« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

26 Oca

2011

BOZKURTLAR

26 Ocak 2011

Bozkurtlar romanını bütün Ülkücüler okumuştur. Ülkücüler arasında kitabı okumayan çok nadir çıkacağı gibi, Türklük gurur ve şuurunun şahikası mertebesindeki eseri bitirip de Ülkücülüğe meyletmeyen pek azdır. Bozkurtlar ile erken tanışmak Ülkücülükte erken manevi kıdem almak manasına dahi gelir.

Öğretmen okulunun daha birinci sınıfında hemen her sıranın gözünde bir Bozkurtlar dururdu. Elden ele dolaşan kitaplar defalarca okunur, bilhassa akşam müatalaalarında sınıfın neredeyse yarısı derslere ara verip romanın efsunkâr havasına dalıp giderdi. Sanki yakın gelecekte kâbus gibi çöreklenecek Kızıldere uğultularına mukavim durabilmek için Kürşad’ın narasıyla Tanrı Dağından inmeye hazırlanıyor, istikbalde gemi azıya alacak milliyetçilik aleyhtarı sinsi cereyanların ağusuna karşı ruhumuzu Orhun’un kaynağından kandırıyorduk.

Bizim Bozkurtlarımız, yazıldığı tarihten itibaren otuz sene zarfında estetik yönden en yüksek kıvamı bulmuş beyaz kapaklı nüshalardı. Bir kayanın üzerinde rüzgârda dalgalanan uzun saçlarıyla bozkurt gibi dimdik gerilmiş, çizmeli, börklü, belinde kılıç, bir elinde kurt başlı tuğ, diğer eliyle uzak hedefleri işaret eden, çengel bıyıklı, çatık kaşlı, sert bakışlı Kürşad, tarih boyunca ezile ezile Türk köylüsüne dönüşen Oğuz çocuklarına asil bir ırkın evlatları olduğunu hatırlatırdı. Kapaktaki Kürşad resminden ilham alınarak yapılan kocaman bir yağlıboya tablo lokalin duvarında asılıydı. Kitabın sayfa aralarına serpiştirilmiş kuşe kâğıtlarda onaltı adet renkli resim, konuya canlılık katarak kahramanların dış görünüşleri ve coğrafya hakkında fikir verir, Ötüken’i aşina bir yurt kılar. Birçoğunun ismi Orhun Kitabelerinde geçen İşbara Alp, Kürşad, Yağmur, Yamtar, Çalık, Gök Börü, Tunga Tekin, Bögü Alp binüçyüz yıl önce yaşayıp ölmüş kahramanlar değil, nefes alıp veren, aramızda dolaşan, heyecanlı maceraları birlikte yaşanan arkadaşlar kadar yakındır. Bütün Ülkücüler Kürşad’ın kırkbirinci yiğidi olmayı gönlünden geçirir.

Birinci kuşak Ülkücülerin Bozkurtları, Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlarıyla iki cilt halinde neşredilmişti. Bozkurtların Ölümü 1946, 1951, 1955, 1958, 1962, 1966, 1970 yıllarında yedi defa Türkiye Yayınevi tarafından basılmıştır. İlk beş baskısının kapağında belirsiz siyah beyaz çizgilerle Kürşad ve arkada ihtilâl arkadaşlarının silüetleri görülmekte, içinde yirmi adet kara kalem desen bulunmaktadır. İkiyüzelli kuruş fiyatlı ilk baskının son sayfasında ‘Okuyucular üzülmesin; çünkü Bozkurtlar dirilecektir’ müjdesi verilmektedir. 1966 ve 1970 nüshalarında kapak değişmiş, Kürşad’ın yerini yakın plan bir atlı almıştır. Bozkurtlar Diriliyor 1949, 1950, 1953, 1957, 1962, 1965, 1969, 1971 yıllarında sekiz defa Türkiye Yayınevi tarafından basılmıştır. İlk dört baskıda aynı, sonraki ikişer baskıda değişen, birbirine benzer üç ayrı kapak resmi kullanılmıştır. Sekiz adet siyah beyaz resimle süslenmiştir.

