« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

30 Eyl

2024

KOMANDOLAR - 1969 KONGRESİ - MHP (36)

30 Eylül 2024

Hürriyet, Cüneyt Arcayürek, 10 Ocak 1969.

TÜRKEŞ AÇIK AÇIK KONUŞTU: KOMANDOLARI DESTEKLİYORUM

ÇÜNKÜ ONLARI BİZ KURDUK VE EĞİTTİK.

Bu yaz her ilde yeni komando birlikleri kurup yetiştireceğiz

Dün ıslak bir gündü. Yağan ve eriyen kar, başkentin Gaziosmanpaşa mahallesinin “Kader” sokağındaki Türkeş’in evinin önünden küçük dereler halinde akıp gidiyordu. Aslında, Türkeş’in Kader sokağındaki evi, kaderinin bir parçası olarak önemlidir. Bugüne kadar köprülerin altından nice sular akmıştır. Bir gece yarısına doğru Türkeş, ihtilâlin en kudretli albayı iken, bu evinden alınmış, jipe bindirilmiş ve Hindistan’a doğru yola çıkarılmıştı. Şimdi, Alparslan Türkeş, bir liderdir, CKMP’nin tek yetkilisidir.

Ancak Türkeş, son günlerde sadece bir parti lideri olarak değil, bir önemli hareketin en büyük yetkilisi olarak gazete sütunlarını doldurmuştur. Üniversite gençliği arasında, iki ayrı grup halinde toplanan gençlerin bir kısmını “Komando” adı altında gösterdikleri faaliyetin Türkeş tarafından yönetildiği bilinmektedir. Komandoların “Milliyetçi Gençlik” adı altında çalıştıkları, bütün bildirilerinde gizlenmemiştir.

Solcular, bir kısım gençlik ve bazı siyasi çevreler ise, komandoların bir örgüt (teşkilât) olduklarında ısrar etmektedirler. Tıpkı Hitler’in Fırtına Birlikleri, Mussolini’nin Kara Gömleklileri gibi Türkeş’in de “komandolar” teşkil ettiği, sokak çatışmasını körüklediği, sol eğilimli olanlara karşı zorba bir çaba içinde örgütlendiği iddia edilmektedir.

Gri elbisesi içinde Türkeş, o geçmiş günlerdeki Türkeş’ten pek farklı bir görünüş içinde değildi. Kelimeleri seçişinde, fikirlerini söyleyişinde ağır ve dolu sesiyle odayı dolduruyordu. Geçmiş günlere nazaran yalnız ufak bir fark göze çarpmıyor değildi Türkeş’te… Zaman zaman fikirlerini sıralarken, hele “Sol – komünist” meselelerine eğilirken, o sükûnetinden, soğukkanlılığından sıyrılıyordu.

Küçük bir misafir odası. Yıpranmış koltuklar. Ton, hep gri… İki çay bardağı, kuru pastalar… Yan odalardan birisinde bir çocuk ağlaması… Sigara içmeyen bir Türkeş ve başlıyoruz…

- “Nasıl anlıyorsunuz son günlerin görünüşünü?” diye sordum kendisine. “Komünistler” diye başladı. “Tansiyonu artırmak, sokağa hâkim olmak ve üniversiteyi ele geçirmek istiyorlar.” cümlesini ekledi.

Ellerini birbirine kenetledi: “Tabii boş bulurlarsa buraları ele geçirmekten kaçınmayacaklardır. Biz varız karşılarında şimdi… Sayıca az olmakla beraber, inançlı ve güçlü biz varız.”

Türkeş hızla devam etti:

- “Dünya komünist taktikleri değişmez. Hep aynı biçimde kurulur ve gelişir. Bilinen merkezleri ele geçirirler. Durmadan sosyal reformdan bahsederler. Sosyal reformların biz de karşısında değiliz. Fakat memlekette marksist bir rejimi kurmanın yollarını arayanların elbette ki karşısındayız. Biz, bur hareketle Türk milletinin dertlerine çare bulmayı şöyle dursun, Türkiye’yi yok edecek ve Türklüğü yok edecek büyük bir tehlike olarak görmekteyiz.”

“KOMÜNİSTLERİ ADIM ADIM TAKİP EDİYORUZ”

CKMP lideri, “Komünist diye adlandırılanların bir örgütü var mı sizce?.. Bir merkezden mi idare ediliyorlar?.. sorusuna, kısa bir duraklama ile cevap verdi.

– “Bazı merkezler tarafından idare edildiklerini biliyoruz. O merkezlerin nereleri olduğu hakkında da bilgimiz var. Üniversite içinde olayları çıkaranların her birini tanıyoruz. Her birini adım adım takip ediyoruz.”

Sonra “Nefeslerimizi enselerinde hissediyorlar.” diye ekledi.

– “Peki, ama komando olarak adlandırılan gençlerin bir örgütler dizisi içinde çalıştıkları, hücumlar tanzim ettikleri, hattâ grup başlarına “A-1” veya “A2” gibi adlar verdikleri, parolalar kullandıkları, size de “Başbuğ” dedikleri biliniyor.” dedim ve bekledim. Türkeş bu komando konusunda konuşmaktan kaçınır, diye düşünüyordum doğrusu. Yanaşmayabilirdi diyorum. Çünkü bir siyasî partinin lideri idi. Partiler Kanunu vardı. kanunî kovuşturma olabilirdi hakkında… Fakat, konuyu hiç de yabancı durmadı:

- “Evet, var. bu gençlere komando adını taktılar. Disiplinli bir gruptur bunlar. Bir adet milliyetçi gençlik derneği yoktur… Birkaç tane vardır. Şimdi, açıklayayım durumu: Bugün, aslında disiplinli bir kesin grup vardır. Buna katılanlar oluyor, heyecan duyup, komandolar gibi komünistlere karşıt çıkmak için heyecanla koşmak isteyenler de vardır.”

– “Ama, komandoları CKMP mensuplarının eğittiği, yetiştirdiği, kamplar kurarak bu hareket tarzlarını onlara öğrettiği yazıldı ve söyleniyor.”

Tereddütsüz cevap:

- “Doğrudur. Geçen yaz başlarında gençleri kahve köşelerinde, kumar masalarında bırakmamak için spor ve gençlik kursları kurduk. Beş, altı yerde bu kurslar faaliyet gösterdi.”

– “Galiba Rifat Baykal bunları eğitti. Bilir mi bu işleri, anlar mı?”

Sözü kesilmesine rağmen Türkeş güldü:

– “Hem de nasıl bilir. Baykal Kore Savaşlarına katılmıştır. Çok iyi bilir bu işleri. Bu kurslarda gençler boks yaptılar, spor yaptılar, judo öğrendiler. Kendilerine kültür seminerleri de verildi. Bu seminerlerde komünizmin ne olduğu, taktikleri öğretildi. Ve asıl gaye komünistlerin hareket haline geçmeleri halinde, bir mitingin nasıl dağıtılacağı, nasıl karşılanacağı, tecavüzden nasıl korunulacağı gibi belirli ve esaslı bilgiler verildi.”

– “Kaç kişi bu biçimde yetiştirildi?”

– “Binin üzerindedir. Şu andaki durum, disiplinli ve eğitilmiş olanların sayısı budur. Katılanların dışında elbette… Bir kısmı İstanbul’da, diğer bir kısmı Ankara’dadır bunların… Hareketleri yapanlar da bu gençlerdir.”

Sonra Türkeş, birden hızlı hızlı konuştu. Kızgındı, dargındı ve inandığı bir işleme karşı gelinmesine “Bozulmuştu”.

– “CHP, bize iftiraya başladı hemen. Bu gençlere komando adını verdi ve partinin kapatılmasını istemeğe başladı. Partiler Kanununun 107. maddesi açık. Askerliğe ve sivil savunmaya hazırlık yapmak yasak. Biz, askerlik yaptırmıyoruz, askerliğe veya sivil savunmaya hazırlanmıyoruz. Bilâkis komünistlerin sokak hareketlerinde ve üniversite hareketlerinde bir baraj kuruyoruz.”

Türkeş, iki grup çatışması daha genişlerse, hattâ halka kadar inerse, bu tehlikeli olmaz mı?” diye sordum.

– “Olmaz. Çünkü biz, bu gençlerimizle barajı kurduk. Komünistlerin hareketleri artık gelişemez Göreceksiniz, bir süre sonra tamamen duracaktır. Belki bu günlerde birkaç olay daha olacak, ama yatışacaktır. Çünkü karşılarında biz varız. Bir şey daha söyleyeyim: Marksizm bir fikir cereyanıdır. Gençlere dolduruluyor. Biz de karşılarına bir başka fikirle, fakat Türkiye’nin milli hasletlerine uyan bir diğer fikirle, Dokuz Işık Doktrini ile çıkıyoruz. Komünizmi başka türlü karşılayamayız. Komando dedikleri gençler, Dokuz Işık’ı benimsemiş ve kabul etmişlerdir. Daha sonrası komünistlerin önünde bu baraj olmazsa, olaylar ve onların hareketleri daha da genişleyecektir.”

– “Ama size “Başbuğ” diyorlar.”

Güldü ve “Biliyorum.” dedi.

– “Siz komandolar ile görüşüyor musunuz?”

– “Hayır, ben görüşmem, arkadaşlar var. Biz, taktikleri hazırlarız, yapılabilecekleri konularda onları aydınlatırız. İletirler oraya.”

Türkeş, şu düşüncesini de açıklıyor:

- “Türkiye’de hiçbir siyasî iktidar, milletin ve ordunun benimsemesi halinde iş başına gelemez. Komünistler, bu yollardan gelemeyeceklerini bildikleri için, sokak hareketlerinden sonra hükümete el koymayı, her yerde ve bizde de hesaplamışlardır. Tekrar edeyim, komandolar bir fikirdir. Komünizm bir reaksiyonla değil bu yönlü bir aksiyonla karşılanır.”

Türkeş, şimdi gene kızgındır. CHP iktidarda iken, gençlik kollarının “Halk mahkemeleri” teşkil edip, İstanbul’da Darendelioğlu’nu dayakla sorguya ve mahkemeye çektiklerini, o sırada İnönü’nün kılının bile kıpırdamadığını söylüyor. AP milletvekillerinin AP merkezinde yüzüne tükürüldüğünü ve İnönü’nün gene sesini çıkarmadığını inatla anlatıyor. “CHP, kendi devrinde kıpkızıl marksistleri himaye etti…” diye heyecanlanıyor.

“KOMANDOLAR BÜTÜN YURDA YAYILACAK”

– “Gençlik kuruluşları dediğiniz ve komando diye adlandırılan gruplar genişletilecek mi?”

– “Hem de bu yaz, derhal, Bütün yurtta, her ilde komandoları yetiştirecek kuruluşlar yapacağız. Bize, bizim dışımızdaki partilerden, vatandaşlardan telgraflar geliyor. Gelin, bizim ilde de bunları yapın diye.”

Türkeş, açık konuşuyordu. Açık ve seçik. “Bu gençlik kuruluşunun bir amblemi var. Üç hilâl içiçe girmiş. Tıpkı Nazi armasına benziyor. Buna ne dersiniz?” sorusuna şu cevabı verdi:

- “Doğru. Ben de baktım. Nazi işaretine benziyordu. Men ettim. Kaldıracaklar bunu. Yerine bir hilâl ve bozkurt konulacak. Aslında üç hilâlin içiçe girmesi bir hareketlilik anlamına geliyordu.”

Telefonlar çalıyor artık. Türkeş gidecek. İşi var, belli. Kendisine şöyle dedim:

- “Sonuç olarak, milliyetçi gençliğin komünist hareketlerinin önlemesi ve durdurulabilmesi için ayrı bir aksiyon grubu olarak hareket halinde olduklarını, görevlerini yerine getirdiklerini ve sizin de bu komando gençlerin hareketini tamamen desteklemekte olduğunuzu yazabilir miyiz?”

Hızla tasdik etti:

- “Doğrudur ve ben bu gençleri tamamen ve her bakımdan destekliyorum.” dedi.

Alparslan Türkeş’le ayrıldık. O partisine gitti, herhalde. Emrinde olduğu anlaşılan komandolarının son hareketlerini mi değerlendirecek, yoksa yeni talimatlar mı gönderecek? Burası bilinmez artık.

Kader sokağında oturan Türkeş’in kaderine böylece yeni bir çizgi çiziliyordu.



Tercüman, 11 Ocak 1969.

TÜRKEŞ SAVCILIKTA İFADE VERECEK

Bir gazetede komandolarla ilgili çıkan bir haberi ihbar telâkki eden Ankara basın savcılığı CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’i önümüzdeki Çarşamba günü bilgi vermek üzere savcılığa çağırmıştır. CKMP Genel Başkanı Türkeş’e bu konuda davetiye gönderilmiştir.

Ancak Türkeş’in bu daveti milletvekilliği dolayısıyla kabul edip etmiyeceği belli değildir.


CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, İstanbul Gençlik Kolları Teşkilâtına dün gönderdiği mesajda, “Aydın geçinen çıkarcı politikacılar, fosilleşmiş bazı şahsiyetlerin eteğine sarılarak milletin hayatına karanlık salmaktadır. Türk gençleri olan sizler milletin meşru haklarını herşeye rağmen savunacak ve yalancı şöhretlerin ayakları altında çiğnenmekten kurtaracaksınız. >> demiştir. CKMP lideri daha sonra, <<İdarecilerin ve particilerin koltuk hırsıyla birbirlerini yediklerini, tefeciliğin son haddini bulduğunu, böyle bir Türkiye’nin gelecek için ümit verici olmadığını>> söylemiştir.



Hürriyet, 11 Ocak 1969.

TÜRKEŞ SAVCILIĞA DAVET EDİLDİ

Ankara Savcılığı, Hürriyet Gazetesine komandolarla ilgili demeç veren CKMP genel Başkanı Alparslan Türkeş’i bilgisine başvurulmak üzere dün Savcılığa davet etmiştir.

Bilindiği gibi 1968 yılının eylül ayında, komandoluğun Siyasi Partiler Kanununun107’nci maddesine aykırılığı konusunda Savcılıkça bir soruşturma açılmıştı.

Hem bu soruşturmanın yürütülmesi ve hem de bazı komandoların SBF yi basmasiyle ilgili tahkikatın derinleştirilmesi için CKMP Genel Başkanı Türkeş’in bilgisine başvurulacaktır.



Günaydın, 11 Ocak 1969.

Komandolar yüzünden CKMP kapatılmak isteniyor!..

“Komando”lar yüzünden CKMP’nin başı derde girmiş, Ankara Savcılığı, bu konuda Genel Başkan Alparslan Türkeş’in bilgisine başvurmak üzere, davette bulunmuştur. Bu arada, Eylül ayından bu yana Ankara Savcılığı tarafından yürütülmekte olan soruşturma, tamamlanıp da, siyasi partiler kanununun 107’nci maddesine aykırı bir durum tespit edilirse, CKMP’nin kapatılması için Anayasa mahkemesine müracaat etmesini sağlamak üzere dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirilecektir.

İnönü’nün Sözleri

Başbakan Süleyman Demirel dün akşam saat 17’de CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ile bir saat devam eden bir görüşme yapmıştır. Görüşmeden sonra, İnönü gazetecilerin, CKMP gibi bütün siyasi partilerin komando kurmaya kalkışmalarının askeri cuntanın gelmesine yol açıp açmayacağı yolundaki bir sorusuna “Neler nelere yol açmaz ki…” cevabını vermiştir.



Cumhuriyet, Ulus, 11 Ocak 1969.

İNÖNÜ: KOMANDOLAR OLUMSUZ GELİŞMELERE YOL AÇABİLİR

Başbakan Demirel, CHP Genel Başkanı İnönü’yü dün akşam dâvet ederek, kendisine Türk dış politikası hakkında bilgi vermiştir. Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in de bulunduğu bu 1 saat 15 dakikalık görüşmeden sonra İnönü, <<CKMP’nin Komando>> larını <<Önemli>> olarak nitelemiş ve bunun çeşitli olumsuz gelişmelere yol açabileceğini, bir soruya cevap olarak belirtmiştir.

Soru: Türkeş’in bugünkü önemli demeci hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cevap: Önemli mi?

Soru: Enteresan değil mi?
Cevap: İlk sözünüzü geri almayın…. Önemli… Yarın, Parti Meclisinde bunu görüşeceğiz..

Soru: Bütün partiler bu şekilde Komando teşkilâtı kurarlarsa, bir askerî juntanın gelmesine yol açmaz mı?
Cevap: Nelere yol açmaz ki…



Cumhuriyet, 11 Ocak 1969.

KOMANDOLARA SAHİP ÇIKAN TÜRKEŞ İFADE VERECEK

Bu arada, Ankara Savcılığı, CKMP Genel Başkanı Türkeş’in dün bir gazetede çıkan demecini ihbar telâkki etmiş ve ifadesini almak üzere, kendisini çağırmıştır.

Türkeş’in son günlerde bazı olaylara sebep olan ve kendilerine <<Komandolar>> adını veren gençlere sahip çıkması ve bunların kendileri tarafından eğitildiğini söylemesi Savcılığın dikkatini çekmiş ve soruşturma açılmıştır.

Türkeş, 15 ocak çarşamba günü öğleden sonra konuyla ilgili olarak ifade verecektir. Savcılığın bu konudaki yazısı dün kendisine gönderilmiştir.

Türkeş’in Partili Gençlere Mesajı

Öte yandan, CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün partinin gençlik kollarına bir mesaj göndererek, <<Türk gençliği olarak sizler, milletin meşru haklarını her şeye rağmen savunacak ve yalancı şöhretlerin ayakları altında çiğnenmekten kurtaracaksınız.>> demiştir. Türkeş, mesajında iktidarı da suçlamıştır.



Yeni İstanbul, 11 Ocak 1969.

CKMP’nin Kapatılması İçin Dosya Hazırlanıyor

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in bir İstanbul gazetesinde yayınlanan ve komando örgütünü tasvip ettiğini bunları kendilerinin kurduğunu belirten demeci üzerine, Cumhuriyet Başsavcısı CKMP’nin kapatılması için bir dosya hazırlamaya başlamıştır.

Ancak Başsavcının böyle bir istekte bulunabilmesi için demeci alan gazeteci ile demeci verenin teyidi gerekmektedir.

Cumhuriyet Başsavcılığı CKMP Genel Merkezi’ne bir yazı göndererek Genel Başkan Alparslan Türkeş’den demecin doğru olup olmadığını soracaktır. Bu yazıya “Evet, beyanatı ben verdim.” Şeklinde bir cevap verildiği takdirde Siyasî Partiler Kanununun 107. maddesine göre Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesine müracaat edilecektir.



Medeniyet, Sahibi: Gökhan Evliyaoğlu, 11 Ocak 1969.

İŞTE VESİKA

Siyasî Partiler Kanununa rağmen, vurucu birlik kursları açan ve bunları yöneten CKMP kapatılmalıdır

ED Teşkilâtı ile yapılan bir röportajda, gençlerin elinde silâh bulunuyordu

Günün konusu haline gelmiş bulunan gençlik içindeki Komando birliği hakkında, CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in dünkü İstanbul gazetelerinden birinde yayınlanan demeci üzerine, Ankara Savcılığı harekete geçmiştir. Bu konuyla ilgili olarak Alparslan Türkeş muhtemelen pazartesi günü Ankara Savcılığına giderek ifade verecektir.

Bugün Komandolar diye adlandırılan ve Fakülteleri, Öğrenci yurtlarını basıp çeşitli olayların çıkmasına meydan veren gençler aslında, yaz ayları içinde İzmir’in Gümüldür bölgesindeki Akrepkaya mevkiinde açılan ve CKMP Milletvekili Rifat Baykal tarafından yönetilen Komando kursunda yetiştirilen gençlerden başkaları değildir.

İzmir’de yayınlanan Demokrat İzmir gazetesinin 29 Temmuz 1968 tarihli nüshasında Birinci sahifeden verilen bir röportajda açıkça göstermektedir ki (Bu yazı ve resimler ilgililer tarafından tekzip edilmemiştir) Komando birliği, doğrudan doğruya CKMP ye bağlıdır ve oradan verilen talimatlarla yönetilmektedir.

İşaret; İki el Ateş ve Parolası: Başbuğ olan Komandolar (ED) adıyla anılan bu teşkilâtın asil üyeleridir. (ED) harfleri Etkili ve Dinamik demektir.

Şurası bir gerçektir ki, Üniversite özerkliğini zedelememek için devletin Emniyet ve asayiş kuvvetleri Üniversiteye giremezken CKMP tarafından yönetilmekte olduğundan kimsenin şüphesi bulunmayan ve hiçbir resmî sıfatı olmayan bu gençler, Üniversite fakültelerini basmakta, öğrenci yurtlarına saldırmakta ve her gün yeni bir olayın patlak vermesine sebep olmaktadırlar.

Siyasî Partiler Kanununa taban tabana zıt bulunan ve sabit görüldüğü takdirde CKMP nin kapatılmasına kadar gidecek olan Komando Birliği konusu, gün geçtikçe alevlenmektedir. Alparslan Türkeş’in dün yayınlanan demecinde “Komandoları Destekliyoruz çünkü onları biz kurduk” şeklindeki sözleri ile Demokrat İzmir Gazetesinin 29 Temmuz 1968 günlü nüshasında yayınlanan resimli röportajı birbirini tamamlamaktadır.

Ankara Savcılığının Komandolarla ilgili olarak açtığı soruşturmaya yardımcı olur mülahazasiyle Demokrat İzmir Gazetesinin 29 Temmuz 1968 tarihli nüshasında yayınlanan resimli röportajın kupürünü sütunlarımıza alıyoruz.

Bundan sonrasını Ankara Savcılığı düşünsün.



Hür Anadolu, Başyazı, 11 Ocak 1969.

Türkeş’in yanıldığı nokta

Son günlerde sağ ve sol diye iki kanada ayrılan yüksek tahsil yapan gençler arasında çatışma kavga halini aldı ve üzücü bir şekle girdi. İş fikir mücadelesi olmaktan ileri dayak ve cana kastetme yoluna sokuldu. Gençlerin büyük çoğunluğunun katılmadığı bu kavganın üzerinde bulunduğu çizginin sonu için konuşmak zamanı gelmiştir. CKMP lideri sayın Alparslan Türkeş’in Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan demeci de olaylara ışık tutacak niteliktedir.

TÜRKEŞ NE DİYOR?

CKMP lideri sayın Alparslan Türkeş Hürriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte ilk defa komandolar adı verilen sağcı grubun <<kendileri tarafından eğitildiğini ve yönetildiğini>> açık açık söylemekte sakınca görmemiştir. Bu sözlerine <<komandoların yakında bütün yurda teşmil edilecek tarzda genişletileceğini>> de eklemiştir. Üniversitedeki solculardan <<komünistler>> diye bahseden sayın Türkeş bir <<sindirme hareketi>> olarak nitelediği komando hareketinin devam edeceğini de açıklamıştır. CKMP’nin lideri bir yerde açık konuşamamaktadır. Bu işin sonu nereye varır? Dünya Siyasî Tarihi incelendiğinde görülür ki bütün dikta rejimleri memleket içindeki çatışmalar sonucu gelmiş oturmuşlardır. Hem de ister sağ, isterse sol olsun. Dikta heveslerini gerçekleştirmek isteyenler daima böyle bir ortamı beklemişlerdir.

SAĞDUYU HÂKİM OLMALI

Komandoların bir okulu basıp etrafı kırıp geçirmeleri nasıl tasvip edilemezse, solcuların bir sağcı öğrenciyi sıkıştırıp dövmeleri de aynı şekilde tasvip görmez. Memleketi sağ sol çatışmaları adı altında anarşiye sürüklemeye kimsenin hakkı yoktur. Hele hele, aklı başında olması gereken yüksek tahsil talebesi gençlerin buna hiç mi hiç hakları yoktur. Memleketten huzur bir defa gitmeye görsün… Bir daha bunu geri getirmeye hiç kimsenin gücü yetmez kaldı ki hangi taraftan olursa olsun, yurda getireceği idare, getiren tarafı bile memnun etmeyecektir. Dünya Siyasî Tarihi bunun örnekleriyle doludur. Davranışlarında sağ duyuyu, memleket sevgisini ön plâna alanlar, ergeç bu gerçeği anlayacaklardır. Temenni edilir ki bu anlama iş işten geçtikten sonra olmasın…



Tercüman, 12 Ocak 1969.

TÜRKEŞ: DEVLETİ KORUMAK İÇİN HERKES KOMÜNİZME CEPHE ALMALI

Türk Gençliğini kahve ve meyhane köşelerinden kurtarıp, hayata hazırlamaya, spor yaptırmaya, millî kültürle yoğurmaya mecburuz.

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Parti Teşkilâtına bir genelge göndererek, son olaylar hakkında bilgi vermiş; <<Kendini bilen her Türk’ün devletimizin varlığını korumak için elele vererek, komünizme cephe alması lâzımdır.>> demiştir.

Türkeş, Savcılığın kendisini, dokunulmazlığı kaldırılmadan ifade vermek için çağırmasının mümkün olmadığını hatırlatmış, bu gibi haberlerin kasıtlı olarak yayıldığını bildirmiştir.

Komandolar konusundaki görüşlerini de maddeler halinde açıklayan CKMP lideri, bu konuda şunları söylemiştir:

1- Parti olarak, ne komando kelimesiyle ifade edilen eğitim ve kamplar kurmuş, ne de buna benzer çalışmalara müsaade etmişizdir. Komando tabiri partimiz dışındaki kimseler tarafından icad edilerek partimize mal edilmeye çalışılmıştır.

Ancak partimiz Türkiye’nin kurtuluş ve kalkınmasını milliyetçi fikirlerin memlekette yerleşmesinde ve gelişmesinde gören milliyetçi bir partidir. Komünizmin Türkiye için en büyük yıkıcı tehlike olduğu kanaatindedir. Bunun için komünizmle mücadele etmek başlıca esaslardandır.

2- Gençliğin millî ahlâk ve millî kültürle yoğrularak ve sıhhatli olarak yetişmesi partimizin başlıca gayelerindendir. Bu maksatla gençliğin kahve köşelerinde, kumar masalarında, diskoteklerde, fuhuş yuvalarında ve meyhanelerde çürümemesi için tedbirler almak başlıca millî vazifelerimizdendir.

Bunun için gençleri millî halk oyunlarımızı oynamaya, açık havada millî sporlarımızı yapmaya, onları hayata hazırlayacak millî kültürle yoğurmaya mecburuz. Bunun için gençlerimizin boş zamanlarını sporla, okuma ve kültür faaliyetleriyle geçirmesi için onlara yardımcı olmak, partimizin başlıca gayelerindendir.

Memleketimizde çeşitli sebeplerin tesiri altında genç öğrencilerimiz arasında yayılma istidadı gösteren komünizm faaliyeti karşılaştığımız en büyük tehlikelerden birisidir. Türkiye’yi yıkmak, parçalamak ve Rus sömürgesi haline getirmek için komünistler bölgecilik, mezhepçilik kışkırtmalarını en şiddetli şekilde yapmaktadırlar.

Kendini bilen her Türk’ün devletimizin varlığını korumak için elele vererek, komünizme karşı cephe alması lâzımdır. Böyle olması gerektiği halde CHP komünistleri korumayı gönüllü olarak üzerine almış ve memlekete büyük bir kötülük yapma durumuna gelmiştir.

Türkeş dün akşam Gazeteciler Cemiyetinde bir sohbet toplantısı yaparak <<Komandolar meşru müdafaa yapıyorlar.>> demiştir.



Hürriyet, 12 Ocak 1969.

TÜRKEŞ. SAVCILIĞA İFADE VERMEK İÇİN GİTMEYECEĞİM

CKMP Lideri Alparslan Türkeş, evvelki gün bir genelge yayınlayarak, partisinin teşkilâtına göndermiş, savcılığın çağrısına uymayacağını, ancak Anayasa Mahkemesine “muhatap” olacağını söylemiştir.

Türkeş, partisinin Anayasa ve kanunlar çerçevesinde hareket ettiğini de bildirmiş, komando tâbirinin partisinin dışındaki kimseler tarafından icat edilerek CKMP’ye maledildiğini eklemiştir.



Yeni Gazete, 12 Ocak 1969.

TÜRKEŞ: GENÇLERE KOMANDO EĞİTİMİ DEĞİL, HALK OYUNLARI ÖĞRETTİK

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, parti teşkilatına yayınladığı bir genelgede, <<komando>> ların içyüzünü açıklayacağını bildirmiş, bu arada partili gençlerin kahve köşelerinde çürümemesi için, halk oyunları oynamaya, açık havada millî sporlar yapmaya çalıştıklarını ileri sürmüştür.

Türkeş, bu arada kendisinin komandolar konusunda savcılığa ifade vermek üzere çağrıldığı yolundaki haberlerin çıkarılmasının da bir komünist taktiği olduğunu ileri sürmüştür.



Hür Anadolu, Yeni Gün, 12 Ocak 1969.

TÜRKEŞ: SAVCILIK İFADEMİ ALAMAZ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, komando tabirinin CKMP dışındaki kimseler tarafından icat olunarak CKMP’ye mal edilmeye çalışıldığını öne sürmüş, <<Parti olarak, ne komando kelimesiyle ifade edilen eğitim ve kamplar kurmuş, ne de buna benzer çalışmalara müsaade edilmiştir>> demiştir. Türkeş, ayrıca, Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılmadan, savcılığın kendisini ifade vermeye davet edemeyeceğini belirtmiştir.

Türkeş, son olaylarla ilgili olarak parti teşkilâtına gönderdiği genelgede, parti aleyhine bir kampanya açıldığını, basında gerçeklere aykırı itham ve iftiraların yer aldığını iddia ederek, partisinin daima Anayasa kanunları çerçevesi içinde meşru siyasî faaliyet göstermeyi kutsal bir vazife saydığına dikkati çekmiş, komünizmi yaymaya çalışan çevrelerle onları destekleyen bazı partilerin kışkırtmasıyla CKMP aleyhinde bir kampanya açıldığını ileri sürmüştür.

Türkeş, komünizmle mücadelenin CKMP’nin kabul ettiği başlıca esaslardan biri olduğunu belirttikten sonra, partisinin millî ahlâk ve millî kültüre verdiği önem üzerinde durmuş, tatil zamanlarında dinlenme kampları, gençlik kampları, spor yarışmaları, seyahatler, köy çalışmaları yapmanın parti için faydalı kabul edilen esaslar olduğunu söylemiştir. Ayrıca, komünizm akımlarına karşı gençleri uyarmanın partinin kabul ettiği görevlerden olduğuna işaret eden Türkeş, gençler arasında meydana gelen kavga olaylarına da değinmiş, CHP’nin komünistleri korumayı gönüllü olarak üzerine aldığını iddia etmiştir.

Türkeş, Milletvekili olan bir partinin Genel Başkanının ifade vermek üzere savcılığa çağrılmasının, adalet makamlarının partizan maksatlara alet edildiğinin açık bir delili olacağını öne sürerek, kendisinin partiyle ilgili işlemden dolayı ancak Anayasa Mahkemesine muhatap olacağını ve Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılmadan savcılıkça hiçbir hususta ifade vermeye davet edilemiyeceğini bildirmiştir.



Cumhuriyet, Ecvet Güresin, 12 Ocak 1969.

TÜRKEŞ: CKMP KOMANDO KAMPI KURMAMIŞTIR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, parti teşkilâtına önceki gün bir gazetede çıkan demeciyle tamamen çelişen bir genelge göndermiş, <<Partimiz, ne komando kelimesiyle ifade edilen eğitim ve kamplar kurmuş, ne de buna benzer çalışmalara müsaade etmiştir>> demiştir. Türkeş, ifade vermek üzere Savcılığa gitmeyeceğini de açıklamıştır.

<<Komando<< tâbirinin parti dışındaki kimseler tarafından icat edilerek CKMP ye mal edildiğini ifade eden Türkeş genelgesinde, açılan kamplarda sadece <<halay çekilip>>, <<millî kültür>> verildiğini ileri sürmektedir.

Demeciyle ilgili olarak Ankara Savcılığının kendisini ifade vermeye çağıramayacağını da belirten Türkeş, genelgede bu konuda şöyle demiştir:

<<Bir partinin Genel Başkanı üzerinde aynı zamanda milletvekili dokunulmazlığı varken ifade verilmek üzere savcılığa çağrılması adalet makamlarının partizan maksatlara âlet edildiğinin açık delili olacaktır.

Genel Başkan, partiyle ilgili işlerden dolayı ancak Anayasa Mahkemesine muhatap olur. Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılmadan da savcılık kendisini hiç bir hususta ifade vermeye dâvet edemez.

CKMP Genel Başkanı Türkeş, Gazeteciler Cemiyetinde yaptığı bir sohbet toplantısında, partisi hakkında son günlerde gazetelerde çıkan haberlerin, <<Jurnal mahiyetinde olduğunu>> ileri sürmüştür.

Çeşitli yerlerde hâdiseler çıkaran CKMP’li gençlere <<Komando>> adının kendileri tarafından verilmediğini de belirten Türkeş, CHP’yi de şiddetle suçlamış ve bu partinin, <<Kemalist ilkeleri inkâr ettiğini>> söylemiştir.

Türkeş bir soruya cevap olarak, kendisinin ve partisinin faşist bir eğilimde olmadıklarını ileri sürmüştür.



Cumhuriyet, 12 Ocak 1969.

Curcuna

* * *
CKMP lideri sayın Alparslan Türkeş ve diğer yöneticiler, komando ekipleri bir iki yerde başarı kazanır kazanmaz, Ergenekon aslanlarının hareketlerini benimseyivermişlerdi. Hele sayın Türkeş iki gün önceki demecinde hareketi desteklediğini açıkça bildirmişti.

Aslında komandoların, tıpkı İtalyan Fasci’leri ya da Alman kahve rengi gömleklileri gibi özel surette ve partiye bağlı kişiler tarafından yönetildiğini bilmeyen yoktu. Ne var ki, CKMP yöneticileri, havayı uygun buldukları için, bu baskınları göğüslerini kabarta kabarta öğmeyi, benimsemeyi uygun görmüşlerdi. Ama vakta ki ortalık karıştı, Siyasi Partiler Kanununun hükümleri hatırlandı, vakta ki adalet mekanizması işlemeğe başladı, o zaman da sayın yöneticiler dönüş yapmakta tereddüt etmediler. Şimdi sayın Türkeş yeni demecinde; CKMP’nin parti olarak komando kelimesiyle ifade edilen ne kamplar kurduğunu, ne de benzer çalışmalara katıldığını söylemekte, sadece tatillerde spor yarışmaları ve dinlenme kampları tertiplendiğinden sözetmektedir.

Gidiş öyle gösteriyor ki, komandolarla partinin ilişkileri konusundaki tahkikat biraz daha yürütülürse CKMP’nin sayın yöneticileri yeni demeçler vererek yarışma ve dinlenme kamplariyle hiçbir ilgileri bulunmadığını ileri sürecekler ve işin içinden sıyrılıvereceklerdir.

Diyeceksiniz ki, <<Peki ama sayın yöneticilerden ikisinin İzmir ve Polatlı kamplarında verdikleri komando dersleri ne olacak?>>.

Onun cevabı da hazırdır: <<Yaz günlerinde İzmir’den, Polatlı’dan geçerken gençlerin arasına katılıverdik, ve onlara bir iki numara gösterdik. Anayasaya göre hakkımız yok mu?>>



Babıâlide Sabah, 12 Ocak 1969.

Milliyetçi öğrencilere not vermeyeceğini söyleyen solcu bir doçentin hocalık hakkı kaldırıldı

Derste milliyetçi talebelere not vermeyeceğini söyleyen Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mete Tuncay’ın ders verme hakkı Prof.lar Kurulu kararıyla kaldırılmıştır.

Bilindiği gibi Mete Tuncay sağcı Ülkü Ocağının hazırladığı panoya kızmış ve hiddetlenerek, <<bu şekilde davranışlarda bulunan öğrencilere not verirken objektif kalamayacağım>> demişti.

Olay üzerine Fakülte Dekanı Prof. Dr. İlhan Onat, durumu görüşülmek üzere Prof.lar Kuruluna götürmüş ve mezkûr beyan hocalık niteliklerine uygun düşmediği için Doç. Mete Tuncay’ın ders verme hakkı kaldırılmıştır. Mete Tuncay’ın yerine derslere Prof. Dr. Bülent Daver girmeye başlamıştır. Fakat solcu talebeler Bülent Daver’e neden derse geldiğini sormuşlar, bunun üzerine Prof. Daver bu meselenin talebeleri ilgilendirmediğini beyan etmiştir.



Akşam, 13 Ocak 1969.

PROFESÖRLER CKMP’NİN KAPATILMASI GEREKTİĞİNİ SAVUNUYOR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in <<Ergenekon Aslanları>> diye isimlendirilen komandolara sahip çıkması üzerine, Ankara Üniversitesinden Anayasa Hukuku okutan Profesörler <<CKMP’nin kapatılması için gerekli şartlar doğmuştur. Cumhuriyet Savcısı bu partinin kapanması için soruşturmaya geçmeli ve hazırlayacağı dosyayı Anayasa mahkemesine vermelidir>> demişlerdir. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcısı da CKMP hakkında kapatılma istemiyle soruşturma açılıp açılmadığı sorusuna <<Türkeş’in komandolara sahip çıkan beyanını okudum. Hiçbir şey söylemeyeceğim. Bu konuda bana bir şey sormayınız>> demiştir.

Komando çalışmalarının bir siyasi parti bünyesi içerisinde olmasının Anayasanın 57. maddesi ile siyasi partiler kanununa göre suç olduğunu belirten Anayasa Profesörleri şöyle konuşmuşlardır.

Prof. Dr. Muammer Aksoy: <<Anayasanın 57. maddesi açıktır. <<Siyasi partilerin çalışmalarının Demokratik Cumhuriyet İlkelerine aykırı olamayacağı>> belirtilmiştir.>>

Prof. Dr. Bülent Nuri Esen: <<Türkeş’in sahip çıktığı komando teşkilâtı <<Paramiliter>> yâni <<Ordunun hısımı>> teşkilâttır. Demokratik ilkelere aykırı faşist bir teşkilâttır. Demokratik yolla iktidara gelemeyen nasyonal sosyalizm bu yolla iktidara gelir, tarihte böyle olmuştur. Demokratik hukuk devletinde açık seçimle, açık tasnifle siyasi partiler iktidara gelirler. Böyle yoldan iktidara gelemeyeceklerini anlayanlar ancak faşizm yolundan iktidara gelmeye çalışırlar. CKMP’nin kapatılması için gerekli şartlar vardır. Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçmelidir.>>

Doç. Dr. Mümtaz Soysal: <<CKMP hakkında kapatılma istemiyle soruşturma açılması için kanunun gerektirdiği durum ortaya çıkmıştır. Partinin yetkili Genel Başkanı suç sayılan bir konuyu kabullenmiştir. Bir siyasi partinin kapatılmasını gerektirecek suç resmen işlenmiştir.>>



Tercüman, 13 Ocak 1969.

İHTİLÂLİN HIZLI ALBAYI TÜRKEŞ, SERT KONUŞTU:

“CKMP’Yİ KAPATMAK İÇİN NUH TUFANI LÂZIM…
HER PARTİ GENÇLİK KOLLARI KURSUN…
HODRİ MEYDAN!..”

KOMANDOLARDAN ENDİŞE ETMEYİN, ONLAR MASUMDUR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, önceki gece Gazeteciler Cemiyetinde yaptığı sohbet toplantısında, <<Komandolar ve 9 Işık>> hakkında geniş bilgi vermiş, <<Türk gençliği 9 Işık etrafında toplanıyor, Komando adı takılan gençlerimizden endişe duymaya lüzum yoktur. Komandolar, meşru müdafaa içindedirler ve masumdurlar. Kanun çerçevesi içinde hareket etmektedirler.>> demiştir.

Her partinin gençlik kolları kurabileceğini, şu anda Türkiye’de gençlik kolları en güçlü partinin CKMP olduğunu ifade eden Türkeş, şöyle devam etmiştir:

<<Bazı çevreler telâş içindedir. Haklıdırlar telâşlanmaktan, çünkü biz marksist gençliğin karşısına milliyetçi gençliği çıkardık. Bunlara komandı adını taktılar. Tıpkı bize bir zamanlar 14’ler adını taktıkları gibi. İster istemez takılan bu ismi kabul etmiştik. Tarihe böyle geçti. Biz gençlik kamplarını, onları kahve köşelerinden kurtarmak için kurduk. Komünizm bir fikirdir. Komünist fikir ve aksiyon, millî bir aksiyonla karşılanır. 9 Işık diye millî ve yerli bir doktrin tesbit ettik. Gençlik bunu dâva edindi. CKMP artık gençliğin partisidir. Halka inmek, propagandamızı en iyi şekilde yapmak gençliğin yardımı ile mümkün olacaktır.>>

CHP’NİN İHANETİ
CHP’nin Atatürk ve rejime ihanet içinde olduğunu belirten Türkeş, <<Her parti böyle gençlik teşkilâtları kurarsa, Türkiye nereye gider?>> şeklindeki bir soruyu da şöyle cevaplandırmıştır:

<<<<Her parti bu işi yapabilir. CHP’nin bir zaman parti genel merkezleri basan gençleri ne çabuk unutuldu. Türkiye hiçbir yere gitmez. Her parti gençlik kollarını kursun. Hodri meydan.>>

Türkeş, partisinin kapatılacağı yolundaki söylentilere cevaben de <<Kapatsınlar görelim. CKMP’yi kapatmak için Nuh Tufanı lâzım.>> demiştir.

FAŞİZM TEHLİKESİ

3 saat devam eden toplantıda, CKMP Lideri faşizm tehlikesi konusunda ise şunları söylemiştir:

<<Türkiye’de böyle bir tehlike yoktur. Zira Türkiye’de faşizmi temsil eden eğilim ve parti yoktur.. Dikta rejimi gelir denilirse belki ama, faşizm asla…>>

Dışarıdaki rejimlerin kopya edilmek istenmesini kınayan, Türkiye için, <<Millî ve yerli bir doktrin>> gerektiğini belirten Türkeş, Türkiye meselelerinin mutlaka demokratik nizam içinde halledileceğini de sözlerine eklemiştir.

Genel Başkan, partisinin adının Millî Hareket, Millî Uyanış, Köylü – İşçi, Çalışanlar veya Ekmek Partisi olarak değiştirilmesi için teklifler olduğunu, bu işin Adana’da yapılacak kongrede halledileceğini de ifade etmiştir.

NATO VE KIBRIS

Türkeş, NATO’da kalmanın gerekliliğini de izah etmiş, Kıbrıs konusunda İnönü’yü suçlayarak şunları söylemiştir:

<<Kıbrıs’da en büyük hatalardan biri 1963’de işlenmiştir. İsmet Paşanın yerinde olsam, Amerika’ya bu konuda danışmaz, çıkartmayı yapardım. Johnson’un malûm mektubunu da kabul etmez, onu getiren elçinin birle geri çekilmesini isterdim. Ayrıca Kıbrıs’la ilgili Yunanistan’ı muhatap almak, ikili görüşmelerde bulunmak yersizdir. Bu işe şimdilik Silâhlı Kuvvetleri de karıştırmamak gerekir. Kıbrıs’da bir Türk idaresi kurup, emrinde sivil kuvvet yetiştirilir. Ada bu suretle ancak elde edilir ve sonra müzakerelere başlanır. Elde bir koz olmadan müzakereler bir sonuç vermeyecektir.>>



Yeni İstanbul, 13 Ocak 1969.

TÜRKEŞ: “CKMP’Yİ KAPATSINLAR DA BİR GÖRELİM…”

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, komandolarla ilgili demecinden sonra Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, CKMP’nin kapatılması için harekete geçmesi üzerine, “Kapatsınlar da görelim. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni hiç kimse kapatamaz>> demiştir. <<Siyasî Partiler Kanunu’nun 107. maddesini biz de çok iyi biliyoruz. CKMP askerliğe hazırlık ve sivil savunma eğitimi yaptırmış mı? Bu memleketin millî emniyeti var. Jurnalcılık, iftira ve tertiplerle bizi kapattırmak istiyorlar>> diye konuşmuştur.

KOMANDO KAMPI MTTB

MTTB 2. Başkanlığı İcra Konseyi Sekreteri Mehmet Keleş dün yaptığı açıklamada, <<Komando Kampı>> adı verilen Ankara Kampının MTTB tarafından kurulduğunu bildirmiş ve Ankara’daki komandoların lideri olarak gösterilen Yılmaz Yalçıner’in bu kampa katılmadığını söylemiştir.

Mehmet Keleş, kampa katılmayan birisine Komando Lideri adı verilmesinin isabetsiz olduğunu ifade etmiş, Yılmaz Yalçıner’in MTTB idareciliği ile de bir ilgisi olmadığını açıklamıştır.



Akşam, 13 Ocak 1969.

TÜRKEŞ, ARKADAŞLARI VE BASIN

“CKMP’Yİ KAPATAMAZLAR”

Ve Alparslan Türkeş, hesap değil ama sorularımıza cevap verdi. Ankara Gazeteciler Cemiyetinde düzenlenen sohbet toplantısında. İşte karşımızda en yakın çalışma arkadaşlarıyla birlikte Türkeş ve Basın…

Yavuz Donat (Akşam) – Anayasanın 57. maddesi siyasî partilerin demokratik düzenle bağdaşmayan hareketlerini yasaklar. Siyasî Partiler Kanunu da aynı paraleldedir. Böyle olunca sizin komando çalışmalarınız Anayasa ile çelişmez mi? Siz demokratik düzene inanıyorsanız bu gençler hangi düzenin kavgası için yetiştirilmektedir.

Türkeş – Biz bu gençleri halkla temas etsinler, köylere hizmet götürsünler diye beden eğitimi dersi verdik. Çalışmalarımız Anayasa ile çelişmez, bilâkis Anayasayı takviye eder, kuvvetlendirir.

Yavuz Donat – Peki, judo, sopa ve silâh ile bu kamplarda nasıl bir beden eğitimi çalışması yapılmaktadır?

Türkeş – Kamplarda silâh kullanılmamaktadır.

Yavuz Donat – Altan Öymen, AKŞAM’da bunu yazdı.

Dündar Taşer (14’lerden) – Altan Öymen’in yazısı tekzip edilmiştir.

Yavuz Donat – Ama, Demokrat İzmir Gazetesinde, eli silahlı komandoların resmi bulunmaktadır. Ne dersiniz?

Türkeş – Yanılıyorsunuz. Katiyen silâh yoktur.

Altan Öymen – Ben bu konuyu araştırdım. Demokrat İzmir Gazetesinin yazarı, kampa girerken üç el silâh patlamış. Yazar, <<bu nedir>> deyince, <<Gelişimizi haber veren paroladır>> karşılığını almış. Sonra da silâhlı komandoların resmini çekip hepsini gazetesinde yayınlamış. İsterseniz gazetenin tarih ve numarasını vereyim.

Türkeş – İmkânsız efendim. Katiyen silâh yoktur. Yanılıyorsunuz.

Rifat Baykal (Mardin Milletvekili 14’lerden) – İsterseniz silâh meselesini şu şekilde kapatalım. Yedeksubaylık yapmış bir insan herhalde av tüfeği ile silâhı birbirinden ayırabilir.

Yavuz Donat – Yani kampta silâh kullanılmış mıdır?

Rifat Baykal – Söyledim efendim. Av tüfeğiydi.

