« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

01 Tem

2013

ÖLÜYE KURŞUN

01 Temmuz 2013

Kitap, etrafındaki sersemlere dünyadan vazgeçmeyi telkin ederken, yine bu kendinden geçmiş ahmaklardan kopardığı imkânlarla dünya nimetlerinin en âlâsını nefsinin hizmetine koşan soytarıların aksine, medeniyete merdanelikle veda ederek, yarensiz, muhibbansız, cemaatsiz, taraftarsız, tek başına tabiatın kucağına giden bir sırlı adamın gizli hikâyesiydi. Adamın iddiası yok, vaazı yok, sohbeti yok, doktrini yok, ideolojisi yok. Anadan, yardan, arkadaştan ayrılarak giriştiği zorlu işin sonunda rütbe ve mal da yok.

Sessiz bir iç çekiş. Veda etmeyen, el sallayıp giden yalnız bir adama duyulan saygı. Aynı zamanda; gül gibi memuriyetten ayrıldığı, evi barkı terk ettiği, çoluk çocuğu yüzüstü bıraktığı için meczup teşhisiyle kestirip atan, inancı uğruna ömründe bir gün hürriyeti tahdit edilmemiş, bir tokat yememiş, kimseyle bir sigarasını paylaşmamış, bir öğün yemeğinden feragat etmemiş yarı milliyetçi yarı muhafazakâra vakur bir cevap.

Keşfedilmemesi, huzurunun bozulmaması için ismi zikredilmedi, mekân belirtilmedi, sadece tavrı, hayat görüşü, mektupları ve bir iki kırık hatıraya yer verildi. Kapakta gravür haline getirilen belirsiz bir resim, muhayyileye ipucu veriyor.

Müessif hadiseyle sır ifşa olunca artık bir iki kelâm etmek düştü.

1999 yılı… Henüz beceriksiz koalisyon kurulmamış, iktisadî buhran kasıp kavurmamış, bu fırsattan istifadeyle çöreklenen kara bulutlar daha ufukta belirmemiş. Kadıköy vapurunun üst güvertesinde otuzlu yaşların ortalarında iki adam. Biri çantasından bir deste mektup çıkarıyor. Arasından bir tebrik kartı seçip, diğerine bilmece gibi arkasında ne yazdığını soruyor. Resimde, çite yaslanmış, uzaklara dalıp gitmiş bir kadın ve tabiat görülüyor. Kartpostal olduğuna göre ya yeni yıl kutlamasıdır ya da bayram tebriği. İkisi de değilmiş. Arkasında isimsiz, imzasız, adressiz filozofça bir cümle yazıyor; aşkını tabiata veren bir kadın.

Diğer mektuplar onüç adet. Hiç biri benzer kâğıda yazılmamış. Biri sigara kâğıdına, bir diğeri dosya, başka biri asker defterinden koparılmış sayfa, sarı bakkal defterinden bir yaprak, bir pelür kâğıdın yarısı, teksir kâğıdından yırtılmış bir parça… Mektuplardaki bir cümle dikkat çekici. Bey oğlu bey, köle oğlu köle olmak rızâsındadır.

Mektupları gönderen esrarengiz kişi asker arkadaşıymış. Evvelce bahsi geçmemişti. Askerlik için, ‘sosyal kader’ deyince farklı biri olduğu anlaşılmış ve bütün bölüğün ilgisini toplamış. Halk şiirinden divan şiirine, tarihten, edebiyattan, felsefeden konuşmuşlar.

‘İlkel yaşama çekilecek ve duygusal zekâya döneceğim. İnsan gibi yaşamak istiyorum ben. Entelektüel zekâ insanlığın sonunu hazırlıyor. Ben kendime ait belirlediğim dünyaya döneceğim. Bu benim seçimim. Herkes bir şeyler diyecek, kim ne derse desin umurumda değil. Ömrümün kalan kısmını kendim gibi, insan gibi yaşayacağım, Plastiğe dokunmadan yaşamak istiyorum. Çekileceğim…’ diyormuş.

Ve çekilmiş… Yirmi senedir tabiatta yaşıyor. Yaz kış derme çatma bir barakada. Üst baş dökük, yalınayak, saç sakal birbirine karışmış. Sıcak yemek yok, yatak yok, banyo yok, elektrik, doğalgaz, telefon, market, kredi kartı yok. Hiç bir dünya nimeti yok. Sadece barakasında dalgalanan bir Türk Bayrağı…

Gallemit kitabı işte bu adamı anlatıyor. Yazarı, kahramanın teessürüne hürmeten tekrar basılmayacağını ifade etti.

Ulu kam yine mütevekkil. ‘Hep başkasının mı canı yanacak, bu kez de bizim canımız yandı’ sözleriyle karşılamış evlât acısını. O gece oğlu Ethem’in mezarında beklemiş, kıvrılmış yatmış.

Aynı mahallede olsalar, tanışsalar, belki ahbap olacak iki gençten biri katil, biri maktul. Siyasîlerin talimatıyla sönen genç bir hayat ve eğer varsa vicdanı, ömür boyu azaba mahkûm bir emir fedaisi.

Belli ki polise bir şey olmayacak. Olmasının faydası da yok. Sade vatandaş, değil taammüden adam öldürmek, arabasının önüne fırlayan birinin ayağını ezse aylarca başı dertten kurtulmaz. Polisine sahip çıkan devlet biraz olsun vatandaşına da sahip çıksa.

İnsan gibi yaşamak ne mümkün. İlk zamanlar kendisine sataşan, deli diye taş atan çoluk çocuğun eziyetinden kurtulan Muzaffer Hoca bu defa entelektüel zulme maruz kaldı, seviyesiz tartışmaların merkezi haline geldi. Allah yardımcısı olsun.

Polis kurşunuyla ölen Türk evlâdına hasbelkader sol elini kaldırdığı için ‘oh olsun’ diyorlar. Öldürüldüğü yerde bekleyen kardeşine, ‘bekle bekle, belki gelir’ mesajı yazan insanlıktan nasipsizler varmış. Babasını yıllardır niçin perişan halde bıraktığını soran kafasızlar da çıkıyor. Hoca’nın bunları elinin tersiyle ittiğini anlayamayıp, emekliliğe hak kazanıp kazanmadığını merak eden merhamet sahipleri de.

İster hasım bir insanı hedef alsın, isterse bir hayvan vücudunu, bütün kültürlerde ölü bedene kurşun sıkmak alçaklıktır. Vatanseverlik ispatı için veya yarı milliyetçi yarı muhafazakâr politik yorumlara haklılık kazandırmak için bu alçaklığa tevessül edenler tekrar tekrar cinayet işliyorlar. Kuduz gibi ağızlarını köpürterek vatan nutku atanlar, mazlum ahı almanın ne demek olduğunu elbet gün gelir anlarlar.

İktidarı muhalefeti bütün politikacı kadrosu Muzaffer Hoca’yı ziyaret etseler, duruşundan, tavrından, tercihinden belki nasiplenir, taptıkları dünya nimetlerine biraz müstağni kalırlardı.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,82 M - Bugn : 19149

ulkucudunya@ulkucudunya.com