1973 yılında Ötüken Neşriyat tarafından Bozkurtlar adıyla tek cilt olarak neşredilmiş, baskı numaraları eski baskıları takib eder şekilde her iki başlığa da ayrı ayrı konulmuştur. Böylece bu birleşik ilk baskıda Bozkurtların Ölümü sekizinci, Bozkurtlar Diriliyor dokuzuncu defa basılmıştır. Atlı figürünün yer aldığı kapak siyah renk ağırlıklıdır, resim yoktur. 1974 nüshası mavi tondadır, kapakta yine Kürşad ve arkadaşları vardır. Renkli resimlere ilk defa burada yer verilmiştir. Bu tarihten sonra yakalanan beyaz renkli ideal şekil dört baskıyla ihtilâle kadar devam eder.

İhtilâlle birlikte her şey gibi Bozkurtlar’da da geriye gidiş başgösterir. Ondördüncü baskıda kapak değişir, renk sarıya döner. Kürşad’ın yerini minyatürle gravür arası rahvan yürüyüşlü bir süvarinin gölgeleri almıştır. Bundan sonra uzun bir inkıta devresi yaşanır. Başka yayınevleri artık hususiyetini tamamen kaybeden baskılar yapar, bu başıbozukluk günümüze kadar devam eder. Eylül 2010’da Bozkurtlar tekrar eski yayınevine rücu eder. İç kapakta yüzbirinci baskı yazmaktadır. Grafik değişerek büsbütün sevimsiz bir hal almış, resimler tamamen çıkarılmıştır. Bu, okuyucuda sevinç ve heyecan uyandıracak bir kavuşma değildir. En az yüzbir defa almış ve yine en az yüzbir defa okumuş, neşriyatın zorluklarını az çok bilen anlayışlı bir okuyucu da olsanız, ilgili ve yetkililere kusurların sebebi sorulduğunda açıklayıcı bir cevap almak mümkün olmaz. Ruh yitirilmiştir.

Bozkurtlar, Göktürk tarihinin 622-690 yılları arasındaki hadiseleri konu alır. Hikâyenin özü, Çin esaretine düşen Türklerin Kürşad komutasında Çin Sarayını basarak verdiği hürriyet mücadelesidir.

Atsız konuyu ilk önce Sabahattin Ali’ye verir. ‘Benden yazacağı piyes için tarihi ve kahramanane bir mevzu istediği zaman ona kahraman Kürşad’ı vermiştim’ der. Atsız, 1933 yılında Sebahattin Ali’ye Konya’da tutuklu iken gönderdiği tarihsiz mektubunda Kürşad’dan söz eder: ‘Oğlum Sabahattin, yine deliğe girmene canım sıkıldı. Sen deliğe girdiğin için değil, yine bu budalaca işi tekrar ettiğin için. Ben seni zeki bir insan tanırım. Budalaca hareketleri sana yakıştıramam. Hele senin gibi bir dahi namzedinin Nazım Hikmet gibi bir iki satılık herife inanıp da kendi memleketinin aleyhine neticelere verebilecek fikirlere iştirakini senin zekânla kabil-i telif bulmam. Sen bir zamanlar adamakıllı milliyetperverdin. Birkaç salak senin fikrini nasıl çeldi de şu zıkkıma meylettin anlamıyorum. Senin hiçbir zaman komünist olamayacağını biliyorum. Fakat biraz üzerine iaradeni takın! Tam serserilikten vazgeçip, ananı ve kardeşini yanına aldığın ve hele tam Kürşad’ı bitirdiğin bir zamanda bu darbe hiç hoşuma gitmedi. Eserinin adını Kürşad yap. Bu eser sana, öyle zannediyorum ki iyi bir şöhret temin edecektir. Onun için bu tatilde bu piyesi muhakkak Darü’l- bedayi’ye ver. Daha evvel de bir kere bana göstersen iyi edersin. Nazım’a falan göstermene lüzum yok. Onun dar kafasının içindeki kuş beyni böyle şeylere akıl erdiremez. Sanat ciheti için Faruk Nafiz’e gösterebilirsin. Hem zannederim Faruk senin ahbabındır.’