Jülide Gülizar (TRT) – Sayın Türkeş, Genel Başkan olarak, kanundan bahsediyorsunuz, sonra da bu komando gençleri destekliyorum diyerek çıkmaza giriyorsunuz.

Dündar Taşer – İsmet Paşa boykotla işgal aynı şey diyor, niye çıkmaza girmiyor? Bizim öğrencileri dövüyorlar, mukabelesini görüyorlar. Buna et, etme demek mümkün değil.

Jülide Gülizar – Böyle vasıflandıramazsınız.

Dündar Taşer – Karışamazsınız. İstediğim gibi vasıflandırırım. Bu memlekette Büyükelçinin arabasını koruyamıyorlar. Bizim öğrencilerimiz dövülürse kim koruyacak?

Ben gençliği örgütlerim, kanun içinde karşı çıkarım. Adam bana taş atarsa…

Hüseyin Deniz (Yeni Gazete) – Eşkiyalığa karşı aynı silâhlarla karşı çıkmak bir kanun devletinde eşkıyalıktır.

Dündar Taşer – Gazetelerde bize eşkıya diyen tek yazı görmedik.

İsmail Hakkı Yılanlıoğlu (Kastamonu M. Vekili) – İki milliyetçi genç SBF’ye gitse hayatı garanti altında değildir. Cebine sopa koysa gayri kanuni mi olur?

Jülide Gülizar – O zaman 32 milyon hepimiz silâhlanalım.

İsmail Hakkı Yılanlıoğlu – Beni dinleyin efendim. Tecavüz tehlikesi vardır. Parti tarafından ellerine verilmiş sopa yoktur.

Dündar Taşer – Anayasanın olmadığı bir ülkedeyiz.

Jülide Gülizar – Bu ülkede anayasa vardır.

Rifat Baykal – Ellerimize kelepçeler vurulduğu zaman da Anayasa vardı. Siz ne diyor, hangi Anayasadan söz ediyorsunuz?

Yılmaz Gümüşbaş (Cumhuriyet) – Sayın Türkeş, hem savcı, polis var diyorsunuz, sonra da komünizme karşı gençliğin harekete geçtiğinden söz ediyorsunuz. Yani, <<Polis sola karşı görevini yapamadığı için biz ortaya çıkıyoruz>> mu diyorsunuz? Bizde, Anarşi sol dikta getirir diyorsunuz. Anarşi, İtalya ve Almanyada örneği görülmüştür, faşizm de getirebilir.

Türkeş – Faşizm tehlikesi yoktur. İtalyan Faşizmini taklit etmeyi milli haysiyete aykırı buluruz. Faşist ithamı bana karşı yapılıyor. Rakiplerimizin başvurduğu asılsız bir iftiradır. Türkiyede Marksizmi temsil eden bir parti vardır, ama faşizmi temsil eden bir parti yoktur. Polis, savcı vazifesini yapsın. Bizim bir doktrinimiz var. Bunun propagandasını yapacağız. Bize gençlik lâzımdır, faaliyetimiz bundan ibarettir. Bizi jurnalleyen CHP Atatürke ve rejime ihanet halindedir. Kemalizmi ağzına almıyor, ortanın solu ile meydana çıkıyor. Doğu mitinglerinde ırkçılık yapılıyor, bölgecilik yapılıyor. Yabancı rejimleri kopya ile Türkiye kalkınamaz.

Jülide Gülizar – Neden partinin adı değiştirilmek isteniyor?

Türkeş – CKMP nin yazılması ve söylenmesi güç oluyor.

Selçuk Altan – Köylü İşçi Partisi gibi isimler ilginç. Ama bir de şu üç hilâl meselesi var. İktibaslara yol açıyor.

Türkeş – Gençler arasında geri kalışımızın nedeni hareketsizlik olarak düşünülmüş. Hilâle hareket verip üç hilâli ard arda koymuşlar. Gamalı haça benziyor. Talimat verdim, kullanmayacaksınız dedim.

Hüsamettin Ünsal – İktidara gitmek için aksiyoner yol demokratik yolla çelişir mi?

Türkeş – Siyasî partilerde aksiyon demek propaganda demektir. Her parti propagandasını yapar.

Fethi Akkoç (Yeni İstanbul) – Öteki partiler de gençlik kampları, örgütler yaparsa, Türkiye nereye gider?

Türkeş – Gücü yeten yapar. Yapamayan da kıyamet koparır. Türkiye yerinde durur, bir yere gitmez. CHP gençliği etkilemek, ayaklandırmak için nelere başvurmadı. Önümüzdeki seçimde belki ortanın solunu da değiştirecek.

Jülide Gülizar – O zaman her partinin taşlı sopalı gençliği olur.

Rifat Baykal – Şehirden 3 kilometre uzaklaşın. Herkesin av tüfeği vardır.

Jülide Gülizar – Ben de radyo röportajı yapıyorum, düşmanım var, silâh mı taşıyayım?

Muzaffer Özdağ (14’lerden milletvekili) – İyi olur.

Türkeş – Herkes kendi hakkını kendi korusun, demedik.

Jülide Gülizar – Ama desteklediğiniz gençler var. Onların hareketleri ortada.

Türkeş – Onlar masumdur.

Jülide Gülizar – Burada Aybar olsaydı o da öyle konuşurdu. Kendi gençliği için o da bunları söylerdi. Ama olaylar başka türlü.

Türkeş – Ama bir de gerçekler var.

Aclan Akıncı (Hürriyet) – Bu gençler bir de numaralar ile çağrılıyor. a-10, b-8 gibi. Bu numaralar nerden çıkıyor?

Türkeş – Buna Dündar Taşer cevap versin.

Dündar Taşer – Her halde 24 Oğuz boyunu esas alarak kendilerine numaralar vermişlerdir.

Aclan Akıncı – Komandoların numaraları mı?

Türkeş – Komando yok, gençlik kolu var. Komando adını biz koymadık.

Dündar Taşer – Bize 14’ler dediler. O adı da biz koymamıştık ama kabullendik. Komando adını da başkaları koydu. Ne yapalım öyle olsun dedik, kabullendik.

Türkeş – Gençlerimiz fakülte basmadılar, bu bir iftiradır.

Savaş Kıratlı – Partinizin kapatılacağı konusu var. Ne düşünüyorsunuz?

Türkeş – Kapatsınlar görelim. CKMP’yi kapatmak için Nuh Tufanı gereklidir.



Son Havadis, 13 Ocak 1969.

TÜRKEŞ: “ÜNİVERSİTEDE MARKSİST VE MİLLİYETÇİ DİYE İKİ GRUP VAR”

Ankara, Mehmet Muhsinoğlu

Yer: Ankara Gazeteciler Cemiyeti Lokali.
Başrolde: Alparslan Türkeş.
Yardımcıları: Muzaffer Özdağ, Rifat Baykal, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Dündar Taşer ve birkaç partili.
Set Asistanları: Ankara gazetecileri.

*

Ve çekim başladı:

Alparslan Türkeş, <<Resimleri yakışıklı isterim. Bu bizim için çok önemli>> diyor, çayını yudumlarken. Bu anda cemiyet başkanı Beyhan Cenkci ilk <<peşrevi>> çekiyor: <<Beyefendi komandolardan ne haber?>> Türkeş’te cevap çoktan hazır: <<Zaten sizi komando kursuna kaydetmeye geldik.>>

CKMP Genel Başkanının <<Komandolarla ilgileri olmadığına>> dair açıklama yaptığı günün akşamı bu konuşma geçiyor ve Türkeş devam ediyor:

<<Her partinin gençlik kolu var. CHP’nin bilhassa İstanbul’da bir zamanlar faaliyeti olmuştu. Şimdi CKMP’nin aksiyonu olan gençlik kolu ortaya çıktı. Şimdi buna “Komando” ismini yakıştırıyorlar.

Üniversitede Marksist ve milliyetçi diye iki grup var. Marksist grubun görüş ve fikirlerini biz memleket için zararlı görüyoruz. Meselâ dün gazetelere demeç veren bir marksist öğrenci “memlekette sadece Türk yok. Başkaları da var.” diyor. Bu memlekette yaşayan herkes Türktür. Ata’nın emaneti olan Cumhuriyeti parçalayacak her türlü fikir bizim için düşmandır.>>

Çayından birkaç yudum aldı Türkeş. Yutkundu:

Ve giriş bölümüne devam etti.

<<Marksizm sefalet, yoksulluk gibi problemleri çözemez. Bu sistem bir başka memleketin gerçeklerine göre ortaya atılmıştır. Marksizme inananlar milleti kabul etmez. Onlara göre dünya proleteryası vardır. Biz bu görüşü kabul etmiyoruz. Vız gelir bana dünya proleteryası. Önce kendi memleketim.>>

Gazetecileri gözleriyle süzen CKMP Genel Başkanı, işin <<çetrefilli>> tarafına geliyor:

<<Komünizmle mücadele reaksiyonla olmaz. Bir fikir kendinden daha üstün fikirle ortadan silinir. Aksiyonlar da böyledir. Biz Marksizmi daha güçlü bir fikirle karşılamak görüşündeyiz. Bunun için 9 Işık diye bir doktrin tesbit ettik.

Bazı çevreler telâşa düşmekte haklıdır. Çünkü gençliğin heyecanla sarıldığı bir parti, o memlekette iktidara gelecek partidir. Bundan rakip partiler endişe duyar. Fakat ithamları haksızdır. Jurnal, iftira tertip etmek memleket idare etmiş olanların vekârına yakışmaz. Bu onlar için bir lekedir. Biz siyasî partiler kanununu bizi itham edenler kadar biliriz. Dipsiz ve esassız bir iddia ile karşı karşıyayız. Bunları hesaplamıştık. Karşımıza daha çok engel çıkacaktır. Bunları yeneceğiz.>>

Bu genel giriş bölümünden sonra, sohbet toplantısının soruları başladı. <<Komando>> ismiyle ilgili bir soruya Dündar Taşer cevap verdi.

<<Adamın adını “Kahraman” korsunuz fakat kendisi korkaktır. Benim de adımı babam koydu. Fakat itiraz etmiyorum. Bunlara da “komando” dendi. Biz de “peki” dedik. Bu isimden kaçınmıyoruz.>>

Bu noktada Türkeş ile Taşer arasında görüş farkı var anlaşılan, genel başkan derhal <<Hayır kaçınıyoruz>> diye müdahalede bulundu, dedi ki:

<<Siyasal Bilgiler yurdunu “Komando” dedikleriniz basmadı. Solcular yaptıkları tahribatı Komandoların üstüne attılar. Solun fikre kuvvetle karşı çıkması üzerine Komandolar kendilerini müdafaa etmişlerdir. Bu noktada şunu söyleyeyim: Gençlik kampları kahve köşelerinde pinekleyen gençlerin dejenere edilmelerini önlemek için açılmamıştır. Solun kuvvet hareketlerini önlemek için bu gençleri eğitiyoruz.>>

CKMP yöneticileri kadrosu ne de olsa eski kurmaylardan, sohbet toplantısı çarlarında dönüş istikametinde bir değişiklik yaparak, kendileri gazetecilere soru sormaya başladılar: <<İsmet Paşa işgalle boykot aynıdır derken bir çıkmaza girmiş sayılmıyor mu?>>, <<Bir eşkıyalığa karşı kendinizi savunmak eşkıyalık mıdır?>>.

Birer görüş ifadesi olan işbu soruları naklettikten sonra tekrar Türkeş’in cevaplarına geçelim:

<<Biz daima batının dış görünüşünü kaba hatlarla kopye etmeye çalıştık. Meşrutiyette olduğu gibi “ah bir hürriyet gelse her şey tamam olacak” zannettik. Ama Atatürk memleket şartlarını gayet iyi biliyordu. Hilâfeti kaldırırken referanduma başvursaydı, ne diyorsunuz deseydi, netice alamazdı. Ata’nın koyduğu bir 6 prensip vardı. Fakat bugün o parti Atatürk’e ihanet halindedir ve kemalizmi ağzına almıyor. Biz de görüşlerimizi 9 prensipte topladık.>>

Soru sorabilmek için sıraya girdik, o fırsatı yakalayınca dedik ki:

<<Mustafa Kemal memleket şartlarını iyi biliyordu, bunun için hilâfeti kaldırırken referanduma başvurmadı, diyorsunuz. Bu noktada oy mekanizmasına dur demek gerekir anlamına gelmez mi?>>

İşte Türkeş’in cevabı:

<<Bu rejim içinde biz bunu söyleyemeyiz. Teknolojik ve üretim üstünlüğünü ele geçirmek gerekir. Bunu söylemek için o şekilde bahsettim. Demokrasiyi tamamlamak için teknolojide ve üretimde üstünlüğü sağlamak gerekir. Yoksa demokrasi eksik kalır.>>

Gazeteci arkadaşlardan biri konuya daha açıklık kazandırmak için <<Türkiye’nin meselelerinin demokratik rejim içinde halledileceğine inanıyor musunuz?>> diye sorunca , şu cevabı aldı Türkeş’ten:

<<Türkiye meselelerini demokratik rejim içinde çözebilir. Fakat demokrasi nizamsızlık demek değildir. Kanunlar ve anayasa buna yeterlidir.>>

Toplantının sonlarına doğruydu. Konuşmaları hep dinleyen Muzaffer Özdağ, <<vuzuha kavuşmayan bir noktayı tamamlamak istediğini>> bildirerek, genel başkanından sözü aldı ve dedi ki:

<<Sayın genel başkanımız ihtilâlin müsteşarı iken, toprak reformu için ilgili kuruluşlara emir verdi. CHP lideri “böyle bir dâvamız yoktur” dedi. Bizim CHP’ye temeldeki sitemimiz, devrimci bir partiye karşı reaksiyoner görüşte olmasıdır. CKMP yöneticileri kaldıkları noktadan devam edeceklerdir. 13 Kasımda nerde kaldı isek.. Gerçek emekçi parti biziz. Toprak ağalığı CHP ile AP arasında değil, TİP’li Çetin Altan ile Tarık Ziya Ekinci arasında bir münakaşa konusudur. Bunu hatırlayınız.>>

Daha sonra Türkeş, CKMP’nin kapatılacağı yolundaki söylentilere sert bir tonla, “Kapatsınlar görelim. CKMP’yi kapatmak için nuh tufanı gerek>> karşılığını veriyor.

Zeki Müren’in partiye girmek istediğini söyleyen bir gazeteciye, <<Memnun olurum. Memleketin değerli bir sanatçı evladıdır.>> diyordu.

Türkeş’e <<Peki partiye girerse, onu da gençlik kampına alır mısınız?>> dedim, genel başkan sadece gülmekle yetindi.



Cumhuriyet, 12 Ocak 1969.

CHP’YE GÖRE TEHLİKE VAR

CHP Parti Meclisinin dün Genel Başkan İsmet İnönü başkanlığında yaptığı toplantıda son olayların ve ekonomik durumun ele alındığı Merkez Yönetim Kurulu raporu görüşülmüştür. Raporda aşırı sağcı komandoların AP iktidarının <<En azından bir kanadıyla>> ittifak halinde olduğu öne sürülmekte, İçişleri Bakanının <<Huzuru bozucu ve bölücü hareketlerin baş tertipçisi veya tahrikçisi olarak göründüğü>> belirtilerek, bu Bakanı bu mevkide tutmanın iktidara da sorumluluklar yüklediği ifade edilmektedir.

Raporda CHP’nin son aylarda Türkiye’de huzurun ve demokratik rejimin korunabilmesi için bazı önemli görevler yerine getirdiği belirtilmekte ve <<Aşırı uçların körüklendiği ve dikta heveslilerinin yararlanmak istediği bunalım ve gerilim, 1968 Kasım ayında bir patlama noktasına yaklaştığı sırada, iktidar tam bir kayıtsızlık, sorumsuzluk ve çaresizlik içinde hareketsiz dururken, hatta belki de, doğacak kargaşalıklardan bazı baskı tedbirleri için yararlanmayı düşünürken, CHP zamanında ve yerinde çıkış ve davranışlarla, gerginliğin azalmasını, tehlikelerin önlenmesini sağlamıştır.>> denilmektedir.

RAPOR

<<Kargaşalıktan ve bunalımdan fayda uman bazı çevreler, CHP’nin sağladığı bu nisbî sükûnetle, kendi oyunlarının bozulduğunu görerek, yıl sonunda doğru, ortalığı karıştırmak, gençliği birbirine düşürmek ve toplumun huzurunu kaçırmak için, yeni ve hırçın gelişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Öyle anlaşılıyor ki, Kasım ayı ile ilgili plânlarının suya düştüğünü gören bu çevreler, bir şaşkınlık döneminden sonra, şimdi, kendilerini toparlayıp, yeni harekât plânlarını uygulamağa başlamışlardır.

İktidar, bu yeni hareketler karşısında da, devlet yönetimi sorumluluğu ile bağdaşmayacak bir pasif davranış ve beceriksizlik göstermektedir. Cumhuriyet Halk Partisinin yeni huzursuzluk ve tehlikeler karşısında, izlemesi gereken tutuma Parti Meclisinin en isabetli biçimde ışık tutacağı inancındayız.

FAŞİST KOMANDOLAR

Fakat şimdi, başka bir partiden görünmekle beraber, iktidarın himayesi altında bulunduğuna şüphe olmıyan faşist komandoların, tekbirli, silâhlı, sopalı ve küfürlü kaba saldırıları ortalığı karıştırma heveslerinin en çok nerelerden geldiğini belli etmiştir. Bu hevesleri belirleyen aşırı sağcı, gerici, faşist çevreler, iktidarın en azından bir kanadı ile ittifak halindedirler. Türlü rejimlerdeki demokratik rejim düşmanlarının da bu ittifakları kendi yararlarına değerlendirmek istiyeceklerine şüphe yoktur.

Nitekim Başkentteki sağcı sağcı ve faşist saldırılarının, iktidarca himaye görecek bir tutum içinde karşılanmasiyle yeniden kızışan bir ortamda, aşırı sola mensup bir başka grup, Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçisinin otomobiline, Ortadoğu Üniversitesinde hücum etmiş ve arabayı yakmışlardır. Olayın, sağ duyu sahibi her Türk yurttaşınca olumsuz, ayıplanacak bir hareket olarak karşılanması tabiî idi.

İktidarın bir yandan aşırı sola ortam hazırlayıcı bir sağcı sosyal ve ekonomik tutum izlerken,, bir yandan da aşırı solun davranışları karşısında bir denge unsuru olarak faşist tertipleri ve saldırıları himayeye devam etmesi, anarşi ortamını yoğunlaştırmakta ve tehlikeli bunalımlar ortaya çıkarmaktadır.>>

CKMP’NİN DURUMU

Raporda, komando denilen gençlerin daha çok CKMP çevresinde toplandığı belirtilerek, <<Bir muhalefet partisinin ve komandolarının, yetkili makamlardan teşvik görmeksizin, yasaları böylesine açıktan çiğniyebilmeleri mümkün değildir. Gerçekten iktidarın adı geçen muhalefet partisini mi kendi çıkarına kullandığı, yoksa o muhalefet partisinin kendi karanlık amaçlarına ulaşabilmek için, iktidarı bir paravana olarak kullanmakta mı olduğu, henüz kesinlikle belli değildir.>> denilmektedir.

İÇİŞLERİ BAKANI

Raporda İçişleri Bakanı konusunda ise şöyle denilmektedir.

<<Göreve başladığından beri ülkede, hattâ Büyük Millet Meclisinde, bir çok kanlı veya yasa dışı, huzuru bozucu ve boğucu hareketlerin baş tertipçisi veya tahrikçisi olarak görünen İçişleri Bakanını bu mevkide tutmaya devam etmek memlekette huzur ve asayişin korunmasını, devlete güven sağlanmasını imkânsız kıldığı gibi, bütün bir iktidarı da bu Bakanın ağır sorumluluklarına, kanunsuzluklarına iştirak eder duruma sokmuş olmaktadır.>>



Cumhuriyet, 13 Ocak 1969.

TÜRKEŞ CHP BİLDİRİSİNE ÇATTI

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün basına bir demeç vererek, CHP nin Parti Meclisi raporuna çatmış ve<<Milliyetçi hareket, sol tedhişin karşısı olarak ortaya çıkmıştır. Çığ gibi büyümektedir ve önüne çıkan her sapıklığı silindir gibi ezecektir. Solcuların hamisi kesilen dünkü faşistlerin telâşı boşunadır.>> demiştir.

CKMP Genel Başkanı, dünkü demecinde yalnız CHP den gelen tenkitlere karşı ithamlarda bulunmuştur. Komünizmle milliyetçiliği aynı saymanın, mikropla ilâcı bir tutmak gibi bir hata olduğunu ileri süren Alparslan Türkeş, şöyle devam etmiştir:

<<1960’dan bu yana, sokağa saldığı gençleri zinde kuvvetler diye isimlendirerek, üniversiteleri işgal eden, hocaları döven, kürsüleri kıran talebeleri tebrikten, himayeden ve teşvikten geri kalmayan bu parti idarecileri millî şuurun uyanışı karşısında iftira, isnat ve tezvir yollarına sapmışlardır.>>

Bu seneye kadar devam eden olayları, CHP nin normal gördüğünü, gençliğin bunalımı saydığını belirten Türkeş, <<Sokak kabadayılarına indirilen şamarın hıncını almak için vaktiyle taşlattığı partinin liderine sığınma yollarını denemektedir.>> demiştir.


MTTB’NİN BİLDİRİSİ

Bu arada MTTB 2 nci Başkanlığından dün yayınlanan bir bildiride kamu oyunda >>Komando>> kampı olarak tanınan Ankara kampının MTTB tarafından açılmış olduğu açıklanmıştır. Bildiride ayrıca, geçenlerde dövülen Yılmaz Yalçıner isimli öğrencinin bu kampta yetişmediği ve lider olmadığı belirtilerek, Yılmaz’ın, milliyetçi bir gençlik kuruluşunun yönetim kurulunda Ülküdaş bir üye olduğu belirtilmiştir.



Babıâlide Sabah, 13 Ocak 1969.

Alparslan Türkeş CHP’ye şiddetle çattı

İNÖNÜ ESKİDEN TAŞLATTIĞI PARTİYE ŞİMDİ İLTİCA EDİYOR

<<Gençleri eğitmek esas gayemizdir. Komando tabirini karşı taraf kasten kullanıyor. Komünizmle milliyetçiliği aynı saymak mikropla ilâcı bir tutmaktan farksızdır.>>

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün basına verdiği demeçte CHP’yi bir zamanların faşist partisi ve şimdi de sol himayecisi olarak nitelemiş ve “Milliyetçi hareket önüne çıkan her sapıklığı silindir gibi ezecektir. Solcuların hamisi kesilen dünkü faşistlerin telâşı boşunadır” demiştir.

Türkeş demecinde 1960’dan bu yana sokaklara salınan gençleri zinde kuvvetler, Üniversiteleri işgal eden, hocaları döven, kürsüleri kıran talebeleri himaye eden partinin şimdi millî şuurun uyanışı karşısında iftira, isnat ve tezvir yollarına saptığını bildirmiştir.

“Bu seneye kadar devam eden olayları normal gören, gençliğin bunalımı sayan, anlayış isteyen, 1963’te halk mahkemeleri kurup milliyetçileri sorguya çektiren, gerici avı tertipleyen ve masum vatandaşları bedeni cezaya uğratan, gazete yakan, parti taşlatan, iktidarlarını zulüm ve baskı olarak kullanan, şahsi kinlerini devlet politikası halinde uygulayan bu parti sokak kabadayılığına indirilen şamarın hıncını almak için vaktile taşlattığı partinin liderine sığınma yollarını denemektedir. Komünizmle milliyetçiliği aynı saymak, mikropla ilâcı bir tutmak gibi bir hatadır.”

SİLİNDİR GİBİ EZECEK

Türkeş demecine şöyle son vermiştir. “CHP idarecilerinin en iyi kullandıkları silâh jurnalcilik, isnat ve iftiradır. Bu sefer de aynı yola sapmışlar, masum milliyetçileri hükümet himayesinde göstermek münafıklığını yapmışlardır.

Milliyetçi hareket, sol tedhişin karşısı olarak ortaya çıkmıştır, çığ gibi büyümektedir ve önüne çıkan her sapıklığı silindir gibi ezecektir, solcuların hamisi kesilen dünkü faşistlerin telâşı boşunadır.

Partimiz Türkiye’nin kurtuluş ve kalkınmasını milliyetçi fikirlerin memlekette yerleşmesinde, gelişmesinde gören milliyetçi bir partidir. Komünizmin Türkiye için yıkıcı en büyük tehlike olduğu kanaatındadır. Bunun için komünizmle mücadele etmek partimizin kabul ettiği başlıca esaslardandır.

Gençliğin millî ahlâk ve millî kültürle yoğrularak ve sıhhatli olarak yetişmesi partimizin başlıca gayelerindendir. Bu maksatla gençliğin kahve köşelerinde, kumar masalarında, diskoteklerde, fuhuş yuvalarında ve meyhanelerde çürümemesi için tedbirler almak başlıca millî vazifelerimizdendir.

Bunun için gençleri millî halk oyunları oynamaya, açık havada millî sporlarımızı yapmaya, onları hayata hazırlayacak millî kültürle yuğurmaya mecburuz. Bunun için gençlerimizin boş zamanlarını sporla, okuma ve kültür faaliyetleriyle geçirmesi için onlara yardımcı olmak partimizin başlıca gayelerindendir. Bu maksatla tatil zamanlarında dinlenme kampları, gençlik kampları, spor yarışmaları, seyahatler, köy çalışmaları yaptırmak partimiz için faydalı kabul edilen esaslardır.”



Babıâlide Sabah, İsmail Oğuz, 13 Ocak 1969.

YİNE KOMANDOLAR…

Bu, tâ Cumhuriyetin kuruluşundan beri böyledir. Ne zamanki İsmet Paşa bir mes’eleye parmak basar, bunun altından mutlaka, mutlaka nice Çapanoğulları, çıkar… Şeyh Said İsyânı, Dersim Hâdiseleri, Kubilây Hâdisesi, Şapka İnkılâbı, ve daha bir çokları… <<Ne kendi etti rahat, ne halka verdi huzur>> fehvasınca, devamlı huzursuzluklar, hep İsmet Paşa’nın devrinde olagelmiştir. Hangi ehemmiyetli hâdiseye bakarsak bakalım, orada İsmet Paşa’yı bulmamak mümkün değildir…

Milletin bir kısmı onu, bu hâdiselerin müsebbibi, müşevviki, bir kısmı da bu hâdislerin yatıştırıcısı, halledicisi olarak görür. Tarih, gerçekleri oldukları gibi yazmıyor, yahut yazamıyor… Bunun çok ve çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerin en ehemmiyetlisi, bir takım kanunlarla bazı hususların oldukları gibi yazılmalarının men’edilmiş bulunmasıdır. Ve bu yasak, gerçeklerin günışığına kavuşturulmasını yüzde doksan nisbetinde engellemektedir…

Çok partili hayata girişimizden bu yana, memleketimiz sık sık ciddî buhranlarla karşı karşıya gelmiştir. Bilhassa gençlik hareketleri memleket huzurunu geniş ölçüde müessir edegelmiştir. Ve umumiyetle bu hareketler, ilk zamanlarda CHP, sonra da onun paralelinde bulunan TİP tarafından gerek elaltından ve gerekse aşikâr bir şekilde teşvik görmüştür. Siyasî parti binalarına, gazete idarehanelerine ve sair sağcı teşekküllere devamlı surette tecavüz, taarruz ve her türlü baskı yapılmıştır… Bütün bunlar olup biterken, İnönü ve diğer solcu liderler seslerini çıkarmamış, bil’akis bu hareketleri teşvikten geri kalmamışlardır. Ne zaman ki sola karşı aynı metodlarla çıkan bir gençlik vücut bulmuş ve müdâfaaya geçmiştir, İsmet Paşa ve paralelindekiler, kolları ve paçaları sıvayıp müdâfaadakilerin tenkili için işe girişmişlerdir… Bu ters işleyişin de, elbette bir sonu gelecektir. Milletin arasından, zulme karşı direnenler çıkacaktır, çıktı da!

Ve kendilerine komando adı takılan bir avuç dâvalarına bağlı, dâvalarına sahip ve dâvaları için ölümü bile göze almış milliyetçi gençler, bütün solcuları telâşa düşürmüşlerdir. Şimdi, bu bir avuç milliyetçi ve şuurlu gençlerin susturulmaları, seslerinin ve kendilerinin boğulmaları için yeni yeni tertiplere başvurulmaktadır.

Nereye varacak bunun sonu?

Şüphesiz, sokaklarda kan gövdeyi gütmeyecek, solcuların bekledikleri anarşi havası memleketi bütünlüğünü daha fazla parçalayamıyacaktır. Ve işte komando diye isimlendirilen bu bir avuç milliyetçi muhafazakâr gencin de bütün gayretleri buna müteveccihtir. Yoksa, bir kalemde bu mes’ele halledilebilir; ya herru, ya merru olabilir…

Böyle bir durumda hüsnüniyet sahibi bütün siyasîlere tansiyonu daha fazla yükseltip yeni yeni hâdiselerin zuhuruna sebebiyet vermek değil, halkı ve gençliği birbirine düşürmemek için itidalle ve basiretle hareket etmek vazifesi teveccüh etmektedir. Yoksa <<Komandolar ne yapmazlar ki…>> deyip, komandoların karşısındakilere göz yummak, onların seslerine kulak tıkamak değil!.. Tavşana kaç, tazıya tut demekle, vatanperverliği ile te’life imkân tasavvur olunabilir mi?

Bu sebeple yalnız komandolar için değil, onlara karşı olanlar için de tedbir istemek ve bulmak lâzımdır. Kaldı ki komando adı verilen bir avuç genç, şu anda sadece ve sadece müdâfaa durumunda bulunmaktadır. Müdâfaa vaziyetinde bulunan bir grubu susturmağa, daha da tesirsiz hale getirmeğe kalkışmak ise, çok, pek çok elim sonlara bağlanabilir…



Son Havadis, 13 Ocak 1969.

Milliyetçi Kadınlar Komünizm ile Savaş Bayrağını Açtılar

Milliyetçi Kadınlar Derneği Niğde Şubesi <<Komünizmle Mücadele>> konusunda bir konferans düzenlemiştir.

Dernek Başkanı Emine Işınsu Okçu, açış konuşmasında, komünizm tehlikesi üzerinde durmuş, aşırı cereyanların Türkiye’de at oynattığını ileri sürmüş, <<Millî birliğimizi bölücü her türlü faaliyetle, savaşa hazır olmalıyız>> demiştir.

Arif Nihat Asya, dernek başkanından sonra yaptığı kısa konuşmada, komünizm tehlikesiyle nasıl savaşmak gerektiğini anlatmış, <<Bayrak>> şiirini okumuştur.

Öteki konuşmacılar da komünizmle mücadele konusunda görüşlerini nakletmişlerdir. Bu arada Galip Erdem ilgi çekici bir konuşma yaparak özetle şunları söylemiştir:

<<Biz millet sevgisinden aldığımız ilhamla mücadele yapıyoruz. Bugün dünyada iki blok var. Batı bloku, doğu bloku. İki blok da dünyaya hâkim olmak için çalışmaktadır. Batı blokunun oltası kapitalizm, doğu blokunun oltası ise komünizmdir. Komünizmle mücadele istiklâl meselesidir. İktisat meselesi değildir.>>



Yeni Gün, 13 Ocak 1969.

“KOMANDO”LARA ŞİMDİ DE MTTB SAHİP ÇIKIYOR

CKMP’ye yakınlığı ile tanınan bu kuruluşun İkinci Başkanı Attila Özer savcılıkça istendiği halde, bu konuda ifade vermekten kaçarken, aynı kuruluşun İcra Komitesi Sekreteri Mehmet Keleş yayınladığı bir bildiriyle isim değiştirerek komandolara sahip çıkmıştır. Aslında halka yayıldığı şekilde gördükleri komando eğitiminin altından kalkamayan ve genellikle liseden belgeli birtakım gençlerin kurdukları bu teşkilât için Keleş dün bir açıklama yapmış, <<Komando kampı değil, gençlik kampı açtıklarını>> bildirmiştir.

MTTB İcra Komitesi Sekreteri Keleş’in açıklaması özetle şöyledir:

<<Türk basınının ve Türk kamu oyunun <<Komando kampı>> adını verdiği ve aslında bir gençlik kampı olan Ankara kampı birliğimiz tarafından kurulmuştur. Gayesi gençliğimizi kahve köşelerinden ve yersiz eğlence salonlarından çekip, onu fikren ve bedenen eğitmektir. Mahiyet itibariyle tamamen dinlendirici bir gençlik kampıdır.

Bu kampa Yılmaz Yalçıner isimli genç arkadaşımız katılmamıştır. Dolayısıyle O’na <<Komando lideri>> sıfatının verilmiş olması isabetsizdir. Zaten böyle bir mevki ve makam söz konusu değildir.>>



Hür Anadolu, 14 Ocak 1969.

MTGT Yalçıner’in dövülmesi olayını protesto etti

Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı bir bildiri yayınlayarak, Teşkilât İkinci Başkanı Yılmaz Yalçıner’in Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde dövülmesi olayını protesto etmiştir.

Kendilerine karşı olan gruptaki öğrenciler için <<aşağılık>>, <<şirret>>, <<yalancı>>, <<dejenere>>, <<hayasız>> ve <<çıfıt>> gibi kelimeler kullanılan bildiride, <<Yılmaz Yalçıner’in Türk Milliyetçiliğinin yılmaz bir eri>> olduğu ve <<dayakla, tehditle yolu değiştirilecek komünist uşakları gibi yüreksiz>> olmadığı ifade edilmiştir. Bildiride, ayrıca, Yılmaz Yalçıner’in kendi ifadesinin aksine komando lideri olmadığı ileri sürülmüş ve <<Bunu yapanlar yanlarına kalacağını sanıyorlarsa, aldandıklarını çok acı olarak göreceklerdir>> denilmiştir.



Yeni İstanbul, 14 Ocak 1969.

“Solcular adam dövmesini bile bilemiyorlar”

Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı tarafından dün yayınlanan bildiride komandoların lideri olarak tanımlanan Teşkilât İkinci Başkanı Yılmaz Yalçıner’in dövülmesi yerilmiş, dövülen Yalçıner’in bir arkadaşı ise, “100 kişi tarafından dövülen Yılmaz ertesi gün ayağa kalktı. Solcular adam dövmesini bile bilmiyorlar” demiştir.

Bildiride, solcu öğrencilere şiddetle çatılmakta, “Her zaman kavga çıkaran solcular milliyetçi gençlerin kendilerini savunmaları karşısında komandolar bizi bastı diyerek feryat etmektedirler” denilmekte ve şöyle devam etmektedir:

“Bunlar son olarak Teşkilâtımız İkinci Başkanı, Yılmaz Yalçıner’in üzerine 100 kişi birden çullanmayı erkeklik ve kabadayılık sanan ve sonra da aman bir bu işin içinde yokuz biz masumuz diye birbirlerini gammazlayan hippy kılıklı, ahlâksız, dejenere tiplerdir.

Yaptıklarının yanına kalacağını sanıyorlarsa aldandıklarını çok acı olarak göreceklerdir. Satılmışlar belâlarını mutlaka bulacaklardır.”

TGMT, HÜKÜMETİ SUÇLADI

Türkiye Millî Gençlik Teşkilâtı Genel Sekreteri Eyüp Ünal, ne komandoların ve ne de aşırı solcu olarak bilinen grubun Türk gençliğini temsil edemiyeceğini söylemiştir. Eyüp Ünal, iktidarı tahrikçilik ve demokrasiyi içinden çıkılamayacak bir buhrana sürüklemekle suçlamış, yurtları fakülteleri basan komandolardan hiçbirisinin tutuklanmamış olmasına değinerek, bunun iktidarın zaafından ileri geldiğini ileri sürmüştür. Ünal, hükümetin dikkatleri, olaylar çıkartarak başka yöne çekme çabası içinde öne sürmüş ve bu uyutma politikasının bir fayda sağlamıyacağını bildirmiştir.



Cumhuriyet, Ecvet Güresin, 14 Ocak 1969.

HANGİ FAŞİZM?

Türkiye’de bir faşist düzen kurma iddiası var. CHP’ye göre son olaylar faşist düzen çabalarının sonucudur. Komandoculukla suçlanan CKMP ise suçlamayı reddetmekte, faşizmin kurulması için diktatörlüğün düşünülmesi gerektiğini, oysa bu partinin demokratik düzene inandığını ileri sürmektedir. CKMP’nin savunma olarak ortaya koyduğu veri, Sayın Türkeş’in üçüncü yol ve <<9 Işık Doktrini>> diye nitelendirdiği birtakım ilkelerdir.

Meseleyi, İtalya’da tecrübe edilen düzenin açısından ele alırsak, Türkiye’de aslına uygun, yani Mussolini’nin kurduğu sisteme uygun bir faşizm’in gelmesi pek mümkün görülmez.

Faşizm akımı orada Birinci Dünya Harbinin yarattığı iç ve dış buhranlardan sonra başladı. Önce savaşa girmek girmemek üzerindeki şiddetli tartışmalar, arkasından katıldıkları savaştan hiçbir kazanç elde edilememesi, İtalyan halkında bir çözüklük, daha doğrusu bir yılgı uyandırmıştı. Bu arada yeni yeni kalkınan İtalya’nın ekonomik durumu gerçekten bozulmuş, grevler, fabrika işgalleri birbirini kovalar olmuştu. Komünist Partisi kuvvetliydi. Milyonlarca işçiyi örgütleyebilmişti. Lenin devriminin etkisiyle sosyalistler ikiye ayrılmışlar, ne yapacaklarını kestiremiyorlardı. Hükûmetlerin biri düşüyor, biri çıkıyor ve hükûmet başkanları Bolşevik devriminden korkarak sağa tâviz verdikçe veriyordu. Üstelik Kral tahtını kaybetmenin telâşına düşmüştü. Pareto’dan esinlenen aydınlar da, kurtuluşu dikta yönetiminde görüyorlardı. İş çevreleri, köylüler, küçük burjuva büyük tedirginlik içindeydi. Millî şair D’Anunzio’nun toplu yürüyüşü, hattâ bir şehri işgal ederek hükûmet kurması memlekette heyecan uyandırmıştı. Bu kargaşalık ve heyecan arasında Mussolini Akdeniz’in İtalyan gölü haline getirilmesinden sözediyor, millî hisleri ayakta tutmasını beceriyordu. Kısacası Saray, iş çevreleri, politikacılar bir reaksiyon olarak ortaya çıkan faşizmi iktidara elbirliğiyle davet etmişlerdi.

Bugün Türkiye’de o şartlar mevcut mudur? Aslına bakılırsa yüzeyde şartlar var gibi görünüyor. Ancak toplum hareketleri incelendiği zaman anlaşılmaktadır ki, ne sol akım şişirildiği kadar kuvvetlidir, ne işçi örgütleri İtalya gibi devrim peşinde koşan bir Komünist Partisinin arkasındadırlar, ne bir savaş sonrasının ezikliği içerisindeyizdir. Ne de ortada bir kral’ın tahtı meselesi vardır. Bunları başka şartlarla birlikte terazinin kefesine koyarsak, 50 yıl önceki faşizmin aynen uygulama alanı bulabileceğini düşünebilmek güçtür. Hele yapılan bir iki gösteriye bakarak Sayın Türkeş’in Mussolini gibi kumandanları peşine takarak bir yürüyüşe geçebileceğini, aydınları, hattâ iş çevrelerini etrafında toplayabileceğini sanmak aynı zamanda komiktir. Bu bakımdan sözü edilen <<faşizm>> bir İtalyan örneği değil, daha çok, güçlü çevrelere dayanan Yunanistan’dakine benzer tepeden inme bir yönetim tarzı olsa gerektir.

Ağızlarda gevelenen <<faşizm geliyor>> un anlamı şudur:

Türkiye’de yüzeydeki sağ ve sol çatışması gittikçe şişirilen bir anarşik ortam yaratmaktadır. Bu anarşik ortam içinde asıl tehlikeli olan dinî irtica ise azıtmaktadır. İrticaın azması zinde kuvvetlerde huzursuzluğu artırıyor. Huzursuzluk artınca iş çevrelerinin ve Amerikanın da gayretiyle bir silâhlı darbe yapılabilir ve gelecek hem kırbaçlı hem sağcı yönetim memleketin başına oturabilir.

Şüphesiz bu bir ihtimal olarak düşünülebilir. Ne var ki, ihtimali hesaplarken, Türkiye’nin şartlarını da hesaplamak gerekir. Şartlardan başlıcası Türk Ordusunun Yunan ordusu olmadığıdır. Şartlardan bir başkası Yunanistan’daki sol tehlikesinin Türkiye’de mevcut bulunmadığıdır. Diğerleri ise Amerika’nın nereye dönüşeceği bilinmeyen bir maceraya girip girmiyeceği ve nihayet iş çevrelerinin gerçekten güçlü ve Yunan kapitalistleri kadar dışa dönük olup olmadıklarıdır.

Hemen söyleyelim ki, bunları ileri sürmekle Türkiye’de hiçbir tehlike yoktur demek istemiyorum. Elbette vardır ve artabilir de. Hele ekonomik istikrar bozulur, özgürlükler kısıntıya uğrar, çatışmalar sertleşip yurtta yayılırsa, İsmet Paşa’nın söylediği gibi <<neler olmaz neler..>>. Yalnız CKMP’ye bakarak bugün ve hattâ yarın için onda faşizmi getirecek güç aramak hatalıdır.



Cumhuriyet, 14 Ocak 1969.

TÜRKEŞ, SAVCILIĞA DÂVET EDİLDİ

Bir gazetede yayınlanan demecinde, komandolara sahip çıktığı ileri sürülen CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bilgisine müracaat edilmek üzere Ankara Savcılığına dâvet olunmuştur.

Ayrıca, iddiaları gazetesinde yayınladığı haberle ortaya atan gazeteci de ifadesi alınmak üzere Savcılığa çağrılmıştır.

Ankara Savcılığı, bu konudaki tahkikatını derinleştirilmektedir.



Yeni İstanbul, Kurtul Altuğ, Akisler, 14 Ocak 1969.

TÜRKEŞ’İN DRAMI…

Türk kamuoyu, Albay Türkeş’i 27 Mayıs İhtilâli’nin ilk günü Türkiye Radyolarından yaptığı anonslarla, okuduğu bildirilerle tanımıştır. Sonra Alparslan Türkeş, 27 Mayıs’ın kudretli Albayı pozunda görünmüştür. Kudretli Albaylık, 13 Kasım operasyonuna kadar devam etti. Türkeş ve onunla aynı <<taamı>> yiyen, ama bunun nasıl olduğuna hâlâ inanamayan 13 arkadaşı yurt dışına paketlendikten sonra, bir süre Türkeş adı unutulmuş, ama Türkeş, zihinlerde hep <<demokratik rejim>> taraflısı olmayan bir sima olarak kalmıştır. Bunda elbette Türkeş’in aleyhinde yapılan yayımların büyük payı vardır.

Gerçek o mu idi, yani 27 Mayıs’ın kalın sesli Albayı otoriter bir rejim taraflısı mı idi, bilinmez ama, anlaşılan odur ki, Türkeş, şu sıralarda bizzat kendi yarattığı bir <<dram>> içindedir.

Alparslan Türkeş, Uzak-Doğu’daki menfasından Türkiye’ye döndüğünde bu satırların yazarı kendisiyle iki defa, biri evinde bir basın toplantısı nedeniyle, ikincisi sokakta konuşmuştur. Ondan önce de, yani 27 Mayıs’tan sonra da, bir kaç defa konuşmak, fikirlerini değer yargısının süzgecinden geçirmek imkânları doğdu. Türkeş bir vatanseverdi ana, hiçbir zaman aşırı bir demokrasi taraflısı değildi.

Sorunların, gerekirse zor kullanarak çözüleceği kanısını yüreğinde taşıyordu. Nitekim, bugün içinde bulunduğu davranışlar da bunu açık seçik ortaya koymaktadır.

Bir adam, yaşadığı ülkenin içinde bulunduğu çıkmazı görebilir, hayıflanır, kendince çareler düşünür ve o çareleri, gene kendince münasip bulduğu bir yönetim içinde uygulama alanına koymak istiyebilir. Buna şaşılmaz, hattâ, gösterilen yol, <<akıllıca>> bir yol olmasa bile, adama hiç değilse, kızılmaz.

Ama, bir adam, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları kendi dar perspektifinden değerlendirip, bizzat kendisinin konuşmasına, siyasal görev yapmasına neden teşkil eden ortamın başka bir ortama dönüşümünü sağlıyacak bir sıra davranış içinde bulunursa, o adama, insaf sınırları içinde kızılır. Kızılır ne kelime, bir münasip dille <<arkadaş kendine gel>> denilir, denilmelidir.

27 Mayıs’ın gerçekleşmesinde büyük payı bulunan Alparslan Türkeş, nedendir bilinmez, bir garip ruh hâli içimdedir ve âdeta, altında barındığı çatının dibine kendi eliyle dinamit koyan bir talihsiz görünüş içindedir.

Açık açık konuşalım:

Türkiye’de bin çeşit sorun, çözüm beklemektedir. Biz diyoruz ki, bu sorunların çözüm yolu bulabilmesi için, bir tartışma ortamı gereklidir. Yani, kaba kuvvete dayanmayan, demokratik bir düzen içinde karşılıklı, bazen dalaşarak, bazen kucaklaşarak, ama gereğinden çok birbirimizi incitmeden, hele kaba kuvveti hiç seferber etmeden şu işin içinden çıkmağa bakalım.

Sayın Türkeş diyor ki, <<Ben gerekirse, solcu güçleri zor kullanarak yıldıracak bir öğütlemeyi bile gerçekleştiririm. Hattâ bunun öncülüğünü üzerime alır, taraftarlarımı (kaba güçle) donatırım.>>

Ya karşı taraftakiler de aynı yolu seçer, onlar da kaba kuvveti sokağa indirirlerse, ortaya bir kör döğüşü çıkmaz mı, bundan tümümüz zarar görmez mi?

Ayrıldığımız nokta budur. Türkiye’de, eğer sor kullanmağa bir defa başlarsak, işin nerede biteceğini kestirmek mümkün olur mu?

Hele, 27 Mayıs’ı, ülkeye huzur getirmek, <<kaba kuvvet>> kullananları saf dışı etmek için gerçekleştiren <<sağlam kuvvetler>> buna hiç izin verir mi?

Bilinmelidir ki, CKMP’nin Sayın Genel Başkanı, demokratik rejimin vazgeçilmez unsurlarından biri olan siyasî partinin Anayasa çerçevesinde çizilmiş sorumluluğu ile bağdaşmayacak bir sıra davranış içindedir. Hattâ o kadar ki, Sayın Türkeş, dernek kongreleri hakkında fikir söylemekte, âdeta arzulanmayan bir <<tedhiş>> uygulamasının öncüsü gibi beyanlarda bulunmaktadır.

Türkeş’in dramıdır bu.

Ama insaf edilsin, 27 Mayıs’ı hâlâ yüreklerinde bir huzur müjdecisi görenler, Türkeş’in bu bir sıra davranışından kırgınlık duymazlar mı?

Türkeş’in, büyük vatansever duygularla demokratik rejimin sınırları içinde, hiç bir zaman <<kaba kuvvet>>i kendine destek olarak düşünmeksizin, bu ülkeye yapacağı çok, ama çok görevler olmalıdır.

Aksini iddia etmek, Türkeş’in 27 Mayıs’a ihânetini tescil demek olacaktır.



