« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

17 Haz

2010

TALİP ÖZKAN

17 Haziran 2010

Ölümünün yıldönümünde ikiyüz kişilik orkestra eşliğinde Antalya'da sahnelenen Nazım Oratoryosunu beşbin kişi ayakta alkışlamış. İki üç gün üstüste haberlere konu edilen konserin görüntüleri ister istemez göze takıldı. Çokseslilik adına sahnedeki her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, yüzündeki hastalıklı tebessümle Notre Dame'ın kamburunu andıran meşhur küskün piyanocu tuşlara vururken kendinden geçiyor, sermest vaziyette bir o yana bir bu yana kaykılarak yığılıyor. Birileri keyif alıyor olsa da bu kültür bize ait değil, ne kadar allayıp pullasalar, ne kadar şişirip kabul ettirmeye zorlasalar millet için bir mana ifade etmiyor. Hiç şüphe yok ki taklit ettikleri batıda da pek kıymeti bulunmuyor, milli olmayanın alemşumül değer taşıması imkânsız. Körü körüne batı özentisi yüceltmeye çalıştıkları şaire de saygısızlık, sağlığında tuttuğu yanlış yollar ve seçtiği siyasi tercihler sebebiyle milletle arasında meydana gelen mesafeyi daha da uzaklaştırıyor.

Aynı günlerde, bizde kıymeti yeterince bilinmeyen, dünyaca tanınmış bir milli sanatçımız ise sessiz sedasız toprağa verildi. 1976 yılından beri Paris'te yaşayan ve iki yıl önce vatanında şifa aramayı tercih eden Talip Özkan yetmişbir yaşında tedavi gördüğü İzmir'de hayatını kaybetti.

Talip Özkan en büyük bağlama virtüözü idi. Bilhassa Ege yöresi ezgilerini en iyi çalıp okuyan sanatçımızdı. Yirmi yıl TRT'de sanatçı, korist, solist, koro şefi, öğretmen, derlemeci ve müfettiş olarak görev yaptı, yüz civarında halk ezgisi derledi, armoni, orkestrasyon, entrumantasyon, kontrpuan gibi batı müziği disiplinlerini de öğrenerek müzik donanımını geliştirdi. Memleketteki bürokratik kıskaçlardan iyice bunalınca, 1976-1977 yıllarında Paris'e yerleşerek halk müziği çalışmalarına Avrupa'da devam etti. Avrupa'daki konser ve halk müziği çalışmalarını sürdürürken aynı zamanda Paris Üniversitelerinde müzikoloji ve etnomüzikoloji doktorası yaptı. Yurtdışına niçin gittiği, halk müziğimiz hakkındaki görüşleri, musikimize milli ve Türkçü bakış açısıyla yaklaşımı altta bir kısmı verilen söyleşide görülebilir.

1980 yılında Radio France Ocora koleksiyonu için Turquie L'art vivant de Talip Özkan (Talip Özkan'ın Yaşayan Sanatı) isimli bir plak kaydı yaptı. Radio France gibi çok ciddi ve büyük bir müessesede kabul görmüş olması sanatının gücünü göstermektedir. 1986'da Mysteries of Turkey (Türkiye Anıları), 1992'de The Dark Fire (Kara Yangın), 1993'te Turquie L'art vivant de Talip Özkan, 1994'te Turquie L'art du tanbûr, 1997'de Yağar Yağmur adlı albümleri yayınlandı.