Sabahattin Ali’nin yazdığı 3 perdelik, altmış sayfa civarında Esirler isimli oyun Varlık dergisinde 1 Haziran-1 Eylül 1936 tarihlerinde tefrika edilir. Ne var ki, metin berbattır, teliften çok kötü bir tercümeye benzemektedir. Yazar bu ilk yazı denemesinde Göktürk devrinin dilini, kelimelerini ve havasını yakalayamamıştır. Yazdığı basit hikâyede, o çağda henüz Türkçeye girmemiş istihfaf, tarassut, teneffüs, tahammül, zabit, muvaffakiyet, muhabbet, mevcudiyet, teskin, hasretmek, mamafih, tasavvur, alaimisema, ilelebed, namütenahi gibi kelimeleri kullanması acemiliğinin ve bilgisizliğinin derecesi hakkında fikir verir.

Sabahattin Ali, arkadaşı Ayşe Sıtkı İlhan’a 1933 yılında cezaevinden yazdığı mektuplarda; ‘Benim Esirler piyesi bitti, oldukça da güzel oldu, temize çekince sana gönderirim, Nazım’a götürürsün’, ’Sen bana Esirler piyesini nasıl bulduğunu şöyle adamakıllı olarak bahset. İlk yazdığım piyestir, birçok yerleri aceleye geldi. İyi ve fena taraflarını mufassalan yaz’ ve ‘Pertev, Esirler piyesini Ertuğrul Muhsin’e versin. Piyes Şehir Tiyatrosu tarafından kabul ve afişe edilirse müellif ismi yalnız Ali olsun.’ demektedir. 1 Ağustos 1933’te Ayşe Sıtkı şöyle cevap verir: ‘Senin Esirler, Pertev’in evinde temsil edilmiş ve ağlayanlar olmuş. Ben, bir defa şöyle okumuştum, bilhassa sonu fevkalade hoşuma gitmişti. İçindeki sözler mevzudan ve heyeti umumiyesinden çok daha güzel. Materyalistçe yerler nefis.’

Oyunu Atsız da beğenmez ve düşüncelerini şu sözlerle ifade eder: Kendisine vaktiyle vermiş olduğum Kürşad mevzuunu da Nazım Hikmetof’un tesiriyle Marksist bir kalıba sokmuş. Esirler diye yazdığı piyeste bizim büyük Kürşad’ımızı mümkün olduğu kadar küçülterek nefsine mağlup bir insan haline getirmiş ve bu piyesi Varlık’ta tefrika etmiştir. Bereket versin Darülbedayi piyesi zayıf bularak oynamadı.

9 Kanunusani 1937 tarihinde Sabahattin Ali’ye yazdığı mektupta Kürşad’ı roman olarak yazacağunı söyler. ‘Evladım Sabahattin, sana müthiş bir sır vereyim mi? Haydi vereyim: Ben Kürşad’ı roman olarak yazıyorum. Beni buna sevk eden de Tahsin Demiray oldu. Romanın adı Bozkurtların Ölümü’dür. Senin gibi tarihi tahrif etmeyerek yazıyorum. Senin berbat ettiğin Kürşad’ın şerefini de iade edeceğim. Roman hiç yazmadım. Bu ilk tecrübemdir. Bununla beraber Kürşad’ın aşkıyla muvaffak olacağım. Sen belki beğenmeyeceksin. Çünkü Kürşad orada bir sınıfı temsil etmeyecek. Roman ve temaşa işlerini iyi bilen Nihad Sami (Banarlı) romanın başlarını okudu, beğendi. İleride kitap şeklinde çıkınca sana gönderirim.’

Yetmiş yıldır Türklük ülküsüne gönül verenlerin başucu eseri olan Atsız’ın romanı, Kürşad aşkıyla muvaffakiyet kazanmıştır.

