« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

20 Kas

2023

TÜRKEŞ’İN ÇİLESİ (12)

20 Kasım 2023

21 MAYIS’A DOĞRU

22 Mart 1963 günü, Kayseri cezaevinde yatmakta olan eski Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, sağlık problemleri sebebiyle altı aylığına tahliye edilir. Evi ziyaretçi akınına uğrar. Yüksek Adalet Divanı hakkında ağır sözler sarfeder. Ankara ve İstanbul’da lehinde ve aleyhinde nümayişler yapılır, çatışmalar çıkar. Aynı günlerde 27 Mayıs, Anayasa ve Hürriyet Bayramı adıyla millî bayram kabul edilir. AP de lehte oy verir. Başbakan İnönü parti grubundaki konuşmasında açık açık 14’lere çatar. Türkeş ve Numan Esin, İnönü’ye cevap verirler. Ordu içinde bazı gizli beyannameler dağıtılması üzerine İnönü, sergüzeştçiler diyerek yine Ondörtlere çatar, tekrar şiddetli cevaplar verilir, İnönü sonra sözlerini inkâr eder. Türkeş bir basın toplantısıyla, özellikle 3 Mayıs gününü seçerek gazetelerde yayınlanan “Türk Milletine Beyanname” adı altında 9 Işık Doktrini’ni kamuoyuna açıklar. Yine anlamlı bir gün olan 19 Mayıs 1963 tarihinde de Huzur ve Yükselme Derneği’nin kurulacağını söyler.

Bu dönemde en çok İnönü, CHP ve Ulus gazetesi hücum edecek, İnönü ile çatışmasından dolayı AP yanlısı gazeteler saldırılarının şiddetini azaltmakla birlikte ince ince istihza ve tenkitlerini sürdüreceklerdir. Başyazarlardan, dedikodu köşesi sahibi kadın yazarlara kadar gazeteler bu dönemde de dolu dolu meşgul olacaklardır. Bir sonraki bölümde temas edilecek olan ve Mamak Mahkemelerinde konu edilen Dikmen toplantısını -Talât Aydemir ve Türkeş’in Taş Ocağı gizli zirvesi- mahkemeden önce Sabiha Deren Fısıltı köşesinde zımnen ifşa eder. Talât Aydemir bu şartlar altında, yani herkesin bilgisi altında ve gözleri önünde ikinci darbe teşebbüsüne kalkışacak, Türkeş ve arkadaşlarının da başını derde sokacaktır.

Türkeş’in evinde bulunan dört yıl önceki döneme ait 27 Mayıs’a ilişkin evraklar, 21 Mayıs’a matufmuş gibi delil olarak iddianamede yer alacak, mahkemeye konu olacaktır. Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Cemal Tural’ın bu evraklarla ilgili garazkâr tutumuna Türkeş anılarında yer vermiş olup, bir sonraki kısımda temas edilecektir. İddianame indî mütalaalarla doludur. Dernek için de, sinsi faaliyetleri perdelemek için kurulacaktı gibi niyet okuyan yorumlarda bulunulur.

5 numaralı Sıkıyönetim tebliğindeki 21 Mayıs olaylarına ilişkin resmî kaynaklardan verilen bilgiler dışında yayın yasağından ve daha sonra mahkemeye intikal etmiş konu üzerinde yorum yapılmaması kaidesinden Ulus gazetesi sanki muaftır; başyazar Cihad Baban mütemadiyen Aydemir bahanesiyle Türkeş’e çatmaktadır.

Velhasıl kahbelik çarkı hiç de fasıla vermeden dönmeye ve elem vermeye devam etmekte ve tek başına bir adam bütün şer güçleriyle mücadele etmektedir. Dalga dalga gelen bunca saldırının arasında küçük bir kabak, edepsiz ve namert bir yüksek mühendisin başına patlar.

“Evi köşe bucak aradılar. Buldukları birtakım şeyleri yanlarına aldılar. Evden çıkarak kapıda bekleyen bir otomobile bindirdiler. Arabaya binerken, ben haklıyım, suçsuzum diye bağırıyordum. Bu olaylar, İsmet Paşaya, o günkü iktidara bir vesile veriyor. Benim o darbe hareketiyle hiçbir ilgim bulunmadığı halde evime gelip arama yapıyor, ardından da Çankaya Karakoluna götürüyorlar.

Karakolun önü bakıyorum ana baba günü, kalabalık. Meğer 21 Mayısçıların bir kısmını yakaladıkça oraya getiriyorlarmış.

Tam arabadan iniyorum, fötr şapkalı, siyah paltolu, uzun boylu, esmer bir adam beni görünce, ‘ha işte, iyi ki bunu yakaladınız’, diye aleyhimde bağırmaya başladı. Zaten canım sıkılmıştı, karakola girerken buna bir tokat yapıştırdım, boylu boyunca iki seksen yere uzandı.

Polisler hemen araya girdi. Bana dediler ki: ‘Aman Albayım, siz bize bırakın, biz onların hakkından geliriz.

Bu çok müfrit, Halk Partili bir mühendismiş. Sonradan ismini gazeteler de yazdı. ‘Dava edeceğim Türkeş’i, bana vurdu’ dedi. Ben bunu ilk defa gördüm. Canımın sıkıldığı bir anda karşıma çıkıp laf atınca otomatik olarak iki tane patlattım.”

Bu vak’anın Son Havadis ve Ekspres gazetelerindeki haberleri aşağılardadır. Türkeş’in otuz yıl sonra yayınlanan anılarındaki en küçük detayların dahi ne kadar sağlam ve sıhhatli olduğunu göstermesi bakımından önem arz eder. Gültekin Gülay adındaki bu yüksek mühendise tokat attığı açıkça yazmamakla birlikte, iktidar yanlısı olmayan bu gazetelerin zaten başı darda olan Türkeş’e daha fazla sıkıntı vermemek mülahazasıyla, dava edeceğini söyleyen mühendise koz vermemek için olayı yuvarlattığı düşünülebilir veya o hengame ve kalabalıkta bu detay muhabirin gözünden kaçmış da olabilir.

***


(Kronoloji itibariyle geçen bölüme ait olması lazım gelir, ama Emil Galip’in de hatırı kalmasın)

Yeni Sabah, Emil Galip Sandalcı, 23 Şubat 1963.

“Fatih” Gibi…

Geride bıraktığımız 21 Şubat Perşembe günü, İstanbul’un sabah gazetelerinden birinde <<Siyasî Af teklifi Mecliste reddedildi>> manşetinin hemen altında, ortada, soldan dördüncü sütunda şöyle bir haber çıktı.

<<Albay Türkeş 23 Şubatta İstanbul’a Geliyor

14 lerden Alparslan Türkeş, nihayet yurda dönüş tarihini katî olarak tesbit etmiş ve bu tarihi telefonla İstanbul’daki arkadaşı yine 14’lerden Muzaffer Özdağ’a bildirmiştir. Türkeş, 23 Şubat 1963 Cumartesi günü saat 15’de Topkapı’dan İstanbul’a girecektir. Halen Yunanistan’da bulunan Türkeş’le birlikte Orhan Kabibay ve Numan Esin de İstanbul’a gelmektedir. Esin ve Kabibay, Türkeş’le görüşmek için Yunanistan’a gitmişlerdi. Alparslan Türkeş’i Topkapı’da karşılamak için bazı talebe teşekkülleri ile bazı parti teşkilâtlarının hazırlık yaptığı bildirilmektedir.>>

Şimdi, haberi bir daha okuyun ve lütfen dikkat buyurun: <<Türkeş, 23 Şubat 1963 Cumartesi günü saat 15’de Topkapı’dan İstanbul’a girecektir.>>

Beş asır önce şu şehirde gazete çıksaydı; 30 Mayıs 1453 tarihli gazetelerde şu haberi okuyacaktık. <<Dünkü 29 Mayıs 1453 Salı günü saat 15’de Sultan II. Mehmet, muzaffer ordularının başında Topkapı’dan Konstantiniyye’ye girdi.>>

II. Mehmet İstanbul’u almakla ömrü bin yılı aşan Bizans İmparatorluğuna son veriyor, tarihte Orta Çağlar denen bir devri kapıyor ve bir yenisini açıyordu. O günden bu yana, tarihler kendisinden Fatih diye bahsetmektedir.

Anlaşılan, 500 yıl, 8 ay ve 23 gün sonra -gazete haberinde iki satırla kurulmak istenen bağlantıya, çizilmek istenen bağlantıya göre- Emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş, Topkapı’dan İstanbul’a girecek. İkinci bir Fatih gibi.

İşte, bütün iki yüzlülüğümüz, çıkarcılığımız, ne olur ne olmazcılığımız, şarklılığımızla biz.

Türkeş’i daha 27 Mayıs’ın ilk günlerinden itibaren şişiren, efsâneleştiren, ihtilâlin kuvvetli adamı rolüne çıkaran, her sözünde, davranışında bir kerâmet, hikmet, mâna arayan, araştıran bizleriz: Gazeteler ve gazeteciler.

Alparslan Türkeş belki alelâde bir adamdır. Belki de bir takım kaabiliyet ve iyi kötü vasıfları üzerinde toplamış bir kişidir. Leh ve aleyhinde çok kere mübalağalı, pek çok söz edilmiş, yazılmış, çizilmiştir. Ama kişiliğinin gerçek çizgileri nelerdir? İtiraf edelim ki bilemeyiz. İki yıl önce, maaşlı bir görevle yurd dışına sürgün edilmesi, bu konuda daha soğukkanlı, objektif bir değerlendirme yapılmasına yardımcı olmamış, tersine ismi etrafında aynı mübalâğalı, aşırı yayın devam etmiştir.

Ancak, ortada körlerin bile görebileceği; çocukların bile bilebileceği bir gerçek vardır: Emekli Albay Türkeş ikinci Fatih Sultan Mehmet değildir.

Türkeş, Rumeli dolaylarında avlanıp, Edirne sarayından kalabalık erkânı ile İstanbul’a doğru yola çıkan Osmanlı padişahlarıvâri, iki günde Edirne’den İstanbul’a salına salına gelecek, Topkapı’dan şehre girişi bir hâdise olacak önemli kişiliğini nereden almaktadır?

Kimlerin önderi, nelerin temsilcisidir?

Bir noktayı akıldan çıkarmıyalım: 27 Mayıs’ın tapusu kimsenin üzerine tescil edilmemiştir. Hele hele, 27 Mayıs’ı, bir hatır senedi gibi politika piyasasına sürmek hakkı kimselere verilmemiştir.

Eğer, gerçekten üzerinde bunca önemle durulacak bir Alparslan Türkeş değeri varsa -ki biz şahsen bunun belirtilerini görebilmiş değiliz- elbette bundan böyle kendisini, her vatandaş gibi, toplum hayatımız içinde göstermek imkânına sahip olacaktır.

Fakat, oluncaya kadar sadece vatandaş Alparslan Türkeş’tir.

Vatandaşların binlercesi ise her gün Topkapı’dan şehre girmektedir.



(Türkeş’le pek çok uğraşan Metin Toker de belâsını bulur)

Yeni Sabah, Emil Galip Sandalcı, 15 Nisan 1963.

Siyâsi Jigolo!..

Bilirsiniz, kediler bir yer seçer, orayı eşeler ve pislerler. Sonra da pislediklerini eşelediklerini ile örterler.

Bir de CHP’nin pislik bir kedisi vardır.
Bu, bir insandır.
Adı: Metin Toker.
Huyu: Kancık.
Mesleği (Resmen): Gazeteci.
Mesleği (Fiilen): Siyasî Jigolo.
Görevi:
a- Kendi açısından, CHP adına öteye beriye, şunun bunun üstüne pislemek.
b- Kendi açısından, CHP adına işlenmiş hataları, yapılan pislikleri örtmek.
c- Kendi açısından, gerekli gördüğünde CHP adına yapılan pislikleri başkalarının üstüne sıvamak veya onlarca yapılmış göstermek.

Ve…. Bu, bir tiptir:

Belirli bir takım görüşlere mensup çevrelerin ve maalesef CHP’nin de ustalıkla kullandıkları yalan, iftira, tahrif yoluyla adam yeme, yıpratma metodunun en başarılı vasıtalarından biridir. Böylesine bir fonksiyonu yerine getirmenin gerektirdiği kişiliğe tam mânasıyla sahiptir.

Bu, bir gönüllüdür.

Kimsecikler onu, yapageldiği pespaye işle görevlendirmemiştir. Kendi kendine bu, kişiliğine uygun, küçültücü işin gönüllüsü olmuştur.

Bu, Siyasî Jigolo tipinin memleketimizdeki 1 numaralı mümessilidir.

Kurnaz, hesaplı bir çıkarcılıkla yanaştığı İnönü ailesinin -fertlerinin hepsini çeşitli vesilelerle teker teker tanıdığım, efendilik, kibarlık ve nezaketlerinin şahidi olduğum bu muhterem ailenin her birinden ayrı ayrı, kendilerinden, dolayısıyle de olsa, bahsettiğim için özür dilerim- sahip olduğu büyük siyasî prestijden, sözüm ona bîtaraflık kisvesi altında, kendisi, mesleği ve dergisi adına yararlanmaktadır.

Bu, bir tehlike, içinden kötülüklerin, fenalıkların, taştığı bir çeşit Pandora’nın kutusudur.

Memleketimizdeki huzursuzluk, rahatsızlık menbalarını daima karşı cephelerde, AP’lerde, gericilerde, Gökhan Evliyaoğullarında aramamalıdır. CHP’nin kullandığı veya reddetmek cesaretini gösteremediği böylesine yalancı, tezviratçı, karıştırıcı pislik kedileri; haktan, doğrudan yana görünmek suretiyle kandırdıkları, şaşırttıkları, aldattıkları vatandaşlar; sadece işlerine gelmedikleri için çamurladıkları kimseler dolayısıyle çok daha zararlıdırlar.

Bu satırları, Toker denilen politika jigolosunun Akis adlı dergisinde bukalemun dilini şahsıma uzattığı için yazmak zorunda kaldım. Okurların affını dilerim.

İmzasız yazıların satırları arasına bir dişi ödlekliği ile bana <<hiç>>lik sıfatını yakıştıran Toker’e sözümüz şimdilik bu kadar.

Varsa, haysiyet ve şeref denen şeyden nasibi, işte meydan!


(Deveden büyük fil var)

Yeni Sabah, 11 Mayıs 1963.

Emil Galip Sandalcı’ya
Senin gibi 1956 senesinde yazı hayatına atılan ve fakat yedi seneden beri hiç bir gazetede dikiş tutturamayan ve bu müddet zarfında doğru dürüst hiç bir gazeteden, kendi ifadene göre, ücret dahi alamayan bir meczubu muhatap saymayı düşünmezdim.
Ancak; görülen lüzum üzerinenin sebebini öğrenmek istediğin için, sana bunu aşağıda açıklıyorum:
Sen, ihtimal ki, dediğin gibi ne Komünist, ne Faşist, ne casus, ne dolandırıcı, ne de hırsızsın. Zira bu saydığın kaabiliyet ve imânlardan birine sahip olabilmen için biraz aklın olması icap ederdi. Halbuki sen düpedüz ahlâksız bir delisin. Seni Yazı İşleri Müdürü ve yardımcılarına mütemerriden hakaret ettiğin için kovdum.
Safa Kılıçlıoğlu



Yeni Sabah, 5 Mart 1963.

Türkeş teşkilât kuruyor

Eski MBK üyesi, teşkilâtın siyasî bir parti olmıyacağını belirtti

Eski MBK üyesi Alparslan Türkeş, birkaç günden beri faaliyetlerine devam etmektedir. Alparslan Türkeş, kendisi ile görüşen yabancı bir muhabire, yapmakta olduğu bu temaslar hakkında fazla bilgi vermek istememiş, önümüzdeki günlerde bir <<teşkilât>> kurmak için çalıştığını söylemiştir.

Bu teşkilâtın siyasî bir parti olmayacağını tasrih eden eski MBK üyesi, bunun fikrî bakımdan hazırlayıcı bir rol oynayacağını ifade etmiştir.

Alparslan Türkeş, kendisine yapılan ırkçılık isnadının doğru olmadığını, bu isnadın kendine düşman olan kimseler tarafından icat edildiğini beyanla, bununla beraber Ttürkiyenin Orta Asya’da bulunan Türklerin mukadderatı ile alâkadar olması lâzım geldiği kanaatinde olduğunu söylemiş, Afrika’da olduğu gibi Asya’da da milletlerin kendi kendilerini idare etmeleri hakkına taraftar olduğunu belirtmiştir.

Siyasi affa taraftar olduğunu beyanla, sözlerine devam eden Alparslan Türkeş, memlekette millî huzurun temini ve Millî Birlik fikrinin tahakkuku bakımından buna taraftar olduğunu, yakın bir tarihte teşkilâtın kurulması ile, memleket içinde bir geziye çıkacağını söylemiştir.


Yeni Sabah, Sabiha Deren, Fısıltı, 19 Mart 1963.

Türkeş’in Turancılığı

Hikâyeyi yeni dinledim. Pek hoşuma gitti. Size de anlatayım:

Meşhuuur Alparslan Türkeş var ya.. Hazret, yabancı bir basın muhabirine beyanat verirken uzun uzadıya kendisinden bahsetmiş durmuş. Elin adamı buna dayanabilir mi? Basmış suali damdan düşer gibi:

- Sizin için sağcı diyorlar. Öyle misiniz?
- Hayır, demiş bizimki. Ben ne sağcıyım ne solcu. Tam ortadayım.
- Sizin için Turancı diyorlar, doğru mu?
- Hayır… Turancı filân değilim. Yalnız, Orta Asya’daki Türk ırkdaşlarımızın durumiyle alâkalanmak isterim biraz, o kadar…

İlâhi Türkeş, sen çok yaşa…


Yeni Sabah, Sabiha Deren, Fısıltı, 9 Mart 1963.

27 Mayısa dönüyoruz

Gecenin geç saatlerinde, loş bir Ankara sokağındaki bir evin perdeleri inik odasında heyecanlı bir toplantı yapılıyordu. Bu toplantının Suriye’den gelen son günlerin karışıklık haberleriyle hiç mi hiç ilgisi yoktu. Hele toplantı saatlerinde, Suriye’deki durumun ne olduğu kat’iyyen bilinmiyordu…

Ama toplantıda bulunanlar ve dört maddelik protokolü tanzim edenler bizim eski ihtilâlcilerimizden bir gruptu. Bu ev, Ondörtlerden birinin eviydi. Toplantıya katılanlar, bir müddet önce Ankara’ya gelen Ondörtlerin bir kısmiyle 22 Şubatçılardı.

Uzun konuşmalar, hep Alparslan Türkeş’in şahsı etrafında dönüyordu. Varılan kararlar da onunla ilgiliydi. 27 Mayıs ihtilâlini gerçekleştirenlerden biri olan Alparslan Türkeş’in, hiç bir şekilde aşırı milliyetçilik cereyanlarına kapılmamasına, AP’ye girmesinin önlenmesine karar verilmiş ve protokol buna göre hazırlanmıştı.

Dört maddelik protokolün ruhu 27 Mayıs’ı ön plâna almaktı. Aksine hareket ettiği takdirde, hepsi, Türkeş’in karşısına dikileceklerdi. Bu hususta kararlıydılar. Esas itibariyle Alparslan Türkeş de bu fikirdeydi. Nitekim, mutabakata vardığı noktaları teyiden, bu günlerde, kendisinin de protokola imza koyacağı, toplantıda kesin olarak beyan edildi.

Şimdi herkesin merakla beklemekte olduğu nokta bu: Türkeş, gerçekten bu protokolü imzalayıp AP’ye gireceğine dair rivayetleri yalanlayacak mı, yoksa red mi edecek?


Yeni Sabah, Sabiha Deren, Fısıltı, 10 Mart 1963.

Şefle Muhatap

Talât Aydemir için, bir arkadaşı demiş ki:

- Birader, her dakika şef.. Bir dakika bile doğru dürüst bir muhatap olmak istemiyor…

Bunu duyunca, bir başkasını hatırladım. O da bir türlü, doğru dürüst bir muhatap olamadı gittiydi…


Yeni Sabah, Sabiha Deren, Fısıltı, 11 Mart 1963.

27 Mayıs Şerefine

13 Kasım 1960’tan bu yana köprülerin altından çok sular geçti. Millî Birlik Komitesinin ikiye bölünen üyeleri arasındaki buzlar yavaş yavaş eriyor. Geçen Temmuzda Orhan Kabibay’ın Ankaraya gelişi ile başlıyan görüşmeler son günlerde hayli arttı. Cumartesi gecesi 14’ler grupunun Türkiyede bulunan üyeleri (bulunmıyanlar Köseoğlu, Şefik Soyuyüce, Dündar Taşer, Orhan Erkanlı ve İrfan Solmazer) ile, Ankarada bulunan Tabiî Senatörler bir araya geldiler. Muzaffer Yurdakuler’in evinde yapılan bir toplantıda 27 Mayıs ihtilâli, 26 Mayıs gecesi ve bu toplantıda bulunmıyanlar şerefine sık sık kadehler kaldırıldı. Mehmet Özgüneş oldukça geç geldi, son günlerde en çok lâfı edilen Türkeş de, ne hikmetse toplantıdan erken ayrıldı.

Toplantının ortaya koyduğu bir hakikat vardı. İki taraf da, geçmiş hâdiselerin üzerine sünger çekmek istiyordu. Bunun en güzel ispatı Havacıların bile toplantıya iştirakiydi. Evet 22 Şubatçıların bilhassa alınmadığı bu toplantıda, Ahmet Er bir ara gazetemizde de neşredilen şiirlerini tekrar okudu ve arkadaşlarının iltifatlarına mazhar oldu. Öğrendiğime göre bu toplantılar bundan böyle devam edecek, hattâ çevre daha da genişletilecek. Siz isterseniz buna bir teşkilâtlanma, isterseniz bir parti kurma gayreti, isterseniz sadece dertleşmek ihtiyacı deyiniz. Hele akşama sabaha yurda dönecek olan Solmazer ve gelmesi günün mevzuu olan Orhan Erkanlı’nın iştirakiyle, bu toplantıların daha da mânâ kazanacağı muhakkak…



Ekspres Ankara, Onur Bartu, 27 Mart 1963.

Aşağılık adam…

<<Böyle medeni bir memlekette Yassıada Mahkemesi kadar şen’i bir mahkeme görülmemiştir….>> Cümleyi tekrar okuyun ve sorun <<Kim demiş bunu?>>

Kim olabilir? Kim söyleyebilir bunu…? BAŞ DÜŞÜK CELÂL BAYAR… Evet, evet Yüksek Adalet Divanınca oybirliği ile idama mahkûm edilen, fakat beyaz eldivenli ihtilâlciler tarafından sehpadan indirilen Celâl Bayar…

Celâl Bayar kimdir? Kuyruklara sorarsanız Eski Cumhurbaşkanıdır, Atatürkçüdür, Milli Mücadele Kahramanıdır, Sayın’dır… Fakat, tarihe soracak olursanız, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ihlâl eden, vatana hıyaneti Türk Milleti adına yargı hakkını kullanan Yüksek Adalet divanınca karar altına alınan 27 Mayıs öncesi devrin baş sorumlusudur.

Kimdir böyle konuşan? Celâl Bayar’dır. Yani, sıhhi sebeplerle altı ay için Kayseri Cezaevinden tahliye edilen bir müebbed mahkûm…

Ben Celâl Bayar’a kızmıyorum… Ben, onun böyle açık açık 27 Mayıs’ı inkârına izin verenlere kızıyorum… Şu Türkiye’de sıhhi sebeplerle tahliye edilmesi gereken mahkûm sadece Bayar mıdır? Hayır… İhtilâlle giden bir adamın 1029 gün sonra verdiği demeçleri gazetelerin manşetine geçtiği ve başkente büyük gövde gösterisi ile girdiği bir başka memleket daha Dünya’da göstermek mümkün müdüt. Ona da hayır…

Ben Celâl Bayar’a kızmıyorum, onun böyle elini kolunu sallayarak dolaşmasına izin verenlere ne demeli, işte onu bilemiyorum..

Beyler haberiniz olsun.. Yakında Meclis başkanlığına bir teklif verilmek için hazırlıklar yapılıyor. AP liler en elverişli havada verecekleri Kanun teklifi ile İhtilâli yapanların yargılanmalarını isteyeceklerdir Nasıl olur demeyin ve bekletin sadece.. Daha çok şeyler görecek ve kafamızı taşlara vuracağız amma iş işten geçecek…



Yeni Sabah, 2 Nisan 1963.

Başbakana göre son olaylardan 14’ler ile 22 Şubatçılar istifade hevesine kapılmışlar.

CHP müşterek meclis grupunun dünkü toplantısında bir konuşma yapan CHP Genel Başkanı ve Başbakan İsmet İnönü, iç olaylara temas etmiş, Bayar’ın cezaevinden çıkışından sonra hızını arttıran tahrik hareketlerinin büyük infiale sebebiyet verdiğini belirterek: <<Son olaylar karşısında AP nin takip ettiği politika iflâs etmiştir>> demiştir.

İnönü, daha sonra son hâdiselere temasla bu gibi olaylardan bazı kimselerin faydalanmak hevesinde olduklarını belirterek: <<Bu gibi tahriklerden bütün kuvvetini yitirmelerine rağmen 14 ler ve 22 Şubatçılar istifade yoluna gitmektedirler.>>


Son Havadis, 2 Nisan 1963.

İnönü itham ediyor “Hâdiselerde 22 Şubatçılarla, 14’lerin parmağı bulunuyor”

Dün toplanan CHP grupunda İnönü; son müessif hâdiselerde 14’lerle 22 Şubatçıların parmağı olduğunu bunların hâlâ bir takım şeyler ümit ettiklerini söylemiştir.



Ekspres Ankara, Son Saat, 4 Nisan 1963.

14’ler İnönü’ye cevap verdi

Başbakan İnönü’nün önceki gün, CHP grubunda yaptığı konuşmada, 14’ler ve 22 Şubatçıları tahriklerde bulunmakla itham etmesi üzerine 14’ler adına Numan Esin tarafından dün şu açıklama yapılmıştır: <<Dünkü gazetelerden bazılarında, Başbakan’ın CHP grup toplantısında 14’ler ve 22 Şubatçıların faaliyetlerini arttırdıkları ve son hâdiselerde tahriklerde bulunduklarına dair ithamları yayınlamıştır. Başbakan’ın böyle bir beyanda bulunup bulunmadığını bilmiyoruz ve ihtimal vermek istemiyoruz. Ancak biz Türkeş ve arkadaşları olarak ifade edelim ki bütün faaliyetlerimiz meşruiyet ve kanuniyet hudutları içindedir ve son hâdiselerle uzaktan ve yakından hiçbir ilgimiz yoktur.>>


Yeni Gün, 4 Nisan 1963.

Alparslan Türkeş iddiaları reddetti

Alparslan Türkeş ve arkadaşları adına dün bir açıklama yapan 14 lerden Numan Esin <<Türkeş ve arkadaşları son olayların tamamen dışındadır>> demiştir. Esin’in açıklaması şöyledir: <<Dünkü gazetelerden bazılarında Başbakanın grup toplantısında 14’lerin ve 22 Şubatçıların faaliyetlerini arttırdıkları ve son hâdiselerde tahriklerde bulunduklarına dair ithamları yayınlamıştır. Başbakanın böyle bir beyanda bulunup bulunmadığını bilmiyoruz ve ihtimal vermek istemiyoruz. Ancak Türkeş ve arkadaşları olarak ifade edelim ki, bütün faaliyetlerimiz meşruiyet ve kanuniyet hudutları içindedir ve son hâdiselerle uzaktan ve yakından hiç bir ilgimiz yoktur.>>

Kendisi ile konuştuğumuz Alparslan Türkeş de, hakkındaki söylentiler yüzünden büyük bir üzüntü duyduğunu belirtmiş ve <<Bir ihtilâlin değil, bir ihtilâl havası yaratmanın, bir ihtilâli düşünmenin bile, vatana ihanet olduğunu söylemiştim. Türkiye’nin şu anda her zamankinden daha büyük bir birliğe ihtiyacı vardır. Her türlü tahrik ve gösterilere yekvücud olarak karşı durarak, demokratik rejimi kurtarmamız gerekir. Bu rejime karşı yapılacak en küçük bir hareket Türkiye’yi büyük bir uçuruma yuvarlıyacaktır.>> demiştir.



Ulus, 4 Nisan 1963.

Evliyaoğlu Gökhan beg Türk milliyetçiliğine de, Türk terbiyesine de yakışmayan bir üslûpla Devlet Reisine dilini uzatıyor. Ne kanun tanıyor, ne büyüğe saygı gösteriyor, ne de kendisine ayıplayıcı gözlerle bakanlardan sıkılıp utanıyor. Türk Devlet Reisi 27 Mayısın bekçisidir, o Anayasayı korumaya yemin etmiştir. Bu yeminin icabiyledir ki, meşrûluktan ayrılan insanların karşısına dikilmiş olan haysiyetli, Atatürkçü, gerçek milliyetçi Türk gençliğini vazifesini yaptığı için övmüştür. Gökhan beg bilmelidir ki, onun artık hiçbir hareketi, hiçbir niyeti gözden kaçmamaktadır. Adalet Partisini Türk devrimlerinin düşmanları yuvası haline getirmek istediğini kendi arkadaşları bile sezdiler. Altı ay evvelki Gümüşpala’ya sorunuz, size b din simsarlığı yapan bu toy delikanlının kim olduğunu söylesin!.. Gökhan beg her müsbetin düşmanıdır. Rejimin, Devlet Reisinin, Anayasanın, 27 Mayısın ve demokrasinin… Gökhan beg bunların dışında dürüstlüğü sakız gibi çiğner, bir bardak su içer gibi yalan söyler. Onun bir tek amacı vardır, Türkeş’le birlikte Türkiye’de Nâsır rejimini kurmak, onun için Millî Birlik Komitesi yeni seçimlere gideceği zaman karşı durur, 22 Şubatçılardan medet umar, Türkeş’i göklere çıkarır, hattâ onun 27 Mayıs İnkılâbına Demokrat Partiyi kurtarmak için karıştığını bile söyler. Şimdi de tutmuş Türk birliğinin temsilcisi Devlet Reisimiz Sayın Cumhurbaşkanımıza dil uzatıyor.

