« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

08 Nis

2013

ANALARI AĞLATAN HAİNLER YOK EDİLMELİDİR

08 Nisan 2013

Mazide ve halde efradlarından şehit vermeyen, istikbalde de vatanın selameti için değil baldıran zehiri içmek, parmağının kanamasına katlanmayacağı besbelli olan asker kaçağı, vatan haini ve millet düşmanı haramzade sürüsü, ecdadın Türk kanıyla suladığı aziz toprakların vatanlaşmasında emekleri, payları, alınteri ve kanları bulunmadığı için milli varlığımızı har vurup harman savurmaktadır. Şehit ve gazileri olmayan bu soysuzlar şehadet mertebesinin yüceliğini idrak edemezler. O yüzden analar ağlamasın teranesiyle halkı kandırmakta ve hain planlarına mesnet teşkil ettirmektedirler.

Vatan, millet ve din uğrunda yüzyıllardır milyonlarca Türk evladı bir gül bahçesine girercesine toprağın kara bağrına girmiştir. Çin içlerinden Viyana önlerine kadar, Malazgirt’te, Kösedağı’nda, Kosova’da, Niğbolu’da, Otlukbeli’nde, Çaldıran’da, Mohaç’ta, Viyana’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Çanakkale’de, Yemen’de, Sakarya’da can veren milyonlarca adsız Türk erlerinin elbette anaları da ağlamıştır, babaları da ağlamıştır, eşleri de evlatları da ağlamıştır, hısım akrabası, konu komşusu da ağlamıştır. Bedir, Uhud ve Hendek şehitleri için de ağlamışlardır.

Zulmün payidar olmaması için, Ehl-i İslam’ın ırzının kâfir çizmesi altında çiğnenip bütün anaların ağlamaması için millet içerisinde bazı erlerin şehit olması mukadderdir. Milli birlik içerisinde milletin bütün fertleri şehit analarının evlatları yerine ikame olarak acılarını hafifletir. Şehit Mehmetlerimize bütün milletimiz kendi evlatları gibi sahip çıktığı taktirde Türk Milleti ilelebet yaşayabilir.

Burma’da (Myanmar) aralarında kadın, çoluk, çocuk yüzlerce Müslümanın kömürleşmiş cesetlerini görüyoruz. Bu vahşetlere mani olamadığımız için içimiz kan ağlıyor. Türk Milleti Türk Milliyetçileri idaresinde güçlense, Türk birliği sağlansa, bozkurt soylu Türk Başbuğlarının buyruğuyla demir kuşaklı pehlivanlar yeniden cihanın dört bir tarafına salınsa bu cinayetler işlenebilir mi? Bırakın âleme nizam vermeyi, maazallah bölücülüğe destek veren ihanet şebekesinin icraatları sonucunda bizim aynı akıbete duçar olmayacağımızı kim garanti edebilir.

Sayıları pek fazla olmasa da mazlum, şaşkın ve çaresiz şehid analarıyla terörist analarını bir araya getirip kucaklaştıran zihniyet kahramanlık ruhunu zedeleyerek Türk Milletinin esaretini hedeflemektedir. Şehid anasını gerçekten düşünüyorsan itibar ve hürmet gösterir, hissettirmeden ihtiyacını karşılar, namerde muhtaç olmamasını sağlarsın ve şehidin intikamını alarak yüreğine su serpersin. Türk askerine kurşun sıkan bölücü teröristleri inlerinden tek tek çıkararak imha etmek yerine serbest bırakanlar vatana ihanet suçunu işlemektedir.

Atatürk’ün 1919-1925 yılları arasında maiyetinde bulunan Ali Çavuş’un hatıralarından bir bölüm okuyup, Türk asker anası nasıl asil davranır, Türk Başkomutanı nasıl dirayetli olur izleyelim. Vatan müdafaası için başkomutan en ön safa geçince, analar vatana kurban olsun diyerek evlatlarını nasıl feda ediyor görelim.

“… Atatürk, Batı Cephesi karargâhı olan Akşehir’de bulunuyordu. Civar köyleri gezmek istediğini söyleyerek yalnız yaverleri ile Ali Çavuş’u yanına aldı. Bir müddet dolaştıktan sonra ileride bulunan Ermenak köyünü gördüler.

Hava birdenbire bozmuş ve yağmur serpelemeye başlamıştı. Gezintiyi kısa kesip Ermenak köyüne dönülmesini istedi. Onlar da köyün yoluna girdi. Köyün karşı tarafında terk edilmiş bir bina hissini veren iki katlı ahşap bir konak görünüyordu. Bu defa otomobilin o tarafa sapmasını istedi. Böylece konağın önüne gelindi. Otomobil konağın önünde durduğu halde binada hiçbir hareket görünmüyordu. İçerisinde insan olmadığını düşündüler.

Atatürk konağın merdivenlerini, konağa hiç yabancı değilmiş gibi rahatlıkla çıktı. Kapıyı vurup içeriye girdi. Kapısı açık odalardan birine yaklaştı. Yaverler ve Ali Çavuş, Atatürk’ün hemen arkasında merakla etrafa bakınıyorlardı. Koca odada, bir yaşlı, bir genç kadın yere oturmuş, aralarına koydukları beşiği sallıyorlardı.

Kırık pencere camlarının yerine bezler ve mukavvalar koymuşlardı. Hemen hemen hiç eşya yok gibiydi. Yerde eski bir kilim ile raflarda birkaç tencere görülüyordu. Kadınların elbiseleri yama içinde, yüzleri solgundu. Şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Her gün çete ve eşkıyaların baskınlarına uğramaktan yüzlerinde kanıksamış bir ifade vardı. Yaşama ve ölmenin onlarca bir farkı yoktu sanki.