Geçtiğimiz günlerde sık sık Atsız’ın ilmi değerinin teslim edildiği bir popüler tarih programında Kürşad mevzuuna temas edildi. Programcıların kitabın şöhretini duydukları fakat adamakıllı okumadıkları ve etraflıca araştırmadıkları anlaşıldığı halde, Kürşad’ın hayali bir roman kahramanı olduğu yönünde fikir beyan edildi ve kahraman üretmeye ihtiyaç duyulmadığı dile getirildi. Değerli arkadaşımız, büyük ilim adamı Prof. Ahmet Taşağıl, ilim adamı ihtiyatkârlığıyla bu isme Çin kaynaklarında rastlamadığını ifade etti.

Elbette Türk Milletinin hayali kahramanlar üretmeye ihtiyacı bulunmamaktadır. Fakat büyük kahramanların magazine, cehalete veya aceleye kurban gitmesine de rıza gösterilemez.

Atsız birçok makalesinde Kürşad’dan bahseder. Kopuz dergisinin 1939 tarihli üçüncü sayısında yayınlanan Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı Kürşad ile Kürşad dergisinin 1947 tarihli birinci sayısında çıkan En Büyük Türk Kahramanı Kürşad başlıklı iki yazısı tamamen Kürşad üzerinedir. Türk Ansiklopedisindeki Kürşad maddesini de Atsız yazmıştır. Göktürk prensi ve Doğu Göktürk Kağanlığını Çin tutsaklığından kurtarmak için, delice denecek bir kahramanlıkla yapılan ihtilâlin kahramanı. 619-621 yıllarında Doğu Göktürkleri Kağanı olan Çuluk Kağan’ın küçük oğludur. Çin Yazısıyla Kiüe-şe şeklinde yazılan Kürşad bilindiği gibi resmi unvanıdır ve prensler arasında üstün bir yeri olduğunu gösterir. Asıl adı sinologlar tarafından So veya Soay şeklinde okunuyor. Bunun Türkçe Şu olması muhtemeldir. 630 yılında Kara Kağan, tab’asından yüzbin kadar Türkle tutsak edilip Çin’e getirilince birçok Türk büyüklerine askeri kabiliyetleri dolayısıyla Çin’de görevler verilmiş, Kürşad da Çin hassa subaylarından olmuştu. Tutsaklık ve Kara Kağan’ın ölmesi Göktürkler’de bir şeyler yapmak düşüncesi doğurduğundan Kürşad 639’da bir darbe hareketine girişmeye karar verdi: Her gece kılık değştirerek, yanına muhafız almadan şehri gezmeye çıkan Çin imparatorunu bir gece tutuklamak, gerekirse öldürmek ve Göktürk prrenslerinden Urku (Ho-loko)’yu kaçırarak Göktürk kağanı yapmak. Kürşad ihtilâli gerçekleştirmek için kırk Türk’le anlaşmıştı. Fakat darbeyi yapacakları gece fırtına çıkıp ortalık karardığından imparator sokağa çıkmadı. İhtilâli geciktirirlerse duyulacağından çekinen Kürşad o gece imparatorun sarayına saldırmak gibi eşi görülmedik bir yiğitlik yaptı. Bu, yiğitliğin de ötesinde bir delilik, hatta çılgınlıktı. Keskin nişancı olan Kürşad’ın okları saray muhafızlarından birçoğunu yere serdiyse de kalabalık karşısında başarı kazanamayarak imparatorun ahırına saldırıp seyisleri öldürdüler. Atları alıp kuzeye doğru çekildiler. Fakat Vey ırmağını geçemiyerek öldürüldüler. Kürşad’ın bu kahramanca davranışı başarısızlıkla bittiyse de Çinliler’i fena halde korkuttuğundan Türkleri Çin’de alıkoyarak Çinleştirmek sevdasından vazgeçip onları unvanlar verdikleri bir Göktürk prensinin idaresinde eski yurtlarına gönderdiler. Kürşad tarihin nadir yetiştirdiği insanlardan biridir. Hem milletini kurtarmak, hem de türeyi sayarak, kağan olmak hakkı da varken, bunu yeğenine vermeyi düşünmek gibi büyüklüklerle şeref kazanmıştır. Destanî davranışı ile Çin’e dehşet salarak Türklerin Çin’den kurtulmasını sağlamasaydı onlar zamanla Çinlileşip kaybolacak, Türk ırkı daha sonraki tarihinde ulaştığı büyüklüğe kavuşmak imkânını kaybedecekti. Bundan dolayı Kürşad, bu olayın şümul ve sonuçları bakımından Türk tarihinde çok büyük rol oynamış en büyük şahsiyetlerden biridir.