Hürriyet, 14 Ocak 1969.

SAVCI “TÜRKEŞ’TEN SADECE BİLGİ ALINACAK” DEDİ

Komandolar ile ilgili soruşturma sırasında CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in bilgisine başvurulmak üzere Savcılıkça davetinin basında yanlış tefsir edildiğini belirten Ankara Savcısı Fazıl Alp, dün bir açıklama yaparak, “Türkeş’in sadece bilgisine başvurulacaktır.” demiştir.



Ant, 14 Ocak 1969, Sayı: 107

FAŞİZM AÇIKÇA MEYDAN OKUYOR

Bir yıl önceydi. 5 Aralık 1967 tarihli ANT Dergisi’nin 6. sayfasında aynen şu satırlar yer alıyordu: <<Türkeş’in başbuğ ilan edildiği CKMP Büyük Kongresi, Nazi toplantılarını andırıyordu. Dünyanın başına İkinci Dünya Savaşı belasını getiren Alman Nazi Partisi’ne benzemek için her şey düşünülmüştü…>>

Ve aynı sayfada <<üç hilal>> ile gamalı haç’ın resimleri görülüyordu. ANT’ın istihbaratına göre, bir merkezde birleşen üç hilalin <<gamalı haç>> gibi parti amblemi haline getirilmesi düşünülmüş, ancak o zaman için sakıncalı olabileceği düşünülerek bu niyetten vazgeçilmişti.

Yine ANT’ın 4,5 ay önceki 3 Eylül 1968 tarihli sayısının 10. Sayfasında Hitler’in <<kahverengi gömlekliler>>ine benzer vurucu kuvvetler yetiştirmek üzere Ankara civarında CKMP’liler tarafından kurulan bir komando kampının röportajı yer alıyor ve Siyasi Partiler Kanunu’nun partilerin askeri eğitim yaptırmasını yasaklayan maddesi ilgililere hatırlatılıyordu.

Ne var ki, yakın tarihin Hitler gerçeğini göz önüne alarak ANT’ın yaptığı bu uyarmalar demokratik rejimi korumakla yükümlü yöneticiler ve adli merciler tarafından görülmemiş bir gafletle belki de kasıtlı olarak hasıraltı ediliyor ve bu faşist tohumun gün geçtikçe filiz vermesine ve kısa zamanda güçlenip vurucu bir kuvvet haline gelmesine göz yumuluyordu.

Bir yıl önce haber verilen faşist tehlike, nihayet önceki hafta <<üç hilal>>li CKMP komandolarının Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne baskın yapması ve hemen ardından da CKMP Lideri Alparslan Türkeş’in Hürriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte faşist komandolara büyük bir cüretle sahip çıkması karşısında bütün basında ve kamuoyunda günün konusu haline geliyordu.

Evet, bugün Türkiye ciddi bir tehlike karşısındadır ve faşizm açıkça rejime meydan okumaktadır.

Tam metnini son sayfamızda bulacağınız demecinde Alparslan Türkeş, komando kamplarının gelecek yıl daha da artırılacağını ve devlet içinde devlet gibi hareket ederek sol’a karşı savaş açacağını ilan etmiştir.

Aslına bakılırsa, Türkeş’in komando harekâtı, bugün Türkiye’de faşizm ortamını hazırlamak için Amerikan emperyalizminin ve onunla işbirliği halindeki egemen sınıfların sahneye koydukları oyunun sadece bir bölümüdür. Bunun için son günlerin olayları üzerine genişliğine ve derinliğine eğilmek gerekir.

Gazetelerde sansasyonel bir şekilde yansıtılan ve bazı yazarlara <<Olmaz böyle şey>>, bazılarına da <<Olur böyle şeyler>> başlıklı yazılar yazdırtan Komer’in otomobilini yakma olayı da bu perspektif içinde incelenmelidir. …

Komer’in Kurdaş’ı ziyaret tarihinin çok ince hesaplara dayandığı, olaylar yatışıp durulduktan sonra daha iyi anlaşılmıştır. Bir yandan terör kanunlarının bir an önce çıkartılması için iktidara baskılar yapan Tural Anadolu’da teftişlerde bulunurken, öte yandan CKMP komandoları fakülteleri basmış, büyük olaylar birbirini kovalamış, bütün bunların üzerine Komer kalkıp elini arı kovanına sokmuştur.

Bundan sonra faşizm ortamına doğru zincirleme gelişmeler beklenmelidir.

Öğrencilerle polisi karşı karşıya getirmek üzere ODTÜ’nün tatil edildiğinin açıklandığı TRT haber bülteninde, <<Anayasa Nizamını Koruma Tasarısı>> adı altındaki tedbir tasarısını meclise sevkedildiğinin de bildirilmesi, oyunu günışığına çıkartmaktadır.

İşte kalpaklı ve üç hilalli CKMP komandoları da, terör kanunlarının çıkartılması için gerekli ortamı hazırlamak üzere seferber edilmişlerdir. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde devrimci öğrencileri tahrik ettikten sonra cennetten çıkma bir sopa yiyen komandoların lideri Yılmaz Yalçıner, morarmış göz kapaklarını kırpıştırıp eliyle yüzündeki patlakları ovarak küçücük hastane odasında oyunun kendilerine düşen kısmını açıklamıştır.

<<Bir kaç gün önce yaptığım basın toplantısında lafı bırakmalarını ve fiili harekete geçmelerini söylemiştim. Onlar fiili harekete geçmişlerdir. Artık bu iş, Türkiye’nin kurtuluşuna gider. Davamızı sonuna kadar devam ettireceğiz.>>

Ve bu konuşmanın hemen ardından İstanbul’da da CKMP komandoları Orman Fakültesi Yurdunu basmışlardır. Yurt baskını devrimci öğrencilerin okul dışında olduğu bir sırada Orman Fakültesi dışından getirilen komandolar tarafından yapılmıştır. Baskın sırasında <<Orman kanun tasarısı hazır, istiyen alsın>> sloganını anons ederek hücuma geçen komandolar o sırada okulda bulunan on kadar devrimci öğrenciye saldırmışlardır. Bunlardan ikisinin hastaneye kaldırılmasına sebep olan olay sonunda belediye hudutları bulunan okul jandarmalar tarafından sarılmıştır. Bu şekilde yeni çatışmalar engellenmişse de okul içerisinde sopalı silâhlı gösteriler yapan çoğu Orman Fakültesi öğrencisi olmıyan komandolar okuldan çıkarılamamıştır.

Bu zorbalıklar sürüp giderken CKMP Lideri Türkeş, komandolara sahip çıktığını açıklayarak <<sola karşı mücadele>> adı altında faşizme dört dörtlük yatırım yapmıştır.

Komer’i ile, Demirel’i ile, Türkeş’i ile, <<muktedir>>leriyle, komandolarıyla kazadımı ilerleyen faşizmin ayak sesleri artık adamakıllı yakından duyulmağa başlamıştır.

Türkiye hızla, bir dönüm noktasına yaklaşmaktadır.



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 15 Ocak 1969.

DOKUZ IŞIK

Solcu basın ve partilerin <<komandolar>> adını taktığı, milliyetçi, nizamcı gençlik kitlesi, onların bağlı olduğu söylenen CKMP ve bu partinin lideri Alparslan Türkeş, son günlerin en hararetli konusu oldular. Böyle milliyetçi – demokrat bir partinin açıkça zuhuru, Türkün öz varlığına karşı olduğu bilinen bazı kindar, yabancı ve sömürücü çevrelerde hoşnutsuzluk yaratırken, antikomünist, özcü, memleketçi halkımız da güvenilecek bir fikir ve siyaset zümresinin varlığından sevinç duymuştur.

Bozguncu gardiyanların bütün taşkınlık ve tahriplerine karşı, Türk gençliğine, üniversitelerini ve yurtlarını savunma hakkını bile çok gören yabancı zihniyetler, bu gençlere ve CKMP’ye <<faşist, kaba kuvvet>> gibi iftiralarla saldırdılar. Hattâ fırsattan istifade, milliyetçi partiyi kapatmak dolapları çevirdiler. Fakat bu cins telkin ve kinlere karşı Sayın Türkeş dürüst cesaretin açıklığı ile konuşarak bütün müşkülleri çözdü:

<<- Komando adı takılan gençlerimizden endişeye lüzum yoktur. Onlar meşru müdafaa içindedirler ve kanun çerçevesi içinde masumdurlar. Bazı çevreler telâşlarında haklıdırlar çünkü markistlere karşı milliyetçi gençleri çıkardık.

Biz gençlik kamplarını, onları kahve köşelerinden kurtarmak için kurduk. Komünizm bir fikir ve aksiyondur. Bu ancak millî bir aksiyonla karşılanır. DOKUZ IŞIK diye millî yerli bir doktrin aksiyon tesbit ettik.

Şimdi en kuvvetli gençlik kollarına sahip ve gençliğin partisi olan CKMP’yi kapatmak için Nuh Tufanı lâzımdır… Kapatsınlar da görelim. Türkiye’de faşizm tehlikesi olamaz. Türkiye’nin meseleleri dışardaki rejimlerin kopya edilmesiyle değil ancak millî bir doktrinle ve demokratik nizam içinde halledilebilir.>>

Bir parti lideri, ancak söyledikleri, yaptıkları ve yazdıkları ile bağlıdır. Bu açık konuşmaya başka bir şey ekleyemiyorum. Yalnız Türkeş’in <<Dokuz Işık>> isimli kitabından parçalar alarak size o fikirleri tanıtmak istiyorum.

Dokuz Işık’ta gaye <<Türk Milletini insanca usullerle, en kısa yoldan, kendi gücüyle ayakta durabilecek kuvvetli, müreffeh, hak ve şereflerine sahip bir millet haline getirmektir.>> Bunun için MİLLİYETÇİLİK başta gelir.

MİLLİYETÇİLİK: Türk Milletine duyulan derin köklü bir sevgi ve bu milleti, en modern ilmî metotlarla, dünya medeniyetinin ön safına geçirmektir. Bu milliyetçilik, başkalarına karşı kin ve garez duygusu beslemez. Yapılacak her işin Türk ruhuna ve geleneğine uygun ve Türke yararlı olması esastır.

ÜLKÜCÜLÜK: Her Türk gencine, milletin şerefi, refahı, saadeti, duygusunu aşılamaktır. Milletine hizmet ülküsüyle yetişen her fert, insanlığa da faydalı olur.

AHLÂKÇILIK: Türk Milletinin ruhuna, geleneklerine, inançlarına ve ayrıca tâbiat kanunlarına uygun ve milletin yararına olan mânevî ilkeleri savunmaktır.

TOPLUMCULUK: İşveren işçi münasebetlerini barış ve sevgi ile düzenlemek, küçük tasarrufları birleştirip <<Halk Şirketleri>> yoliyle büyük teşebbüslere yatırmak, ayrıca bütün halkı, yoksulları, bakımsızları, dul ve yetimleri devlet korumasına alan Sosyal Yardım ve Güvenlik teşkilâtları kurmaktır.

İLİMCİLİK: Her olayı inceler ve tatbik ederken ilim dışı peşin fikirlere, kaba mantık oyunlarına, yalana, tahmine başvurmamaktır.

HÜRRİYETÇİLİK: Dokuz Işık’a göre <<Hürriyet ve istiklâl insanların, milletlerin, en tabiî, vazgeçilmez haklarıdır. İnsanların en iyi gelişmeleri hürriyet içinde olabilir. Hürriyet derken; söz, vicdan, yazı, ilim, sefaletten, korkudan, baskıdan kurtulma hürriyetlerini birlikte düşünüyoruz.>>

KÖYCÜLÜK: Köy üniteleri kurmak, toprak ve tarım reformu, arazinin küçük parçalara bölünmesini önlemek, ilmî araştırma merkezleri kurmak, kültür ve teknik siteleri hazırlamak gibi teklifleri içine almaktadır.

GELİŞMECİLİK VE HALKÇILIK’tan maksat, her şeyin halk için, halka beraber, halka doğru olmasıdır.

ENDÜSTRİCİLİK ise: Buhar hattâ elektrik çağını arkada bırakıp atom ve füze çağına girmiş olan dünya teknik ve medeniyetine ayak uydurmaktır.



Akşam, 18 Ocak 1969.

YENİ KOMANDO KURSU

(Türk Haber Ajansı)

CKMP Genel Merkezinden, Başkan Alparslan Türkeş’in imzasiyle dün Tokat’da partili bir gence mektup gelmiş ve komando kursu için en az 15 gencin kaydının yapılması istenmiştir.



Ekspres, Akşam, 18 Ocak 1969.

KOMANDOLAR BUGÜN DOKUZ IŞIK YÜRÜYÜŞÜ YAPIYOR

Halk arasında <<Komandolar>> diye isim yapan CKMP Gençlik Teşkilâtı’nın İstanbul grupu, bugün bir gösteri yürüyüşü yapacaktır.

CKMP İl Gençlik Teşkilâtı imzasıyla yayınlanan bir bildiride büyük Türkiye’nin kurulması davası yolunda Dokuz Işık yürüyüşü düzenlendiği açıklanmış, Doğu ve Batı menşeli doktrin taraftarı münevverlere çatılmıştır. Bildiri <<Tanrı Türk’ü Korusun>> diye son bulmuştur.



Tercüman, 19 Ocak 1969.

DOKUZ IŞIK YÜRÜYÜŞÜ

KOMANDOLAR AVCI HATTINDA - <<MİLLİYETÇİ TÜRKİYE>>, <<BOZKURTLAR GELİYOR>> SESLERİ İLE DÜN HÜRRİYET MEYDANINDAN TAKSİM’E KADAR BİR YÜRÜYÜŞ YAPAN MİLLİYETÇİ KOMANDOLAR DOKTRİNLERİNİN DOKUZ IŞIK, DAVALARININ İSE BÜYÜK TÜRKİYE’NİN KURULMASI OLDUĞUNU İFADE ETMİŞLERDİR. TÜRK BAYRAKLARININ ARKASINDA BEYAZ ZEMİN ÜZERİNDE BEYAZ AY’IN ÖNÜNDE YÜKSELEN BOZKURT FLAMASI İLE AVCI HATTINDA UYGUN ADIM YÜRÜYEN KOMANDOLARA TAKSİM’DE TÜRK BAYRAĞINI VEREN GIDA İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI AHMET MUŞLU <<BAYRAĞIMIZI SİZE TESLİM EDİYORUZ, ONU LÂZIM GELEN YERE DİKİN. TANRI TÜRK’Ü KORUSUN >> DEMİŞ VE ANIT ÖNÜNDE İSTİKLÂL MARŞI SÖYLENİP, SAYGI DURUŞUNDA BULUNAN KOMANDOLAR, DAHA SONRA DAĞILMIŞLARDIR.



Günaydın, 19 Ocak 1969.

“Başbuğ Türkeş” diye bağıran KOMANDOLAR DÜN GÖVDE GÖSTERİSİ YAPTI

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in partisinin il ve ilçe örgütlerinde “Komando” birlikleri adı verilen gençlik teşkilâtı kurduğunu açıklamasından sonraki ilk büyük gövde gösterisi, dün İstanbul’da yapılmıştır. CKMP Gençlik teşkilâtına mensup Bozkurt Pazubentli 500 kadar gencin Beyazıt’tan başlayan ve Taksim’de sona eren “Dokuz Işık” yürüyüşünü binlerce kişi takip etmiştir.

Komandolar yürüyüşleri sırasında sürekli olarak “Başbuğ Türkeş” ve “Milliyetçi Türkiye” diye bağırmışlardır. Yürüyüş tam askeri düzen ve disiplin içinde geçmiştir.



Babıâlide Sabah, 19 Ocak 1969.

MİLLİYETÇİ GENÇLER SOLCULARA İHTAR ETTİ

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi İstanbul İl Gençlik Kolunun tertiplediği <<Dokuz Işık Yürüyüşü>> dün yapılmış, milliyetçi binlerce genç Beyazıt’tan Taksim’e kadar yürümüştür. <<Başbuğ Türkeş>>, <<Milliyetçi Türkiye>>, <<Dokuz Işık>> ve <<Bozkurt Geliyor>> nidalarıyla yol boyunca büyük bir vakar içinde ve düzgün adımlarla yürüyen gençlere halk sevgi gösterisinde bulunmuş ve kortej sık sık alkışlanmıştır. Bu arada Milliyetçi Toplumcu gençlerin taşıdığı <<Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız.>> dövizi kendilerini seyreden vatandaşlarda tezahürata sebep olmuştur. Yürüyüş sırasında Sirkeci’den Hoca Paşa Camii önüne gelen gençler, burada Ezan-ı Muhammedi’nin okunması üzerine, yürüyüşe bir müddet ara vermişlerdir.

CKMP’li gençler ellerinde Dokuz Işık Doktrini’nin prensipleri olan, Ülkücüyüz, Ahlâkçıyız, Toplumcuyuz, Hürriyetçiyiz, İlimciyiz, Köycüyüz, Gelişmeciyiz, Halkçıyız ve Endüstriciyiz ve Teknikçiyiz ibareleri bulunan dövizleri taşımışlardır.

Saat 14 de Beyazıt Meydanından başlayan yürüyüş, saat 16.30 da Taksim Meydanında son bulmuştur. Çok sayıda genç de, muntazam adımlarla yürüyen CKMP’lilerin dışında ve onlarla beraber olarak yürümüştür.



Akşam, 19 Ocak 1969.

CKMP’Lİ GENÇLER 9 IŞIK İÇİN YÜRÜDÜ

MİLLİYETÇİ TÜRKİYE VE BAŞBUĞ DİYE BAĞIRDILAR

CKMP İl Gençlik Kolu’na bağlı 11 takım genç, partinin <<Dokuz Işık>> ilkesini halka duyurmak amacıyla dün Hürriyet Alanı’ndan Taksim’e kadar <<Uygun adım İleri Marş>>, <<Sol, Sağ>> komutlarıyla asker gibi yürümüşlerdir. Milliyetçilik, Hürriyetçilik, Halkçılık ve Gelişmecilik, İlimcilik, Köycülük, Toplumculuk, Ahlâkçılık, Endüstri ve Teknikçilik adlarındaki 9 ana prensibi halka tanıtmak için bu prensipleri havi dövizleri taşıyan ve <<Milliyetçi Türkiye>>, <<Tanrı Türkü Korusun…>>, <<Başbuğ Türkeş!..>>, <<Yaşasın Türklük!..>> sloganlarıyla yürüyen gençler, İkindi Ezanı okunurken <<Hazır Ol>> a geçmişler ve bitene kadar bu durumda kalmışlardır. Mardin Milletvekili Rifat Baykal’ın da aralarında bulunduğu gençler saat 16.45 de Taksim’e gelmişler ve burada İstiklâl Marşını söylemişlerdir. İstiklâl Marşı’nın söylenişinden sonra Baykal kısa bir konuşma yapmış ve <<Bayrağımızı size teslim ediyoruz. Onu gereken yere dikiniz!.. Tanrı Müslüman Türk’ü korusun!..>> demiştir. Gençler hep bir ağızdan <<Milliyetçi Türkiye!>> diye dokuz defa bağırdıktan sonra dağılmışlardır.

* Takımlar halinde yürüyen milliyetçi – toplumcu CKMP’li gençler Divanyolundan Sultanahmet’e doğru yürüyorlar.



Yeni İstanbul, Erdoğan Tokmakçıoğlu, 19 Ocak 1969.

Aslan Komandolar

Nuri, çocukluğumdan beri arkadaşımdır. Bir gün Beyoğlu’nda yakaladı beni. Uzun zamandır görüşmemiştik. Sordu:

- Nerelerdesin yahu, ne yapıyorsun?
– Buralardayım, dedim, bildiğin gibi hâlâ gazetecilik yapıyorum… Ya sen ne yapıyorsun?

Kuşkulu nazarlarla etrafını süzdükten sonra kulağıma eğilerek:

- Kimseye söylemeyeceğine yemin et! dedi.
- Ettim, dedim.
- Ben komandoyum! dedi.
- Anlamadım, dedim, benim bildiğim sen askerden terhis olalı beş altı yıl oldu!
- Öyle değil, dedi, ne biçin gazetecisin, okumadın mı? Hani Ergenekon Aslanları diye bir şey var…
- Haa, dedim, sen de onlar gibi parola ile mi konuşuyorsun?
- Tabiî, dedi, benim komandolar arasındaki takma adım 666 yumuşak g!
- Yani sana Nuri diye hitap etmiyorlar mı?
- Hayır, bana herkes 666 yumuşak g der… İstersen seni de komando yapalım?
- Yok Nuriciğim, benim ülserim vardır, belki dokunur. Duyduğuma göre komando kampında kurbağa, tospağa, hatta yılan da yiyormuşsunuz, benim midem böylesine şedit gıdaları kaldırmaz… Sonra ben hiç döğüşmesini bilmem.. Kavgalarınız esnasında dayak yiyip sizleri güç duruma sokarım!

Fakat Nuri tutturmuştu <<seni komando yapalım>> diye. Bana:

- Bak, dedi, sana enfes bir takma ad: Gökbörü Tiyanşan.
– Sonra?
- Sonra parola geliyor… Nerden geliyorsun?
- Levent’ten geliyorum, Tünel’e gidiyorum.
- Öyle değil canım, sana birisi bu suali sorduğu zaman <<Altaylardan geliyorum>> diye cevap vereceksin. Nereye gidiyorsun? diye sorulduğunda <<Ergenekon’a gidiyorum>> diyeceksin.

İşi şakaya alıp sordum:

- Yahu Nuri, şey pardon 666 yumuşak g, otobüsle çok tutar mı yoksa dolmuşla mı gideyim Ergenekon’a?

Bayağı ciddileşti:

- Bana bak, bu iş şakaya gelmez. Her komando aynı zamanda mükemmel bir dayak uzmanıdır. Pestilini çıkartırlar… Geçenlerde birisini adamakıllı döğdüler!..
– Sebebi neymiş?
– Adam şey demiş: <<Az yaşa, çok yaşa, her albay olmaz paşa!>>.
– Başka kimleri döğüyorsunuz?
– Solcuları, futbolcuları, sucuları, işportacıları, kaportacıları, karpuzcuları, tuzcuları, ruhçuları…
- Neyle döğüyorsunuz?
- Sopalarla, hepimizin özel sopaları var!
- Allah Allah, nasıl döğüyorsunuz?
- Çok iyi!
- Kampta neler yapıyorsunuz?
- Kılıç, kalkan, gürz, mızrak, kargı talimleri…
- Başka?
- Başka… Ata biniyoruz!
- Otomobile binseniz daha iyi değil mi?
- Hayır, bir komando ya yürür ya da ata, deveye biner!... Otomobile binmek yasaktır! Unuttum söylemeyi, ok atma talimleri de yapıyoruz.
- Nerde, Okmeydanı’nda mı?
- Hayır canım, kampta!
- Kampa girmek için ne lâzım?
- Kurt gibi ulumak!
- Ulumak mı?
- Evet şöyle: Uuuuuuuu!
- Yahu Nuricim, şu komandoluk bir hayli güç iş, beni mazur gör, hakikaten sıhhatim müsait değil!

Kulağına eğildim:

- Sonra bizim hanımla çocuklar da müsaade etmez. Bilirsin biraz kılıbığımdır!

Nuri baktı ki olacak gibi değil:

- Sen bilirsin, dedi, ben burada ayrılıyorum, sen nereye gidiyordun?
– Ergenekon’a! dedim ve ayrıldım.



Yeni Gazete, 21 Ocak 1969.

DAVETE GELMEDİĞİ İÇİN TÜRKEŞ’İN İFADESİ ALINAMIYOR.

Ankarada bazı okulları basan komandolar için <<Komando eğitim kursları açmaktan>> dolayı MTTB İkinci Başkanı Atillâ Özer’in dün Ankara Cumhuriyet Savcılığınca ifadesi alınmıştır.

Geçen yaz CKMP yetkilileri ile birlikte yurdun muhtelif yerlerinde gençler için komando eğitim merkezleri kurarak çalışmalar yaptığı iddia edilen Atillâ Özer hakkında Ankara Asliye Ceza Mahkemesi tarafından ihzar müzekkeresi kesilmiştir.

Öte yandan komandolarla ilgili olarak ifade vermek üzere savcılığa davet edilen CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün de savcılığa gitmemiştir.



Haber, 20 Ocak 1969.

CHP PARTİ MECLİSİ KOMANDOLARDAN HÜKÜMETİ SORUMLU GÖSTERDİ..

CHP Parti Meclisinin dokuz gündür devam eden toplantıları sona ermiş ve dün bir bildiri yayınlanmıştır. …

<<- İşlerin iyice karışmasında yarar gören güçler arasına, iktidarın da hiç değilse iktidarın bir kanadının da katıldığı kuşkusu ister istemez akla gelmektedir. Bunun açık belirtilerinden biri, yasaları hiçe sayarak kurulmuş siyasal amaçlı kamp ve kurslarda yetiştirilen ve geçen yaz bizzat kurucuları tarafından (komando) olarak nitelendirilmiş bulunan bazı zorba topluluklarının saldırıları karşısında yetkili makamların gösterdikleri müsamahadır. İktidar görüşlerini yansıtan çevreler bu toplulukları açıktan desteklemektedirler. Gençler üzerinde bütün etkisini yitirmiş olan iktidarın, komando denilen saldırganlar aracılığı ile gençliği kontrol altına almayı düşündüğü ve demokrasiyi soysuzlaştırma, bozuk düzenden yararlananların çıkarlarına bekçilik yaptırma işinde onlardan da yararlanmayı umduğu anlaşılmaktadır.

CHP Parti Meclisi komandoculuk adı altında yürütülmek istenen yasa dışı ve faşizm özentisi harekette, bu hareketi öğünülecek bir şeymiş gibi benimseyen, siyasal hırslarını tatmin edememiş birkaç maceracıdan da çok, doğrudan doğruya hükümeti sorumlu görmektedir.>>



Yeni Gazete, 22 Ocak 1969.

FAŞİST YOK KOMÜNİST VAR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in başkanlığında toplanan CKMP başkanlık divanı dün yaptığı bir açıklamada, <<Ufak bir klikin eline geçmiş olan Türkiye’nin en eski partisi komünist hareketlerini desteklemeyi temel politika haline getirmiştir. Partilerini Sosyalist Cephe Birliğinin merkezi olarak kullanan bu klik, millet emniyetini, halk huzurunu, kalkınma gayretlerini sabote etmekte, araba yakan, bayrak yırtan, bina bombalayan komünist kundakçıları himaye için millî güçlere saldırmaktadır.>> denilmektedir.

Bildiride eskiden faşist, şimdi ise Moskova’ya dönük yüzlerini milletten saklamak için iftira ve tezvir yoluna saptıkları ileri sürülen CHP’lilerin millî güçlere karşı cephe aldığı belirtilerek şöyle devam edilmektedir.

<<Prensipleri Altı Ok’la sarahatle belirtilmiş olmasına rağmen bu prensipleri bir yana iterek, partilerini beynelmilel sosyalizmin bir mihrakı yapmak için her fırsattan yararlanmaktadırlar.

Bu solcu klik hain emellerine âlet etmeye çalıştıkları gençliğin milliyetçi duygularında meydana gelen şahlanmayı bir isyan saymaktadır.

Bu klik yüzleri milletten gelen ışıkla aydınlanmış gençleri karanlık dünyalarında gören zebanilerin dehşet ve hayreti içindedir.

Faşist yok, komünist vardır. Bomba atanlar, yangın çıkaranlar, cinayet yapanlar kendilerini hükûmetin hâmisi, milletin mütevellisi sayanlar, Türk Milletinin kemaline inanmalı, vekarına güvenmelidir. Kundakçı himayesi ve milliyetçi kınaması milletten kopuk olan siyasîlerin düşmeye mahkûm oldukları bir çukurdur. Milliyetçi güçler kimsenin himayesinde değildir. Yüreklerindeki iman, damarlarındaki kan, muhtaç oldukları kudretin tek kaynağıdır.>>



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 22 Ocak 1969.

İHTİLÂL ÜMİDİ KALMAYINCA…

Bilmem CHP Parti Meclisindeki <<sol>> lar mı, İnönü’nün zivrine girer, yoksa İsmet Paşa mı onları ayartır? Yalnız bildiğim:

Bunlar iftira suyunu hep aynı oluktan akıtırlar. Bulaşık karasını memleketin köklü değerleri, milliyetçi sağ unsurları, Türk ve Müslümanın mukaddesleri üzerine dökerler.

Bu artık, çuvala sokulmayan mızrak gibi açıktır. Bütün bekleyişlere ve ikazlara rağmen asla tarafsız olamamışlardır. Yıllar boyu komünist, anarşist ve kundakçı olduğunu bildikleri çeteleri âdeta koruyanların daha bir ay önce adı <<Komando>> ya çıkarılan milliyetçi gençlere karşı düşmanca öfkeleri, demokrasi tutkunluğu veya dürüstlükle değil, ancak, onları menfi emellerine <<engel>> sayışları ile açıklanabilir.

Nitekim <<komandolar>> meselesinde İsmet Paşa, en az üç ağır beyanat vermiş ve Parti Meclisi, ondan geri kalmamıştır. Son bildiride <<Demokratik rejimi kundaklamak isteyenler>> den şikâyet ediliyor. Ah ne güzel! diyorsunuz. Artık yola gelmiş, hakikati söylemek faziletine ulaşmışlar. Şimdi üniversiteyi basıp, rektörü kovan, İzmir Hisar Camiini bombalayan, SBF yurdunu kızıl karargâha dönüştüren, Komer’in arabasını üniversite ortasında ve dost milletin bayrağını hiç sebepsiz ateşe veren nihayet Tuslog’a kundak dinamiti koyan kriptoları, kızıl gardiyanları ve bu <<militanların>> tohumluk istasyonu olan partiyi yerden yere vuracaklar. İki büyük partinin elbirliği, memlekette anarşiyi durduracak. Milleti canından bezdirdiklerini anladılar…

Lâkin ne gezer!.

Son CHP bildirisinde dahi o, tedhişçiler, Mao ve Stalin miçoları hakkında tek kelime yoktur. Yalnız onların karşısına kendiliğinden çıkan milliyetçi gençler, komünistlere yakışan bir şiddetle ve onların sözlüğündeki kelimelerle yerilmektedir.

<<CHP Parti Meclisi Komandoculuk adı altında yürütülmek istenen yasa dışı ve Faşizm özentisi harekette, bu hareketi övünülecek bir şeymiş gibi benimseyen, siyasal hırslarını tatmin edememiş birkaç maceracıdan çok, doğrudan doğruya hükûmeti sorumlu görmektedir.>>

Burada <<Siyasal hırslarını tatmin edememiş birkaç maceracı>> sözü herkesten önce bazı CHP yürütücülerini tasvir etmektedir. Çünkü aralarında bu milletin kanını bile içseler doymayacak, bizi ihtilâlden ihtilâle sürüklemek için her türlü pazarlığa hazır kimseler vardır. <<Faşizm özentisi>> ne gelince bu, CHP’nin tarihi demektir. Hitler ve Mussolini’yi bütün tavırlar, davranışları hattâ kıyafetleri şapka ve golf pantolonları ile taklit eden <<Şef>> ler, kanunlar, tutumlar, baskılar… <<Bıyık devrimleri, idman mükellefiyeti kanunları>> bu millete onların belâsıdır. Sırça köşkte oturanlar, etrafa taş atmasınlar.

Şimdi biz söylüyoruz:

İster CKMP’ye bağlı olsunlar ister olmasınlar. Hükûmet ister tutsun, ister tutmasın, CHP beğensin, beğenmesin. Komünist sözlüğünde bunlara: <<Faşist, komando, üç hilâlli, Ergenekon yiğitleri veya gerici>> densin… Vatansız çevreler, azınlık ırkçıları ve soysuzlar isterlerse hoşlanmasınlar. Türkiye’de nizamsever, milliyetçi gençler, evet vardır. Bunlar milletin ümididir ve kötülüğe, şer kuvvetlerine bilhassa komünist, anarşist, kundakçı serseriliklere karşı hazır güçlerimizdir. Bunlar her yerde TİP’çi kaba kuvvetlere ve CHP’ci entrikalara karşı çıkacak, demokrasiyi, nizamı, din, dil, şeref gibi manevî unsurlarımızı savunacak, hakiki yüksek tahsil gençleridir ve öz çocuklarımızdır. Şimdiye kadar tek bir tecavüzleri, yıkıcılıkları, bölücülükleri görülmemiştir.

CHP’nin bunlara böyle can düşmanı olması, anlaşılıyor ki Türkiye’de artık meydanı boş bulup, gençliği kışkırtıp <<ihtilâl>> yapma ümidini kaybetmiş olmasından doğmaktadır. Evet her rezil darbe teşebbüsü, karşısında Alp dağları gibi bu Türk yiğitlerini bulacaktır. CHP sahiden nizam ve demokrasi istiyorsa kendi himayesinde sokağa dökülmüş komünist militanları yermelidir… Onları temizleyecek <<rahmet>> gibi olan gençlerimiz de o zaman kendiliğinden çekileceklerdir.



Yeni Gazete, 21 Ocak 1969.

CKMP KOMANDOLARI Y. ERKEK ÖĞRETMEN OKULUNU YİNE BASTI

CKMP’nin komandoları önceki gece Yüksek Öğretmen Okulunu ikinci defa basmış ve burada sol fikirli olarak tanınan öğrencilerin çoğunu döğmüş, 8 -10 kişiyi de yaralamışlardır.

Erkek Öğretmen Okuluna hava karardıktan sonra giden komandolar bir saat içerisinde yurt binaları ve lokale sızmışlar, köşebaşlarını tuttuktan sonra bir bahane ile kavgaya başlayıp, yakalayabildikleri öğrencilere dayak atmışlardır. Komandolar demir çubuklarla öğrencilere hücum etmişlerdir. Kavga sırasında yemekhanenin de camları kırılmıştır.

Komandolar Ahmet Akgün adındaki bir öğrencinin kafasına da yurt binasında bulunan yangın söndürme baltalarından biri ile vurmuşlardır. Ahmet Akgün Numune Hastanesinde tedavi altına alınmıştır. Komandoların vurduğu demir çubuklarla Halil Biga, Tevfik Arsan, İbrahim Karaarslan, Erkan Türker, Salih Çevik, Mehmet Saygılı adındaki öğrenciler de muhtelif yerlerinden yaralanmışlardır.

Komandoların saldırı hareketi sırasında, okul civarında tabanca sesleri duyulduğu söylenmiştir. Komandolar Salih Çelik adındaki bir öğrenciyi de döğmüşlerdir. Salih Çelik bir kolayını bulup komandoların arasından kaçınca arkasından tabanca atıldığını ileri sürmüştür. Olay üzerine Toplum Polisi davet edilmişse de polis, gece saat birde kavga sona erinceye kadar öğrencilere müdahalede bulunmamıştır.



Akşam, 21 Ocak 1969.

KOMANDOLAR GECE OKUL BASTI

<<Ergenekon Aslanları>> önceki gece yeniden Yüksek Öğretmen Okulunu basmışlar, baskın sırasında kız öğrencilerden bir kısmı korkudan bayılmış, bayılanların imdadına yetişen erkek arkadaşları ise Ergenekon Aslanlarını teslim almışlardır. Akşam saat 18.30 da başlayıp, 1.30’a kadar süren çatışmalar sonunda Ergenekon Aslanları dört yaralı vererek kaçmışlardır.

Önceki akşam yemek için kantine giden devrimci bir öğrenci kapıdan girerken kazara bir <<Ergenekoncuya>> çarpmıştır. Ergenekoncu sinirlenip <<Hoşt hayvan, kime çarptığının farkında mısın?>> şeklinde çıkış yapınca devrimci öğrenciden bir güzel dayak yemiştir. Yüzü, gözü kan içinde kalan Ergenekon Aslanı koşarak olay yerinden uzaklaşmış ve arkadaşlarına haber vermiştir.

OKUL BASILIYOR

Daha sonra 300 kadar öğrenci Yüksek Öğretmen Okulunu basmış, öğrenciler E blokuna sığınmıştır. Ellerinde taşlar, çivili sopalar bulunan komandolar Megafonla yaptıkları ilk çağrılarında <<Okul sarılmıştır. Sizi imha edebiliriz. Karşı koymadan teslim olun.>> demişlerdir.

BAYILANLAR AYILANLAR

Bu ikaz üzerine bazı kız öğrenciler korkularından bayılmışlardır. Kızları almaya gelen öğrencileri ise komandolar teslim almışlardır. Bu sırada kaçmak isteyen bir başka öğrencinin <<Ergenekon aslanları>> diye nitelendirilen gençlerin tarafından dövülmesi üzerine meydan kavgası başlamıştır.

<<Tanrı Türkü korusun – Komünistlere ölüm – Milliyetçi Türkiye>> narâlarıyla saldırıya geçen Ergenekon Aslanları dört yaralı vererek geri çekilmişlerdir.

Daha sonra olay yerine gelen toplum polisi olayları yatıştıramamıştır. Kavgalar aralıklara gece yarısına kadar sürmüştür.



Ekspres, 21 Ocak 1969.

Komandolar saldırdı 10 öğrenci yaralandı

CKMP’nin komandoları dün gece Ankara Yüksek Öğretmen Okulunu ikinci defa basmış ve burada sol fikirli olarak tanınan öğrencilerin çoğunu döğmüş, 8 - 10 kişiyi de yaralamışlardır.

Erkek Öğretmen Okuluna hava karardıktan sonra giden komandolar bir saat içersinde yurt binalarına, lokale sızmışlar, köşebaşlarını tuttuktan sonra bir bahane ile kavgaya başlayıp, yakalayabildikleri öğrencilere dayak atmışlar 10 öğrenciyi de yaralamışlardır.

Komandolar Ahmet Akgün adındaki bir öğrencinin kafasına da yurt binasında bulunan yangın söndürme baltalarından biri ile vurmuşlardır.

POLİS GELMEDİ

Komandoların saldırı hareketi sırasında okul civarında tabanca sesleri duyulduğu söylenmiştir. Olay üzerine okula toplum polisi davet edilmişse de polis, gece saat bir de kavga sona erinceye kadar öğrencilere müdahalede bulunmamıştır.



Medeniyet, 21 Ocak 1969.

KOMANDOLAR GENE KAVGA ÇIKARDILAR

Kendilerine <<Ergenekon Aslanları>> süsünü veren CKMP Gençlik Kolları üyesi komandolar saldırılarına bir yenisini daha ekleyerek dün gece Yüksek Öğretmen Okulunu basmışlardır. Olay sırasında saldırıya uğrayan bazı kız öğrenciler bayılmışlar ve imdada yetişen erkek arkadaşları tarafından kurtarılmışlardır.

Dün akşam yemek için kantine giden öğrencilerden biri komando bir Ergenekoncuya çatmıştır. Bunun üzerine çıkan münakaşa kısa zamanda kavgaya dönüşmüş ve küfrettiği öğrenci arkadaşından temiz bir dayak yiyen komando olay yerinden uzaklaşarak dayak yediğini arkadaşlarına haber vermiştir.

OKULU KOMANDOLAR BASIYOR

300 kadar komando çivili sopalar, demir çubuklarla, Yüksek Öğretmen Okulunu basmışlardır. …



Yeni Gazete, 22 Ocak 1969.

KOMANDOLAR ÖĞRETMEN OKULUNU ÜÇÜNCÜ DEFA BASTILAR

CKMP’nin komandoları, Öğrenci Cemiyeti Kongresindeki yenilgiden bu yana Erkek Yüksek Öğretmen Okulunu dün üçüncü defa basmışlardır. Başlarında kalpaklar olduğu halde Erkek Yüksek Öğretmen Okulunu basan komandolar, öğrencilerin direnme hareketi karşısında okul çevresinde fazla tutunamamışlardır.

Sopa ve taşlarla birbirlerine giren öğrenciler bir süre fasılalarla mücadele etmişlerdir. Kavga, Öğretmen Okulu lokalinin kapısında başlamıştır. Komandolar, Öğretmen Okulu lokalinin kapısını tutup içerdeki öğrencilere, <<Hepiniz Bozkurt olacaksınız. Bozkurtu kabul etmeyen var mı?>> diye bağırmışlardır.

Kavga, bu söz üzerine başlamış, içerdeki öğrenciler ellerinde demir çubuk ve sopalar bulunan komandoların hücumuna uğramışlardır. Lokaldeki baskın haberini alan diğer öğrenciler, derslerden çıkarak arkadaşlarının yardımına yetişmişler, böylece Öğretmen Okulu bahçesinde büyük bir mücadele cereyan etmiştir.

Kavga sırasında komandoların zaman zaman tabanca çekerek havaya ateş ettikleri bildirilmiştir. Ancak Öğretmen Okulu öğrencilerinin de kısa zamanda sopalarla teçhiz edilmeleri üzerine komandolar Öğretmen Okulundan çekilip İlâhiyat Fakültesine sığınmışlardır. Komandolar, fakültede toplandıktan sonra CKMP Genel Merkezi ile temasa edip yardım istemişler, bunun üzerine İlâhiyat Fakültesine pardesülerinin altında silaha benzer cisimler bulunan bir takım kişiler gelmişlerdir.

Olaydan haberdar edilen Toplum Polisi de Öğretmen Okulu önüne gelmiş, ancak müdahalede bulunamamıştır. Toplum Polisine mensup ekipler 10 kadar büyük kamyon içerisinde ve İlâhiyat Fakültesi civarında tedbirler almışlardır.

Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Örgütü de bir bildiri yayınlamış, okuldaki olayların öğrenciler arasında çıkan hâdiselerden olmadığını ileri sürmüş, <<Olaylar faşist partiler tarafından organize edilmiş ve okulumuz sık sık saldırılara mâruz bırakılmıştır.>> denilmiş, hükûmetin bu saldırılara seyirci kaldığı ileri sürülmüştür.



Cumhuriyet, 22 Ocak 1969.

ÖĞRETMEN OKULU ÖĞRENCİLERİ BİRBİRLERİNE SALDIRDI

Olay çıkaranların, yine CKMP’li “Komandolar” olduğu bildiriliyor

Yüksek Öğretmen Okulunda dün yeniden hâdiseler olmuş, iki grup öğrenci arasındaki çatışmayı önlemek için Toplum Polisi okula girmek zorunda kalmıştır.

Olay saat 11’de, Necmettin Başaran adındaki bir öğrencinin karşı gruptan 2 öğrenciyi tabancayla tehdit etmesi üzerine başlamıştır. Durumu gören diğer diğer grup öğrenciler Başaran’ın üzerine yürüyerek okul dışına kadar kovalamış, ancak iddiaya göre Necmettin Başaran kaçarken geriye dönerek ateş etmiştir.

Kavga, bundan sonra daha da büyümüş, Başaran’ın arkadaşları okula gelerek Başaran’ı döven ve kovalayan öğrencilere taş ve sopalarla saldırmışlardır. Bu sırada durumdan haberdar edilen toplum polisi, okula gelmiş ve her iki taraftan da bazı öğrencileri yakalayarak otomobillerle karakola götürmek istemiştir. Ancak öğrenciler yerlere oturarak otomobillerin geçmesini önlemiş ve yakalanan arkadaşlarını serbest bıraktırmışlardır.

KOMANDOLAR

Öğleden sonra da öğrenciler arasındaki gerginlik yatışmamış ve iki grup, zaman zaman birlerini taşlamıştır. Saldırıya geçen gruptaki öğrencilerden bir kısmının <<Komandolar>> oldukları ileri sürülmüştür. Ayrıca, saldıran gençlerin, İlâhiyat Fakültesinde toplanarak, burada harekete geçtikleri de iddia edilmektedir.

Nitekim İlâhiyat Fakültesi Dekanı Hamdi Ragıp Atademir, fakültede toplanan Komandoları birkaç kez, binayı terke dâvet etmiştir. Ancak Komandolar, her defasında Dekana, biraz sonra fakülteden ayrılacaklarını bildirmişlerdir.

ÖĞRENCİ ÖRGÜTÜNÜN BİLDİRİSİ

Olayların yatışmasından sonra bir bildiri yayınlayan Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Örgütü Başkanı Emrullah Karekök, iktidarın ve polisin tutumunu yermiş, özellikle polisi suçlamıştır. Bildiride, özetle şöyle denilmektedir.

<<Kamu oyunun şunu bilmesini isteriz ki, okulumuzdaki olaylar, okul öğrencileri arasında bir çatışma olmaktan çıkmıştır. Olaylar, faşist partiler tarafından organize edilmiş ve okulumuz sık sık saldırılara maruz bırakılmıştır. Bütün bu saldırılar karşısında hükûmetin tutumu, sadece komandolara müsamaha etmek olmuştur.



Yeni Gün, 22 Ocak 1969.

KOMANDO İKİ BASKIN DAHA YAPTI

Yüksek Öğretmen Okulunda, dün de Komandolar yeni bir baskın yapmışlar, İlâhiyat Fakültesinde karargâh kuran Komandolar taş ve sopa ile iki kere okula baskın yapmışlardır. Polisin ifadesine göre, 13, savcının ifadesine göre 5 öğrenci kavga, hakaret suçlarından mahkemeye verilmişlerdir.

İLK SALDIRI

Önceki gece okulda meydana gelen kavga olayının intikamını almak isteyen aynı okulun sağcı öğrencilerin de bir kaçı Komandolardan toplayabildikleri 50 kişi ile birlikte dün saat 13 de okulun önüne gelmişlerdir. Bu arada yemek yiyen okul öğrenciler, <<Allah Allah>> diye bağırarak Komandoların okula girip üzerlerine saldırdıklarını görmüşler ve derhal harekete geçmişlerdir. Okul öğrencileri taş, sopa ile saldıran Komandoları dövüp püskürterek okul dışına sürmüşlerdir. Bu arada Necmettin Başaran adındaki Komandoları çağıran öğrencinin tabanca çekip bir el ateş ederek <<Burada ancak Alpagolar, Bozkurtlar yaşar, bizim yolumuzda olmayanlara ölüm>> diye bağırdığı duyulmuştur. Bu arada Okul Müdürü polis çağırmışsa da, toplum polisi yarım saat sonra gelmiş ve okulu kontrol altına almıştır. Komandolar ise püskürtülmeden sonra karşı taraftaki İlâhiyat Fakültesi binasına çekilmişler ve karargâh kurmuşlardır. Saldırgan komandolara hiç bir şey yapmıyan toplum polisi saldırıya uğrayan öğrencilerden 30 kadarını yakalıyarak götürmek istemişe de bir grup öğrenci polis otolarının önüne yatarak arkadaşlarının götürülmelerini önlemişlerdir.

İKİNCİ SALDIRI

Saat 18 sıralarında Komandolarla İlâhiyat Fakültesi öğrencileri demir çubuklar, sopalar, taşlarla ikinci bir saldırıya geçmişler Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri de buna karşı koyarak kıyasıya bir meydan dövüşüne girmişlerdir. Saldırgan grubun kendilerine göre yaptıkları taş fırlatan sapanlar kullandıkları görülmüş <<Allah Allah>> diye bağırdıkları duyulmuştur. Bu saldırılarında da bozguna uğrayan Komandolar tekrar İlâhiyat Fakültesine çekilmişler, bu arada Fen Fakültesi öğrencileri de, Öğretmen Okulu öğrencilerinin yardımına koşmuşlardır. Okul Müdürü tekrar polis çağırmış, toplum polisi yine gecikerek gelmiştir. Toplum polisi İlâhiyat Fakültesinde bulunan saldırgan gruba hiç bir şey yapmamıştır. Ancak, polisin ifadesine göre, 18, Savcılığa göre 5 öğrenci yakalanarak mahkemeye verilmiştir.

