« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

23 Tem

2009

ORHUN ABİDELERİ VE OSMANLI'DA TÜRKÇÜLÜK

23 Temmuz 2009


Osmanlı Hükümdarı Sultan V. Mehmed Reşad Han, 20 Ekim 1915 tarihinde Danimarkalı dil âlimi Vilhelm Thomsen'i birinci dereceden Mecidi Nişanı ile ödüllendirir. Bu yüksek Türklük şuuru taşıyan II. Abdülhamid'in imparatorluğu bir arada tutmak maksadıyla takib etmek mecburiyetini hissettiği İslamcılık politikası sonucu gecikmiş bir ödüldür.

Türkiye'den binlerce kilometre uzakta eski Türk yurdunda Türklüğün şehadet parmakları olarak yükselen taşları, Orhun Abidelerini ilk okuyan âlime Osmanlı Padişahı tarafından Mecidi Nişanı verilmesi mühim bir hadisedir. Öncelikle Osmanlıyı Türk saymayan köksüz ulusalcıların bu hususa dikkatini çekmek gerekir. Yine Osmanlıyı Türk saymak istemeyen siyasi ümmetçiler ile soysuzluğu meziyet addeden milliyetsizler, Osmanlının Türklüğünü ve İslâmiyet öncesi Türk tarihine duyduğu ilgiyi iyi idrak etmelidir. Osmanlı, ananeleri, idare sistemi, dili ve ahalisinin esas unsuru bakımından Türk olan ve Türklüğünün gayet şuurunda olan katıksız ve emsalsiz bir Türk devletidir. Bugünkü kısır siyasi çekişmelerin temelinde Osmanlının iyi anlaşılmaması ve sağlıklı değerlendirilmemesi yatmaktadır.

Reşat Nuri romanlarından birinde Nişan-ı Osmaniyi, bir ev parasından daha değerli olduğunu şaka yollu da olsa teslim etmekle birlikte, düzmece depremin hem mağduru hem kahramanı bedbaht kaymakama gönderilen eften püften bir şeymiş gibi tavsif eder (*). Birinci dereceden Osmanlı nişanına layık olabilmek o kadar basit bir iş değildir.

Mecidi Nişanı 1860'larda Sultan Abdülmecid Han tarafından beş derece olarak ihdas edilmiştir. Birinci derecesinin emisyonu yalnızca elli adet ile sınırlıdır. Selefi II. Abdulhamid gibi her gün yurtta ve dünyada kendisinden söz ettiren dahi bir padişahtan sonra geldiği ve ittihatçıların gölgesinde kaldığından, üstüne üstlük saltanatında Balkan ve Cihan harplerinin felâketleri yaşandığı için silik kalan Sultan Reşad Han'ın kayda değer başka bir hizmeti olmasa dahi Thomsen'e verdiği nişan, taşıdığı Türkçülük şuurunu göstermek bakımından onu büyük padişahlar cümlesine dahil eder.

Bugün, bir Türkoloğa Mecidi Nişanı verilmesinin ne demek olduğu pek iyi anlaşılmayabilir. Osmanlı Devleti o gün dünyanın en büyük devletidir. Büyüklüğünün farkına varılmayan, kendisi de kendi kudretinin farkında olmayan ve neredeyse hainliğe ödül verir hale getirilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bütün bu olumsuz şeraite rağmen tensip buyuracağı en küçük bir iltifatın bir ecnebinin nezdindeki değeri, şöhretli bir Rus âlimin böyle bir mazhariyet ihtimalinden söz edildiğinde duyduğu iştiyak, saadet ve şeref duyguları müşahede edilince daha iyi anlaşılıyor.

Moğolistan'da Orhun nehrinin eski mecrası ve Koşu çaydam gölü civarında bulunan Orhun abideleri Göktürk devrinden kalma kitabelerdir. Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikaları, Türk edebiyatının erişilmez şaheserleridir. Göktürkler milattan önceki asırlarda Hunlar tarafından kurulup, değişen sülaleler ve boylar idaresinde devam edegelen Asya'daki büyük Türk imparatorluğunun 6. asırla 8. asır arasındaki devresinde hüküm sürmüşlerdir. Kitabeler, Kürşad ihtilaliyle uyanan hürriyet ateşi sonrasında Çin hakimiyetine son veren İlteriş Kağan'ın veziri Tonyukuk ile İlteriş Kağan'ın oğulları Kül Tigin ve Bilge Kağan adına dikilmişlerdir. Bu kitabelerde Doğu Türk hakanlığının çöküşü ve yeniden yükselişi anlatılmaktadır.

