« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

07 Ara

2009

KÜFÜR ETTİ Mİ, ETMEDİ Mİ?

07 Aralık 2009

Ülkücülük biraz da delikanlılık mesleğidir. Ülkücü denilince, milli ve mukaddes değerlere bağlılık, yüksek fikir donanımı, ortalamanın üzerinde zekâ ve şahsiyet sahibi olmanın yanısıra izzetinefse düşkünlük, cesaret ve gözükaralık akla gelir.

Toplum içinde fert halinde yaşayan herhangi bir ülkücü, vatandaş sıfatıyla diğer bireylerle aynı hak ve vazifelere, aynı kanunlara, aynı hayat şartlarına tabidir. İşinde muvaffak olmak, evine ekmek götürmek, dolayısıyla günlük hayatta mümkün mertebe basit şahsi sebeplerle, adi vakalarla başını derde sokacak meselelerden sarfınazar etmek, munis olmak, sabırlı olmak, hoşgörülü olmak durumundadır. Fakat bütün bunlar korkak olmayı gerektirmez. Tam aksine Ülkücü gerektiğinde hak ve hukukunu, şeref ve haysiyetini en üst seviyede koruyabilecek kabiliyeti göstermelidir. Aksi takdirde inandığı değerleri ve milli haysiyeti koruması mümkün olmaz.

Bir ülkücüye diğer vatandaşlar gibi hız sınırını aştığı veya yanlış yere park ettiği ya da herhangi bir trafik kuralını ihlâl ettiği için ceza yazılması gayet normaldir ve hiçbir ehemmiyeti yoktur. Ülkücü olmak böyle hallerde ne imtiyaz ne de dezavantaj sağlar. Fakat siyasi kimlik sahibi, temsil makamına talip olmuş bir MHP ilçe başkanına, arabasına Türk bayrağı çıkartması taktığı için ceza yazılamaz. Ve arabasından o çıkartma sökülemez. Sökülebiliyorsa o ilçe başkanı dirayetsiz demektir, celâdetsiz demektir, ülkücülüğü ve ülkücüleri temsil etmiyor demektir. İlçe başkanlığı makamını, gücü yetince ona buna horozlanan, sıkıyı görünce sıvışıveren bir mesabeye indirmeye kimsenin hakkı yoktur. Ya o Türk Bayrağını arabana takıp artistlik yapmayacaksın kardeşim, ya da, ha Yunan askeri ha ideolojik davranan polis, kim olursa olsun sökmesine müsaade etmeyecek, gerekirse canını vereceksin. Hadi öyle oldu böyle oldu, o an kararsız kaldın, yanında belki avanen yoktu da çoluk çocuğun vardı, engel olamadın, sesini keseceksin. Gazetelere beyanat verip, elektronik postayla veya sair yollarla mızırdanıp acizliğini umuma ifşa etmeyeceksin. Hadisenin üzerinden ucuz siyaset de yapmayacaksın. Sen doğru yerde, doğru zamanda canla başla mücadeleni ver, millet onu elbet takdir eder. Millet mazlumlukla acziyeti tefrik edecek mümeyyiz vasfa sahiptir.

Ya da öteden beri yarı bellerine kadar arabalardan sarkıp, kurt işaretleriyle asker uğurlayan, bazen de maksadı aşarak çevreye elem ve ızdırap saçan bizim amigo çocuklar. Merasimle asker uğurlamak iyi hoş da, bir vatandaş gürültüden, karmaşadan rahatsızlığını dile getirse başına ne feci şeyler geleceğini kestirmek güç değil. Madem nezaket kaidelerine o kadar önem vermiyorsun, o halde, polis konvoyunu dağıtmaya kalkınca da yelkenleri suya indirmeyip sonu nereye varırsa varsın aynı celâdeti göstereceksin.