Bu arada okul yöneticileri komandolara yardım edebilecek öğrencileri 3 bloka hapsetmiştir.



Medeniyet, 22 Ocak 1969.

KOMANDOLAR BİR OKULA DAHA SALDIRDILAR

Yüksek Öğretmen Okulunda önceki gece başlıyan hadiseler dün de devam etmiş ve İlâhiyat Fakültesinde karargâh kuran komandolar taş ve sopalarla okula iki kere baskın yapmışlardır.

* Ellerindeki çivili sopalar ve kendi yaptıkları sapanlarla hücuma geçen komandolar Devrimci öğrenciler tarafından püskürtülmüşlerdir. Yukarıda dün Öğretmen Okulunda meydana gelen olaylarda okula saldıran komandolar ve sopaları görülüyor.

Olay sırasında yakalanan beş öğrenci ilk sorgularını müteakip kefaletle serbest bırakılmışlardır.

Yakalanan öğrencilerin yanı sıra olay sırasında polis tarafından 8 ustura, bir kürek, 2 kazma ve bir sürü sandalya bacağı ele geçirilmiştir.



Yeni Gün, 22 Ocak 1969.

CKMP, CHP’Yİ AĞIR ŞEKİLDE İTHAM ETT

CKMP Genel Başkanlık Divanının dün yapılan toplantısı sonunda yayınlanan bildiride, CHP için <<eski faşistler>> deyimi kullanılmıştır.



Yeni İstanbul, 23 Ocak 1969.

100 komando Yüksek Öğretmen Okulu’nu bastı



Yeni Gazete, Günaydın, 23 Ocak 1969.

KOMANDOLAR SBF VE HUKUK YURDUNU BASTI

Erkek Yüksek Öğretmen Okulunda cereyan eden öğrenci hareketlerine Millî Eğitim Bakanı İlhami Ertem el koymuş, Öğretmen Okulları Genel Müdürü Tarık Asal’ı tahkikatla görevlendirmiştir.

Genel Müdür Tarık Asal, dün öğle üzeri Erkek Yüksek Öğretmen Okuluna gitmiş, çatışan öğrenci gruplarının temsilcileriyle önce ayrı ayrı, sonra topluca konuşmuştur. Tarık Asal, bazı öğrencileri de olaylarla ilgili olarak sorguya çekmiştir. Genel Müdür, öğrenci temsilcileriyle yaptığı görüşmede, okulda yeniden çatışma istemediğini bildirmiş, herhangi bir olay çıkması halinde sert tedbirlere başvurulacağını, “Gerekirse okulun kapatılacağını” söylemiştir.

OKUL GEREKİRSE KAPATILACAK

Tarık Asal, okul içinde hadise çıkarıp olaylara sebep olacak öğrencilerin de cezalandırılacağını, gerekirse öğrencilikle ilişiğinin kesilebileceğini bildirmiştir.

Erkek Yüksek Öğretmen Okulu Müdürü Yunus Murat da, bundan böyle çatışmaları önlemek için toplum polisinden yardım alınacağını belirtmiş, <<Alacağımız tedbirler kâfi gelmezse okulu kapatma yoluna da gidebiliriz.>> demiştir.

İŞGALLERE DEVAM

Önceki günkü olaylar sırasında döğülen ve İlahiyat Fakültesine sığınan komandolarla milliyetçi gençler dün sabaha karşı saat 03.00 sıralarında toplum polisinin nezaretinde, yeniden Yüksek Öğretmen Okuluna alınmışlardır. Bu öğrenciler, kendilerini okula sokmayan diğer gurup mensuplarına polisin yanında hadise çıkartmamaya söz vermişlerdir. Ancak, bundan sonra içeriye alınan milliyetçi gençler kendilerini tecavüzden korumak için F ve C yurt bloklarını işgal etmişler, burada bulunan ve kendilerine karşı gurupla birlikte çalışan diğer öğrencileri döğmüşlerdir.

Milliyetçi gençler, F ve C yurt bloklarına giriş çıkışı kontrol altına almışlar ve dün de içeriye kendilerinden olmayanları bırakmamışlardır.

MÜLKİYEYE BASKIN

İlâhiyat Fakültesinde toplandıktan sonra polisin aracılığı ile arkadaşlarının bir kısmını Erkek Yüksek Öğretmen Okuluna sokan komandolar, buradan Bozkurt marşları söyleyerek Siyasal Bilgiler Fakültesine gitmişler, taşlarla yurdun bâzı camlarını indirmişler, yakalayabildikleri öğrencileri döğmüşlerdir. Komandolar, bu olayı takiben de Hukuk Fakültesi yurdunu basıp camlarını kırmışlardır.

Komandoların gece yarısından sonraki bu baskınlarını, Toplum Polisi de yakından tâkip etmiş, öğrenciler arasında büyük bir çatışma olmaması için tertibat almıştır. Gece yarısından sonra arka arkaya yapılan bu iki baskın ile birlikte, hem Siyasal Bilgiler Fakültesinde, hem de Hukuk Fakültesinde hava gerginleşmiştir.



Hür Anadolu, 23 Ocak 1969.

KOMANDOLAR YİNE SİYASAL’I TAŞLADI



Yeni Gazete, 23 Ocak 1969.

TÜRKEŞ’İN ÖZEL KALEM MÜDÜRÜ AÇIKLAMA YAPTI
CKMP’DE ÜMMETÇİLER İLE IRKÇILAR SAVAŞIYOR

KAPLAN KOMANDO KURSU YÜZÜNDEN İSTİFA ETMİŞ

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinden istifa eden Teşkilât, Seçim Komiteleri Başkanı ve Alparslan Türkeş’in Özel Kalem Müdürü Fikret Turhaner dün kendisiyle görüşe bir arkadaşımıza <<Ankara, İstanbul ve İzmir’de kurulan komando kursları CKMP Genel İdare Kurul üyelerinden Milletvekili Rifat Baykal, eski Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer ve Genel İdare Kurulu üyelerinden Kemal Cabioğlu tarafından yönetiliyordu. CKMP Genel İdare Kurulu üyeleri ile bazı zenginler de bu komando kurslarının kurulması ve devam etmesi için maddî yardım yapıyorlardı.>> demiştir.

KOMANDO KURSLARI

Fikret Turhaner, komando kurslarının başlangıçta CKMP Genel İdare Kurulunun bir kararı olmaksızın sadece CKMP Gençlik Kollarının istekleriyle kurulduğunu belirterek şöyle devam etmiştir:

<<Gençlik kollarının İstanbul’da kurduğu komando kursunu emekli jandarma albayı Reşat Köknar, Ankara’dakini CKMP eski Genel Başkan Yardımcısı 14’lerden Dündar Taşer, İzmir’dekini ise Mardin Milletvekili Rifat Baykal yönetmiştir. Kurslar başladıktan sonra CKMP Genel İdare Kurulundan kurslara maddî yardımlar sağlanmıştır. Bunların dışında piyasadan da bu kurslara maddî yardım yapanlar, bağışta bulunanlar olmuştur. Bilhassa tanınmış zenginlerden bazıları büyük yardımlarda bulunmuştur.>>

MUSTAFA KAPLAN İSTİFA EDİYOR

Komando kurslarının üç şehirde kurulması üzerine CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kaplan partinin, Siyasî Partiler Kanununa aykırı bir davranış içerisinde kaldığını belirtmiş ve partinin çok sağa kaydığını, bu komando kurslarının ilerde partinin başına büyük belâlar açacağını ileri sürerek parti genel sekreterliğinden istifa etmiştir. O zaman yapılan açıklamada Mustafa Kaplan’ın istifa sebebi belirtilmemişti. Mustafa Kaplan Genel Başkan Alparslan Türkeş’e aşırı bir şekilde sağa kaydığını ve sağdan gelen tekliflere büyük tavizler verdiğini ileri sürmüştü. Mustafa Kaplan dışında 28 kişilik Genel İdare Kurulu üyeleri arasında da Türkeş’e muhalif olanlar çoktur. Bunlar zaman zaman Genel Başkana karşı cephe almışlardır.

TÜRKEŞ PARTİ TÜZÜĞÜNÜ ÇİĞNİYOR

CKMP’den istifa eden Fikret Turhaner Genel Başkan Türkeş’in parti tüzüğünü sık sık çiğnediğini ileri sürmüş ve şöyle devam etmiştir:

<<CKMP tüzüğünde partinin fikri ve ana meselelerini kapsayan bir <<9 Işık>> doktrinini ortaya atmıştır. Bu Türkeş’in şahsî fikirleridir, partinin fikri değildir. Türkeş ayrıca teşkilâta karşı ceberrut bir tutum içerisindedir. Ufak bir dedikodu veya her hangi bir beğenmediği davranış üzerine il teşkilâtlarını bir emirle derhal feshetmekte ve yerine kendi fikrinde olan adamları tayin etmektedir.

Ayrıca son olaylarda verdiği demeçte de parti yetkililerinin fikirlerini almamıştır. Kendi başına demeçler vermiştir. Bu davranışı Mustafa Kaplan ve Dündar Taşer tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmıştır.>>

CKMP’DE İKİ AYRI HİZİP VAR

Fikret Turhaner daha sonra 8 Ocakta yapılması gereken CKMP kongresinin Türkeş tarafından kasten bir ay geri atıldığını ve geri atılma sebeplerini şöyle açıklamıştır:

<<CKMP’de iki ayrı hizip vardır. Bunlardan birincisi Türkeş’in başkanlığında yürütülen grup, diğeri Mehmet Altınsoy, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti ve Muzaffer Özdağ’ın birleşmesiyle meydana gelen gruptur.

Türkeş grubu milliyetçi toplumcu gruptur, memleketin iktisadî güçlerinin gayri müslimler elinden alınmasına çabalamaktadırlar. Millî prensiplerle mücehhez bir toplumcu ekonomiyi savunurlar.

Mehmet Altınsoy grubu ise islâm faziletine ve milliyetçiliğe dayanmaktadır. İslam örf ve adetlerini toplumda belirli prensipler halinde uygulama gayreti içerisindedirler.

Milliyetçilik bakımından iki grup arasında fark vardır. Birinciler milliyetçiliği <<Türk devleti içerisinde Türk’üm diyen herkesi Türk>> olarak kabul ederken, Mehmet Altınsoy grubu ise <<İslâmın örf ve âdetlerine bağlı ve İslâm ümmetinden olan Türklerin Türk kabul edileceğini>> ileri sürmektedirler.

Mehmet Altınsoy’un Ocakta yapılacak CKMP Kongresinde Türkeş’e karşı Genel Başkanlığa adaylığını koyacağını açıklaması üzerine Türkeş gençlerin de kongrede kendisine destek olacağını düşünerek sömestre tatiline rastlayan 8 Şubatta kongrenin yapılmasını kararlaştırmıştır.>>

Fikret Turhaner daha sonra İç Anadolu teşkilâtının, mukaddesatçıların M. Altınsoy’u destekleyeceklerini ifade ederek <<Türkeş’in bütün gücü gençlerdir>> demiştir.

MİLLÎ HAREKET PARTİSİ

CKMP’den istifa eden Teşkilât Başkanı Fikret Turhaner, parti için amblem üzerinde de çalışmalar yapıldığını belirterek konuşmasına şöyle devam etmiştir:

<<Amblem için iki teklif vardı. Bunlardan birisi gençlik kolları tarafından teklif edilen ve Gamalı Haç’a benzeyen üç hilâldir. Diğeri Genel Başkan Alparslan Türkeş tarafından teklif edilen Bozkurt’tur. Gençlik kollarının teklif ettiği Gamalı Haç’a benzeyen üç hilâlin kongrede parti amblemi olarak kabul edilmesi beklenmektedir.>>



Cumhuriyet, 23 Ocak 1969.

TURANER’İN CKMP KONUSUNDAKİ İDDİALARINI SAVCILIK İHBAR KABUL ETTİ

CKMP’den istifa eden Türkeş’in eski Özel Kalem Müdürü Fikret Turaner’in istifa gerekçesi olarak komandolar ve partinin hukukî varlığından uzaklaştığı yolunda ileri sürdüğü iddiaları Savcılık ihbar telâkki etmiş ve soruşturma açmıştır. Turaner, bilgisine başvurulmak üzere dün Savcılığa çağrılmıştır.

Öte yandan Savcılığın CKMP <<Komando kampları>> ve bunların çeşitli eylemleriyle ilgili olarak açtığı soruşturma devam etmektedir. Soruşturmayı yürüten görevli Savcı Yardımcısı, dosyanın yakında tamamlanacağını söylemiştir. Soruşturmanın sonunda Savcılık dosyayı ya bizzat kendisi değerlendirecek veya Başsavcılığa gönderecektir.


CKMP AÇIKLAMA YAPTI

Fikret Turaner’in istifasıyla ilgili olarak dün bir açıklama yapan Genel Sekreter M. Kemâl Erkovan, Turaner’in yeni istifa etmediğini, <<Partiye zararlı olduğu>> için 2 ay önce görevinden uzaklaştırıldığını ifade etmiştir.



Cumhuriyet, Ecvet Güresin, 24 Ocak 1969.

KOMANDOLARA YARDIM

CKMP’nin partiden istifa eden eski Özel Kalem Müdürü önemli açıklamalar yapıyor. Açıklamalara göre, bir taraftan komandolar faaliyetleri sürdürülürken öte taraftan partide iki hizip çarpışmaktadır. Hiziplerden biri Türkeş’le arkadaşlarıdır ki, milliyetçi – toplumculuğu savunmaktadırlar. Karşısındakiler ise Mehmet Altınsoy’un yönettiği ümmetçi - türkçü gruptur.

Aslına bakılırsa Sayın Türkeş’in hizbi Anadoluculukla ırkçılık arasında bocalayan ve kısmen Ziya Gökalp’in fikirlerini benimseyen romantik bir milliyetçiliğin peşindedir. Ayrıca <<9 Işık>> adı verilen ilkelerde Türkeş’in, teknokrasi ile beraber <<zaman kaybettirici>> çok partili düzene karşı olduğu da anlaşılıyor. Karşı grupun bir ucu açıkça şeriatçılığa dayanmakta, bir ucu ise büyük kitleyi çekecek İslâm ümmetçiliğini savunmaktadır. Bu grupa göre sadece gençlik hareketlerinin bir partiyi iktidara getirebilmesine imkân yoktur. Büyük kitleye dönük bir politikanın izlenmesi AP’nin ümmetçi kanadını CKMP’ye çekebilir ve parti 1969 seçimlerinde yalnız grup kurmakla kalmaz, aynı zamanda oy’unun azalması muhtemel AP ile bir koalisyona gidebilecek kadar da kuvvetlidir.

Hamamda şarkı söyleme misali devam eden bu hizip çatışmaları ve partiye yön verme çabaları arasında yine Fikret Turaner’in ilgi çekici bir açıklaması daha, CKMP komandolarına gerek parti genel merkezi tarafından, gerekse <<zenginlerimiz>> tarafından ve piyasadan yardım yapılmış olmasıdır. Turaner’in sözünü ettiği zenginler kimlerdir ve piyasadan nasıl para toplanmaktadır, bilmiyoruz. Ancak eski Genel Sekreter, isimlerini söylememekle beraber, bu açıklamasiyle bir önemli konuyu kamu oyunun önüne de getirmiş bulunmaktadır. Konu şudur:

Bazı işadamları, Turaner’in deyimiyle, <<tanınmış zenginler>> sadece komandoları desteklemek amacıyla kesenin ağzını açmışlardır. Pekiy, desteklemenin amacı nedir? Gençlerimizin açık havada spor yapmalarını, dinlenmelerini sağlamak, onları kahvelerin dumanlı havasından kurtarıp gürbüz delikanlılar haline getirmek mi? Yoksa kendilerini tehlikelerden koruyacak, karşı akımları sindirecek S.A.’lar ya da Fasci’ler hazırlamak mı?

Tanınmış zenginlerin, gençlerimiz açık havada jimnastik yapsınlar diye kesenin ağzını açabileceklerini ve bu işe <<büyük yardım>> da bulunacaklarını düşünmek pek kolay değil. Zira doğrudan doğruya gençleri eğitmek için bile yapılan yardım taleplerini nasıl reddettikleri bilinmektedir. O halde nedir amaç?. Hiç şüphe etmiyoruz bir tek amacı var bu hâmiyetperverliğin; önce meselâ fikir klüplerine karşı, meselâ üniversite boykotunda yönetimi ellerine geçirenlere karşı askerî eğitim görmüş bir gençlik birliği yaratmak, sonra da bu birliği, savunmadan çok saldırtıcı, sindirtici bir baskı kuvveti haline getirmek.

Yüksek öğrenim gençliği birbiriyle vuruşmağa başlıyacakmış, bu vuruşma Türkiye’de huzursuzluk yaratacakmış, umurlarında değildir onların.. Aksine, dört bir yandan <<faşizm geliyor, komünizm geliyor>>, <<anarşiye gidiyoruz>> çığlıkları hâmiyetperverlerimizin hesaplarına, çıkarlarına da uygundur. İsterler ki koparılan çığlıklar, özgürlüğü kısıcı kanunlara gerekçe hazırlasın, ve bir süre daha kârlarına kesat gelmesin.

Gerçekten bu çığlıklar, vuruşmalar kanunlara dayanarak olabilir. İyi saatte olsunların zoruyla da özgürlükler kısılıp, keseler rahat rahat doldurulabilir. Ne var ki, rahatlık dönemi 1969’ların, 1970’lerin Türkiyesinde göz açıp kapayıncaya kadar sona erecek, arkadan gelecek fırtınayı ise ne Ergenekon aslanları, ne de dikensiz gül bahçesi isteyenler durduramıyacaklardır.

Yardımsever vatandaşlarımız günlük çıkarlarını en ince teferruatına kadar hesaplıyorlar da, nedense azıcık uzağı göremiyorlar.



Yeni Gazete, Hikmet Bil, 24 Ocak 1969.

KOMANDO!

Komando nedir?

Askerlikte onların ne olduklarını herkes bilir. Ya sivil hayatta komandolar ne yaparlar? Yahut neyi yapmayı tasarlamaktadırlar?

Ben söyliyeyim:

<<- Fırsatın ele geçtiğini sandıkları anda bunlar, özgürlük adına (!) göz kırpmadan adam öldüreceklerdir. Baskınlar yapacak, moral bozacaklardır.>>

Şimdi bir an için de gözlerinizin önüne Çekoslovak halkını getiriniz. Onlar özgürlükten tamamen yoksundurlar. Memleketleri Sovyetlerin askerî işgali altındadır. Onlar özgürlüklerine tekrar kavuşmak için ne yapıyorlar? Bizim memleketimizde bir takım <<Komando>>lar adam öldürmeğe hazırlanırken, onlar, birer birer kendilerini yakıyorlar, yani ölüyorlar. Niçin ölüyorlar, elbette biliyorsunuz… Rus komandoları onların ellerinden özgürlüklerini aldıkları için! Rus komandoları onları öldürmeden önce daha atik, daha asil, daha şerefli davranmış olmak için.

Demek ki <<Komando>> özgürlük olan yerde de var, olmayan yerde de… Ancak aradaki tek benzerlik komandoların adam öldürme hevesleri… Birinde özgürlüğün suiistimali komandoyu ortaya çıkarıyor; ötekinde ise özgürlüksüzlüğün karşısına gene bu komando çıkıyor.

Kısaca her iki halde de çirkin ve uygarlık dışı bir şey bu!

<<- Peki öyle olduğu halde nasıl onların kendilerine öz asker yürüyüşleriyle caddelerimizde trafiği durdurarak uluorta dolaşmalarına hâlâ göz yumuyoruz? İşte anlaşılması güç tarafımız bu!>>



Cumhuriyet, Prof. Dr. Nermin Abadan, 24 Ocak 1969.

KOMANDOLAR TÜRKİYE’Yİ NEREYE SÜRÜKLÜYORLAR?

Genel seçimlerin yapılacağı 1969 yılının ilk ayı, bir süredir Türk halk oyunun ilgi alanından uzakta oluşan örgütleşmiş Anayasa dışı davranışlarını su yüzüne çıkartmış, dolayısiyle ülkemizin siyasal kutuplaşmasına yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu siyasal kutuplaşma Türk siyasî partiler kanunu tarafından kesinlikle yasak edilen milislerin (Md. 107) eylem alanına geçmesini de beraberinde getirdiği için, siyasî hayatımızda üzerinde önemle durulmasını gerektiren yeni bir safhayı açmış bulunmaktadır.

Terör havası

Yüksek öğrenci grupları içinde fikir tartışmaları son zamanlarda dozu gittikçe artan ölçüde şiddete dönüşmektedir. Demokratik özgürlüklere bağlı, sorumlu kuruluş ve organlarca hoş görülmesi ve desteklenmesi imkânsız olan bu kanun dışı davranışların yanıbaşında, bir kısım siyasî organların ve gençlik temsilcilerinin, -hareketlerinin gayri meşru ve suç teşkil eden yönünü hesaba katmaksızın- pervasızca ve âlenen bu gösterileri devam ettireceklerini ilân etmeleri (1), Türk siyasal hayatının önümüzdeki aylarda daha da yoğun bir tedhiş (terör) havası içine bürünme istidadını göstermektedir. Nitekim CKMP nin lideri Alparslan Türkeş, Türkiyenin en yüksek tirajlı gazetesine verdiği demeçte aynen şöyle demektedir: <<Komandoları destekliyorum, çünkü onları biz kurduk ve eğittik, bu yaz her ilde yeni komando birlikleri kurup yetiştireceğiz. Biz bunlarla komünistlerin sokak hareketlerinde, üniversite ve hareketlerinde bir baraj kuruyoruz.>> (2). Aynı parti liderinin bu demeçten iki gün sonra, ilk sözleriyle çelişen ikinci bir demeç vermesi, adı geçen kuruluşların sadece gençlerin serbest zamanını doldurmak üzere çalışmalarını beyan etmesi, üç hilâlli amblemi ve kalpaklı başlıkları ile <<Ergenekon arslan>> ları olarak kendilerini adlandıran bini aşkın, kararlı ve Dokuz Işık adlı doktrini benimsemiş bir vurucu gücü elbette bir çırpıda siyaset sahnemizden uzaklaştırmıyacaktır. Bu sebeple olaylar bir kısım düşünürleri ister istemez şu kıyasa doğru itmektedir: Acaba Birinci Dünya Savaşını takiben Almanyada Weimar rejimi adı altında iflâs eden demokratik bir sistem, Türkiyenin siyaset sahnesine benzer sonuçlarla çıkarılmakta mıdır? Başka bir deyimle Türkiye, yakın bir gelecekte faşist bir diktaya kayma tehlikesi ile karşı karşıya mıdır? Bu soruyu aktüel kılan başlıca faktör, gerek Hitler öncesi Almanyada, gerekse günümüz Türkiyesinde saldırgan bir milliyetçilik anlayışını temel felsefe olarak benimseyen bir siyasî partinin siyasal hayatta etkin olması, örgüt kurması, gençleri eğitime tâbi tutması ve Anayasaya açıkça aykırı olan bu eylemlerle siyasal sonuçlara ulaşmak istemesidir.

Bir kıyaslama

Weimar Almanyası ile 1969 Türkiyesi kıyaslanınca, bunların toplumsal yapıları çok farklı olmakla beraber, her ikisinde yaklaşık bazı sosyo – ekonomik koşulların varlığını tesbit etmek mümkündür. Benzerlikler şu noktalarda toplanmaktadır: Halk oyunda belirli konularda tartışma konusu olan bir anayasal düzen, kamu kuruluşlarının görevsel işleyişinde zaaf belirtileri, çok yaygın bir işsizlik, çapı farklı olmakla beraber geçim bunalımı sebebiyle tedirgin bulunan bir orta sınıf, fiilî olarak anayasa sistemi aleyhtarlığı yapan partilerin varlığı, ideolojik çatışmaların sokağa dökülmesi, tansiyonu çok yüksek bir siyasal iklim, özel eğitim görmüş milislerin çarpışması.

Bu ortak özellikler içinde Weimar Almanyasının çökmesi ve Nazi partisini seçimlerde, yani kanunî yollarda halk desteğini kazanmasına öncülük eden milis örgütleri üzerinde ayrıntılı olarak durmaya değer bir konudur. Gerçekten de 1920 de Hitler’le birlikte yedi kurucudan müteşekkil adı sanı belli olmayan milliyetçi – nasyonalist bir işçi partisinin (NSDAP), on dört yılda 14 milyonluk bir seçmen kitlesine ulaşmasında en büyük rolü bir kısım gençlerle ordudan çeşitli sebeplerle ayrılmış olan eski subayları ve sabıkalıları çatısı altında barındıran SA, daha sonraları ise SS, yani Nazi komando ve özel muhafız kıtaları oynamıştır.

<<Sturm Abtellung>> yani hücum kıtalarının kısaltılmış harfleri ile anılan bu milisin kuruluşunda esas amaç, psişik zorlama olduğu kadar fizikî cebir, askerî vurucu güç ve tedhişi birleştirmek suretiyle halkın karşısına totaliter bir şiddet ve zorlama örgütü olarak çıkmaktı.

Gelişme

Nazi partisi 1919/20 kuruluş yıllarında iki kaynaktan yararlanarak büyüme yolunu bulmuştu. Hitler’in olağanüstü tahrik edici, demagojik konuşmaları ile terör ve fizikî cebir. Hitler, biyografisini kaleme alan A. Bullock’a göre, çok erken bir sırada terör ve cebrin kendisine özgü bir propaganda değeri taşıdığını ve fizikî güç gösterilerinin kişileri ürküttüğü ölçüde, çekmekte olduğunu da keşfetmekte gecikmemiştir (3). Hitler’in ifadesine göre <<Nasıl ki cesur bir erkek, bir korkaktan daha kolaylıkla kadınların gönlünü fethedebiliyorsa, kahramanca bir hareket de halkı öylesine süratle büyülemektedir!>> Hitler <<halk>> terimine aslında <<basın>> kavramını da dahil etmişti. Nitekim bütün siyasî hasımlarının toplantılarına giden Nazi partisi milisinin başlıca görevi ya kendilerini salondan attırmak ya da hasımlarına dayak atmaktı. Böylece ilk başta küçük olan parti toplantı ve gösterilerine ait haberler, en kurnaz bir reklâmın yapamıyacağı şekilde, hep gazetelerin manşetlerine geçiyor, dolayısiyle partiyi tanıtmak için çok yararlı bir yol oluyordu.

Düzen gücü

Temmuz 1921 de Nazi partisinin başkanlığına geçmeye muvaffak olan Hitler, <<Jimnastik ve spor>> kolu adı altında yardımcısı Hans Ullrich Klintsch’in başkanlığında yeni bir <<düzen gücü>> nün eğitimine geçmişti. Bu gençlik grupuna <<En iyi savunmanın hücum olduğunu ve bu kıtanın şöhretinin tartışma ve ikna yeteneği yerine sonuna kadar kararlı bir mücadele ekipi olduğu>> görüşü telkin ediliyordu. Bu eğitimin başarılı sonucu 4 Kasım 1921 de cereyan eden salon kavgasında görüldü, bu kavgada 46 SA üyesi, etrafa dehşet saçmak suretiyle 700 – 800 kişilik bir solcu toplantıyı dağıtmaya muvaffak olmuştu. 1942 yılında karargâhında bu kuruluş yıllarının anılarını nakleden Hitler’e göre başarısının sırrı şu yöntemde saklı idi: <<Biz bütün siyasî hasımlarımızın toplantılarını, üyelerimizi salona koruyucu eleman olarak sokmak, sonra ilk fırsatta bir dövüş çıkartmak ve meydanı bir savaş sahnesine çevirmek suretiyle dağıtmıştık.>> Bu yöntemlerin başarı derecesi 1930 da 12 milletvekiline sahip Nazi partisinin aynı yıl yapılan seçimde SA’nın gayretiyle bu sayının bir çırpıda 107 sandalyeye çıkartılmasında açıkça görülmüştür.

Başlangıçta Hitler gerçekten SA’yı askerî amaçlar uğruna değil, aksine bir bakıma B. Amerikadaki baskıcı sendika ve seçim kliklerine benzer şekilde, demagoji yolu ile bir nevi tahrik ve sindirme örgütü olarak kullanmak istemiştir. Bu örgütün başlıca özelliği gizli yerine âlenî şekilde iş görmesi ve şiddetle birlikte hileye öncelik tanımasıdır. Şu kadar ki başlangıçta <<gençlere serbest zamanlarında milliyetçi ülküler telkin etmek ve onları ayrıca beden eğitimi alanında meşgul etmek>> üzere kurulan bu örgüt, daha 1921 yılının sonuna doğru artan ölçüde askerî bir hiyerarşik düzene dönüşmüş, üyelerine üniformalar giydirmeye, kol pazubendi taktırmaya başlamıştır. Zaman geçtikçe hücum kıtalarının eylem programı iyice belirmişti: Tek bir günü olaysız geçirmemek, her vesile ile solcuların toplantılarını basmak, tahrik yolu ile <<salon savaşları>> yaratmak, sokaklarda disiplinli gruplar halinde yürüyüşler yapmak, sivil halka disiplin yolu ile etki yapmak, sırasında Yahudi mağazalarına hücum edip mallarını tahrip etmek ya da yakaladıkları Yahudileri âlenen dövmek. Bu örgütlenme sırasında parti başkanı Hitler, yani <<Führer>> (önder) ile SA’nın başındaki komutana şartsız kayıtsız itaat en önemli kabul şartı sayılıyordu. Böylece SA karşımıza, <<kurumlaştırılmış bir terör (tedhiş) âleti olarak çıkmaktadır (4).

Çelik miğfer

Weimar devresinin ilgiye değer tarafı, Alman toplumunda gençlik gruplarını milis halinde örgütleyen sağcı kuruluşların SA’dan ibaret olmaması ve sonuna doğru sol ve aşırı sol uçlarda da benzer örgütler geliştirmiş olmasıdır. Nitekim 1918 yılının da sonunda eski veliaht Wilhelm tarafından kurulan <<Stahlhelm>> (Çelik miğfer) adlı kuruluş, gerçi başlangıçta eski muharipleri bir araya toplamıştı. Fakat kısa bir süre sonra, bu kuruluş özellikle gençlikle meşgul olmaya başlamış, üye kabulünde gençlere Birinci Dünya Savaşında ölen milyon kurbanın anısına birer <<Siegfried kılıcı>> dağıtmaya ve onları <<millî kaderi tâyin edecek olan savaş>> a hazırlamaya başlamıştır. Bu kuruluş 1923 de Cumhurbaşkanına, kendisini millî diktatör olarak ilân etmesi için teklifte bulunmuştu. 1920 Ekim ayında 100.000 kişi ile bir resmî geçit yapan <<Çelik miğfer>> in lideri, General Von Seekt doğu ve batıda Almanya için <<yeni hayat alanları>> talep etmiş, dolaylı yoldan SA gibi, en aşırı sağcı milisin başdestekçisi sayılmıştır.

Bu yoğun çabalar karşısında sol partiler de kayıtsız kalmamışlardır. Nitekim Sosyal Demokratlar 1923 ten itibaren üç okla delik deşik edilen bir gamalı haçı sembol olarak kabul etmek suretiyle <<Demir cephe>> adı altında bir milis gücü kurdukları gibi komünistler de 1924 den itibaren <<Kızıl cephe>> ye mensup militanları silahlandırıp örgütlemeye çalışmışlardır.

Weimar anayasasında siyasî partilerin demokratik ilkelere uygun şekilde örgütlenme zorunda bulunmasına dair bir maddenin bulunmaması, ayrıca bir anayasa mahkemesinin öngörülmemesi, sosyal, ekonomik ve siyasî çeşitli faktörlerle birlikte tam teşkilâtlı bir faşist diktatörlüğün anayasa sistemini <<içten oymak>> suretiyle demokratik usuller, yani seçim yolu ile yerleşmesine imkân vermiştir.

Sonuç

Türkiyenin anayasal düzeni o günlere kıyasla çok farklıdır. Hukuk devleti ilkelerine karşı sadakatini ilân etmiş iktidar ve muhalefet partileriyle görevlerini hiç kimseden çekinmeden yerine getiren bağımsız bir yargı organı, şüphesiz ki belirli bir ya da birden fazla siyasî partinin şiddet ve baskı hareketlerini sistemleştiren örgüt, yani bir çeşit ufak özel orduların kurulup, devam etmesine izin verecek değildir. Bununla beraber ideolojik alanda gerek milletlerarası plânda Orta Doğu’da süregelmekte olan soğuk savaş, gerekse ulusal plânda seçim öncesi devrede şimdiden başlamış olan ideolojik çatışma, Türk toplumunda basın, gençlik dernekleri, sendikalar, üniversiteler, öğretmen kuruluşları v.s. gibi merkezlerde tam bir kutuplaşma yaratmıştır. Bu yoğun ideolojik ortam içinde Türkiyenin sosyo ekonomik düzeninin ne pahasına olursa olsun değişmemesini istiyen, statükoyu alıkoymak için var kuvvetiyle demagoji yapan, para ve mevki vaadi, suçlama ve terör yolu ile faaliyet gösteren sağcı kuvvetler, bu girişimleri ile şehirlerde açık, köylerde ise geleneksel dinî görüşleri temsil eden gruplaşmaların arkasına geçmek suretiyle bütün ağırlıklarını duyurmaktadırlar. Dolayısiyle Türkiyenin toplum yapısını demokratik ve barışçı yollarla yenileme sorumluluğu, statükoya karşı ve değişiklikten yana bulunan sol siyasal kuvvet ve örgütlerin omuzundadır. Bakalım bu güç ve kurumlar tarihî misyonlarına yakışır şekilde vaziyet alabilecekler midir?

1) SBF’de hücuma uğrayan öğrenci Yılmaz Yalçıner hastahaneye yatırıldığı gün, <<Sokağa çıktığım zaman, gerekli cevabı alacaklardır. Bu iş Türkiyenin kurtuluşuna kadar gidecektir.>>. Milliyet, 9/1/1969, Sh. 7.
2) Hürriyet, 10/1/1969.
3) Allan BULLOCK, Hitler. A. Study in Tyranny, Long Acre London 1952, Sh. 65.
4) K. D. Bracher, W. Sauer, G. Schuls. Die nationalsozialistlache Machtergrelfung. Westdeutscher Verlag. Köln u. Opladen 1960, Sh. 855.




Tercüman, 26 Ocak 1969.

DOKUZ IŞIK YÜRÜYÜŞÜ ANKARA’DA DA YAPILDI

CKMP Gençlik kollarının düzenlediği <<Dokuz Işık>> yürüyüşü İstanbuldan sonra Ankarada da yapılmıştır. Yürüyüş bir askerî intizam içinde Tandoğan meydanından saat 14.00 de başlamış ve Kurtuluş meydanına kadar devam etmiş ve son bulmuştur. Yürüyüşe katılanlar ellerinde dokuz ışıkı temsil eden <<Milliyetçiyiz>>, <<Gelişmeci ve halkçıyız>>, <<Ülkücüyüz>> panoları taşımışlardır. Yürüyüşün bittiği Kurtuluş meydanında Türkeş bir konuşma yaparak <<Bu Türkün yüksek medeniyet seviyesine ulaşmak için başlatmış olduğu yürüyüştür. Dokuz Işık yürüyüşü bundan sonra Erzurum, İzmir ve Adana’da yapılacaktır. Bu arada bu yürüyüşe katılmak için yurdun dört bir tarafından gelen <<Bozkurtlara>> teşekkür ederim.>> demiştir.



Yeni Gazete, 26 Ocak 1969.

CKMP’Lİ GENÇLER ANKARA’DA “9 IŞIK” YÜRÜYÜŞÜ YAPTILAR

* CKMP Genel Başkanı, komandoları Gürsel Meydanında bir kamyonetin üstüne çıkarak Nazi selâmı ile selâmlamıştır.

- <<Bölüük hazırol… Sağa çark marş… Uygun adım marş… Tek kol aralığı hizaya geeel…>>

CKMP Gençlik Kolları dün <<9 Işık yürüyüşü>> yaptılar. Siyasal Bilgiler Fakültesinde döğülen komandoların reisi Yılmaz Yalçıner’in komutası altında yapılan yürüyüşte CKMP gençlik kolları mensupları takımlar hâlinde yürüdüler. Gençler yürürken <<Atıl Alparslan kükre – Selâm sana Başbuğ – Selâm selâm Turana – Selâm sana Başbuğ>> şeklinde Bozkurt marşını söylediler.

3 saat devam eden 9 Işık yürüyüşünde gençler Cebeci Camii önünde ezan okunurken durmuşlar ve camiye girenler tarafından alkışlanmışlardır. Daha sonra Kurtuluş Meydanına gelmişlerdir. Burada CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş gençlere hitaben yaptığı konuşmada <<9 Işık yürüyüşlerini başlattınız. Bu şerefli mazinizin yarına bir akisi bir yürüyüşüdür. Gelecek günlerde yurdun her yerinde 9 Işık yürüyüşleri yapılacaktır.>> demiştir.



Medeniyet, 26 Ocak 1969.

TÜRKEŞ’İN KOMANDOLARI YÜRÜDÜ

Askeri disiplin içinde yapılan gösteride hiç bir olay çıkmadı

* 852 CKMP’li genç 9 Işık yürüyüşünü muntazam adımlar ve askerce komutlarla gerçekleştiriyorlar. CKMP’nin komandoları diye adlandırılan gençler, Toplum Polisine iş düşürmeden yürüyüşe başlayıp bitirdiler. Yukarıda 9 Işık yürüyüşüne katılan gençler görülüyor.

CKM Partisinin Komando Birliği dün öğleden sonra Dokuz Işık yürüyüşünü yapmış ve üç saat süre ile şehir trafiğini aksatmıştır.

Saat 14 de Tandoğan meydanında toplanan Komando’lar askeri bir birlik düzen ve disiplininde yürüyüşe geçmiş ve muntazam adımlarla Cemal Gürsel meydanına kadar yürümüşlerdir.

Dokuz Işık’ın umdelerini taşıyan dövizlerle dokuz birliğe ayrılan CKMP’nin Komandolarının önünden giden millî kıyafetler giyinmiş 18 seymenin de arkalarında gelenler gibi uygun adımlarla yürümesi dikkati çelmiştir.

Siyasal Bilgiler Fakültesi önünde mecburi durak yapan CKMP li gençler “Bozkurtlar geliyor”, “Başbuğ Türkeş”, “Zafer Türkeş” diye bağırmışlardır. Siyasal Bilgiler Fakültesi karşısındaki bir binada bulunan Milliyetçi Gençlik Teşkilâtı Merkezinin balkonuna da çıkan gençler buradan da “Bozkurtlar geliyor” diye bağırmışlardır.

Bundan bir süre önce Mülkiyeli gençler tarafından kıyasıya dövülen ve Prof. Muammer Aksoy tarafından gençlerin elinden kurtarılan Komandoların Komutanı Yılmaz Metiner’in caddeler boyunca koşup durması ve yol kenarlarında yürüyüp intizamı sağlayan CKMP li gençlere komutlar vermesi de dikkatten kaçmamıştır.

CKMP ileri gelenlerinin ve Genel Başkan Alparslan Türkeş’in de izlediği yürüyüş hiç bir olaya sebebiyet verilmeden Cemal Gürsel meydanında sona ermiştir. Burada bir kamyonetin üzerine çıkarak kısa bir konuşma yapan Alparslan Türkeş <<Sevgili gençler bu yürüyüş Türk milletinin şerefli mazisinden mutlu yarınlara doğru yürüyüştür. Bu yürüyüşün öncülerisiniz. Türkiye bu yürüyüşe devam ederek batı âlemi seviyesine gelecektir.>> demiştir.



Son Saat, 27 Ocak 1969.

TÜRKEŞ: TÜRK MİLLETİ YENİ BİR MÜCADELEYE HAZIRLANIYOR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün 9 Işık Yürüyüşü yapan, Ankara CKMP Gençlik kollarına bir mesaj göndererek <<Türk milletini sefaletten geri kalmışlıktan ve varlığını tehdit eden tehlikelerden kurtarmak için yeni bir mücadeleye hazırlanmakta olduklarını>> bildirmiştir.

<<Türk Milletinin büyük ümidi aziz gençler… Sevgili Bozkurtlar>> sözleriyle başlayan yazılı mesajında Türkeş, Türkiyeyi yeryüzünün en ileri gitmiş varlığı haline getirmek seferberliğine başlayacaklarını, çünkü dünya ülkeleri ile Türkiye arasında günden güne bir mesafenin büyüdüğünü söylemekte ve <<Bugün millet hayatında konuşan ve yazan bazı aydınlar ve politikacılar tarafından yanlış temele oturtulan mukayeseler yapılmaktadır>> demektedir.

CKMP lideri bazı kürsü sahipleriyle siyasetçilerin, yanlış bir şekilde Türkiyeyi öteki geri kalmış ülkelerle mukayese ederek kalkınma hızımızın arttığını iddia ettiklerini, Türk milletinin az gelişmiş milletlerle mukayese edilemeyeceğini bildirmekte ve şöyle devam etmektedir: <<Daha 60 yıl önce büyük devletler arasında sayılıyorduk. Büyük ve köklü bir milletiz. Onun için bugün dünyaya sözünü dinleten, ileri ve modern hangi devlet var ise, milletimizin mukayesesini onunla yapmalıyız. Az gelişmiş milletlerle mukayese edilip de nurlu ufuklar, mutlu yarınlar nutuklarına aldanmak, bizi çıkmaz sokaklara sürükler. Böyle bir düşünce tarzına sahip olanlar, sağı veya solu temsil eden günlük kişilerdir.>>

Alparslan Türkeş mesajına şöyle devam etmektedir:

<<Devleti ve milleti bir günlük adamların elinden kurtarmak Dokuz Işıkçıların esas davasıdır. Günlük adamlara göre yüzde 7 kalkınma hızıyla ancak 249 yıl sonra ileri milletlerle aynı seviyede birleşeceğiz. Bu rakkam ve bilgiler Avrupa iktisadî işbirliğinin raporlarından alınmıştır. Bu acı gerçek dahi vurdumduymazlıklarını kulaklarından uyandırmağa kâfi gelmemektedir. Çünkü bu kimseler yürüyen, konuşan, gören ve yiyen ölülerdir.

Toplumcu ve milliyetçi görüşü giderken hedef, vasıtayı tayin edecektir. Hedef ve vasıta mes’elesinin iyice anlaşılması gereklidir. Toplumcu ve Milliyetçi görüşün bir numaralı prensibi, hedefin vasıtaları tayin etmesidir.>>

Türkeş mesajının sonunda Millî Mücadele sırasında halkın çile ve ızdırap çekerken heyecan ve şevk içinde, mutluluk içinde hedefe erişmek ülküsüyle hareket ettiğini belirtmiş ve mesajına şöyle son vermiştir: <<İşte bugün de millî hedef, Türk milletini en kısa zamanda yer yüzünün ilimde, teknikte ve medeniyette en ileri gitmiş bir varlığı haline getirmektir. Bunu da Milliyetçi Toplumcular olarak Dokuz Işıkçı Bozkurtlar olarak siz Türk gençleri başaracaksınız.>>



Medeniyet, Halil Soyuer, 27 Ocak 1969.

TÜRKEŞ’İN BOZKURTLARI

Senenin soğuk günlerinden birini yaşıyordu Ankara. Kurşunî renkli gökyüzü bakır renkli Ankaranın üzerine soğuk soğuk bakıyordu ve Tandoğan meydanı en kalabalık günlerinden birini bağrına basıyordu.

Sonra bir sel akıyordu Samanpazarına Cebeciye doğru. Selin ortasında gençler akıyordu. Gençlerin içinde milliyetçilik çağlayanı akıyordu ve bütün Ankara bunlara bakıyordu.

Yavrukurtlar değildi geçenler. Yavrukurtlar büyümüş büyümüştü de birer Bozkurt olmuştu. Sel gibi akıyordu Bozkurtlar fakat yıkmıyordu çevresini. Muntazam adımlarla yürüyorlardı. Dimdikti başları, aktı alınları. Türk olmanın ve Türk doğmanın bütün gururu ve ihtişamiyle geçip gittiler önümüzden.

Genç adamların genç adımları, yarının Büyük Türkiyesine, yarının mutlu Türkiyesine ses götürüyordu, ışık götürüyordu. Ellerinde taşıdıkları dövizlerde, içlerinde yanan aşk dile geliyordu. Hepsini tanıyordum bakışlarından, hepsini biliyordum. Seneler ve senelerce evvel biz de böyle geçmiştik bu caddelerden. Böyle yürümüştük, böyle şahlanmıştık yürek yürek. Böyle dolmuştuk kalplere. Böyle inanmıştık amaçlarımıza. Böyle koşmuştuk hedeflerimizin üstüne. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin önünde Dağ Başını duman almış marşını söylediğimiz günlerin üzerinden seneler geçip gitmiş. Seneler götürememiş heyecanlarımızı.

Cumartesi günü CKMP li gençlerin göğüslerinde çarpan 9 Işık idealini kendileriyle birlikte alkışlıyordu Ankara. Bir sel miydi akan Cebeciye doğru. Kurşunî gök bu yağız gençlerin üzerine eğilip eğilip bakıyordu ve bu ses yüreklerde aynı amaçların ateşini yakıyordu.

Kimi Komandolar diyordu bunlara. Kimi de Ergenekon aslanları. Fakat ne derlerse desinler bu toprağın çocuklarıydı bunlar. Yürekleri bu vatan için atıyordu. Anaları bu vatan için doğurmuştu onları. 1071 in üzerinden geçip giden koskoca 898 yılın içinden geliyordu güçleri. Bu mübarek toprakların üzerinde 898 yıldır millet olarak yaşamanın kıvancıyla doluydu yürekleri ve bunun için bükülmüyordu bilekleri.

Senenin en soğuk günlerinden birini yaşıyordu Ankara ve Ankaranın caddeleri en kalabalık günlerinden birini taşıyordu sırtında. İnanmış gençlerin ayak seslerini duydukça gözlerim yaşarıyordu. Göğsüm öylesine kabarıyordu ki. Öylesine canlanıyordu ki eski günler önümde. Çok soğuk bir Ankara öylesinde çok sıcak sevgilerle geçip gidiyorlardı önümüzden. Ne küçük bir taşkınlık ve küçük bir telaş yoktu adımlarında.

Bu imanlı gençlerin cadde cadde şahlandığı saatlerde, pastahanelere, gece kulüplerinin cav matinelerine, lüks otellerin müzikli salonlarına dolan mini eteklilerle Küba sakallılar, Pazar günü gidecekleri yerlerin plânlarını çiziyorlardı. Fifi’nin dolgun bacaklarına Feto’nun azgın bakışları saldırıyordu. Omuz omuza, içiçe, diz dize ve gözgözeydi herbiri. Kıbrıscık köyünde bir Türk anası bir Yavrukurt daha dünyaya getiriyordu bur topu gibi ve ağabeyleri Bozkurtlar uygun adımlarla ilerliyordu Cemal Gürsel Meydanına doğru.

Hacettepe sırtlarından bir yankı geliyordu derinden ve 9 Işık’ın dokuz hedefi, dokuz ciltlik bir kitap gibi açılıyordu önümüze.

Cumartesi günü bakır tenli bir Ankara öğlesinden bakır gökyüzüne doğru sesler yükseliyordu. Radyo antenlerine sığmıyordu bu sesler. Genç adamların genç adımları, üşüyen asfaltların üzerine Dokuz Işık’ın imzasını atıyordu.