Kimi iyi saz çalan sıkı dostlarımızla, Onur, Ender ve Servet, müştereken şöyle böyle onbeş yıllık Talip Özkan takipçiliğimiz vardır. Önce sekiz on türkülük bir radyo kaydı elde edebildik. Fransa'da verdiği iki konserin kaset kayıtlarını tedarik ettik. Şahsi favorim daima üstadın kendi derlediği Yağar Yağmur türküsü oldu. Servet'in delaletiyle yurtiçinde çıkan tek albümüne de isim olarak bu türkü seçildi. Kaset nüshasında parçanın Zabıtçı Mehmet'ten alındığı anons ediliyor. Sadece bu ananos bile insanı en az yarım yüzyıl öncesinin havasına alıp götürmeye kâfi. Zabıtçı Mehmet kimdi, muhitinde kimbilir neler görmüştü, bu türküyü kimlerden işitmişti. Üstad hüzünlü erkek sesiyle, yağar yağmur yer yaş olur efem, diyerek bütün benliğiyle türküye girdiğinde artık çevredeki suni alemden sıyrılıyor, modern zamanların kahbeliklerinden ari, ulu ormanların, yüksek dağların, çağıltılı derelerin temiz havasına giderek, zeybeklerin ayışığında yaktığı ateşin yanında, yatağanların, kamaların ışıltıları arasında nice yiğitlik destanları zihinde canlanıyordu. Ancak türküde arkadaşlarla da kafa yorduğumuz halde çözemediğimiz bir nokta vardı, Avrupa dökmüş ensesine derken, burada ne kastediliyordu. Enseye ne dökülür. Olsa olsa koku gibi bir şey olur, o da enseye dökülmez, yüze filan sürülür. Türküde manasız bir cümle olmaz, her söz hülasa edilmiş bir gerçeğe işaret eder. Mesela bostan hakikaten çaybaşına ekilir ve orada yayılır. Neticede Ender'in güngörmüş muhterem annesi konuyu aydınlattı. Kırk elli yıl önce Avrupa kesim denilen bir saç tarzının revaçta olduğunu, o sözlerle bunun kastedilmiş olabileceğini söyleyerek muammayı vuzuha kavuşturdu. Onur o sıra en çok, çaybaşına bostan ektim yayıldı türküsüyle hüzünlenirdi. Dokuz kurşun yeyip ölmeyen zeybeklerin yurdunda koskoca efebaşının nasıl olup da bir bıçakta bayıldığına mı hayret ederdi, yoksa sevip sevip ayrılması mı güç gelirdi, ya da ezgi mi duygulandırırdı. Ender de yine üstadın derlediği bir Azeri ezgisini, perşembe gününde çeşme başında türküsünü pek tuttu. Hangi türküyü okursa okusun üstad ona apayrı bir ruh katmıştır.

1997 yılında üç ay bulunduğum San Francisco'da bir kütüphanede Mysteries of Turkey ve The Dark Fire albümlerine rastladım. Lisan hocamıza bahsettim, ben onları senin için kasete çeker getiririm, dedi. Kütüphaneye gitmiş, cd'leri almış, evinde çekmiş, ertesi gün elinde kasetlerle geldi. Kaset kağıdına a yüzü ve b yüzü şeklinde ayırarak türkülerin isimlerini de güzelce yazmış. Türkçe bilmediği halde parçaları nasıl tefrik ederek doğru isimlendirebildiğini sordum, en azından a yüzü bitip b yüzüne geçerken karıştırması veya tereddüt etmesi gerekiyordu. Soruyu beğenen ve teknolojik cehaletimizi de belli etmemeye çalışan zeki bir tebessümle cd'de zaten numaralandırılmış olduğunu, kayıt esnasında kaçıncı parçanın çalındığının görülebildiğini ve o suretle cd kitapçığından yazdığını söyledi. Ben de ona Amerika'da basılmış Dede Korkut Hikâyeleri hediye ettim, en çok Deli Dumrul'un karısının fedakârlığını sevdi. Bir hafta kadar sonra aynı albümlere büyük bir kitapçıda tesadüf ettim, hemen satın aldım. Bütün ülkelerin, hatta adı sanı duyulmadık memleketlerin kitap ve müzik standları arasında belki en zayıfı bizimki idi, toplam dört beş cd'den ibaretti.