1963 yılının Derviş Vahdeti’si ayaklanmalar tertip ettiriyor, istiyor ki, Hükûmet onun yaptığı her türlü yıkıcılık hareketini savunsun ve yaptıklarının tepkisini gördüğü zaman da Devlet Reisi onu himayesi altına alsın, bu olmayınca da nasırına basılmış gibi feryadı bassın. Bu Gökhan beg’in tecavüz etmediği ne kaldı? Damarlarında atan sanki kan değil, pis kokulu bir asittir. Sağa vuruyor, sola yalpa ediyor ve mütemadiyen ortalığı karıştırıyor. Ama çok kalmadı, cami duvarının dibinde dolaştı, göreceksiniz hırsından iğnesini kendi baldırına batıracak.

Türk Milleti için Devlet Reisliği makamı çok kutsaldır. Ona saldıranlar milletin hışmına uğrarlar. Tabiatın hışmına uğradığı için marazi bir saldırganlık içinde kıvranan Gökhan beg bir gün saygısızca hücum ettiği Gürsel’e de iltica edecek. Fakat millî sağlığı korumak mecburiyetinde olan Devlet Reisi, vebadan, koleradan daha tehlikeli olan bu ruh hastasının zararlarını tahdit etmek için onun yalvarmalarına kulak asmayacaktır.


Yeni Sabah, Sabiha Deren, Fısıltı, 13 Nisan 1963.

Madanoğlu ve Türkeş buluştu

Karaca’nın <<Hükûmetin işi ne?>> komedisinde, henüz perde açılmamıştı. Cemal Madanoğlu ve eşi, yerlerini almışlardı (tabiî tiyatroda). Birden bire, Paşanın karısı, onun koluna yapıştı:

- Bak, bak…dedi. Kim geliyor, şu tarafa bak…
- Kimi gösteriyorsun?
- Bak ama. Fazıl Akkoyunlu…

Akkoyunlu da Paşayı görmüştü. Hemen, sigara içmek bahanesiyle yan tarafa geçti ve görmemezlikten geldi. Derken efendim, Bayan Paşa, yine Madanoğlu’nun kolunu tuttu:

- Bak, bak… kim geliyor, şu tarafa bak…
- Kimi gösteriyorsun?
- Bak ama, Türkeş geliyor..

Türkeş de Paşayı görmüştü. O da yan çizdi.

Oyun başladı. Muammer usulü veçhile, Madanoğlu’na lâf atıyor sahneden. Neden sivile geçmişmiş Paşa…

Bir ihtilâl olur. Kimi kalır, kimi kalmaz. Çocuk oyuncağı değil ki bu. Zaman gelir, herkesin bazı şeyleri unutması gerekir. Birleşmeleri icabeder. Pekâlâ biliyorum ki, Madanoğlu Paşa, eski arkadaşlarını, hiçbir hesaba dayanmadan, kucaklamağa hazırdır. Bir yerde bunu açıkça da söylemiştir: <<Fikir ayrılıklarımız elbette oldu. Ama kelleyi koltuğa alıp, bunca zaman beraber çalıştık.>>

Hele ona lâf atmak. Muammer’e hiç düşmez.


Yeni Gün, 14 Nisan 1963.

Türkeş CKMP’ye Giriyor

27 Mayıs ihtilâlinin kudretli Albayı Alparslan Türkeş’in CKMP’ye girmesi an meselesidir. Türkeş’in bir süre önce CKMP ileri gelenleri ile görüşmeleri bu konuda tahminlere dayanan haberlerin ortaya atılmasına sebep olmuş, fakat AP temayüllü gazeteler haberi kesin olarak tekzip etmişlerdir.

Tahminlerin çıktığı günden beri Türkeş ile ilgilenen gazetemiz muhabirleri, yaptıkları inceleme sonunda haberin doğru olduğu kanaatine varmışlar..

Her ne kadar gerek Alparslan Türkeş, gerekse CKMP ilgilileri bu konuda müspet menfi hiç bir şey söylememekte iseler de, günlerden beri iki taraf arasında cereyan eden görüşmelerin Türkeş ve ona yakın 5 eski Millî Birlikçinin CKMP ye katılmaları ile ilgili olduğu ve bu konuda prensip anlaşmasına varıldığı anlaşılmıştır.

Alparslan Türkeş Cuma günü, öğle yemeğini Çiftlikte CKMP genel sekreteri Mustafa Kepir, Ankara Genel Merkez Müdürü Fuat Uluç ve bir CKMP li senatör ile yemiştir. Bu yemek sırasında da ayni konuda uzun görüşmeler olmuştur. Bu görüşmeler hakkında da henüz bir açıklama yapılmamıştır.

Fakat, arkadaşlarımızın sordukları sorulara her iki tarafın da <<hayır>> cevabı vermekten kaçınması, Albay Türkeş’in CKMP ye çok yakında katılmasını bir sürpriz olmaktan çıkarmıştır.



Yeni İstanbul, Ekspres Ankara, 24 Nisan 1963.

Muzaffer Özdağ’ın “Anlaşılmayan Atatürk” mevzulu konferansı büyük alâka ile takip edildi

Eski Millî Birlik Komitesi üyelerinden Muzaffer Özdağ bugün Türk Ocağı salonunda kalabalık bir dinleyici kitlesinin alâka ile takip ettiği konferansında bazı çevrelerin Atatürk’ü kendi çıkarlarına tefsire çalıştıklarını anlatmıştır. Muzaffer Özdağ “Anlaşılamayan Atatürk” mevzulu konferansında Atatürk’ün çeşitli görüşlerini ele almış ve bunlar hakkındaki görüşlerini Atatürk’ün ağzından nakletmiştir. Büyük bir alâka ile dinlenen konferansa 14 lerden Alparslan Türkeş, Rifat Baykal, Ahmet Er ve Fazıl Akkoyunlu da gelmiştir.

“Milliyetçilik, yeni Türkiye’yi yaratan fikir, duygu ve tatbikata hâkim, ana umdedir. Atatürk’ün bütün icraatında da prensibin hâkimiyeti görülür. Atatürk’ün Milliyetçiliği Türk milletini zaman ve mekân üzerinde bütün şümulü ile idrak etmek ve sevmektir. Türk milliyetçiliği Nazizim, faşist, emperyalist fikir ve siyaset sistemleri ile bağdaştırılamaz. Bir benzeyiş göstererek Atatürk’ün sağlığında Türk milliyetçiliğine bu kusurlar bu iftiralar izafe edilememiştir. Türk Milliyetçiliğine O’nun sağlığında ırkçı, Nazizst, Faşist, Gardist, Skvenist, Emperyalist ve aşırı olma ithamları yapılmamıştır. Yapılamamıştır. Milliyetçilik geri, tahripkâr, terk edilmesi gereken bir fikir sayılamamıştır. Türk milliyetçiliği medeniyet ve insanlık ülküsüne aykırı gösterilememiştir. Bu döneklik, bu irtica, bu gaflet, bu dalalet, bu hıyanet Atatürk’ten sonra başlar. Türk Milliyetçiliği beşeriyeti kutsal bir vücut bilir. Milletler bu vücudun sıhhat ve ahenk içinde çalışması lâzım gelen uzuvları olmalıdır. Türk milliyetçiliğini insanlık ülküsüne aykırı gösterenler, milliyetçilik devri artık geçmiş, insanlık devri başlamalıdır diyenler eğer Türk milletine karşı bir kasıt taşımıyorlarsa, eğer Türklüğe düşman bir zümre ve bir siyaset mektebinin mezhebinin mensubu, salıki değilseler Atatürk’ü ve Türk milliyetçiliğini anlamadıklarına hükmederiz. Atatürk, nutkunda belirttiği gibi yüz milyonluk bir Türk âleminin varlığını bilir ve onu milletinin içinde görür. Kurtuluşunu, arzu eder. Esir İslâm milletleri için de temennisi budur. Fakat, Türk devletinin siyaseti öncelikle varlığını korumağa, yükseltmeğe matuf olacaktır. Karşıt olduğu fikir Türk milletinin cihanın hâkim kuvvetlerile karşı karşıya getirilmesi neticesini verecek kombinezonlara sokulmasıdır. …

Sonuç olarak diyorum ki, Türkiye’nin kurtuluşu, Türk milletinin mutluluğu Atatürk’ün çizdiği millî ideallere, Atatürkçülüğe samimiyetle ve azimle bağlılıktadır. Atatürkçülük nedir? Atatürkçülük, sayın Alparslan Türkeş’in izah ve tarifi ile “-Barışa, hürriyete, insan değerine sevgi, Türklüğe aşk, ilmin önderliğine imandır.”

TÜRKEŞ KÜRSÜDE

Muzaffer Özdağ, Atatürkçülüğü Alparslan Türkeş’in tarifi ile izah edeceğini bildirince salonda tezahürata başlanmış, dinleyiciler sürekli alkışlarla Türkeş’i kürsüye dâvet etmişlerdir. Alparslan Türkeş Atatürkçülüğü şöyle tarif etmiştir. “Barışa, hürriyete, insan değerine sevgi, Türklüğe aşk, ilmin önderliğine iman!”

Emekli Albay kürsüden indikten sonra da kendisine dakikalarca süren tezahürat yapılmıştır.

Konferansın sonunda sualleri cevaplandıran Muzaffer Özdağ 27 Mayıs’tan sonra kurulan Türk Kültür Derneklerinin bu hafta içinde isimlerinin Halkevi olarak değiştirilmesini hukuk fikrine aykırı bir davranış olarak vasıflandırmıştır. Özdağ Dernek tüzüğünün ırkçılık ve ümmetçilik zihniyeti ile hazırlandığına dair ileri sürülen iddialara karşı bu tüzüğün yüzde yüz Atatürkçü bir zihniyetle vücuda getirildiğini, aksini iddia edenlerin belirli ve maksatlı kişiler olduğunu ifade etmiştir. Özdağ, dinleyiciler arasına karıştığı anlaşılan bir solcu tarafından yazılı olarak sorulan ve birer gericilik yuvası olarak değerlendirilen İmam Hatip Okulları ile ilgili soruyu: “Biz Tanrı’ya inanıyoruz, bu inanç için lüzumlu ve zarurî olan hizmetleri ifa edecek aydın din adamlarının bu okullarda yetiştirildiğine kaniyiz.” cevabını vermiştir. Konferansçı, Köy Enstitülerinin millet çocuklarını birbirlerine düşman olarak yetiştirmek isteyenler tarafından istismar edildiğine işaretle bu okulların tekrar açılmasına lüzum olmadığını bildirmiştir.


Ekspres Ankara - MBK 27 Mayıs ihtilâlcilerinin en genci Emekli Kur. Yzb. Muzaffer Özdağ, <<Atatürk varlığını millet varlığından asla müstakil düşünmemekte, millet hayatı dışında ferdi hayat tasavvur ve kabul etmemektedir>> demiştir. “Anlaşılmayan Atatürk” konusunda dün bir Atatürk’ün çizdiği yoldan en ufak bir inhiraf gösteremeyeceğini belirtmiştir. Türkocağı salonunda gerçekleşen konferansta 14 lerden Alparslan Türkeş, Rifat Baykal, Ahmet Er, Fazıl Akkoyunlu da hazır bulunmuştur. Özdağ’ın konuşmasından sonra dinleyicilerin sürekli alkışları ile mikrofona davet edilen Alparslan Türkeş de, Atatürkçülüğü şöyle tarif etmiştir. <<Barışa, hürriyete, insan değerine sevgi, Türklüğe aşk, ilmin önderliğine iman.>>

Adalet – MDO ve SDK gibi teşekküllere şiddetle hücum eden Özdağ, <<Bizce MDO ve SDK karanlık ruhların, kirli emellerin mücessem bir suretidir. Bu hıyanete müsamahayı da hıyanete iştirak telâkki ederiz. Gençliği partizan zihniyetlere hizmet ettirenler, siyasi emellerle milis kuvveti haline getirenler, parti flamaları altında çarpıştıranlar Atatürk’ü anlamayanlardır. Atatürk’e hiyanet edenlerdir. Milletin iradesine uymayanların sonu izmihlaldir. Esas gaye Türkiye’yi kendi gücüyle yaşayacak bir devlet haline getirmektir. Hepimizin hedefi budur.>> demiştir.

Tercüman – Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Birliği tarafından tertip edilen serî konferanslardan biri de Türkocağında dün saat 15.30 da 14’lerden Muzaffer Özdağ tarafından verilmiştir. Ordunun Ata’nın çizdiği yolda olduğunu, şu veya bu şahsın hizmetinde bulunmadığını, Türk milletinin hizmetinde kaldığını belirten Özdağ, <<MDO, SDK ve emsali her tertibi karanlık ruhların kirli emellerin mücessem ihaneti olarak görürüz.>> demiştir.


Milliyet, 26 Nisan 1963.

Atatürk’ü anlaşılmaz hale getiren bizzat Özdağ’dır

Türk Devrim Ocakları Beyoğlu Ocağı Başkanı İlhan Akpınar dün 14’lerden Muzaffer Özdağ’ı Ankara Türk Ocağı salonunda verdiği <<Anlaşılmayan Atatürk>> konulu konferansta <<Atatürkçülüğü gerçekten anlaşılmaz>> bir konu haline getirmekle itham etmiştir.

Bir münazaraya davet ettiği Özdağ’ın tamamen şahsî bir görüşün esiri olduğunu bildiren İlhan Akpınar şunları söylemiştir: <<Atatürk komünist olmadığı kadar faşist de değildi. Kaldı ki konuşmacı bir taraftan Atatürk’ün toplum hayatı dışında kişisel hayatı kabul etmediğini ileri sürmüş bir taraftan da bizzat Alparslan Türkeş’in yardımına başvurarak, Atatürkçülüğü <<Hürriyete, insan değerine sevgi>> olarak tanımlamıştır. Oysa, kişisel hayatı hiçe sayan bir sistemin insan değerine ve hürriyete saygı gösteremiyeceği tabiîdir.>>


Hareket, 26 Nisan 1963.

Özdağ’a cevap verildi

Eski Millî Birlik Komitesi üyesi Muzaffer Özdağ’ın Ankara’da verdiği “Anlaşılamayan Atatürk” konulu konferans hakkında Türk Devrim Ocakları Beyoğlu Ocağı tarafından bir bildiri yayınlanmıştır. Bildiride, Muzaffer Özdağ’ın bu konferansında Atatürkçülüğü, şahsî ve çelişik görüşleri ile gerçekten anlaşılamaz bir konu haline getirmeye çalıştığı belirtilmekte ve <<Atatürk’ün millî hayat dışında ferdî hayatı kabul etmemek gibi bir kanısı yoktur. Bunun isbatı gerekir ve böyle bir yorumlama, Atatürkçülüğü Faşist bir telâkkinin kucağına atar. Atatürk komünist olmadığı kadar Faşist de değildi..>> denilmektedir.

İlhan Akpınar imzalı bildiri <<Atatürkçülük bir bütündür. Anlaşılması için belirli sağ duyuya ve samimiyete sahip olmak yeter. Konuşmacıları, Türk Devrim Ocaklarının bulunduğu ve istedikleri her yerde münazaraya davet ediyoruz.>> sözleri ile bitmektedir.



Ulus, Faik Suad, 26 Nisan 1963.

Bir Atatürk kâşifi daha!..

İhtilâlin üçüncü - dördüncü ayında: “Biran önce seçime gitmekte sayısız millî menfaatler vardır” diyen İnönü’yü <<biran önce iktidara geçmek hırsı>> ile suçlayan bir sevimli ihtilâlci vardı… Kudretli Albayından aldığı güçle, meydan okumadığı kişi ve müessese komamıştı… Hele partilere ve politikacılara karşı alerjisini hemen her fırsatta açığa vuruyordu!..

İhtilâlin <<harika çocuğu>> derlerdi bu çocuksu yüzlü yüzbaşıya… Beş vakit namaz da dahil, bilmediği şey yoktu… İhtilâli bir silindir gibi kâh ordudan geçiriyor, kâh üniversiteden geçiriyor, partilerden ve Babıâli’den geçiriyordu!.. İhtilâli ordudan geçirdi, üniversiteden geçirdi, fakat partilerden ve Bâbıali’den geçiremeden, 13 Kasım’da ihtilâl ondan ve arkadaşlarından vazgeçiverdi!..

Genç yüzbaşı, hukuk profesörlerinin karşısına geçiyor, hukukî konferanslar veriyordur.. Alayları ve tümenleri teftişe gidiyor, generallere askerlik öğretmeye kalkıyordu.. Bu arada tetkik gezilerine de çıkıyor ve kendisini vilayet sınırında karşılamayan valileri merkeze aldırıyordu!..

İki senelik Tokyo ikameti esnasında Atatürk’ü anlamaya çalışmış olacak ki, önceki gün Türkocağı salonunda “Anlaşılmayan Atatürk” konulu bir konferans vermiş… Anlaşılmayan Atatürk’ü emekli yüzbaşı Özdağ’dan dinleyip anlamak bahtiyarlığına erenlere ne mutlu!.. Yeni İstanbul’da dört sütunluk başlıklarla gösterilen ve yarım sayfa kaplayan metinden okudum ben bu iddialı konferansı…

Emekli yüzbaşı Özdağ, tarihe projektör tutmasaydı ve bunca yıldır anlaşılamayan Atatürk’ü anlatmasaydı, genç kuşaklar Atatürk’ü gerçek kişiliğiyle tanıyamayacaklardı demek!..

İnönü’ler, Falih Rıfkı’lar, Cevat Dursunoğlu’lar bile Atatürk’ü anlayıp anlatamamışlar da, 13 Kasım emeklisi yüzbaşı Özdağ anlamış ve anlatmış Atatürk’ü!..

Erzurum ve Sivas Kongreleri beyannameleriyle <<Millî kuvvetleri âmil ve millî iradeyi hâkim kılmak>> prensibini ilân eden Atatürk’ü…

Meclisi Mebusanı içtimaa çağırması için İstanbul Hükümetini sıkıştıran ve Osmanlı Meclisi Mebusanının İngilizlerin baskısıyla dağılması üzerine; Türkiye Büyük Millet Meclisini Ankara’da toplayan Atatürk’ü… Millî iradenin mutlak hâkimiyeti ve bütün yetkilerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde toplanması prensibine; Millî Mücadelenin başından itibaren sadık kalan ve demokratik düzeni inkılâpların son halkası olarak benimseyen Atatürk’ü…

Emekli yüzbaşı Özdağ ve emekli albay Türkeş, yeni baştan keşfe kalkışmışlar!..

Bu Özdağ’lar, bu Türkeş’ler ki; seçimsiz ve Meclissiz rejimi, 27 Mayıs sonrası Türkiye’sinde sonu belirsiz bir süre yürütmek istedikleri için, 13 Kasımda uçaklara bindirilmişlerdi!.

Ve “anlaşılmayan Atatürk” konulu konferansı veren emekli yüzbaşı, bazı sorulara verdiği cevaplarla, Atatürk’ü anlamak ve anlatmaya kalkışmak şöyle dursun; O’nun adını bile ağzına almaması gerektiğini ortaya koymuştur…

Özdağ’a göre, Kültür Derneklerinin Halkevi adını alması hukuk fikrine aykırı imiş!..

Özdağ’a göre, Köy Enstitülerinin tekrar açılmasına lüzum yokmuş!..

Ve Özdağ, İmam Hatip Okullarının lüzum ve zaruretine kani imiş!..

13 Kasım emeklisi Yüzbaşı Özdağ, anlaşılmayan Atatürk’ü değil de, anlayamadığı Atatürk’ü anlatmaya çalışmış!..

Atatürkçülüğün sahtesini icadedenler modasından sonra, Atatürk’ü anlayamayanlar modası çıktı desenize!..


Son Baskı, 22 Nisan 1963.

Hükûmet Neredesin? – Orduyu İhtilâle teşvik eden beyanname dağıtıldı – Genç Kemalistler Ordusu mensubu 5 subay tevkif edildi


Ekspres Ankara, 22 Nisan 1963.

Beş Subay Nezarette

“Genç Kemalistler Ordusu” imzalı beyanname yayınlayan 1 yarbay, 2 binbaşı, 2 üsteğmen cezaevinde.


Son Havadis, 22 Nisan 1963.

İhtilâle zorlanan beyannameler ele geçti. Olaya bazı 22 Şubatçılarla 14 lerin de adı karışıyor.

Bir grup ordu mensubunu ihtilâle teşvik ettikleri gerekçesiyle beş subay tevkif edilmiştir. Ankaraya getirilen subaylar Askerî Cezaevine konulmuştur. Tahkikata önemle devam edilmektedir. Olayın büyük çapta olduğu ve bir çok kimselerin isimlerinin karıştığı söylenmektedir. Önümüzdeki günlerde tevkiflerin devam edeceği anlaşılmaktadır.

Genç Kemalistler Ordusu adı altında toplanan bir grup subay bir müddettenberi gizli gizli ordu içinde beyannameler dağıtmaya başlamışlar ve hâdise bir Millî Emniyet memuru tarafından öğrenilmiş, Polatlı Topçu Okulunda Sedat adında bir subay yakalanmıştır. Sedat adlı bu üsteğmenin yakalanışından sonra hâdise üzerinde önemle durulmuş ve tahkikat derinleştirilmiştir. Tahkikat neticesinde beyannamelerin yayınlandığı merkez tesbit edilmiş ve Afyon Batı Menzil Kumandanlığına mensup bir kısım subayın elebaşı oldukları meydana çıkmıştır. Afyonda yakalanan Yarbay Talât Turan, Binbaşı Ferhat, Muhabere Üsteğmeni Halil Hatipoğlu tevkif edilerek Ankaraya getirilmişlerdir. Olaya ismi karışan İsmet adındaki personel Binbaşı ile jandarma üsteğmeni Sedat da tevkif olunmuştur.

Hareketin başında bazı önemli kişilerin bulunduğu söylenmektedir. Bu hareketin birkaç aydanberi devam ettiği sızan haberlerden anlaşılmaktadır. İddiaya göre, 14 lerle işbirliği yapan bazı 22 Şubatçılarla tevkif edilen subayların ilgisi vardır. 22 Şubat hâdisesinden önce Millî Savunma Bakanlığı emir subayı olan Talât Turan ile Halil Hatipoğlu’nun 22 Şubat olayına isimlerinin karıştığı da bildirilmektedir. İlgili merciler bu olay hakkında ademi malûmat beyan etmişler, tatil olduğu için kendilerine intikal eden bir şey bulunmadığını söylemişlerdir. 22 Şubatçıların lideri olan Talât Aydemir ise; bu olayla hiçbir ilgisi bulunmadığını ifade etmiştir.


Son Havadis, 24 Nisan 1963.

Dündar Seyhan açıklama yaptı: Bazı 22 Şubatçılarla 14’ler temas halinde.. <<Tam bir zihniyet birliği içindeyiz>> diyen Seyhan düşüncelerinin tahakkuk edeceğini ileri sürdü.

İhtilâl hazırladıkları ileri sürülerek tevkif edilen beş subay ile işbirliği yaptığı iddia edilen 22 Şubat harekâtının ileri gelenlerinden Dündar Seyhan dün bu münasebetle kendisi ile konuştuğumuz sırada: <<Eğer münferit ve mevzi şekillerle hareketin memleket hayrına bir sonuç getireceğine inansaydık 22 Şubatta böyle bir imkân mevzubahis iken harekâtı durdurarak sarfınazar etmezdik, müstakbel düşüncelerimiz mevcut meşru sınırlar içerisinde tahakkuk edecektir.>> demiştir. 22 Şubatı müteakip Talât Aydemir’den fikir ve prensip uyuşmazlıkları sebebiyle ayrılan bir kısım 22 Şubatçılara lider olan Dündar Seyhan, 22 Şubatı müteakip vuku bulan muhtelif hâdiselerde olduğu gibi beş subayın tevkifi olayına da isminin karışması üzerine kendisine sorduğumuz suallere şu cevabı vermiştir:

- Tevkif edilen beş subayla temas ettiğiniz ve emekliye sevkedildikten sonra Orduda bulunan ve Ordudan ayrılan bazı arkadaşlarınızla sık sık toplantılar yaparak yeni bir harekât hazırlamakla meşgul olduğunuz söyleniyor?
- Beş subayın niçin tevkif edildiğini bilmiyorum. Rivayetler doğru ise içlerinde çok eskiden tanıdığım, sevip takdir ettiğim Kurmay Yarbay Talât Turhan varmış. Tevkif sebeplerini bilmediğim için bir şey söylemeye imkân yok.. Yalnız şunu rahatça ifade edebilirim ki Türk Ordusunun birlik, beraberlik ve bütünlüğü memleketin iç ve dış istikrarı için en büyük teminattır. Bu itibarla ben Ordudan ayrıldıktan sonra değil gayrımeşru hattâ meşru denilebilecek arkadaşlık münasebetlerinden dahi kaçınmayı vazife ve şiar bilmişimdir.
- 22 Şubattan sonra Talât Aydemir ile aranızın açıldığı hemen her münasebetle söylendi. Bu doğru mudur ve niçin?
- Aydemir ile aramda ihtilaf olduğu hususundaki söylentiler haddinden fazla istismar edilmektedir. Her zaman şahıslar arasında bazı görüş, prensip ve düşünüş farklarının mevcut olmasını tabiî mütalâa etmek lâzım gelir. Bu mevzuda başka bir şey söylemek istemiyorum.
- Orhan Kabibay’ın liderliğini yaptığı 14’lerin bir kısmı ile gizli temaslarınız ve bazı müşterek faaliyetleriniz olduğu da söyleniyor?
- 14’lerin Kabibay kanadı ile olan münasebetim 1954 de başlar. Bu münasebet bugüne kadar bila inkita tam bir zihniyet birliği içinde devam etmiştir ve etmektedir.
- İhtilâl veya buna benzer davranışlarla bir fikrin hedefine ulaşabileceğine inanıyor musunuz?
- Eğer münferit ve mevzi şekillerle hareketin memleket hayrına bir sonuç getireceği fikrinde bulunmuş olsaydık 22 Şubatta böyle bir imkân mevzubahis iken harekâtı durdurarak sarfınazar etmezdik. Müstakbel düşüncemiz, mevcut meşru sınırlar içinde ve mutlak hareket noktamız memlekete hizmete matuf fikir ve düşüncelerden alarak tahakkuk edecektir.
- Bir müddet evvel gazetelerde, gayelerinizi gerçekleştirmek için parti kuracağınız hakkında neşredilen haberler doğru mudur?
- Bu hususta şimdi kat’î bir şey söylemek doğru olmaz. Bu parti olur, cemiyet olur, mesele bu hizmeti meşru yoldan arza kararlı bulunmaktır.
- Bu şekilde memleket hizmetine hazırlandığınıza göre bir müddet evvel şehrimizde vuku bulan parti ve gazetelerin tahribi olayı hakkındaki düşüncelerinizi de öğrenmek isteriz?
- Bu mevzuda iki tarafı da kabahatli buluyorum. Tahrib olayları ile kanun dışı harekete tevessül edilmiştir.
- Bugün sivil olduğunuza göre mevcut partilerden hangisine karşı sempatiniz var?
- Bugünkü gidişatı ile hiçbir partiye.
- Peki AP ile CHP den birini seçmeniz icap etse hangisini istersiniz?
- Bizim için AP ile CHP nin hiçbir farkı yok.


Ankara Ekspres, Akşam, 26 Nisan 1963.

Türkeş “İhtilâl felâket olur” dedi

Son olaylar hakkındaki gazetecilerin sorularına cevap veren Alparslan Türkeş şunları söylemiştir. <<27 Mayıs ihtilâli, herkesin kurtuluş için başka çare düşünemediği zamanda yapıldı ve herkes tarafından benimsendi. En iyi yol, hukuk düzeni içinde çalışarak ve mücadele ederek memlekete hizmettir. Senede bir defa ihtilâl yapmaya kalkışmak memleketi mahva sürüklemek olur.>>

Ankara Ekspres - Öte yandan, ordu içinde Türkeş’in mektuplarının dağıtıldığı yolundaki haberler de kesin olarak yalanlanmıştır. Bu haberlerin belirli kaynaklardan ortaya atıldığı ve sırf art fikirlerle bu işin yapıldığı öğrenilmiştir.


Ekspres, 26 Nisan 1963.

Dağıtılan beyannamelerin kendi mektubundan parçalar olduğu ileri sürülen Türkeş: İhtilal olamaz. [Tam sayfa manşet]

Genç Kemalistler Ordusu imzalı beyannameler dağıtıp tevkif edilen subayların tevkifi hâdisesinin tahkikatına devam olunmaktadır. Bildirildiğine göre bu subaylardan şüphelenmiş ve çalışma odalarına teypler yerleştirilerek esaslı bir neticeye varıldıktan sonra tevkifleri cihetine gidilmiştir.