Yeni Gazete, 27 Ocak 1969.

ECEVİT: AP KOMANDOLARA CESARET VERİYOR

CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit dün partisinin Zonguldak Merkez İlçe Kongresinde yaptığı konuşmada son olaylar karşısında iktidarın tutumunu yermiş ve <<İktidar, SS özentisi sokak komandoları ile ya işbirliği halindedir ya da onlara yasalar içinde hadlerini bildirmeyecek kadar acizdir>> demiştir.

Ecevit daha sonra CHP’nin komandolar konusunda iktidarı sık sık uyardığını hatırlatmış ve konuşmasına şöyle devam etmiştir:

<<CHP’nin yetkili kuruluşları Komando saldırganlıklarından açıkça hükûmeti sorumlu tutmuş, görünüşte bir küçük partiye bağlı bulunan ve kendi başlarına bırakılsalar ancak her ülkede görülen meşin ceketli sokak serserileri kadar ilgi ve kaygu uyandırabilecek olan Komandoları, hükûmetin himaye ve teşvik ettiğini iddia etmiştir. Hükûmetin bu ithamlar karşısında susuşu, Başbakanın bile son basın konferansında bu konuya değinmekten dikkatle kaçınışı ve iktidar partisi milletvekillerinin Meclis kürsüsünde olsun, bütçe komisyonunda olsun Komandolara sahip çıkışı, CHP’nin ithamının ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.>>



Yeni Gazete, 27 Ocak 1969.

TÜRKEŞ: “YURDU BOZKURTLAR KURTACAKTIR”

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün İstanbul İl Gençlik Teşkilâtı Kongresinde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin yeni ufuklara doğru uçacağını, bu uçuşta onun en kuvvetli ve kudretli kanatlarının da Bozkurtlar olacağını söylemiştir.

Vezneciler’deki Kızılay tören salonunda yapılan kongreye <<Başbuğ Türkeş>> avazeleri altında giren CKMP lideri, gençleri tek elini havaya kaldırarak selâmlamıştır. Daha sonra hep bir ağızdan <<Başbuğ Marşı>> söylenmiştir. Türkeş konuşmasına başlamadan önce salondaki herkesten yerine oturmalarını, hiç kimsenin ortada dolaşmamasını istemiştir.

Gençler konuşmadan önce Türkeş’e <<Dokuz Işık>> yürüyüşü sırasında kullandıkları bir bayrağı hediye etmişlerdir.

* CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, İstanbul Gençlik Teşkilâtı Kongresinde, Dokuz Işık yürüyüşüne katılan gençlerin kendisine hediye ettikleri Türk bayrağı ile tezahürata mukabele ediyor. Yukarıdaki fotoğrafta kürsünün hemen yanında Bozkurt resmi görülüyor.

260 delegeden 178’inin katıldığı kongrede CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş <<Sevgili Bozkurtlarım>> diye başladığı konuşmasında şöyle demişti:

<<- Tarihin kaydettiği en eski çağlardan beri milletler arasında amansız bir yarış ve mücadele olagelmiştir. Bu mücadelenin hedefler asla değişmemiştir. Dünya daima sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen milletler ayırımı içinde bocalamıştır. Kapitalizm ve komünizm işte iki azgın canavar. Her ikisi de mazlum insanları sömürmek ve onları köle olarak kullanmak durumundadırlar.

Türkiye’yi komünist emperyalizmin sömürgesi yapmak isteyen komünist uşaklarına karşı son zamanlarda büyük hareketlere giriştiniz. Davranışınız anarşiyi kaldırmak, ayaklar altına alınan Anayasa ve kanun düzenini korumak için olmuş ve başarı sağlamıştır. Türkiye çok karışık ve tehlikeli günler yaşamaktadır. Üniversitelerimizde bir takım komünist öğretim üyeleri kürsüleri ele geçirmiş bulunmaktadır. Bunlar aynı zamanda bazı siyasî partilerin yüksek yönetim kademelerinde yuvalanmışlardır. Bunlar tarafsız ve objektif olması gerekli ilim hayatımızı partizanlığa ve karanlığa boğmaktadırlar. Kendi fikirlerini kabul etmeyen milliyetçi öğrencilere karşı komplolar tertipliyerek kürsülerinin önünde bu gençleri dövdürmekte, sonra da binbir iftira ile milliyetçilere saldırmakta, gazete ve partilerini me’şum ihtiraslarına alet etmektedirler. Memleketimizi kanunsuzluğa, komünizm esaretine sürüklemek isteyen bu soysuzlar ezilecektir.

Sevgili Türk gençleri, siz Türkiye’de Dokuz Işık yürüyüşlerinin öncülerisiniz. Türkiye yeni ufuklara doğru uçacaktır. İlimde, teknikte, medeniyette, sosyal adalet ve kültürde en yükseğe çıkmak, en ileri gitmek için uçacaktır. Bu uçuşta onun kudretli ve kuvvetli baş eğmez kanatları siz Bozkurtlar, sevgili Türk gençleri olacaktır.>>



Tercüman, 27 Ocak 1969.

CKMP İL GENÇLİK KONGRESİ YAPILDI

* CKMP İL GENÇLİK KOLU KONGRESİ DÜN YAPILMIŞTIR. RESİMDE SALONUN DÖRT BİR TARAFINA ASILAN TANRI TÜRKÜ KORUSUN DÖVİZİ VE GENÇLER GÖRÜLMEKTEDİR

Asistan Alev Arık, “Dokuz Işık>> solcuların muzır her yerde bastırmaya yeminlidir”

CKMP İstanbul Gençlik Kollarının yıllık kongresi, Mehter Marşları ve <<Tanrı Türkü korusun>> ve <<Bozkurt geliyor>> ile <<Ey Türk, silkin ve kendine dön>> dövizler ve pankratlar arasında Kızılay salonunda yapılmıştır. Teknik Üniversiteden Yaşar Aksoy, ittifakla İl Gençlik Kolları Başkanlığına seçildikten sonra CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş <<Başbuğ>> marşlariyle kürsüye gelmiş ve heyecanlı bir konuşma yapmıştır.

Ekserisini üniversite öğrencileri teşkil eden ve hepsinin de <<Komando>> olarak yetiştirdiği gençler, kongreye gelen Rifat Baykal’a da büyük tezahürat yapmışlardır. Seçimlerde, Bakırköy ilçesinden il başkanlığına aday gösterilen Mustafa Ülkü, arkadaşı Yaşar Aksoy lehinde feragat ederken: <<Onun benden faydalı, benden daha müessir faaliyet göstereceğine inanıyorum; zira tahsilini yaptığı Teknik Üniversitede mücadele etmesi gereken pek çok sayıda muzır kimseler bulunuyor.>> demiştir.

Kongre başkanlığına seçilen Edebiyat Fakültesi asistanlarından Alev Arık, yaptığı konuşmada: <<CKMP’nin geçenlerde yaptığı Dokuz Işık yürüyüşü , kuvvet ve kudretimizi göstermiştir. Bu memlekete zararlı olan kimseler, bizlerden fazlasiyle ürkmüşlerdir. Dokuz Işık hareketi, solcuların muzır hareketlerini her yerde bastırmaya yeminlidir.>> demiştir.



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 31 Ocak 1969.

ÜLKÜ OCAKLARI

Yukarıdaki isim size bir müjdedir. Kendi vatanına, dinine, diline tarihine, halkın dert ve ümitlerine, ilim ve gayretle sahip çıkmak için teşkilâtlanan yeni Türk gençliğinin müjdesi. Ana babalara iyi haberdir, hakikatı arayan ve enerjisini şehit kanı gibi memleket hizmetine dökmek isteyen öğrencilere iyi haber…

ÜLKÜ OCAKLARI kuruluyor. Bir çığ gibi yayılıyor. Din adamları, öğretmenler ve yurdu bilgileri ile uyartmak, onarmak isteyen subaylar, mühendisler, doktorlar, hâkimler, avukatlar, dürüst tacirler. Bu <<ocak>> ları yabancı bellemeyiniz. Bunlar Türkün ocağını tüttürecek olanlardır; bunlar, yeni bir huzur, fikir, ilim çağı kuracaklardır. Açın kucaklarınızı onlara. Türkiyenin her yanına dal budak salsınlar. Maddî gücünüzle destekleyin, yabana gitmeyecektir. Onları seviniz, koruyunuz, dua ediniz. Sonu hayır olacaktır.

Genç kızlar, analar, kızkardeşler Ülkü Ocakları’na koşun, şefkat ve tebessümünüzle ısıtın, aydınlatın. Özlediğimiz Türk ailesinin, Türk töresinin çatısı oralarda çatılacak, gelecek yiğit, gayretli, hür ve zeki nesillerin meşalesi oralarda yanıp yurda dağılacaktır. <<Arslanın dişisi de arslandır erkeği de>> diyor, atasözümüz. Türk anaları artık, dejenere, kozmopolit, kopuk, köle, satılmış ödlek maymunlar doğurmasın. Hanımlık gayret ve analık her dem şerefiniz olsun. Bu şerefin bayraktarı olmaya koşun.

Delikanlılar, yurdun geri haline bakıp yakınanlar, dövünenler… Nice ahlâksızlığı, rüşveti, iltiması kınayanlar… Üniversitelerde Prof. kılıklı bazı biçare hastaların, ilim esnafının sapıkların haline bakıp ıstırap çekenler… Millî gelirin az ellerde boğuluşunu, büyük yığınların sefaletini nefsine yediremeyenler… Yoksulluk, hastalık, bakımsızlık, ilgisizlik içinde bir şeyler öğrenmek için, bu yurdun binbir yarasından birine merhem olmak için çırpınanlar… Bu iyi niyetle çok defa aldatılanlar… Dışarı sömürücü, köleleştirici akımların ağına düşenler. Marksizm, yok komünizm ile beyni yıkananlar. Yurdu seviyorum derken, sevmesini bilmemek yüzünden başlara belâ kesilenler. Kıranlar, yıkanlar, üzülenler, ezilenler, öz kardeşlerinin üzerine saldırtılanlar… Toplanın, yeni kurulan ÜLKÜ OCAKLARI’na girin…

Vatanı sevmenin, memlekete sahip çıkmanın, ilmî yolda düşünmenin, köylüye faydalı olmanın, en bakımsız yurt köşelerine hizmet götürmenin, kızıl ve sarı emperyalizmle mücadele etmenin, fakir fukaraya acımanın, Türk edebiyatını, tarihini, sanatını, dilini ve eşsiz dinimizi en müsbet mânada sevmenin yollarını orada öğreneceksiniz.

Şimdi büyük şehirlerde üniversitelerimizde kurulmuş, <<beyaz>> gençliğin gururu haline gelmiş, yakında bütün il ve ilçe merkezlerimizde kurulmaya hazırlanan Ülkü Ocakları, MİLLÎ ÇIĞIR, HÜR DÜŞÜNCE, ÜÇÜNCÜ YOL, MİLLÎ HAREKET, MİLLÎ İNANÇ gibi dergiler, gazeteler çıkarıyorlar. O ülkücü gençlerin çoğuyle sohbetler ettim… Gördüm ki bu Türkiye’yi kuşatacak ve kuşatmaya lâyık olan bir harekettir. Türk’ün ezanına, bayrağına, hasletlerine âşık, her soydan insanlara saygılı, hürriyet içinde ama <<kitaplı ve ilimli>> kalkınmayı, gelişmeyi baştacı edici bir harekettir. <<Hür Düşünce>> gazetesinde şöyle diyor meselâ:

<<Biz istiyoruz ki her Türk genci millî ve manevî değerlere sahip idealist ve millî şuur sahibi olsun. Şahsiyetsiz bir dünya vatandaşı olmasın. Kendi öz kıymetleri ile Batı ilminin verileri arasında şahsiyetli bir terkip yapsın, bütün gücünü bu terkipten alsın.

Böylece Marksizmin dikta ve kapitalizmin istismar anlayışına karşı bir duvar olsun, yutturmacalara kanmasın. Yaşamak bir sanattır, bu sanatta birbirlerini taklid edenler ancak soytarılardır. Taklid etmek değil taklid edilmek senin mirasındır. Bu mirası başkalarına kaptıramazsın.>>

Ülkü Ocakları’nın her Türk’ün zihnini aydınlatacak güzel düsturları da var. Bakın bir âyet mealine:

<<İnanıyorsanız, mutlaka üstünsünüz.>> Yine:
<<Ey Türk Milleti titre ve kendine dön>> diyorlar.
<<Türkiye aç hürlerin, tok esirlerin vatanı olamaz>> sözlerini de sevdim.



Millî Hareket, Şubat 1969, Sayı 31.

YURTTA GEÇEN AY

Son yılların en hareketli ve milliyetçiler için en önemli günleri geçen ay içinde idi. Komünistlerin üniversite kesiminde yıllardan beri yürüttükleri tahrik kampanyası, CKMP’ye bağlı milliyetçi gençliğin sabrının taşmasıyla yeni bir şekle büründü.

BİRİNCİ KOMANDO HAREKÂTI

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerinin yıllardan beri yapılan ve bu yıl iyice artan Marksist propagandası karşısında sabrı taşmış ve talebe seçimleri bardağı taşıran son damla olarak, komünistleri sindirme faaliyeti başlamıştı. Bu olay Ankara’nın diğer fakültelerine de hızla sıçramıştı. Bilhassa solcuların yuvalandıkları S.B. Fakültesinde durum daha da gerginleşmişti. Belki Y.Ö. Okulundaki kavgaya diğer okullardaki solcular iştirak etmeseler olaylar böylesine yayılmayacak, CKMP’li komandolar gerçek güçlerini göstermek fırsatını bir süre daha bulamayacaklardı. Fakat solcular bu hatayı yaparak, hayatlarının en büyük dersini almak mecburiyetinde kaldılar.

Komandolar Y.Ö. Okulundaki kavgadan sonra, S.B. Fakültesinde Ülkü Ocağı panosunu kaldıran solculara, Fakülte yurduna girerek bir ders verdiler. Bütün Ankara fakülteleri bir iki gün içinde milliyetçi gençlerin fikrî ve fiilî hâkimiyeti altına girdi. Komünizmin ve bölgeciliğin propagandası yasak edildi.

YILMAZ YALÇINER OLAYI

CKMP Gençlik Kolları üyesi, Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı İkinci Başkanı ve S.B. Fakültesi öğrencisi Yılmaz Yalçıner’in adı bu sırada basında oldukça geçer olmuştu. Haraketli, kültürlü ve gerçekten inanmış bir genç olan Yalçıner, son olayların lideri durumuna girmişti. Solcular bunu ganimet bildiler ve tek başına okuluna giden Yalçıner’i CHP’li hocasının önünde en az yüz kişi ile hücum ederek dövdüler. Bu hareketleriyle, hem komandoların liderini dövdük diyerek övünecekler, hem de taraftarlarının bozulan morallerini biraz olsun düzelteceklerdi.

Solcuların bu hesapları her zaman olduğu gibi, bu kere de yanlış çıktı. Gözünü korkuttuklarını sandıkları Yılmaz Yalçıner, daha o gün beyanat veriyor ve bu hareketin cevabını vereceklerini bildiriyordu. Solcu basının sevinci ise çok sürmedi. Yalçıner’in dövülmesini bir bayram sevinciyle karşılayan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’ndeki solcu ve bölgecilere, bu fakültenin milliyetçi gençleri gereken dersi veriyor, okulda komünizm ve bölgecilik propagandasını yasaklıyorlardı.

Ankara ve İstanbul’daki olaylar yavaşlayıp, hızlanarak ay sonuna kadar devam etti. Bir gerçek çıktı bu olaylarda ortaya: O da Adalet Partisi’nin artık Türkiye’nin kaderine hükmedemediğiydi.

KOMANDOLAR VE BASIN

Komando hareketi, bizim şimdiye kadar savunduğumuz fakat birçoklarının kabul etmek istemedikleri bir gerçeği ortaya çıkardı. Milliyetçilerin güçlendiğini gören solcu Yahudi sermayeli kapitalist basın hemen birleşti ve müşterek hücuma geçtiler.

SOLCU BASIN

Başta Cumhuriyet olmak üzere, Milliyet, Akşam, Yeni İstanbul ile Allahlık Ulus gazeteleri bütün yazarlarıyla saldırıya geçtiler.

Akşam gazetesi <<ÜÇ HİLÂLLİ KOMANDOLAR>> diye bir röportaja başladı. Hareket’i Hitler hareketiyle uyuşturmak çabaları ise bütün gazetelerin genel tavrıydı.

Kapitalist ve Yahudi basın ise tenkitten çok, CKMP’nin kapatılmasını savunan bir tavır takınmağa başladı. Türk kapitalizminin sesini duyuran Yeni Gazete’de imzasız kendilerine göre sert makaleler neşredilmeğe başlandı. Günaydın ve Hürriyet gazeteleri ise, sansasyon haberler yoluyla onun neşriyatını destekledi.

KOMANDOLARI SAVUNANLAR

Harekete başlarken kendilerini hemen kimsenin savunmayacağını sanan Milliyetçi gençler, milliyetçi kalemler tarafında desteklenmeğe başladılar. Bunların başında, Tercüman’ın milliyetçi kalemi Ahmet Kabaklı geliyordu. Kabaklı, sert saldırılara uğrayan gençleri savunmağa ve toplumun yanlış kanaatlarını silmeye başladı. İsmet Paşa’nın çirkin hücumlarını yeren Kabaklı, gençlerin şimdiye kadar kendisine karşı besledikleri güveni sarsmadı.

Bugün gazetesinden Refik Özdek de görevini yaptı. Yazdığı üç makale ile milliyetçi gençleri destekledi. Bunlardan başka, A. Şeref Lâç, İsmail Oğuz, Şahap Tan yazdıkları yazılarla görevlerini yapmağa çalıştılar.

SONUÇ

CKMP’li gençlerin yaptığı son hareketler, iktidarlardan beklediğini bulamamış halkın moralini düzeltti, henüz kurtuluş ümidinin bulunduğunu hatırlattı. Komünistlerin ise Türkiye’yi ele geçirme hayâlleri bir süre daha içlerinde kalacağı için onları oldukça üzdü ve ürküttü. Kapitalistler ve Mason – Yahudi ortakları ise yüzyıllardır sömürdükleri milletin uyanma yolunda olduğunu görünce en büyük telâşa kapılanlar oldular. Bunların isteklerini özetlersek; Türkiye’de milliyetçiliği savunan tek kişi bırakılmamalıdır, şeklinde ifade edebiliriz.

DOKUZ IŞIK YÜRÜYÜŞLERİ

Son olayları birer yürüyüşle noktalamak isteyen CKMP Gençlik Kolları İstanbul’da ve Ankara’da iki Dokuz Işık yürüyüşü yaptılar.

CKMP İstanbul Gençlik Kollarının yaptığı yürüyüşe katılan bine yakın öğrencinin disiplini ve yürüyüş nizamına uyuşu, millî olmayan unsurlara yeni bir korku daha verdi. Bayazıt’tan başlayan yürüyüş, Taksim’de sona ererken, halk, şimdiye kadar görmediği bu disiplinli ve anlamlı yürüyüşü dikkatle izliyordu.

Bir hafta sonra Ankara’da yapılan yürüyüş ise daha kalabalık ve daha güzel oldu. Millî kıyafetli seymenlerin de katıldığı bu yürüyüşün sonunda konuşan Türkeş’in bu konuşması uzun uzun alkışlandı.

Her iki yürüyüşte de Dokuz Işığın umdeleri ve bayraklar taşınıyordu. Yolda gençler zaman zaman <<Milliyetçi Türkiye>>, <<Başbuğ Türkeş>> diye tezahürat yapıyorlardı.

İstanbul’daki yürüyüşün sonunda Gıda İş Sendikası Başkanı Ahmet Muşlu; gençlere bir bayrak vererek, Türk bayrağının milliyetçi gençlere emanet olduğunu belirtti.

YANKILARI

Komando korkusuyla dolu olan solcu ve Kapitalist basın bu yürüyüşleri de aynı açıdan değerlendirme yoluna saptı. Nazi ve Faşist yürüyüşü diye adlandırdıkları bu yürüyüşlerin hedeflerinin kendileri olduğunu hemen hepsi farkettiler.

BÜYÜK KONGRE

CKMP Büyük Kongresinin bir çok tehirden sonra, 8 – 9 Şubat tarihinde Adana’da yapılmasına karar verildi. Son genel yönetim kurulunda verilen bu karar, bütün teşkilâta tamim edildi.

PARTİNİN ADI DEĞİŞİYOR

Son Genel Yönetim Kurulu’nca alınan bir diğer karar, partinin adının değişmesi içindi. Genel Yönetim Kurulu bir oylama yapmış ve Büyük Kurultaya partinin adı olarak <<MİLLÎ HAREKET’i>> teklif etmeği karar altına almıştı. Partinin amblemi ise, bu isme uygun ve Türk İslâm sentezini sembolize eden bir biçimde olacaktır.

Adana’da yapılacak bu kongre için bütün teşkilâtlar hazırlanmaktadırlar. Tarihi kararlara sahne olacak kurultayda bulunmak için yurdun hemen her yerinden misafirler de geleceklerdir.

ANKARA OLAYLARI SEBEBİYLE YAYINLANAN BİLDİRİ

Yılmaz Yalçıner’in döğülmesi sebebiyle, II. Başkanı bulunduğu MTGT bir bildiri yayınlamıştır. Aynen yayınlıyoruz:

AZİZ MİLLETİMİZ…

Ruhunu ve vicdanını senin millî düşmanlarına satmış, aşağılık bir takım mahlûklar, son günlerde şirretliği, yalancılığı ve hayasızlığı arttırmışlardır. Bunlar kanunlara uygun olarak yapılan cemiyet genel kurul toplantılarını basıp kavga çıkarmakta, milliyetçi gençlerin kendilerini savunmaları karşısında <<Aman faşistler bizi dövüyor>> diye feryad etmektedirler. Kendileri açık açık komünist propagandası yapmaktan, komünist cıfıt Che Guevera’nın resimlerini duvarlara asmaktan çekinmemekte, fakat milliyetçiler fikirlerini açıklamaya başladıkları zaman, panolarının etkili olduğunu görüp, fikrî alanda tam bir hezimete uğrayınca işi kaba bir vandanlizme dökmekte ve panoları kırıp yırtmakta, buna müdahale edenleri dövmekte, Milliyetçiler arkadaşlarını savunmaya gelince de <<imdat… Komandolar bizi bastı>> diyerek yaygarayı basmaktadırlar. Bunlar <<yavuz hırsız ev sahibini bastırır>> sözünü prensip edinmiş çıfıt karakterli insan müsveddeleridir. Bunlar son olarak teşkilâtımız II. Başkanı YILMAZ YALÇINER’in üzerine yüz kişi birden çullanmağı erkeklik ve kabadayılık sanan ve sonra da <<Aman biz bu işin içinde yoktuk, biz masumuz, bu işi yapanlar karşımızdaki sosyalist guruptur, bize hasım olan sosyalistlerdir>> diye birbirlerini gammazlayan, hippi kılıklı, ahlâksız, dejenere tiplerdir.

Yılmaz Yalçıner, Türk milliyetçiliğinin yılmaz bir eridir. Dayakla, tehditle yolu değiştirilecek KOMÜNİST UŞAKLARI gibi yüreksiz değildir. Meydana çıkmaktan korkan bu tecavüzkârlar, arkadaşımızı önce Komando Lideri olarak kamuoyuna tanıtmışlardır. Sonra da 100 kişi arkadaşımızı döverek, <<Komando liderini döğdük>> diyerek kendilerini ucuz kahraman yapmak yolunu tutmuşlardır. Bunlar beyinleri yıkanmış, basit zekâlı, basit düşünceli âletlerdir. Yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını sanıyorlarsa, aldandıklarını çok acı olarak göreceklerdir.

İt ürür kervan yürür. Millî kervan hedefine ulaşacaktır. Satılmışlar belâlarını mutlaka bulacaklardır.

Millî ruh köküne, millî değerlere, millete hizmet ve millet düşmanlarıyla savaş azmiyle dolu MİLLİYETÇİ TÜRK GENÇLİĞİ HEDEFE DOĞRU SABIRLA, VAKARLA İLERLEMEKTEDİR. ÖNÜNE ÇIKAN HER ENGELİ AŞMAĞA MUKTEDİRDİR.

Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı
Genel Başkanı
Ekrem ZEYBEK



Millî Işık, Şubat 1969, Sayı 22.

İmtiyaz Sahibi: N. Bozkurt
Yazı İşleri Müdürü: Altan Deliorman

KOMANDOLAR

Yıllardan beri masum gençleri sokaklara dökenler birdenbire aslan kesiliverirse, buna en çok kim güler? Tabiî ki, gazete tahrip eden, parti binası basan, milliyetçi avına çıkan, halk mahkemeleri kurmağa yeltenen bu sözümona yıllanmış gençlerin yaptıklarını henüz unutmamış olanlar.

Gençlik üzerindeki kontrollerini gittikçe kaybeden ve daha soldaki siyasî teşekküllere hareket üstünlüğünü kaptıranlar şimdi pek telâşa düşmüş görünüyorlar. Onları asıl telâşlandıran husus, kendi siyasî emellerine âlet olan gençlerin daha sola sapmaları değil, yeni yetişen gençlerin büyük bir kısmının milliyetçi cepheyi seçmeğe başlamalarıdır.

Gerçek şudur: Türkiye’de iki kanat vardır, bunlardan biri sol kanat, diğeri sağ kanattır. Sol kanat, siyasî teşekkülleri, sendikaları, öğrenci kuruluşları, meslekî teşekkülleri ile bir tarafta, sağ kanat da bunun karşısındadır. Bu iki kanat arasındaki mücadele eskiden beri devam etmekte, fakat son zamanlarda daha kuvvetlenmiş görünmektedir. Siyasî hayatta, milletin reyine ve iradesine dayanan sağ kanat partileri hâkim olmakta, fakat basında ve bürokratlar arasında sol kanat hâkimiyetini devam ettirmektedir. Gençlik teşekkülleri arasında da itibar gören sol fikirler, son birkaç yıldan beri gerileme göstermiş ve milliyetçi gençlerin sayısı süratle artmaya başlamıştır. Bu gençler, bellibaşlı öğrenci teşekküllerinde hâkimiyeti ele geçirmişlerdir. Solcular, eskiden olduğu gibi bir işaretle binlerce genci yürütememektedir. Çıkarılan karışıklıklar, daha az sayıda fakat daha disiplinli birtakım gruplar tarafından tertip edilmektedir. Fakat bu gruplar, artık biliyorlar ki, karşılarında şimdi milliyetçi gençlik vardır ve bu gençler, en az kendileri kadar, hattâ kendilerinden daha fazla disiplinli ve çok daha inatçıdırlar.

Geçen ayın gazete sütunlarını ve siyasî faaliyetini yakından ilgilendiren bir mesele <<komandolar>> adı takılan gençlerin faaliyetleri oldu. Bu gençler, solcu grupların gemi azıya almaları üzerine kendilerini göstermiş ve solcu taifenin çanına ot tıkamıştı. Solcular sineye başlamışlardı. Bunun üzerine hemen paçalar sıvandı, beyanatlar, başmakaleler, yorumlar, röportajlar birbirini takip etti. Aman, faşizm geliyordu. Çok dikkatli olmak gerekiyordu. Yoksa memlekette hürriyet kalmıyacak, kan gövdeyi götürecekti. Ne yapıp edip, bu gençleri dağıtmak lâzımdı.

Bu acemice telâş tebessümler yarata dursun, acaba komando adı verilen gençlerin mahiyeti nedir? Gerçekten Türkiye’nin yükselmesi, ve gelişmesi için tehlikeli birer mevcudiyet midir, yoksa memleketin dertlerini ve sürüklendiği anarşi ortamını gören aklı başında vatansever millet evlâtları mıdır?

Tereddütsüz ifade edelim ki, milliyetçiliğin vurucu gücünü teşkil eden bu vatansever gençler, bugünkü ortamda mevcudiyetlerine en fazla ihtiyaç duyulan memleket çocuklarıdır. Türklüğün ana dâvalarını büyük bir vukufla bilmekte, Türk’ün can düşmanlarını keskin bir dikkatle tanımakta ve kültür bakımından da kendilerini yetiştirmektedirler. Disiplinli, mütehammil, gözüpek, gayretli ve şuurlu vatan çocuklarından bu memlekete hiçbir zarar gelmez. Onlardan korkanların büyük bir kısmının dejenere ve hain olmaları, bu görüşümüzü daha da güçlendirmektedir. <<Komando>> adını onlara, kendi dışındakiler takmıştır. <<Komando>> gibi Türkçe olmayan bir kelimenin onların ruh ve hareket âlemini tam mânasiyle temsil ve ifade edemiyeceğini kendileri de bilmektedirler. Fakat adları ne olursa olsun, milliyetçi cephenin yetişkin ve sağlam iradeli çocukları memleket için şerefli bir teminat sayılmalıdır.

Milliyetçi gençliğin, bir çığ gibi büyüyerek devleşmesinden korkanlar, kendilerini müşkül bir geleceğin beklediğini elbette idrâk ediyorlar. Şimdiye kadar borularını pervasızca öttürenler, bundan sonra tetik bulunmak ve adımlarını çok ölçülü atmak zorundadırlar.

Zira bu <<komando>> ların şakası yok.



Günaydın, 3 Şubat 1969.

CKMP’NİN ADI MİLLİ HAREKET PARTİSİ OLACAK

2000 Komando Adana’da toplanıyor

8-9 Şubat tarihlerinde Adana’da yapılacak olan CKMP olağanüstü kongresi için şehirde hummalı bir faaliyet hüküm sürmektedir… Kongre münasebeti ile Adana’ya gelmesi beklenen 2 bin komandoyu ağırlamak için otel ve lokantalarla anlaşma yapılmaktadır. 600 delegenin katılacağı kongrede parti isminin de değiştirilmesi konusu toplantıya daha da büyük önem kazandırmıştır. İsim üzerinde tam bir anlaşmaya varılmış ve “Milli Hareket Partisi” benimsenmiştir.

CKMP’li gençler “Biz her yerde ön plânda olmak zorundayız bunun için de her çareye başvuracağız” demektedirler.



Türk Yolu, 6 Şubat 1969, Sayı 1.

İmtiyaz Sahibi: Mahmut Belenli
Yazı İşleri Müdürü: Erhan Demirutku

BÜYÜK KONGRE 8 – 9 ŞUBAT’TA TOPLANIYOR

Adana’da CKMP’nin tüzüğü, adı ve amblemi değiştirilecek

Dergimiz Yayın Kurulu, 8 – 9 Şubat tarihlerinde Adana’da toplanacak olan CKMP büyük kongresini bu haftanın olayı seçti. Dergimizin kapağını da bu düşünceyle Ocak ayı boyunca Türk basınını dalgalandıran milliyetçi – toplumcu gençlere, bozkurtlara bazı gazetelerin diliyle komandolara ayırmış bulunuyoruz.

CKMP nin bu hafta toplanacak olacak olan kongresi birkaç nedenle büyük önem taşımaktadır. Bir kere partinin uzun ve zor olan CKMP adı değişecektir. Yetkili çevrelerden öğrendiğimize göre büyük kongrede çeşitli iller tarafından yeni isim olarak şu teklifler ileri sürülecektir: Köylü İşçi Partisi, Milliyetçi Parti (MİP), Millî Kurtuluş Partisi, Millî Uyanış Partisi, Millî Hareket Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi…

Parti teşkilâtından sızan haberlere göre büyük kongre bu tekliflerden Millî Hareket Partisi adını benimsiyecektir. En uzak ilçelerden bile bu ismin şimdiden kabul edildiği ve propagandasının yapıldığı bildirilmektedir.

Tüzük Değişikliği

Büyük kongrede ayrıca parti tüzüğünde değişiklikler yapılacak, bir parti meclisi kurulacaktır. Parti Meclisi öğrendiğimize göre 80 – 100 kişilik büyük bir kuruluş olacak ve ayda bir defa Türkiyemizin çeşitli illerinde toplantılar yapacaktır. Milliyetçi – Toplumcu hareketin yayılması, millet tarafından gerçek hatlarıyla anlaşılması için parti meclisinin yurdun çeşitli bölgelerinde yapacağı toplantıların büyük ilgi uyandıracağı anlaşılmaktadır.

İkinci değişiklik ise partinin ambleminde yapılacaktır. Genç Milliyetçi – Toplumcular ve Dokuz Işık doktrinine gönülden inanmış partililer bu konuda Türkçü ve islâmî görüşü meczeden hilâl içinde bozkurt amblemini istemektedirler. Bütün milliyetçileri heyecanla titreten istek yurdun çeşitli bölgelerinde sevinç yaratmıştır. İsim ve amblem değişikliğinden sonra partiye büyük çapta iltihaklar olacağı da ayrıca bildirilmektedir. Bilindiği gibi bozkurt Türk destanlarının temelini teşkil eden ve tarih boyunca büyük millerimize önderlik etmiş kutsal bir yaratıktır.

Adana’da toplanıyorlar

Kars’tan, Ardahan’dan, Hakkari’den, İzmir’den, Edirne’den, Antalya’dan, Trabzon’dan, Sinop’tan, Çanakkale’den, İstanbul’dan, Ankara’dan yurdun 68 ilinden bu illere bağlı ilçelerden gelen temsilciler, parti delegeleri, genç bozkurtlar, inanmış Türk milliyetçileri bu haftayı Adana’da geçirecekler. Bu kongre bu yönüyle Türk siyasî tarihinde başlıbaşına bir yer işgal edecektir. Türk milliyetçileri ilk defa şuurlu ve inanmış bir kitle haline geliyor. Tarihî Mehter takımı, millî oyun ekipleri, millî kıyafetlerini giymiş efeler, seymenler, dadaşlar, Karadeniz ekipleri, Trakya ekipleri, Azerî ve Kafkas ekipleri Büyük Türkiye ideali için birleşerek Milliyetçi – Toplumcu millî hareketi bütün yurda yaymak için omuz omuza verecekler.

9 Işık Yürüyüşü yapılacak

Adana’da toplanacak büyük kongreye katılacak delegelerin yanısıra Milliyetçi – Toplumcu gençler ayrıca 9 Işık Yürüyüşünü Adana’da tekrarlıyacaklardır. Kongrede Türkiyemizin toplumsal dertleri, siyasî ve ekonomik çıkmazları konusunda bir de deklerasyon yayınlanacaktır.



Türk Yolu, Nurettin Pakyürek, 6 Şubat 1969, Sayı 1.

ONİKİYE BİR KALA

Bakıyorum… Akrep ve yelkovanları on ikiye bir kalayı gösteriyor bütün saatların… orkestraların çalmakta olduğu senfonilerin her melodisinde dostun ihanetleri dile getiriliyor; ve saniyeler ilerliyor…, ilerliyor!... Bizim tatlı su milliyetçileri ise, geçip gitmekte olan her saniye ile birlikte orantılı olarak biraz daha ikbal ve şahsî çıkar koltuğuna gömülüp horluyor…, horluyor!..

Bakıyorum… Bir tarafta küme küme insanlar ve insan kümlerinin ortasında psiko-politiğin, sosyal siyasetin ön gerçeklerini bile kavramaktan âciz çene makinaları!.. Öbür yan da kendi varlığının ince hikmetini unutacak şekilde millî yasadan kopmuşlara uyduluk eden inançsızlar’..

Evet!.. Taşıma suyla değirmen çarklarının dönmeyeceğini akıl edemeyecek kadar basiret ölçülerinden uzaklaşmışlara, bilirlerse, yakın tarihimiz ne ibret alınacak misallerle doludur!..

Türk’ün karakter yapısına en uygun doktrin ancak <<Dokuz Işık>> olabilir; milliyetçilik ve ahlakçılık, ülkücülük ile birlikte milletimizin mânâsını ve toplum yapısını kendi özlüğüne, inançlarına ve örfüne göre düzene sokacak en makul ve esaslı müeyyidelerdir, diyorsunuz.. Zavallı yaratık, beynelmilel bir tavırla hemen tevil usullerine başvurarak kendi varlığını da biçimlendiren bu ruh deseninden âdetâ koşar adım kaçıyor!..

Gelişmecilik ve Halkçılık, Ensüstricilik ve Gelişmecilik görüşleriniz adamı öylesine canevinden yakalıyor ki, buna rağmen, bir Ebû Cehil münkirliği ile direndikçe direniyor!..

Köycülük, Hürriyetçilik, Toplumculuk ve İlimcilik onun fikir dünyasının kısır iklimine tamamen zıdlıklar manzumesi olarak görünürken, <<Ah>>, diyor, <<ah!..>> <<Bütün yollar ikmâl pazarına çıksa da dört yıl daha günü gün etsem.>> Turnusol kâğıdına döndükten sonra da gelip, Milliyetçi – Toplumcular arasında yeniden şans denemelerine girişmek… Tek niyetleri bu!..

Yok efendiler, yok!..

On ikiye bir kala yükseklerden uçmak yok!..

Canları, başları pahasına kutsal dâvâya sarılıp her kahra katlanmış olanlara karşı çıkmak, kafa tutmak yok!..

Deve güdülür ya da güdülmezmiş, bize ne ?!

Bize, attığı ilk adımdan itibaren yüksünmeden büyük hedefe doğru yürümesini bilenler gerek!..

Başka yollardan şahsiyet ve itibâr kazanmanın imkân ve ihtimâli yoktur!..

Ölümün bile ehvenleştiği kutlu yolumuzdaki ilk büyük hedef her türlü ekonomik güce ve teknik üstünlüğe sahip yüz milyonluk kudretli ve kuvvetli Türkiyedir; ileri!..

Bu amaç uğrunda düşen düşer, ölen ölür; ölümü yenmesini bilenler bayrağı kaptıkları gibi daha da ileri götürmesini bilir!..

Onun için Adana Kurultayında ellerimiz, on ikiye bir kala yolcularına değil, sayın TÜRKEŞ ve ülkücü kadrosuna alkış tutacaktır…. O kadar!..

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN



Son Havadis, Başyazı, 7 Şubat 1969.

ALTINCI FİLO YAKLAŞIRKEN

Altıncı Filo, birkaç güne kadar Dolmabahçe önüne demirleyecek.. Altıncı Filo’nun Avrupa güvenliğini sağlayan bir vurucu kuvvet olması, soğuk harpteki rolüne istisnaî bir önem kazandırmaktadır.. Bu nedenle, Altıncı Filo, psikolojik savaşın başlıca hedeflerinden biridir.

Kollektivist diktatörlük cereyanları ile hür milletler arasındaki kritik karşılaşmalardan biri, geçen Ağustosta İstanbulda cereyan etmiştir. Diktatörlükler âleminin profesyonel tahrikçileri, aldatılmış bazı gençleri <<Guingnol kuklaları>> gibi kullanarak ihtilâl kıvılcımları saçmağa çalışmışlardır. Cumhuriyet Hükûmetinin prestijini kırmak, kanun kuvvetlerini yıldırmak ve Amerikanın gururunu yaralamak maksadiyle taşlı, sopalı ve bıçaklı tertipler hazırlamışlardır. Yetkili makamlar, isabetli ve itidalli tedbirlerle kadife eldivenlerini çıkarmaksızın Türkiyede kanunların işlediğini <<Guingnol kuklalarına>> göstermişlerdir.

Türkiyeyi ihtilâl ortamına sokmak ve tehlikelere sürüklemek isteyenler hesabına, Altıncı Filo’nun yapacağı yeni ziyaret, yaz aylarındaki hezimetin revanş maçı mahiyetindedir. Kripto’lar bu sefer ne pahasına olursa olsun, daha büyük ve zararlı bir hareket tertiplemek çabasındadırlar. Ancak asistanları boykota iterek Şubat sınavlarını durdurma teşebbüsleri, tam sonuç vermediği gibi, öğrencileri umdukları ölçüde sinirlendirmemiştir. Şimdi, kanlı plânlar üzerindedirler. Denizde öğrenci sandallarını Altıncı Filo motörleriyle çarpıştırmak, kenar sokaklarda üç beş misafir denizciye bıçakla saldırmak ve yürüyüş kafilelerine Dolmabahçe askerî kordonunu zorlatmak yolundan kanun kuvvetlerini çileden çıkartma fırsatlarını değerlendirmekle meşguldürler.

Amerikalı denizciler geçen defa Doğu – Batı soğuk harbinin mücadele mihraklarından birine düştüklerinden habersizdiler. Mahalli hisleri tahrik etmekten çekinmekte idiler. Bu seferki ziyaretlerinde, aynı derecede pasif davranmayacakları tabiidir. Amerikalılar, yeni bir Cumhurbaşkanının göreve başladığı aylarda dış olaylara fazla hassastırlar. Hiç bir devletin askerî üniforma taşıyan temsilcilerini yumruklara, taşlara, tekmelere, sopalara ve bıçaklara maruz bırakılmaktan hoşlanmadığı, bilinen gerçeklerdendir. Tecavüzlerin ilhamı ve organizasyonu kollektivist diktatörlüklerden gelince, misafir denizcilerin saldırganlara birer komünist kölesi olarak bakacaklarına şüphe yoktur.

Altıncı Filo’nun ziyareti, İstanbul’da ateşle barutu yan yana getirecek midir?

<<Guingnol kuklaları>> korkak, karaktersiz ve arkadan hançerleyen tiplerdir. <<Komando>> korkusu ruhlarını titretmektedir. Küçük bir partinin gövde gösterisi bile, bunlara korkunç plânlarını unutturarak, içlerine panik düşürebilir.

Ancak Adalet Partisi iktidarı, solcuları ürküten umacılara lüzum kalmaksızın duruma hâkimiyetini muhafaza edebilecek güçtedir. Polis, elebaşılara o günlerde iyi bir markaj yaparsa, hazırlıklar etkisiz kalabilir. Bu çeşit olayları bir nevi sosyal oyalanma sayan aldatılmış gençlere durumun ciddiliğini belirtmekte fayda görülebilir. Fakat en olumlu tedbir, hiç şüphesiz hükûmetin artık kadife eldivenini çıkartacağını ihsas etmesidir.



Tercüman, 8 Şubat 1969.

KOMÜNİZM VATANDAN SÖKÜLÜP ATILACAKTIR

SOSYALİSTLERE SESLENEN TÜRKEŞ “ERKEKÇE MASKENİZİ ATIP ORTAYA ÇIKIN, O ZAMAN SİZİNLE MÜCADELEMİZ ERKEKÇE OLACAK” DEDİ

BUGÜN TOPLANACAK CKMP KONGRESİNDEN ÖNCE KOMANDOLAR ADANA’DA BÜYÜK BİR YÜRÜYÜŞ YAPACAK

Son aylarda Türk siyasî hayatına <<Komandolar>> tabiri ile yeni bir hareket ve hız getiren CKMP’nin adı ve amblemi bugün yapılacak büyük toplantı ile maziye karışacaktır. Parti içinde yüze başbuğ diye tanınan Genel Başkan Alparslan Türkeş, bugün saat 11 de Adana kapalı spor salonunda yapacağı bir konuşma ile, partisinin <<millî harekât>> adını aldığını, amblem olarak komando kuvvetlerinin işareti olan <<Üç Hilâl>> in kabul edildiğini resmen açıklayacaktır.

Türkiye’deki CKMP teşkilâtlarına mensup bütün delege ve parti başkanlarını biraraya getiren kurultay niteliğindeki toplantının ihtişam ve bir gösteri havası içinde geçmesini temin maksadıyla gençlik kolları bir yürüyüş yapacaktır.

Sabah saat 8.30 da Adana CKMP il binası önünde saf halinde dizilecek olan yüzlerce komando, önlerinde mehter takımı olduğu halde toplantının yapılacağı kapalı spor salonuna kadar yürüyeceklerdir. Komandoların gösterisi ve yürüyüşü sebebiyle Adana’da olağanüstü emniyet tedbirleri alınmıştır.

KOMÜNİZME KARŞI

Dün Adana’ya gelen CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş; <<Millî Harekât Partisi, büyük bir hız ve gelişim içindedir. Bütün Türkiye’deki millî güçler saflarımızda toplanmaktadır. Türk Vatanından komünizmi söküp atacak tek kuvvet ve parti olarak kendimizi görüyoruz.>> demiştir.

Türkeş, daha önce Türk Milletine hitaben yayınlanan beyannamede de belirtildiği gibi, Millî Harekât Partisinin Türkçülük, Turancılık, faşistlik görüşünü bir kere daha bu büyük toplantıda dile getireceğini ifade etmiş ve sözlerine şunları eklemiştir:

<<Olağanüstü kongreyi Adana’da seçişimizin tek sebebi, büyük ata’dır. Mustafa Kemal’in <<Bende, bu vekayiin ilk hissi, teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur>> cümlesinden ilham alarak burada toplanıyoruz. Millî Harekât Partisi olarak faşistliği şiddetle reddediyoruz. Bu parti hiçbir zaman faşist hüviyetine girmemiştir ve girmeyecektir.

Ama her Allah’ın günü kendi gazetelerinde sosyalizm maskesi altında komünizm propagandası yapanların <<Biz komünistiz>> diye erkekçe bir açıklama yapıp yapmayacaklarını sabırsızlıkla bekliyoruz. Madem bir dâvaya inanmışlar, mademki yalanı kendilerine yakıştırmıyorlar, o halde davranış ve fikirleri komünizmden başka bir şey olmayan sosyalistlere sesleniyoruz. Erkekçe davranın ve hüviyetinizi erkekçe açıklayın. O zaman da sizinle mücadelemiz erkekçe olacaktır.>>

İSLÂMLIK VE TÜRKLÜK

Türkeş, bu arada milliyetçi bir parti olmakla övündüklerini ifade ile konuşmasına şöyle devam etmiştir: <<Bizim iki büyük kaynağımız mevcuttur. İslâmlık ve Türklük. Bu iki varlığı savunmakla şeref duyarız. Evet, Türküz, İslâmız ve ilerici bir görüşe sahibiz.>>

ADANA’DA HAREKET

CKMP’nin ad ve amblemini değiştirmek üzere, toplantı yeri olarak seçtiği Adana’da şu saatlerde büyük bir hareket mevcuttur. CKMP’nin bütün gençlik kolları eksiksiz olarak burada toplanmış vaziyettedir. Otellerde yer bulma imkânı yoktur. Zaten mübarek hac mevsimi dolayısiyle yüklü olan şehir, bir siyasî partinin gösteri ve toplantısı sebebiyle daha da hareket kazanmıştır.

CKMP’nin bu büyük toplantısını organize eden Adana CKMP İl Başkanı Faruk Akkulah da, <<Hayatımın en mesut ve en heyecanlı günlerini yaşıyorum. Gençliğin bu derece bize bağlanacağını ve sinemizde bu derece vatan ve millet aşkı ile bir araya geleceğini tahmin edemezdim. Ama bu muhteşem gösteri meydana geldi. Yeni amblemimiz üç hilâl, vatan olma, millet olma ve muasırlaşmadır. Mazimizle öğünecek bir millet olarak bütün gençliği, bütün milliyetçileri üç hilâlin altında birleşmeye davet ediyoruz.>>



Tercüman, 9 Şubat 1969.

BOZKURTLARIN KIZILLARI DÖVDÜĞÜ DOĞRUDUR

Adana, Erol Erk

Amblemini Üç Hilâl, adını Millî Harekât yapan CKMP siyasî hayatının en büyük gövde gösterisini dün Adana’da yapmış, kapalı spor salonundaki olağanüstü kongreyi dört bin kişi merakla izlemiştir.