Kül Tigin, Bilge Kağan'ın küçük kardeşi olup, kırkyedi yaşında olduğu halde 731 yılında Dokuz Oğuzlarla yapılan savaşta ölmüş ve 21 Ağustos 732 tarihinde ağabeyi Bilge Kağan tarafından adına yazıt dikilmiştir. Bilge Kağan, kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci dereceden rol oynamış kahraman kardeşine karşı minnet duygularını ifade etmektedir. Yirmi gün süren abide inşaatının başında oturup, eserin hazırlanmasına bizzat nezaret etmiştir. Abide kaplumbağa şeklindeki oyuk bir kaide taşına oturtulmuştur. Yüksekliği 3,75 metre, genişliği 132 santim, eni 46 santimdir. Dört cephesinde kitabe mevcuttur, yazılar cetvelden çıkmış gibi muazzam, düzgün ve güzel harflerle yazılmıştır. Diğerlerinden daha iyi durumda bulunmaktadır.

Bilge Kağan abidesi Kül Tigin abidesinin bir kilometre uzağındadır. Ebatları birincisine yakındır. Bunda tahribat ve silinti fazladır. 734'de ölen Bilge kağan için 735'de oğlu tarafında dikilmiş ve yeğeni yazmıştır. Bu abide de Bilge Kağan konuşmaktadır, Kül Tigin'in ölümünden sonraki vakalar da ilave edilmiştir.

Tonyukuk abidesi diğer iki abidenin biraz daha doğusunda, iki taş halindedir. Büyük Türk devlet adamı Tonyukuk ihtiyarlık devrinde tahminen 720 yılında bizzat diktirmiştir, kendisi konuşmaktadır. İlteriş Kağan onyedi kişiyle Çine isyan ettiği zaman yanında Tonyukuk da bulunuyordu. Devlet kurulduktan sonra İlteriş ve Kapağan kağanlar çağında ülkede başvezirlik etmiş, bazı savaşlarda başkumandan olarak bulunmuştu. Bilge Kağanın kaynatası idi. Onun zamanında da başvezirlik etmiş, 720-725 yıllarında ölmüştür.

Orhun Abidelerinin bulunması insanlığın en büyük keşiflerinden biridir. Göktürk Kitabelerinden onüçüncü asırda İlhanoğlu tarihçisi Cüveynî, Tarih-i Cihangüşa eserinde bahsetmiş, ancak onun verdiği bilgi, ne o devirde, ne daha sonra bir alâka görmemiştir. Kitabeleri yeni Avrupa ilmine 1709'da Ruslara esir düşen ve Sibirya'ya sürülen Strahlenberg isimli bir İsveç subayı tanıttı. Daha sonra bazı Rus, Alman, Finlandiyalı, Fransız ve Danimarkalı seyyah ve araştırmacılar bu kitabeleri görmüş, ne oldukları, hangi millete ait oldukları hakkında düşünmüşlerdi. Orhun kitabeleri başlangıçta Yadrintsev ve sonra Donner ve Radloff heyetleri tarafından tetkik edilerek Danimarkalı profesör Thomsen tarafından okunup halledilmiş ve daha sonra birçok âlimler tarafından bunlara ait pek çok risâleler yayımlanmıştır.

1890'de Heikel'in başkanlığında bir Fin, 1891'de de Alman asıllı Radloff'un başkanlığında bir Rus ilmi sefer heyeti mahalline gönderilmiştir. Her iki sefer heyeti de abideleri yakından tetkik etmiş ve fotoğraflarını alarak dönmüştür. Her iki heyet de getirdikleri malzemelerin fotoğraflarını büyük atlaslar halinde neşretmişlerdir. Rus heyetinin neşriyatı Radloff Atlası adıyla meşhur olmuştur ve ilim alemine o günden bugüne kaynaklık etmektedir. Devlet tarafından yüzbinlerce basılarak her Türk'ün kütüphanesinde baş köşeyi işgal etmesi gereken bu dev eser ve benzerleri maalesef ancak belli başlı kütüphanelerin ve enstitülerin gözlerden ırak raflarında çürümeye terk edilmiştir.

