« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

07 Tem

2010

MAĞDURLARIN MAHDUMLARI

07 Temmuz 2010

Her sene mayıs ayının ikinci yarısında 27 Mayıs ihtilâlinin tartışılması adet haline geldi. 27 Mayıs hakkında çok şey konuşuldu ve yazıldı, gizli kapaklı bir tarafı neredeyse kalmadı. Hatıralar dizisine en son Milli Savunma Bakanlığı emir subaylığı görevinde bulunan Adnan Çelikoğlu'nun 1990 yılında kaleme alıp Mayıs 2010 tarihinde Yapı Kredi Yayınları arasından çıkarılan Bir Darbeci Subayın Anıları 27 Mayıs Öncesi ve Sonrası isimli eser eklendi. Emsallerine göre yüksek seviyeli bir üslup taşıyan kitap, hadiselerin tam merkezinde yer alan tarafsız bakış açısıyla dedikodulardan ve şahısların keyfi değerlendirilmesinden uzak durarak bazı tarihi konuları aydınlatıyor.

Birinci derece muhataplarından hayatta kalanlar azaldığından ihtilâl mağduru demokratları artık ikinci nesil temsil ediyor. Savunmak da ondörtlerin haricindeki yaşlı bir MBK üyesine düştü, irtica tehlikesinden bahsederek haklılıklarını ortaya koymaya çalıştı. İhtilâlde CHP hesabına çalışarak tabii senatörlükle ödüllendirilenler, Yassıada mahkemeleri ve idamlar dahil baştan sona bütün icraatların doğru olduğunu iddia ederler. İçlerinde mecburen demokrasiden dem vuranların yanında, idamlara şiddetle karşı çıkanlar, demokrasiye gerçekten inananlar, siyasi hayata atılarak mücadele etmeyi seçenler çıkmıştır. Ancak hiçbiri yirmiyedimayıs aleyhine konuşmamış, aralarındaki görüş ayrılıkları sebebiyle birbirleriyle çatışsalar ve ihtilâlin hedefinden saptığını kabul etseler de giriştikleri hareketi kötülememişlerdir.

Günümüzde darbeciliğin savunulur bir yanı kalmadığından demokrat geçinenler sürekli taarruz halinde olmayı kendilerinde hak görüyorlar, fakat zaman zaman yanlış ve haksız mütalaalarda bulunuyorlar. Mağdurları müdafaa ettikleri için tasfiye edilenlerle, kuyruk, düşük gibi tahkir edici sıfatlarla zulmedenleri aynı kefeye koyarak bir başka haksızlığa yol açıyorlar. İhtilâlden hemen sonra Harp Okulunda kapatıldığı odanın penceresinden atlayarak intihar eden İçişleri Bakanı'nın oğlu tartışmalarda en olgun konuşanlardan biriydi. O da tuttu, ondörtlerin tasfiyesinde müessir olan ve dolayısıyla idamlara giden yolu açan Madanoğlu'na övgü dizdi. Bulvar açmak uğruna İstanbul'u tarumar eden eski İstanbul Valisi ve Sağlık Bakanı'nın oğlu Eminsu'lar vesilesiyle birkaç defa Türkeş'in ismini zikretti. Menderes babasını aramış, doktor bir viskini içmeye geleceğiz demiş, Rusya'ya gitme meselesini konuşmuşlar. Kimin ne içtiği önemli olmamakla birlikte satır aralarında evliya ilan edilen bu vasat insanların birbirlerine herkes gibi çay veya kahve değil de viski ikram ettikleri, millete yabancılıklarını mahdumlarının da tevarüs ettiği anlaşılıyor. Kim olduğu meçhul bir başkası da kantarın topuzunu kaçırdı ve ihtilâlcileri otuzsekiz serseri olarak nitelendirdi. Yine aralarından biri malum örtülü ödenek konusundan bahsetti.