Elde 100 kadar teyp bandı olduğu bildirilmektedir. Bu arada dağıtılan beyannamelerin Türkeş’in daha evvel memleket dışından yazdığı mektuplarından parçaların teksiri olduğu ileri sürülmektedir. Tahkikatı gün geçtikçe genişleyen mevkuf subayların emekliye sevkedilecekleri de dolaşan söylentiler arasındadır.

Türkeş ne diyor?

Son tevkif hâdiseleriyle ilgili olarak kendisine sorulan soruyu eski MBK üyesi Alparslan Türkeş, şu şekilde cevaplandırmıştır: <<İhtilâl olamaz. Şartlar ihtilâle müsait değildir. İkide bir ihtilâl yapılması memleketi mahfa götürür.>>


Son Havadis, 27 Nisan 1963.

İnönü 22 Şubatçılar ile 14’leri itham etti

CHP Ortak Grubunun dünkü toplantısında önemli bir konuşma yapan Başbakan İnönü son günlerin olaylarına temas ederek <<Tahkikat öyle gösteriyor ki, bu işlerle 14’ler ve 22 Şubatçılar ilgilidirler>> demiştir. İnönü bu kimseleri <<Siyasetin aşırı meraklıları>> olarak vasıflandırmış ve, <<Birbirleriyle uğraşa uğraşa nihayet doğru yolu bulacaklardır>> demiştir. İnönü’nün bu konuda yaptığı konuşma şöyledir: <<Bu hadiselerin şüphesiz büyük önemi vardır. Takdir edersiniz ki, söylentilerin yaygın olduğu bir devir geçiriyoruz. Bu devri mutlâka atlatacağız. Telâşa mahal yoktur. Son olayların endişe verecek bir tarafını görmüyorum. Sükûnetle takip ediyoruz. Bugüne kadar sergüzeşt heveslileri olarak kimleri görmüş ve tanımışsak bu teşebbüsün içinde gene onların bulunduğuna şüphemiz yoktur. Belli olanların hareketinden endişe edilmez. Siyasî hayatımızın taşıdığı müzmin hastalıkların bir müddet daha devam etmesi tabii bir hadisedir. Beyanname olayı ile ilgili tahkikat gizli olarak devam ediyor. Şimdilik fazla bir şey söyleyemem. Hâdise, öteden beri bu kabil hareketlere hevesli kimselere bulaşmak istidadı gösteriyor. Siyasetin aşırı meraklıları birbirleriyle uğraşa uğraşa doğru yol bulacaklardır.>>


Milliyet, 27 Nisan 1963.

Başbakan Ordu’daki tevkifler için “Bunlar eski sergüzeştçiler tarafından yapılıyor. 14’lerle 22 Şubatçıların bir kısmı da olaylarla ilgilidir” dedi

CHP Müşterek Grubunun dünkü toplantısında son olaylarla ilgili olarak bir konuşma yapan Başbakan İnönü, 5 i denizci olmak üzere beyanname dağıtan 10 subayın tevkif edildiği açıklamıştır. <<Son beyanname olayı ordu iç bünyesini ilgilendiren olaylardır. Bu olaylar Afyon’da bir Yarbay’a dayanıyor. Bu beyannameler genç subaylar tarafından ordu içinde dağıtılmıştır. Beyânname iddialıdır. Bu rejim yürümüyor, zorla idareyi ele alalım deniliyor. Beyânnamelerin sivillerle ilgisi hakkında tahkikat yapılmaktadır. Beyânname Afyon, Polatlı ve İstanbulda dağıtılmıştır. Bunlar eski sergüzeştçiler tarafından yapılıyor, 14 lerle 22 Şubatçıların bir kısmı bu olaylarla ilgilidir. Bunları takip ediyor ve zaman kazanıyoruz. Benim gördüğüm: Ordu içinde küçük rütbeli subaylar ele geçirilirse üst kademe bertaraf edilmiş olur gibi bir sergüzeştçi fikir var. Ordu esas bünyesinde vaziyete hâkimdir ve endişe edilecek bir şey yoktur. Siyasî partilerde de mâcera peşinde olanlar vardır. Bunlar muvaffak olamıyacaklardır. Aksaklıklar meydana geldikçe rejim kuvvetleniyor. Olayların basına intikali acele oldu ve heyecanlı neşriyat yapıldı. Hâkimler mesele üzerinde tahkikat ve takibat yapmaktadırlar. Dışarıda ve içeride gözler CHP ye dikilmiştir. Bu cereyanlara onlardan da katılanlar da var havası, içeride ve dışarıda istikrarı bozmaktadır.

Bu olayların şüphesiz büyük önemi vardır. Takdir edersiniz ki söylentilerin yaygın olduğu bir devir geçiriyoruz, bu devri mutlaka atlatacağız. Telâşa mahal yoktur. Son olayların endişe verecek bir tarafını görmüyorum. Nitekim son olaylar da bundan önceki sergüzeştçilerin yeni oyunlarıdır. Bugüne kadar sergüzeşt heveslileri olarak kimleri görmüş ve tanımışsak, bu teşebbüsün içinde gene onların bulunduğuna şüphemiz yoktur. Belli olanların hareketinden endişe edilmez. Siyasî hayatımızın taşıdığı müzmin hastalıkların bir süre daha devam etmesi tabiî bir hadisedir. Olay, ötedenberi bu kabil hareketlere hevesli kimselere bulaşmak istidadı gösteriyor. Siyasetin aşırı meraklıları birbirleriyle uğraşa uğraşa doğru yol bulacaklardır.>>


Zafer, 27 Nisan 1963.

Başvekil son olaylarda “14 ler ve 22 Şubatçıların parmağı vardır” dedi

CHP Genel Başkanı, bazı askeri birliklerde dağıtılan beyannameler ve tevkif edilen subaylar konusunda düşüncelerini söyle sıralamıştır: <<Bu hâdiselerin şüphesiz büyük önemi vardır. Takdir edersiniz ki söylentilerin yaygın olduğu bir devir geçiriyoruz. Bu devri mutlaka atlatacağız. Telâşa mahâl yoktur. Son olayların endişe verecek bir tarafını göremiyorum. Sükûnetle tâkip ediyoruz. Bugüne kadar sergüzeşt heveslileri olarak kimleri görmüş ve tanımışsak, bu teşebbüsün içinde gene onların bulunduğuna şüphemiz yoktur.>> İnönü yukarıdaki sözleri ile 14’ler ve 22 Şubatçıları kastettiğini açıklamış ve son teşebbüslerde de onların bulunduğunu izah etmiştir.


Ekspres Ankara, 27 Nisan 1963.

Türkeş, Aydemir ve Seyhan cevap verdi. Türkeş, İnönü’yü delillerini açıklamaya davet etti.

Başbakan İsmet İnönü’nün bazı 14’ler ve bir kısım 22 Şubatçıları kastederek grupta yaptığı konuşmaya Alparslan Türkeş bu sabah şu demeci vermiştir: <<İnönü’nün konuşması vazıh değil. Kimleri itham ettiğini açıkça belirtmesi lâzım. Bizim son olaylarla uzaktan veya yakından hiç bir ilgimiz olmadığı için kimleri kastettiğini bilmiyorum. Başbakanın eğer bir bildiği ve elinde delilleri var idiyse, bunu Adalet huzurunda kamuoyuna açıklaması icapederdi. Böyle gizli grup toplantılarında delilsiz ispatsız ithamlarda bulunma itiyadından vaz geçilmesi lazımdır. Türkiye çapında politikacılar olan Prof. Erim, Avni Doğan, Kasım Gülek için de 14’lerle münasebette bulunuyorlar diye itham edip 14’lerle temasta bulunmak vatan hainliği imiş gibi, partisinden ihraç ettiren İnönü’nün yardımcısı Turhan Feyzioğlu da Avrupa’ya gelip 14’lerle temasta bulunmuştur. İsmet İnönü 27 Mayıstan önce arkadaşları ile beraber Türkiye’nin her tarafında rejim emniyetinden bahsedip <<Hükûmet rejim emniyetini sağlıyamıyor>> beyanatları ile ortaya çıkarken bugün kendi Hükûmeti rejim emniyetini tesis edememiştir. Aksine bugün bundan bahsetmez olmuştur. 27 Mayıs onu yapanların metodlu ve memleket menfaatlerine uygun şekildeki davranışları ile devam ettirilseydi memleket bugünkü duruma düşmezdi. İsmet İnönü bir yandan 27 Mayısçı görünmeye çalışıyor ve kendisini onun koruyucusu göstermek iddiasında bulunuyor diğer taraftan 27 Mayısı yapmış olan insanları kendisinden ayrı görüş ve doktrine sahip bulundukları için itham ediyor. Bu zatın şimdiye kadar bütün hayatı boyunca kurtulamadığı bir tutumu var ki biz bunu hiç bir zaman tasvip etmedik. Bu tutum da daima mahkemeler ve adalet makamlarına hâdiseler bir hükme bağlanmadan önce delilsiz ve vesikasız ithamlar ortaya atması ve bu suretle adalet makamlarını da tesir altına sokmaya çalışmasıdır. Bu zat ayrıca hayatı boyunca daima ayırıcı ve bölücü tutumundan vazgeçmemiştir. Bu seferki ‘ordu içindeki küçük rütbeli subaylar ele geçirilirse üst kademe tasfiye olur gibi sergüzeştçi bir fikir var’ yolundaki beyanat da bu ayırıcı ve çeşitli kademeler arasında şüphe yaratıcı taktiğin yeni bir misalidir.

Bunlar belki şahsî çıkarlara hizmet edebilecek sözlerdir. Ama memleketin yüksek menfaatlerine çok aykırıdır. Türk silâhlı kuvvetlerinin birlik ve bütünlüğü herşeyin ütünde tutulmalı ve bunun böyle görüldüğü daima belirtilmelidir. İster emekli olsun ister muvazzaf hizmette bulunsun hiç bir silahlı kuvvet mensubunun üst kademe alt kademe diye aynı ocaktan aynı ruh ve ülkü ile yetişmiş insanları ayırıcı düşüncelerden bahsetmesine imkân yoktur.>>


22 Şubatçıların lideri Talât Aydemir de şunları söylemiştir: <<Tahkikatı gizli olarak devam eden bir olaya arzuladığı gibi yön verdirebilmek için beyanatlar veren bir Başbakan hakkında efkârı umumiye notunu verecektir.>>

22 Şubatçılardan Dündar Seyhan: <<Ordudaki her olayın, mutlaka dışarı ile irtibatına işaret edilerek âdeta Hükûmet zafiyetine bir gerekçe uydurmak taktiği yerine, Anayasa nizamının kökleşmesi ve rejimin gelişmesi için Hükûmetin başı olan şahsa terettüp eden ve çeşitli vesilelerle, çeşitli kaynaklar tarafından ikâz ve efkârı umumiye önünde açıkça ifade edilen kuvvetli Hükûmeti yaratacak basiretli tedbirlerle meşgul olunursa daha çok memleket hayrına hareket edilmiş olur, kanaatindeyim.>>



Milliyet, 28 Nisan 1963.

Türkeş ve Aydemir İnönü’ye cevap verdi. Türkeş beyanatında <<27 Mayıs, onu yapanların metodlarına uygun olarak devam ettirilseydi memleket bugünkü duruma düşmezdi>> dedi.

Açıklama: Başbakanlık Basın Bürosu dün aşağıdaki açıklamayı yapmıştır: <<Bu sabah bâzı gazetelerde Başbakan İsmet İnönü’nün 22 Şubatçılarla 14 leri itham ettiği şeklinde bir haberin intişar ettiği görülmüştür, Yetkili çevrelerden öğrendiğimize göre, Başbakan İsmet İnönü, hâdiseler tahkikat safhasında olduğundan, hiçbir şahsı ve zümreyi tasrih ederek itham eden bir beyanatta bulunmadığını açıklamıştır.>>


Tercüman, 28 Nisan 1963.

22 Şubatçılar ve 14’ler İnönü’yü ispata çağırdı

Türkeş: <<İnönü delilsiz ispatsız ithamlardan vazgeçmeli. Bu zatın hayatında kurtulamadığı hatalı tutumunu tasvip etmiyoruz” dedi.

İnönü <<Kimseyi itham etmedim>> diyor. Bazı gazetelerde Başbakan İsmet İnönü’nün 22 Şubatçılarla 14 leri itham ettiği şeklinde bir haberin intişar ettiği görülmüştür, Yetkili çevrelerden öğrendiğimize göre Başbakan İsmet İnönü hâdiseler tahkikat safhasında olduğundan hiç bir şahsı ve zümreyi tasrih ederek itham eden bir beyanatta bulunmadığını açıklamıştır.


Adalet, 28 Nisan 1963.

Türkeş, Aydemir ve Seyhan, İnönü’ye cevap verdi. Başvekilin bildiği varsa adalet önünde açıklasın.


Yeni İstanbul, 28 Nisan 1963.

Türkeş, Aydemir ve Bölükbaşı İnönü’yü itham etti

Alparslan Türkeş [Aynı beyanat]
Talât Aydemir [Aynı beyanat]

Osman Bölükbaşı: “Bu hâdiseler cereyan ederken Başbakan İnönü muhalefette olsaydı, iktidarın başına muhakkak ki yıldırımlar yağardı…

Garip bir tebliğ

Alparslan Türkeş, Talât Aydemir ve Dündar Seyhan’ın bu beyanatları, Başkent’te münteşir Ekspres Gazetesinde neşredildikten sonra Başbakan İnönü derhal Başbakanlığa gelmiş ve bir müddet kaldıktan sonra ayrılmıştır. İnönü’nün Başbakanlıktan ayrılışını müteakip Başbakanlık Basın Bürosundan gazetelere bir tebliğ yazdırılmıştır. Altında bir imza bulunmayan ve üçüncü bir şahsın ağzından kaleme alınan tebliğde, Başbakanlık Basın Bürosu CHP Grupunun sözcüsü imiş gibi, CHP Genel Başkanının grup konuşması hakkında açıklayıcı (!) bilgi vermiştir. Tebliğde, “Bu sabah bazı gazetelerde İnönü’nün 14 lerle 22 Şubatçıları itham ettiği şeklinde bir haber intişar etmiştir. Yetkili çevrelerden öğrenildiğine göre Başbakan İnönü’nün, hâdise daha tahkikat safhasında olduğundan hiçbir şahsı ve zümreyi tasrih ederek itham eden bir beyanatta bulunmadığı öğrenilmiştir.” denilmektedir.


Zafer 28 Nisan 1963.

Başvekil iddialarını tevile çalışıyor

İnönü’ye verilen cevap akşam gazetelerinde yayınlanınca Anadolu Ajansı tekzip yayınlamıştır. [Tekzip metni] Halbuki konuşma Anadolu Ajansı bülteninde de aynen yer almıştı. Binaenaleyh yetkililerin baskısıyla Anadolu Ajansı kendi kendini de tekzip etmek zorunda kalmıştır. İnönü’nün evvelki gün kendi partisinin grubunda yaptığı konuşma gözden geçirilince yukarıda neşrettiğimiz tekziple ne kadar tezat teşkil ettiği görülecektir. Çünkü, İnönü <<Bugüne kadar sergüzeşt heveslileri olarak kimleri görmüşsek bu teşebbüslerin içinde de gene onların bulunduğuna şüphemiz yoktur.>> demektedir.

Bilindiği üzere gerek 14’ler ve gerekse 22 Şubatçılar İnönü’nün ifadelerinde daima <<Sergüzeşt heveslileri>> olarak yer almıştır. Şimdi gösterilen tepki karşısında tevile sapmak, elbette ki bir Başbakanın tâkip edeceği yol değildir. Tahkikat halinde bir hâdise hakkında beyanda bulunmak Anayasaca yasak edilmiştir. O tahkikata istenilen şekli vermek gayreti bir Başbakanın yapacağı işlerden değildir. İnönü’nün <<sergüzeşt meraklıları>> tâbirini kullandığı kimselerin bir an için 14’ler veya 22 Şubatçılar olmadığını kabul etsek bile <<Bugüne kadar sergüzeşt heveslileri olarak kimleri görmüşsek>> dediğine göre kendi tâbiriyle sergüzeşt meraklısı olarak gördüğü bir üçüncü grup mu var? Bu böyle de olsa -ki değildir- İnönü’nün grupta gene konuştuğu gibi konuşmağa hakkı yoktur ve bu konuşmasıyla o gene de bir Anayasa hükmünü hiçe saymıştır.



Ulus, Seyfettin Turhan, 29 Nisan 1963.

Gönüllü sergüzeştçiler

Dünkü gazetelerin hemen hepsi şaşı bir tefsirin yankıları ile doludur. Hattâ bunlar arasında her türlü tahrikten, gazete satış komisyonu umanlar, gayri mevcut meseleyi günün başlıca konusu mertebesine çıkarmışlardır.

Tefsire uğrayan beyan Başbakan İnönü’nün, CHP Genel Başkanı sıfatiyle bu partinin Senato ve Meclis müşterek gurupları önünde yaptığı konuşmadır. Tefsiri yapanlar ve kendi tefsiri üzerine hücuma geçenler ise Alparslan Türkeş ile Talât Aydemir’dir.

Başbakan İnönü CHP Gruplarına hitaben yaptığı konuşmada son olayları tahlil etmiş ve şöyle demiştir:

<<Bu hâdiselerin şüphesiz büyük önemi vardır. Takdir edersiniz ki söylentilerin yaygın olduğu bir devir geçiriyoruz. Bu devri mutlâka atlatacağız. Son olayların endişe verecek bir tarafını görmüyorum. Sükûnetle takip ediyoruz. Bugüne kadar sergüzeşt heveslileri olarak kimleri görmüş ve tanımışsak bu teşebbüsün içinde gene onların bulunduğuna şüphemiz yoktur. Belli olanların hareketinden endişe edilmez. Siyasî hayatımızın taşıdığı müzmin hastalıkların bir müddet daha devam etmesi tabii bir hadisedir. Beyanname olayı ile ilgili tahkikat gizli olarak cereyan ediyor. Şimdilik fazla bir şey söyleyemem. Hâdise ötedenberi bu kabil hareketlere hevesli kimselere bulaşmak istidadı gösteriyor. Siyasetin aşırı meraklıları birbirleriyle uğraşa uğraşa doğru yol bulacaklardır.>>

Bu cümlelerde şu, ya da bu şahsı teşhis edebilmek için kehanet dahi kâfi değildir. Esasen Başbakan konuşmasında şahıs veya zümre tasrihi bir yana <<tahkikatın gizli cereyan ettiğini>> bilhassa kaydetmiş ve seyrini her türlü tesirden uzak tutabilmek için hemen ilâve etmiştir.

<<Şimdilik fazla bir şey söyleyemem.>>

Hattâ bununla yetinmeyerek ertesi gün, yani Cumartesi günü bu sözleri eğip bozacak müfessir arayanlara Başbakanlık çevrelerinde şu cevap verilmiştir:

<<Hâdiseler tahkikat safhasında bulunduğundan Başbakan İnönü hiç bir şahsı ve zümreyi tasrih ederek itham eden bir beyanatta bulunmamıştır.>>

Buna rağmen gerek Aydemir, gerekse Türkeş, adlarının geçmediği ve şahıslarının kastedilmediği ayrıca belirtilen bir beyanda kendi portrelerini görerek karşı hücuma geçmişlerdir.

İnönü’nün beyanı ortadadır. Kendilerinden başka bunda şahsî biyografilerini bulmaya talipli çıkmamıştır. Bu durumda akla iki ihtimal gelmektedir. Birincisi CHP Genel Başkanının bahis konusu konuşmasında yer alıp şahıs tarifi telâkki edebilecek kelimelerin Aydemir ve Türkeş tarafından şahsî sıfatları telâkki edilmesidir. Bu kelimeler şunlardır: <<Sergüzeşt heveslileri.. bu kabil hareketlere hevesli kimseler… siyasetin aşırı meraklıları…>> Başbakanlık çevrelerinde yapılan açıklamada başbakanın hiç bir şahıs veya zümreyi kastedip itham altında bırakmadığının açıklanmasına rağmen onlar sadece yukarıdaki tavsifleri ele alarak nefis müdafaasına geçmişlerse bu alınganlığa karşı söylenebilecek bir şey yoktur. Bundan kurtulmaları temenni edilir.

İkinci ihtimal, ortada mahiyet ve şümulü henüz tesbit edilip açıklanmamış bir olaya bu zatın sahip çıkma hevesine kapılmalarıdır. Bundan nasıl bir fayda bekliyebileceklerini kestirmek mümkün olmadığı için burada üzerinde durulamaz.

Nihayet bir de, kendilerini yanlış istikamette düşünmeye sevkederek kışkırtmaya kalkmış olabilecek bazı kimselerin tesirinden kurtulamayıp böyle hareket etmiş olmaları akla gelir. O zaman da sözde cevabi beyanlarının ayıbı kadar aldanmalarının günahı da kendilerine aittir.


Ekspres, 29 Nisan 1963.

İhtilalciler tesbit edildi

Memleketimizin millî güvenliğini sarsacak mahiyette görülen faaliyetler tesbit edilmiş, sinsi faaliyette bulunanların hareketlerini kontrol altına ve herhangi bir tehlikeye karşı tedbir alınması için Hükûmete rapor verilmiştir. Askerî ve sivil istihbarat daireleri memurları tarafından hazırlanıp Hükûmete tevdi edilen gizli dosyada sağ ve sol muzır cereyanlar yanında bir ihtilâl zemini hazırlayıp memlekette ihtilâl yapılmasını temin için uğraşanlar da tesbit edilmiştir. Belirtildiğine göre böyleleri bilhassa ordunun alt kademesinde taraftar toplayıp bir ihtilâl yaptırmak gayretindedirler. Bu arada memleketteki Kürtçülük cereyanları ile sol perdesi arkasında komünizm faaliyetinde bulunanlar da tesbit edilip genişçe bir rapor halinde Hükûmete verilmiştir. Millî güvenliği sarsıcı mahiyette faaliyette bulunan unsurlar beş maddede mütalâa edilmektedir.

1 – Dini istismar konusu haline getiren unsurlar,
2 – Doğuda Barzani’ye yardım eden bir takım aşiret reisleri.
3 – Faşizm ve ırkçılık hareketlerini körükleyenler.
4 – Sosyalist maskesi altında komünizme hizmet edenler.
5 – Orduda küçük rütbeli subaylar nüfuz etmeye yeltenerek ihtilâl hevesinde bulunan sergüzeştçiler.



Ekspres Ankara, 28 Nisan 1963.
Yeni İstanbul, 29 Nisan 1963.

Türkeş ve Arkadaşlarının hazırlıkları bitti. Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği 19 Mayıs günü faaliyete geçecek!.

Türkeş ve arkadaşları tarafından kurulması kararlaştırılan Derneğin kuruluş hazırlıkları tamamlanmıştır. Türkeş, bir partiye gireceğine dair çıkarılan şayiaların doğru olmadığını belirttikten sonra, <<Şimdilik böyle bir niyetim yok, sadece arkadaşlarımla kuruluş hazırlıklarını tamamladığımız Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği nin çalışmaları ile meşgul olmaktayım. Derneğin gayesi bu memleketteki siyasi partilerde bulunan aşırı siyasilerin dışındaki vatandaşlarla tarafsız vatandaşları bünyesinde toplamak ve siyasi partilerin hepsine uymaya mecbur bulundukları bazı ana meseleleri bulup çıkararak ortaya koymaktır.>> demiştir. Derneğin tüzüğü tamamlanmış olup, 19 Mayısta Bestekâr Sokaktaki merkezinde faaliyete geçecektir.


Adalet, 30 Nisan 1963.

14’lerden bazıları Huzur ve Yükselme Derneğine girmiyor

Huzur ve Yükselme Derneği adıyle bir dernek kurup siyasî partilere ışık tutma çabasında olduğunu iddia eden eski MBK cı 14 lerden Türkeş’i bazı arkadaşları da tasvip etmemektedir. Dernek kuruluşuyle ilgili hazırlıkları meyanında bir akşam gazetesine beyanat veren ve <<14 arkadaşımla birlikte çalışıyorum>> diyen Türkeş’in arkasından 14 lerin meşhur Brüksel toplantısında kendisini destekleyen sekiz eski MBK cıdan başkası gitmemektedir. Diğerleri ise Türkeş’in bu hareketini tasvip etmedikleri için kurduğu Huzur ve Yükselme Derneğinin kuruluş çalışmalarına iştirak etmemektedirler.

Türkeş’le birlikte Huzur Derneğini kuracak olan sekiz MBK cı şunlardır: Fazıl Akkoyunlu, Kadri Kaplan, Ahmet Er, Rifat Baykal, Numan Esin, Muzaffer Özdağ, Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay. Diğer taraftan Türkeş taraftarlarının iddialarına göre; Huzur ve Yükselme Derneğinin kurucuları arasında, bazı mebus ve senatörler ile üniversite camiasında ve ilmi sahada isim yapmış profesörler de bulunmaktadır. Türkeş taraftarları derneğin kurucuları arasında olduğunu iddia ettikleri mebus ve senatörler ile profesörlerin isimlerini açıklayamamışlar, sadece <<vakti gelince öğrenirsiniz.>> demekle yetinmişlerdir.



Ulus, Faik Suat, 30 Nisan 1963.

Su testileri su yolunda…


Viyanalı ruhiyatçı Dr. Freud, insanlarda ve toplumlarda kendini aşağı ve eksik görmek gibi bir vehim ve vesveseyi <<Complexe d’inferiorite>> diye tarif ve teşhis etmişti… <<Aşağılık duygusu>> dediğimiz bu ruhî çöküntü; ona tutulan insanları dayanılmaz vehimlerin, vesveselerin pençesinde çılgına döndürür… Hattâ nice cürüm ve cinayetlerde, bu aşağılık duygusundan mütevellit azgın ruh krizlerinin büyük payı vardır…

Aynı hastalığın tezahürleri, aynı ruh krizleri ve aynı çılgınlıklar kollektif mahiyet alır da, irili ufaklı zümrelere sirayet ederse, işte o zaman tehlike büyüktür ve ciddidir… Toplum düzenini altüst edici ve kökünden sarsıcı tertipler.. halkı yanıltıcı ve gerçekleri boğuntuya getirici menfi propagandalar.. Ve yeraltı kundakçıları, toplumların başına olmadık dertler açar…

Complexe d’inferiorite krizlerinin pençesine düşen kişiler ve zümreler; demokratik rejimlerin tabiatında mevcut müsamahayı, demokratik düzenin teminat altına aldığı bütün hürriyetleri insafsızca istismar ederler ve memlekette en ağır mânada bir anarşi havası estirirler…

Seviyeli fikir tartışmalarının yerine, şahısları hedef tutan tırmalayıcı polemikleri, gerçeklerin yerine demagojiyi koymak ve bu yoldan meşru düzeni şirazesinden çıkarıp suni bir ihtilâl ortamı yaratmaktır bunların klâsik metodları…

* * *
Her diktatör, muradına ermiş bir demagogdur. Bugünün demagogları ise hiç şüpheniz olmasın, yarının diktatörleridir!..

Bugünün demagoglarını yarının diktatörleri olarak görebilmemiz için, muratlarına ermeleri, yani iktidarı ele geçirme şartı vardır… Bir küçük demagogun, Ali Kemal ufağının gazetesi, siyasî mezhep ve meşrep farkı, hatta sağlısıyla ve sollusuyla uç farkı bile gözetmeksizin, bütün demagogları manşetlerinde buluşturur!.. Pazar günü bu gazetenin [Yeni İstanbul] sekiz sütunluk manşetinin üstünde Türkeş, Aydemir ve Bölükbaşı bulunmuşlardı!.. Bu üç maceracı birbirine pek benzeyen cümlelerle İnönü’ye saldırıyorlardı…

Diktatörlerin ve dikta heveslisi demagogların müşterek metotları ve müşterek kaderleridir: Birtakım safsatalarla, gözbağcılıklarla halkı kandıralım derken, hiç de farkına varmaksızın, kendi kendilerini efsunlarlar ve burunlarının ucunu göremeyecek hale düşerler!..

Bütün diktatörlerin ve demagogların, bütün Sezar’larına ve Butsuların, eninde sonunda kazdıkları kuyulara düşmeleri hep bundandır!..

İhtilâl sonrası Türkiye’sini, ihtilâl sonrası Arjantin’in sürüklendiği trajedilere sürüklemek isteyenler, menfi propagandalarının, hırçınlıklarının ve huysuzluklarının etkisiz kaldığını er geç anlayacaklardır… Demokrasinin tadını tatmış toplumlarda, sergüzeştlerin mumları yatsıya kadar da dayanmaz!.. Ve su testileri daima su yolunda kazaya uğrarlar!..



Ekspres Ankara, 28 Nisan 1963.

Muzaffer Özdağ, Türk Devrim Ocaklarının münazara teklifini kabul etti

14’lerden Muzaffer Özdağ Türk Devrim Ocaklarının davet ettiği “Atatürk” konulu münazarayı kabul etmiştir. Özdağ’ın Türkocağında verdiği “Anlaşılamayan Atatürk” konulu konferans üzerine Türk Devrim Ocakları Beyoğlu şubesi bir bildiri yayınlayarak Özdağ’ın Atatürk’ü yanlış izah ettiğini belirtmiş ve konuşmacıları Atatürk konulu bir münazaraya davet etmişti. Muzaffer Özdağ bu teklifi kabul ettiğini ve istenilen yerde, istenilen tarihte münazaraya gelmeye hazır olduğunu bildirmiştir. Öğrendiğimize göre, münazara 10 Mayıs 1963 günü Dil ve Tarih Coğrafya fakültesi konferans salonunda yapılacaktır.



