« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

03 Haz

2010

FİLİSTİN

03 Haziran 2010

Filistin, milli hafızadan mahrum romantik nümayiş meraklıları ile sol militan özentili siyasi ümmetçilerden çok daha önce Türk Milletinin marufudur. Dörtyüz sene Türk idaresinde kalan Filistin için haddinden çok daha fazla Türk kanı akıtılmıştır. Türk siyasetinin günümüz meselelerine mesafeli durmak üzerine inşa edilmesi sebepsiz değildir.

Birinci Dünya Savaşında yedi düvele karşı mücadele ettiğimiz Çanakkale, Kafkasya, Irak, İran, Galiçya, Romanya, Makedonya, Hicaz-Yemen ve Libya cephelerinin yanında en önemli cephelerden birisi de Sina-Filistin-Suriye cephesi idi. Çanakkale Zaferinden sonra bir parlak muvaffakiyet daha kaydedilerek Kut'ül Amare'de General Tawsend komutasındaki bir İngiliz Ordusu esir alındı. Fakat bu zafer de mukaddes toprakları elde tutmaya yetmedi. 1916'da Mekke Şerifi Hüseyin Osmanlılara isyan ederek Hicaz Krallığını ilan edince, Ürdün, Filistin ve Suriye Araplarının büyük bir kısmı Hüseyin ve oğulları Faysal ve Abdullah'ın isyanına katıldı

İngilizleri Mısır'da tutarak batı cephesine kuvvet göndermelerine mani olmayı hedefleyen Birinci ve İkinci Kanal Harekâtı başarılı olamadı. Buna mukabil İngilizlerin Mart ve Nisan 1917'de Gazze'ye düzenlediği iki önemli saldırı Türk kuvvetlerince püskürtüldü. Bunun üzerine kendisine her türlü destek verilerek Mısır Seferi Kuvvetlerinin başına General Allenby atandı. İngiliz Başbakanı Lloyd George, Allenby'ye Kudüs'ün Noel'den önce ele geçirilmesini beklediklerini söyledi. Bu arada Türkler kaybedilen Bağdat'ı geri almaya uğraşıyordu.

İngilizler, Gazze'de kurulmuş bulunan Türk savunmasını kırmak için iyice hazırlandıktan sonra, Ekim sonlarında üçüncü bir taarruzda bulundular. Yüzdoksanbin kişilik İngiliz kuvvetine karşı kırkbin Türk askeri çarpıştı. Kırk günlük bir savaştan sonra Kasım başında İngilizler Gazze'ye girdiler. İlerlemelerine devam ederek Aralık ayında da Kudüs'ü düşürdüler. Mısır Seferi Kuvveti Kumandanı General Allenby 11 Aralık 1917'de resmi bir törenle Kudüs'e girdi. Böylece Haçlı Seferlerinden yediyüz yıl sonra Kudüs Hristiyan bir devletin, İngiltere'nin eline geçti. Araplar, Yahudiler ve diğer unsurlar sevinç çığlıkları atarken, aynı anda Roma'da yüzlerce çan çalıyordu. Mekke ve Bağdat'tan sonra Kudüs düşman eline geçen üçüncü mukaddes şehirdi. General Allenby'nin, Kalk Selâhaddin yine biz geldik, dediği meşhurdur. İngilizler Sina Çölü'nün kuzeyinden Akdeniz kıyısı boyunca ulaştırdıkları demiryolu hattı boyunca ordunun su ikmali için Nil'in suyunu da bir boru hattı ile döşemişlerdi. O sıralarda bazı Araplar arasında ortaya atılan bir kehanete göre, ancak bir peygamber Nil'in suyunu Filistin'e getirdiği zaman Türkler Kudüs'ten sürülecekti. Araplar bu yüzden Allenby'ye, Allah'ın Nebi adını verdiler! İşte bugün başlarına belâ olan Yahudi zulmünün kaynağı, peygamber saydıkları İngiliz siyasetidir. Buna rağmen hâlâ kontenjanla Türkiye'de yüksek tahsil yapan Filistinli gençlerin Türklere sempati beslemediği bilinmektedir.