Aralarında 1944 Türkçülük Turancılık olayları sebebiyle yirmiyedi yaşında genç bir üsteğmenken evi arandığında beşyüzü aşkın değerli kitabı da götürülen Alparslan Türkeş ile Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ gibi fikir sahibi değerli kurmay subaylar ve onları tasfiye eden idam taraftarı MBK üyeleri ile Yassıada Kumandanı Tarık Güryay gibi nemrut ve gaddar subayların da bulunduğu ihtilâlcilere bugün ömründe beş kitap okumamış birisinin hiç ayırım yapmadan otuzsekiz serseri diyerek kabadayılık taslaması pek kolay. Bu onlar muktedirken söylenseydi bir değeri olurdu. Yassıada'da dimdik duran, küçük dağları ben yarattım edasındaki komutanla gerektiğinde yumruk yumruğa döğüşen Osman Turan, Fatin Rüştü Zorlu gibi mert isimler halen saygıyla anılıyorlar. Bugün demokrasi şampiyonluğuna soyunanlar o devirde ya ihtilâli alkışlıyor, ya da mahkemelerden yakayı sıyırmak için Menderes aleyhine ifade veriyordu. İdamların gerçekleşmesinde bu tür sahtekarlârın ve asıl serserilerin payı vardır. Asamazlar, hiçbir yapamazlar, mahkemeleri bu yüzden uzatıyorlar, Menderes Yassıada'dan çıkıp beyaz atı ile Eyüpsultan'da görüldü gibi şayialar, mevcut gerilimi ve bölünen MBK'ya alternatif olarak kurulan Silahlı Kuvvetler Birliği teşkilâtının idamlar yönündeki baskısını arttırmıştır. Her şey olup bittikten sonra bu defa herkes idamlara karşı kesilmiştir. Gerçekte idamlara karşı çıkan tek kişi sürgündeki Alparslan Türkeş'tir. 13 Kasım ihaneti yaşanmasıydı idamlar gerçekleştirilemezdi. Gürsel gerçekten isteseydi idamlar gerçekleşmezdi. İnönü son anda mani olmaya çalışmak yerine baştan samimiyetle karşı çıksaydı idamlar gerçekleşmezdi. 14'ler tasfiye edildikten sonra yeniden oluşturulan MBK tasdik etmeseydi idamlar gerçekleşmezdi. Tasfiyeden sonra aciz duruma düşen MBK'nın da üzerinde bir güç olarak zuhur eden SKB ısrar etmeseydi idamlar gerçekleşmezdi. Amerika ve Avrupa karşı çıksaydı idamlar gerçekleşmezdi. Ve hatta demokratlar isteseydi idamlar gerçekleşmezdi. İhtilâl hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlar kamuoyunu yanlış bilgilendiriyorlar.

İhtilâlciler otuzsekiz MBK üyesinden ibaret değildir. Belki otuzsekiz kişinin birkaç katı kadar subay birinci dereceden rol oynamış, binlerce subay da desteklemiştir. İhtilâlin gerçekleşmesinde daha büyük payı olanların bir kısmı MBK dışında kalırken, bazıları son anda katıldıkları ve hiç hak etmedikleri halde MBK'ya dahil olmayı başarabilmişlerdir. Bu ve benzeri çekememezlik, kıskançlık ve sair sebeplerle cuntacılık ve darbecilik modası almış yürümüş, 1971'e kadar fasılasız devam etmiştir. İhtilâli otuzsekiz kişiyle mahdut görmek meslelerin derinliğine nüfuz edilmediğini göstermektedir. Ordu içinde silahlı bir çatışma yaşanmaması ihtilâlin sadece otuzekiz kafadarın eseri olmadığının delilidir.

27 Mayıs'ta Harp Okulu komutanı olan General Sıtkı Ulay, ihtilâlde itilip kakılmayan Ethem Menderes'ten önceki Milli Savunma Bakanı Şem'i Ergin hakkında şöyle söyler: Makul, temiz, terbiyeli, askerzade, anlayışlı bir devlet adamı idi. Belki biraz gençti ama istihkar olunan orduyu anlamış ve orduya kendisini sevdirmeyi başarmış ve becermişti. Hasbelkader politika icabı, karşısına esas vaziyetinde gelen bir kurmay albayın ne de demek olduğunu biliyor ve konuşmalarını ona göre yapıyordu.

Günümüzde darbe olmasına olmaz, ama darbe olmayacak rahatlığıyla kurmay albayları mahkemelerde çaresizlikten, yalnızlıktan, yalan ve iftiralardan ağlatanların ve intiharlarına sebebiyet verenlerin şapkayı önlerine alıp düşünmesinde fayda bulunmaktadır. 27 Mayıs'ın zulüm bilançosu son yıllarda subaylara yönelen zulmün yanında çok sönük kalmaktadır. Zulmün payidar olmadığını tarih gösteriyor.

Yassıada'da görülen ondokuz davadan biri Örtülü Ödenek Davasıdır. Dava, 14 Mayıs 1950 ile 27 Mayıs 1960 tarihleri arasında, 24 milyon lira tutarındaki Başbakanlık örtülü ödeneğinin özel ihtiyaçların karşılanması suretiyle zimmete geçirilmesi ve kanunun tayin ettiği maksat dışında sarfı ile vazifenin suistimali fiilleri duruşmaları adı altında 25 Kasım 1960'tan 2 Şubat 1961'e kadar onüç oturumda ele alınmıştır. Sonuçta Menderes'e 4 milyon 877 bin 780 lira 19 kuruş zimmet çıkarılmış ve 15 yıl 2 ay hapse mahkum edilmiştir. Müsteşar Ahmet Salih Korur 2 yıl 11 ay hapis cezası almıştır. Mahkemedeki bazı diyaloglar utanç vericidir. İkinci oturumda başkan şahit sıfatıyla dinlenen odacıya kahvaltılık malzemenin hesabını soruyor: Alıp getirdiğiniz yiyecek vesaireyi yalnız Başvekil mi yiyordu, yoksa Başvekalet memurları da yiyorlar mıydı? Cevap: Hayır efendim, yalnız kendileri yerdi ve misafirlerine ikram ederdi.