Parti teşkilâtına mensup bütün gençlik kolları ve bu kolların kanalize ettiği komando ekipleri, göğüslerinde Üç Hilâl ve Bozkurt rozetleri olduğu halde, sert adımlarla Adana caddelerinde bir gösteri yapmıştır.

Sabah saat 8.30 da CKMP il binası önünde toplanan bine yakın ve ekserisini üniversitelilerin teşkil ettiği gençler, saf halinde yürüyüşe geçmişlerdir. Mehter marşı ve bugüne kadar kurulmuş Türk ve İslâm devletlerinin bayrakları olduğu halde yürüyüşe geçen gençler; <<Yüce başbuğ Alpaslan Türkeş’in izindeyiz>> sloganı ile kurultayın yapılacağı kapalı spor salonu önüne kadar gelmişlerdir.

Havanın güzel olmasından da istifade eden binlerce meraklı, değişik bir düzende, askerce adımlarla yürüyen göğüsleri kabarık, başları dik gençleri heyecanla alkışlamışlardır.

TÜRKEŞ GELİYOR

Alpaslan Türkeş, bu hava içinde kapalı spor salonuna girmiş, olağanüstü kongrenin açıldığını ilân ettikten sonra; <<Olağanüstü kurultayımız, millî tarihimizin yeni safhasında ve millet hayatında müstesna bir mevki taşıyacak, Türkiye’nin şanlı geleceği için bir başlangıç olacaktır. Torosların eteğinde bu kutsal topraklar üzerinde tekevvün eden irade, yeni bir Ergenekon müjdeliyor. Türk Milletinin önüne çıkarılan engelleri, onu çaresizliğe, yokluğa, utançla boyun eğmeğe mahkûm eden ve kader kabul edilen neticeyi; sefaleti, cehaleti, istibdadı yenme kararını taşıyoruz.>> demiştir. …

KOMÜNİSTLERİ DÖVDÜK

Türkeş, aşırı sol gazetelerin son günlerde kendi partilerine ait gençlik kollarını kaba bir kuvvet olarak gösterdiklerine işaret ederek şunları söylemiştir.

<<Bizim millî doktrinimiz her şeyden önce insan sevgisini ve Türklük sevgisini esas almaktadır. Gençlerimizin sebebiyet verdiği hiçbir kavga olmamıştır. Bozkurtlarımız kimseyi tahrik ve rahatsız etmemişlerdir. Daima kanunlara saygılı, millî ahlâka bağlı hareket etmişlerdir. Ancak, komünistlerin bazılarının dövüldüğü, köksüz fikirlerinin daha üstün millî fikirler tarafından baskıya alındığı doğrudur. Fakat dövülenler kimlerdir? Türk Milletini köleleştirmek isteyenlerin âletleri olanlar, Allahına sövenler, tarihiyle alay etmeye yeltenenler dövülmüştür. Gençlerimizin meşru savunma haklarını kullanmaktan ibaret kalan davranışlarına asla gölge düşürülemez.

Millî varlığımızı tehdit eden komünizm, bölgecilik, mezhepçilik gibi tehlikeler karşısında Türk gençliğinin susması demek, Türklüğün tarih sahnesinden silinmesi demektir.>>


KONGRENİN 1. GÜNÜNDE HÂDİSELER OLDU

CKMP’nin Adana Kapalı Spor Salonunda ad ve amblem değiştirmek üzere tertip ettiği olağanüstü kongrede, Başkanlık Divanı seçimleri sırasında bazı hadiseler çıkmıştır.

Kongre Divanı seçimi oylamasında, Ordu Delegesi itirazda bulunmuş, usulsüzlük olduğunu iddia ederek söz istemiştir.

Ancak kendisine söz verilmeyen delege, bir anda kongrede asabî bir hava estirmiş, bağırıp çağırmaya başlamıştır. Bunun üzerine salondaki Ankara ve İstanbul Gençlik Kollarına mensup görevliler, delegeyi dışarı atmak istemişlerdir. Ancak Komandoların bu hareketi diğer delegeler tarafından tasvip görmemiş, taraflar arasında yumruklaşmaya kadar varan bir kavga olmuştur.

Bu arada mikrofonu eline alan bir delege, <<Yüce başbuğumuz hastadır. Kendisini üzmek istemiyorsanız lütfen sükûneti temin edin.>> demiştir.

Başbuğun hasta olduğu söylentisi kavgayı dağıtmış, kongreye de bir süre ara verilmiştir.



Hür Anadolu, 9 Şubat1969.

CKMP KONGRESİ KOMANDOLARIN YÜRÜYÜŞÜYLE ADANA’DA BAŞLADI

CKMP Olağanüstü Genel Kurul Kongresi Adana’da Genel Başkan Alparslan Türkeş, yönetim kurulu üyeleri, delegeler ve özel eğitim görmüş komandoların yürüyüşü ile başlamıştır.

Önde 9 Işık’ı temsil eden 9 motosikletli genin öncülük ettiği yürüyüş, Adana Kuruköprü meydanında başlamış, Küçük Saat, Çakmak Caddesi, İstasyon, Caddesi boyunca, Kapalı Spor Salonuna kadar devam etmiştir. Yürüyüşe katılanların başında Mehter Takımı, daha sonra 16 Türk Devletini temsil eden bayraklar, <<Tanrı Türkü Korusun>> yazılı Bozkurt armalı büyük boy flâma, ortada Genel Başkan Türkeş olmak üzere, kolkola girmiş Parti Yönetim Kurulu üyeleri, çeşitli dövizler taşıyan delegeler ve <<Tanrı Türk’ü Korusun, Başbuğ, Başbuğ çok yaşa>> nidaları ile etrafı çınlatan özel eğitim görmüş komandolar yer almıştır.

Dövizlerde, <<Milliyetçiliğimizin temeli Türklük şerefine ve gururuna, İslâm ahlâkına ve faziletine dayanmaktadır. -İşçimize içimizde iş. -Bölmeden Milletleşme ve Kalkınma. -Kızlarımız cariye, Oğullarımız köle oldu. -Komünizm ve emperyalizme harp.>> ibareleri daha çok dikkati çekmiştir.

Yürüyüş boyunca Mehter Takımı çeşitli marşlar çalmış, kongrenin yapılacağı Kapalı Spor Salonu sahasına gelindiğinde, komandolar toplu halde <<Başbuğ Marşı>>nı söylemişlerdir.

Böylece olaysız geçen iki saatlik yürüyüş sona ermiş ve sırası ile CKMP’liler, Kapalı Spor Salonundaki yerlerini almışlardır.



Yeni Gazete, 9 Şubat 1969.

TÜRKEŞ: DEVLETİ YENİDEN KURMAK İÇİN KARARLIYIZ

CKMP Kongresi “9 Işık” yürüyüşü ile başladı
İskender Ayvalık bildiriyor - Adana

CKMP Olağanüstü Genel Kongresi, Genel Başkan Alparslan Türkeş, Yönetim Kurulu üyeleri, delegeler ve özel eğitim görmüş komandoların yürüyüşü ile başlamıştır.

Önde 9 Işık’ı temsil eden 9 motosikletli genin öncülük ettiği yürüyüş, Adana Kuruköprü meydanında başlamış, Küçük Saat Çakmak Caddesi, İstasyon, Caddesi boyunca, Kapalı Spor Salonuna kadar devam etmiştir.

Yürüyüşe katılanların başında Mehter Takımı, daha sonra 16 Türk Devletini temsil eden bayraklar, <<Tanrı Türkü Korusun>> yazılı Bozkurt armalı büyük boy flâma, ortada Genel Başkan Türkeş olmak üzere, kolkola girmiş Parti Yönetim Kurulu üyeleri, çeşitli dövizler taşıyan delegeler ve <<Tanrı Türk’ü Korusun, Başbuğ, Başbuğ çok yaşa>> nidaları ile etrafı çınlatan özel eğitim görmüş komandolar yer almıştır.

KAVGA ÇIKTI

Olağanüstü genel kongrede <<Delege olmayanlara kart dağıtıldığı>> iddiası yüzünden saat 12.15’te kavga çıkmış ve toplantı saat 14’e ertelenmiştir.

Dövizlerde, <<Milliyetçiliğimizin temeli Türklük şerefine ve gururuna, İslâm ahlâkına ve faziletine dayanmaktadır. -İşçimize içimizde iş. -Bölmeden Milletleşme ve Kalkınma. -Kızlarımız cariye, Oğullarımız köle oldu. -Komünizm ve emperyalizme harp.>> ibareleri daha çok dikkati çekmiştir.

Yürüyüş boyunca Mehter Takımı çeşitli marşlar çalmış, kongrenin yapılacağı Kapalı Spor Salonu sahasına gelindiğinde, komandolar toplu halde <<Başbuğ Marşı>>nı söylemişlerdir.

Böylece olaysız geçen iki saatlik yürüyüş sona ermiş ve sırası ile CKMP’liler, Kapalı Spor Salonundaki yerlerini almışlardır.

Başkanlık divanına seçilen eski İstanbul İl Başkanı Orhan Kaleli idaresinde kâtip üyelerin seçimi sırasında, söz isteyen İstanbul delegesi Bahattin Erman seçimin usulsüz yapıldığını, <<Delege olmayanlara kart dağıtıldığını>> ileri sürmüş ve seçimin yenilenmesini istemiştir.

Özel eğitim görmüş gençler duruma müdahale edince bir anda ortalık karışmıştır. Gençlerin <<Asıl komando bizleriz>> bağrışmaları arasında Bahattin Erman’ın tribünlerden salona itildiği görülmüştür.

Genel Başkan Alparslan Türkeş’in konuşması bir netice vermemiş, bu sırada mikrofonu eline alan Hüseyin Üzmez adındaki bir CKMP’li, gençleri sükûnete davet etmiş ve yatıştırıcı bir konuşma yapmıştır.

TÜRKEŞ’İN KONUŞMASI

Türkeş, <<Milliyetçi Türk Gençleri, asil bozkurtlarımız, milliyetçi toplumculuğun, kutsal dâvamızın teminatıdır. Geleceğin müjde işaretidir. Türk Milletini yeniden teşkilâtlandırmaya, devleti yeniden kurmaya kararlıyız. Hür ve mes’ut insanların barış ve refah yurdu büyük, kudretli, müreffeh Türkiye’yi inşa edeceğiz. İlk hedefimiz, ilk icraatımız idarenin ıslahıdır.>>

Dünyadaki bir çok gelişmelerden sonra Ortadoğu ile Uzakdoğu’nun Sovyet baskı ve yayılmasına maruz kaldığını bildiren Türkeş: <<Bu baskıya direkt hedef olan, toprak istekleri ve soğuk harp tecavüzleri karşısında kalan Türkiye kaderini batıya bağlamış, güvenliğini de batı Avrupa Güvenlik sitemine, NATO’ya bağlamıştır. NATO Sovyet yayılma tehdidine karşı ciddî bir tedbir olmuş ve barışı korumaya hizmet etmiştir. Ancak, savaş tehlikesi ve ihtimali büsbütün ortadan kalkmamıştır. Çekoslovak krizi ve Ortadoğu’nun karışık durumu, Arap İsrail mücadelesi Türkiye güvenlik bölgesini daima harp yangınına müsait bir saha halinde tutmaktadır. Farklı yapı, farklı dünya görüşü, değişik tarihî gidişe rağmen Türkiye’yi kaderini ve güvenliğini Batı Avrupa ile birleştirmeğe ve ona tâbi kılmağa zorlayan husus, millî savunmasını ve güvenliğini kendi imkânlarıyla temindeki yetersizliği, yani kendi kendine yetmeyişi olmuştur. Ancak, NATO’da bulunduğumuz süre, 16 yıl müşterek güvenlik kalkanı altında kazandığımız insiyatif Türkiye’yi kendi kendine yeterli kılma yolunda kullanılmıştır. Milletler her çareye baş vurarak kendi güvenliğini ve millî savunmasını kendi imkânları ile sağlama tedbirlerini bulmaya mecburdur.>>

Milletlerin büyük bir mücadele hâlinde olduklarını belirten Türkeş, bu mücadelede Türkiye’nin durumu ile ilgili olarak şunları söylemiştir: <<Millet adına iktidar olan grupların iktisadî, içtimaî politikası milletin tümünün saadet ve refahını hedef almaktan, millî olmaktan daima uzak bulunmuş, çarklar daima güçlünün lehine dönmüş, bentler daima imanlının tarlasına bağlanmıştır. Bu tutumun sonucu, yâni devlet eli ve otoritesiyle milleti soyma, ezme, akraba, eş dost kayırma, yârânı zengin kılma anlamını taşıyan bu tutumun sonucu içtimaî zıddiyet ve gerginliklerin artması, kitlelerin zorluğunun büyümesidir. Bugün Türkiye’ye gayri millî ekonomiler hâkim bulunmaktadır. Devlet bu gayri millî ekonomilerin elinde Türk Milletini bir sömürge vasıtası olarak kullanmaktadır.>>

Türkeş, daha sonra, Türkiye’de 23 milyon insanın kaderinin toprağa bağlı bulunduğunu, bu insanların büyük bir sefalet içinde yaşadıklarını ve topraksızlığın bunların en büyük problemi olduğunu söylemiş ve şöyle devam etmiştir.

<<Biz yeni bir ahlâk, yeni bir maneviyat, yeni bir iktisat dâvasını temsil ediyoruz. İçimizde Tanrı Dağından taşıdığımız Ergenekon Seddini eriten ateş, gönlümüzde zihnimizde Hira Dağından doğan güneşin ışığı var. Biz Müslüman Türk’ün öz nizamını, millî nizamı temsil eden millî hareketiz.

İslâm imanı ve fazileti, Türklük şuur ve gururu, Türk harsı ile 21. yüzyıl medeniyeti, feza, atom, elektronik çağının yeni Müslüman Türk medeniyeti, dâvamız budur. Bu gaye ile iktidara tâlibiz. Bu amaçla Türk Milletini yeniden teşkilâtlandırmaya, devleti yeniden kurmaya kararlıyız. Tembelliği, meskeneti, yokluğu, sefaleti, geriliği, karanlığı, adaletsizliği yeneceğiz.

Şimdi son aylarda çok konuşulan bir meseleye, gençlik hareketlerine de kısaca dokunacağım. Önce şunu belirteyim: Aşırı solu ve ortanın solunu tutan gazetelerin yazdıklarından hiç birisi doğru değildir. gençlerimizi saldırgan oldukları yolundaki iddialar yalandır, iftiradır.

Gençlerimizin meşru savunma haklarını kullanmaktan ibaret kalan davranışlarına aslâ gölge düşürülemez. Millî varlığımızı tehdit eden komünizm, bölgecilik, mezhepçilik gibi tehlikeler karşısında Türk gençliğinin susması demek, Türklüğün tarih sahnesinden silinmesi demektir.>>

Genel Başkan Alparslan Türkeş’in konuşmasını takiben faaliyet raporunun okunmasına geçilmiştir. Bu arada tüzük tâdili ile ilgili görüşmeler için delegeler değişik teklifler vermişlerdir. Kongreye bugün saat 10’da devam edilecektir.



Bugün, 9 Şubat 1969.

CKMP’LİLER KONGREDE KAVGA ETTİ

Adana Kapalı Spor Salonunda dün başlayan CKMP olağanüstü Genel Kongresinde <<delege olmayanlara kart dağıtıldığı>> iddiası yüzünden saat 12.15 de kavga çıkmış ve toplantı saat 14’e ertelenmiştir.

Başkanlık divanına seçilen eski İstanbul İl Başkanı Orhan Kaleli kâtip üyelerin seçimi sorasında, usûl hakkında söz istiyen İstanbul delegesi Bahattin Erman seçimin usulsüz yapıldığını <<delege olmayanlara kart dağıtıldığını>> ileri sürmüş ve seçimin yenilenmesini istemiştir.
Özel eğitim görmüş gençler duruma müdahale edince bir anda ortalık karışmıştır. Gençlerin <<asıl komando bizleriz>> bağrışmaları arasında Bahattin Erman’ın türübünlerden salona itildiği görülmüştür.

Genel Başkan Alparslan Türkeş’in konuşması bir netice vermemiş, bu sırada mikrofonu eline alan Hüseyin Üzmez adındaki bir CKMP’li, gençleri sükûnete davet etmiş ve yatıştırıcı bir konuşma yapmıştır. …

Bugün başlayan olağanüstü kongrede, parti ismi ile ambleminden başka tüzükte bazı değişiklikler de yapılacaktır. Bu değişiklikler, bir parti meclisi kurulması, genel başkan yardımcılıkları ile il genel sekreter yardımcılarının dörde çıkarılması ile ilgilidir.

POLİS ALARMDA

İki gün devam edecek CKMP olağanüstü kongresi için polis alârm durumuna getirilmiştir. Siyasî partiler ile dernekler ile bazı kurumlar önünde sıkı güvenlik tedbirleri alınmıştır.

Olağanüstü kongrenin yapıldığı kapalı salonun zemini tamamen halılarla kaplanmıştır. Kongre salonunda Türklerin tarih boyunca kurdukları 16 devletin bayrakları dalgalanmaktadır.



Yeni Gazete, 9 Şubat 1969.

KONGREDEN NOTLAR

Serdengeçti, komandolara karşı bir tutum içinde

* Kongreden önce Adana’ya ilk gelen Genel Başkan Türkeş oldu. Kongre hazırlıklarını denetlemek üzere gelen Türkeş, üşüttüğü için, dün bir süre dışarı çıkıp camide namaz kıldı, sonra İl Merkezine giderek partililerle konuştu ve oradan da istirahat etmek üzere yeniden İl Başkanı Faruk Akkülah’ın evine döndü. Rifat Baykal ise gençlerle toplantı yaptı. Partililer hep Muzaffer Özdağ’ı aradılar ama, Özdağ hanımı ile birlikte otelde dinlenmeyi, partililerle görüşmeye tercih etti.

* Parti İl Merkezinde kendine has esprileri ile etrafı kırıp geçiren Osman Yüksel Serdengeçti, bir ara, <<Şu Millet Partililerle de solcular işbirliği halinde>> deyince, o sırada yanında bulunan Türkeş, <<Evet solcularla aynı paralelde çalışıyorlar>> şeklinde konuştu ve dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi.>>

* Antak[l]ya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti’nin konuşmalarına bakılırsa, komandolara karşı olduğu anlaşılıyor. Bir ara <<Kol kuvveti ile vatandaştan oy alınır mı?>> dedi. Fakat konuşmasının soğuk karşılandığını farkedince de, <<Ama onlarsız da olmuyor ki>> şeklinde sözlerini değiştirmek zorunda kaldı.

* Kuliste en çok konuşulan konulardan biri de, partinin seçimlerden önce mutlaka gerçekleştirmeye çalıştıkları gazete fikri. Söylentilere bakılırsa, şimdiden 500 bin lira bulunmuş. Bu para 2 milyon liraya çıkar çıkmaz derhal gazete çıkarılmasına başlanacak. Gazetenin adı da belli: <<Millî Hareket.>>

* Kongre öncesi kulisinde en çok konuşulan konulardan biri de Mehmet Altınsoy’un Türkeş’e karşı adaylığını koyup koymıyacağı meselesi. Bir kısım delegeler bu konuda bir şey söylemekten çekiniyorlar. Bazıları ise kesin olarak <<Böyle bir şey söz konusu değildir>> diyor.

* Olağanüstü Kongre öncesinde en heyecanlı grup, genç komandolar. Kendilerine yabancı bir kelime olan <<Komando>> adının takılmasını hoş karşılamıyorlar. Türkeş’in kendilerinden <<Bozkurt>> diye bahsettiği bu gençlere, parti içinde <<Akıncılar>> deniliyor. Komandoların bu <<Akıncılar>> isminden çok hoşlandıkları anlaşılıyor. Bu arada Ankara ve İstanbul’da bazı hâdiselere adı karışan komandoların kullandığı meşhur copların adını da öğrendik. Komandolar bu coplara <<Anayasa>> diyorlar.

* Dün komandoların söylediği Türkeş marşı şöyle idi:

Güvendik biz sana Türkeş
Sensin Alparslanlara eş
Milletimin gözü yaşlı
Kurtar onu Başbuğ Türkeş.

Anadolu yetim kaldı
Moskofçular yurda doldu
Türk Mlleti hep ağladı
Kurtar onu başbuğ Türkeş.



Yeni Gazete, 9 Şubat 1969.

Ben de bir Komandoyum

Dün sabah Adana’da başlayan CKMP Kongresi, bir süreden beri adlarından çeşitli vesilelerle söz edilen <<Komandoları>> yeniden birinci plâna çıkartmıştır.

Ergenekon Arslanları diye de adlandırılan komandoların gayeleri ve nasıl yetiştirildikleri uzun zamandan veri halk oyunu meşgul eden bir sorudur. CKMP Gençlik Kamplarında yetiştirilen komandolardan birisi, kimliğinin gizli tutulması şartı ile, YENİ GAZETE okuyucularına gayelerinin ne olduğunu ve nasıl yetiştirildiklerini yazmıştır.

Komandoların gayelerinin ne olduğunu anlayabilmek için bugünün gençliğinin içinde bulunduğu çıkmazı bilmemiz lâzımdır. Gençlik zararlı cereyanların içinde, gençlik anarşi yaratmada, gençlik düzgün bir mantığa sahip olan kişilerin gayri ahlâki olarak vasıflandırdığı yerlere devam eden, boş zamanlarında değil, çalışması gerekli olan saatlerde dahi çalışmayıp eğlenceyi, ki yaptıklarına eğlence denirse, tercih eden bir güruh halindedir. Tabiî ki, bu acı gerçek aklı başında herkes için üzüntü kaynağı olmaktadır. Yani tek kelime ile söylemek icap ederse gençliğin büyük bir ekseriyeti gerek yaşayışı gerekse düşünüşü itibarı ile Türk milletini temsil etmekten uzaktır. Halbuki herkesin bildiği ve kabul ettiği gibi bir milletin devamını ancak gerek fikrî ve gerekse bedenî yönden kuvvetli olan gençlik sağlar yoksa fikirsiz ve cılız bir nesil değil. Mustafa Kemal Türkiye’yi fikirsiz ve ruhsuz olan böyle bir cılız nesle değil, gerek fikrî gerek ruhî ve gerekse bedenî yönden sağlam, milletin varlığına inanmış olan gençliğe bırakmıştır. Bir milletin gençliği denilince; o milleti gerek maddî ve gerekse manevî yönden en büyük mutluluğa eriştirmeğe canla başla çalışan gençlik anlaşılmalıdır. Böyle bir gençlik de yeryüzünde yaşayan her milletin arzu ettiği gençliktir. Hele bu, tarihi şereflerle dolu olan Türk milleti için bir zarurettir.

DİN VE AHLÂK

Ben, bir milletin kaderinin gerek fikrî gerek ruhî ve gerekse bedenî yönden kuvvetli olan genç nesle bağlı olduğu fikrine inanmış ve faaliyetlerini bu gayeye hizmet için teksif eden şahıslardan sadece biriyim. İnsanın maddî anlamda olduğu kadar manevî anlamda da yücelmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü mutluluğu yaratan bütün düzenler ve alışkanlıklar arasında din ve ahlâk en gerekli olanlarıdır. İnsan mutluluğunun en büyük desteklerini yıkmak için uğraşanların bütün yurtseverlik iddiaları saçma ve boştur, ahlâkın dinsiz de yaşıyabileceği, düşüncesini özel bir yapısı olan zihinlerdeki saf eğitimin etkisine ne bağışlanırsa bağışlansın mantık ve tecrübe, dinî ilkelerden yoksunluğun yerini ulusal ahlâkın tutabileceğine inancımızı önler.

SOSYALİZM VE MİLLİYETÇİLİK

Bugün bir takım gençler gözlerinden kapitalizm gözlüğünü çıkarıp sosyalizm gözlüğünü takarken toplumun temel direğini teşkil eden milliyetçilik fikrinin kapsamı içinde yorumlanan yukarıda bahsettiğimiz gerçekleri gözönüne almadan mevcut olaylara Türk gözü ile değil bir sosyalist gözü ile bakmaktadırlar. Halbuki sosyalizm milliyetçi değil, beynelmilel bir akımdır. Ve şartlanan beyinlerle maceralar peşinde koşanlar anarşi çıkarmaya çalışmaktadırlar. Ama düşünemiyorlar ki bu millet onları kendi ellerinden tutup yükseltsin diye bağrına basıyor, yoksa anarşi çıkarsın diye değil

Ben, adından bahsedilen bir zümrenin ferdi olarak şunu söyleyebilirim. Anarşist değilim ama milletimin aleyhine çalışanların karşısına çıkmanın vazifem olduğuna da inanıyorum.

Bu düşünce ile gittiğim kampta 30 gün kaldım. Kampımız Tekirdağ’da iki tepe arasında bir vadide ve önü denizdi. Kamp programı da üç kısma ayrılmıştı.

1– Sabah öğle:
A) Saat 6 kalk düdüğü.
I- Kamp komutanına tekmil
II- Çadırların teftişi
III- Vazife taksimi
IV- Deniz
B) Saat 7.30 kahvaltı toplan düdüğü. Kahvaltıya hep beraber oturulur, sonra saat 9.30’a kadar dinlenilir ve bu arada derslerimize bakardık.
C) Saat 9.30 toplan düdüğü çalındığı zaman:
I- Toplu halde beden eğitimi. Sonra gruplara ayrılarak bir nezaretçinin başkanlığında judo, güreş, boks, barfiks, aletli jimnastik. Bu saat 12’de biterdi.
D) Saat 12 dinlenme ve ders çalışma

2- Öğle – akşam:
A) Saat 13 yemek ve dinlenme
B) Saat 14 içtima düdüğü ve deniz
C) Saat 16 seminerler:
a) Çeşitli yetkililerim konferansları
b) Elemanların hazırladığı seminerler,
c) Çeşitli konuların incelenmesi.
D) Saat 18.30: Dinlenme ve yemek.

3- Gece – yatış
A) Saat 20 toplan düdüğü ve gece eğitimi. Yön tayini muayyen bir yerde buluşma, kol yürüyüşleri vs.
B) Saat 23 yatış

Her çadıra üç kişi yatıyorduk ve yatağımız yoktu. Altımıza bir battaniye alır üzerimize de bir battaniye alıp yatardık. Kamp nöbetçileri de mevcuttu. Ve bazı geceler alârm verilirdi. Kampta uygulanan yasaklar arasında içki, kumar, döğüş, etrafta bulunan ekili ve dikili araziye ve mahsüle zara vermek gelmekteydi ve sigara içmek de tahdide bağlıydı. Bu kampa bir çok genç arkadaşlarım katıldı. Bu arkadaşlarımın hepsi tahsil görmüş kişilerdi.

Bazı kişiler bu kamplara katılmak için ne lâzım olduğunu soruyorlar. Onlara şunu diyebiliriz: Türk milletinin bir farkı olduğunu bilmek ona karşı yüce bir sevgi beslemek ve Türklüğüyle iftihar etmek.



Tercüman, 10 Şubat 1969.

YENİDEN BAŞKAN SEÇİLEN TÜRKEŞ: TÜRKLÜK VE İSLÂMİYET KAYNAŞMIŞTIR

Adana, Erol Erk

CKMP nin büyük kongresi, dün gece Alpaslan Türkeş’in yeniden Genel Başkan seçilmesi ile sona ermiştir.

Türkeş, seçilmesi sonunda bir konuşma yapmıştır. Bu arada partinin adı, <<Milliyetçi Hareket Partisi>> olarak değişmiş, fakat bunun 1969 seçimlerinden sonra tatbiki kararlaştırılmıştır. Aynı zamanda partinin amblemi de Üç Hilâl olmuştur.

Adana Spor ve Sergi Sarayında zemini çeşitli renkteki halılar, etrafı Hilâl ve Bozkurt bayrakları ile donatılmış toplantı salonu, CKMP Kurultayının hareketli bir gününe daha sahne olmuştur. Saat 11 de başlayan çalışmalar sırasında kongre divanına verilen bir takrirle konuşması istenen Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ <<Bozkurt>> tezahüratı ile mikrofona çağrılmıştır.

İki saat süren bir konuşma ile, Türkiye’nin bugünkü meselelerini, kendi parti görüşü açısından dile getiren Özdağ; dinin hiçbir şekilde siyaset pazarına dökülmemesi icap ettiğini ifade ederek şunlar söylemiştir. …

HADİSELER

Partinin adını ve amblemini değiştirmek için Adanada toplanan kurultayın ikinci gününde de münakaşa ve tartışmalar olmuştur. Bir delegenin <<Gençlik kollarına yardım yapılmıyor>> şeklindeki konuşması delegeler arasında kavga çıkmasına sebep olmuştur. Kongrede asayişi teminle görevli komandolar, tartışmaları yatıştırmak isterken bu davranışlar daha fazla tepki görmüştür. Bu arada yine bir delege <<Bu komando tâbiri bize belâ getiriyor. Bu hitap şeklini kabul etmeyelim>> diye dert yanmıştır.

Bundan sonra parti ismi ve amblemi değiştirilmiş, Cumhuriyetçi Köylü millet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi olmuş ve terazili amblem Üç Hilâl şeklini almıştır.

TÜRKEŞ, GENEL BAŞKAN

Tüzük tâdil teklifleri, bu şekilde karara bağlandıktan sonra, açık oylama ile genel başkanlık seçimine geçilmiştir. Alpaslan Türkeş, tek aday olarak gösterilmiş ve yeniden genel başkanlığa seçilmiştir.

CKMP’nin büyük kongresinde yeniden Genel Başkanlığa seçilen Alpaslan Türkeş, yaptığı kapanış konuşmasında özetle şöyle konuşmuştur.

<<Türk Milleti çöküntüyü önlemek uğruna öncülüğünü yaptığı bir dünyayı bırakmakta ve yabancı dünyanın takipçisi hattâ taklitçisi olmakta tereddüt etmemiştir. Batılılaşma yolundaki ikiyüz yıllık bir zamanı hemen hemen boşa harcadık.

Bilhassa son yıllarda yine milletimize yabancı bir sistemin, görünüşte sosyalist, aslında komünist olan ikinci bir yolun tavsiye edildiğini görmekteyiz. Komünizmin Türk Milletine neler getireceğini merak etmek, bari bir de şunu deneyelim diyebilmek mevkiinde değiliz. Elli yıllık uygulamanın neler getirmiş olduğunu biliyoruz. Bizim için komünizm bir iktisadî dâva olmaktan ziyade bir istiklâl dâvasıdır. Unutan gafillere daima hatırlatacak, unutturmak isteyen hainlerin mutlaka kökünü kazıyacağız.

Partimizin kalkınma yolu, çalınma doktrinlerle değil, millî yapımızın incelenmesinden doğmuştur. Buna üçüncü yol diyoruz. Dokuz Işık yolu diyoruz. Kalkınmamızın manevî temelleri, milliyetçilik, iman ve ahlâktır.

Milliyetçiliği reddeden bir dincilik anlayışı ve islâmiyete düşman bir milliyetçilik anlayışı bize yabancıdır.

Faşizme, nazizme ve yabancı diğer bir sisteme özentiyi, Türk milliyetçileri olarak reddederiz.

İleri, mesut ve müreffeh bir Türkiye eserimiz olacaktır. Temeline terimizi katacağız ve gerekirse korumak için kanımızı, malımızı ve canımızı feda edeceğiz.

Büyük kudretli Türkiye’yi ayakta selâmlarım. Tanrı Türk’ü korusun.>>

KALKINMANIN MANEVİ TEMELLERİ

<<Kalkınmanın manevi temelleri milliyetçilik, iman ve ahlâktır. Türklük gururu ve şuuru ile islâm ahlâk ve faziletine, oy toplama endişesi ve siyaset riyakârlığının üstünde kalarak, samimiyetle bağlıyız. Türklük gurur ve şuuru ile islâm ahlâk ve fazileti, milletimizi meydana getiren manevi unsurların tam bir ahenk içinde birleşmesidir. Maddi kalkınmamız ancak böyle yüce bir temel üzerinde yükselirse bir manâ taşır, bir değer kazanır. Milliyetsiz bir yükselmenin, ahlâksız bir kalkınmanın hem imkânı yoktur, imkânı olacağı söylense bile kıymeti yoktur.

Bazı kimselerin milliyetçilikle islâmiyeti çatıştırmaya çalıştıklarını görmekteyiz. Böyle bir tutum yanlıştır, abestir, cahilliktir. Şuurlu bir şekilde yapılıyorsa ihanettir, nifaktır. Mücadele farklı, hatta birbirine düşman mefkureler arasında olur. Halbuki Türklük ile islâmiyet bin yıldan beri aynı mukaddes potada kaynaşmış, etle tırnak misali ayrılması imkânsız bir hale gelmiştir.

Müslümanlık, Türk milleti ile emsalsiz yiğitlik ve iman aşkına sahip bir mücahit bulmuştur. Milyonlarca Türk evlâdı <<Bir gül bahçesine girercesine gaza meydanlarına koşmuş, şahadet şerbetini içmiştir.>> Türk müsün, müslüman mısın gibi sorular cehaletten ileri geliyorsa aptalcadır. Aksi takdirde haincedir.>>


BOZKURTÇULAR KONSEYİ TERKETTİ

CKMP kongresi, tartışmalı geçen oylamanın sonunda Alpaslan Türkeş’in kapanış konuşması yapması ile sona ermiştir. Bozkurt marşını okuyarak divana gelen yirmibeş kişilik komando ekibi Genel Başkan’a Atlastan yapılmış bir Türk Bayrağı armağan etmiştir.

Oylama sırasında elli altmış kişilik bir Bozkurt grubu oy vermek istemişlerdir. Kendilerinin delege olup olmadıklarının bilinmediği söylenince de <<Müsaade etmezseniz, burasını darmadağın ederiz>> şeklinde konuştukları görülmüştür. Bozkurtçu gruplar divana gelerek torbalara el koymak istemişlerdir.

Ancak Adanalı eğitim görmüş komando grup divanı çembere almış, Bozkurtçuların tahribini önlemişlerdir. Bunun üzerine Alpaslan Türkeş araya girerek, sükûnet tavsiye etmiş, fakat Bozkurtçular, delege kartlarını divana atarak, genel kongreyi terketmişlerdir.



Bugün, 10 Şubat 1969.

CKMP KONGRESİ HÂDİSELİ GEÇTİ

PARTİYİ ÜMMETÇİ VE BOZKURTÇU OLARAK İKİYE BÖLMEK İSTEYENLER DÜN DE KAVGA ÇIKARDILAR

CKMP olağanüstü kongresinin ikinci gününde bâzı solcular, salona sızarak hadise çıkarmak istemişlerdir.

Kavgaya, bir süre önce Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde dövülen Yılmaz Yalçıner adındaki komando şefinin konuşması sırasında, delegelerden bâzılarının lâf atması sebebiyet vermiştir. Yalçıner, <<büyüklerimiz bize, aferin gençler, bravo gençler diyeceklerine, biraz da maddî bakımdan yardım etsinler>> demiş, bu sırada, salona her nasılsa girmiş bulunan bir işçi solcu <<yuh>> çekmiştir. <<Yuh>> çeken grupun etrafı bir anda komandolarla çevrilmiş ve adamakıllı dövülmüştür.

On dakika kadar süren karışıklık, araya girenlerin gayretiyle yatışır gibi olmuş, fakat salondaki gergin hava devam etmiştir. …

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ KONUŞTURULMADI

Ara verilmeden devam eden CKMP olağanüstü kongresinde Muzaffer Özdağ’dan sonra konuşmak için kürsüye gelen Osman Yüksel Serdengeçti’ye komandoların müdahaleleri üzerine salon yeniden karışmıştır. Bu duruma çok sinirlenen Serdengeçti, <<Ben iktidar partisine bile prensiplerim uğruna kafa tutmuş bir insanım. İstifa ediyorum.>> diye bağırmıştır.



Yeni Gazete, 10 Şubat1969.

TÜRKEŞ YİNE GENEL BAŞKAN

ÜMMETÇİLERLE KOMANDOLAR DÖĞÜŞTÜ

Türkeş’in önergesi ile CKMP’nin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi

*CKMP’nin olağanüstü kongresinin ikinci gününde Ümmetçilerle Komandolar arasında büyük bir kavga çıkmıştır. Resimde karışıklık sırasında Osman Yüksel Serdengeçti susturulmaya çalışılırken…

CKMP Olağanüstü Kongresinin ikinci gününde ümmetçilerle komandolar birbirlerine girmişler, kıyasıya döğüşmüşlerdir.

Kavgaya, bir süre önce Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde dövülen Yılmaz Yalçıner adındaki komando şefinin konuşması sırasında, delegelerden bazılarının lâf atması sebebiyet vermiştir.

Yalçıner, <<Büyüklerimiz bize, aferin gençler, bravo gençler diyeceklerine, biraz da maddî bakımdan yardım etsinler>> demiş, bu sırada delegeler arasında bulunan ve ümmetçi olarak vasıflandırılan bir grup <<yuh>> çekmiştir. <<Yuh>> çeken grubun etrafı bir anda komandolarla çevrilmiş, iki taraf sille tokat birbirlerine girmişlerdir.

On dakika kadar süren karışıklık, araya girenlerin gayretiyle yatışır gibi olmuş, fakat salondaki gergin hava devam etmiştir. Önceki gece karayoluyla Adana’ya gelen Genel Başkan Yardımcısı Altunsoy, kongre salonuna girdiği zaman ümmetçi grup tarafından dakikalarca ayakta alkışlanmıştır. Mehmet Altınsoy, doğruca ünlü işadamı Kâmil Koç’ın yanına giderek oturmuştur. Altınsoy’un kongre süresince yanında oturan ve birbirine küskün kardeşler gibi duran Muzaffer Özdağ ile konuşmadığı görülmüştür.

Parti adı üzerinde görüş birliği olmasına rağmen, amblem konusunun fırtınalar koparacağını gözönüne alan Ankara İl Başkanı Tarık Halulu ve 28 arkadaşı, Kongre Başkanlık Divanına bir önerge vermiştir. Önergede parti adının kongrede ele alınması, amblem konusundaki kararın ise yeni seçilecek Genel İdare Kurulu üyelerinin yetkisine bırakılmasını istemişlerdir. Bu karar, komandoların, amblem olarak mutlaka <<Bozkurt>>u istemeleri sebep olmuştur. Ümmetçi delegeler ise <<3 Hilâl>> üzerinde diretmektedirler.

ÖNCEKİ GECEKİ OLAYLAR

İstanbul, Ankara ve diğer illerden gelen genç komandoların bir kısmı, önceki gece gruplar halinde şehirde dolaşarak gürültü çıkarmışlardır. Bu grupla halk ve polis arasında yer yer tartışmalar, kavgalar olmuştur.

YENİ NİZAM

Genel Başkan Türkeş’ten sonra, parti adına en önemli konuşmayı Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ yapmıştır. Özdağ, içinde yaşanan düzenin Türk milleti yararına işlemediğini öne sürmüş şunları söylemiştir:

<<- Yaşanan nizam içinde Türkiye halkı, çoğunluğu ile tabiat ve idarenin toplum düzeninin gelişmeyi önleyici baskısı altında yokluk sıkıntıları ve geçim zorluğu içindedir. Bunu ortadan kaldırmak için millî nizam istiyoruz. Türkiye’yi yokluğa, geriliğe, ezilmişliğe, sömürülmeğe, bağımsızlığa, halkı çileye, çaresizliğe terkeden, süregelmekte olan düzeni red ve inkâr ediyoruz..>>

Türk halkının bütünü itibariyle köylülerden meydana geldiğini, bunların imparatorlukta, cumhuriyette ve demokrasi devrinde değişmeyen kaderinin ezilmek, soyulmak, istismar edilmek şeklinde tecelli ettiğini öne süren Muzaffer Özdağ, <<Halk çoğunluğunu, köylüyü devlet kadrosu dışında bırakan bir irade ve rejim şekli, ismi ne olursa olsun adil, demokratik, millî ve meşru olamaz>> demiştir.

Özdağ geri kalmışlıktan kurtulmak için bugün 40 bin olan köy sayısının kendi kuracakları nizam içerisinde 4 bin tarım kenti halinde birleştirileceğini 23 milyon köylünün 20 milyonunun da sanayi sahasına aktarılacağını bildirmiş, konuşmasına şöyle devam etmiştir:

<<- Milli nizam, Türkiye’nin bütün yapıcı güçlerini, kaynaklarını harekeye getirerek amil ve hakim kılarak somunu büyütme ve somunu adil dağıtma inanç ve kararındadır. Millî nizam felsefede, inançta, yönde, yöntemde, antikapitalist, antikomünisttir. Biz yeni bir yolu, yeni bir ülküyü, dünya için yeni bir fecri temsil ediyoruz. Türk yolu, millî toplumcu hareket, hak yolu, akıl yoludur.>>

NENİN TOPLUMCUSU?

Özdağ’dan önce faaliyet raporu hakkında söz alan bir işçi delegesi partinin toplumcu bir hüviyeti olduğunu iletmesine rağmen, fakir fukaranın meselelerine sırt çevirdiğini ileri sürmüş <<Biz nenin toplumcusuyuz?>> demiştir.

Ara verilmeden devam eden CKMP Olağanüstü Kongresinde Muzaffer Özdağ’dan sonra konuşmak için kürsüye gelen Osman Yüksel Serdengeçti’ye komandoların müdahaleleri üzerine salon yeniden karışmıştır. Bu duruma çok sinirlenen Serdengeçti, <<Ben iktidar partisine bile prensiplerim uğruna kafa tutmuş bir insanım. İstifa ediyorum.>> diye bağırmıştır.

Bu sözler üzerine kongre salonunda gürültüler daha da artmıştır. Komandolar, olayları tespit etmek isteyen foto muhabirlerine de engel olmaya çalışmışlardır. Serdengeçti’yi teskin için başta Genel Başkan Türkeş olmak üzere bir çok partili gayret sarfetmiştir.

PARTİNİN ADI DEĞİŞTİRİLDİ

Partinin adı ve amblemi üzerinde çıkan tartışmalar öğleden sonra da devam etmiş, bu arada Alparslan Türkeş, Dündar Taşer, Kâmil Turan ve Muzaffer Özdağ’ın müşterek imzaları ile kongre başkanlığına bir önerge verilmiş, CKMP’nin adının <<Milliyetçi Hareket Partisi>> şeklide değiştirilmesi istenmiştir.

Önerge kabul edilmiş ve CKMP’nin adı <<Milliyetçi Hareket Partisi>> olmuştur.

Bundan sonra parti ambleminin de Bozkurt olarak değiştirilmesi yolunda Türkeş’in verdiği önerge oya sunulacağı sırada salonda hadiseler çıkmış ve bir grup delege <<oldu bittiye getiriyorsun>> diye haykırarak, genel başkanı protesto etmiştir. Bu sırada salon yine karışmış, karşılıklı küfürleşmeler olmuştur.

Kongre Başkanı Orhan Kaleli’nin Türkeş’in adamı olduğu ve kararları delegelerin arzusu hilâfına oldu bittiye getirerek aldırdığı yolunda bir önerge verilmiştir. Delegelerin büyük bir ekseriyeti ile Orhan Kaleli, kongre başkanlığından ihraç edilmiştir.

TÜRKEŞ, TEKRAR GENEL BAŞKAN SEÇİLDİ

CKMP ambleminin, hilâl içinde bozkurt olarak değiştirilme yetkisi yeni seçilecek olan Genel İdare Kuruluna bırakılmıştır.

Diğer taraftan Genel Başkanlığa ekseriyetle Alparslan Türkeş getirilmiştir.

CKMP kongresi Alparslan Türkeş’in kapanış konuşması ile sona ermiştir. Bozkurt Marşını okuyarak divana gelen yirmibeş kişilik bir komando ekibi, Genel Başkan’a Atlastan yapılmış bir Türk bayrağı armağan etmişlerdir.

Türkeş, bayrağı öperek götürmüş ve havaya kaldırırken, <<Sağ olsun Bozkurt ve komandolar>> demiştir.

Kongre delegelerinin okuduğu ve <<Selâm sana Başbuğum – Tanrım güç versin sana – Acısın Türkistana – Selâm selâm İslâma – Selâm selâm Turana – Selâm sana Başbuğum>> sözleriyle sona eren Bozkurt marşı ile son bulmuştur. Öte yandan üç kişilik Yedi Emin Komisyonu tespit edilmiş ve oy sayımının yapılması için sandıklar bu komisyona verilmiştir. Komisyon sayımı noter huzurunda bugün yapacaktır.



Yeni Gazete, 10 Şubat1969.

Kongreden notlar:

Bir siyasî parti kongresinden çok, bir gösteri havası içinde geçen CKMP olağanüstü kongresinde, birlik iddialarına rağmen üç ayrı grubun birbiriyle kıyasıya bir mücadele içerisinde oldukları gerçeği ortaya çıktı.

Parti içinde birbiriyle çarpışan grupları şu şekilde özetlemek mümkün:

1- Bozkurtlar: Bu grubu komandolar, bazı emekli subaylar teşkil ediyor. Bizzat Genel Başkan Türkeş’in de bu gruba yeşil ışık yaktığı ısrarla söyleniyor. Bunlar partinin adının Millî Hareket Partisi, ambleminin de hilâl içerisinde Bozkurt olarak kabul edilmesini istiyorlar. Dokuz Işık doktrinini fikir mücadelesi kadar, bilek gücüyle de gerçekleştirme sevdasındadırlar. Bellerinde anayasa dedikleri copları, koltuklarının altında da Hitlerin kitapları var. Bu grup partinin kaba kuvvetini teşkil ediyor.

2- Ümmetçiler: Bunlar da partinin adının değiştirilmesi, fakat ambleminin 3 hilâl olarak tespiti için ısrar ediyorlar. Komandoların hareketine karşı çıkmıyorlarsa da, onlara sempati de beslemiyorlar. Osman Yüksel Serdengeçti ile partinin özellikle taşra delegeleri de bu gruptalar. Yaygaracı grup karşısında asıl kuvvetlerinin ne olduğunu kendileri de bilmiyorlar.

3- Eski CKMP’liler: Bunların başında Mehmet Altınsoy ile arkadaşları geliyor. Partinin adının da, ambleminin de değiştirilmesine şiddetle karşı çıkıyorlar bu gruba göre seçimlerden önce yapılacak böyle bir değişiklik partiye faydadan çok zarar getirecektir.

Birbiriyle uyuşamıyan bu 3 grubu, aynı çatı içerisinde barındırmanın bazı nüfuzlu yöneticiler de kabul ediyorlar ve <<Bir ayrılık olabilir mi>> şeklindeki sorulara, hafifçe tebessüm ederek cevap vermiyorlar.

Kongre öncesi yapılan millî hedefler yürüyüşünün kazandığı başarı üzerine, vatandaşın partiye olan ilgisinin attığı hükmüne varan parti yöneticileri, çok geçmeden yanıldıklarını anlamakta gecikmediler.

Olağanüstü kongrenin organizasyon bakımından mükemmel olduğunda herkes ittifak halinde. Bu yüzden İl Başkanı Faruk Akkülah’ı kutlayan kutlayana… Fakat il başkanına bu kongre çok tuzluya mal oldu. Zira koca salonu baştan başa Isparta halıları ile döşemek zorunda kaldı. Kendisine sorulduğunda bunu hiç yükümsemez görünüyor, <<Dâvam uğruna helâl olsun>> diyor.