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Türk Milli Kültürü kitabının Göktürkler kısmında, Liu Mao-tsai Die Chinesischen Nachcrihten Zur Geschichte der Ost-Türkken (T’u-küe), Wiesbaden, 1958 isimli esere atfen Kürşad’dan söz eder. Çinliler tarafından şiddetle bastırılan hareketler arasında en çok hayret uyandıran, 639 yılında Kürşad’ın ihtilâl teşebbüsüdür. T’ang imparatorunun saray muhafız kıtasında vazife gören Göktürk prensi Kürşad Türk devletini ihya etmek için otuzdokuz arkadaşı ile birlikte bir gizli cemiyet kurmuş ve önce, bazı geceler tek başına şehirde dolaşan imparator T’ai-tsung’u yakalamağa karar vermişti. Fakat planın uygulanacağı gece ansızın patlayan fırtına yüzünden imparator saraydan çıkmadı. Kararın geciktirilmesini sakıncalı gören Kürşad ve arkadaşları bu defa doğruca saraya yürüdüler. Kırk Türk, sarayı ele geçirip başkente hâkim olmayı düşünüyorlardı. Yüzlerce muhafız telef edildi ise de dışarıdan sevkedilen ordu ile başa çıkılamadı. Şehir yakınındaki Wei ırmağına doğru çekilen Kürşad ve arkadaşları yakalanarak öldürüldüler.

Aynı konu Ahmet Taşağıl’ın Göktürkler isimli eserinin ikinci cildinde de yer almaktadır. Burada olaylar aynıdır, sadece kişi ismi Türkçe Kürşad yerine Çince Chie-shih-shuai olarak geçmektedir. Zaten Atsız’ın da Kürşad’ın resmi bir unvan olduğu hakkındaki görüşü yukarıda zikredilmişti. Taşağıl’ın bibliyografyasında Liu Mao-tsai’nin kitabı yer almakla birlikte konunun dipnotunda adıgeçen esere gönderme bulunmamakta, Liu Hsü’nün 945 yılında yazdığı Tang hanedanının ilk yıllığının 1985 Tai-pei, Ting-wen shu-chü yayınevinin baskısından yararlanıldığı belirtilmektedir. Kendi soyundan gelenlerle gizli irtibat kuran Chie-shih-shuai kırktan fazla Göktürk kabile şefiyle gizli anlaşma sağlamayı başarmıştı. Yeğeni Ho-lo-hu’yu da kendi tarafına çekti. Ho-lo-hu, T’u-li Kağan’ın oğlu idi ve o da Çinliler tarafından makam ve unvanlarla taltif edilmişti. Chie-shih-shuai’ın gizli ittifak kurduğu kişilerin daha önce 630 yılında Çin sarayına gelip unvan ve makamlar alan Göktürk kabile reisleri veya onların yakınları olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan plana göre olay şöyle gelişecekti. Chin prensi Li Chih, geceleri çıkıp dolaşıyordu. Aniden ileri atılıp onu yakalayacaklardı. Chiou-ch’eng-kung srayından sabaha karşı çıkacak, o esnada saray kapısı açık olacak ve kapı nöbetçileri çekileceklerdi. Chie-shih-shuai ve arkadaşları bundan faydalanarak saraya gireceklerdi. İmparator T’ai-tsung’un bulunduğu yere gidip, onu esir edeceklerdi. Eğer başarılı olurlarsa Ho-lo-hu kağan seçilecekti. O gece Chie-shih-shuai’nin arkadaşları sarayın civarında gizlenip beklemeye başladılar. Fakat, bu sırada büyük bir fırtına patlak verdi. Prens Li Chih saraydan çıkmadı. Chie-shih-shuai planlarının anlaşılacağını zannederek, saraya hücum edip T’ai-tsung’u kaçırmak kararını verdi. Saray muhafızlarıyla çarpışa çarpışa dört savunma hattını yardılar. Orta askeri barakalara dahi ulaşıp saldırdılar. Muhafızlar tam dağılmış iken general Sun Wu-k’ai saraya yardıma geldi. Chie-shih-shuai ve arkadaşları neticede sarayın ahırından at alıp kaçmaya başladılar. Wei Irmağını geçip, eski topraklarına ulaşmak istiyorlardı. Sınırdaki devriyeler tarafından öldürüldüler. Sadece Ho-lo-hu idam edilmedi. Affedilip Çin’in içlerindeki Ling-wai’ye sürüldü. Bu ayaklanma hareketi kısa sürede bastırılmış olmasına rağmen Tang hanedanının başta imparator T’ai-tsung olmak üzere bütün idarecilerini korkuttu. Bütün vezirler imparatora Göktürklerin Çin’de ikametlerinin kendi ülke çıkarları açısından mümkün olmadığını belirttiler. Dokuz yıldan beri kuzey Çin ve başkent Ch’ang-an’da ikamet eden Göktürklerin her an Tang İmparatorluğu için tehlike teşkil ettiği hissediliyordu. Arkasından hemen Göktürklerin Çin’den çıkarılabilmesi için hazırlıklara başlandı.

