« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

25 Mar

2014

SERVET SOMUNCUOĞLU 3

25 Mart 2014

Aziz’e mektup.

Sevgili dostum,

Sen fani dünyadan göçeli sekiz ay oluyor. Bütün sevenlerinle birlikte ben de gittin gideli keyifsizim. Neş’esizim. Şairin dediği gibi, Istanbul’da, tarifsiz kederler içindeyim.

Önde cenaze arabası, arkada uzun konvoy, müteessir insanlar… Bilhassa yalnızken, yaz güneşinin aydınlattığı Karacabey ovasında, vakitsiz solan genç şehzadelerin ana kucağı Bursa’ya naklini hatırlatan o hazin son yolculuk aklıma geliyor, gözyaşlarımı tutamıyorum.

Maziyle fazlaca meşgul olanların itiyadları kolay değişmiyor herhalde, o yüzden bir avuntu bulamıyorum. Boşluğunu doldurmak kabil olmuyor. Sürekli yazıp anlatmaya niyetliydim olmadı. Ne dilden manalı bir söz, ne kalemden kayda değer bir cümle sadır oluyor. Metin abi, akrandan yetim dedi, hali tarife yetti.

Kırk yıllık müşterek maziden gelen remizlerle ne güzel konuşur anlaşırdık. Uzun söze ihtiyaç duymadan da anlaşırdık, bakışlarımızla, tavırlarımızla. Yanımızdakiler bunlar hangi lisanı konuşuyor, nelerden bahsediyor diye şaşırırdı. Bazen ne tatlı çekişirdik. Sanki az önce hararetle münakaşa edenler değilmişiz gibi kolkola kalktığımızda hayretle bakarlardı. Hatta sekiz on senede bir, incir çekirdeğini doldurmaz mevzular yüzünden muvakkat dargınlıklar bile güder, birbirimizi aramayınca gelen gidenden haber sorardık. Beğendiğimiz bir hikâyeden mülhem bir Aziz tutturmuştuk, öyle kaldı. Bir ara buna temas etmeli.

Hepsi çok güzeldi. Hepsini çok özledim Aziz. Gündelik hayata, memleket meselelerine, dünya gidişine dair her biri yerli yerine oturan nüktelerini, tasvirlerini, tahlillerini, heyecanlarını, hüsranlarını, mücadelelerini, muvaffakiyetlerini özledim.

Ne çok hatıramız varmış. Nereye gitsem senden bir iz canlanıyor zihnimde. Tanıyanların gönlünde ne güzel intibalar bırakmışsın. Kimi görsem seninle ilgili bir bahis açılıyor. Teessürle tebessüm, hüzünle hasret birbirine karışıyor.

Heyhat, artık o ince zekâdan, yüksek kültürden, keskin müşahede kabiliyetinden mahrumuz. İki fakültenin yanısıra, teşekkülüne talebe harçlığıyla başlanıp onbin cilde ulaşan kütüphaneyi de hazmetmiş parlak bir dimağ, sarsılmaz iman, sağlam yürek, mukavim bir beden. Hepsi bir araya gelince aşılmaz engelleri aşar, imkânsız görünen işleri başarır.

Tek başına, emsalleri kimbilir kaç kişilik ekiplerle, kaç senede, ne kadar büyük bütçelerle hazırlanabilecek belgesel diziler, akademik başvuru eserleri ortaya çıkardın. Kendi imkânlarınla, altın elbiseli adam gibi sınırlı, konuşmaz, dili yok söylemez, hareketsiz bir malzemeyi işleyip, adeta ete kemiğe büründürerek gayet akıcı bir belgesel halinde Türk nesillerine hediye etmek, mesleki kabiliyet ve tecrübede de zirveye çıktığının işaretidir. Şüphesiz, Türklüğün kudretini artıracak bu zengin ilmi miras aynı zamanda sadaka-i cariye hükmündedir ve amel defterine mütemadiyen sevap işletiyordur.