Olağanüstü kongrenin ilk günü hava muhalefeti dolayısiyle gelemeyen Mehmet Altınsoy’un durumu da, kongre süresince kulislerin başlıca konusu oldu. Altınsoy’un uçağı kaçırışını herkes değişik şekillerde yorumladı. Bozkurtlar manalı manalı gülerek, <<Altınsoy uçağı kaçırdı>> şeklinde espri yaparken, ikinci gün eski din işleri ile görevli bakanın en az başbuğa gösterilen sevgi gösterisi içinde salona girişi, Ümmetçi gruba rahat bir nefes aldırdı.



Yeni Gazete, Başyazı, 10 Şubat1969.

Türkeş Ne İstiyor?

Siyasî partilerin siyasî yelpazede mevcut dilimlerin dışına taştığı ülkelerde bazı kuruluşların fikir şemsiyesinin altından çıkıp şekil oyunculuğuna kendini kaptırması kaçınılmaz bir akıbettir. Nitekim bu partinin fikir eğitimi yerine beden eğitimi görmüş gençlik kolları, davullu, tefli mehter takımları, askerî düzende yapılan yürüyüşler, yarı marş ritmindeki müzikli gösteriler eğlenceli şekil tezahürlerinden başka bir şey değildir. Bir partinin, temsil iddiasında bulunduğu milletin siyasî hayatındaki yerini tayin edecek, ona son gelişmeler muvacehesinde yön verecek büyük kongresinden önce bu kabil şekil gösterileri ile sokakta ilgi toplamaya kalkışması ise sirklerin pazarlama usullerine tıpatıp uymaktadır.

CKMP’nin gerçek hikâyesinin ve Türkeş’in macerasının bundan ibaret olması halinde konu üzerinde durmak için hiç bir sebep yoktur. Hattâ, mutlaka bunun ele alınması halinde yapılacak şeyin, olayları eğlence değeri açısından incelemek olacağı da aşikârdır. Ama Türkeş olayının tahtında müstetir olan bundan ibaret değildir. Politikaya âdeta kendi silâhıyla itilmiş bulunan sayın albay, normal mücadele usullerinin kendisini hiç bir hedefe ulaştırmayacağını, üstelik Türkiye’de meşru siyaset faaliyet alanlarının kendisinden önce harekete geçenler tarafından işgal edilmiş bulunduğunu idrak etmenin çaresizliği içinde bir takım tehlikeli emeller beslemeye başlamıştır. Bu emeller şimdiki halde iki başlı bir gelişme göstermektedir: Bunların biri taş katılığında ve Türkiye’yi büyükçe bir garnizon sayan nasyonal sosyalizm, öbürü de bu nasyonal sosyalizmi pekiştirmede çimento olarak kullanılması tasarlanan ümmetçiliktir. Şimdiki halde birinci akımın önderliğini bizzat Türkeş yapmakta, ikincisinin bayrağını ise Mehmet Altınsoy taşımaktadır. Bu gerçeği daha yakından gören ve bilen çevreler son zamanlarda iki lider arasında sinsi bir mücadeleden bahsetmeye başlamışlardır. Sonunda Türkeş’in galip çıkacağından kimsenin şüphesi yoktur. Bu zafer Mehmet Altınsoy’un da işine gelecektir, çünkü onun temayülleri bir yabancı çatı altında filizlenmeye daha elverişlidir.

Her gittiği yerde yeni bir şeyle söyleyen, önce söylediği ile sonraki arasında mantık irtibatı kurma kaygusuna hiç kapılmayan Türkeş önceki gün Adana’da, <<Türk milletini yeniden teşkilâtlandırmaya, devleti yeniden kurmaya kararlıyız>> demiştir. Bunun nasıl ve hangi yönde yapılacağını ise, hiç bir zaman yapmadığı gibi gene açıklamamıştır. Ama bir açıklama beklemeden de şu hükme varmak mümkündür: Bir şeyi yenden yapabilmek için eskiyi yıkmak lâzımdır. Bizzat kendi beyanlarından da Türkeş’in bugünkü millî teşkilâtlanışı beğenmediği, devletin kuruluş ilkelerini kabul etmediği meydandadır. Atatürk’ün Türkiye’si nasyonal sosyalizm temelleri üzerine oturtulmadığı, millet ümmetçi yönde teşkilâtlandırılmadığı için de bir bakıma, kendi mantığı içinde, Türkeş haklıdır.

Ne var ki, Türkeş’in tasarladığı yıkım işine girişebilmesi için her şeyden önce yıkacağı yapının tapusunu ele geçirmesi lâzımdır. Hattâ böyle bir <<farzı muhal>> karşısında dahi varislerin nasıl bir heybetle karşısına dikileceklerini Türkeş bir türlü hesaplayamamaktadır. Ama tapu alması şöyle dursun, görünüşe göre Türkeş ve takımı kiracısı bulunduğu siyasî haneden, mukavele ihlâli gerekçesiyle tahliyeye mahkûmdur. Belki de şekilci çırpınışlarının başlıca nedeni budur ve kapının çalınmasını geciktirmeye çalışmaktadır. Bu konuda söylenecek en doğru söz bizzat Türkeş’indir: <<Tanrı Türkü Korusun>>. Tabiî nasyonal sosyalizmden ve ümmetçi düzenden.



Bugün, Refik Özdek, 9 Şubat 1969.

BÜYÜK KONGRE

Siyasî Parti kongreleri, partilerin yalnız kendi durumlarını, güçlerini veya güçsüzlüklerini değil, memleketin en önemli dâvâlarını, siyasî olgunluğunu da yansıtır.

Milletin geçmişine, inançlarına saygılı, Türkün ruh köküne bağlı, onun geleceğini parlak, menfaatlerini her şeyden üstün tutan siyasî teşekküller, bunu sözle değil, hareketleri, çalışmaları ile de ispat edince, ancak takdir ve sevgi toplarlar.

CKMP, Türkün kendine dönüşünü sağlamak, milliyetçiliğe, dolayısiyle millete düşman olan ve sapkınlık içinde olan bozguncuları engellemek için daima aksiyon halinde bulunan bir parti olduğunu göstermiş, çok kısa zamanda milliyetçi gençlerden kurulu bir <<taraftar ordusu>> meydana getirmiştir.

<<Türk>> adını istihza ile, küçümseyerek ananlara Türk diyebilir misiniz? Türk tarihini unutturmak, Türk’ü kendi olmaktan çıkarmak, onu komünizm potasında eriterek yokluğa itmek isteyenlere Türk diyebilir misiniz? Komünistler bunu yapmak istiyor.

Fakat bu partinin bütün faaliyeti elbette, kendi siyasî görüşüne aykırı fikirlerle mücadele etmekten ibaret değildir. Sosyal adalet, teknik terakkî, iktisadî refah, mânevî huzur, yarınlara güven duygusu… için, mükemmel metodlarla sağlam temeller atmak gayenin esasıdır.

Hiçbir parti geri kalmışlığımızı, fakirliğimizi inkâr edemez. Fakat hiç kimse de buna müstahak olduğumuzu iddia edemez. Müstahak olmadığımız geri bir durumdan kurtulmak, ileriye doğru yürümek değil koşmak, ancak bu azmi ve ruhu aşılayacak bir ideâl ile mümkündür ki, CKMP yi işte bu ideâlde görüyoruz. Sağcı partilerin hiçbiri bu gerçeği inkâr etmiyor ve kendiliklerinden komünizme karşı bir ittifak kurmuş bulunuyorlar.

Adana’da yapılmakta olan CKMP kongresinde, hiçbir siyasî parti kongresinde görülmeyen, her Türkün göğsünü gururla kabartan ve yarınlara bu heybetle ulaşılmasını telkin eden gözyaşartıcı bir manzara var; Salonda 16 eski Türk devletine ait bayraklar var. Bu Türk devletleri şunlardır: Büyük Hun İmparatorluğu, Batı Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun Devleti, Ak Hun Devleti, Göktürk Devleti, Avar Devleti, Hazar Devleti, Uygur İmparatorluğu, Karahanlılar Devleti, Gazneliler Devleti, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Harzem Şahlar Devleti, Altınordu Devleti, Büyük Timur İmparatorluğu, Babür İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve pek tabiî Türkiye Cumhuriyeti!.

Kongrenin partiye ve millete hayırlı kararlar almasını temenni ederim.



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 11 Şubat 1969.

HEYECAN DUYDUM

Türk, emperyalizme maruz kalmak için değil, emperyalist yapıda yaratılmış bir millettir. 3000 yıldan beri bütün tarih, bu gerçeği haykırıyor. Yine bugünkü küçülmüş hâlimiz, Türk emperyalizminden gözü yılmış milletlerin, Türk’e bir daha fırsat vermemek için yaptıkları maddî manevî savaşların eseridir. Bu küçülüşte Haçlılığın, siyonizmin, masonizmin ve komünizmin büyük hisseleri olduğunu kimse inkâr edemez.

Bizi küçültmek ve bir daha şanlı tarihin, dünyaya hâkim olduğumuz günlerin ve cihana söz geçirtme imkânının lâfını bile ettirmemek için Avrupa, kültür emperyalizmine başvurmuştur. Bu fesatlıkta o kadar ileri gitmişlerdir ki maarifimize el atmışlar, okumuşlarımızı aşağılık duygusuna itmişler, dinimizi, dilimizi, kültürümüzü, musikimizi, mimarimizi, folklorumuzu kendi ayağımızla kendimize çiğnetmişler, şanlı tarihimize, kendimizi sövdürtmüşler… Kültür emperyalizminin beşinci kollarını başımıza zaman zaman devlet adamı bile yapmışlardır.

İş o raddeye gelmiş ve yabancılık baskısı o kadar derinlere işlemiştir ki yurdumuzda milliyetçilik ya boş bir kalıp veya <<gericilik>> sayılmaya başlamıştır. Tarihimizden büyüklüğünden söz etmek Cumhuriyet devrine ve onun şeflerine hakaret sayılmıştır. Maddî, manevî yoksulluk alıp yürüyünce komünistler bu ortamdan faydalanıp gençliğimizi büsbütün âdiliğe, bozgunculuğa sürüklemişlerdir. Öyle ki aldatılmış çocuklar, bir müstemleke halkının bozgunu, bayağılığı, küçülmüşlüğü içinde: <<Emperyalizme karşıyız>> diye bağırmaya başlamışlardır.

İyi hoş, emperyalizme karşıyız ama, bunu neyle önleyeceğiz? Rus nüfuz bölgesine girip bütün hürriyet ve istiklâl ümitlerine veda etmek suretiyle mi, yoksa kendi emperyalist iddialarımıza, büyük Türkiye ülkümüze, tarihî, coğrafî haklarımıza sarılmakla mı? Bugün dünyada iddiası, büyüklük mefkûresi, dışardaki soydaş ve dindaşları ile yakınlaşma meselesi olmayan tek devlet olarak Türkiye’nin bulunması çok hazindir. Unutulmasın ki:

Şu beş para etmez Yunanlıların bile İstanbul, İzmir ve Batı Anadolu’da gözleri vardır. Üç milyonluk İsrail’in parlâmentosu kapısında: <<Nilden Fırata kadar Musevi vatanı, Adanmış Ülke>> yazılıdır. Buna karşılık Türk Basını, Türk Devleti… Sınırlar dışında inletilen 120 milyon esir Türk’ün haklarını Birleşmiş Milletlere götürmekten bile söz etmez. Bu konuda Amerikan ve hür Avrupa basınında çıkmış yazıları nakletmekten dahi sakınır. Ve sözde emperyalizm aleyhtarı esasta Rus emperyalizmi taraftarı sosyalistlerimiz, Sovyet ve Çin esiri Türkler, soydan serpme düşman olup, Vietnam’da, Küba’da, Ke San’da emperyalizmle savaştan bahsederler. İşte onlardan birinin aşağılık mazbatası:

“Sevgilim çünkü biz
Uzak Asya’da çekik gözlerimiz
Küba’da kıvırcık sakallarımızla
Savaşmasak
Güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu’da.”

İşte milliyetçilik bu bayağılığa, bu düşük âdi ruhluluğa, bu Sovyet yardakçılığına, bütün kökü dışarda satın alıcı akımlara, milleti körleten zillete karşı savaştır. Bu dâvanın bayrağı açılmıştır. Sütunlarda açılmıştır, kitaplarda açılmıştır, siyasî partilerde açılmıştır. Komünizm bütün yabancı, besleyici kökleriyle kahredilecektir.

Dâvamızın bayrağını, millî siyaset meydanlarında, cesaretiyle açan Türkeş ve arkadaşlarını takdir etmemek elden gelmiyor. Emperyalizme karşı dişi feryatlariyle değil, emperyalizm iddiası ile çıkılır. Onlar da bunu yapıyor. Süfliliğe, bozukluğa, ahlâksızlığa, geriliğe, sefalete karşı, tarihimizin parlak günleri, şerefli zamanlarımız örnek gösterilerek çıkılır. Onlar da bunu yapıyor.

CKMP’nin Adana Büyük Kongresine onaltı büyük Türk İmparatorluğunun bayrakları ve onları temsil eden alâmetlerle de katılmışlar. Bunlar: Büyük Hun, Batı Hun, Avrupa Hun, Akhun, Göktürk, Avar, Hazar, Uygur, Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu, Harzemşahlar, Altınordu, Timur, Babur, Selçuklu, Osmanlı Devlet ve İmparatorluklarıdır. Hepsi ecdadımızın eseridir. Ve yeryüzünde hiçbir millet, bu kadar çok büyük devlet kurmuş olmakla övünemez. Böyle bir milletin çocukları ruhî küçülüşlerden kurtulmalıdır. Tarihin o saati gelmiş, kulak dibimizde çalmaya başlamıştır.



Millî Hareket, Mart 1969, Sayı 32.

MHP

YURTTA GEÇEN AY

CKMP BÜYÜK KONGRESİ

Türk milliyetçileri için geçen ayın en önemli olayı, Milliyetçi – Toplumcu parti CKMP’nin büyük kongresiydi.. Ayrıntılarını öteki sayfalarımızda verdiğimiz kongreyi bütün yurtseverler bekliyorlar ve bu partinin yeni inkişaflarını dikkatle izliyorlardı.

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ

Kongre delegelerinin ve bütün partililerin beklediği ad değişikliği yapıldı ve partinin adı <<Milliyetçi Hareket Partisi>> oldu. Millî kelimesinin Bakanlar Kurulu kararı ile alınabilmesi, sonradan bir aksaklık meydana getirebileceği düşünülerek bundan vazgeçildi.

ABMLEM ÜÇ HİLÂL OLACAK

Partinin amblemini değiştirme ve bunun zamanını tayin yetkisi Genel Yönetim Kurulu’na bırakıldı. Genel Yönetim Kurulu üyeleri ile yaptığımız konuşmada bu üyeler amblemin Üç Hilâl olacağını söylemişlerdir. Üç Hilâl, kırmızı zemin üzerinde beyaz olarak, mehter takımlarındaki hilâller gibi dizilecektir.

Gençlik kollarına ise ayrı bir amblem tesbit edilecek, muhtemelen bu, hilâl içinde bir kurt olacaktır.



Millî Hareket, Mart 1969, Sayı 32.

MHP

BÜYÜK KURULTAY

Tarihî Türk milliyetçiliğini siyasî aksiyona sokan CKMP’nin tarihî kurultayı 8 ve 9 Şubat tarihlerinde Adana’da yapıldı. Bu kurultay, yeni bir merhale daha aşan partinin durumunu ortaya koyarken, bütün Türkiye’deki Milliyetçi – Toplumcu kadronun bir araya gelip, durumlarını tartışmalarına da zemin hazırladı.

KURULTAY ÖNCESİ

Komünist tahrihçilerin yurdun hemen her büyük şehrinde çıkardıkları hâdiseleri bastıran komandoların müsbet hareketleri gazeteleri doldururken, kurultay daha fazla önem kazanmağa başlamıştı. Hemen bütün gazeteler ve siyasî çevreler CKMP’nin yeni kurultayını bekler olmuşlardı. Yalan yanlış tahminler, bâzan kışkırtıcı, bâzan güldürücü haberler halkı bu kurultayı dikkatle izlemeğe sevketmişti. İstanbul ve Ankara’da yapılan, komünistlere ve diğer hainlere ihtar mahiyetinde olan <<Dokuz Işık>> yürüyüşleri bu hava içinde daha anlamlı oldu.

ADANA’DAKİ KURULTAY

CKMP’nin güney kalesi olan Adana teşkilâtı bu kurultay için gerçekten iyi hazırlanmıştı. Çalışkan ve imanlı bir Türk Milliyetçisi olan İl Başkanı Faruk Akkülah kentin en büyük salonu olan Sergi Sarayı’nı bu kongre için tutmuş ve zemini halı ile döşemişti.

Bu tarihî kongreye bütün teşkilât mensupları kışın şiddetli soğuğuna rağmen koşup gelmişlerdi. Ayrıca bir yıldan beri sıkı bir çalışma içinde olan komando birlikleri yapılacak büyük yürüyüş için Adana’da toplanmağa başlamışlardı. Perşembe gününden sonra Adana sanki sadece milliyetçiliğin sözü edilen bir kent haline gelmişti.

TÜRKEŞ VE KONGRE

CKMP’ye girdikten ve Genel Başkan olduktan sonra, mensubu olduğu partiyi derleyip toparlayan ve milliyetçilerin yuvası haline getiren Türkeş için bu kongre çok daha anlamlı idi. Bu kongrede kendi eserini toplu olarak bir daha görecek, eksiklikleri tamamlamak için fırsat bulacaktı.

Perşembe akşamı Adana’ya gelen Türkeş, Adana İl Başkanı’nın evinde misafir ediliyordu. Cuma günü partide yapılan bir toplantıdan sonra toplu olarak Cuma namazına gidildi.

BÜYÜK YÜRÜYÜŞ

Cumartesi, yâni kongrenin ilk günü büyük bir yürüyüş düzenlenmişti. Bu yürüyüşe, mehter takımı, mavi gömlekliler, komandolar, gençlik kolları ve delegeler katıldılar. En önde Genel Başkan Türkeş ile Genel İdare Kurulu’nun bulunduğu bu yürüyüşte en az üç bin kişi vardı. Komandolar’ın Üç Hilâl’li bayrağın arkasında merasim yürüyüşü içinde Adana caddelerinden geçmeleri büyük bir heyecan uyandırdı. Onbinlerce insan, gazetelerden duydukları bu kişileri görmek için caddeleri doldurmuşlardı.

Yürüyüşte onaltı genç onaltı Türk devletinin bayraklarını taşıyorlardı. Bu yeni Türk devletinin gücünü nereden alması gerektiğini gösteren canlı örneklerdi.

KONGRE AÇILIYOR

Yürüyüş Sergi Sarayı’nda sona erdi. Delegeler yerlerini alırlarken, gençler, Bozkurtların Türküsünü, marşını söyliyerek Genel Başkan Türkeş’i bir daha selâmlıyorlardı.

Türkeş, kongreyi açtı. Divan seçildi. Sonra Türkeş, şu açış konuşmasını yaptı:

Muhterem basın mensupları, değerli misafirler, aziz Adanalılar, sevgili arkadaşlarım, Ülkücü Türk gençleri, Sevgili Bozkurtlar…

CKMP kongresine hoş geldiniz. Olağanüstü kurultayımızı, hepinizi en samimi duygularla sevgi ve saygıyla selâmlıyarak açıyorum. Olağanüstü kurultayımız, millî tarihimizin yeni safhasında ve millet hayatında müstesna bir mevki taşıyacak, Türkiye’nin şanlı geleceği için yeni bir başlangıç olacaktır.

Torosların eteğinde, bu kutsal topraklar üzerinde tekevvün eden irade yeni bir Ergenekon müjdeliyor.

Türk Milletinin önüne çıkarılan engelleri, onu çaresizliğe, yokluğa utançla boyun eğmeğe mahkûm eden ve kader kabul edilen neticeyi; sefaleti, cehaleti, istibdatı yenme kararını taşıyoruz.

Yıllardanberi yürütülen mücadele bu kongre ile yeni, verimli merhalelere ve mutlu sonuçlara yönelecektir. Yıllardanberi emsalsiz bir sabr ve fedakâlıkla bir inanç ve hizmet anlayışının mücadelesini yürüten ülkücü arkadaşlarımız emeklerinin müseccem meyvelerini, Türk milletini selâmete götüren ışıklı yolu göreceklerdir.

Aziz yurttaşlarım;

Milletimizin hayatı insanlığın tarihi kadar eskidir. Ak günlerimiz kara günlerimiz vardır. Şanlı devirlerimiz, acılarımız, felâketlerimiz, zaferlerimiz vardır. Millet olarak birçok felâketleri ve belâları göğüsleyerek atlattık. Bugün içinde bulunduğumuz zorlukları yenme güç ve iktidarına da sahibiz.

Milletimiz için mes’ut bir gelecek inşaası karar ve iradesi ile yürürken ilk iş olarak bulunduğumuz nokta ve durumu tayin ve tarifle önünüze sermeyi gerekli görüyorum.

Sevgili arkadaşlarım;

Genel dünya durumu şudur:

2. Cihan Savaşı, Avrupa’yı dünyanın merkezi olmaktan çıkarmış, Almanya, Fransa ve İtalya’nın ezilmesi, İngiltere’nin zayıflaması ve çözülmesi ile Doğu Avrupa’nın Sovyetler tarafından istilâsına, Batı Avrupa’nın Amerikan nüfuz ve kuvvetine sığınmasına böylece Avrupa’nın bölünmesine yol açmıştır.

İngiliz ve Fransız İmparatorluklarındaki çözülme ve Japonya’nın yıkılışı ile, Orta Doğu ve Uzak Doğu, Sovyet baskı ve yayılmasına açık kalmıştır.

Bu baskıya direkt hedef olan, toprak istekleri ve soğuk harp tecavüzleri karşısında kalan Türkiye kaderini batıya bağlamış, güvenliğine de batı Avrupa güvenlik sistemine, NATO’ya bağlamıştır. NATO, Sovyet yayılma tehdidine karşı ciddî bir tedbir olmuş ve barışı korumaya hizmet etmiştir. Ancak, savaş tehlikesi ve ihtimali büsbütün ortadan kalkmamıştır. Çekoslovak krizi ve Orta Doğu’nun karışık durumu, Arap – İsrail mücadelesi Türkiye güvenlik bölgesini daima harp yangınına müsait bir saha halinde tutmaktadır.

Farklı yapı, farklı dünya görüşü, değişik tarihî gidişe rağmen Türkiye’yi kaderini ve güvenliğini Batı Avrupa ile birleştirmeğe ve ona tabi kılmaya zorlayan husus, millî savunmasını ve güvenliğini kendi imkânlarıyla temindeki yetersizliği, yâni kendi kendine yetemeyişi olmuştur. Ancak NATO da bulunduğumuz süre, 16 yıl müşterek güvenlik kalkanı altında kazandığımız insiyatif, Türkiye’yi kendi kendine yeterli kılma yolunda kullanılmamıştır. Milletler her çareye baş vurarak kendi güvenliğini ve millî savunmasını kendi imkânlarıyla sağlama tedbirleri bulmaya mecburdur.

Bugün dünya birbirine düşman doğu – batı bloklarına bölünmüş olma vaziyetini muhafaza ediyor. Bağımsızlıklarını yeni kazanmış veya kazanma yolunda çaba gösteren eski batı sömürgeleri olan ülkeler bugün üçüncü dünya diye isim almış bulunmaktadırlar. Bu memleketler doğu batı blokları arasında nüfuz yarışına sahne oluyorlar. Doğu bloku cephesinde kıta Çin’i üstünlük iddiası taşıyan yeni bir kuvvet merkezi olarak beliriyor. Amerika, Rusya, Komünist Çin cihanşumûl politika blokları ve müttefiklerini de aşan süper devletler kimliği ile insiyatif gösteriyorlar.

Siyasî didişmeler yanında bütün dünya milletleri tabiatla savaş halinde, üretim yarışı içinde geriliği, yokluğu yenme, refahı fethetme iddiası taşıyorlar. Fetih iddiaları söz ve tasarı olmaktan çıkıyor, gerçek haline gelerek uzaya diğer yıldızlara doğru açılıyor. Türkiye’miz nerededir?

Türkiye devletler dizisinin sonunda, Türk milleti milletler kafilesinin gerisindedir. Türk milletini yönetme sorumluluğunu taşıyanlar millete ait zamanı ve imkânları ölçüsüzce israf etmişlerdir. İsraf ettikleri imkânlar ve vakitler, son asır tarihimizin en mes’ut zaman ve imkânlarıdır. Bu sorumlular başarısızlıklarını, zafer, iflâslarını kazanç diye ilân etmişlerdir. Türkiye ekonomisi, geri bir tarım sistemine bağlı bünyesini muhafaza etmiş, sanayileşme dâvası çözümsüz kalmış, Türkiye’nin gelişmiş ekonomilerin boyunduruğu altında sürüklenme durumu devam edegelmiştir. Düzensiz, izinsiz, plânsız yatırım ve harcama politikası, ülkeyi kalkınmamızı köstekleyen bir borç altına sokmuştur.

Millet adına iktidar olan grupların iktisadî, içtimaî politikası, milletin tümünün saadet ve refahını hedef almaktan, millî olmaktan daima uzak bulunmuş, çarklar daima güçlünün lehine dönmüş, bentler daima imkânlının tarlasına bağlanmıştır. Bu tutumun sonucu devlet eliyle ve otoritesiyle milleti soyma, ezme, akraba, eş dost kayırma, yaranı zengin kılma anlamını taşıyan bu tutumun sonucu içtimaî zıddiyet ve gerginliklerin artması, kitlelerin zorluğunun büyümesidir. Bugün Türkiye’ye gayri millî ekonomiler hâkim bulunmaktadır. Devlet bu gayri millî ekonomilerin elinde Türk milletini bir sömürme vasıtası olarak kullanılmaktadır. Senede ortalama 1.000 ilâ 3.000 lira arasında geliri olan aileler, yeni ayda 85 ilâ 225 lira ile geçinen aileler toplam nüfus olarak 30 milyondur. Yönetenlerin Türk milletine karşı, Türk tarihine karşı işledikleri ikinci cürüm ki, suçüstü halleri devam etmektedir, aziz milletimizi birbirine küskün, sevgisiz, hattâ düşman zümreler haline getirmeleridir. Kalkınma ve yükselme meselesini çığırından çıkaran partizan eyyam politikacısı, kitleleri düşmanlıkla doldurmayı, tartışmaları şekilcilik ve rejim meseleleri etrafında döndürmeyi ve kitle dikkatini bu noktada tutmayı kolay yönetim metodu haline getirmiştir.

Aziz Arkadaşlarım;

1969 Türkiye’sinde eski hastalıklar devam ediyor. 1969 Türkiye’sinde halkın 23 milyonu geçimini toprağa bağlamıştır. Bu nüfusun 9 milyonu orman içlerinde, dağ yamaçlarında verimsiz topraklar üzerinde ve ölçüsüz sefalet içindedir. Tarım ilkel şeklini muhafaza ediyor. Köylü için topraksızlık, toprak yetersizliği devam ediyor.

Toprağın ufalması, işletmelerin bölünmesi yani tarım bünyesindeki kanser devam ediyor. Topraksızlık meşgul ailelerin baş meselesi iken her yıl toprak isteyen 100 bin yeni aile teşekkül ediyor. Kalkınmayı plâna bağlama fikri 1960 ta Devlet Plânlama Teşkilâtı ile müesseseleşti. Yöneten ekiplerin, hükümetlerin medeniyet kervanının gerisinde kalmış Türkiye için tesbit ettikleri gelişme hızı % 7 dir. Bu anlayış ve uygulama devlet ve millet olarak varlığımıza yönelen tehlikeyi büyütüyor. Peşpeşe gelecek nesilleri yüzyıllar boyu refahtan, insanlık şerefinden nasipsiz bırakmak istidadını taşıyor. Aydınları teşkil eden zümrenin temsil ettikleri dünya görüşü, yaşayışları ve halleriyle halkın içinde yüzdüğü sıkıntı düzeni millet varlığını ve sağlığını şahsiyetini tehlikeye koyma istidadındadır. İdareci kadrolar millî harstan, millî ruhtan, millî seciyeden fışkıran bir hayat ve medeniyet görüşünden kuvvet alma yolunda değiller. Yaşayışları, davranışları, yüksek faiz ile borç aldıkları ülkelerin hasta kültürlerini taklit etmekten ibaret kalıyor.

Aziz arkadaşlarım;

Dünyada iktisadî bir savaş vardır. Bu savaşın içinde olduğumuz kabul edilmelidir. İktisadî savaşın kumandanı ile eri aynı nimet ve külfetlerin ortakları olmalıdırlar. Millî hedeflere erişmek için yararlı olduğu müddetçe mülkiyet ve servet kutsaldır. Aksi halde manâsını kaybeder. Fakirliğin, sefaletin at oynattığı yerde, servet sahipleri, servetlerini keyif yolunda ve israf yolunda kullanamazlar. Türk ekonomisi düzeni tam bir anarşi içindedir. Ülkemiz içinde güçlü olan iktisadî birlikler, yalnız gayri millî ekonomilerdir. Bunlar güçsüz ve gelişmemiş olan millî ekonomileri yoketmektedirler. Sefaletle sefahat, yoklukla varlık yanyana oturmakta yoksulların sayısı gittikçe artmaktadır. Güçsüz ekonomik birimleri birleştirmek teşkilâtlandırmak halk enerjisini ve halkın elindeki küçük tasarrufları seferber ederek, 20. yüzyılın iktisadî savaşına iştirak ettirmek bir zarurettir. İleri ve modern milletler azgelişmiş milletleri dolayısiyle milletimizi sadece ham madde üreten ve mamûl madde tüketen bir Pazar olarak görmek isterler. İşte buna karşı direniş ve hamle içinde olmalıyız. Küçük küçük zayıf iktisadî birimleri ve Türk halkını 20. asrın iktisadî savaşına iştirâk edebilecek büyüklükte müstahsil ve müstehlik birlikleri olarak büyük ekonomiler halinde birleştirmek bir zarurettir. Aile ekonomisi çerçevesinde olan Türk milletini evvelâ bölge ekonomisine ve daha sonra ülke ekonomisine iştirak ettirmek gibi safhalardan geçmeye vaktimiz yoktur. Yavaş yavaş zamanla ilerleyeceğiz derken karşımızdaki dev güçler herşeyi ezerek ilerlemektedir. Küçük ekonomik birimler halinde olan ve büyük bir kısmı aile ekonomisinde bulunan Türk halkını derhal üretici birlikler halinde organize etmeliyiz. Böylece güçlü gayri millî ekonomilerin istismarından Türk halkını kurtarmak, 9 Işık iktisadî görüşümüzün temelidir.

Sevgili arkadaşlarım;

Biz yeni bir ahlâk, yeni bir mâneviyat, yeni bir iktisat dâvasını temsil ediyoruz. İçimizde Tanrı Dağından taşıdığımız Ergenekon seddini eriten ateş, gönlümüzde, zihnimizde Hira dağından doğan güneşin ışığı var. Biz Müslüman Türk’ün öz nizamını, millî nizamı temsil eden millî hareketiz.

İslâm imanı ve fazileti, Türklük şuur ve gururu, Türk harsı ile 21. yüzyıl medeniyeti, feza, atom, elektronik çağının yeni müslüman Türk medeniyeti; dâvamız budur. Bu gaye ile iktidara talibiz. Bu amaçla Türk milletini yeniden teşkilâtlandırmaya, devleti yeniden kurmaya kararlıyız. Tembelliği, meskeneti, yokluğu, sefaleti, geriliği, karanlığı, adaletsizliği yeneceğiz.

Hür ve mes’ut insanların barış ve refah yurdu büyük, kudretli, müreffeh Türkiye’yi inşa edeceğiz. İlk hedefimiz, ilk icraatımız idarecinin ıslâhıdır. İdarî reformla halk hizmetinde, halk kontrolünde yeni bir idare cihazı kuracağız. Devlet idaresinde lükse, israfa, baskıya, kırtasiyeciliğe, <<bugün git, yarın gel>> e son vereceğiz. Verimli işleyen müessir bir hizmet teşkilâtı kuracağız. İdareyi mütegallibenin, hatırlıların, partizanların âleti olmaktan kurtaracağız. İkinci hedef eğitim ve moral seferberliğidir. Ahlâk, inanç, mefhum ve bilgi reformudur. Bütün eğitim ve öğretim kurumlarını yenileyeceğiz. Eğitimde gaye hak, hakikat aşkı ve millet sevgisi, milliyetçilik şuuru olacaktır. Eğitimin diğer gayesi çocuklarımızı iktisadî hayatımız için üretici olarak yetiştirmek olacaktır. Eğitim çoğunlukla teknik eğitime yönelmiş olacaktır. Malî ve iktisadî, içtimaî tedbirlerimiz sıhhatli ve âdil bir toplum bünyesi hazırlamaya yönelecek ve emeğe, istidada, ehliyete değer verilecektir. Milletin tümü için sosyal güvenlik ve yardımlaşma teşkilâtı hazırlanacak, yurttaşlarımız kaderlerine terkedilerek toplum içinde sahipsiz, çaresiz olmaktan çıkarılacaktır. Milliyetçi, toplumcu hareket Türkiye’yi sömürge iktisadının ilkel tarım yapısından kurtaracaktır.

Tarım ve toprak reformu yurt çapında uygulanacak, yeni yerleşme politikasına muvazi uygulama ile Türkiye’miz tarım kentlerinde yaşayan mülk sahibi hür ve müreffeh tarımcıların yurdu olacaktır. Toprak reformunu reddeden bugünkü iktidarı ve yıllar yılı istismarla oyalanan ana muhalefeti, köylünün sıkıntı ve ıstıraplarının baş sorumluları olarak görüyoruz. 9 Işık’ı düzenin iktisadî ve içtimaî politikası tefeciliğe son vermek ve köylünün refahını gerçekleştirmek olacaktır. Dokuz Işık hareketinin temel ödevi sanayileşme hareketleri ile belirecektir. Tarımdaki nüfus fazlası sanayie kaydırılacak, köylü emek ve ürününü tüketen sunî şehirlerin yerini endüstri, kültür ve tarım kentleri alacaktır. Sanayileşmeyi Türkiye’yi bağımsız büyük sanayi devleti olma ölçülerine göre yürüteceğiz.

Aziz arkadaşlarım;

Şimdi son aylarda çok konuşulan bir meseleye, gençlik hareketlerine de kısaca dokunacağım. Önce şunu belirteyim. Aşırı solu ve ortanın solunu tutan gazetelerin yazdıklarından hiçbirisi doğru değildir. Gençlerimizin saldırgan oldukları yolundaki iddialar yalandır, iftiradır. Bizim millî doktrinimiz herşeyden önce insan sevgisini Türklük sevgisini esas almaktadır. Gençlerimizin sebebiyet verdiği hiçbir kavga olmamıştır. Solcular ve milliyetçilik düşmanları şuurlu milliyetçi gençliğin Dokuz Işık fikirleri etrafında bir çığ gibi büyümesinden ve karşı çıkılamaz bir hızla büyümesinden ve karşı çıkılamaz bir hızla güçlenmesinden ürkmüşlerdir. Önce fikir mücadelesini denemişler fakat başarı gösteremeyince her zaman adetleri olduğu üzere kavga çıkarmanın yollarını aramışlardır. Gençlerimiz kendileri için değil, yoluna baş koydukları büyük Türk milletinin varlığını korumak için mukabele etmişlerdir. Tarihin en gaddar empeyalizminin uşaklığını yapmakta olan komünistler karşılarında milliyetçi, Türklüğün büyük ruhu ile dolu genç Bozkurtları görünce şaşkına dönmüşlerdir. Bozkurtlarımız kimseyi tahrik etmemişler ve rahatsız etmemişlerdir. Daima kanunlara saygılı, millî ahlâka bağlı hareket etmişlerdir. Komünistlerin bazılarının dövüldüğü, köksüz fikirlerinin daha üstün millî fikirler tarafından baskıya alındığı doğrudur. Fakat kimler dövülmüştür? Türk milletini köleleştirmek isteyenlerin âletleri olanlar, Türk’ün Allah’ına sövenler, tarihiyle alay etmeye yeltenenler dövülmüştür. Gençlerimizin meşru savunma haklarını kullanmaktan ibaret kalan davranışlarına asla gölge düşürülemez.

Millî varlığımız tehdit eden komünizm, bölgecilik, mezhepçilik gibi tehlikeler karşısında Türk gençliğinin susması demek Türklüğün tarih sahnesinden silinmesi demektir. Gençlerimizin kanunlara karşı geldiği yazıldı. Bu da insafsız bir yalandır. Milliyetçi Türk gençleri aziz Bozkurtlar acaba ne yaptılar? Fakülteleri işgal mi ettiler? Hayır. Rektörlere ve profesörlere tekrarlamaktan utanç duyacağımız kelimelerle küfür mü ettiler? Hayır.. Türk insanının inceliğini zedeleyecek, Türk’ün geleneklerini çiğniyecek bir şekilde ve devletimizi müşkül bir duruma düşürmek maksadıyla denize adam mı attılar, otomobil mi yaktılar? Hayır… Şu halde saydığımız kanunsuzlukları görmezlikten gelip, milliyetçi gençliğin Türklük sevgisine bağlı hareketlerini ayıplamak, binbir yalan ve iftira ile ortalığı bulandırmaya çalışmak neye işarettir? En azından milletimize düşman kimselerin, korkularının alâmetidir. Milliyetçi Türk gençleri, asil bozkurtlarımız milliyetçi toplumculuğun, kutlu dâvamızın teminatıdır. Geleceğin müjde işaretidir. Hepsi akla gelmez maddî sıkıntılar içinde, temiz bir ülkücülüğün hazzını yaşamakta, genç ve değerli varlıklarını, gönüllerini Türklüğe bağışlamanın gururunu taşımakta, Allah’ın yardımına ve davanın kazanılacağıma heyecanla inanmaktadırlar. Huzurunuzda kendilerine teşekkürlerimi, sevgi ve takdirlerimi sunmayı şerefli bir vazife sayarım.

Aziz arkadaşlarım;

Olağanüstü kurultayımızın hayırlı, uğurlu olmasını dileyerek hepinize saygılarımı sunarım.


Türkeş’in büyük tezahüratlarla sık sık kesilen konuşmasından sonra Genel Başkan yardımcısı, Kastamonu Milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu çalışma raporunu okudu. Raporda teşkilât durumunu, Genel Merkezin durumunu, Meclis çalışmalarını anlatan Yılanlıoğlu onbir kanun teklifi yapıldığını, üç gensoru verildiğini, bir genel görüşme ve bir Meclis araştırması istendiğini söyleyerek Milletvekili arkadaşlarının görevlerini gereğince yaptıklarını bildirdi.

Gençliğin durumuna da değinen Yılanlıoğlu, milliyetçi gençliğin parti bünyesinde hızla teşkilâtlandığını, bunun gün geçtikçe daha hızlanacağını ve bu harekete gerektiği şekilde önem verileceğini bildirdi.

Rahmi İnceler’in hesap raporunu okumasından sonra, komisyon seçimleri yapıldı ve genel yönetim kurulunun ibrasına geçildi. İbradan sonra kurultayın birinci gün çalışmaları bitti.

ALTAYLAR’DAN TUNA’YA GECESİ

Adana teşkilâtı, kurultayı daha canlı bir duruma getirmek için birinci günü gecesi bir eğlence düzenlemişti. Altaylar’dan Tuna’ya adı verilen, millî oyunların oynandığı bu geceyi Adanalılarla beraber, kurultaya katılanlar takip ettiler. Türkeş’in ve parti ileri gelenlerinin takip ettikleri gecede Türkeş uzun bir konuşma yaptı ve uzun uzun tezahürat yapıldı. Osman Yüksel Serdengeçti ise, geceye uygun iki şiir okuyarak misafirleri heyecanlandırdı.

İKİNCİ GÜN

Kongrenin ikinci günü, Sergi Sarayı tamamen dolmuştu. Delegeler, partililer ve Adanalı meraklılar salonu iğne atılsa yere düşmeyecek şekilde doldurmuşlardı.

Kongre açıldı ve komisyonların raporlarının müzakeresi başladı. Bu sırada bütün delegeler ve dinleyiciler partinin değişecek olan adını duymak için bekliyorlardı. Kongre başkanı bir önerge okuyarak partinin adının MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ olarak değiştirilmesi için bir önergenin olduğunu söyleyince bütün salon bunu alkışlamağa başladı. Bu ad oy birliği ile kabul edildi.

Bu arada, kongre başından beri acemice hareketler yapan Divan Başkanı Orhan Kaleli bu görevinden, delegelerin itimatsızlık göstermeleri üzerine düştü, yerini Konya İl Başkanı Tevfik Fikret Kılıçkaya aldı. Bir başka önerge ile parti ambleminin Genel Kurulca tesbiti ve bunun ilânının gene Genel Kurulun uygun bulacağı bir zamanda ilânı kabul edildi.

TÜRKEŞ GENEL BAŞKAN

Ufak tefek bazı olaylar dışında, kongre olgun bir hava içinde geçiyordu. Kongre başkanı seçimlere geçileceğini ilân etti ve seçimlere geçildi. Türk Milliyetçiliğinin bayrağını üç yıldan beri elinde liyakatla taşıyan ve her geçen gün biraz daha ileriye götüren Türkeş, açık oy ile ve bütün salonun <<Başbuğ… Başbuğ) tezahüratı ile yeniden Genel Başkan seçilmişti.

Genel Yönetim Kurulu ve Haysiyet Divanı seçimleri sırasında Osman Yüksel Serdengeçti, Muzaffer Özdağ, Süleyman Sürmen, komandolar adına Yılmaz Yalçıner birer konuşma yaparak kongreyi renklendirdiler.

KONGRE KAPANIYOR

Seçimler bittikten sonra genel başkan Türkeş, öteki sayfalarda tamamını verdiğimiz tarihî konuşmasını yaptı. Büyük tezahürat arasında yapılan bu konuşmadan sonra, komandolar ve gençlik kolları üyeleri Bozkurtların türküsü marşını söylediler ve büyük bir atlas bayrağı Türkeş’e verdiler. Türkeş bayrağı öptü ve bir eliyle havaya kaldırdı. Sonra hep beraber salon terkedildi.

SONUÇ

Son CKMP; yeni adıyla Milliyetçi Hareket Partisi kurultayı Milliyetçi – Toplumcu hareketin yeni bir gövde gösterisi şeklinde geçti. Genel Yönetim Kurulu eskisinden çok daha mükemmel olarak kurularak seçimler için çok faydalı olunabileceğini, ayrıca bir kadro hareketinin başladığını gösterdi. Türkiye’nin hemen her köşesine yayılan, komünizmin ve kapitalizmin karşısına cesaretle çıkan bu fikrî hareket hiç şüphe yok ki, kısa bir süre içinde meyvelerin verecektir.

Mason başvekillerden, bezirgân politikacılardan, sefaletten, horlanmaktan bıkan millet, kendi öz temsilcileriyle el ele mutlu bir Türkiye kurmak üzere harekete geçecektir. Biz bu millî hareketi ilân etmenin mutluluğunu taşıyoruz.

SEÇİM SONUÇLARI

Noter huzurunda yapılan reyler sonunda Genel Yönetim Kurulu şu şekilde kuruldu:

İ. Hakkı Yılanlıoğlu
O. Yüksel Serdengeçti
Dündar Taşer
Prof. Sadrettin Tosbi
Kâmil Koç
Muzaffer Özdağ
Kâmil Turan
Hüseyin Üzmez
Ahmet Er
Abdülhadi Toplu
Lütfi Önsoy
Vehbi Ünal
Tevfik Fikret Kılıçkaya
Arif Ramazanoğlu
Kemal Cabioğlu
Necati Uslu
Sadi Somuncuoğlu
Oğuz Özgür
Cemil Yüksel
Süleyman Sürmen
İbrahim Metin
Hasan Çulhaoğlu
Alâaddin Emmezoğlu
Turgut Öztaşkın
Mehmet Yönet
Süleyman Ramazanoğlu

YEDEKLER:
Mustafa Öztürk
Rahmi Yeşil
Halil Özyıldız
Emin Türkeli
Mehmet Ali Güleç
Mehmet Orhun
Sadettin Tokbey
İffet Halim Oruz
Mehmet Atabey
Hıfzı Ersin
Mustafa Erdem
Rahmi İnceler
Erhan Cöker
Şerif Dursun

YÜKSEK HAYSİYET DİVANI:
Galip Erdem
Ahmet Sofuoğlu
Hülagu Balcılar
Cengiz Şenel
Kemal Sicimoğlu
Bedri Hucent
Mahmut Özkan
Kâmil Cörtoğlu
Halil Keskin

YEDEKLER:
Rıza Gürkan
Altay Hazer
Altan Yenigardoğmuş
Kemal Açar.



Millî Hareket, Mart 1969, Sayı 32.

TÜRKEŞ’İN KONUŞMASI

Şimdi memleketimizin temel bir dâvasına, büyük gayretler sarfetmemize ve sayısız fedakârlıkda bulunmamıza rağmen hâlâ halledemediğimiz bir derdimize temas edeceğim; Biliyorsunuz ki, Türkiyemiz, ikiyüz yıldan beri geri kalmışlığın acısını çekmekte, kalkınma çağının özlemini duymaktadır. Bu uğurda her şeye katlanmış, hattâ tarihî geleneğimize aykırı düşen bir vaziyete bile girmişizdir. Öyleki Türk milleti, çöküntüyü önlemek uğruna öncülüğünü yaptığı bir dünyayı bırakmakta ve yabancı bir dünyanın takipçisi hattâ taklitçisi olmakta tereddüt etmemiştir. İdarecilerimiz, siyasetçilerimiz ve münevverlerimiz kalkınmanın yegâne çaresini Batılılaşmakta görmüşlerdir. İkiyüz yıllık bir tecrübenin sonunda elimizde kalan nedir? Neler kazandık, buna karşılık neler kaybettik? Maddî ve manevî kayıplarımızın anlatılması çok uzun sürer. Kısa özeti böyledir. Koca bir imparatorluk elimizden çıkmış, muazzam yeraltı ve yer üstü zenginliklerimiz başka milletlerin hizmetine girmiştir. Daha kötüsü millî benliğimizden uzaklaşmağa, manevî üstünlüklerimizi yitirmeğe başlamışızdır. Peki ne kazandık? Çeşitli sebeplerle sorulmasına cesaret edilemeyen veya uyutucu cevaplarla geçiştirilen bu can alıcı soruyu biz cesaretle soruyor ve cevabını da çekinmeden veriyoruz. İkiyüz yıllık bir zamanı hemen hemen boşa harcadık ve yapabileceğimizin yüzde birini bile yapamadık. Bu konuda tek fakat kesin bir misalin akıl insaf sahiplerini tatmin etmek için yeterli olduğunu sanıyoruz.

Batılılaşma hamlelerine giriştiğimiz sırada gelişmiş ülkeler seviyesine mesafemiz ne kadardı, bu gün ne kadardır? Muhterem arkadaşlar, ilmin şaşmaz ölçülerine ve araştırmaların tesbitlerine bağlı kalmak şartı ile, yukarıdaki soruya müsbet bir cevap vermek maalesef mümkün değildir. Yâni gelişmiş ülkelerle aramızdaki mesafe azalacağı yerde çoğalmıştır. Meselâ 3. Napolyon çağındaki Fransa Sultan Aziz Türkiyesinden iki defa ilerde ise, De Gaul’ün Fransası Demirel devrindeki Türkiye’den beş defa ilerdedir. Sayısız fedakârlıklara, hattâ milyonlarca şehidin mübarek kanlarının bu uğurda sebil gibi akmasına rağmen, yerinde sayışımızın suçlusu kimdir? Şu kadarını söyliyelim ki, geriliğimizin günahını sadece idarecilerimizin sırtına yüklemek mümkün değildir. Asıl sebep şekillerin değişmesine rağmen kafaların değişmemesi, Batı Batı diye sayıkladığımız halde, aslında Batının ne olduğunu anlamayışımızdır. Alıştığımız kalkınma ölçülerini bırakıp yeni ölçüleri benimsemeğe özenirken, hareket noktasını yanlış seçtik, kalkınmanın hangi temeller üzerine oturması gerektiğini bilemedik. Kalkınmanın iki ana temeli vardır. Birisi maddî temel, diğeri manevî temeldir.