Görüldüğü gibi Atsız, Kafesoğlu ve Taşağıl tıpa tıp aynı şeylerden sözetmektedir. Yıl aynıdır, 639. Şehir aynıdır, Çin başkenti. Sayı aynıdır, kırk kişi. Kahraman aynıdır, bir Göktürk prensi. Niyet aynıdır, başarılı olunduğu takdirde Kürşad’ın yeğeni kağan yapılacaktır. Teferruat ve hadiselerin gelişmesi aynıdır; imparatorun gece şehri dolaşması, o gece fırtına çıkması üzerine sarayın basılması, dışarıdan yardım gelmesi, ahırlardan at alınması, Wey ırmağı kıyısında öldürülmeleri. Binüçyüz yıl öncesinin sisli sayfalarından bugüne Kürşad İhtilâlinden daha net gelebilen hangi tarihi vakadan sözedilebilir? Kamerayla filme kaydedilse ancak bu kadar berrak kalabilirdi. Çinlilerin acaip yazıları ile alâkasız telaffuzlarının Türkçe isimlerde yol açtığı küçük farklılıklara bakarak Kürşad’ı inkâr etmek çok vahim bir ilmi ve tarihi hata olur. Atsız’ın 1930’larda, Liu Mao-tsai’nin 1958’de, Kafesoğlu’nun 1976’da Kürşad’dan bahsettiği dikkate alındığında, birbirinden habersiz ve farklı zamanlarda değişik birçok ilim adamı ve kaynak Kürşad’ın varlığını teyit etmektedir.

Kürşad vardır. Tarihte var olduğu gibi, istikbâlde de var olacaktır. Bu en büyük Türk kahramanından ilham alınarak Kürşad ismi konulan küçük bozkurtlar, bugün okul sıralarında Alparslan, Tuğrul, Çağrı, Oğuz, Buğra, Kutalmış, Kurthan ve diğer Türk evlatlarıyla yanyana Türklüğün teminatı olmak üzere yetişmektedir. Ahir ömürde, kurt başlı sancağın altında kırk kişinin toplandığını görebilirsek gönüller şad olacaktır.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,82 M - Bugn : 26651

ulkucudunya@ulkucudunya.com