Gelelim temsil makamının en tepesindekilere. Mecliste cevval davranmaz, muhatabın hak ettiği ve anladığı lisandan konuşmaz, Allah aşkına yapmayın diye iktidara yalvarırsanız sizi adam yerine koymazlar, bildiklerini yaparlar, bir gün gelir küfür de ederler. Kürsüde küfür edildiyse tepkinizi anında gösterecektiniz. Gösteremediniz, sesinizi keseceksiniz. Bu işler olup bittikten sonra davası güdülmez. Küfür edilip edilmediğini tespit için dudak okutmaktan, uzmanlara inceletmekten bahsetmek acziyeti itiraftan ibarettir. Bir Ülkücü eşit şartlarda kendisine küfür ettirmez. Buna rağmen seviyesiz bir muhatap, hele temsil makamındayken küfür etmeye cüret ederse alp gibi davranır, küfür sahibini bir tokatta ikisensen yere serer. Fiilen de serer, siyaseten de serer, hukuken de serer. Yok, dünyadan elini eteğini çekmiş bir dervişse, muktedir olduğu halde erenlik vasfıyla ite bulaşmaktansa çalıyı dolanır ve ıslahı için Allah'a havale eder. Yaygaracı çocuk edasıyla, duymayan duysun, bilmeyen bilsin dercesine bana küfrettiler diye ortalığı ayağa kaldırıp, cümleye acziyetini ilan etmez. Millet şöyle boyuna posuna bakar, adam olaydın da kendine küfür ettirmeyeydin, der.

Eski başbakanlardan birinin oğlu çıkıyor. Milliyetçi mebus, Van'lıymış. Müktesebatlı adamdır, isabet olmuş, acaba ne diyecek diye zaman harcayıp dinliyorsunuz. Kem küm ediyor, ben Türkoğlu Türk'üm, aşiretim Türkoğlu Türk, yörem Türkoğlu Türk, bu açılım neyin nesidir diyemiyor. Kuvvet komutanlarının ifade verdiği gün asker kökenli bir başka milliyetçi milletvekili çıkıyor, bekliyorsunuz dişe dokunur bir şey söyleyecek mi, bu dava safsatadır diyebilecek mi? Ne gezer, kem küm ediyor. Bunlarda iman yok demek belki insafsızlık olur ama ülkücü vasıf olmadığı kesin.

Türk Milleti, milliyetçilerden celâdet bekliyor. Önceki hükümette celâdet gösterilmediği için iktidardan uzaklaştırdı. Celâdet öfke ve hezeyandan farklıdır. Celâdet boyun eğilmemesi gereken yerde gösterilen şuurlu cesâret, yüreklilik ve yiğitliktir. Başbuğ Alparslan Türkeş 1951 yılında daha genç bir subayken celâdet üzerine emsalsiz bir makale kaleme almıştır. Devleti idare edenleri kastederek, korkaklığı yüksek bir siyaset olarak vasıflandırmayı ve bunları büyük bir deha ve başarı gibi satmayı kendine vazife edinen yazar ve mütefekkirlerden bahseder.

Mızmızlanan, şikâyet eden aciz bir kadro, memleket meselelerine deva olamadığı gibi ihanetin azgınlaşmasına ve pervasızlaşmasına sebebiyet vermektedir. Ülkücülük böyle yetersiz ve korkak bir temsili hak etmiyor.



***

Talat Aydemir'in ikinci başarısız darbe teşebbüsüne kalktığı 21 Şubat 1963 gününe ait Alparslan Türkeş'in hatıralarından birkaç sayfa umulur ki, yüreksizlere bir nebze celâdet örneği olur.

"Harp Okulu öğrencileri, Genelkurmay Başkanı'nın evine dayanmış. Cevdet Paşa bir ifadeye göre banyoya gizlenmiş, bir ifadeye göre alt kattaki veya üst kattaki bir daireye geçmiş. Evi arıyorlar, bulamıyorlar.

Zaten Harbiyeliler hemen komutanların oturduğu Namık Kemal Mahallesi'ni kuşatmışlar. Bu ayada Talat Aydemir de Harp Okulunu karargâh olarak kullanmaya başlamış. Mürted'den jetler havalanmış. Bir yandan da Aydemir'e teslim ol çağrısı yapıyorlar.