Ekspres Ankara, 28 Nisan 1963.

27 Mayıs Devrim Derneği tarafından tertiplenen 29 Nisan Günü yarın Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi konferans salonunda yapılacaktır. Zulüm ve istipdatla iktidar sürmek isteyen bir zihniyetin temsilcilerinin idare ettiği karanlık devre son vermek için fiili mücadeleye başlayan Türk gençliğinin mücadelesini anmak üzere tertiplenen törende, o günleri yaşamış kişiler konuşacaklardır. Toplantı Pazartesi günü saat 17 de Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde yapılacaktır. Toplantıda, 27 Mayıs Devrim Derneği Genel Sekreteri Hamid Toprak, DTC Fakültesi Öğrenci Derneği İkinci Başkanı Aykut Birtan, DTCF den Prof. Kenan Akyüz, TMTF 2. Başkanı Cafer Gümüş, Gazeteci Atillâ Bartınlıoğlu, Afyon Milletvekili Haluk Nurbaki, 27 Mayıs Milli Devrim Derneği Genel Başkanı Dr. Çağlar Kırçak, Yüksek Adalet Divanı Başsavcısı Altay Ömer Egesel, MBK üyeleri Muzaffer Yurdakuler, Mucip Ataklı ve Sıtkı Ulay konuşacaklardır.


Milliyet, 30 Nisan 1963.

Hatiplerden birinin Türkeş’e çatması üzerine Muzaffer Özdağ elini cebine attı

29 Nisan’ın üçüncü yıldönümünü kutlama töreninde bir hatibin Alparslan Türkeş’e çatması üzerine orada bulunan 14’lerden Muzaffer Özdağ elini cebine atmış ve kendisini Rifat Baykal güçlükle teskin etmiştir.

Salonda <<Özdağ’ın tabancasına davrandığı>> söylentileri kısa zamanda yayılmış, <<Bu söylentiyi kendisinin de duyduğunu söyleyen>> Tabiî Senatör Suphi Karaman, <<Duydum ama, ihtimâl vermem. Bir ihtilâlci böyle bir toplantıda silâh çekmez>> demiştir.

Dil Tarih Coğrafya Fakültesi konferans salonunda bin kişiden fazla bir kalabalığın tâkip ettiği 29 Nisan’ı anma toplantısında, 27 Mayıs Millî Devrim Derneği Genel Başkanı Dr. Çağlar Kırçak’ın konuşması sırasında olay vukua gelmiş, Çağlar Kırçak, olaya sebep olan şu sözleri söylemiştir:

<<Gökhan Evliyaoğlu’nun bir de çomağı var. Türkeş… Bu çomağı durmaksızın oynamakta ve ortalığı karıştırmaktadır.>>

Muzaffer Özdağ daha sonra Senatör Suphi Karaman’a bir pusula göndererek, <<konuşacağını ve ithama cevap vereceğini>> bildirmiş, ancak program dışı olduğu gerekçesiyle Özdağ’ın konuşmasına izin verilmemiştir.

Alican’a da çatan Çağlar Kırçak’ın konuşması sırasında İnönü’ye de sitemkâr sözler söylemesi üzerine emekli albay Cevat Akçakayalıoğlu ayağa kalkarak <<İnönü’ye çatamazsın>> diye bağırmış ve konuşmak istemiştir. Emekli Albay da konuşturulmamıştır.


Son Havadis, 30 Nisan 1963.

14’lerden Muzaffer Özdağ tartaklandı

29 Nisan olaylarının yıldönümü münasebeti ile dün öğleden sonra saat 17.30 da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Konferans salonunda yapılan toplantı sinirli bir hava içinde cereyan etmiş, toplantıya katılan 14’lerden Muzaffer Özdağ bazı gençler tarafından tartaklanmak istenmiştir. 27 Mayıs Devrim Derneği Başkanı Çağlar Kırçak Türkeş’e çatmış, bu sırada oturduğu yerden <<Olur mu böyle şey..>> kabilinden ayağa fırlayan Muzaffer Özdağ’ın üzerine bazı gençler yürümüşlerdir. Araya diğerlerinin girmesiyle müessif bir olay önlenmiş ve Kırcak konuşmasını bitirdikten sonra töreni takip eden Yassıada Yüksek Adalet Divanı Başsavcısı Egesel tarafından öpülerek tebrik edilmiştir. Bu arada Muzaffer Özdağ ile Rifat Baykal’ın etrafında ona yakın genç 22 Şubatçı üsteğmen ve teğmenin tertibat aldıkları görülmüştür. Bundan sonra kürsüye Egesel çıkmış, 19 Mayıs gençliğinden bahsetmesini takiben mutadı üzere eski devre şiddetle çatmıştır. Egesel’den sonra kürsüye gelen Temelli Senatör Mucip Ataklı İstanbul’da söylediği beyanların bir kısmının basında yanlış tefsir edildiğini ifade etmiş ve <<Ben parlâmento üyelerine hukuki bir mesnedi olan bir ihtilâl tavsiye ettim.>> demiştir. Ataklı’dan sonra Sıtkı Ulay konuşmuş ve gençliğin Atatürk ilkelerinden ayrılmamasını tavsiye etmiştir. Konuşacaklar arasında Muzaffer Yurdakuler de bulunduğu halde her nedense Yurdakuler konuşmaktan vazgeçmiştir.


Yeni İstanbul, 30 Nisan 1963.

Alparslan Türkeş’e maksatlı olarak hücum edildi

Dil Tarih ve Coğrafya salonunda tertiplenen ve yağmur münasebetiyle az bir kalabalığın iştirak ettiği toplantıda Millî Devrim Derneği Başkanı Çağlar Kıpçak konuşmasında gazetemize ve Başmuharirimiz Gökhan Evliyaoğlu’na şiddetle çatmış ve “Gökhan Evliyaoğlu bir de başımıza Türkeş’i musallat etti” demiştir. Kıpçak’ın konuşmasında Türkeş’i ele alması 14’lerden Muzaffer Özdağ toplantı tertipçilerinden birini yanına çağırarak hatibin bu şekildeki konuşmasının önlenmesini istemiştir. Özdağ’ın bu şekildeki hareketi salonda bulunan bir takım kimseleri kızdırmış ve gençler yumruklarını sıkarak “Kim bu. Kim bu, nasıl müdahale edebilir” şeklinde bağırmışlardır. Kürsüden konuşmasını alelacele bitirerek inen Kıpçak daha sonra Özdağ’ın üzerine yürümek istemişse de araya giren arkadaşları ikinci olayı önlemişlerdir. Kıpçak’ın bu konuşmasından sonra söz alan Fakülte Dekanı hatiplerin konuşmalarına müdahale edilmemesi gerektiğini, üniversitede her türlü tenkitin yapılabileceğini söylemiştir. Ömer Altay Egesel ve bazı Tabiî Senatörlerin konuşması sırası sonlara doğru alındığı için bu hatiplerin konuşmasında salon kısmen boşalmıştır.


Yeni İstanbul, 1 Mayıs 1963.

Ankara’da Özdağ ile alâkalı olay tepki uyandırdı

29 Nisan 1960 Ankara olaylarının 3. yıldönümü münasebetiyle Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde tertip edilen toplantıda söz alan Millî Devrim Derneği Başkanı Çağlar Kıpçak, AP, CHP ve YTP Genel Başkanlarına yakışıksız kelimelerle hücum etmiş ve ilk hâdise hatibin İnönü aleyhindeki konuşmalarına bir emekli Albayın müdahalesi üzerine vuku bulmuştur. Bu emekli subay ısrarla kendisine söz verilmesini istemiş ve zorla kürsüye çıkmağa kalkışınca tertip komitesi fedaileri tarafından durdurularak aşağı indirilmiştir. Bu sırada toplantıyı takip etmekte olan eski MBK üyelerinden emekli kurmay Yüzbaşı Muzaffer Özdağ’ın tertip komitesi üyelerinden birine bir pusula gönderdiği görülmüştür.

Özdağ’ın pusulası

Özdağ bu pusulasında “27 Mayıs’ın fikrî cephesinin temsilcisi olan, 27 Mayıs’ı tahakkuk ettiren Alparslan Türkeş’e 27 Mayıs ile alâkalı bir anma töreninde sataşılmıştır” demekte ve 27 Mayıs’ın gayelerinin bir takım kimseler tarafından yanlış istikametlerde ve kendi çıkarlarına olmak üzere tefsir edilmek istendiğini belirterek kendisinin de 27 Mayıs’ı tahakkuk ettirenlerden biri olarak cevap hakkı tanınmasını rica etmekte idi. Pusulayı okuyan Bakan kendilerinin tertipliyeceği başka bir toplantı için salonu verebileceğini ve listede ismi olmadığı için Özdağ’ın konuşmasına imkân olmadığını bildirmiştir.

Fedailerin gayreti

Bu sırada Özdağ’ı konuşturmak istemeyen Tertip Komitesi fedaileri mütemadiyen tecavüzkâr hareketlerde bulunmuşlar ve bütün ısrarına rağmen Muzaffer Özdağ’a söz verilmemiştir. Özdağ’ı söz almağa sevkeden konuşmasında Millî Devrim Derneği Başkanı Yeni İstanbul gazetesine ve Başyazarımız Gökhan Evliyaoğlu’na çatmakta ve “Gökhan Evliyaoğlu bir de başımıza Türkeş’i musallat etti” demekte idi.

Genç Subaylar salonda

Münakaşalar cereyan ederken, pek çok sayıda genç subayın salona girerek konuşmalara katıldıkları görülmüştür. Tertip Komitesi fedailerinin çirkin ve tecavüzkâr hareketleri üzerine bu genç subaylardan biri şöyle bağırmıştır. “Burada hücuma yeltendiğiniz şahsın kim olduğunu biliyor musunuz? Bu 27 Mayıs’ı tahakkuk ettiren şerefli Türk subaylarından biri, Muzaffer Özdağ’dır. Lütfen kendinize geliniz.”

Genç subaylarla salonda bulunan askerî öğrenciler de bu müdahaleden sonra yerlerinden kalkarak Özdağ’ın etrafında yer almışlardır. Bu suretle salonda sükûnet avdet etmiştir. Anma törenini sonuna doğru, genç subaylar, eskerî öğrenciler ve bir kısım dinleyiciler Özdağ ile birlikte salonu terketmişlerdir. Bu arada bir Üsteğmen Muzaffer Özdağ’a şöyle hitap etmiştir: “Biz sağ oldukça bu memlekette size değil elle, dille dahi kimse sataşamaz. Buna müsaade etmiyeceğiz.”


Hareket, 16 Mayıs 1963.

Muzaffer Özdağ münazaraya yanaşmıyor

26 Nisanda bir bildiri yayınlayarak, o tarihten önce <<Anlaşılamayan Atatürk>> konulu konferans veren 14 lerden Muzaffer Özdağ’ı münazaraya çağıran Beyoğlu Devrim Ocağı dün bu konu ile ilgili ikinci bir bildiri yayınlamıştır. İlhan Akpınar imzası ile yayınlanan bildiride <<Muzaffer Özdağ’ı münazaraya çağırmıştık. Biz kendisinden karşılık beklerken araya girmeye çalışan maksatlı kişi ve kurulların bizi böyle bir münazaradan çekinirmiş gibi gösterme çabalariyle karşılaştık. Konu önemlidir. Atatürk’ü anlamayan ya da yanlış anlayan kişilere bütün incelikleri ile onu tanıtacak öğretici ve duyurucu kişiler çoktur.>> denilmektedir. Beyoğlu Devrim Ocağının bildirisi <<Bu bildiri bir ikinci çağrı ve arka niyetli davranışlara karşılık olarak kamu oyuna sunulmuştur.>> cümlesi ile bitmektedir.


Son Havadis, Sabiha Deren, Fısıltı, 30 Nisan 1963.

Randevular

Talât Aydemir’in ve arkadaşlarının akşamları Zafer meydanındaki çayevinde, havuz başı sohbetlerinden bahsetmiştim ya. Şimdi, toplantılarının daha başka yerlerde devam ettiğini haber vereceğim. Bu kadın casus mu, hafiye mi, dedektif mi demeyin. Gözüme ilişenleri görmeden geçemiyorsam kabahat benim mi?

Efendim, Aydemir, havuz başından başka, şehir dışında da randevular veriyor. Gâh Dikmen tepelerinde, gâh Eskişehir yolundaki bir ağaç gölgesinde görmek mümkün kendisini… Ben bu işe akıl erdiremiyorum. Ondörtler, Yirmiikiciler, Kokteylciler diye çeşitli isimler altında adlandırılan karma grup evlerinde toplanıp konuşsalar ya. Kadri Kaplan da bugünlerde çok telâşlı. Hem Meclis görüşmelerinde hâzır ve nâzır. Kaplan öyle de Acuner başka türlü mü, diyeceksiniz. Doğru, hakkınız var.


Zafer, Başyazı, 1 Mayıs 1963.

Sanki Vatan Hâinliği

Bir şikâyet çeşnisi içerisinde ifadesini bulan bu düşünce, Albay Türkeş’e aittir. Filhakika, mütekait genç Albay, İsmet İnönü’nün huyunu suyunu belirtme yolunda verdiği bir demeç ile ortaya koyduğu şikâyetleri arasına, böyle bir sitem de katmış, bazı siyasîlerin, Ondörtlerle temas ettikleri gerekçesiyle CHP’den ihraç olunduklarına işaretle: <<Sanki Ondörtlerle temas etme vatan hainliği imiş gibi>> demiştir.

Genç mütekait, daha genç yaşlarda iken bilmiyor idiyse, artık mutlaka öğrenmiştir ki, zamanımızda, hayli karışık ve çetrefil olan işler arasında kimin vatan haini, kimin vatan hâdimi olduğunu lâfla tâyin ve tesbit etmek mümkün değildir.

Bunun misallerine, hemen yanıbaşımızda, komşu ülkelerde bol bol rastlamak kaabildir. Kasım, ikibuçuk ay öncesine kadar, vatanının bir numaralı hâdimi olarak ilân edilirdi. Buna mukabil Tabakçılar hain, Ârifler suçlu ve sürgün idiler. Bugün ise biri millî şehit, diğeri millî lider olmuştur. Suriye’de de aynı durumu müşahede etmek güç değildir. Hattâ muazzam sayılan Devletler içerisinde bile, itibar şâhikalarından başaşağı yuvarlanmış nice isimler mevcuttur. O itibarla, biz, genç mütekait Albayın bu hassasiyetini, 1963 ortamının şartlarına intibak edememekten gelen fazla bir alınganlık saymaktayız.

Hiç kimse, çıkıp da Ondörtler için vatan hainliği gibi ağır bir şâibe ilanında bulunmuş değildir. Böyle bir isnat henüz ortaya atılmamıştır. Burada henüz dememizin sebebi vardır; çünkü bir çok diller, zamanımızda istedikleri gibi lekeleyici lâf etme serbestliğini kendilerine bir hakmış gibi tanımaktadırlar. Ondörtler için şimdiye kadar söylenmiş en ağır söz, ondört Kasım günü radyolarda kâh şahsî sesle, kâh naklen okunan demeçtir.

Şu kadarı var ki, Ondörtlerin, hattâ yirmi iki Şubatçıların, bugünkü iktidar muvacehesinde sevimsiz bir özellikleri vardır. Onlara karşı, özellikle CHP bir antipati hissedip beslemektedir. Her iki zümre de, Halk Partisi düşünce ve emellerine tempo tutmamakla suçlandırılmıştır. Ondörtlerin başlarına gelen hâdise ile kulaklarına gelen sözler hep bu sebeptendir. İşte, esasen, Albay da bizzat söylemiyor mu? CHP de, dişe dokunur cinsten birkaç siyasetçi var idiyse, onlar da Ondörtlerle temas ithamı altında kalıp ezilmişlerdir. Çünkü Ondörtler, daha doğrusu Ondörtlerin büyük bir kısmı demek, CHP karşısındaki fikrî varlıklardan biri demektir. Karşılıklı olarak, birbirini sevmemek hali, esasen, İsmet Paşa ile Albay Türkeş arasındaki son söz düellosunda, bir kere daha, görülmüş olmaktadır.

Tekrar belirtmek yerinde olur ki, biz, ne Türkeş’in halka ilân edilmiş olan doktrini ne de İsmet Paşanın tutumu ile beraberiz; ikisi de bizden ayrıdır. Bu arada, İnönü iktidarlarının iktisadî yerinde sayma, tutukluk, duraklama politikası ile siyasî tegallüp konularındaki iltimasçı ve tarafgir davranışlarının karşısında bulunuşumuz da bir gerçektir. Ancak, her İnönü muarızını kucaklamaktan sakınacak kadar da ciddî ve ağırbaşlı bir tutum sahibi olmak kararındayız. Burada işaret etmek istediğimiz husus, vatan hainliği gibi büyük bir şâibeyi günlük siyasî alış veriş metaı haline aslâ getirmemek lüzumudur.

Hainlik veya hâdimlik, indî fetvalarla, uluorta mütalâlarla değil, millet iz’an ve vicdanının değerlendirmesi suretiyle taayyün eder. Tarih, şunun bunun lâfı ile değil, mâşeri vicdanın hükmü ile yazılır.


Ekspres Ankara, 1 Mayıs 1963.

Türkeş yarın basın toplantısı yapacak

Eski MBK üyesi, Emekli Kur. Albay Alparslan Türkeş yarın Gazeteciler Cemiyetinde bir basın toplantısı yapacaktır. 14’lerden Türkeş’in 11.00 de yapacağı toplantıda son günlerin olayları üzerinde duracağı zannedilmektedir.


DOKUZ IŞIK DOKTRİNİ

Ekspres Ankara, 2 Mayıs 1963,
Yeni İstanbul, Zafer, 3 Mayıs 1963.

Türkeş İkaz Etti

Bu sabah basın toplantısı yapan Türkeş Hükûmeti ve AP’yi ağır şekilde suçladı

14’lerin Lideri Emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş bu sabah yaptığı basın toplantısında Hükümetin rejim emniyetini sağlayamadığını ve memleket huzuru için iktidar ve muhalefet partilerinin kendilerine düşen görevi yerine getirmediklerini söylemiştir. Türkeş, Başbakan İnönü’nün 14’ler hakkındaki iddialarına da cevap vermiş ve <<14’ler 27 Mayıs’ın yapıcısı ve hakiki 27 Mayısçılardır. Onun için her fırsatta 14’leri kanun dışı tiplerle ilgili göstermeye kalkışmak bilfiil 27 Mayıs’a uymayan bir tutumdur.>> demiştir.

Albay Türkeş, bugünkü politikacıların da şahsi çıkar ve emelleri için gayret sarfetmekte olduğunu ileri sürerek <<Türk Milletine Beyanname>> başlıklı beyanatında şunları söylemiştir:

<<Sevgili Vatandaşlarım,

Yurdumuzun içinde bulunduğu çok müşkül ve ağır durum dolayısiyle tekrar sizlere hitap etmeğe karar verdik.

Söze başlarken, tutum ve zihniyetlerine karşı bulunduğumuz vatandaşlar ve teşekküller de dahil olmak üzere, herkesin şahıslarına karşı iyiniyetle dolu olduğumuzu belirtmek yerinde olacaktır. Çünkü, biz inanıyoruz ki, bu milletin bir oğlu olarak, bize hasım olan, bize haksız ve insafsızca saldıran vatandaşlarımızın dahi selâmet ve saadetini düşünmek bunu temin etmek için çalışmak, üzerimize düşen bir vazifedir. Bizler ırk, din, mezhep ve parti farkı gözetmeksizin bu vazifeyi ifa etmekten şimdiye kadar geri durmadık ve bundan sonra da aslâ geri durmayacağız. Zaman zaman bazı vatandaşların ve bazı partilerin tutumlarını, zihniyetlerini tenkid ettik ve etmeğe devam edeceğiz. Fakat bu gibilerin kanunlar ve insanlık hak ve haysiyeti çerçevesi içinde işlem görmeleri esasını da daima savunacağız.

Aziz vatandaşlarım,

Bizler 27 Mayıs’ın yapıcısı ve sahipleri olarak, onun asil gayelerini tekrar etmekte büyük faydalar görüyoruz. Bundan önce yayınladığımız beyanatta belirtildiği gibi 27 Mayıs hiç bir parti ve zümreye karşı ve herhangi bir şahıs, zümre veya parti lehine bir hareket olarak yapılmamıştır. Çünkü, o, Türk milletini bir bütün olarak kabul eden ve millî birliği korumayı esas vazife sayan milletin özü Türk silahlı kuvvetlerinin eseridir. 27 Mayıs partizan bir hareket olmayıp tamamiyle partiler üstü, millî birliği ve kardeşliği, iç barışı ve hızla kalkınmayı sağlayacak bir ihtilâl olarak hazırlanmış ve yapılmıştır. 27 Mayıs, hukuk üstünlüğünü sağlamak, lekesiz bir adalet düzeni ve medenî bir nizam meydana getirmek için yapılmıştır. Onu bu hüviyetinin dışında tanıtma gayretlerine karşı durmak herkesin insanlık vazifesi olmalıdır.

Aziz vatandaşlarım, bugün millet kaderinde sorumlu olanlar onun dâvalarına istek ve ızdıraplarına karşı ilgisiz davranmakta ve sadece kendi şahsî emellerini gerçekleştirmek için milleti bölme ve birbirine düşürme ve devletin teminatı olan müesseseleri kendi zümrevî menfaatlerine âlet etme gayreti içindedirler. Milletin saadet ümidiyle bağlandığı demokrasi dâvasını felâketli bir didişme haline getirerek gençliği ve silâhlı kuvvetleri müdahale zorunda bırakan bir kısım politikacılar, yine ayni hatalı tutum içinde rol değiştirmiş olarak faaliyetlerine devam halindedirler. Buhranlar hakikatte 27 Mayıs’ı hedefinden uzaklaştıran, 27 Mayıs istismarcıları ile, 27 Mayıs inkâr ve intikamcılarının veya onun hakiki hüviyetini de anlayamayanların didişmelerinden doğmaktadır. Bir taraftan millet çoğunluğunun itimadından mahrum bir siyasî ekip, 27 Mayıs’ı istismar etme ve demokrasi rejimine yabancı usullerle iktidar ve tahakkümünü devam ettirme çabası içindedir.

27 Mayıs Millî Birlik hareketinin sevgi ve birlik ruhuna insanî ve medenî hüviyetine tamamen yabancı davranışlarla sözde 27 Mayıs’ı korur görünerek halk üzerinde sindirme ve baskı denemeleri yapılmaktadır. Buna karşılık da hakikî 27 Mayısçılar olarak 14’leri iktidarın başı bulunan zat, eline geçen her fırsatta bir takım kanun dışı tertiplerle ilgili göstermekten menfaatler ummaktadır.

Partisinden bazı kimseleri 14’lerle gizli temaslarda bulunmakla suçlayarak partisinden ihraç ederken, kendi Başbakan Yardımcısı ile İçişleri Bakanının onlarla çok samimî temas ve münasebetler idamesinde, faydalar mülâhaza etmektedir. Sayın Başbakan davranışlarındaki bu tezadı tezelden genel efkâra açıklarsa her halde çok faydalı bir iş yapmış olacaktır.

14 leri devamlı olarak suçlamak ve onlara karşı korku ve telâş göstermek, bilhassa iktidar çevrelerinin ne kadar mariz bir suçlu psikolojisi içinde bulunduklarını ortaya koymaktadır. Kendilerini tarihin aynasında 27 Mayıs’a ve dolayısiyle millete karşı ağır suç işlemiş insanların şaşkınlığı, vicdan âzabı ve bunaltısı içinde görmekteyiz. Bu halin onlara intibah sağlayarak bundan sonra yeni hatalara düşmemelerini önlemeye yardım etmesini dilemekteyiz.

ÜLKÜ VE DOKTRİNİMİZ!

Sevgili vatandaşlarım!

Bizler her çeşit saldırılara ve baskılara rağmen millete faydalı gördüğümüz için terketmeyi kabul etmediğimiz ülkü ve doktrinimize daima sadık ve bağlı kaldık. Bunu özetleyen 9 prensibimizi burada sizlere açıklamak isteriz. Bunlar sırasıyla,

1) Milliyetçilik
2) Ülkücülük
3) İlimcilik
4) Toplumculuk
5) Köycülük
6) Halkçılık
7) Gelişmecilik ve Hürriyetçilik
8) Ahlâkçılık
9) Teknikçilik ve Endüstriciliktir.

Bunların geniş izahlarını sağlayacak olan yazılar ve eserler yakın zamanlarda yayınlanacaktır. Bu doktrinin millî hayatımızdaki güçlükleri yenerek hızla kalkınmamızı sağlayacağından emin bulunmaktayız.

Sevgili vatandaşlarım;

Genel dünya durumu içinde Türkiyeyi tehdit eden iç ve dış tehlikeler kalkmış ve azalmış değildir. Bir kısım vatandaşlarımızı iğfal ederek devletimizi parçalamayı gaye edinen ayırıcı muzır akımlar yurdumuzun bazı köşelerinde yayılmaya çalışmaktadır. Ayrıca millî benliğimizi yok etmeyi ve bizi sömürge haline düşürmeyi mümkün kılacak komünizm faaliyetleri de genişleme gayretleri içindedir. Bu akımlar, memleketimizdeki parti mücadelelerini kızıştırarak, bizleri birbirimize karşı barışmaz düşmanlar haline getirmeye çalışmaktadırlar. Er veya geç büyük hüsrana uğrayacaklarına şüphe yoktur. Fakat devlet ve milletçe daha fazla geç kalmaksızın bu muzır akımlara karşı acele ve müessir tedbirler almak zorundayız ve almalıyız.

Sevgili yurttaşlarım,

Memleket bugün rejim emniyetinin yokluğundan dolayı büyük bir buhran içindedir. Bu yüzden ekonomik hayat âdeta felce uğramış gibidir. Henüz hatırası çok taze bulunan yakın geçmişte devamlı olarak rejimin emniyeti dâvası güden bugünkü iktidar mensupları, içinde bulunduğumuz rejim emniyetsizliğine karşı kayıtsızlık göstermektedirler. Devletin esas vazifelerinden olan nizam ve asayiş prensiplerinin basit çıkarlar uğruna ayaklar altına alınmasını hoş görmekte ve hattâ teşvik etmektedirler. Devlet kuvvetlerinin gözleri önünde cana ve mala karşı tecavüzler yapıldığı halde bunları önleyici tedbirler alınmamıştır.

Gizli beyannamelerle ölüm tehditleri saçan kanun dışı teşekküllere mensup kimselerin alkışlanması icap ettiğinden bahseden Devlet adamları (!) kabinede yer almış bulunmaktadır.

Aziz vatandaşlarım,

Memleket; şahsî çıkar, iktidar hırsları ve kindar duyguların sebep olduğu zararlı didişmelerle, sonu felâketlerle dolu olabilecek tedirginliklere götürülme yolundadır.

Millet huzur ve refah istiyor. Yokluktan, sefalet ve baskıdan kurtulmak istiyor. Korkudan azade olmak ve hızla modern uygarlığa erişmek istiyor. Millet itimadına mazhar, tarafsız, itibarlı bir hükûmet ve âdil, müşfik, çalışkan ve faziletli bir idare istiyor.

Bu durum karşısında sorumlu hükûmeti, parlâmentoyu ve idareyi uyanıklığa ve samimî tesanüd ruhuyla, birlikte tedbirler almaya dâvet ederiz.

Aziz Milletimizden de, kendi kaderinde sorumlu kıldığı evlâtlarını yakından murakabe etmesini, istek ve ihtiyaçlarını onlara ısrarla duyurmasını rica ederiz.>>

Yeni İstanbul devamla -

TÜRKEŞ GAZETECİLERİN SORULARINI CEVAPLANDIRDI

Ankara, 2 Yeni İstanbul –Bugün saat 11 de Gazeteciler Cemiyetinde yaptığı basın toplantısında, yanında Ankarada bulunan arkadaşları Rifat Baykal ile Muzaffer Özdağ olduğu halde konuşmasına başlayan Türkeş, “Bu sayın basınımız vasıtası ile, Büyük Türk Milletine ilettiğimiz ikinci beyannamedir” demiş ve tam metnini diğer sütunlarımızda bulacağınız, Türk milletine hitap eden Alparslan Türkeş imzalı beyannameyi okumuştur.

Albay Türkeş’in Sorulara Cevabı

Bundan sonra Türkeş gazeteciler tarafından sorulan soruları cevaplandırmıştır. Bu arada bir yabancı gazeteci Albay Türkeş’e: “Stalin’in devlet görüşünü mü, yoksa Hitler’inkini mi tercih edersiniz?” demiştir.

Türkeş buna cevaben, “biz ikisine de karşıyız” diye konuşmuş, aynı gazeteci bu sefer “sizin aşırı sağcı olduğunuz iddia edilmektedir. Bu konuda bizi aydınlatabilir misiniz?” şeklinde ikinci bir sual tevcih etmiştir.

Buna cevaben Türkeş, “biz ortacıyız. Memleketimize faydalar temin edecek yol ve düşünceyi seçeriz” demiştir.