Nihayet 25 Kasım 1893'de ilk defa Danimarkalı profesör Vilhelm Thomsen (1842-1927) Göktürk yazısını çözmeye muvaffak oldu, Tengri, Kül Tigin ve Türk kelimelerini okudu. Danimarka Kraliyet Akademisi bülteninde bu mevzuda bilgiler verdi. Bundan sonra bütün dünyadaki Türkologlar arasında bu yazıları en doğru şekilde okumak için adeta bir yarış başlamıştır.

Kitabeleri tercümeye başlayan Thomsen'i takip eden Alman alimi W.Radloff da bu yazıları tercüme etmiş, fakat, abidelerin ilk tam tercümesi, yine Thomsen tarafından 1922'de neşrolunmuştur. Thomsen bu çok mühim çalışmasıyla Türk tarihinin hayli karanlık bir devrini aydınlatmaya muvaffak olan değerli bir Batı âlimidir. Türk milletinin ebedi minnettarlığına mahzar olmuştur.

Türkiye'de Orhun kitabeleri mevzuunda Şemseddin Sâmi, Necib Asım, Hüseyin Namık Orkun ve Nihal Atsız tarafından yapılan tedkikler ve neşirler vardır. Şemseddin Sami Avrupalı Türkologların çalışmalarıyla yakından ilgilenmiş ve hayatının son yıllarında Radloff neşrinden faydalanarak Orhun Abidelerini Türkiye Türkçesine tercüme etmiştir. Birinci satıra Göktürkçe metinleri, ikinci satıra bu metinlerin Arab harfleriyle tercümesini yazmak suretiyle yüzbeş sayfalık bir eser hazırlamıştır. Bu eser Necib Asım Bey tarafından 1924 yılında yayınlanmıştır. Bunu Fuad Köprülü'nün Türk Edebiyatı Tarihi'nde verdiği bilgiler takib etmiştir. Kitabelerin Thomsen tarafından deşifre edilen son şekli, Moğolistan'daki Türkçe Kitabeler adıyla Prof. Ragıp Hulûsi tarafından tercüme edilerek Türkiyat Mecmuasında neşrolunmuştur. Bu mevzuda Türkçede yazılan en geniş eser Hüseyin Namık Orkun'un Eski Türk Yazıtları kitabıdır. Tercümelerin en doğrusunu Nihal Atsız Türk Edebiyatı Tarihi eserinde yapmıştır. Prof. Muharrem Ergin'in de Orhun Abideleri isimli çok değerli bir kitabı bulunmaktadır.


İşte Sultan Mehmed Reşad Han'ın Vilhelm Thomsen'e tevdi ettiği Mecidi Nişanı, Osmanlı padişahlarının bütün Türklerin hakanı olduğunu, Osmanlı'nın Türklüğünü, Osmanlıda Türkçülüğün ve Türklüğe hizmetin en üst seviyede iltifat ve himaye gördüğünü göstermek bakımından dikkate değerdir. Türkiye Cumhuriyetinin idarecileri yüz yıl evvelinden daha şuurlu, daha milli, daha ilmi, daha medeni ve daha Türkçü olmak mecburiyetindedir. Türk Devleti Türklüğe hizmeti en üst seviyeden taltif etmeli, Türklüğe ihaneti ise şiddetle tecziye etmelidir. Milli Devlet olmanın gereği budur ve millet halinde var olabilmenin yolu buradan geçer.

........................................................................................


(*): Değirmen, Reşat Nuri Güntekin.

Sarıpınar kasabasında hükümet erkanın da katıldığı bir eğlentide Malmüdürü Cevdet Efendi'nin birdenbire ayağa kalkarak, "Zelzele oluyor arkadaşlar" demesiyle başlayan panik ve bu meçhul depremin akabinde vuku bulan eğlenceli ve traji komik hadiseler zinciri içerisinde kaymakam Halil Hilmi Efendinin yaşadığı azab, mutasarrıf ile validen sonra bir şehzadenin de olay mahalline gönderilmesiyle nihayet bulur.