Sonradan öğrendim, Ankara'nın içi savaş alanına dönmüş. Jetler bir yandan bildiri atarken bir yandan da isyancı birlikleri makineli tüfekle tarıyormuş.

Aydemir kaybettiğini anlayınca arkadaşları ile birlikte Harbiye'nin arka kapısından çıkıp Dikmen deresinden yukarı doğru ağaçlıklar arasında yürümüş. Sonra da teslim olmuş.

Aslında rahmetli Aydemir özellikle havacılara güvenerek yolsa çıkmış. Ancak onlardan umduğunu bulamamış. Havacılar Hükümetin yanında yer alınca darbe ters tepti. Zaten rahmetli Aydemir ihtilâle hazırlanırken bu harekâtından sokaktaki adamın dahi haberi vardı. Yani geliyorum diyen ihtilâldi. Tabii, ona karşı önlemler de alınacaktı.

Ben tüm bu tehlikeleri sezdiğim için başımın çaresine bakmalıydım. Çünkü Aydemir muvaffak olsaydı bana bulaşacaktı. Hükümet de yanlış bir kanaate saplanıp beni onunla birlikte görmeye başlamıştı. Dolayısıyla böyle bir harekette Hükümet beni de rahatsız edecekti.

Evi terk etmem gerekiyordu. Sabah kuşluk vakti ortalık yatıştı. Artık evime dönmeliydim. Ev sahipleri kalmam için ısrar ediyordu. Ama onları daha fazla taciz etmenin anlamı yoktu.

Arkadaşlarım beni yine otomobilleri ile evime götürdüler. Ortalık sakindi. Yolda kimse çevirmedi. Eşim ve çocuklarım olayları heyecanla takip etmişler. Gece boyunca eve bir gelen olmuş. Beni sorup gitmiş.

Öğle vakti yemeğe oturduk. Misafirlerimiz de geldi. Bu arada Emniyetten geldiklerini ifade eden birkaç sivil beni götürmek istediklerini söylediler.

Evi köşe bucak aradılar. Buldukları birtakım şeyleri yanlarına aldılar. Evden çıktık, kapıda bekleyen bir otomobile bindirdiler.

Arabaya binerken, ben haklıyım, suçsuzum, diye bağırıyordum. Bu olaylar, İsmet Paşa'ya, o günkü iktidara bir vesile veriyor. Benim o darbe ile hiçbir ilgim olmadığı halde, ayaklanma hareketiyle hiçbir ilgim bulunmadığı halde evime gelip atama yapıyor ardından da Çankaya Karakoluna götürüyorlar.

Karakolun önü ana baba günü, kalabalık. Meğer 21 Mayısçıların bir kısmını yakaladıkça oraya getiriyorlarmış.

Tam arabadan iniyorum, fötr şapkalı, siyah paltolu, uzun boylu esmer bir adam beni görünce 'ha işte, iyi ki bunu yakaladınız' diye aleyhimde bağırmaya başladı. Zaten canım sıkılmıştı, karakola girerken buna bir tokat yapıştırdım, boylu boyunca ikiseksen yere uzandı. Polisler hemen araya girdi. Bana dediler ki: 'Aman albayım, siz bize bırakın, biz onların hakkından geliriz.'

Bu çok müfrit halk partili bir mühendismiş. Sonradan ismini gazeteler de yazdı. 'dava edeceğim Türkeş'i bana vurdu' dedi. Ben bunu ilk defa gördüm. Canımın sıkıldığı bir anda karşıma çıkıp laf atınca otomatik olarak iki tane patlattım.

Çankaya karakolu'nda on gün kaldık. Ömrümüz sandalye üzerinde geçti. Akşam olunca sandalyeleri yan yana dizip üzerinde yatıyorduk. Böyle meşakkatli bir bekleyiş.

İfadeler tamamlandı, on günün sonunda bizlere şu haberi tebliğ ettiler: 'Mamak'a intikal edeceksiniz. Hazırlandık, mahkûm arabalarına bindirildik, kelepçesiz bir vaziyette yola çıkarıldık…"

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,23 M - Bugn : 20991

ulkucudunya@ulkucudunya.com