Bu cevaptan sonra Türkeş, yabancı gazeteciye “De Gaulle sağda mıdır, solda mıdır?” diye sormuş, gazeteci “sağda” diye cevap vermiştir. Türkeş gülerek, “Peki Kennedy sağda mıdır, solda mı?” diye sormuş, muhatabı kesin bir şey söyleyememiş, bir tereddüdü müteakip “ortadadır” diye konuşmuştur. Türkeş “işte bizi de öyle sayabilirsiniz. Atatürk de öyleydi” demiştir.

TURANCILIK KONUSU

Türkeş’e sorulan sorulardan biri, “sizin için Turancı dediler ne dersiniz?” şeklinde olmuş, albay Türkeş suale sualle mukabele ederek: “Siz Turancılığı nasıl anlıyorsunuz?” demiştir. Gazeteci “Turancılığı, bütün Türkleri bir devlet haline getirmek şeklinde anlıyorum. Bugün Arap nasyonalizminin takip ettiği yol gibi görüyorum” deyince Türkeş;

“Hakkımızdaki bu sözler bir yanlış anlamanın neticesidir. Sizin tarifiniz de yanlıştır. Sizin anladığınız mânâda bir görüş bizim görüşümüz değildir. Uzun müddet NATO’nun yüksek görevlerinde bulunmuş bir kurmay albayım, böyle bir görüşün tahakkuk imkânı bulup bulamayacağını iyi bilirim.

Saniyen Turancılık meselesini anlayabilmek için Türk fikir tarihini bilmek icab eder. Bu ilmî bir konudur ve bir basın toplantısında halledilemez>> diye cevaplandırmıştır.

Bu arada “Atatürk bir diktatör değil miydi?” şeklindeki soruya Türkeş şu cevabı vermiştir: “Atatürk demokrasiye inanan bir insandı. O devrinde şartlara göre kademeli olarak demokrasiyi yerleştirmek için millet hizmetinde bulunmuştur. Atatürk daima Millî iradeye saygı duymuş, Meclissiz iş yapmamıştır. Milletine inanmıştır.”

“Yine doktrininizi ifade ederken milliyetçilikten bahsettiniz, bundan ne anlıyorsunuz?” sorusuna karşı Türkeş;

“Türk Milletini ve Türk Vatanını sevmeğe dayanan ve onun yükselmesi için gösterilen aşkın ifadesi olan bir görüştür” demiştir. Bundan sonra konuşmalar şöyle cereyan etmiştir.

- Peki CHP tüzüğünde de bu var. Sizinki ile farkı nedir?
- Onunki ile çok farklı. Her şeyden evvel CHP ninki tüzüğünde kalmıştır.
- Ataklı’nın hukukî ihtilâl teklifi ne demek?
- Bunu kendisine sorun.
- Bahsettiğiniz toplumculuk sosyalizm değil midir?
- Aynı şey olsaydı sosyalizm derdik. Özel teşebbüsü himaye etmek ve desteklemek, özel teşebbüsün yetersiz kaldığı anlarda ilmî esaslara uygun ve plân dahilinde devletin müdahalesi aynı zamanda sosyal yardımlaşma teşkilâtının kurulması da görüşümüzün kapsamı içindedir. İleri batı ülkeleri bunu başarmıştır. M. Eğitim seferberliği yapılmalıdır. Boş saatler değerlendirilmeli gizli işsizlik ortadan kaldırılmalı, sosyal haklar tahakkuk ettirilmelidir.
- Hamle yapabilmek, kalkınmak için finansman imkânları şart değil midir? Hükûmet, iktisadî zorluktan dolayı arzu ettiğiniz hızla çalışamıyor fikrinde değil nişiniz?
- Finansman imkânlarına bağlanmayı doğru bulmuyorum. Bu sorularınızın cevabı yüzlerce sayfalık bir kitabın mevzuudur. Ama kısaca şimdilik şunu diyeceğim: Halka anlatmak, halka mal etmek, onu ikna ile inandırarak desteğini kazanmak ve bu suretle büyük halk enerjisini memleket kalkınmasına gönüllü olarak seferber etmek gerekir. Halka yeni bir felsefe vereceğiz. Halk kuvvetinin sağlayamayacağı hiçbir şey yoktur. Yeter ki o, inansın, siz de ona inanın, geçmiş iktidarların göremediği budur. Halkı enerjisini aşkla kullanır hale getirmek ve neticeden ona da bir pay ayırmak gerekir. Türkiyenin realitesini bilip halkla beraber ve halk için olmak lâzımdır. Bugün Anadoluda köylü fışkı içinde oturmaktadır. Devleti idare edenlerin onun arasına girmesi, onun şartlarını öğrenmesi icap eder. Her şey buradan başlar.
- Peki eşit dört beş olursa bunların hangisi sizin dediğinizi başaracaktır?
- Bu lidere bağlıdır. Bir İngiliz filozofunun dediği gibi lider halkın her istediğini yapan değil, onu ikna edip inandıran ve onun yararına olan şeyleri tahakkuk ettiren insandır.
- Kuracağınız Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği’nin kurucuları arasında parlâmentodan kimse var mıdır?
- Vardır, CHP, CKMP ve AP ye mensup arkadaşlarımız olacaktır. YTP den de vardır. İlim adamları, tanınmış memleket sever profesörler, halen görevli olmayan 14 lerden arkadaşlarımız kurucular arasındadır.


Adalet – Alparslan Türkeş dedi ki: Millete karşı Başvekil suç işlemiştir!.

Özdağ’ın tepkisi. Türkeş’in basın toplantısında bir bayan gazetecinin devamlı olarak Muzaffer Özdağ’a ileri geri bulunması ve Türkeş’in cevap vermek üzere Özdağ’a müsaade etmemesi, toplantının sonunda ağır bir şekilde tepkisini göstermiş, bayan muhabirin yanına gelen Özdağ, söylemediği bir çok sözleri kendisine mal eden bayan muhabire <<Türkiye’de çirkin politikacılar gibi, çirkin gazeteciler de varmış>> demiştir.

Hürriyet – 14 lideri Türkeş: “27 Mayıs’ın yapıcısı biziz” dedi. Beyanatı arkadaşları ile birlikte hazırladığını, fakat kendi adına okuduğunu, <<Derneğin ismi Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği olacaktır. Kurucuları arasında 14 lerden memur olmıyanlarla, bütün partilerden ve hattâ parlâmentodan şahıslar bulunmaktadır. Derneğimizin benimseyenler çoğaldıkça ilerde parti haline gelmemiz mümkündür. Ben ne Mussolini’yi, ne de Hitler’i severim>> diyen Türkeş basın toplantısı sırasında yanında bulunan Muzaffer Özdağ’ın da bazı soruları cevaplandırmasına mâni olmuş ve konuşmasını önlemiştir.

Cumhuriyet – Ya parti kuracağız, ya da mevcut partilerden biri, doktrinlerimizi beğenecektir, diyen Türkeş, kendilerinin ne sağcı, ne de solcu olmadıklarını; orta yolcu bulunduklarını, basın toplantısını kendi adına yaptığını söyledi.


Ankara Ekspres, 3 Mayıs 1963.

“Değil mi Muzaffer bey?..”

İhtilâlin kudretli Albayı Alparslan Türkeş, aylardan sonra ilk def’a Perşembe günü Ankara’lı gazetecilerin karşısına çıktı. Türkeş bu toplantıyı daha çok kuruluş hazırlıkları yapılan Türkiye Huzur ve Yükselme Derneğinin havasını hazırlamak amacıyla yapmışa benziyordu. Buna rağmen her şeyden bahsetti. Sorulan bütün sorulara cevap bulurken gene herkes karşısında 27 Mayıs 1960 gününün ilk basın toplantısını yapan mert, hazır cevap Albayını görüyordu. İnancı aynı, görüşünde fark yoktu.

Basın toplantısının en ilgi çekici soruları DPA’nın muhabiri Leyla Çambel tarafından soruluyordu. Çambel soruyu soruyor, sonra kendisine göre tefsirini yapıyor, umduğu cevabı alamayınca da kızıyor, sık sık Türkeş’in sağında oturan Özdağ’ı yardıma çağırıyordu. Zaten bu yüzden de toplantı boyunca duyulan Bayan sesinin kelimelerinin çoğunluğu: <<Değil mi Muzaffer bey…>> olmuştu..


Hareket, Başyazı, 3 Mayıs1963.

Türkeş Mizahı

Gazetemizin haber sütunlarında <<Alparslan Türkeş’in Türk Milletine 2 numaralı Beyannamesi>> adı altında okuyacağınız mizah şaheseri, emekli albay ve müstafi Dışişleri memuru hakkında bilinenlere yeni bir şey katmamaktadır. Şöyle ki, emekli albay, kendisini hâlâ 14’lerin tek lideri durumunda göstererek tek kurtarıcı rolüne devam etmek gayreti içinde bulunmaktadır. İşin bu yönü, 14’lerden, Türkeş’in dünya görüşünde olmayanları ilgilendirecek bir şeydir. Emekli albayın <<Biz 27 Mayısın yapıcısı ve sahipleri>> tarzındaki deyimi ise, siyasî hayatımızı bir bayram arifesinde mizah unsurunu getirmesi sebebiyle, ancak güler yüzle karşılanmak gerekir.


Ekspres, Başmakale, 3 Mayıs 1963.

Türkeş’in Niyeti

Dün sabah Ankara Gazeteciler Cemiyetinde bir basın toplantısı yapan 14 lerin lideri Alparslan Türkeş, İnönü Hükûmetini açık şekilde itham etti. Hükûmeti basiretsizlik ve vatandaşı bölme gayreti ile suçlandıran Türkeş, sosyalizmin ana prensipleri üzerinde durarak memleketin yeni milliyetçi ve sosyalist düşüncelere sahip bir siyasî partiye ihtiyacı olduğunu da ifade etti. Bu beyan hükûmetin zayıf oluşu, mevcut siyasî partilerin, vatandaşın ızdırabını dindirecek tedbirler yerine bir iktidar yarışması içinde bulunduğunu ifade bakımından elbette ki şayanı dikkattır.

Türkeş’i bu derece açık konuşturmaya sevk eden esaslı bir sebep elbette ki mevcuttur. Bu sebep ne olabilir? Acaba Türkeş ve arkadaşları yeni bir partinin yatırımını mı yapıyorlar? Bu soruların cevabını yine Türkeş’in beyanında bulmak kabildir.

14 lerin lideri sıfatile konuşan Türkeş, halihazırda Türkiye Huzur Derneği adı ile bir cemiyet kurduklarını, bu cemiyetin bünyesi içinde 14 ler ile bugünkü Parlâmentoya dahil muhtelif parti milletvekillerinin de dahil bulunduğunu beyanda hiçbir mahzur görmedi. Bunlardan muhtelif meslek gruplarına mensup vatandaşların da dernek çalışmalarına katıldığını açıklayan Türkeş, bu teşekkülün zamanla bir siyasî parti hüviyetini de alacağına inandığını belirtti.

Türkeş’in bu açık itirafı son zamanlarda kaynaşan ve iç bünyelerindeki fikir ihtilâfını yenemiyen siyasî teşekküllerin zaafa uğradığı bir sırada memleketin yeni bir siyasî partiye olan ihtiyacını göstermiş bulunmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Türkeş’in niyeti sosyalist prensiplere sadık yepyeni bir parti kurmaktır.

Türkeş, ortamı müsait bulduğu için de bunu açıklamakta bir mahzur görmemiş ve baklayı ağzından çıkarmıştır.


Vatan, Belkıs Benli, Dedikodu, 4 Mayıs 1963.

Toplumcuyuz, Köylücüyüz, Halkçıyız!.

14 erden Alparslan Türkeş, geçen gün Gazeteciler Cemiyetinde yaptığı basın toplantısında yeni ilkelerini açıkladı. Halk Partisinin meşhur altı ilkesi gibi Türkeş de kendine bir yığın ilke edinmiş. Toplumcuyuz, Köylücüyüz, Halkçıyız, Irkçıyız. Pardon Milliyetçiyiz gibi.. Bir totoculukla, futbolculuk yok bunun içinde..

Doğrusunu isterseniz ben, meşhur ihtilâlcinin ilkelerini birbirine karıştırdım. Bu toplumcuyuz, köylücüyüz, halkçıyız ne demek Allah aşkına?. Benim bildiğim toplumculuk demek halkçılık demektir. Halkçılık demenin içinde de köylücülükle demircilik de, kerestecilik de vardır!. Yani bu kelimenin kapsamı geniştir, bir bütünü ifade eder. Türkeş bunları neden ayırmış olmalı?.. Şimdilik sebebini öğrenemedim. Bakalım tatbikat ne gösterecek?.. Her halde bu toplumculuk, köylücülük ve halkçılık tatbikatı başlayınca bizde bilmediklerimizi öğrenmiş olacağız.

Şimdi, Türkeş bu ilkelerini tatbik etmek için bir dernek kurdu. Neden parti değil de dernek, demeyin.. Elbet onun da bir bildiği vardır. Tabii önce derneği kuracak, buraya üye kaydedecek, halka derneğin amacını anlatacak, halkı bu toplumcu, köylücü ve halkçı kuruluşun etrafında toplayacak.. sonra parti kuracak, daha sonra da iktidara gelip…

Vallaha ne saklayım bu iş bana Nasreddin Hocanın bir hikâyesini hatırlattı. Koyunlar hocanın çitine karışıp yün bırakacaklar. Karısı eğirip iplik yapacak, sonra dokuyup kilim haline getirecek, sonra pazara götürüp satacak ve hoca efendi borcunu ödeyecek..

Ölme eşeğim ölme..



Hareket, 4 Mayıs 1963.

Türkeş’e Cevap!.

Emekli binbaşı Tevfik Gürkan, Alparslan Türkeş’in beyanatı üzerine gazetemize gönderdiği mektupta şunları bildirmektedir: Türkeş’in beyanatını üzüntüyle okudum. 27 Mayıs ihtilâline ihanet etmiş olan Türkeş’te 27 Mayısın kuruculuğu kalmamıştır. Vatandaşlar Türkeş’i iyi tanımalı memleketin bütünlüğünü bozacak cereyanlara kapılmamalıdır.



Yeni Sabah, Sabiha Deren, Fısıltı, 4 Mayıs 1963.

Çirkin politikacı, çirkin gazeteci

Şu Leylâ Çambel de olmasa, basın toplantılarının ne tadı kalacak, ne tuzu. Monoton, biteviye birer iç sıkıntısı olup çıkacak toplantılar. Alparslan Türkeş’in basın toplantısında da alâkaya değer soruların hemen hepsini CHP Kadınlar Kolundan bayan Çambel sordu. Bunlar, sualden çok Türkeş’in ve Özdağ’ın 13 Kasım’dan önce yaptıkları konuşmaları hatırlatma mahiyetindeydi. Çoğu zaman da, soğuk duş tesiri yapıyordu. Karşılıklı sormalar ve cevaplandırmalarla toplantının mecrası başka istikametlere döndü. Meselâ Türkeş, âtıl vatandaşların çalıştırılmalarından bahsediyor değil mi? Leylâ Çambel soruyordu:

- Çalışma kamplarında mı?

Türkeş bunu reddediyordu. O zaman Çambel hanım, Muzaffer Özdağ’ın bir konuşmasını hatırlatıyordu. Bu hatırlatmalar Muzaffer Özdağ’ı son derece sinirlendirdi. Toplantıyı terkederken Leylâ Çambel’e bakarak şöyle dedi:

- Çirkin politikacı olduğu gibi çirkin gazeteci de var.. Ama siz, iyi gazetecesiniz…

Anlaşılıyor, değil mi? İhtilâlciler de politika yapmağa başladılar. E, neden demişler? Üzüm üzüme baka baka kararır. Körle yatan şaşı kalkar.. Kişi refikinden azar.

Toplantının alâkaya değer bir sualini de İngiliz gazeteci sordu. David Hot, Türkeş’e:

- Türkiye için Hitler’in fikirleri mi faydalıdır, Stalin’in mi?
- Biz ne sağcıyız, ne solcuyuz. Orta karar yolcusuyuz…
- Turancı mısınız?

Türkeş, bu soruya kat’î bir <<Hayır>> diyemedi nedense Bütün suallere yaptığı gibi, bunu da bir karşı sualle geçiştirdi..



Cumhuriyet, Ecvet Güresin, 4 Mayıs 1963.

Yeni dernek

Alparslan Türkeş, yeni kurulan derneğe bütün partilere mensup milletvekillerinden bazılarının katılacağını söylemiştir.

Gerçekten alınan haberler ve söylentilere de bu merkezdedir. Bazı CHP lilerin böyle bir teşekkülün kurulması konusunda 14 ler ve bilhassa Alparslan Türkeş ile perde arkası görüşmeler yaptıkları ötedenberi biliniyor. Adalet Partisi mensuplarından ise, kimlerin eski ihtilâlcilerle birlik olduklarını duymıyan hemen hemen kalmamıştır. Bu bakımdan öyle sanıyoruz ki yeni dernek kurulduktan sonra, halen birbirlerini yiyen karşı parti mensuplarını, henüz parti haline gelmemiş olsa da aynı firma altında görebileceğiz ve böyle bir kümeleşme muhtemelen bu partilerde yeni bir takım gelişmelere yol açacaktır

Kendi ifadelerine göre <<ortacı>> olan, ancak verilen romantik izahattan <<millî ekonomi>> taraftarı oldukları tahmin edilen 14 lerin yeni derneklerinin ileride gelişme gösterip gösteremiyeceğini şimdiden kestirmek güçtür. Anlaşılıyor ki eski ihtilâlciler, konferans ve yayınların yanında siyasî çatışmaların vereceği fırsatları kullanmaya çalışacaklar ve çoğunlukla hükümetin tutumuna kendilerine hedef olarak alacaklardır. Bu arada hükümet dışı partilere, özellikle AP ye karşı derneğin daha müsamahakâr davranacağı ilk basın toplantısının intibaları arasındadır. Tahminlere göre, Huzur ve Yükselme Derneği bir yandan hükümet karşısındaki AP ye dışarıdan fikrî bir yön vermeyi deniyecek, bir yandan da eski Demokrat kitle arasında taraftar kazanmak yolunu takip etmek istiyecektir.

Kendilerini ortacı olarak tavsif etmekle beraber ortanın hemen sağında yer alacağı anlaşılan yeni derneğin kurulması aslında ilerideki demokratik gelişmemiz ve fikirlerin kümeleşmesi bakımından faydalı bir davranıştır.

Ayrıca bir diğer faydası da ihtilâl sonrasındaki alışkanlıklarla girişilen MDO, SDK, vs. gibi hiçbir fikrî temele dayanmıyan yeraltı faaliyetlerinin böyle teşekküller karşısında yavaş yavaş erimesi ve gizlilik dolayısiyle kamu oyuna yaptıkları etkinin azalmasıdır. Zira fikrini açıkça söyliyen ve yeraltında çalışmadığı kanaatini halka veren dernekler karşısında, sadece fikirsiz ihtilâlden bahsedip dehşet havası yaratmaya uğraşanların mahiyetleri bir mânada ortaya çıkmış olacaktır.

Nitekim bir müddet önce kurulan ve kendi konuları içinde müspet ve açık çalışan Sosyalist Kültür Derneği de Türkiyede daima birbirine karıştırılan sosyalizm ile komünizm meselelerinin daha anlaşılır hale gelmesi karşısında hayli yardımcı olmakta, demokratik düzende gerçek sosyalizmi savunanlarla, Sovyet veya Mao tipi sosyalizmin hesaplarını yayanlar yavaş yavaş su üstüne çıkmaktadır.

Ancak, şu noktaya işaret etmeden geçemiyeceğiz: Batıda ve özellikle Amerikada sayıları hayli kabarık olan bu tip siyasî derneklerin çalışmaları daima anayasanın ve kanunların sınırları içinde devam eder ve bu sınırlar aşıldığı zaman sadece kamu oyu değil, devlet kuvvetleri harekete geçer. Birkaç ay önce Amerikada sağcı bir teşekkülün hazırladığı gösteriler ve bu gösterilerde elebaşı haline getirilen meşhur General Walker’in başına gelenler henüz unutulmamıştır.

Büyük iddialarla ortaya çıkan dernek kurucularının ilerideki faaliyet sırasında siyasî tansiyonu ve Türkiyenin siyasî havasını iyi kontrol etmeleri ve özellikle kanunların sınırlarını zorlayıp huzur yerine huzursuzluk âmili olmamalarını temenni ederiz.



Ulus, 4 Mayıs 1963.

Feyzioğlu asılsız iddialara cevap verdi

Perşembe günü yaptığı basın toplantısında, çeşitli ima ve ithamları yanında, Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu hakkında da asılsız iddialar ileri süren Alparslan Türkeş’in tahrif ettiği gerçekler ortaya konulmuştur. Bu konuda bir beyanat veren Başbakan Yardımcısı Prof. Feyzioğlu şöyle demiştir: Alparslan Türkeş dün verdiği demeçte <<İnönü, yardımcısının ve İçişleri Bakanının 14 lerle temas halinde olmasından fayda görüyor>> demiş. Buna benzer bir garip iddia daha önce de ileri sürülmüş ve sayın demeç sahibi <<14 lerle temas için Avrupa’ya gittiğimi>> beyan etmişti. <<14 lerle temas>> adı verilerek büyütülmek istenen olay bundan bir yıl önce, Ortak Pazarla ilgili resmî bir vazife ile gittiğim Brüksel’de, büyükelçilik binasında o zamanki Brüksel Büyükelçiliği Müşaviri Sayın Kabibay ile karşılaşmamız olsa gerek. Brüksel’e 14 lerle temas etmek için gitmediğimi bilmem söylemeye gerek var mı, Bakanlar Kurulu kararı ile Brüksel ve Paris’e, Ortak Pazar ile yeniden müzakerelerin başlaması, konsorsiyumun kurulması ve dış yardım konularında temaslar yapmaya gittim. Bu seyahatin 14 lerle temas maksadı taşımadığı açıktır. Heyete dahil olan Dışişleri, Ticaret ve Maliye Bakanlığına mensup üç arkadaşımız ve Brüksel Büyükelçiliğimizdeki vazifelilerle, büyükelçilik binasında birkaç gün çalıştık. Bu arada, aynı büyükelçilikte müşavir sıfatı ile vazifeli bulunan sayın Kabibay’la karşılaşmamızdan ve iki Türk vatandaşı olarak konuşmamızdan daha tabii ne olabilirdi? Yabancı bir ülkede, kendi elçilik binamızda, nezaketle hoşgeldiniz diyen, bizleri hava meydanına kadar uğurlamak nezaketini gösteren, hattâ bütün elçilik mensupları ile birlikte çeşitli yurt meselelerini konuşarak yemek yediğimiz, son derecede medenî ve nazik bir vatandaşımla konuşmam dünyanın en tabii hareketidir. Bu seyahat sırasında ilk defa karşılaştığım ve nazik bir insan olarak tanıdığım Büyükelçilik Müşaviri Kabibay ile, bir defa da yurda dönüşünü müteakip Başbakanlık koridorunda karşılaştık. Birkaç dakika sohbet ettik. Kabibay’ın Brüksel’de benimle konuşması “14 ler adına Hükümetle temas>> mânasını taşımadığı gibi, benim de bir vatandaşımla tesadüfen karşılaşarak konuşmuş olmam <<14 lerle temas>> mânasını taşıyamaz. Pek tabii bir karşılaşmanın ve hiç bir gizli mânası olmayan bir sohbetin bu tarzda yorumlanmasına şaşmamak elden gelmiyor.



Ekspres Ankara, Yeni İstanbul, 8 Mayıs 1963.

Muzaffer Özdağ, Turhan Feyzioğlu’na İnönü gibi garip düşünmediği için teşekkür etti

Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu’nun <<14 lerle temasım son derece medeni bir davranıştır>> şeklinde önceki gün verdiği beyanat üzerine 14 lerden Muzaffer Özdağ, bir açıklama yaparak <<Sayın Feyzioğlu’nun böylece Sayın Başbakanlarının garip ve menfi görüşlerine katılmadıklarını görmekten memnunuz>> demiştir.

Özdağ açıklamasında Başbakan İnönü ile Feyzioğlu’nun tezada düştüklerini belirtmekte ve şöyle demektedir: “Başbakan Yardımcısı Sayın Turhan Feyzioğlu’nun 14 lerle temasları hakkında, 4 Mayıs tarihli Ulus’taki açıklamalarını ilgi ile okuduk. Feyzioğlu’nun ifade ettiği gibi son derece medenî ve nazik bir insan olan Kabibay’la buluşup konuşması 14’lerle teması bizce de tabiî bir harekettir. Sayın Gürsel’in 11 Ekim 1961 de Radyodan defalarca yayınlanan bildirisinde belirtildiği gibi, 27 Mayıs’ın yapıcıları olan askeri ve sivil hizmetlerinde millet menfaatini ve devlet şerefini hassasiyet ve vekarla koruyan, Birinci Millî Birlik Komitesinin yeminlerine ve hedeflerine daima sadık ve bağlı üyeleri 14 lerle temas, elbette <<Dünyanın en tabiî hareketi>> son derece medeni bir davranıştır. Bizi teyit ve halkı aydınlatan açıklamaları için kendilerine teşekkür ederiz.>>



Adalet, Başmakale, 8 Mayıs 1963.

Yaşasın Demokrasi

Halk Partisinin müşterek grubunda yaptığı konuşmadan sonra Başvekilin uğradığı yalanlama hücumu çok az siyaset adamının karşılaştığı ölçüdedir. Bu yalanlama hücumunu Başvekil hemen ertesi gün radyoya verdiği bir beyanat ile evvelâ kendisi, kendisine karşı açmıştır. Grupta hakkında takibat yapılan Kemalist ordusunun Ondörtlerle 22 Şubatçıların eseri olduğu hakkındaki tevil götürmez beyanlarından, ertesi gün birdenbire caymıştır. Adli takibata mevzu olan bir hâdise ile ilgili olması sebebile, Kemalist ordusu hakkında bir söz açmadığını ve kimseyi itham etmediğini beyan etmiştir. Fakat Başvekili 22 Şubatçıların başı Talât Aydemir ve Ondörtlerden Alparslan Türkeş boş bırakmamışlar, çok ağır beyanlar ile, artık laf kontrolünü kaybettiği anlaşılan Başvekile sert bir dille acı bir ders vermişlerdir.

Türkeş, Başvekilin adalet cihazını tesir altında bırakmak gayesile delilsiz, vesikasız ithamlar yapmak ve sonra bulunduğu mevkiin masuniyet siperleri arkasına sığınmak suretile her zaman baş vurduğu şarkvarî baskı usullerinden birine müracaat etmiş olduğunu da sözlerine eklemiştir. Bunlar, Başvekilin gruptaki beyanlarının bir kısmının hiç söylenmemiş olsa bile, tamamile asıldan ve esastan arî olduğu hakikatını ortaya çıkarmıştır. …



Zafer, Başmakale, 8 Mayıs 1963.

Önemli bir Beyanname

Albay Türkeş, Ondörtlerden bir kısmının da düşüncelerine tercüman olmak suretiyle, ikinci beyannamesini, bir basın toplantısında yayınlamış bulunuyor. Denilebilir ki, Bayram öncesinin en önemli siyasî hareketi budur. Gerçi beyanname, Halk Partisi iktidarından çeşitli suretlerle nimetler toplayan bazı basın mensuplarının dikkat ve himmeti sayesinde, büyükçe tirajlı birkaç malûm gazetede pek kısa gösterilmiştir ama, muhteva bakımından birçok önemli gerçeği kucaklar bir vasıf arzetmektedir. Bu arada şu da denilebilir ki, ihtilâl sabahı, Devlet Radyosu mikrofonunu eline geçirmiş olan Albay, bu beyanname içerisinde, hem o sabah söylediklerinin kısa bir tekrarını yapmakta, hem de bugünkü durumdan, 27 Mayıs istismarcılığından, demokrasi fikrinin yabancı unsurlarla bulunmuş olduğundan şekvacı olmaktadır.

Filhakika, 27 Mayısın, hukuk üstünlüğünü sağlamak, lekesiz bir adalet düzeni ve medenî bir nizam meydana getirmek için yapıldığını belirtmek lüzumunu duyan beyannamede:

Bugün millet kaderinde sorumlu olanların, milleti bölme ve birbirine düşürme ve Devletin teminatı olan müesseseleri kendi zümrevî menfaatlerine âlet etme gayreti içinde olduklarını iddia etmek bu şikâyetin ana fikrini teşkil etmektedir. Daha sonra, <<27 Mayısı istismar etme ve demokrasi rejimine yabancı usullerle iktidar ve tahakkümünü devam ettirme>> ithamı ile, <<27 Mayısı sözde korur görünerek halk üzerinde sindirme ve baskı denemeleri yapılmakta>> olduğunu belirten bir teşhis gelmekte ve satırlar arttıkça itham ve isnadın derecesi de artarak <<kendilerini tarihin aynasında 27 Mayısa ve dolayısiyle millete karşı ağır suç işlemiş insanların şaşkınlığı, vicdan âzabı ve bunaltısı içinde görmekteyiz>> demeye kadar varılmaktadır. Daha yakın geçmişte, devamlı olarak rejim emniyeti davası güden bugünkü iktidar mensuplarını, basit çıkarlar uğruna, nizam ve asayiş prensiplerinin ayaklar altına alınmasını hoş görmekle suçlamayı da ihmâl etmeyen genç mütekait, idarenin çeşitli vasıf ve hasletler meyanında, faziletli olmasının da arzulandığına işaretle, Parlâmentoyu ve idareyi uyanıklığa, milleti de kendi kaderinde sorumlu kıldığı evlâtlarını yakından murakabeye dâvet etmektedir.