Üstad 1999 yılında Türkiye'ye geldiğinde yirmiüç yıl aradan sonra Cemal Reşit Rey'de bir konser verdi. Ne olduysa o gün katılamadık. Ona hayıflanırken Servet bir akşam beş altı kişilik bir sohbete katılacağımız haberini verdi. Gittik. O ana kadar bir defa Paris'teki evinden aramış, telefonda sesini duymuş, hal hatır etmiştik. Kısa bir hoş beşten sonra, üstad çalmaya başladı. Belki altmış yetmiş civarında türkü çaldı söyledi. Ayağına giyer üç güllü çorap'ta, üstad dedim, bu türküyü evde dinlerken ayağına giyer üç günlük çorap olarak anlıyorlar. Tam kendinize göre bir türkücü bulmuşsunuz, talebeyken çorapları kesin üç günlük giyiyormuşsunuzdur, hoca da sizin kafanızdan olmalı diyorlar, dedim. Gülmekten türküyü zor tamamladı. Üç güllü çorap Refik Halit'in Şeftali Bahçeleri hikayesinde de geçer. Onur için Çaybaşı'nı çaldırdım, selâmlarını ilettim ve sevgili arkadaşımın her defasında bu türküyü dinlerken çok hüzünlendiğini söyledim. Sabahın beşinde gün ağarırken nihayete erdi. Servet o geceyi güçlü bir cihazla kayda almıştı, günyüzüne çıkmayı bekleyen saklı bir hazine gibi nezdinde muhafaza ediyor. Akabinde hoca, Ankara'da yüzelli kişilik bir salonda dinleti sundu.

Önceki yıl TRT'de tarihi bir konser vermiş, Onur haberdar etti. Saçma kısıtlamalar yüzünden işyerlerinden ulaşması kolay olmasa da bazı video paylaşım sitelerinde görüntüleri mevcut. Albümlerinde bulunmayan Serenler Zeybeğini de çalıyor. Gece boyu fasılasız çalıp söylediği eski hali yok, asil çehresiyle veda zamanına yaklaşmış yorgun bir arslan gibi pençeleri sazın tellerinde geziniyor.

Rahmetli üstadı sevenlerin ellerindeki bütün kayıtları bir araya getirerek kamuoyuna sunmaları önemli bir kültür hizmetidir. Bilhassa TRT son konser kayıtlarını görüntülü dvd haline getirmeli, eski ses kayıtlarını da en kısa sürede cd halinde hazırlayıp satışa sunmalıdır.

Büyük usta Talip Özkan'a Allah'tan rahmet dilerken, bazı zeybek ezgilerinde üstada yaklaşan ve istidadıyla istikbal vaad eden sevgili dostum Onur Yılmaz'ın sözleriyle bağlayalım.

'Bağlama icrası ve yorumu nihayetinde kendine mahsustur. Bilhassa ustalar itibariyle böyledir. Aynı türküyü farklı kişilerin icra ve yorumundan dinlemek değişik hazlar verebilir. Ancak bazı türküler vardır ki, o türkünün icrasına ve yorumuna ruhunu, yüreğini ve emeğini koyan büyük ustalar, taklidi mümkün olmayan ve bu sebeple başka kaynaklardan edinilmesi imkânsız olan hazzı o türküye incelikle ve ustalıkla yerleştirmişlerdir. Benim açımdan iki türkü bu açıdan çok kayde değerdir: Bunlardan birincisi Neşet Ertaş'ın Gönül Dağı'dır. Biraz dikkat edilirse, Neşet'in bu icrası ve yorumunun, bunca farklı icra, yorum ve hatta taklit çabası içinde ne kadar kendine mahsus olduğu ve asla tekrar edilemediği fark edilebilir. İşte Hakk'ın rahmetine kavuşan Talip Özkan için de, Koca Arap Zeybeği böyle bir özellik gösterir. Başka hiç kimse, bu türküyü onun gibi icra edememiştir. Koca Arap zeybeğinin Talip Özkan icrası taklit edilemez ve tekrar edilemez. Başka hiçbir icra da onun yerini alamamıştır ve muhtemelen alamayacaktır. Böyle muhteşem bir icranın kaydın internet dünyasında sadece bir iki kayıtla sınırlı olması merhumu kaybetmenin acısına eşdeğer bir kültürel kayıptır… Allah rahmet etsin... '






Talip Özkan'la 1999 yılındaki konserden sonra ODTÜ Türk Halk Bilim Topluluğu'nun dergisi Halkbilimi'nin yaptığı söyleşiden bir bölüm.

"…

Bundan sonra ise bazı radyolara teftiş görevlisi olarak gönderildim, binlerce eser derledim, bunların hepsini TRT denen bu müesseye hediye ettik maalesef, birçok eleman yetiştirdik radyoda, şimdi onlar neredeyse emekli olacaklar. Bir ara Erzurum Radyosuna teftiş görevlisi olarak gönderildim. Dönüşte halk müziği müdürlüğü bekliyorum, onun heyecanı var. Şimdi benim için çok düşük seviyede bir kadro. Vazifeyi yapıp geldikten sonra kadrolarda değişiklik olmuş, bizim iş yattı. İzmir Radyosu'nda kıskanılan, istenmeyen bir adamım, çok çalıştığım için. Hizipler, dedikodular… Tek suçum halk müziğini çok sevmek ve çalışmak.