Filistin-Suriye cephesinde doksanikibin, Irak cephesinde de yirbinbeşyüz olmak üzere sadece bu iki cephede yüzonbinden fazla Mehmetçik İngilizlere esir düşmüştür. Şehit olanların haddi hesabı bilinmemektedir. Esir Türkler, Kalküta'dan adı sanı duyulmadık yerlere kadar, dünyanın en ücra köşelerinde kurulan esir kamplarında yıllar boyu sürecek insanlık dışı muamelelere maruz kalmışlardır. Fitnenin evveli ve âhiri olduğu söylenen Şam'da yerli halk ayaklanarak Türk karargâhına saldırmış ve Şam İngiliz idaresine girmiştir. Bu ve benzer hainane tertipler neticesinde Türk idaresinden çıkan Arap toprakları kukla devletlere bölünerek İngiliz sömürgesi haline gelmiştir. Türk gücü çekilince sahipsiz kalan Filistin'e çöreklenen İsrail, Arap âlemine musallat olmuş ve giriştikleri savaşlarda galip gelmiştir.


İşte bu tarihi tecrübelerin ışığında günümüze gelindiğinde, nasıl ki İsrail ile bugüne kadar izlenen derin dostluk siyaseti, askeri işbirliği, ticari bağımlılık yanlış ve Müslümanları rencide ettiği için ıslaha muhtaç idiyse, birdenbire İsrail'e düşman kesilmek de yanlıştı. İsrail ile askeri işbirliğine muhtaç haldeki bir Türkiye kadar, düşmanlığın sonunu getiremeyen bir Türkiye de aynı derecede aciz demektir. Türkiye'yi aciz duruma düşürmeye kimsenin hakkı yoktur. Her iki sonuca sürükleyenler, yani batıcı ulusalcılar ile siyasi ümmetçiler aynı derecede vebal altındadır, haddizatında her ikisi de Türk Milletinin iç düşmanıdır. Türk Milleti öncelikle bu iki zararlı dünya görüşünden kurtulmalı ve Türk Devleti, Türk Milliyetçiliği istikametinde bir siyaset izlemelidir.

Filistin'de yaşanan dramlar, sivillere saldırılar, işkence ve katliamlar bir günde ortaya çıkan görüntüler olmadığından, soğukkanlılığın terk edilerek fevri ve hissi davranışlara gerekçe teşkil etmez. Filistin meselesi, elli altmış yıldır kanayan bir yaradır, hadiseler bütün dünyanın gözü önünde cereyan etmektedir. Dörtyüz milyon nüfusa varan Arap âlemi, beş milyonluk bir terör devletinin zulmünü seyrederken, hatta bir kısmı seyretmekle kalmayıp İsrail'e yardımda bulunurken, burada kusur Yahudilerin mi, Arapların mı, tartışılmalıdır. Fakat asla ve kat'a Türklerin olmadığı bilinmelidir. Arap Devletleri Filistin'i milli bir mesele olarak görmez ve yekvücud halinde İsrail'e karşı koymazken, Türkiye'nin şu aşamada devlet olarak üstüne vazife olmadığı halde akıl noksanı idareciler marifetiyle müdahil rollere soyunması milli menfaatlere uygun düşmemektedir. Türkiye'nin halletmesi gereken terör ve Musul-Kerkük konuları gibi daha öncelikli iç ve dış meseleleri mevcuttur.

