozulursa kabahatli hazırdır; sigara ve tütün mamulleri.

İvan Denisoviç… Sibirya’daki toplama kamplarında şeref ve haysiyet mücadelesi veren sizler mi daha bahtsızdınız, yoksa bu cennet ülkede yıkımı eli kolu bağlı seyreden bizler mi… Soljenitsin, Dostyoveski, Tolstoy... Burada sizin yazdıklarını üçe beşe katlayacak malzeme var ama ya iklimin rehavetinden yahut baskının şiddetinden olsa gerek, yazacak kalem ve yürek çok fazla çıkmıyor.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 123,28 M - Bugn : 194548

ulkucudunya@ulkucudunya.com