Menderes kötü niyetli olsaydı hiçbir kayıt tutturmayarak ve evrakı müsbite muhafaza ettirmeyerek on yıllık başbakanlığı dönemindeki 24 milyon tutarındaki bu paranın tamamını canının istediği şekilde harcayabilirdi. Dürüst ve titiz davranarak kayıt tutturmuş, sarf yerlerini gösteren evrakı muhafaza ettirmiş, şahsi hesaplarını da özel kalemi takip ettiğinden müsteşarının örtülü ödenekten yaptığı ve kendisinden istenmeyen özel harcamalar daha sonra mahsuplaştırılır düşüncesiyle konuya önem vermemiş ve bu küçük işler başına bela olmuştur.

Kayıt tutma mecburiyeti bulunmayan ve herhangi bir denetime tabi olmayan bu hesapları, bilirkişi olarak atanan bir maliye müfettişi, ücra bir nahiye müdürlüğünün üç kuruşluk temsil hesabını inceleyen dar görüşlü ve yanlı bir müfettiş muavini yaklaşımıyla tetkik etmiş, cımbızdan viskiye, süeterden paltoluk kumaşa, bornozdan bir çift iskarpine kadar zimmet kalemleri çıkarmıştır. Bu basitlikler anayasayı ihlâl davasının ciddiyetini bozmuş, fakat başsavcılık bu gayrıciddi tespitleri iddianame haline getirerek Menderes'in ve Ahmet Salih Korur'un ceza almasını sağlamıştır. Kızının yurtdışındaki tahsil masraflarını da örtülü ödenekten karşılayan Müsteşarın bunları niye yazdığı ve bazı özel harcamaları niçin Başbakan'dan istemediği tartışma konusu olmuştur. Kayıtlar muhasebe tekniğine uygun tutulmadığından aslında hesabın tam manasıyla tutturulması imkânsızdır. Masraflardan belgeli olan vardır, belgesiz olan vardır, hatalı yazılan rakamlar bulunmaktadır. Detaylarda boğulan bilirkişi, müfettişlik mesleğinin asıl hünerini ortaya koyamamış, hesapta tam bir mutabakat tesis edememiştir. Üstünkörü yaptığı tutturma ameliyesinde 210.000 liralık oturtma bir rakamın açık olduğunu iddia etmiştir.

Müsteşar Ahmet Salih Korur bahis konusu açık üzerinde sıkıştırılmaya devam edince, kendisini kurtarmak için aynı oturtma rakam kadar parayı sarı zarf içerisinde masasının üzerinde bıraktığını söylemiştir. Akşam çıkarken bu kadar yüklü bir paranın masanın üzerinde bırakılması inanılacak bir durum değildir. İlk duruşmada müsteşarın 25 bin liradan başlattığı bu rakam davanın seyrine göre değişerek, 8 Kasım 1960 tarihli 5. oturumda 212.000 liraya yükselmiş, 15 kasım 1960 tarihli 6. Oturumda 270.000 dolar ilave edilmiştir. Bu oturumda Ahmet Salih Korur Harp Okulunda tutulmaktayken Türkeş'in kendisinden kasayı açmak için şifre istediğini söyler. Halbuki daha önce parayı kasaya koymadığını masasının üzerinde bıraktığını söylemişti.

13 Kasım'da yurtdışına sürüldükten sonra cevap verme imkânı bulunmayan Türkeş hakkında bu çelişkili ve gizli itham taşıyan beyanlar, Bayar'ın damadı Ahmet İhsan Gürsoy'dan nakledilen bir rivayetle iftiraya dönüşmüş ve Bayar'ın torunu tarafından Örtülü Ödenek Davası kitabının önsözünde tekrar aynı iftiraya yer verilmiştir. İftiraya göre Türkeş, şifreyi vermek istemeyen Ahmet Salih Korur'u tokatlayarak zorla şifreyi temin etmiş ve sonra para kaybolmuş. Türkeş kasaların görevli hakimler huzurunda açıldığını ve kasalardan çıkan para ve diğer eşyaların kaydedildiği tutanakları hatıralarında bütün teferruatıyla açıklamıştır. Masonluğun büyük üstadı müsteşar kendisini kurtarmak için çareyi Türkeş'i zan altında bırakmakta bulmuştur. Bu karalamanın diğerleri tarafından daha büyük iftiraya dönüşmesi mason dayanışmasının icaplarından olsa gerek.