Elbette ki Filistin dramına seyirci kalınamamalıdır. Soydaşlık kadar değilse de dindaşlık hukuku mucibince, insanlık ve vicdan ölçüleri içerisinde hareket edilmelidir. Konuyu bayraklaştırmayıp yeni düşmanlar edinmeden, iç siyaset malzemesi olarak kullanmadan, istismar etmeden, el altından silah yardımı, para yardımı, erzak ve ilaç yardımı yapılabilir. Türkiye yanlısı bir milli direniş teşkilâtlandırılarak askeri eğitim verilebilir, fakat orada böyle bir irade, arzu ve kabiliyetin varlığı şüphelidir. Türkiye'nin göze aldığı fedakârlıklara mütenasip teşekkür ve minnet tezahürü görülmüyor. Türkiye'nin Filistin ve diğer Arap memleketlerinde meydana gelen hadiselere milli menfaatlerini tehlikeye atarak müdahil olması için, buralarda Türkiye'ye bağlılık yönünde bir irade aranması şarttır. Problemin idarelerde olduğu, halkta Türklere karşı sempati bulunduğu, onların bizi sevdiği, bizim onlara sırtımızı döndüğümüz tevatürü kısmen doğrudur, ama tamamen doğru değildir. Yemen, Irak ve Kanal cephelerinde İngilizlere karşı kahramanca döğüşen, oluk oluk kanını akıtan Mehmetçiğin şehit bedenlerinin hançerle parçalanması milli hafızada kolayca silinemez. Yerli halk küffara karşı savaşan Müslüman Türk askerine yeterince omuz vermiş olsaydı birinci dünya savaşından yenik çıkmayabilirdik. Milli devletlerin kurulduğu yirminci asırda Türkiye o toprakları ilânihaye elinde tutamayabilirdi. Ancak iğfal sonucu İngiliz menfaatleri paralelinde hareket etmek yerine milli hissiyatla, milli haysiyetle istiklâl davasına kalkmış olsalardı her iki taraf için de daha milli siyasi çözümler üretilebilirdi.

Ülkemizde kısa sürede güdümlü iktidarlar türetildiği için dış politika da kısa sürede değiştirilmeye teşebbüs ediliyor. Aslında politikada bariz bir değişme de yok, iktidar konuyu sadece iç siyaset malzemesi olarak kullanıyor. Başbakan, Türkiye'nin kendi meselelerini ve daha öncelikli milli siyasetini bir kenara bırakarak Davos'ta one minute kahramanlığına soyundu. Buradan hız alan siyasi ümmetçi sivil insiyatif harekete geçti, insanların merhamet ve dindaşlık duyguları kabartıldı. Aralarında onsekiz aylık bebeklerin de bulunduğu bir kafile, pikniğe gider gibi insani yardım gemilerine doldurularak yola çıktı ve İsrail askerlerinin saldırısı sonucunda dördü Türk, dokuz kişi can verdi. Demek ki bu işler Kardak adasında hikâyeden keçi krizi çıkararak iç politikada kullanan siyasetçilere özenmekle olmuyor. Dört Türk vatandaşı İsrail askerlerinin kurşunlarıyla can vermiş durumda.

Buyurun şimdi hep beraber cenaze namazına. Hadisenin üzerinden üç gün geçmesine rağmen henüz savaş ilân edilmedi. Siyasetçiler içi boş sözler eveleyip geveliyor. Siyasi ümmetçilerin İsrail Ordusuyla kardeş gördüğü Türk Ordusunun komutanı onlardan daha müteessir görünüyor. Bir siyasi yetkili, kimse savaş açmamızı beklemesin, şeklinde beyanat verdi. Anlaşılan, Türk Milletine suikast yapılması, suikast vehmiyle ortalığı velveleye veren beyefendinin tatlı canı kadar önem arz etmiyor.

Efendi, zaten kimse sizden savaş açmanızı beklemiyor. Çünkü sizde İsrail'e savaş açacak yürek olmadığı cümlenin malûmudur. Sizde mevcut olan sığ idrak, dar muhakeme, korkak yürek, boş beyin, Türk Milletinin başına ördüğünüz bu zilleti temizlemeye yeterli değil. Türkiye iddia ettiğiniz gibi yargılanan komutanların idaresinde savaşa girseydi sonuç ne olurdu bilinmez, ancak sizlerin idaresindeki bir Türkiye'yi savaşa girmekten Allah korusun. Allah Türk Milletine, tarihine, karakterine, vakarına ve şanına yakışır bir idare nasip etsin.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,78 M - Bugn : 20639

ulkucudunya@ulkucudunya.com