Beni bir daktilo kadrosuyla bıraktılar köşede. Tenezzül edip istifa dilekçesi bile vermedim. Fransa'ya geliş böyle oldu. Niçin Fransa? Fransızcam vardı, Faransa'nın özellikle Paris'in dünyada en iyi kültür sanat merkezlerinden biri olduğunu biliyordum. O yıllarda Kafkas, Dağıstan Türkleri'nin müziği üzerine beş sene çalıştım. O dönemde İzmir'de ziyaret etmediğim Kars veya Azeri aile kalmamıştır. Nefis derlemeler yaptım. Bende hastalık derecesinde bir şey vardı. Türkiye halk müziğinin dışında dünya Türklüğünün müzik ve dans kültürleri hakkında genel kültür sahibi olma aşkı vardı içimde. Türkiye dışı Türk ülkeleri SSCB içerisindeydi. Oralara yolculuk yapmak ve materyal toplamak mümkün değildi. Çok eski kaçak taş plaklardan derlemeler yaptım. Ama Paris öyle değildi. Paris'te senede birkaç defa Asya, Afrika ülkeleri müzikleri için konser organizasyonu oluyor. Moğollar, Yakutlar… Hepsini getiriyor adamlar ne yapıp edip. Getirtemeseler dahi kütüphanelerinde ve müzik mağazalarında Moğolistan radyosunun en usta adamlarının orijinal kayıtlarını bulabiliyorsunuz örneğin. Sonra her kötü kaset ve plağı satmıyorlar da.

Burada dünya Türklüğünün ritimlerini, müziklerini, ezgilerini inceleme imkânım oldu. Mesela rahmetli hocamız (Muzaffer Sarısözen) 3+2+3 formunda 8/8'lik ritm için eski Aşık usulü derdi ve tahmin ediyorum ki Türkiye'den başka yerde bu ritim yok derdi. Ben Paris'te Moğollar'da rastladım bu ritme. Derhal tespit ettim. Demek ki Önasya'ya, Balkanlar'a gelen bütün aksak ritimlerin kökeni Asya'dır ve buralara doğru gelen Asyatik halklar da Türklerdir. Ta İskoçya, İrlanda Adaları'na kadar prehistorik diyebileceğim kadar eski Türk göçleri olmuştur. Bütün Doğu Avrupa'daki aksak ritimlerin Türk kaynaklarıdır gibi neticelere varma imkânı oldu.

TRT'nin büyük virtüözleri kısıtlayan, çaptan düşüren bir takdim ve çalışma şekli vardır. Mesela TRT'de bağlama sanatçıları kalitesi, virtüözitesi ne olursa olsun iki eser arasında şöyle bir iki dakika açış yapabilecek adamdır ve denizli horozu gibi giyinmiş kukuletalı bir kadının arkasından çalan otuz tane bağlamadır. Hayır, bağlama bu olmamalıdır Türkiye'de. İspanya'da gitar neyse Türkiye'de bağlama o olmalıdır. Senede birkaç kere saz festivalleri düzenlenmelidir. Yarışçılar gelmelidir. Bağlama virtüözitesi televizyonda sergilenmelidir.

Derlemeler olmuş, repertuar oluşmuş ve bu repertuarı bütün Türkiye'de dinletme imkânı bulunmuş. Kendi içinde analiz ettiğimiz zaman rengârenk güzelliklerden meydana gelen bir Türk Halk Müziği bütünlüğü meydana getirilmiştir. Ancak o zihniyet hala devam etmektedir. Biraz değiştirmek renk değiştirmek gerekmektedir. Çünkü monotizm karşımıza çıktı, tekdüzelik halkı bıktırdı. Eldeki eserlerin ilk hali tabii ki korunmalıdır ama insanlar başka renkler arıyor. Zaten Türk Halk Müziğinde koral hareket yoktur. Türk Halk Müziğinde ilk manzara enstrüman çalmaktır. İkinci manzara bir kişi tarafından çalıp söylemektir. Üçüncü manzarada iki kişi aynı anda çalıp söyler.