Bunlar, şimdiye kadar, çeşitli yollardan gidilerek belirtilmiş olmakla beraber, bir defa da tek bir beyanname içerisinde toplanmış ve özellikle, Albay Türkeş tarafından söylenmiş olunca, tesirsiz sözler addedilemez. Nitekim, bayram mesajlarında da, bu beyannamenin az veya çok tesirine rastlanılmıştır.

Görülmektedir ki, Ondörtlerden bir kısmı, 27 Mayıs sahipliği konusu üzerinde bugünkü iktidar aleyhine nevama bir dâva ikame etmiş durumdadırlar. Dâvanın ispat etmek istediği hususlardan biri de, 27 Mayıs ilkeleriyle Halk Partisi emellerinin birbirine aslâ karıştırılmaması gerektiğidir. Bu arada 27 Mayıs’ın ne olduğu, ne olmadığı meselesi üzerinde bir mutabakata varmak ve onun Halk Partisi çıkarına bir hareket sayılmasında ne büyük zararlar doğacağı hususu üzerinde de ehemmiyetle durmak lüzumunun hissedildiği anlaşılmaktadır.

Bizce, herşeye rağmen, bu beyannameyi basına vermek, muhtevayı teşkil eden fikirler bakımından ziyade, bizatihi hareket olarak önemlidir.

Albay Türkeş, Bayram öncesinde, bu harekete neden geçmiştir? Cevap isteyen sual budur.

Denilebilir ki, askerî sektördeki son tevkifleri müteakip İsmet Paşanın Ondörtlerle 22 Şubatçıları itham eden sözlerine, sıcağı sıcağına , fleş nev’inden kısa cevaplar verilmiş ve arkasından bu dopdolu beyanname hazırlanarak, asılsızlığı kısaca belirtilen ithamlar izale edilmek istenilmiş ve bilmukabele, madde zikri suretiyle ithamlara geçilmiştir. Yahut, hareketin maksadı bundan ibaret değildir de bir de şu vardır: Belki de, son zamanlarda fazla yıprandığı görülen ve iktidara hâkim olan siyasî kuvvetin bazı korku erbabı nezdinde, bir öcü heyülâsı gezdirmek istemesi, bu yoldan bir cesaret telkini ile bertaraf edilmek istenmiştir.



Son Havadis, M. Ali Yalçın, 8 Mayıs 1963.

Türkeş ve yeni Dernek…

Ondörtlerden Alparslan Türkeş ve arkadaşları bayramdan önce yaptıkları bir basın toplantısında kuracakları derneğin gayelerini açıkladılar ve bu arada emekli albay gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Ben bu yazıda Türkeş’in ilân ettiği gayeleri üzerinde duracak değilim… Öncelikle Türkeş’in açıklıkla ortaya çıkmasından bahsedeceğim.

Gerilere gitmeye lüzum yok… Türkeş, bugün dernek yolu ile de olsa siyasî hayatımıza karışmış bir insandır. Açık rejimin icaplarından olan açıklıkla ortaya çıkması demokrasi mücadelemiz için memnuniyet vericidir. Türkeş şöyle düşünür veya böyle düşünür, bu şimdilik bizi ilgilendirmez. Kafamıza uyar veya uymaz, tamamen ayrı bir meseledir bu… Temsil ettiği bir zümre varsa, dayandığı çok veya az bir kitle mevcut ise; Türkeş de bir lider veya sıradan politikacı olarak Türkiye’nin siyasî hayatında rolünü oynar. Bu çok tabiî bir haldir.

Türkeş’in ve arkadaşlarının çeşitli karanlık yollara sapmadan açıklıkla demokratik mücadeleye katılması ve kendi inançlarını yerleştirmek için çalışması yadırganmamalıdır. Bilâkis bunlar demokratik gidiş için sevindirici işaretlerdir. Türkeş ve arkadaşları; Türk vatandaşı olarak memleketin siyasî kaderi üzerinde rol sahibi olmak isteyeceklerdir. Yarın dernekten partiye geçebileceklerdir. Taraftarları olacaktır, muarızları bulunacaktır. Belki biz de Türkeş’in inandıklarına inanmayacağız, ama mevcudiyetlerini inkâr edemeyeceğiz. Bir çok politikacımızın cesaret ederek yapamadığını Türkeş grup’u yapmaktadır. Ve bu gayret politika hayatımıza yepyeni bir şekil ve vuzuh verecektir. Kim kimdir, ne nedir, anlaşılacaktır. Türkeş’in etrafında pek çok politikacı toplanacağa benziyor. Muhtelif partilerdeki bu politikacıların kimler olduklarını ve neler düşündüklerini anlayacağız. Partilerin içerisindeki şüpheler, gürültüler, patırtılar Türkeşçilerin açıklığı sayesinde meydana çıkacak ve siyasî çelişmeler azalacaktır. Demokratik hayatımıza bu açıklığı getirdiği ve hizmet ettiği için Türkeş’in iyi bir iş yaptığına kaniiz.


Son Havadis, M. Ali Yalçın, 13 Mayıs 1963.

Türkeş ve yeni dernekleri…

Geçenlerde bu konuda bir yazım çıkmıştı. Türkeş’in açıklıkla ortaya çıkmasının demokratik rejim için kazanç sayılabileceğini izaha çalışmıştım. Bu yazı münasebetiyle okuyucularımdan beş, on mektup aldım. Bir tanesi müstesna, hepsi de aynı fikirde olduklarını beyan ediyorlardı. Bunlardan yalnız bir kişi; heyecanlı bir ifade ile bana çatıyor. Okuyucum; mezkûr yazıda Türkeş’i methettiğim kanaatine varmış!.. Hayret etmemek elde değil; ancak bana aynı konuya temas fırsatını verdiği için bu heyecanlı muhterem okuyucuma teşekkür ederim.

Efendim; herkesin malûmu olduğu üzere, memleketin parlâmanter rejim ile idare edilemiyeceği fikri bazı kimselerde mevcut.. Zaman zaman bazı hareketlerin olacağına dair haberler kulaktan kulağa yayılmakta ve bu arada son yıllarda isimleri duyulan bazı kişilerin liderliklerinden bahsedilmektedir. Açık rejim içerisinde kapalı oyunların mevcudiyeti memleketini seven herkesi endişeye sevkeder. Onun için kim, hangi fikir ve kanaatte olursa olsun meydana çıkmalı, demokratik nizama uygun şekilde mücadelesini yapmalıdır. Gizli hareketlerin faydası yoktur, zararlıdır. Açık hareketlerin demokrasileri yeşerttiği malûmdur. İşte bu açıdan meseleyi mütalâa ederek Türkeş’in resmî bir teşekkülün başında fikir ve kanaatlerini savunmasını tabiî buluyoruz. Gizli faaliyetleri olanlar var ise; onlarında meydana çıkarak Anayasa ve kanunlar müvacehesinde çalışmalarını arzulamaktayız. Politikanın açıklıkla yapılması, demokrasinin şartı olduğuna göre, herkesin fikrini serbestçe söylemesinde fayda vardır.

Gelelim ikinci meseleye… Muhterem okuyucum Türkeş’i methettiğimi sanmış.. Haşâ.. Ve hiç bir zaman böyle bir düşünce bendenizde mevcut olamaz. Böyle bir şeyin vukuu; ancak onun kendi şahsını hazmetmek, fikirlerini benimsemekle mümkündür. Hepimizin çok iyi tanıdığı, nereye, hangi yolla gitmek istediği malûm bir insanın bu gazetede propagandasının yapılacağını sanmak biraz insafsızlık olur. Yalnız bizim önemle üzerinde durduğumuz, Türkeş ve arkadaşlarının açıkça ortaya çıkmalarıdır. Fikirleri ne olursa olsun, taraftar bulur veya bulmaz, açık mücadeleden zarar gelmez. Demokrasinin tam mânasiyle yerleşmesini istiyorsak, açıklık içerisinde olmalıyız.


Yarın, 9 Mayıs 1963.

Türkeş’in yıldönümleri

Bugün Türkiye2de huzursuz bir adam dolaşmaktadır. Bir zamanların <<Kudretli Albay’ı>> Alparslan Türkeş, içindeki huzursuzluğu bastırabilmek için yeni bir teşebbüse geçmiş, Huzur Derneği adı altında bir teşkilât kurmak için hazırlıklar yapmaktadır. Her adımını hesaplayarak atan -tek hesapsız adımını MBK içinde atmış ve kendini MBK dışında bulmuştur- Türkeş, Dernek kuracağını açıkladığı basın toplantısını 3 Mayısta yapmış, Derneğin açılışını da 19 Mayısa bırakmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, bu tarihler tesadüfî seçilmiş günler değildir. Zira, bir zamanların moda hareketine karışan ve Ülkü ve Kültür Birliği tasarısıyla o moda civarından ayrılamadığı anlaşılan Türkeş ve arkadaşları 1945’in [1944] 3 Mayısında tevkif edilmişler, aynı ayın 19’unda da devrin Cumhurbaşkanı tarafından geri bir zihniyetin temsilcileri olarak ilân edilmişlerdi.

Şimdi aynı tarihleri yeniden kullanıyor ve Türk siyasî hayatına bir kere daha girmeği deniyordu.

Türkeş’in bugün içinde bulunduğu huzursuzluk yeni bir şey değildir. Emekli Albay, daha genç iken kafasının içine giren bazı fikirleri benimsememiş ve Türkiye’nin dışında -taa Orta Asya’da yaşayan Türkleri birleştirmek sevdasına kapılmıştı.

27 Mayısta iktidara geçici olarak el koyan Silahlı Kuvvetlerin temsilcilerinden biri haline gelince de yavaş yavaş daha belki de Harp Okulu talebesi iken benimsediği fikirleri tatbik sahasına koymağa gayret etmişti. Ancak, kendisinin ve etrafındaki bir takım MBK üyelerinin bazı meseleleri halledene kadar iktidarda kalmak fikri, diğer arkadaşları tarafından benimsenmeyince 13 Kasım hareketi olmuştu.

İlk teşebbüsler

Nasıl 27 Mayısı takip eden günlerde bir kısım CHP liler komitecilerin bir kısmıyla temas ediyorlardıysa, bazı CKMP liler de diğer bir kısmıyla temas imkânı aradılar. Bu arada 1960 Kasımının ilk günlerinde Yeni Mahallede bir evde yapılan toplantıda Türkeş ve bazı ideal arkadaşları seçimlerde CHP nin karşısında olacak bir parti kurmak üzere fikir teatisinde bulundular. Bu arada toplantıda bulunanlardan CKMP Genel İdare Kurulu üyesi Mustafa Kepir -eski bir askerdir- diğerlerini kendi partisi içinde birleşmeğe ve kuvvetleri dağıtmamağa davet etti. Sonunda bu tez yerinde görüldü. Toplantıdakilerin tamamı siyasî bir partiye girmek kararı aldıkları zaman CKMP’ye girmeğe söz verdiler. Bu sözü ilk tutan Türkeş’in Başbakanlık Müsteşarlığı yardımcılığına getirdiği emekli Albay Fuat Uluç oldu. Bundan sonra Türkeş’in CKMP ile temasları başladı.

Uluç Türkeş’i Bölükbaşı ile görüştürdü. Hattâ dostluklar ilerledi. Bir gece Kudret Gazetesini beraberce ziyaret ettiler. Kudret o zamanlar CKMP nin organı durumunda idi. Fakat, Bölükbaşı’nın partisine hâkim görünmesi Türkeş’i ürkütmüştü. Oysa, partiye kendisinin hâkim
olmasıydı.

Bölükbaşı da CKMP den ayrıldıktan sonra Türkeş memlekete dönünce bu temaslar tekrar başladı. Bayramdan birkaç gün evvel Uluç vasitasiyle tekrar CKMP Türkeş temasına yol açıldı. İlk toplantı Hazım Dağlı’nın evinde oldu. Fakat bu defa CKMP’nin başında bütün CKMP’liler gibi demokrasiye inanan ve ihtiyatlı oluşu ile şöhret yapan bir başka lider vardı. Grupta birkaç taraftar bulmasına rağmen Dinçer Yörük ve Genel İdare Kurulunun büyük çoğunluğu Türkeş’in demokrasiye inandığına dair imtihanlar vermesini ve bu imtihanlardan başarı göstermesini şart koştular. Bu teşebbüs de akim kalmıştı.

Türkeş bir taraftan siyasî demarşlar yaparken diğer taraftan da isminin unutulmaması için faaliyet gösteriyordu. Muzaffer Özdağ’ın Türkeş’i tenkid eden bir genci tabanca ile cevaplandırmak teşebbüsünden iki gün sonra Türkeş İnönü’yü bol bol tenkid ettiği basın toplantısında Huzur Derneği kuracağını açıkladı. Tabiî kendi siyasetlerinin de Gaulle’e benzediğini de ağzından kaçırdı.

Aslına bakılırsa Türkeş Turancılığı artık bırakmıştır. Daha modern bir siyasî politika güdülmesi gerektiğine inanıyordu. Meselâ Ahmet Soekarno’nun güdümlü demokrasisi iyi bir örnekti. Fakat Türkeş siyasî rakiplerinin istismarını önlemek için şarktan değil batıdan bir örnek vermişti. Gerçi sonra Kennedy’ye de kendine benzetti ama onun gönlü Sokarno’da idi.



Vatan, Mehmed Kemal, 10 Mayıs 1963.

Şimdi de ortacı olmuş…

Palanga: Meydanda yalnız bir yeni dünya görülür. Zurna Pişekâr havası çalar. Pişekâr meydana gelir, dört yanına çifte temennah ile selâm verir.

Pişekâr – Efendim cümleten sefalar getirdiniz. (Zurnacıya dönerek) Aman benim pehlivanım…
Zurnacı – Ve buyur benim pehlivanım, şahbazım.
Pişekâr – Bu da hesap değil
Zurnacı – Efendim nedir hesabın?
Pişekâr – Burnunu ye kasabın.

Ondan sonra, oynanacak oyunun adını, konusunu söyler. Oyun başlar. Herkes eğlencesini arar. Bunun adına eskiler Orta Oyunu demişler. Karagözden sonra en çok bundan hoşlanmışlar. Oyun kurallarını yazdığımız şekilde başlamış ve devam etmiştir. …

Bugün de orta oyununa çıkmış olanlar var. Kendilerinde bazı güçler, bazı kuvvetlerin sahibi olmalar vehmediyorlar. Hattâ bunlar basın toplantısı adı altında orta oyununa çıktıkları zaman, bunların oyunculuklarını unutup, eski gerçek güçlerini var sanan kimseler kıyama bile duruyorlar.

Bu oyunculardan biri de Pişekârları ile birlikte Alparslan Türkeş’tir.

Bir zamanlar kudretli iken, işlerin tadını kaçırdığını unutarak, şimdi de, huzuru koruyacağım diye, memleketin huzurunu kaçıracak bir dernek kurma çabasındadır. Hem de onu memleketin bir kurtuluş savaşına başlangıç tarihi olan 19 Mayıs’ta kurmak istiyor. Türkçülüğün, Turancılığın sömürücülüğünden bir sonuç alamayınca, şimdi de 19 Mayıs ve Atatürk sömürücülüğünden işe başlıyor. Böylesine adamlar için yenilgi, ne bitmez tükenmez bir zevkin adıdır. Sırtı minderden kalkmıyan somun pehlivanlarına benziyor.

Türkeş memlekete huzur getirecekmiş… Pahalı dövizle yurtdışı görevine çıkarken ardında hangi huzuru koymuştu da şimdi dönünce bulamadı. Kudret biraz daha elinde olsaydı, köşe başlarına sıkıştırdığı polis rejimini Alman SS leri gibi sokaklara salacaktı. Kasalar onda, bazubentli adamlar ondaydı. Neredeyse bir kanunla onları belgeleştirecekti de… Sözlerine kulak verdiniz mi, hep küçük rütbeli subay savunucusu oluyor. Henüz olgunluğa erişmemiş gençlik toplantılarında besinini arıyor. Böyleleri duygu sömürücülerdir. Avlanacak yerleri iyi bilirler. Romanya’da Kodrano da, Türkeş gibi köşelerde şikârını arardı.

Ne sağıymış, ne solcuymuş, ortacıymış… Şuna açıkça orta oyuncusuyum desene. Sağcı da, solcu da değilsen bir şey değilsin. Hem bu çatık kaşlı albay ihtilâlin plancısıyım diye tenhalarda öğünür. İhtilâl ve ihtilâlin plâncısı. İhtilâl dediğin bir amaç, bir erek için yapılır. Devrilen adamlar da senin gibi orta oyununa çıkan, ortacılardı. Madem sen de onlar gibisin ne diye bir ihtilâl yaptın? Var olan düzeni niye yıktın? Eskiden böyleleri ile:

Ne sağcıyım ne solcu
Futbolcuyum, futbolcu…

Diye alay ederlerdi. Şimdi kendisi alay lakırdısını kendisi buldu:

Ne sağcıyım ne solcu
Ortacıyım ortacı.

Anlaşılan daha çok ortalarda gezineceğe benzer.



Ulus, Cihad Baban, 11 Mayıs 1963.

Bir samimiyetsizlik vesikası

Arefe günü gazeteler Alparslan Türkeş’in beyannamesini neşrettiler. Beyannamenin altında Alparslan Türkeş imzasının bulunmasına rağmen Albay çoğul olarak konuşuyordu. Bu cemi ifadede onun kimler desteklemekte idiler? Bu belli değildi, 27 Mayıs İhtilâlinin spiker Albayı anlaşılan şimdi esrarengiz olmayı tercih ediyordu.

Bu beyannamenin hiç önemi olmayan birinci paragrafını atlayacak olursanız, ikinci paragrafında şöyle bir ifade ile karşılaşırsınız!

<<Bizler 27 Mayısın yapıcısı ve sahipleri olarak onun asil gayelerini tekrar etmekte büyük faydalar görüyoruz. Bundan önce yayınladığımız beyannamede belirttiğimiz gibi 27 Mayıs hiç bir parti ve zümreye karşı veya herhangi bir şahıs, zümre veya parti lehine bir hareket olarak yapılmamıştır. Çünkü o Türk milletini bir bütün olarak kabul eden ve millî birliği korumayı esas vazife sayan milletin özü Türk silahlı kuvvetlerinin eseridir. 27 Mayıs partizan bir hareket olmayıp tamamiyle millî birliği, iç barışı ve hızla kalkınmayı sağlayacak bir ihtilâl olarak hazırlanmış ve yapılmıştır.>>

* * *
Evvelâ kendisinden, kendisine atfettiği bir imtiyazı geri almak istiyoruz. Kendileri neden 27 Mayısın sahip ve yapıcısı olmaktadırlar. Bunu öğrenebilir miyiz? Kendilerinden çok evvel yıktıkları rejim ile mücadeleye girmiş insanlar bu memlekette çoktu ve onlar da bu memlekette hukuk rejimini, adalet düzenini, medenî bir nizamı meydana getirmek için uğraşıyorlardı. Hapishanelere giriyorlardı, ekmeklerinden, geleceklerinden oluyorlardı. O sıralarda Türkeş beyin ruhunda sinekler uçuyordu. Eğer o insanlar, mücadelelerini kendilerini feda edercesine yapmamış olsaydılar, Türkeş beyin 27 Mayıs sabahı tereyağından kıl çeker gibi netice istihsal etmesi mümkün olur mu idi?

Yalnız Türkeş beyle o mücadeleyi yapanlar arasında bir fark vardı. Türkeş beyin elinde silâh mevcuttu, o mücadeleye kendisinden evvel atılan isimsiz kahramanların silâhları yoktu. Eğer Türkeş’in elindeki silâh meşru bir âlet haline gelmişse bunun sebebi kendisinin ruhunda pireler uçarken o devrin zulmüne karşı halkın ve vatandaşın o millî kıyama kalkmış olmasıdır.

Eğer 27 Mayıs meşru ise bunun tek sebebi millî iradeye dayanmış olmasıdır.

Millî iradeyi temsil etmeyen ihtilâl hareketleri, eşkiyalıktan başka bir şey değildir. Gaspın en kötüsüdür. Çünkü bu gasp millî iradeyi gasbetmektedir. Emekli Albay Türkeş’in belki hatırına gelmemiştir. Onun için kendisine hatırlatalım: Meşru idarelerde bir nizam seçimle değişir, onu zorla değiştirmek, ancak milletin evvelâ zımnî, sonra açık iradesiyle yapılırsa meşru olur.

Türkeş’in ihtilâl yapmak için eline aldığı silâh; bu milletin alınteriyle elde edilen silâhtır. İşlettiği tank, kürek seslerinin birleşmesinden meydana gelen tasarrufla alınmıştır.

Hattâ Alparslan Türkeş yok mu? Onun yetişmesi, rütbe alması, okuması, hastalıklardan kurtulması, gibi olaylar da yine milletin varlığı sayesinde olmuştur.

Millet Alparslan Türkeş’in eline, <<Beni sınırlarda koru, düşmana karşı siyanet et>> diye silâh verecek, onu genç yaşından itibaren bu mukaddes vazife için yetiştirecek, sonra o milletin iradesi değil kendi iradesi ve ihtirasını tatmin için o silâhı milletin kalbine çevirecek, buna da ihtilâl yaptım diyecek! Bunun adı ihtilâl olmaz, düpedüz insanı ipe götüren eşkıyalık olur.

Onun için eğer 27 Mayıs meşru ise onda Türk milletinin de eseri ve emeği, iradesi var olduğu için meşrudur. Böyle olunca da, Emekli Albay Türkeş’in ortaya çıkıp 27 Mayısa sahip çıkması fazla bir iddia olur.

Bunun dışında bir başka çelişme üzerine de Emekli Albayın dikkatini çekmek isteriz. Kendisi dışardaki mukaddes vazifesinden Türkiye’ye döndüğü zaman, bir gazete başyazarı şöyle bir iddiada bulunmuştu, <<Türkeş demişti, ihtilâle son zamanda katıldı, baktı ki, ihtilâl açıkça Demokrat Parti aleyhinde bir istikamet takip etmektedir, O, yürüyen ihtilâlin tekerleğine çomak sokmak istemiş ve onun üzerine bu işe 27 Mayıs’tan bir iki gün evvel katılmış, çok da faydalı olmuştur.>> Bu yazı çıktıktan sonra, biz bir iki gün beklemiş ve Albay Türkeş’in mânevî ve siyasî hayatını yerle bir edecek böyle bir iddianın resmen ve inandırıcı bir şekilde tekzip edilmesini istemiş, bu tekzip gelmeyince de Albayın dikkat nazarını çekmek üzere bir makale yazmış, fakat bu makaleye rağmen Albay Türkeş o yazarın sözlerini tasdik ve tasvip etmiş olacak ki, hiç bir tepki göstermek lüzumunu duymamıştır.

Eğer Gökhan Evliyaoğlu’nun iddia ettiği ve Albay Türkeş’in de uyarmamıza rağmen benimsediği gibi bu ihtilâlin tekerleğine çomak sokmak için bu dâvaya katılmışsa kendisinin yeri, 27 Mayısın civarı bile değildir. Yapıcısı ve sahibi olmak hiç bahis konusu olmaz, basın toplantısında bir İngiliz gazetecisinin sorduğu suale verdiği cevapta iddia ettiği gibi Atatürkçü hiç olamaz, çünkü Atatürk, 27 Mayısı sabote etmek niyeti ile bu dâvaya katılan bir insanın yüzüne bile bakmaz.

* * *
Şimdi, bu kadar samimiyetsizlik içinde bocalayan bu zat karşımıza geliyor ve bize milliyetçilik dersi veriyor. Ona nazaran milliyetçilik Türk milletine karşı duyulan sevgi onun yükselmesini istemek imiş! Kendisine nazaran bu milliyetçilik Halk Partisinin yalnız programında yazılı imiş. Onun tarif ettiği milliyetçilik 30 milyon Türkün ruhunda olan duygudur. Halk Partisi bundan çok fazlasını yapmıştır ve yapmaktadır. Adalet Partisine kur yapmak için hor gördüğü Halk Partisi 27 Mayıstan sonra bile memleket için doğru telâkki ettiği kararları bu kararlar antipatik dahi olsa tatbikten çekinmemiştir. Huzur istiyorum! diye ortaya çıkan Türkeş 13 Kasımdan bu yana bu milletin huzurunu bozan unsurlardan biri olmuştur. Bunu yaparken Türk milletine sevgi duyduğunu ve onun huzur içinde, istikrar içinde yükselmesi icap ettiğini hiç düşünmemiştir.

27 Mayısın sahibi olarak ortaya çıkarken sayısız tehlikelere maruz kalan, feragat ve fedakârlığın binbir nümunesini veren fakat elinde devletin silâhı bulunmayan vatandaşlarını hatırına bile getirmemiştir. Türk milletini sevmenin milliyetçilik olduğunu söyleyen emekli albay, Türk milletinin oyuna, kanaatına hiç kıymet vermeden onu bir sürü gibi idare etmenin lüzumuna inandığı için memleket dışına gitmeğe mecbur olmuş ve sevdiği milleti hor gördüğü ve kendisi o milletin fedakârlığı ile yetişmiş olmasına rağmen kendisini o milletten üstün telâkki ettiği için 27 Mayıs inkılâbını yapanların arasından ayrılmıştır.

Kurmak ve yaratmak istediği sistem Türk milletinin temayüllerine uymadığı için o daima yabancı bir cisim olarak kalmıştır. Meselenin doğrusu şudur: O bal gibi demokrat parti iktidarının yerine geçmek için ihtilâle katılmış fakat, o ihtilâlin içinde mevkiini koruyamayınca Demokrat Parti müdafii kesilmiştir. Bu hareketin adı dünyanın neresinde olursa olsun samimiyetsizliktir.

Türkeş’in samimiyetsizliği bundan ibaret de değildir. Sırası geldikçe beyannamesini okumağa devam edeceğiz ve bu samimiyetsizliği nerelere kadar ileri götürdüğünü daha iyi anlamaya çalışacağız.


Ulus, Cihad Baban, 12 Mayıs 1963.

Sihirli değnek ile kalkınmanın sırrı

Türkiye’yi sür’atle kalkındırmak için Türkeş, kimsenin hatırına getiremediği (!) bir çare bulmuştur. Bunu, bir gazetecinin sorusu üzerine şöyle izah ediyor.

<<Biz kalkınmak için finansman imkânlarına bağlanmayı doğru bulmuyoruz. O zaman Türkiye’nin kalkınmasını sağlamak için yüz yılların geçmesi gerekir. Esas olan, yapılacak şeyleri halka anlatmak, mal etmek, benimsetmek ve halkın desteğini kazanmaktır. İktidarların göremediği nokta budur. Halkımızın esas görüş ve yaşayışını değiştirip ona yeni bir hayat felsefesi vermektir.>>

* * *
Başta bizimkiler olmak üzere, bütün dünyadaki hükümetler, anlaşılan hep budala insanlardan mürekkep olmalı ki, Türkeş’in, anlatmak, benimsetmek ve halkın desteğini kazanmak, kelimeleri ile özetlediği şu kalkınma sırrını bir türlü keşfedememişlerdir. Türkeş, halka ne anlatacak, anlattıktan sonra onun görüş veya yaşayışını sihirli bir değnekle nasıl değiştirecek ve ona nasıl yeni bir hayat felsefesi verecek? Bunu merak ediyoruz! Bu iş bu kadar kolay olsaydı şimdiye kadar dünyada geri kalmış tek millet kalmazdı.

Yirminci yüzyılın sonuna geldiğimiz şu sırada ve atom çağının onsekizinci yılında kalkınmanın çarelerini arayanlar iki yoldan giderek tek bir neticede karar kılmışlardır. Tek netice millî istihsali her alanda artırmaktan ibarettir. Buna ulaşacak iki yol ise şunlardır: Ya hürriyet içinde bütün imkânları teşvik ve seferber etmek, yahut demirperde veya Franko rejiminde yapıldığı gibi, halkı zor kullanarak devletin amaçlarına doğru sürüklemek. Biri komünizm, diğeri faşizm. Her ikisinde de finansman vardır. Birinde devlet yardımcı olur, özel teşebbüsü harekete geçirir, serveti adil bir dağıtma yoluna gider, diğerinde ise finansman, yani kalkınmada veya istihsaldeki sermaye unsurunu devlet kendi elinde tutar.

Sermaye unsurunu kendi elinde tutan sitemler, istihsalin diğer unsuru olan emeği, serbest iradelerle harekete geçirmektense, zor kullanarak işletirler, yani emeğe verilmesi icap eden hakkı vermez, bu suretle az sermaye ile çok iş görmek isterler, tıpkı Mao’nun Kızıl Çin’de yaptığı gibi.

Anlaşılıyor ki Türkeş, halka diyecek ki: <<Size mektep, köyünüze yol, su, memlekete fabrika, liman lâzım. Haydi bakalım bu eserler sizin olacak.. Bunun fayda ve nimetini siz göremezsiniz, çocuklarınız görecek, bende size verecek para yok.. Beklerseniz ne para sahibi oluruz, ne de kalkınma mümkün olur! Onun için, haydi marş marş iş başına!>>

Bunu vatandaş anlayacak ve bir taraftan midesinin açlığını bastırmak isterken diğer taraftan devlet mekanizması finansmana ihtiyaç duymadan, millet çalışacak!. Yani Türkeş’in rejimi, halkı halka rağmen çalıştıracak. Bittabi bu iş öyle kolayca mümkün olamayacağı için, devlet kuvvetli olacak, yani muhalefet tanımayacak, hürriyet tanımayacak ve ne zaman kavuşacağımız belli olmayan istikbâl uğrunda Türkeş’in, çalışma taburları harekete geçecek..