Atatürk’ün üzerinde Erzurum’dan beri çıkarmadığı sivil avcı elbisesi vardı. Atatürk kadınlara. “Merhaba bacılar!.. Nasılsınız?” diyerek hatırlarını sordu. Kadınlar biraz şaşırdılar. Kapanmak istedilerse de bu kadar efendi kıyafetli ve içlerinde subay da bulunan insanların kendilerine zararı dokunmayacağını anladıklarından rahatladılar.

Yaşlı kadın, “Sağ ol oğlum, iyiyiz işte. Gördüğün gibiyiz” dedi. Atatürk, “Sizin kimseniz yok mu? Yalnız mısınız?” diye sordu. Yaşlı kadın, “Türemeyesice bir Mustafa Kemal çıktı. Oğlumuzu elimizden alıp asker etti. Başka kimsemiz yok” dedi.

Atatürk, “Kimmiş bu Mustafa Kemal, biliyor musun bacım?” deyince kadın, “Ne bileyim. Hükümete isyan etmiş herifin biriymiş. Oğlan askere gidince çocuk ile gelin bana kaldı. Ne yapalım buna da şükür” dedi.

Atatürk, “Oğlun nerede asker” diye sordu.

Kadın boş gözlerle Atatürk’e baktı. Düşündü. Sonra aklına gelmiş olacak ki, “Mektubu var getireyim” diyerek içeriye koştu. Mektubu getirdi.

Atatürk mektubu okudu. İkinci Ordu’da asker olduğunu öğrendi ve kadına, “İkinci Ordu kumandanı benim arkadaşım. Yazayım, oğluna izin versin” dedi.

Kadın küçümser bir tavırla, “Zahmet etme yavrum. Bizim muhtar bile yazdı da cevap dahi gelmedi. Mustafa Kemal hiç kimseye izin vermiyormuş” dedi.

Bu konuşma sırasında evin genç gelini misafirlere süt hazırlamıştı. Toprak kâselerle ikram etti. Atatürk yaşlı kadına neyle geçindiklerini sordu. Kadın, birkaç günlük bulgurunun kaldığını, o da biterse belki muhtardan ödünç alabileceğini söyledi.

Atatürk civarda bakkal olup olmadığını sordu. Kadının evet demesi üzerine Ali Çavuş’u yanına çağırdı ve kulağına, “Çocuk, bakkaldan bir şeyler al ve getir” buyurdu. Bir müddet sonra Ali Çavuş, çeşitli yiyeceklerden otuz liralık alıp getirdi. O zaman otuz lira büyük paraydı. Yiyecekleri kadına teslim etti. Bakkal kendisinde buğday olmadığını ve muhtardan alınabileceğini söylediğinden, muhtara gelmesi için haber gönderildi.

Kadın yiyecekleri misafirlerin kendilerine aldığını zannederek hepsini bir köşeye yığdı. Muhtarın gelmekte olduğu haberi verilince, Atatürk “Allah’a ısmarladık” diyerek kalktı. Hep beraber merdivenlere doğru gidiyorlardı ki kadın, “Erzakları unuttunuz” diye seslendi. Atatürk, “Bacım, onlar senin olsun” dedi.

Kadın, “Oğlum bizim paramız pulumuz yok, neyle ödeyeceğiz?” dedi.

Atatürk, “Ben oğlundan alırım, meraklanma” diye cevap verdi.

Kadın, “İyi ama oğlum asker, nereden parası olacak? Nasıl verecek? Kurbanın olayım bizi borçlandırma” diye yalvarmaya başladı.

Bu esnada muhtar merdivenleri çıkıyordu. Atatürk ve beraberindekiler de merdiven başına gelmişti. Kadın hiç değilse muhtarı evin dışarısında karşılamak için koştu ise de muhtar merdivenleri çıkmıştı. Yaver Muzaffer Bey kadının muhtarla konuşmasına fırsat vermeden kulağına, “Bu Mustafa Kemal’dir” dedi. Kadın şaşırmıştı. “Tövbe de oğlum. Bu iyi kalpli adam Mustafa Kemal olur mu hiç?” deyince, konuşmayı duyan muhtar işi anlamıştı. Hemen Atatürk’ün ellerini öpmek için sarıldı. Muhtarın bu halini gören kadın da işi anladığından o da ellerine sarılarak, “Aman oğlum, affet beni. Senin gibi Mustafa Kemal’lere hepimiz kurban olalım. Ne bileyim senin gibi iyi bir adamın Mustafa Kemal olduğunu” deyince Atatürk, “Valide meraklanma. Benim arkamdan yalnız sen değil, herkes söylüyor” diyerek konaktan ayrıldı.

Kadın ve gelin merdivenlerin alt basamaklarına inmişler, Atatürk’ü uğurluyorlardı. Kadın Atatürk’e, “Mahmıdımı görürsen iyi olduğumu söyle. Vazifesine mukayyet olsun. Bizi düşünmesin. Mustafa Kemal başımızda” dedi.

Atatürk kadının bu inceliğine çok memnun oluştu. Kısa bir müddet sonra Atatürk kadının oğluna izin verilmesi için gerekenlere emir verdi. Mahmut da izinden dönerken Atatürk’e gelip minnet gözyaşlarıyla elini öptü…”

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,99 M - Bugn : 16575

ulkucudunya@ulkucudunya.com