İşte Adnan Çelikoğlu'nun objektif müşahadeleri bu konuyu aydınlatmaktadır. Türkeş'in yakın kadrosunda yer almayan, hatta sonradan Türkeş'le araları bozulan Talat Aydemir'e yakınlığından dolayı Türkeş'e mesafeli olması gereken bu dürüst subayın kitabında yer alan bir bölüm iddialara cevap mahiyetindedir.

"27 Mayıs'tan sonra Gürsel, Adnan Menderes'in makam odasında, Türkeş ise, Ahmet Salih Korur'un müsteşar odasında oturuyorlardı. Daha önce, tahsisatı mestureden aldığım ve sıkıyönetim idaresindeki birliklere dağıttığım paradan kalan 5.000 lira kadarını Türkeş'e iade ettim ve hesabı verdim. Aşağıdan yukarıdan konuşurken, soruşturma kurulları oluşturuluyor ve işleri teslim alıyorlardı. Bu arada Başbakanlık Soruşturma Kurulu çilingir getirtmiş, kasayı açmaya çalışıyor ve açtıktan sonra, içinden çıkanların zabıtlarını tutuyorlardı.

Daha sonraları Ahmet Salih Korur'un, kaybolduğunu bildirdiği ve Türkeş'in aldığı söylenen dövizler hakkında, bana çok soru soruldu. Her sorana gördüğüm bu olayı anlattım ve mantıkla düşünülürse, böyle bir parayı Türkeş'in tek başına alamayacağını, mevcut para ve diğer kıymetli eşyaların zabıtla tespit edildiğini bizzat gördüğümü söyledim. Bugün de aynı kanıdayım.

Konu örtülü ödeneğe gelmişken bu konuda birkaç anımı anlatmak zorunda hissediyorum kendimi.

Tahsisat-ı mesture, başbakanın emrine ayrılan ve hesabı sorulmayacak bir ödenektir. Bu ödeneğin kaydı da tutulmaz. Sayıştay veya başka bir kurum tarafından herhangi bir denetime de tabi değildir.

Başbakanlık müsteşarı A.Salih Korur, bu ödeneğin hesabını tutmuş ve bu hesaplar soruşturma kurullarının eline geçince, Adnan Menderes aleyhine, o zamanki para ile dört milyonun üstünde bir tazminat davası açılmış ve çiftliği üzerine haciz konularak, eşi ve çocukları müşkül durumda bırakılmıştı. Bu zorda kalış çok kısa sürdü, eski DP'liler Mendereslere istediklerinden çok yardımda bulundular. Adnan Menderes'in müsteşarı A.Salih Korur'un bu hesapları neden tuttuğu konusunda değişik söylentiler çıktı, kimi lehte, kimi aleyhteydi.

Başbakan Menderes yanında para bulundurmazdı. Harcamaları, özel kalem müdürü ve yardımcıları yapardı. Sarfedilen paranın, bu zevat tarafından alınmış olduğu ve hesabın kapatılmadığı anlaşılıyor. Belki de konudan, başbakanın bile haberi yoktu. Hatırladığıma göre başbakanın hisse senetleri ve ev kiraları, Ethem Menderes tarafından toplanır ve çiftliğiyle gene Ethem Bey ilgilenirdi. Bu örtülü ödenekten, başbakanın İstanbul'da kaldığı Park Otel'İn masrafları ödenirdi. Başbakan ve bakanlar için bu masraflar, doğal olarak yalnız İstanbul için sözkonusuydu. Diğer şehirlerde, daha çok vali evlerinde kalınırdı. Daha lüks misafirhaneler bilinmiyordu. Adnan Menderes'in masrafları, 1950 öncesi iktidarıyla karşılaştırılınca çok görülmüştü. Bugünle karşılaştırıldığında, hemen hemen hiç düzeyindedir. Cumhuriyet'in kuruluşundan beri, bakan ve başbakanlar gerekli gördükleri harcamalar için bu örtülü ödeneğe başvurmuşlardır. Başbakanlık bu ödenekten para vermiş, bu paralar bakanın emrinde, kanunların yetmediği harcamalar için kullanılmış ve hiçbir hükümet başkanından bir hesap sorulmamıştır. Yalnız Adnan Menderes, böyle bir hesap soruşturmasına muhatap olmuştur."

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,79 M - Bugn : 31657

ulkucudunya@ulkucudunya.com