* * *
Böyle olunca da, totaliter memleketlerde gördüğümüz manzaralar Türkiye’de de belirecek. Bezginlik, yer altı faaliyeti, baskıdan kurtulma gayreti, yabancıdan medet umma ilh… ve bunlar arttıkça iktidarda oturan Türkeş ve arkadaşları, alttan gelecek homurtulardan büsbütün korkacakları için şiddeti artıracaklar ve böylece fasit dairenin içinde bir gün yıkılıncaya ve memleketi bütün emelleri gibi yıkıncaya kadar milletin ensesinde boza pişirecekler..

* * *
Biz bu sistemi istemiyoruz. Biz, tabiat, emek ve sermayenin ahenkli bir iş birliği halinde çalışmasını istiyoruz. Biz, Türk vatandaşının, iktidarın emrinde bir işçi olmasını değil, iktidarın yükünü paylaşan bir irade sahibi haline gelmesini istiyoruz.

Belli ki Türkeş, emniyetli ve zor olan bir yoldan gitmekten korkmaktadır. O kolay yolu tercih etmek niyetindedir.

Tarihten, faşist elebaşların uğradıkları akıbetten ders almadan, istiyor ki, devletin başına geçsin, kamçısını şaklatsın ve buyurma zevkini tatmin ederek, asri bir firavun gibi milleti çalıştırsın..

Biz ise, plânlı çalışmanın dâvacılarıyız.. Musoli’nin bacağından asıldığını, Zaimlerin, Hınnavilerin, Çiçeklilerin, Abdulkerim Kasımların, Peronların memleketlerine fenalık ettiklerini gören bu nesil, Türkiye’nin Nato’daki mevkiini idrak eden, Avrupa (İntegration) nunda vazife almak isteyen bu millet, kızıl çarların estirdikleri rüzgârın önüne düşerek hür millet seviyesinden ırgatlar kalabalığı derekesine inmek niyetinde değildir.

Biz, milli tesanüdün serbest iradelerin birleşmesiyle kurulacağına kaniiz. Bugün eğer memlekette particiliğin ne olduğunu iyi anlamayan bir takım politika esnafı yüzünden, rahatsızlıklarımız varsa, bu rahatsızlıklarımızın ancak açık hava tedavisiyle düzeleceğine kaniiz. Baskı ile, hafiye sistemi ile korku altında milli bir vahdetin kurulacağına ve bu kurulmadıkça da bir milletin kalkınabileceğine kani değiliz.

Çok şükür, hürriyet içinde plânlı kalkınma fikrinin git gide milletimiz tarafından benimsendiğini görmekteyiz. Hürriyet içinde derken, ferdin, şahsiyet kazanmasını, toplumun korkudan sıyrılıp hür vatandaş seviyesine ulaşmasını kast ediyoruz.

Hürriyet içinde kalkınma derken, Türk milletinin medenî milletler arasında mevki almasını kast ediyoruz.

Totaliter nizamın bu memleket için felâket getireceğine kaniiz. Bu sistemin bizi dostlarımızdan ayıracağını, bizi tehlikeli bir tecride götüreceğini biliyoruz. Biraz daha fazlasını biliyoruz, o da şudur: Totaliter sistemin bu günkü şartlar içinde bizi diğer totaliter milletlerden daha sür’atle tahrip edeceği ve bizi onlardan daha sür’atle felâkete doğru sürükleyecektir. Eğer bizi, bugün dostlarımız tutuyorlar, bizim kalkınmamızı istiyorlarsa, bunun, Türk milletinin hürriyete olan sarsılmaz bağlılığı yüzünden olduğu da malûmdur.

* * *
Çağımızda devlet idaresi ince bir ilim meselesi haline gelmiştir. Halka anlatmak, ona eserini mal etmek gibi yuvarlak sözlerle bu işin yürümediğini 27 Mayıs öncesi idare isbat etmiş bulunuyor. Eğer Türkeş’in devlet idaresi konusunda bu yuvarlak sözlerden ve param parça olmuş totaliter rejimler edebiyatından başka söyleyeceği söz, ileri süreceği yapıcı fikir varsa, bu fikirlerini milletin istifadesine arz etmesini bekleriz. Yoksa, biz ahlâkcıyız, teknikçiyiz, ülkücüyüz diye bir sürü mefhumu alt alta sıralamakla, bir milletin karnının doymayacağını kendisine haber vermek isteriz. Biz hürriyet içinde plânlı kalkınmayı fiilen tatbik ediyor ve netice alıyoruz. Acaba Türkeş’in bu plânlı kalkınma hakkındaki fikri nedir?


Son Havadis, Orhan Seyfi Orhon, 14 Mayıs 1963.

<<Kazalıdır uçurumlar…>>

<<Bizler 27 Mayıs’ın yapıcısı ve sahipleri olarak onun asil gayelerini tekrar etmekte büyük faydalar görüyoruz. Bundan önce yayınladığımız beyannamede belirttiğimiz gibi, 27 Mayıs hiç bir parti ve zümreye karşı veya herhangi bir şahıs, zümre veya parti lehine bir hareket olarak yapılmamıştır… 27 Mayıs partizan bir hareket olmayıp tamamiyle millî birliği, iç barışı ve hızla kalkınmayı sağlayacak bir ihtilâl olarak hazırlanmış ve yapılmıştır.>>

*
Bir basın toplantısında emekli Albay Türkeş’in söylediği yukarıdaki sözleri Ulus Gazetesi başyazısından alıyorum. Artık tekrarlana tekrarlana ezberlemeye başladığımız 27 Mayıs’ın bu izah tarzına karşı, Ulus başyazarı şiddetle cevap vermek ihtiyacını duymuştur. Haklıdır da!.. Çünkü, gerçekten bu izah, 27 Mayıs üzerine kurulan herşeyi alt üst edecek mahiyettedir.

Ateşli, seçkin bir başyazar olan Halk Partisi sözcüsü Cihad Baban dostumuz, emekli Albayın en zayıf noktasına, fakat çok tehlikeli bir tarzda hücum ediyor.

Sayın İnönü’nün dediği gibi, biz bu mücadelenin dışındayız ve sadece seyirciyiz.

*
Ulus başyazarı diyor ki:

<<Evvelâ kendisinden, kendisine atfettiği bir imtiyazı geri almak istiyoruz. Kendileri neden 27 Mayısın sahip ve yapıcısı olmaktadır? Bunu öğrenebilir miyiz? Kendilerinden çok evvel yıktıkları rejim ile mücadeleye girişmiş insanlar bu memlekette çoktu.>> Devam ediyor:

<<Eğer o insanlar mücadelelerini kendilerini feda edercesine yapmamış olsaydılar, Türkeş beyin 27 Mayıs sabahı tereyağından kıl çeker gibi netice istihsâl eylemesi mümkün olur muydu?..>>

Bunun cevabını, verebilirse Albay versin!.. Bu cihet bizi ilgilendirmez. Yalnız İnönü’nün kılıcını kullanan Cihad Baban arkadaşımızın, hasmına çok şiddetli, fakat çok tehlikeli pozisyonda hücuma geçtiğini söylemek zorundayız. Çünkü Halk Partisi bununla şimdiye kadar aksini iddia ettiği bir şeyi itiraf etmiş oluyor:

- Biz ihtilâlin dışındayız!..

Demişti. Bu sözüyle, dışında değil… Büsbütün içinde, hattâ başında olduğu anlaşılıyor. Eski iktidar, muhalefete itiraz ederken: <<İhtilâl metodu kullanıyor!>> diye şikâyet etmişti. Demek doğruymuş! 1950 den beri siyasî rakibini bir ihtilâlle tepelemek istiyormuş!..

*
Ulus başyazarı, Albaya karşı daha şiddetli bir dille diyor ki;

<<Millî iradeyi temsil etmeyen ihtilâl hareketleri eşkiyalıktan başka bir şey değildir. Gasbın en kötüsüdür. Çünkü bu gasp, millî iradeyi gasp etmektedir. Emekli Albay Türkeş’in belki hatırına gelmemiştir. Onun için kendisine hatırlatalım: Meşrû idarelerde bir nizam seçimle değişir. Türkeş’in ihtilâl yapmak için eline aldığı silâh; bu milletin alın teriyle elde ettiği silâhtır. İşlettiği tank, kürek seslerinin birleşmesinden meydana gelen tasarruflarla alınmıştır.>>

Yine çok şiddetli bir hamle, fakat çok tehlikeli bir pozisyon!.. Halk Partisi bu ihtilâli hazırlamıştır. Doğru! Millî iradenin tasvip etmediği bir ihtilâl şakavet olur. O da doğru! Fakat, 27 Mayıs’tan sonraki seçimde Halk Partisi millî iradeyi temsil eden oyların ancak yüzde otuz beşini alabilmişti. Bu da doğru!..

*
Bu tarzda bir polemiğin yapabileceği feci ihtilatları düşünüyorum.

Bu tartışma bana, vaktiyle Tevfik Fikret’le Rıza Tevfik’in arasında manzum bir münakaşada, Fikret’in şu mısraını hatırlattı.

<<Kazalıdır uçurumlar yakın dolaşmayalım!..>>


Ulus, Cihad Baban, 15 Mayıs 1963.

Not:
Eski dostum Orhan Seyfi Orhon Son Havadis’teki köşesinden, bana iltifatlı bir çıkış yapmış; Türkeş’in demeci dolayısiyle yazdığım yazılardan tehlikeli mânalar çıkarmaya teşebbüs etmiş… Diyor ki, <<Sen 27 Mayıs İhtilâlinin millî iradeye dayandığını söylüyorsun, halbuki Halk Partisi % 35 oy aldı, bu demektir ki, bu ihtilâl millî iradeye dayanmamaktadır.

Günlük yazı yazmağa mecbur olan insanlar bazan böyle mantıklarını zorlarlar ve olanı değil, gönüllerinde yaşatmak istediklerini vâki zannederler. Hassas şairlerde bu illet daha bâriz olarak görülür.

Orhon unutmuş olacak! Referandum, dişe dokunur çoğunlukla milletin 27 Mayısı tasvip ettiğini bildirdi.

Gümüşpala ve arkadaşları eski devrin gayrimeşru olduğunu ve 27 Mayısı tasvip ettiklerini yuvarlak masa konferansında teyit ettikleri gibi, her buhranlı anda da bunu tekrarlamaktan zevk duydular. Şu halde Orhan Seyfi’nin milletin Halk Partisine oy vermemiş olanlarını 27 Mayısa muhalif gibi göstermesi yersiz ve haksızdır… Eski tâbiriyle bir görüş galatıdır.

Benim yazımdan CHP nin ihtilâlin içinde olduğu anlamını çıkarması ise bir nevi, gayrimeşru idrak zorlamasıdır.

DP idaresinin tasarruflarına karşı mücadele etmek başka şeydir. Fiilî ihtilâl yapmak gene başka şeydir. Orhan Seyfi dostum, Halk Partisi ile mücadele halindedir. Bu ihtilâl hazırlığı yaptığı mânasına gelir mi?

Beni yazımla ilzam edeyim derken, kendisinin AP yi 27 Mayıs düşmanı olarak göstermesi, savunuculuk görevinde gayret fazlalığından strateji hatâsı yapmasına yol açmış… Olur böyle şeyler!.


Son Havadis, Orhan Seyfi Orhon, 17 Mayıs 1963.

Bir Anlaşmazlık!

Geçen günkü: <<Kazalıdır Uçurumlar…>> başlıklı yazıma Ulus başyazarının bir not halindeki cevabını okudum. Pek değerli Cihad Baban dostumla aramızda bir fikir ve prensip ihtilâfı yok. Sadece bir anlaşmazlık var! Ben sayın Halk Partisi sözcüsünün karşısına bir muarız olarak çıkmamıştım. Albay Türkeş’e karşı, 27 Mayıs’ın anlamı üzerindeki mücadelelerin dışında duran bir müşahittim.

Ateşli bir mizaca sahip olan arkadaşımın hasmına şiddetli hamlelerini seyrederken, tehlikeli pozisyonlar aldığını söylemek istiyordum. Zannederim ki bunda hiç haksız değilim!

Çünkü sayın Cihad Baban, emekli Albayın en çok ihtilâle sahip çıkışına öfkeleniyordu: <<27 Mayıs ihtilâlinin yapıcısı ve sahibi>> diye konuşan Albaya, evvelâ bu imtiyazı elinden alacağını söylüyordu. Kendisinden çok önce bu rejimin yıkılışını Halk Partisinin hazırladığını iddia ediyordu.

İhtilâl, böylece kıvama geldikten sonra Albayla arkadaşları -kendi tâbirini kullanayım!- tereyağından kıl çeker gibi neticeyi ele geçirmişlerdi. İşte, işaret etmek istediğim birinci tehlikeli pozisyon budur!

*
Şimdi, pek değerli dostum o kudretli, cerbezeli kalemiyle bu tehlikeli durumu, bir söz mahareti göstererek benim aleyhime çevirmek istiyor.

DP idaresinin tasarruflarına karşı mücadele başka şey, ihtilâlin başka şey olduğunu söyleyerek: <<Orhan Seyfi dostum Halk Partisi ile mücadele halindedir. Bu ihtilâl hazırlığı yapmak mânasına gelir mi?>> diyor.

Hayır, gelmez! Fakat şimdiye kadar bir çok defa yazdım, dünkü yazımda da tesadüfen tekrarlamış bulunuyorum, ben Halk Partisi iktidarını gayr-ı meşrû saymıyorum. Meşrû bir iktidarı pek şiddetli sözlerle de olsa tenkit etmekle, gayr-ı meşrû bir idareyi yıkmaya çalışmak ayrı şeylerdir. Arkadaşımın sözünü kendisiyle beraber tekrarlayayım: Çünkü meşrû idarelerde iktidar ancak seçimle değişir!

*
Bir ihtilâlin millî iradece tasvip edilmeden meşrû olamayacağına gelince, benim de kendisi kadar bunda tereddüdüm yoktur. Yalnız Albayla mücadelede bu hamle yine tehlikeli bir pozisyondur.

Bu tasvip ne zaman olmuştur? Dostumun, Anayasa referandumunu öne sürerek itiraz edeceği hatırıma gelmişti. Fakat insaf edeceğini ummuştum. Çünkü bunun hangi şartlar altında yapıldığını hepimiz hatırlarız. Hukukça bu tarzda izaha imkân bile olsa, o sırada verilen oyların asıl hedefi sivil idareye geçmekti. Halk, ihtilâlden kurtulmak için sabırsızlanıyordu. Başka türlü ihtilâl idaresi devam edecekti.

*

Halk Partisinin on senelik yıkıcı mücadelesinin halkın oyuna sunuluşu, asıl 15 Kasım seçimlerinde olmuştur. Bu yüzden değil midir ki bugün bile Meclis dışındaki kuvvetlerle desteklenmeden iktidarda duramıyor. Büyük ve zengin kadrosuna, aydınları avucunda tutmasına, basına, meslek teşekküllerine hâkim olmasına, hattâ çok ateşli, çok cerbezeli, çok değerli Cihad Baban gibi bir sözcüsü bulunmasına rağmen koltuk değnekleriyle yürümektedir.

*
Ama, bütün bunlar bahis dışıdır. Ben sadece dostumun hasmına şiddetli hamlelerle hücum ederken, tehlikeli pozisyonlar alışına dikkatini çekmek istemiştim. Aramızda bir fikir ve prensip ihtilâfı yoktur. Bir küçük anlaşmazlık oldu, o kadar!..



Yeni Gün, 14 Mayıs 1963.

Başbakan İnönü: <<İhtilâl olmayacağına, buna kimsenin kudreti yetmeyeceğine, onun gözü kapalı heveslileri de boyun eğmiş görünüyorlar. Bütün mesele şimdi, çok kolay ve bir noktada düğümlenmiştir. Siyasî hayatımızda sorumluluk duygusu ile verimli bir çalışma dileği. Vatandaşa bu siyasî sükûneti verebildiğimiz zaman bütün düşünülen siyasî, iktisadî, içtimaî reformlar ve ilerlemeler ârızasız ilerliyecektir.>>


Yeni Gün, 18 Mayıs 1963.

İnönü: İhtilâl ihtimali kalmamıştır.


Ekspres Ankara, 18 Mayıs1963.

Türkeş AP ve CHP’nin ithamlarını reddetti
Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği 27 Mayıs’ta açılacak

Tüzük üzerindeki çalışmalar tamamlanamadığı için Türkiye Huzur ve Yükselme Derneğinin 19 Mayıs’taki açılışının 27 Mayıs’a bırakıldığını belirten Alparslan Türkeş Ekspres’e verdiği özel bir demeçte AP ve CHP kanadından kendilerine yöneltilen ithamları reddetmiştir.

<<Memleketin meseleleri ile meşgul olmayı şahsi çekişmelere girişmekten daha ziyade uygun ve doğru bir hareket saymaktayız.>> diyen Türkeş, Gökhan Evliyaoğlu ve Cihad Baban tarafından şahısları etrafında yapılan tefsirlerin gerçekle ilgisi bulunmadığını belirterek şunları söylemiştir: <<Bunlar hakikatle ilgisi olmayan yanlış tefsirler ve sözlerdir. Her iki partiye mensup bazı şahsiyetler kendi indi mütalâalarına göre bir takım fikirler ileriye sürmektedir. Halbuki esas olan bizim yaptığımız beyanlardır. Memlekete geldiğim zaman İstanbul’da yayınladığım bir numaralı beyanname ile geçenlerde yayınladığım iki numaralı beyannamede bu ihtilâlin ne maksatla yapıldığını ortaya koymuş bulunuyorum. 27 Mayısın yapıcılarından hiç kimse de bugüne kadar bu beyannamelerde ileri sürmüş olduğumuz gaye ve maksatları red etmemişlerdir. Biz, yaptığımız her şeyin sorumluluğunu ve sahipliliğini kabul ettiğimiz açıkça beyan etmiş durumdayız. Bu böyle olduğu halde son günlerde bazı yazarların kendi kendilerine yapmaya çalıştıkları esassız yorumlar iyi niyete dayanmayan şeylerdir. Kendilerinden ileri sürdüğüm fikirleri tenkit eden ve bizi aydınlatmaya yarayacak, ortaya attığımız objektif görüşleri geliştirmeye yardımcı olacak fikirler beklerken onlar fikirlerimize hiç temas etmeden baştan başa şahsiyatla dolu yazılar yazılmaktadır. Bunlara verilecek cevabımız yoktur. Çünkü, memleketin dâvaları ile meşgul olmayı şahsî çekişmelere girişmekten daha uygun ve doğru hareket saymaktayız. Fikirlerimizi tenkit ederek bize aydınlık verecek ve daha güzel fikirler tavsiye edecek vatandaşlarımızı şimdiden teşekkür ve minnetle karşılayacağımızı belirtiriz.

İhtilâle çomak sokanlar bu gün bütün milletçe öğrenilmiş belli olmuş kimselerdir. Onun millete mal etme ve normal seyrinde yürütme yolundan sapıtanlar bugün hakiki 27 Mayısçıları bir takım tertiplerle gözden düşürmek çabasına koyulmuşlardır. Fakat, bu menfur gayretlerle milleti ve gençliği aldatamayacaklardır. Bizim ise, 27 Mayıs’ı yapmaya ve onu yürütmeye başlıca kaynak teşkil etmiş olan ülkü, inanç ve cesaretimiz daha da kuvvetlenmiş olarak ruhumuzda yanmaktadır. Hiçbir tertip ve suikast bizleri yıldıramıyacak ve yolumuzdan döndüremiyecektir. Daima millet ile beraber ve milletin kurtuluşu için çalışacağız.>>


Milliyet, 18 Mayıs 1963.

Türkeş “Yeni liderlere ihtiyaç var” diyor

Alparslan Türkeş: <<Anlamadıkları şudur: Milletin, şimdiye kadar büyük bir iştiyakla ihtiyaç ve isteklerini sağlamıya muvaffak olamamış ve yıpranmış liderler yerine yeni liderlere ihtiyacı vardır. Hâlen ortada bulunan liderlerin memleketin hızla kalkındırılması için ileriye sürdüğü yeni bir fikir ve doktrin mevcut değildir. Bunlar ondokuzuncu yüzyıl devlet idaresi zihniyetini temsil eden şahsiyetlerdir. Bugün dünya atom ve fezâ çağına girmek üzere bulunmaktadır. Yeni gelişmelerin ışığında yeni bir görüşle halka yönelmek ve onun güvenini sağlıyarak memleketi kalkındırma faaliyetlerine hızla girişmek lâzımdır.

Bugünkü liderler ve onların tutumu ve sürat temposiyle memleketin meselelerinin kaç yüz senede bir çözüme bağlanacağını kestirmeye imkân yoktur. Bâzı kimselerde beliren halkı ihmal ederek halka rağmen iş görüleceği yolundaki temayüller de çok hatalı ve tehlikelidir.>>



Zafer, 15 Mayıs 1963.

Türkeş Kayseri cezaevini ziyaret edecek

27 Mayıs’ın asıl sahibi olduğunu iddia eden 14 lerden Emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve arkadaşlarından bazıları bu hafta içinde Kayseri’ye giderek Bölge Cezaevini ziyaret edeceklerdir. Türkeş, beraberinde münfesih Birinci Millî Birlik Komitesi Üyesi ve Tokyo Büyükelçiliğimizin sabık müşaviri emekli kurmay yüzbaşı Muzaffer Özdağ ve diğer arkadaşları olmak üzere iki günlük bir seyahat yapacaklardır. Bildirildiğine göre, Türkeş ve arkadaşları Kayseri’de Bölge Cezaevini ziyaret ederek burada mahkûm olan bazı dostları ile görüşeceklerdir. 14’ler Hey’eti Kayseri’den avdet ettikten sonra 19 Mayıs günü açılışı yapılacak olan derneklerinin merasiminde hazır bulunacaklardır.


Dünya, 17 Mayıs 1963.

Kayseri - Türkeş’e ait olduğu sanılan bir beyanname ele geçti. Gizli beyanname için savcılık harekete geçti.

Yurdun çeşitli yerlerinde dağıtıldığı anlaşılan ve Alparslan Türkeş’e ait olduğu belirtilen gizli bir beyannamenin Kayseri’de bir matbaada basıldığı bugün Emniyet Müdürlüğünce tesbit olunmuştur. Şehrimize Boğazlıyan ilçesinden geldikleri anlaşılan ve henüz kimlikleri açıklanmayan şahısların bu beyannameleri sanayi mıntıkasında pedalla çalışan Sanayi Matbaasında bastırdıkları anlaşılmıştır. Matbaada arama yapan siyasî polisler dağıtılmak üzere olan dizgi kalıpları ile pedal şasesi kartonuna yanlışlıkla basılarak henüz imha edilmemiş olan karton üzerindeki beyannameye el koymuşlardır. Beyanname metni soruşturma sonuna kadar gizli tutulmaktadır. Olaya Kayseri Savcılığı el koymuştur.


Son Saat, 17 Mayıs 1963.

Basılırken ele geçen beyannameler Türkeş’e mi ait?

Alparslan Türkeş’e ait olduğu zannedilen ve yurdun birçok yerinde dağıtıldığı anlaşılan beyannameler ele geçirilmiştir. Kayseride bir matbaada basıldığı anlaşılan beyannameleri Kayseri Emniyet Müdürlüğü memurları ele geçirmiştir. Kayseri’nin Boğazlıyan ilçesinden geldikleri anlaşılan ve hüviyetleri açıklanmayan şahısların bu beyannameleri pedalla çalışan Sanayi Matbaası makinelerinde bastırdıkları anlaşılmıştır. Matbaada arama yapan polis henüz imha edilmemiş beyanname kalıplarını bulmuştur. İlgililer beyanname metnini gizli tutmaktadır. Kayseri savcılığı olayla ilgili tahkikata önemle devam etmektedir.


Son Baskı, 18 Mayıs 1963.

Alparslan Türkeş 27 Mayıs’ta konuşacak

İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği 27 Mayıs şehidi Turan Emeksiz’in şehit düştüğü Hürriyet Meydanına bir anıt dikecektir. 27 Mayıs Pazartesi günü Turan Emeksiz’in büstü Tabiî Senatörler, gençlik teşekkülleri ve mülkî askerî erkanın iştiraki ile yapılan bir törenle açılacaktır. Bu arada 27 Mayıs Bayramı hakkında konuşma yapacak hatipler günün mana ve ehemmiyetini belirterek 27 Mayısı doğuran sebepleri, gençliğin bunu yaşatacağını açıklayacaklardır.

Tabiî senatörlerden ayrı olarak ilk defa 14 lerden Türkeş ve Kabibay’ın konuşması törene ayrı bir ehemmiyet verecektir.


Yeni İstanbul, 18 Mayıs 1963.

Alparslan Türkeş bugün Kırıkkale’ye gidiyor

Ankara 17 - Kurmay Albay Alparslan Türkeş, bugün bazı gazetelerde hakkında çıkan haberlerin asılsız olduğunu bildirmiştir. Türkeş, 18 Mayıs Cumartesi günü öğleden sonra vaki davet üzerine Kırıkkale’de olacağını, Kayseri’ye gitmeyi ise düşünmediğini söylemiştir.

Bir gazetede “Kayseri’de Türkeş’e ait olduğu sanılan beyannameler ele geçti” başlıklı haber için de Türkeş şöyle konuşmuştur: “Bana ait olduğu ve yurdun her tarafında dağıtıldığı söylenen gizli beyannamelere gelince biz yurda döndüğümüzden beri, ne yapmak istediğimizi, neler yapacağımızı gerektiği zaman açık açık söyledik. Gizli işler ve beyannamelerle ilgimiz yoktur ve olamaz. İcap ettiği takdirde fikirlerimizi ve söylemek istediklerimizi açık açık kamuoyuna sunarız.”


Yeni İstanbul, 19 Mayıs 1963.

Türkeş: ‘Millî beraberlik için çalışıyoruz’ dedi

Kırıkkale 18 - Bugün Kırıkkale Türk Ocağı İdare Heyeti tarafından dâvet edilen Alparslan Türkeş ve arkadaşları saat 15 de şehrimize gelmişlerdir. Türkocağı üyeleri ve halk tarafından karşılanan Türkeş ve arkadaşları doğruca ocak binasına giderek halkla sohbet etmişlerdir.

Ocak idare heyeti üyesi avukat Abdurrahman Dağ kısa bir konuşma yaparak “Kırıkkale Türk milliyetçiliğinin kalesidir. Türkeş’i 1942’den bu tarafa tanıyoruz ve takip ediyoruz. Türk milliyetçiliğine bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da büyük hizmetlerde bulunacağına bütün vatandaşlar gibi inanıyoruz ve güveniyoruz” demiştir.

Türkeş kendisine gösterilen samimî ve sıcak alâkaya teşekkür ettikten sonra Türk Ocaklarının tarihî fonksiyonundan bahsetmiş ve daha sonra seyahatin gayesini, Türkiye’ye dönmüş oldukları zaman vermiş oldukları beyanatta da izah etmiş oldukları gibi vatandaşlarla konuşmak, görüşmek ve onların dert ve dileklerini tespit etmek üzere tertip ettiğini belirtmiş ve “Esas olan sizlerin konuşmalarıdır. Konuşacaksınız, bizler dinliyeceğiz ve daha sonra sizlerin bizlere sormak istediğiniz soruları bizler cevaplandıracağız.” demiştir.

MİLLİYETÇİLİĞİNİ UNUTAN MİLLETLER MAHVOLUR

Ocak salonunda bulunan bir vatandaş Türkeş’e “sizce milliyetçilik mi, yoksa sosyalizm mi bir millet için elzemdir?” şeklinde bir soru sormuştur. Türkeş’in soruya verdiği cevap şu olmuştur: “Bunlar geniş ve ilmî konulardır. Birkaç cümleyle kestirip atmak imkânsızdır. Bizim anlayışımıza göre mensup olduğu milletin refah ve saadeti, huzuru ve güvenliği için çalışmaktır. Bizim milliyetçiliğimizin sosyalizmle asla alâkası yoktur.”

Diğer bir vatandaş da Türkiye Huzur ve Yükselme Derneğinin kuruluş gayesinin açıklanmasını istemiştir. Türkeş buna “Derneğin hazırlıkları ile meşgulüm. Derneğin gayesi, yanlış tutumları neticesinde düşman kamplara ayrılmış bulunan vatandaşların durumlarını ele almak ve bunu izâle etmek, milletimizin bir an evvel kalkınması için ne gibi tedbirler alınmasını vatandaşlarla temas ederek tespit etmeye çalışıyoruz. Her memlekette olduğu gibi Türkiye’de de fikirlerinin benimsenmesi için vatandaşlarla konuşup onları ilmin metodlarıyla hakikatlere ulaştırmak ve bunlar benimsendikten sonra fikirlerin tatbik sahası bulabileceğine inanıyoruz. Vatandaşların benimsemediği, inanmadığı ve güvenmediği fikirler ne olursa olsun tatbik kuvveti bulamaz ve muvaffak olamaz. İşte biz sizlerle konuşup arzu ve emellerinizi öğrenerek bunları kendi görüşlerimizle birleştirip umumun malı olması için çalışmaktayız” cevabını vermiştir.