"O güne kadar Beykozdan uzak yola gitmemiş ve Ortaköy ile Çengelköyden başka köy görmemiş olan şehzade Şemsettin Efendi, Sarıpınarı daha uzaktan görünce karşısında oturan valiye: "Hakikaten harabe haline gelmiş biçare şehir… Vah, vah. vah vah.." dedi. Biraz sonra heyet şerefine en yeni elbiselerini giyerek ilk sokağın iki tarafında selâm vaziyeti almış olan halkı gördüğü zaman ise: "Ne sefalet yarabbi, ne sefalet! diye içini çekti, zelzele ne kıyafete sokmuş zavallıları."

Vali, yeni yıktırılan binaların ve etrafı mangallar, tencereler, su küpleriyle çevrili çadırların önünde arabayı durduruyor, şehzade, arabadan inerek büyük bir nezaket ve şefkatle hareketzedelerin hatırını soruyordu.

Sıra çay karşısındaki muhacir mahallesine gelince, hiçbir sahne rejisörünün tertibedemeyeceği bu haraplık ve sefalet manzarası karşısında şehzade Şemsettin Efendinin gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

Ecnebi gazeteciler kapısı, çerçevesi, damı yıkılarak dört duvardan ibaret kalan, bazılarının hattâ bir duvarı da çökerek içi görünen evlerin, sokakta kerevetler üzerine yatırılmış yarı çıplak hastaların resimlerini alıyordu.

Şehzade Şemsettin Efendi, tekrar arabasına bindiği zaman:

- Zelzelenin ne korkunç bir âfet olduğunu şimdi anladım. Birkaç dakika içinde bir mâmureyi ne hale getirmiş! dedi.

Civanbahta en ziyade tesir eden şeylerden biri de, hükümet konağının hali idi.

Efendi Hazretleri, merdivenin alt başından yukarı katın yıkık tavanına dehşetle bakarak:

- Burada mı çalışılıyor? dedi.

Vali:

- Evet, efendimiz, dedi ve o aralık gözüne ilişen Halil Hilmi Efendiyi parmak işaretiyle çağırarak takdim etti:

- Müsaade-i devletinizle kaymakamımızı takdim edeyim. Gazetelerin bir mucize eseri olarak ölümden kurtulduğunu yazdıkları kaymakam budur. Ağır yaralı olduğu ve yerine vekil tâyin edildiği halde vazifesini bırakmamış, sürüne sürüne iş görmeye devam etmiştir. El'an da yaralıdır biçare. Bakınız daha hâlâ doğru dürüst yürüyemiyor, bacaklarının birini sürüyor.

Şehzade:

- Çok şayan-ı takdir fedakârlık doğrusu… Dönüşte şevketli amcama arzederek taltifini istirham edeceğim. Demek yaralı olduğunuz halde vazife başında kaldınız kaymakam bey?

Bir anda kefeni yırttığını gören Halil Hilmi Efendi, iki büklüm vaziyette, gözlerinden yaşlar akarak:

- Halk memura vediatullahtır, dedi, ölmeyince hizmetinden ayrılmamalıdır.

Şehzade, eldivenli eliyle Halil Hilmi Efendinin sırtını okşadı:

- Bunca asırdır Âli Osmanın yüzünü ağartan sizin gibi gayretli ve dirayetli memurlar olmuştur; var olun! dedi.

Bu ziyaret üzerine Sarıpınar zelzelesi yerli ve yabancı gazetelerin aktüalite sütunlarında bir kere daha çalkalandı ve yaralarının sarılması için, eskilerine ilâve olarak, bir kere daha inanılmaz bir iane yağmuru yağdı.

Bunlarla kasabada birçok tamirler, boyalar ve yepyeni binalar yapıldıktan başka, hükümet karşısına güzel havuzlu bir park için de kâfi para artmıştı.

Topla yıkılmaz bir hale gelen Halil Hilmi Efendi, şehzadenin padişaha vereceği rapordan hiç değilse, çoluk çocuğu ile başını sokacak küçük bir ev parası umuyordu. Fakat günün birinde paradan daha kıymetli bir şey, hamiyetli göğsünü süsleyecek bir altın Osmani nişanı geldi."

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,23 M - Bugn : 19588

ulkucudunya@ulkucudunya.com