Çokseslilik büyük bir başarı değildir. Müzik türlerinden biridir. Yani illa bir eseri çok sesli yapmanın bir gereği yok. Mesela beşyüz senelik bir eser var elimizde. Tek sesli gelmiştir. Bunu da çoksesli yapmak çok tehlikeli ve yanlış bir hareket olur müzikolojik yönden. Özellikle etnomizkolojik yönden. Çokseslilik müziği güzelleştiren, müziğe güzellik katan diğer güzelliklerden birisidir ve batı halklarının çokseslilik tercih etme sebeplerinden en büyüğü halk müziklerinin çok basit ve diyatonik seslerden oluşmasıdır. Armoniye her an müsait yapısı vardır. Çocuk şarkısı gibidirler. İçindeki çoksesliliği atın, öyle bir melodi kalır ki, kırk sene müziksiz kalsanız onu söylemezsiniz. Yanına sokulan seslerle güzelleşmiştir o müzik. Ama bizim tek sesli müzikte gösterdiğimiz, çağın şartlarını dile getiren güçlü, melodik cümleleri onlarda aramayın. Çoksesliliği onlar fiziki yönden de ele alarak bu sese bu yakışır diye bir armoni elde etmişler, müzikleri buna müsaittir. Bizde bu niye olmadı? Bir defa tek sesli de olsa müziğimizin çoksesliliği kabul etmeyecek yüksek seviyede bir güzelliği vardı. Çoksesli yapılırsa bu güzelliğin kaybolma tehlikesi vardı. Bilmediklerinden değil. Anadolu'da çoksesli müzik yapan adamlarımız var bizim. Türkmen abdallar çoksesli, armonik çalışırlar, Neşet Ertaş, Muharrem Ertaş…

Nedir çokseslilik? Bir sürü şekli var. Her zaman birini üçten aşağıdan yukarıdan söylenmesi değildir çokseslilik. Serbest hareket vardır. Uysun uymasın ses konulabilir. Abdallar bozlak, Ay Dost okuyacağı zaman açış yapar. Bu açıştaki akordayken armoni bilmeyen bu adam 1,5 ton incelerden uzun havaya başlar. Bu nedir? Çoksesliliktir. Bir yerde gelir alma kararı verir. Nefes alır. Sonra bir başka akor verir. Bunu görmek, anlamaya çalışmak gerekir. Bir Türkmen köylüsünün bozlak okurken gösterdiği stili kağıda dökün, çoksesli eser görürsünüz. Çoksesli müzik yapayım derken batının kendine yakışan zevkini almaya gerek yok. Bizim kendimizin var, onu geliştirmek lazım. Abdal Türkmenlerinin uzun havalarına dikkat edin. Adım incelerde geçişiyle bir sert hareket yaparken akor, armoni teşkil eder. Uzun havada bir seste durmuyor. Hareket halinde olduğu için buradaki akor buna çok seslilik teşkil eder. Bunu duyma inceliğinde olduğunuz zaman Türk Halk Müziğinin hiçbir zaman tek seste olduğunu söyleyemezsiniz. Tek seste olsa ne yazar.

Adamlar batıdan bıkmışlar, Mozart'tan Beethoven'den kardeşim inan bana. Tek sesli güzel bir melodi çizdiğiniz zaman bayılıyor adam. Benim Avusturyalı bir talebem vardı. Yunanistan'dan buzuki bulmuş benden de saz dersi aldı. Ben sazla Mozart'tan bir şeyler çalardım. 'Aman Mösyö Özkan, Allah aşkına yapma' derdi bana.

Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı'yı tutup da batı müziği gibi çoksesli yapmanın bir anlamı yok. Bizim yörenin Avşar Beyleri'nde bir yedili armoni var. Oraya basmassanız köylü sizi dinlemez, 'Sen öğrenememişsin daha' derler. Yedili armoni bu, batılının büyük bir icatmış gibi bulduğu şeyi yüzyıllar önce bizim köyde Avşarlar basıyor…"

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,98 M - Bugn : 2936

ulkucudunya@ulkucudunya.com