Kalkınmanın maddî temeli müsbet ilim zihniyetine ve teknik gelişmeye dayanır. Müsbet ilim zihniyetinin mutlâka uyulması gereken icapları vardır. Bu icaplardan biri ve başlıcası, bir cemiyette istihsal ve istihlâk faaliyetlerini tam bir ahenk içinde yürütmektir. Bir milletin istihsal hayatı hangi sisteme, hangi esaslara ve hangi anlayışa dayanıyorsa, istihlâk hayatı da aynı sisteme, aynı esaslara ve anlayışa dayanmalıdır. Sevgili Türkiyemizi böyle bir açıdan seyrettiğimiz vakit, kahredici bir manzara ile karşılaşırız. İstihlâkimiz Batı cemiyetlerinin ölçülerine uygun bir istikamet içinde gelişmekte, fakat istihsalimiz tam bir Doğulu gibi olmakta, bulunduğu geri seviyeden asla kurtarılamamaktadır. Bir batılı gibi giyiniyoruz ama, o giyim eşyalarını yapacak fabrikaları kuramıyoruz. Batının medenî saydığımız vasıflarından istifade etmeğe çalışıyoruz. Otomobillerimizin, telefonlarımızın, radyomuzun, çamaşır makinamızın, buzdolabımızın ve diğer modern vasıtalarımızın olmasını istiyoruz. Ama istihsal tekniğimizi isteklerimize göre ayarlamasını beceremiyoruz. Medenî vasıtalar dediğimiz şeylerin çoğunu yapamıyoruz, mütemadiyen başkalarından satın alıyoruz. Eğer bir millet geri kalmış bir istihsal tekniğine dayandığı halde, istihsal tekniği üstün olan milletler gibi istihlâke alışırsa sonu ne olur? İlmin bu konudaki hükmü kesindir. Ve açıktır. Doğulu gibi istihsal ve Batılı gibi istihlâk eden milletler iktisadî bakımdan daima sömürülmeye, başkalarının yardımına muhtaç kalmağa ve daha kötüsü, mutlâka fakirleşmeğe mahkûmdurlar. Hem geçmişteki iktidarlar hem de günümüzün iktidarı sevgili milletimizi artan bir hızla felâkete götüren bu ana dâvayı kavrayamamışlardır. İktidar hırslarına yenilmişler, kısır oy hesapları içinde vakit harcamışlar, milletin itimadını kötüye kullanmışlardır. CKMP ilk defa, dâvanın temeline inmenin, teşhisi koymanın, kalkınmanın çaresini arama ve göstermenin mutluluğunu yaşamaktadır. Şuna kesinlikle inanıyoruz ki, Aziz Türk Milleti, başkalarına verdiği tecrübe imkânını bize de mutlâka verecek ve itimadına lâyık olduğumuzu görecektir.

Müsbet ilim zihniyetinin vazgeçilmesi mümkün olmayan diğer bir icabı da şudur; Hiçbir millet, başka milletlerin yapılarına ve şartlarına göre ayarlanmış sistemleri taklit etmekle kalkınamaz. Elbette ki, milletler de insanlar gibi birbirlerinin tecrübelerinden faydalanacaklardır. Ancak, başkalarının yaptığını aynen yaparlar ve kendilerinden hiçbir şey katmazlarsa aslâ iyi bir sonuç elde edemezler. Bir nilletin nasıl kalkınacağı öz şartlarının incelenmesi, memleket imkânlarının doğru bir şekilde değerlendirilmesi, maddî ve manevî yapısının özelliklerine uygun çarelerin araştırılması ile ortaya çıkar. Yabancıların hazırladığı reçetelerden medet ummak, çok defa hastalığın artmasına, hattâ Allah korusun ölmesine sebebiyet verir. Türkiyemiz, iktisadî kalkınmayı sağlamak için, kapitalist sistemi uygulamağa çalışıyor. Kapitalizm, Avrupa medeniyetinin yapısına ve Avrupalı milletlerin şartlarına göre düşünülmüş bir sistemdir. O Avrupadaki bize benzemeyen, ölçüleri bizim ölçülerimize uymayan, değerlerimize aykırı, yabancı bir dünyadır. O Avrupa ki içtimaî geleneği sınıf düşmanlıklarına dayanır. Türk Milletinin tarihinde sınıf düşmanlığı yoktur. Bütün bir Milletin tek bir gaye etrafında kenetlenmesi vardır. O Avrupa ki, zenginliğinin büyük payını başkalarını insafsızca sömürmesine borçludur. Biz, sömürülmemizi kolaylaştırmak için telkin edilen bir sistemle nasıl kalkınabiliriz? İşte bu yüzden sadece fertlerimizi değil, milletimizi de fakirliğe mahkûm etmek isteyen kapitalizmi red ediyoruz.

Bilhassa son yıllarda, yine milletimize yabancı bir sistemin, görünüşte sosyalist aslında komünist olan ikinci bir yolun tavsiye edildiğini görmekteyiz. Komünizmin Türk Milletine neler getireceğini merak etmek, bari bir de şunu deneyelim diyebilmek mevkiinde değiliz. Çünki, elli yıllık bir uygulamanın sonunda, soyları, dinleri, dilleri ve kültürleri bizden olan insanlarına 60 milyonluk Türk İslâm kitlesine ne yaptığını gayet iyi biliyor, neler getirdiğini inkâr edilmez bir açıklıkla görüyoruz. Komünizm, o talihsiz soydaşlarımıza, hayvan katarlarına doldurulup vatanlarından sürülmeyi, kitle halinde imha edilmeyi, tarihini ve milliyetini unutmaya zorlanmayı, inançlarına saldırılmasına katlanmayı, dilinin bozulmasına boyun eğmeği, kültürünün bozulmasını, zenginliklerinin çalınmasını ve hürriyetsizliği getirmiştir. Nihayet, bizim için komünizm, bir iktisat dâvası olmaktan ziyade bir istiklâl dâvasıdır. Bu gerçeği unutmayacağız. Unutan gafillere daima hatırlatacak, unutturmak isteyen hainlerin mutlâka kökünü kazıyacağız. Şunu da belirtelim ki, kapitalizmle komünizm, birbirlerinden farklı bir görünüşte olmalarına ve mücadele etmelerine rağmen aslında aynı çamurdan mayalanmışlar, aynı kaynaktan çıkmışlardır. Çünkü ikisi de madde temeline dayanır, insanların sadece midelerine hitap ederler. Biz, kapitalizm ve komünizm gibi yabancı sistemlerin dışında millî bir kalkınma yolu teklif ediyoruz. Bu yol çalınma doktrinlerle değil, millî yapımızın ve başkalarına benzeyen şartlarımızın incelenmesinden doğmuştur. Buna <<Üçüncü Yol>> diyoruz. <<Dokuz Işık Yolu>> diyoruz. Ve inanıyoruz ki, hizmetinde bulunmaktan sonsuz bir şeref duyduğumuz büyük Türk Milleti teklifimizi mutlâka kabul edecek ve böylece yeniden kendine dönecektir.

Aziz Arkadaşlar;

Kalkınmamızın manevî temellerine de dokunmak isterim, kalkınmanın manevî temelleri milliyetçilik, iman ve ahlâktır. Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve faziletine, oy toplama endişesi ve siyaset riyakârlığının üstünde kalarak samimiyetle bağlıyız. Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve fazileti, milletimizi meydana getiren manevî unsurların tam bir ahenk içinde birleşmesidir. Maddî kalkınmamız ancak böyle yüce bir temel üzerinde yükselirse bir mânâ taşır, bir değer kazanır. Milliyetsiz bir yükselmenin, ahlâksız bir kalkınmanın hem imkânı yoktur, imkânı olacağı söylense bile kıymeti yoktur.

Arkadaşlar, sırası gelmişken çok ehemmiyetli saydığım bir hususu işaret edeceğim. Pek az olmakla birlikte, bazı kimselerin Milliyetçilikle, İslâmiyeti çatıştırmağa çalıştıklarını görmekteyiz. Böyle bir tutum yanlıştır, abestir, cahilliktir. ŞUURLU BİR ŞEKİLDE YAPILIYORSA İHANETTİR, NİFAKTIR. Mücadele farklı, hattâ birbirine düşman mefkûreler arasında olur. Halbuki Türklükle İslâmiyet, bin yıldanberi aynı mukaddes potada kaynamış, etle tırnak misali ayrılması imkânsız bir hale gelmiştir.

Türk Milleti Müslüman olmakla ictimaî nizamın ve dinî hayatın en yüce değerlerini kazanmış ve Müslümanlık Türk milleti ile, emsalsiz yiğitlik ve imân aşkına sahip bir mücahit bulmuştur. Milyonlarca Türk evlâdı, <<Bir gül bahçesine girercesine gazâ meydanlarına koşmuş, şahadet şerbetini içmiştir.>> Türk müsün, müslüman mısın? gibi sorular cehaletten ileri geliyorsa aptalcadır. Aksi takdirde haincedir.

Partinin en yetkili ve sorumlu mevkiine lâyık gördüğünüz bir insan olarak, bir kere daha açıkça ilân ediyorum: Milliyetçiliği reddeden bir dincilik anlayışı ve İslâmiyete düşman bir Milliyetçilik anlayışı bize yabancıdır, bizim dışımızdadır. BU SAKAT GÖRÜŞLERİ SAVUNANLAR, BİZE MENSUP OLDUKLARINI İLERİ SÜRSELER BİLE, BİZİMLE BİR İLGİLERİ YOKTUR, BİZDEN DEĞİLDİRLER.

Aziz Türk Milletine ve saflarımıza katılan yiğit yürekli, mücahit ruhlu kardeşlerimize istirham ediyorum, nifak zamanı değildir, birlik günüdür. Millet olarak yaşamak istiyorsak, Müslümanlığımızı da Türklüğümüzü de korumak istiyorsak birbirimizi sevmek, aslında hiçbir mânası olmayan uydurma ayrılıklar peşinde çekişmemek, münafıkların sözüne kanmamak zorundayız. Türk Milletini, manen ve maddeten yükseltmek, düşmanlarla çevrili bir dünyada hür ve bağımsız olarak varlığını sürdürmesini sağlamak için güçlü bir cihada dâvet ettiğimiz sırada şer kuvvetlerinin oyuncağı olmamalıyız. Görünüşe aldanmamalıyız. Unutmamalıyız ki, İslâm Dünyası’nda fitne ve fesadı başlatan Abdullah İbni Sebe’nin torunları zamanımızda da yaşamakta ve bizi birbirimize düşürmeğe çalışmaktadırlar.

Aziz yurttaşlarım, Değerli dâva arkadaşlarım.

Ayrıca ve nihaî olarak şunu belirteyim ki, motiflerde sembollerde hayatiyet, güç ve enerjisini kaybetmiş kalıplarda, mucize gücü yoktur. Türk İslâm dünyasının utanç ve ızdırap veren perişan hali önümüzdedir. Çağın hâkim medeniyetini temsil eden mağrur ve zalim kuvvetler, eski muhteşem medeniyet yurtlarında hüküm yürütmekte ve talihsiz ülkeleri zillet içinde tutmaktadır. Bu ülkeler çocuklarını yurtlarını, varlıklarını korumak ve devam ettirmek için, bulacakları çare ve yol ömrünü tamamlamış köhne kurumlara, tozlu küflenmiş motiflere, şuursuzca sarılmak değil, hâkim medeniyetin üstünlük sebeplerine nüfuz ederek daha üstün bir hayat nizamı kurmak için çaba göstermektedir. Aklın, bilimin ve tekniğin rehberliğini kabullenmektir. Gönüllerin imanla, zihinlerin ilimle aydınlanmasını istiyoruz. Cehil, vehim ve şüphe karanlığını sileceğiz.

Türk bilim hayatını tesis ödevindeyiz. Aklın ve bilimin madde plânında, mutlak egemenliğini tesis zorundayız. Türk akademisini kuracağız. Türk Üniversitelerini cihanı-ı şumûl itibar ve imkân sağlıyacak bir düşünce ve hareket devresi açacağız. Dünyayı geniş bir imtihan alanı ve büyük bir okul kabul ediyoruz. Önalmış milletlerin kültür ve tekniklerinin kötü kopyecisi talebeler olmaktan çıkacağız. Bilimde ve teknikte rehberliğe yönelecek bir seviyeye yükseleceğiz. Hal zahmeti, yokluğu, utancı, zilleti ifade ediyor. Yakın yüzyıllarda böyledir. Zaman çarkı dönüyor. İleriye doğru dönüyor. Türklük için, şan şeref, ikbal, itibar gelecektedir, ilerdedir. Seciyesine, fıtratine uygun yeniden doğuştadır.

Aziz yurttaşlarım;

İleri müreffeh Türkiye’yi kurmada, ilim hayatını başlatmada genel millî eğitimin önemini tekrar belirtmek isterim. Millî Eğitim Kurumlarını yeniden kurma, teknik eğitimi genişletme kararındayız. Millet çocuklarına öğretim her kademesinde kabiliyetlerine göre, yetişme ve yükselme imkânı fırsat ve imkân eşitliği sağlamak hedefimizdir. Bu vesile ile öğrenim dili ve dil dâvası görüşümüzü belirteyim. Dil dâvası, millet olarak varlık, bağımsızlık dâvasıdır. Türkçede vatanın birlik ve bütünlüğünü, millî tarihin devamlılığını görürüz. Türkçeyi anamız, ana vatanımız gibi sever ve koruruz. Dil davasında düsturumuz, ilkemiz dili konuşan dil, halk dili temelinde gelişmesi, uydurma dile sapılmaması, yabancı dilleri zararlı bünyeye uymayan tesirlerine düşülmemesi, meselelerin anlaşılmasında güçlük yaratılmaması, Türk dünyasında bir tek dil olarak gelişme hayatî hedefinden sapılmamasıdır.

Aziz yurttaşlarım;

Düşünce, öğretim ve bilim hayatında Türkçe dilinin egemenliği esastır. Üniversitede yabancıl İngilizceyi Türkçenin önünde resmî öğrenim dili yapan anlayış ve uygulamayı kültür emperyalizmine uyduluk ve çok zararlı bir gelişme görüyoruz. Bu hale son vereceğiz.

Aziz yurttaşlarım;

Millet hayatını yepyeni temeller üzerinde inşa ederken, millî nizam kurarken, insanı da yenileme, geçmişle ilgili kırgınlıkları silme kararında olmalıyız. Bu sebeple genel ve şümullü bir affı savunduk, savunuyoruz.

Aziz yurttaşlarım;

Kuracağımız millî nizam kendi öz değerlerimizin Türkün yaratıcı dehasına göre evrensel aklın bilim kanunlarına uygun düşünüşü temin eden bir hayat tarzı olacaktır. İnsan sevgisinden, hak hakikat ve Türklük aşkından mülhemiz. Demokrasiyi, insan kaderini yüce tuttuğu için değerli görüyoruz. Demokrasimizi anarşi içinde intihardan millî nizamla korumak kararındayız.

Üçüncü yol, millî nizam Türke göre, Türk için ilme akla uygun hayatı ifade eder.

Faşizme, nazizme ve yabancı diğer bir sisteme özentiyi Türk Milliyetçileri olarak reddederiz. Bu kabil özentiler dünün ve bugünün iktidarında görülmüştür. Ama millî nizamların yolu değildir.

İleri, mes’ut, müreffeh, yüz milyonlu Türkiye eserimiz olacaktır. Temeline tarihimizi atacağız ve gerekirse korumak için canımızı kanımızı feda edeceğiz.

Büyük kudretli Türkiye’yi ayakta selâmlıyorum.

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN.



Türk Yolu, 14 Şubat 1969, Sayı 2.

ADANA’DA 250 DELEGE KONGREDEN ÇEKİLDİ

8 – 9 Şubat’ta Adana’da yapılan CKMP (Milliyetçi Hareket Partisi) büyük kongresi zaman zaman çekişmeli ve kavgalı geçti. Genel Başkan Alparslan Türkeş’in uzun konuşması büyük gerçekleri toplıyarak ifade ettiği için çok güzeldi. Kongrede CKMP Adı <<Milliyetçi Hareket Partisi, MHP>> ile değiştirildi.

Kongrenin ikinci gününde Partinin amblemi konusunda da büyük kavgalar oldu ve amblemin tayini yetkisi genel yönetim kuruluna bırakıldı.

İkinci günün en önemli olayı Mardin milletvekili Rifat Baykal’ın ve 250 Bozkurtlu delegenin delege kartlarını yırtarak kongreden çekilmesi ve oy kullanmaması oldu. Bu durum büyük üzüntü yarattı.

Halbuki bir gün önce sayın Türkeş bunlara şöyle seslenmişti:

<<Şimdi son aylarda çok konuşulan bir meseleye, gençlik hareketlerine de kısaca dokunacağım. Önce şunu belirteyim, aşırı solu ve ortanın solunu tutan gazetelerin yazdıklarından hiçbirisi doğru değildir. Gençlerimizin saldırgan oldukları yolundaki iddialar yalandır, iftiradır. Bizim millî doktrinimiz herşeyden önce insan sevgisini Türklük sevgisini esas almaktadır. Gençlerimizin sebebiyet verdiği hiçbir kavga olmamıştır. Solcular ve milliyetçilik düşmanları şuurlu milliyetçi gençliğin Dokuz Işık fikirleri etrafında bir çığ gibi büyümesinden ve karşı çıkılamaz bir hızla büyümesinden ve karşı çıkılamaz bir hızla güçlenmesinden ürkmüşlerdir. Önce fikir mücadelesini denemişler fakat başarı gösteremeyince her zaman adetleri olduğu üzere kavga çıkarmanın yollarını aramışlardır. Gençlerimiz kendileri için değil, yoluna baş koydukları büyük Türk milletinin varlığını korumak için mukabele etmişlerdir. Tarihin en gaddar empeyalizminin uşaklığını yapmakta olan komünistler karşılarında milliyetçi, Türklüğün büyük ruhu ile dolu genç Bozkurtları görünce şaşkına dönmüşlerdir. Bozkurtlarımız kimseyi tahrik etmemişler ve rahatsız etmemişlerdir. Daima kanunlara saygılı, millî ahlâka bağlı hareket etmişlerdir. Komünistlerin bazılarının dövüldüğü, köksüz fikirlerinin daha üstün millî fikirler tarafından baskıya alındığı doğrudur. Fakat kimler dövülmüştür? Türk milletini köleleştirmek isteyenlerin âletleri olanlar, Türk’ün Allah’ına sövenler, tarihiyle alay etmeye yeltenenler dövülmüştür. Gençlerimizin meşru savunma haklarını kullanmaktan ibaret kalan davranışlarına asla gölge düşürülemez. Millî varlığımız tehdit eden komünizm, bölgecilik, mezhepçilik gibi tehlikeler karşısında Türk gençliğinin susması demek Türklüğün tarih sahnesinden silinmesi demektir. Gençlerimizin kanunlara karşı geldiği yazıldı. Bu da insafsız bir yalandır. Milliyetçi Türk gençleri aziz Bozkurtlar acaba ne yaptılar? Fakülteleri işgal mi ettiler? Hayır. Rektörlere ve profesörlere tekrarlamaktan utanç duyacağımız kelimelerle küfür mü ettiler? Hayır.. Türk insanının inceliğini zedeleyecek, Türk’ün geleneklerini çiğniyecek bir şekilde ve devletimizi müşkül bir duruma düşürmek maksadıyla denize adam mı attılar, otomobil mi yaktılar? Hayır.. Şu halde saydığımız kanunsuzlukları görmezlikten gelip, milliyetçi gençliğin Türklük sevgisine bağlı hareketlerini ayıplamak, binbir yalan ve iftira ile ortalığı bulandırmaya çalışmak neye işarettir? En azından milletimize düşman kimselerin, korkularının alâmetidir. Milliyetçi Türk gençleri, asil bozkurtlarımız milliyetçi toplumculuğun, kutlu dâvamızın teminatıdır. Geleceğin müjde işaretidir. Hepsi akla gelmez maddî sıkıntılar içinde, temiz bir ülkücülüğün hazzını yaşamakta, genç ve değerli varlıklarını, gönüllerini Türklüğe bağışlamanın gururunu taşımakta, Allah’ın yardımına ve davanın kazanılacağıma heyecanla inanmaktadırlar. Huzurunuzda kendilerine teşekkürlerimi, sevgi ve takdirlerimi sunmayı şerefli bir vazife sayarım.>>

Türkeş’in konuşmasından sonra İ. Hakkı Yılanlıoğlu Genel Yönetim Kurulu raporlarını okumuştur.

İkinci günde amblem için toplumcu milliyetçiler ve genç Bozkurtlar ile karşı grup arasında kavgalar çıkması büyük üzüntü yaratmış, Mardin milletvekili Rifat Baykal genel yönetim kurulu adaylığından istihkâf etmiştir. Toplumcu – Milliyetçiler parti amblemi olarak hilâl içinde Bozkurtu istemişlerdir.

Şimdi genel yönetim kuruluna düşen görev genç Bozkurtların bu dileğini unutmamak olmalıdır. Seçimler sonucunda genel idare kuruluna şunlar seçilmişlerdir:

Kâmil Koç, Mehmet Altınsoy, Dündar Taşer, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti, Sadettin Tosbi, Mustafa Kemal Erkovanlı, Kâmil Turan, Hüseyin Üzmez, Tevfik Fikret Kılıçkaya, Abdülhadi Toplu, Lütfü Önsoy, Ahmet Er, Necati Uslu, Vehbi Ünal, Oğuz Özgür, Muzaffer Özdağ, Arif Ramazanoğlu, Kâmil Cabioğu, Sadi Somuncuoğlu, Cemil Yüksel, Süleyman Sürmen, İbrahim Metin, Hasan Çulhaoğlu, Alâettin Ezmezoğlu, Turgut Öztaşkın, Mehmet Yönet, Süleyman Ramazanoğlu.

Haysiyet Divanı: Kemal Sicimoğlu, Mehmet Özkan, Kâmil Cortoğlu, Hulâgü Bağcılar, Ahmet Sofuoğlu, Cengiz Şenel, Halil Keskin, Bedri Hucent, Altay Hazer.



Türk Yolu, 24 Şubat 1969, Sayı 3.

ADANA KONGRESİNDE GENÇ BOZKURTLARLA 3 HİLÂLCİLER KARŞI KARŞIYA GELDİ

8 – 9 Şubat günleri Adana’da yapılan CKMP’nin olağanüstü Büyük Kongresi elektrikli bir hava içinde geçmiş, bu yüzden parti ambleminin tesbiti Genel İdare Kurulu’na bırakılmıştır..

Parti adının Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildiği kongrede, iki grubun mücadelesi su yüzüne çıkmıştır. Bu gruplardan biri, <<9 Işık>> doktrinine inanmış, <<Büyük Türkiye>> yi kurma savaşına Alparslan Türkeş’in liderliğinde katılmış, ülkücü, “”Milliyetçi Toplumcular”dır. Aksiyon halinde bulunan “Milliyetçi Toplumcular” halen Partinin en aktif ve kuvvetli kanadını temsil etmektedirler. Diğerleri ise, bir kısım basının haksız olarak “”Ümmetçi”” olarak vasıflandırdığı, aslında din istismarcısı sahtekâr politikacılardır. Bunlar Genel Başkan Alparslan Türkeş’e bağlı gözükmekle beraber, 1967 Kasım’ında yapılan Genel Kongre’ye tekaddüm eden günlerde kuliste Türkeş’in Başkanlıktan çekilmesini ve yerine Prof. Osman Turan’ın getirilmesini isteyecek kadar da kendilerini kuvvetli zannetmektedirler.

BOZKURT – 3 HİLÂL

Büyük Kongre’nin başlayacağı günün sabahı Adana’da bir “yürüyüş”ün yapılmasına karar verilmiştir. Bu yürüyüşü organize eden Adana İl Başkanı Faruk Akkülah’ın hazırlattığı duvar ilânlarındaki “çıplak ayak” motifi, partililerin ayakkabısız yürüyüş yapacaklarına dair haberlerin çıkmasına yol açmıştır. İptidaî sürülere has bir tavrın ifadesi olabilecek böyle bir davranışa karşı çıkan Milliyetçi – Toplumcu “Bozkurtlar”, derhal bastırdıkları Bozkurtlu duvar ilânlarını “çıplak ayak” afişlerinin üzerlerine yapıştırmışlar ve “9 Işık Yürüyüşü”nü Adanalılara duyurmuşlardır. <<Çıplak Ayak>> ın, Anadolucu olduğunu iddia eden ve “İslâm Sosyalizmi”ni savunan Nurettin Topçu’nun başyazarı olduğu “Hareket” dergisinin bir sayısının kapağından alındığı tesbit edilmiştir.

Afişlerde 3 Hilâl’i kullananların da Parti ambleminin “3 Hilâl” olmasını savunan aynı kişiler olduğu dikkati çekmiştir. Nitekim İl Teşkilâtı 3 hilâlli cüzdanlar yaptırmış, 3 hilâlli davetiyeler bastırılmıştır. “Çıplak ayağın” kötü kopyacıları, sanki partinin amblemi olan terazinin yerine “3 Hilâl” alınmış gibi hareket etmişler, duvarlara yapıştırdıkları ilânlarda “3 Hilâl” ile Parti amblemini (CKMP) yi aynı anda kullanmışlardır.

İşte bu durum karşısında, dış tesirlerle “3 Hilâl”i kabul ettirmeye çalışanlarla, Genç Bozkurtlar karşı karşıya gelmişlerdir.

İnfiale kapılan <<Bozkurtlar>> Adana İl Merkezinde kongre salonuna asılmak üzere muhafaza edilen 3 Hilâl’li bayrakları ortadan kaldırmışlardır. Kongre sabahı da salona girildiğinde, her tarafın <<Bozkurtlu Bayraklarla>> donatılmış olduğu görülmüştür. Gençlerin getirdiği Bozkurtlu Rozetler hemen hemen bütün delegeler tarafından kapışılmış ve yakalara takılmıştır. Bir anda salona hakim olan gençler, kongrenin canlı bir hava ile başlamasını sağlamışlardır. Bu hal, AP’den ihraç edildikten sonra kafasını sokacak bir siyasî çatı arayan Prof. Osman Turan’ın liderliğinde kurulması için çalışılan “Anadolu Partisi”nin CKMP’deki destekçilerini telâşlandırmıştır. Sahtekâr politikacılar, hayallerinin bir anda darmadağın edilmesi üzerine, Bizans entrikalarını aratmayacak bir “dedikodu çarkını” olanca kuvveti ile çevirmeye başlamıştır.

Kuliste, bilhassa şu propagandalar yapılmıştır:

3 Hilâl, Roma Kayzerliğinin kudretini, Hilâfeti ve Türklüğü temsil etmektedir. Bu bakımdan 3 Hilâl oy getirir, 3 Hilâl’e karşı olanlar Partinin oy almasını istemeyenlerdir.

Bozkurtu isteyenler dinen zayıf kimselerdir. Parti birkaç gencin idaresine bırakılamaz. Gençler kongreyi yarım bırakmak istemektedirler. Parti; Dernek demek değildir. Gelişmesi için Türkiye’nin gerçeklerine uygun bir politika takip edilmelidir. Taviz verilmelidir.

TAHRİKLER BAŞLIYOR

Gençlerin kongreyi sabote edecekleri dedikodusunu yayan birkaç profesyonel politikacı ile onların yardımcıları, gençleri tahrike karar vermişler ve bu fırsatı Başkanlık Divanı seçimlerinde bulmuşlardır.

İstanbul İl Başkanı Bahaeddin Erman ile Yalova İlçe Başkanı Turan Koçal, eski İl Başkanı Hasan Tuncay’ın delege olmadığını ileri sürerek hâdise çıkartmışlardır. Kongre Başkanlığına seçilen emekli kurmay albay Orhan Kaleli’nin ikazlarına rağmen gürültüler artmış, salonun intizamından sorumlu olan gençlerle bir kısım delege arasında itişmeler olmuştur. Bozkurtçu gençlerin Partiden uzaklaştırılmasını isteyen bu profesyonel politikacıların “mürettep delegeleri” salonda yer almış bulunuyordu. Kongreyi karıştırmak ve bunun vebalini de Milliyetçi Toplumcular’a yüklemek isteyen bu grubun kasıtlı itirazı protesto ile karşılanınca, bunlar derhal gençlere, “Sizlere ne oluyor. Parti bizimdir!” gibi tahrikkâr sözlerle sataşmaya başlamışlardır. İşte bu sataşma gençler tarafından Bahaeddin Erman ile Turan Koçal’a hak ettikleri cevabın verilmesine yol açmıştır. Bir anda karışan salonda sükûnet ancak Genel Başkan Türkeş’in müdahalesi ile yatıştırılabilmiş ve kongreye ara verilmiştir.

KÂMİL TURAN – SADİ SOMUNCUOĞLU ÇİFTİ

Menfaatlerinin zedelendiğini ve kongrenin aleyhlerine döndüğünü gören “3 Hilâlci” grubun iki adamı, Genel İdare Kurulu üyesi Kâmil Turan ile Gençlik Kolları Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu, ilerde kendilerinden hesabı sorulacak bir faaliyetin içine girmişlerdir. Sadi Somuncuoğlu’nun salonun dışında yaptığı bölücü konuşma “Bozkurtlar” arasında infial uyandırmıştır. Gençlik Kolları Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu, Kâmil Turan’ın talimatına uyarak, gençleri bölmek için Ankara’lı Bozkurtları başta İstanbul olmak üzere diğer illerden gelen gençlere karşı kışkırtmak gibi affedilmez bir hata işlemişlerdir. Ancak “Parti disiplini” prensibiyle baskı altına alınmak ve âlet edilmek istenen gençler, bu oyunu anlayarak aralarında bir bölünmeye gitmemişlerdir.

KONGRE TEKRAR AÇILIYOR

Öğleden sonra tekrar çalışmalarına başlayan kongrede faaliyet raporları okunmuş ve tüzük tadil. Komisyonu seçilmiştir. Kongrenin birinci gün çalışması tüzük tadili ile ilgili teklifleri komisyona verilmesinden sonra bitmiştir.

KONGREDE İKİNCİ GÜN

Kongrenin ikinci gününde Genel İstişare Kurulu ibra edildikten sonra Afyon milletvekili Muzaffer Özdağ, bütün delegelerin isteği üzerine bir konuşma yapmağa davet edilmiştir. Özdağ, özetle şunları söylemiştir:

“Yaşanan nizam içinde Türkiye halkı, çoğunluğu ile tabiat ve idarenin toplum düzeninin gelişmeyi önleyici baskısı altında yokluk sıkıntıları ve geçim zorluğu içindedir. Bunu ortadan kaldırmak için millî nizam istiyoruz. Yeni nizam istiyoruz. Türkiye’yi yokluğa, geriliğe, ezilmişliğe, sömürülmeğe, bağımsızlığa, halkı çileye, çaresizliğe terkeden, süregelmekte olan düzeni red ve inkâr ediyoruz”

Türk halkının bütünü itibariyle köylülerden meydana geldiğini, bunların imparatorlukta, cumhuriyette ve demokrasi devrinde değişmeyen kaderinin ezilmek, soyulmak, istismar edilmek şeklinde tecelli ettiğini öne süren Muzaffer Özdağ, “Halk çoğunluğunu, köylüyü devlet kadrosu dışında bırakan bir irade ve rejim şekli, ismi ne olursa olsun adil, demokratik, millî ve meşru olamaz.” demiştir.

Özdağ, geri kalmışlıktan kurtulmak için bugün 40 bin olan köy sayısının Milliyetçi – Toplumcu nizam içerisinde 4 bin tarım kenti halinde birleştirileceğini 23 milyon köylünün 20 milyonunun da sanayi sahasına aktarılacağını bildirmiş, konuşmasına şöyle devam etmiştir:

“Milli nizam, Türkiye’nin bütün yapıcı güçlerini, kaynaklarını harekeye getirerek âmil ve hakim kılarak somunu büyütme ve somunu adil dağıtma inanç ve kararındadır. Millî nizam felsefede, inançta, yönde, yöntemde, antikapitalist, antikomünisttir. Biz yeni bir yolu, yeni bir ülküyü, dünya için yeni bir fecri temsil ediyoruz. Türk yolu, millî toplumcu hareket, hak yolu, akıl yoludur.”

Özdağ’ın bu konuşması, Milliyetçi - Toplumcular ile gençlerin dışında kalan sahtekâr politikacıları çileden çıkarmaya kafi gelmiştir. Bu konuşmanın delegeler üzerindeki müspet tesirini bertaraf etmek için Antalya milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti’nin konuşmasını teklif etmişlerdir.

Serdengeçti’nin konuşması sırasında birkaç genç arasında vuku bulan üzücü olaylardan müteessir olan Osman Yüksel, “Madem ki beni dinlemek istemeyen var, o halde ben de partide durmam” deyip istifa ettiğini açıklamıştır. Ancak araya girenlerin ricası ile Serdengeçti istifasını geri almıştır.

Serdengeçti’nin sonradan devam ettiği konuşmasında Bozkurtlar için “Üç buçuk sergerde, zibidi” gibi sıfatlar kullanmak gafletinde bulunmuş olması, siyasî hayatının büyük hatalarından biri olmuştur.

ATATÜRK DÜŞMANLIĞI

Partinin isminin değiştirilmesi hususu görüşüldüğü sırada (Kongreye ikinci gün gelen) her nedense salona bir şakşakçı grupla girmeyi tercih eden ve kendisine tezahürat yapılmasını bekleyen Niğde milletvekili Mehmet Altınsoy: “CKMP’deki her harf, üzücü olayların bir kötü hâtırasıdır.” diye başladığı konuşmasında tekrar milletvekili seçilebilme endişesi içinde olduğunu ortaya koymuş ve şöyle devam etmiştir: “Partinin ismi ve amblemi seçimlere 8 ay kaldığı şu sırada değiştirilmemelidir. Çünkü yeni ismi ve amblemi dağın arkasındaki her köye tanıtılması büyük bir meseledir.”

Altınsoy’un üzücü olaylar sırasında Partinin ismine ilâve edilen harflerden saydığı C’nin hikâyesi herkesçe bilinmektedir. Partinin dini istismar suçundan kapatılmasından sonra MP Cumhuriyetçi Millet Partisi adını almıştır. İşte istemiyerek Cumhuriyetçi görünen bu kimseler, Atatürk hakkındaki kanaatlerinin açık delilini de tüzük tadili ile ilgili maddenin görüşülmesi sırasında ortaya koymuşlardır.

1953’te MP’nin kapatılması için takibat açıldığı zaman, Savcının hazırladığı gerekçede adının 22 yerde geçtiğini anlatmakla öğünen İstanbul İl Başkanı Bahaeddin Erman, Kongre Divanına Parti programından Atatürkle ilgili maddelerin çıkarılmasını teklif eden bir önerge vermiştir. Bu önerge, Kastamonu milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu tarafından da benimsenmiş ve lehte yapılan bir konuşma ile desteklenmiştir. Ancak Muzaffer Özdağ’ın bu hususta yaptığı uyarıcı konuşma ve delegelerin isabetli görüşü ile Partinin kapatılmasına kadar yol açacak olan bu önerge reddedilmiştir. Yılanlıoğlu’nun Parti programında bir değer taşımadığını ifade ettiği 11. ve 22. maddeleri aynen şöyledir:

Madde 11- Cumhuriyet terbiye ve ülküsü ile yetişen genç kuşakların, Türkiye’nin yeniden inşa etmenin şerefli sorumluluğunu yüklenmesini ve hizmet mevkilerine gelmesini istiyoruz.

Partimizi, gençliğin bu anlamda bir eğitimle yetiştirilmesini gerekli görür.

TÜRK MİLLÎ KURTULUŞ HAREKETİ: ATATÜRKÇÜLÜK: Atatürkçülük evrensel bir mâna ve tesir taşıyan Türk Millî Kurtuluş Hareketinin özel adıdır. Yaşayan ve gelişen bir hayat görüşü, hizmet felsefesi ve vazife ülküsüdür.

Atatürkçülük, barışa, hürriyete, insan değerine sevgi, Türklüğe aşk, ilmin önderliğine inanıştır.

Madde 22- Partimizin ilke ve amaçlarından saydığı Türk milliyetçiliği, anti emperyalist, barışçı, hürriyetçi, demokratik bir milliyetçiliktir.

Bu özellikleri; Türk tarihinden, halk ruhundan, inançlarından ve Atatürk ilkelerinden alır.

CKMP, MHP OLUYOR

Partinin isminin değiştirilmesi için Genel Başkan Alparslan Türkeş’in de desteklediği teklif, büyük bir tezahürat ve ittifakla kabul edilmiştir. Partinin ismi: <<MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ>> olmuştur.

Bundan sonra Kongre Divanına verilen bir başka önerge ile partinin ambleminin “HİLÂLLİ BOZKURT” olması teklif edilmiştir. Müslümanlıkla, Türklüğü en güzel şekilde ifade ve telif eden asırlarca “Türk Âlemi”nin sembolü olan “Hilâlli Bozkurt” delegeler tarafından amblem olarak kabul edilmişse de, oylama sırasında Kongre Divanına hücum eden Osman Yüksel Serdengeçti ve Mersin İl Başkanı Galip Çaka kararın zabıtlara geçmesine mani olmuşlardır. Bu sırada Kongre Başkanının tarafsızlığını ihlâl ettiği gerekçesiyle verilen “itimatsızlık” önergesi oya sunulmuş gürültüler arasında neyin oylandığının farkına varılmadan, Kongre Başkanlığı, sahtekâr politikacıların temsilcisi Konya İl Başkanı Tevfik Fikret Kılıçkaya’ya geçmiştir.

Salonun karıştığı bu sırada Genel Başkan Alparslan Türkeş, toplayıcı bir konuşma yapmış ve sükûneti temin ederek Kongrenin tekrar çalışmasını sağlamıştır. Genel Başkan’ın “Sakin olma çağrısı”na uyan Milliyetçi – Toplumcular ile Genç Bozkurtlar, amblemi tesbit işinin yeni seçilecek Genel İdare Kurulu’na bırakılması teklifine karşı çıkmamışlardır.

Amblemi seçimlerden sonra tesbit etme vazifesinin yeni seçilecek Genel İdare Kurulu’na bırakılmasından sonra seçimlere geçilmiştir.

250 DELEGE SEÇİMLERE KATILMIYOR

Genel İdare Kurulu, seçim sırasında bazı profesyonel politikacılar tarafından Genel Başkan Alparslan Türkeş tarafından hazırlandığı propaganda edilen yeşil bir liste elden ele dolaştırılmıştır. Ayrıca, Kongre Divanının seçimlerden sonra oy torbalarını sayım için notere götürmek üzere Genel İdare Kurulu’na aday olan Osman Yüksel Serdengeçti ile Hasan Çulhaoğlu’na teslim etme kararına varması, 250 ülkücü delegenin kartlarını yırtarak seçimlere iştirâk etmemesine sebep olmuştur.

Yeni seçilen Genel İdare Kuruluna eski Kuruldakilerden pek farklı kimseler girmemiştir. Partinin ismi değişmişse de, bu kesin bir tarihe bağlanmamıştır. Amblem meselesine gelince, bu da bir tarihe ve Genel İdare Kurulu’nun alacağı karara terk edilmiştir.

ŞİMDİ NE OLACAK?

1965 yılında Alparslan Türkeş’in Genel Başkan olması ile yepyeni bir hüviyet kazanan CKMP bu tarihten itibaren Partiler arasındaki kuvvetini tedricen arttırarak, bugün Türk siyasî tarihinde önemli bir rol oynamaya hazır bir hale gelmiştir.

Son Genel Seçimleri müteakip Partiden ümidini kesenler, Alparslan Türkeş’in liderliğindeki bir siyasî teşekkülün oksijen çadırından çıkıp, Türk seçmeninin teveccühünü kazanır duruma gelmesi ile kendilerinin Parti içinde “rüçhan hakkı”na sahip olduklarını iddia etmeye başlamışlardır. Partinin siyasî tarihe mal olacağı günlerde pek ortalıkta görünemeyen bu grup şimdi, Alparslan Türkeş’in elinde yeni doğmuş ve gelişmiş partiye sahip olmak istemekte ve CKMP’ye kendi dünya görüşlerine uygun bir dinî veche vermek istemektedirler.

İktidara gelmek için seçmenin dinî kanaatlerini istismar etmeyi kendilerine vasıta kabul eden bu profesyonel politikacılar bugün için CKMP’yi kendi emellerine âlet edebilecek şekilde olmasa bile, gelişmesine mani olabilecek bir yola sürüklemektedirler. Parti içindeki Milliyetçi – Toplumcu grubu üzen en büyük hususlardan biri de, CKMP’deki yıllanmış ve seçim kaygusu içine düşmüş profesyonel politikacılarla, siyasete yeni atılmış birkaç saf kimsenin aynı kazanda kaynayabilmeleridir.

Şimdi ne olacaktır? Bu suale bütün Milliyetçi – Toplumcular şu cevabı vermektedirler:

“Milliyetçi – Toplumcular, Genel Başkan Alparslan Türkeş’in liderliğinde 100 milyonluk müreffeh Büyük Türkiye’yi kurma savaşına azimle yürümeye devam edeceklerdir.”

* Türkeş ve İffet Halim Oruz Bozkurtların arasında kongreyi izliyor.

* Genç Bozkurtlar Adana yolunda Düzce’de verdikleri yemek molasında Türk Yolu objektifi karşısında. (Foto: Türk Yolu – L. Vatansever)



Türk Yolu, 10 Mart 1969, Sayı 4-5.

CKMP’NİN ADI MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ OLDU

23 Şubat Pazar günü toplanan CKMP Genel İdare Kurulu büyük kongre kararına uyarak Partinin adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiş, amblem olarakta üzerine yurt çapında yorum ve münakaşaların yapıldığı 3 Hilâl’i kabul etmiştir.

Ancak Milliyetçi – Toplumcuların ve Bozkurtların tepkisinde korkan Genel İdare Kurulu, <<Hilâlli Bozkurt>> ambleminin de Gençlik Teşkilâtı tarafından kullanılmasını kararlaştırmıştır.

Böylece iki amblemli parti sıfatını da kazanan MHP’nin Adana’daki olağanüstü kongresinde Bozkurtlarla profesyonelleri defalarca kavgaya sürükleyen tartışmanın birinci safhası son bulmuş olmaktadır.

Bir olup bitti ile MHP’ne yamanan <<3 Hilâl>>in hikâyesini okuyucularımıza duyurmakta fayda görmekteyiz. Bilindiği gibi Adana kongresine birinci günden itibaren sağduyu sahibi delegelerle, Bozkurtlar ve Milliyetçi Toplumcu grubu hâkim olmuş ve bu hâkimiyet genel Başkan Türkeş’in amblem meselesinin Genel İdare Kuruluna bırakılmasını istemek suretiyle ağırlığını koymasına kadar devam etmiştir.

Profesyonel politikacılar ile din istismarından medet umanların teklifi olan <<3 Hilâl>>in kongreden geçemiyeceğini anlayanlar son çare olarak meselenin Genel İdare Kuruluna bırakılması için gayret sarfetmişlerdir. En kötü ihtimalle de olsa Genel Kurula sokabilecekleri temsilciler vasıtasıyla Hilâl olmasa bile <<Terazi>> nin kalmasını savunabileceklerini hesaplamışlardır. Genel Başkana da Bozkurtun kabulü halinde partiden bir kısım teşkilât ile istifa edecekleri şantajını yapmaktan da geri kalmamışlardır.

Kuliste pazarlıklar, salonda yer yer münakaşa ve kavgalar devam ederken gündem maddesi uyarınca amblem tekliflerinin müzakere ve oylamasına geçilmiş önce teklif edilen Hilâli Bozkurt ekseriyetle kabul olunmuştur. Fakat 3 Hilâlcilerin kavga çıkartması üzerine müdahale mecburiyetini duyan Genel Başkan Türkeş amblem tespitinin seçilecek Genel İdare Kuruluna bırakılmasını teklif mecburiyetini duymuştur. Ancak Türkeş’in toplayıcı olmak endişesi ile yaptığı çıkış derhal suiistimal edilmiş, Bozkurtların Genel Başkana karşı durmayacaklarını hesaplıyan profesyoneller insiyatifi ele almışlardır. Seçimlere müessir olmak isteyenler, kongre Başkanı emekli kurmay albay Orhan Kaleli’yi Başkanlıktan düşürmek için itimatsızlık önergesi vermişler ve gürültülü bir şekilde kendisini istifaya dâvet etmişlerdir. Kuru gürültüye pabuç bırakmayacak bir mizaçta olduğu herkesçe bilinen Orhan Kaleli bu şartlar altında kongreyi idaresinin hizmet anlayışı ile telif edilemeyeceğini görerek, şerefli bir askere yakışacak en uygun hareketi yaparak Başkanlıktan çekilmiştir.

Davranışlarıyla MHP’nin Konya’da teşkilatlanamayışına sebep olduğu ifade edilen İl Başkanı Tevfik Fikret Kılıçkaya, Kongre Başkanlığına getirilmiştir. 3 Hilâlin partiye oy getireceğine inanan Kılıçkaya kuliste yeni amblemin AP’nin Konya teşkilâtını çökerteceğini ve tabelâlalarını indirerek MHP’ye iltihak edeceklerini hayal edenlerdendi.

Zihniyetlerine uygun bir Genel İdare Kurulunun seçilmesini temin için Tevfik Kılıçkaya oy pusulalarını havi torbanın Osman Yüksel Serdengeçti, Hasan Çulhaoğlu ve Adana İl Başkanı Faruk Akkülâh’a teslimini kararlaştırması ve Akkülâh’ın salondaki bir kısım dinleyicilere delege kartı dağıtıp, ellerine tutuşturduğu <<yeşil oy>> pusulalarını kullandırması üzerine Bozkurtlar bilindiği gibi kongreyi terketmişlerdir.

Yapılan tasnif sonunda daha önceden de tahmin edildiği gibi Genel İdare Kurulunun ekseriyetini profesyonel politikacılardan teşkil ettiği görülmüştür.

Genel İdare Kurulu kongrenin ittifakla kabul ettiği Milliyetçi Hareket Partisi ismini derhal kullanılmaya başlanmasına ve amblemin <<3 Hilâl>> olarak değiştirilmesini ve Parti Gençlik ve Kadın Kolları Teşkilâtının da <<Hilâlli Bozkurt>> la temsil edilmesini kararlaştırmıştır.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

30 Eyl 2024

Hürriyet, Cüneyt Arcayürek, 10 Ocak 1969. TÜRKEŞ AÇIK AÇIK KONUŞTU: KOMANDOLARI DESTEKLİYORUM ÇÜNKÜ ONLARI BİZ KURDUK VE EĞİTTİK.

Halim Kaya

30 Eyl 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

05 Ağu 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 116,72 M - Bugn : 272272

ulkucudunya@ulkucudunya.com