En elverişsiz vasatlarda dahi ülkücülüğünü, milliyetçiliğini geri plana almaya tevessül etmez, göğsünü gere gere ne olduğunu, kim olduğunu, inancını, ideolojini, dünya görüşünü yüksek sesle ifadeden çekinmezdin. Aslını inkâr etmediğin için sokakta da yabancılık çekmeden, yeri geldiğinde karmaşık mevzuları herkesin anlayacağı kısa bir cümleyle izah ediverirdin.

En basitinden… Neredeyse onbeş sene evvel, bahar mevsiminde bir akşamüstü farkına varıp ara sıra hatırladığımız, kimdir, necidir, nereden gelir nereye gider meçhul o adamı bazen yine görüyorum. Yine bîperva, elde küçük bir Oltu tesbih. Üsküdar kaldırımlarını maksatsız, gayesiz, ağır ağır adımlıyor. Bıyıklar çeneye kadar uzun. Kaşlar çatık, bakışlar kartal gibi sert. Sırtı geriye iyice gerneşmiş. Koyu takım elbise, siyah ayakkabılar, bağrı açık beyaz gömleği. İlk karşılaşınca, senden başka kim saniyeler içinde intikal edip koluma sıkıca girerek, üzerine kitap yazılacak o espriyi fısıldayabilir; ‘Sakın gözgöze gelme, çabuk kaçalım, yoksa topuğumuza sıkacak…’.

Buyurun size bir cümlede hülasa edilmiş sosyal ilimler mecmuu. Psikoloji… Sosyoloji… Felsefe… Sosyal psikoloji… Halkla ilişkiler… Davranış bilimi… Siyaset ilmi…

Azizciğim, sekiz aydır hem sensizliğin hüznü çöküyor, hem her daim seninle meşgul olmanın tesellisi içindeyim. Çok şükür, mühimsenmeyecek birkaç karaktersizin dışında can sıkıcı bir husus yaşanmadı. Umulmadık kişiler vefa abidesi çıkarken bir kısmı da hüsrana uğrattı. Sağlığında hak ettiklerinden daha fazla değer verdiğin bazı tipler ortada görünmedi, tıynetleri daha o zamanlardan belliydi ya. Sen kişilere takılmazdın, ama ben vefasızlığı hazmedemiyorum. Karşılaşmayalım tek, yolları açık olsun.

Gün geçmiyor, kadirbilir ve vefakâr muhitlerden ya bir ödül töreni daveti geliyor, ya bir anma programı tertib ediliyor. Ne çok sevenin varmış. Ne büyük işler yapmışsın. Tam unuttum derken, bir taraftan da unutmak yakışır mı diye kendime kızacakken yeni bir gündem doğuyor. Bu defa üzülmeye zaman kalmıyor.

Rüyalarında görenler iyi gördüklerini söylüyorlar. Hayırlara işarettir inşallah. Ben bir defa gördüm. Gayet netti ve fevkalade güzeldi. Tanışmak kısmet olmamıştı galiba, bazen bahsederdim, dosdoğru ülkücü Haşim Yurdadoğ ağabeyi de geçenlerde uğurladık ebediyete. Mekânı cennet olsun.

Sosyal medyada vecizelerin, sözlerin dolanıyor, slayt haline getirilmiş kısa bir de mektubun paylaşıldı. Bende üniversite birinci sınıfta iken yazılmış mektupları buldum, suretlerini yüksek lisans tezi çalışacak gence verdim. Ankara’ya gitmem dolayısıyla bana şiir yazmışsın yedi sekiz sene evvel. Bahsetmemiştin. Belki de geriye çabuk döndüğümden hükmü kalmadı. Sağolsun Nevin hanım gönderdi. İki ayı geçti, henüz açıp okumadım. Sonra okurum. Şimdi yüreğim elvermedi. Merak konusu bir şey kalsın geride.

Kerküklü, esaret acısından mı, yalnızlığın hüznünden mi, sevdanın hicranından mı bilinmez, ne kadar kederli. Bir teklif bekliyor, biri, kalk gidek çayhanaya, desin, biraz gönlü eğlensin. Sağolsun Yasin tek başına teşkilât. Şurada şu var abi, burada bu var, şöyle yapalım, şu konferansa gidelim, bu toplantıya katılalım deyip öne düşüyor. Dernek başkanı olduğu camide her cuma günü Türk dünyası şehidleri için mevlide çağırıyor. Bünyamin abi, Avcılar’dan Tuzla’ya nerede programı varsa davet ediyor, en son domburacı Aslanbek ile müşterek verdiği konsere katıldık. Gelene atlı gidene seğmen misali biraz gam kasavet dağılıyor, vesileyle seni yâd ediyoruz.

Dünya ahvali bıraktığın gibidir. Kahbe devran aynen dönmekte, alçaklık katmerlenerek artmaktadır. Hırsız polise kelepçe takmakta, hakimi savcıyı hapse tıkmaktadır, gerisini var hesab et.

Burada hüküm süren iblis, yeni dünyada çöreklenen habisle ihtilafa düşünce büsbütün kudurdu. Düne kadar birlikte Türklüğe karşı hain tuzaklar kurduğu müttefikine karanlık çehresi ve iğrenç sesiyle ağzından köpükler saçarak böğürüp duruyor.

Harami başı, hırsızların reisi, yalancılığın piri öyle hünerli ki, meydanlarda toplanan kalabalıklara hırsızlığı alkışlatmayı başarıyor. Geçmişin bütün cürmünü şerikine yıkıp ileride sorulabilecek hesaplardan kurtulmak için okları ona yönlendirmeyi hedefliyor.

Zihinler allak bullak. Hangisinin daha büyük milli tehdit olduğunu, önce kimin, nasıl bertaraf edileceğini tayin için evliya ferasetine ihtiyaç var. Hangisi muktedirse, hangisi Türklüğün başına daha büyük bela ise ondan başlamak lazım geldiği idrak edemeyen siyaset aciz kalıyor, düşmanından medet umar hale geliyor.

Beceriksiz muhalefet partileri. Karakter zaafına uğramış, kafası işlemez, her tarafa dönen mizaca sahip olduğu halde o an hasbelkader hangi noktada duruyorsa orayı dava adamlığı olarak pazarlayan yarı aydın. Dünyayı da ahreti de kestirmeden kapatmaya çalışan ahali. İhanet, böğründen parmakla dokunulup itilse içi boş kütük gibi devrilecekken, bunların sayesinde gün geçtikçe kök salıyor.

Suriye’ye lüzumsuz yere efelenirken Kırım’ı kaptılar. Bizim yüreğimiz yanıyor, alçakların umurunda değil. Vatansız, milliyetsiz, cibilliyetsiz uzun boylu kavaldan ses çıkmadı. Vatan için haykırmak yine yarım yüzyıldır vatanının çilesini çeken büyük Türk Milliyetçisi Kırım Tatar Milli Meclisi Eski Başkanı Mustafa Cemil Kırımoğlu’na düştü. ‘Sözde Kırım yönetimi eğer benim Kırım’a girişimi yasaklarsa bunun bedelini öder…’

Günün birinde uğursuzlar defedildiğinde şüphesiz milli değerlere teveccüh artacaktır. O bakımdan keyfi mülahazalara mahal vermemek, tarihe şerh düşmek için seninle ilgili gelişmeleri birinci elden kayıt altına almak lazım gelir. Şimdi elim varmadı. Bir sonrakinde deneyeceğim Azizciğim.

Nur içinde yat sevgili kardeşim.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,01 M - Bugn : 4696

ulkucudunya@ulkucudunya.com