Bundan sonra Türkeş konuşmasına devamla derneğin ana gayesinin 9 prensipine temas etmiş, bunları kısaca izah etmiştir. Diğer taraftan Türkeş, hürriyetçilik mevzuuna temas etmiş ve hürriyetçilik anlayışını şöyle özetlemiştir. “Toplumun gelişmesinde hürriyet esastır. Fakat bunun anarşiye yol açacak bir hürriyetçiliğe götürülmesine taraftar değiliz. Bizce hürriyetçilik Birleşmiş Milletler Anayasasının da kabul ettikleri hürriyetleri hürriyet anlayışımız içerisinde görmekteyiz. Siyasî hürriyet, ekonomik hürriyet, sosyal hürriyet, korkudan kurtulma hürriyeti, sefaletten kurtulma hürriyeti gibi hürriyetlerin hürriyet anlayışımızın bünyesi içerisinde zarurî olarak bulunmasına ve tahakkuk ettirilmesine inanıyoruz.”

MUSTAFA KAPLAN KONUŞUYOR

Türkeş’ten sonra vatandaşların ısrarı üzerine Türkeş’in arkadaşları da konuşmuşlar ve Kurmay Yarbay Mustafa Kaplan söz alarak Türkeş’in görüşlerinin hepsine iştirak ettiğini bildirdikten sonra, “Türkiye bugün bir var olma veya yok olma mücadelesi içindedir. İşte bizler bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’nin ve Türk Milletinin var olması için hizmete atılmış bulunuyoruz. Her birimiz bu yolda çalışacağız. Elbette Türkiye ve Türk Milleti bundan sonra da var olacaktır. Buna inanıyoruz.” demiştir.

Daha sonra CKMP milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu da kısa bir konuşma yaparak, derneğin gayelerini izah etmiş ve Türk milletinin her şeyden önce huzura kavuşması ve elele vererek Türkiye’nin kalkınması için çalışmaya ve beraber olmaya ihtiyacı olduğunu söylemiş ve “Bizim birlik içerisinde olmamızı istemeyen dahilî ve haricî düşmanlarımıza fırsat vermemek için kin ve garazdan azade olarak elele vermemizin zamanı gelmiştir. Kötüleri ezmek değil iyi yola getirmek, ıslah etmek lâzımdır” demiştir.

Konuşmalardan sonra Alparslan Türkeş, Numan Esin, Mustafa Kaplan, Ahmet Er, Rifat Baykal, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, CKMP milletvekili Mustafa Kemal Erkovan ve Konya milletvekili İrfan Baran salonda bulunan vatandaşlarla birlikte ocaktan çıkarak şehri gezmişler, işçi vatandaşlar, tüccar ve sanatkârlarla görüşmüşlerdir.

Zafer – Türkeş ve beraberindekiler, Kırıkkale’ye gelirken yer yer halkın tezahüratiyle karşılanmıştır. Kırıkkale seyahatinde gazeteciler de refakat etmiştir. Türkeş, Türkocaklarının tarihî faaliyet ve hizmetlerinden bahisle yeni kuracakları derneğin prensiplerini açıklamıştır. Yılanlıoğlu’nun konuşmasını müteakip Kırıkkale Türkocağının şeref defteri Türkeş, Kaplan, Baykal, Esin ve diğer misafirler tarafından imzalanmıştır. Türkeş şeref defterine <<Kırıkkale Türkocağını bugün büyük bir sevgi ile ziyaret ettik. Memleket kültürüne ve milliyetçiliğine bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da yararlı hizmetler yapmasını diler, üyelerine sevgilerimizi iletiriz.>> Temas ve ziyaretlerini ikmal eden Türkeş ve arkadaşlarına bir Kırıkkaleli, sizi dinlemek isteyenler bu kadar değildir, deyince Türkeş <<Bir katre deryayı temsil eder>> diyerek alâkalarına teşekkür etmiştir.

Son Havadis - Türkeş’in derneğine 15 milletvekili iltihak etti. Türkeş ve arkadaşları Kırıkkale’ye gitti. CKMP milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu şunları söylemiştir. <<Kuracağımız derneğin adı Türkiye Kalkınma ve Hareket Derneğidir. Parlâmentodan da 10-15 arkadaş derneğin kurucusu olarak aramızdadır. Rejimin ve demokratik nizamın yerleşmesi ilk maksadımızdır. Atatürk ilkelerine bağlıyım ve milliyetçiyim diyen bir kısım insanlar memleketi birbirine düşürmek gayretleri içindedirler. Bu, vatana ihanettir. Dağdaki çobanın bile benimsediği demokrasinin yerleşmesi için yola çıktık. Ve bir kervan kurduk. Bu kervanın kurucuları mert, cesur ve kararlı insanlardır.>>



Adalet, 20 Mayıs 1963.

Türkeş, bazı suallerimize cevap vermedi

Arkadaşlariyle birlikte “Türkiye Huzur ve Hareket Derneği” nin kuruluş hazırlıkları ile meşgul bulunan Alparslan Türkeş, dün kendisiyle evinde görüşen bir arkadaşımıza, Derneklerinin Türkiye çapında gelişeceğini ifade etmiştir. Türkeş, <<Çok partili siyasî hayata ve iktidarların seçimle değiştirilmesi prensibine bağlılık şart mıdır, milletin umumî arzusu, hissiyatı, kederi ve vefa duygusiyle istihza olunmasını tasvip eder misiniz?>> şeklindeki sorumuz karşısında, <<Bu soruları cevaplandıramıyacağını>> ifade etmiş ve bu sırada evinde bulunan Rifat Baykal’ı yanına çağırarak ona bu soruları nakletmiştir.

Türkeş, bundan sonra kendi dernekleri hakkında şu açıklamayı yapmıştır.

“1- Millî ihtiyaç ve temayüllerin göstereceği istikamette, demokrasi düzeni içinde hızla yükselip milletçe refaha ulaşılması için gereken müşterek hedef ve ilkeleri araştırmak ve yaymak.
2- İç barışa, vatandaşlar arasında kardeşçe münasebete engel olan hususları tesbit ederek, ilmin rehberliği ile gidermek çarelerini araştırmak ve bütün çarelerin milletçe benimsenmesi için uğraşmak ve uygulamasını kolaylaştırmak.
3- Fert ve cemiyet münasebetlerinin, dayanışma, huzur ve yükselme hedef ve ilkelerine uygun olarak cereyanına yardım etmek.
4- Memleket iktisadiyatının hızla gelişmesi için Devletin ve ferdî teşebbüsün bütün imkânlarını en uygun şekilde kullanmayı sağlayacak tedbir ve metodları araştırmak.”

Alparslan Türkeş, evinde arkadaşlarından büyük saygı görmekteydi. Şık kıyafeti içinde dinamik ve neşeli olan Türkeş, arkadaşımıza <<Yine görüşelim>> ve <<Esasen görüşmek için yeni gelişmeler olacak>> demiştir.


Ankara Ekspres, 14 Mayıs 1963.

<<Vaziyet çok vahim>> diyen İnönü’nün Grupta Mebuslara tavsiyesi: “Her şey olabilir Ankara’yı terketmeyin”

Başbakan İsmet İnönü bu sabah CHP gruplarını olağanüstü bir toplantıya çağırarak <<Vaziyet çok vahimdir. Seçime hazır olunuz.>> demiştir. İnönü olayların üç gün içinde kendini belli edeceğini de bildirmiştir. Türkiye’de önümüzdeki üç gün içinde çok önemli gelişmelerin olabileceğini söyleyen Başbakan İnönü, olayların hangi istikamette gelişeceğini anlatmamış, kendisinin de ne yapacağına karar veremediğini de ifade etmiştir. Bu üç gün içinde CHP lilerin sükûnetlerini kaybetmemelerini ve Ankara’dan ayrılmamalarını muntazaman Meclise gelmelerini isteyen Başbakan <<Hadiseler geliştikçe bilgiler vereceğim. Hep burada olunuz, seçime hazır olunuz. Vaziyet çok vahimdir. Tekrar ediyorum çok vahimdir. Ve çok kritiktir, herşey olabilir, dikkatli olunuz, sükûnetinizi muhafaza ediniz. Çok uğraşıyorum. Ve çok çaba gösteriyorum. Şimdi size daha fazla bir şey söyleyecek durumda değilim. Bu şartlar altında neler yapılabilirse yapılmasına çalışıyorum.>>

Yeni Gün, 15 Mayıs 1963.

İnönü: Vaziyet çok vahimdir. Her şey olabilir.


Ekspres Ankara, 15 Mayıs 1963.

1.Gün
İnönü “3 gün içinde herşey olabilir” demişti: Hiç Bir Şey Olmadı


Ekspres Ankara, 16 Mayıs 1963.

2.Gün
İnönü “3 gün içinde herşey olabilir” demişti: Dün de vahim durumu gösteren bir olay olmadı


Ekspres Ankara, 17 Mayıs 1963.

3.Gün
İnönü “3 gün içinde herşey olabilir” demişti: Son gün de çok sakin geçti


Yeni Gün, 18 Mayıs 1963.

İsmet İnönü: İhtilâl İhtimali Kalmamıştır
Gruptaki sözlerim dışarıya yanlış aksetmiştir. Piyasada endişe yoktur.


21 Mayıs 1963
Akşam – Ankara’da gece bir ihtilâl teşebbüsü bastırıldı
Cumhuriyet – Dün gece yarısı Ankara’da silâhlı bir ihtilâl hareketi oldu
Cumhuriyet (2. baskı) – Gece girişilen ihtilâl hareketi bastırıldı
Dünya (2. baskı) – Ankara’da ihtilâl teşebbüsü bastırıldı
Ekspres (2. baskı) – T. Aydemir Kaçtı
Ekspres (3. baskı) – Kaçan İhtilâl Lideri Talât Aydemir Yakalandı
Ekspres Ankara - Ordu Rejimi Kurtardı
Hareket (3. baskı) – 9.15: Ateş devam ediyor
Hergün – Kaçan Talat Aydemir Aranıyor
Hergün (2. baskı) – Aydemir Harb Okuluna Sığındı
Hergün (3. baskı) – T. Aydemir Yakalandı
Hürriyet – Talât Aydemir ve arkadaşlarının İhtilâl Teşebbüsü
Medeniyet – Ankarada dün gece bir isyan bastırıldı
Milliyet - Teşebbüs Bastırıldı
Milliyet (3. baskı) - Aydemir Kaçtı
Son Baskı (2. baskı) – T. Aydemir Yakalandı
Son Saat (2. baskı) – Aydemir Tutuldu
Tercüman – Dün gece ihtilâl teşebbüsü oldu
Ulus – Demokratik rejime karşı olan bir hareket bastırıldı
Yeni İstanbul – Ankarada hükûmet ve rejim aleyhine askerî bir harekât oldu ve bastırıldı
Yeni Sabah - Talât Aydemir’in İsyan Teşebbüsü Bastırıldı

Hürriyet 22 – Aydemir ile Türkeş tevkif edildiler. Ankaradaki Bilânço 7 ölü, 24 yaralı.
Vatan 22 - Bir İhtilâl Teşebbüsü Bastırıldı - Talat Aydemir Yakalandı
Yeni Gün 22 – İsyan bastırıldı. Talat Aydemir tevkif edildi
Zafer 22 - Asi elebaşları yakalandı




Ekspres, 21 Mayıs 1963 (3. baskı).

Kaçan ihtilâl lideri T. Aydemir Yakalandı

Yaralı olarak saat 12.25 de Çankırı yolunda tutulan asi emekli Albay idam edilecek

Vali, harekâtı biliyorduk dedi. Gece yapılan Hükûmet darbesi ile ilgili olarak bu sabah kendileriyle görüştüğümüz İstanbul Valisi Niyazi Akı bize şunları söylemiştir. <<Böyle bir hareketin yapılacağını biz daha evvelden biliyorduk. Ve ona göre de tedbirlerimizi almıştık. Hattâ 19 Mayıs günü İstanbul Radyosunun kapısında bir hareket olacağı anlaşılınca yetişen inzibat kuvvetleri duruma hakim olmuştur.>>


Akşam, Oğuz Akkan, 21 Mayıs 1963.

Aydemir’le 10 gün evvel konuştum. Aydemir “şu anda benden başkasının kuvvetli olduğunu sanmıyorum” demişti.

<<İhtilâlciler Anlatıyor>> başlıklı yazı serimizin hazırlanması sırasında Talât Aydemir’le de görüştük. 10 gün önceydi. Aydemir gayet sakin sorularımı cevaplandırıyor ve şöyle diyordu: <<22 Şubatın fiilî lideri benim. Şu anda da başka bir şahsın kuvvetli olduğunu sanmıyorum.>> Bilâhare 27 Mayıstan öncesi ve sonrasile bilhassa 22 Şubatla ilgili sorularıma cevap vermeye başladı: …


Ekspres, 22 Mayıs 1963.

Türkeş ve arkadaşları da teker teker toplandılar

Aydemir sinir krizleri geçiriyordu. Ve nihayet isyan lideri Talât Aydemir üzerinde 16 saat taşıdığı üniformasiyle teslim oldu. 22 Şubat ve 21 Mayıs günlerinde isyan ederek hükûmeti devirmek isteyen âsî Albay bu sefer de kuvvetli bir şamar yiyerek kaçmış olduğu evde yalvarış bakışları arasında hükûmet kuvvetlerine kendisini teslim etti.

Nasıl Kaçtı ve Nasıl Yakalandı

İsyanın başarısızlığa gittiğini gören Talat Aydemir resmî üniformasiyle Harbokulunun arka kapısından 952 model Chevrolet marka bir arabaya binerek kaçmıştı. Bu arada Harbokulunun bahçesinde müsademe olmaktaydı. Bir müddet ara sokaklarda başı boş dolaşarak vakit öldüren Aydemir bu arada da arabanın radyosundan devamlı olarak radyoların neşriyatını can kulağıyla dinlemekteydi. Hattâ bir aralık korkusundan bayılır gibi oldu. Sinir krizi geçiriyordu. Arabayla sokaklarda gayesiz dolaşan âsî lider bazı kimseler tarafından görüldüğünü anlayınca tam gaz olarak Küçükesat’a gitmişti. Zira burada 22 Şubatçılardan arkadaşı Yarbay Tekin Pakoba’nın evi bulunmaktaydı. Heyecanla kapının zilini çalıp eve girdi. Kaçak lider yine burada da eve girerken tanındı ve durum Merkez Kumandanlığına bildirildi.

Derhal hazırlığa başlayan Merkez Kumandanlığı ile polis teşkilâtı bir ekip meydana getirerek evi sarmağa gitmişlerdir. Evi derhal saran emniyet kuvvetleri, polis teşkilâtından komiser Abdürrezzak Yardımcı ve iki arkadaşı kapıyı ev sahibine açtırarak içeriye girdiler.

Üst katın koridoruna çıkan Abdürrezzak, solda rastladığı odanın kapısını bir anda açarak odaya yıldırım gibi girdi.

Bu arada Talât Aydemir şaşkınlık geçirmiş ve rengi bembeyaz olmuştu. Komiser <<Sizi kanun namına tevkif ediyorum. Bizimle geleceksiniz>> diyordu. Aydemir o anda yarı resmî yarı sivil olduğu için müsaade istedi ve sivil elbiselerini giydi. Talât Aydemir’in soyunduğu üniformadan başka yanında boş bir tabanca kılıfı da bulunuyordu.

Abdürrezzak ve arkadaşları ile Merkez Kumandanlığının ekipleri derhal bir jeepe lideri bindirmiş ve Birinci Şubeye götürmüşlerdir. Bir müddet sonra Birinci Şubeye yüksek rütbeli subaylar gelerek ifadesini aldılar. Bundan sonra ekipler dağılarak isyana iştirak edenleri teker teker toplamaya başladılar. Âsî lider adaletin pençesinden kurtulamıyarak böylece teslim olmuştur.

İsyandan birkaç gün evvel bir gazeteci ile konuşma yapan Talât Aydemir şunları söylemiştir: <<Hali hazırda Türkiye’de en kuvvetli olan kimse benimdir. 22 Şubatın fiilî lideri yine benimdir. Tekrar edeyim ki şu anda benden daha kuvvetli bir kimsenin olduğuna inanmıyorum.>>

Türkeş Küfür Ediyor

14 lerden Alparslan Türkeş de ele geçmiş ve tevkif edilmiştir. Türkeş’in evi bir Albay ve 6 tomson tabancalı er tarafından kordon altına alınmış ve içeriye askerî kuvvetlerle birlikte emniyet teşkilâtından iki polis girmiştir. Türkeş önce sararmış ve heyecanından ne söylediği anlaşılamamıştır. Türkeş bir tarafta zararsız hale getirilerek evde 55 dakika devam eden bir araştırma yapılmıştır. Araştırmadan sonra Türkeş otomobile bindirilmiş ve sağına soluna ikişer tomsonlu er yerleştirilmiştir. Türkeş bir aralık elini kaldırarak bir şeyler yapmak istemişse de gayesinin ne olduğu anlaşılmamıştır. Bu arada Türkeş’i gören bir yüksek mühendis işte odur demesi üzerine sinirlenmiş ve <<seni eşşek oğlu eşşek>> diye küfür etmiştir. Mühendis Gültekin Gülây yanında bulunan bir astsubayı şahit göstererek Türkeş’ten dâvacı olmuştur.

Baykal ve Özdağ

Toplama ekipleri 14 lerden Rifat Baykal ile Muzaffer Özdağ’ı evlerine giderek yakalamışlardır. Ayrıca Talât Aydemir ile ilgisi olmaları dolayısiyle nezarete alınan 22 Şubatçı emekli subaylar şunlardır: Nihat Sertöz, Tevfik Ecemiş, Ekrem Bilgiç, Bahtiyar Yalta, İlhan Baş, Mustafa Avcı. Bundan başka yine 22 Şubatçılardan emekli subay Dündar Seyhan ve Emin Arat da dün geceki olaylarla ilgili görülerek evlerinden toplanarak nezarete alınmışlardır.

Karasapan ihtilâl karargâhını anlattı

Son hâdiseler sırasında ihtilâlciler tarafından Harbiye’ye götürülüp bir müddet nezaret altında tutulan Basın - Yayın Bakanı Celâl Tevfik Karasapan macerasını şöyle anlatmıştır: <<Saat 11.00 de partide toplantı halindeydik. İhtilâli öğrendik. Sür’atle İsmet Paşaya haber verdik. Paşa haberi ilk defa bizden aldığını ve tedbir alınacağını söyledi. Radyoda mahut beyannamenin okunmasını müteakip yeniden radyonun bizimkiler tarafından ele geçirildiğini öğrenince mes’ul Bakan olarak Radyoya gitmek üzere yola çıktım. Halkevleri Genel Merkezi binasının önüne gelince, Harbiyeliler bizi (……) Binbaşının emri ile Harbiyeye götürdüler. Orada benden başka çok kimseler vardı. Karargâhta tam bir şaşkınlık vardı. Bir çok subay, bu harekete niçin iştirak ettiklerini bilmediklerini, ihtilâl var 27 Mayıs’ı koruyacağız diye kandırıldıklarını bana söylediler. Bu arada Talât Aydemir’i sordum. Bir odada sinir buhranı geçirdiğini ve kimseyle görüşmek istemediğini söylediler. Binbaşı Alâettin Bey ihtilâlcilerin parolası olan <<Harbiyeli aldanmaz>>ı öğrenmişti. Bu parolayı söyliyerek önümüze geçti ve elimizi kolumuzu sallıyarak çıktık oradan.>>

Aydemir idam talebi ile yargılanacak

İhtilâl teşebbüsçülerinden nezaret altına alınanların sorgularına devam edilmekte olduğu bildirilmektedir. Âsî subaylar Örfi İdare Mahkemesince yargılanacaktır. Örfi İdare Mahkemesinin bugün kurulması beklenmektedir. İhtilâl teşebbüsüne girişmekle meşru Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisine, hükûmete ve Anayasaya müteveccih fiilî hareketlere başvurmak suçlarıyla Adliyeye sevkedilecek olan âsîler lideri Talât Aydemir ve arkadaşları, idam talebi ile yargılanacaktır.

Tevkif edilen asilerin tam listesi

Talât Aydemir (eski Harb Ok. Kumandanı), Alparslan Türkeş (Emekli Alb. MBK üyesi, 14 lerden), Fazıl Akkoyunlu (Emekli Yrb. MBK üyesi, 14 lerden), Rifat Baykal (Emekli Binbaşı, MBK üyesi, 14 lerden), Muzaffer Özdağ (Emekli Yüzbaşı, MBK üyesi, 14 lerden), Selçuk Atakan (Emekli Albay, eski Ankara Garnizon Kumandanı, 22 Şubatçı), Turgut Alpagut (Emekli Albay, 22 Şubatçı), Turgut Ulusoy (Eski PTT memuru), Şoför Nihat (Amerikan Sefaretinde şoför, Aydemir’in akrabası), Ekrem Birge (Ankara Radyosunda spiker), Dündar Seyhan (Emekli Albay, 22 Şubatçılardan), Emin Arat (Emekli Albay, 22 Şubatçılardan), Bahtiyar Yalta (Emekli subay, 22 Şubatçılardan), İlhan Baş (Emekli subay, 22 Şubatçılardan), Mustafa Avcı (Emekli subay, 22 Şubatçılardan). İstanbul’da da tevkif edilenlerden isimleri belli olanlar şunlardır: Emekli General Orhan Türkkan (Eminsu Derneği Başkanı), ikiz kardeşi Emekli General Selim Türkkan, Emekli Albay Cevat Kırca, Emekli Binbaşı Osman Deniz, Emekli Binbaşı Ruhi Soyuyüce. İlgililer, tevkiflerin devam edeceğini söylemişlerdir.




Son Havadis, 22 Mayıs 1963.

Kanlı ayaklanma bastırıldı - Aydemir ve Türkeş ile arkadaşları tevkif edildi…

Talât Aydemir’in tertiplediği hükûmet darbesi teşebbüsüne, Ankarada muhtelif birliklere mensup bazı subaylar ve bilhassa küçük rütbeli subaylar, Harp Okulu subay bölüğü ve zırhlı birlikler subay bölüğüne mensup küçük rütbeli subaylar iştirak etmişlerdir. Diğer bütün birlikler ve birliklerin diğer kısımları bu harekete karşı cephe almışlardır.

Gece yarısı başlayan harekât halk tarafından benimsenmemiş ve soğuk bir duş tesiri yapmıştır. Tek bir ferdin dahi müsbet karşılamadığı bu hareket, aynı zamanda bu sebeple de muvaffak olamamıştır.

Harbiyeliler yeni bir harekete teşebbüs etmek istedikleri sırada dışarıdan yeni kuvvetlerin de gelmesi bu teşebbüsü de akamete uğratmıştır. Meclis yanında olan Harbiyelilerin bir kısmı bu kuvvetleri görünce kaçmış, bir kısmı o civarda bulunan evlere sığınmaya teşebbüs etmiş, bir kısmı da askerlere arkadan ateş açmıştır. Sabah saat 8.30 sıralarında beş bin kişilik yeni bir askerî kuvvetin Radyo evi civarına gelmesi karşısında, Opera ile Dil Tarih arasını tamamen tutmuş olan Harbiyeliler, bu kuvvetlerle başa çıkamayacaklarını anlayınca teslim olmuşlardır.

Harp Okulunu, zırhlı birlikler eğitim merkezinden yüzbaşı Nüzhet Tüzünalp kumandasında bir küçük birlik teslim almıştır. Müsademe sırasında Nüzhet Tüzünalp’ın, Talât Aydemir ile görüşme talebi kabul edilmiş ve tanktan inen yüzbaşı doğruca Talât Aydemir’in odasına götürülmüştür. Ancak odaya girdiği zaman Aydemir’in orda olmadığı aracı tarafından da hayretle karşılanmış ve bu durum karşısında asiler, başları kaçtığı için teslim olmaya mecbur kalmışlardır. Bunun üzerine Harp Okulunun her tarafı, kalorifer kazan ve borularına kadar aranmış ise de Aydemir bulunamamıştır.

Yaya olarak Dikmen deresine doğru kaçan Aydemir ve arkadaşları, bilâhare ayrı ayrı vasıtalarla muhtelif istikâmetlere gitmişlerdir. Bunlardan ilk defa Turgut Alpagut ve emekli mühendis albay Galip, bilâhare de Talât Aydemir, Esat caddesinde yarbay Tekin Pakova’nın evinde yakalanmış ve doğruca Garnizon Kumandanlığına getirilmişlerdir.

Dün geceki ayaklanma sırasında bâzı esef verici olaylar meydana gelmiştir. Harp Okulu öğrencilerinin ayaklandığını haber alan Harp Okulu Komutanı Tuğgeneral Kemal Etem Okula gelmiş, içeriye girmek istemiştir. Bu sırada öğrenciler tarafından atılan bir kurşunla ayağından yaralanan Tuğgeneral ancak yaralı olarak içeri alınmıştır.

Aydemir ve Türkeş Birinci Şubede!..

Talât Aydemir’in Birinci Şubeye getirilmesini müteakip 14 lerin de evlerinde arama yapılarak, kendilerinin Birinci Şubeye getirilmesine başlanmıştır. Bu sırada 4 askerî hakim de ellerinde bir dosya olduğu halde Birinci Şubeye gelmişlerdir.

Saat 16.00 da Birinci Şubeden sivil bir komiser ve dört polis memuru, Alparslan Türkeş’in Gaziosmanpaşa Kader Sokaktaki evine gitmiştir. Son Havadis muhabiri Abdullah Uraz da polis memurları ile birlikte içeri girmiştir. Kapı çalınınca, ilk defa Türkeş’in hanımı çıkmış ve gelen memurlara ne istediğini sorduğu bir sırada Türkeş kapıya gelmiştir. Komiser Türkeş’e kendisi ile görüşeceklerini söylemiş ve Türkeş gelenleri içeri dâvet etmiştir. İçeride Birinci Şube Komiseri Örfî İdare ilân edildiğini, kendilerinin Birinci Şube memurları olduklarını, evi arayacaklarını ve sonra kendisini Birinci Şubeye götüreceklerini söylemişlerdir. Türkeş polisler evi aramak için ellerinde hakim kararı olup olmadığını sormuş ve aynı şekilde kendisini götürebilmeleri için ellerinde yazılı bir emir olması icap ettiğini söylemiştir. Memurlar gerekirse bunları getirebileceklerini, fakat vakit kaybedilmemesini istemediklerini bildirmişlerdir. Bunu üzerine Türkeş, hiç çekineceği bir şeyi olmadığını, evi istedikleri gibi arayabileceklerini söylerken eşi, heyecanlanmış, <<Hep başkası yapacak, biz mi çekeceğiz? Bizim hiç bir şey ile alâkamız yoktur. Allah büyüktür. Bizim çektiğimiz, günahımız nedir yarabbim. Evi nasıl ararlar, nasıl götürürler? Nerede Hükûmet, nerede Anayasa?..>> diye bağırmaya başlamıştır. Türkeş, eşini teselli etmiş, açık alınla dönebileceğini, memurların vazife yaptığını, tek arzusunun sıhhatlerine iyi bakmaları olduğunu söylemiştir.

Bundan sonra memurlar evi aramaya başlamışlardır. Bu arama neticesinde Türkeş’in evinden 5 küçük, 15 büyük mermi ve 64 sahifelik bir dosya alınmıştır. Bu dosyadaki evraklardan birisi Türkeş’in kurduğu Derneğin tüzüğü, diğeri de bir gazeteci için hangi tarihte yazıldığı anlaşılmayan, fakat MBK üyesi iken yazdığı ve DP nin kapatılması ile ilgili bir beyanat, diğerleri ise henüz ismi konmamış bir dergiye ait yazılar ve bu derginin dağıtımı ile ilgili bayilik şemasıdır. Bunlara ait bir zabıt tutulmuş ve polis memuru Türkeş’e zabıt için bir diyeceği olup olmadığını, bu arama ile ilgili olarak bir kayıp ve zarara uğrayıp uğramadığını sormuştur. Türkeş, maddî hiç bir kaybı olmadığını, sadece manevî zararı olduğunu söylemiş ve hiçbir şey konuşmamak için 1 saatlik bu aramada kendisini zor tutmuştur. Türkeş zaptı imzalarken, mesken hürriyetinin ihlâl edildiğini, arama kararı olmadan eve girildiğini söylemiş ve zaptın bir suretini istemiş ve alınan kâğıtların mühürlenmesini talep etmiştir.

Kendisine bu işlerin şubede yapılabileceği bildirilmiştir. Zabıt orada bulunanlara bu arada arkadaşımıza da imzalatılmıştır.

Türkeş saat 17.10 da evden çıkmış ve kapıda suçsuz ve cesurum diye bağırarak ve bir taraftan elini sallıyarak polis otomobiline binmiştir. Birinci şubenin önüne gelindiği zaman bir şahıs <<iyi yakalamışsınız>> demiştir. Türkeş bu lâfa fena halde sinirlenmiş, esasen kendisini zor tutmakta olduğundan bu sözü söyleyene küfür ederek, Birinci Şubeye girmiştir.

Bu sırada Rifat Baykal ve Fazıl Akkoyunlu da aynı şekilde Birinci Şubeye getirilmiştir.


20 Mayısı 21 Mayısa bağlayan dün gece yarısından sonra saat 00.20 sıralarında Ankara Radyosunda Türk Silâhlı Kuvvetleri Karargâhı adına, denilmek suretiyle, Talât Aydemir imzalı bir tebliğ okunmuştur. Bu tebliğde, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin idareyi ele aldığı, Millet Meclisi ve Senato’nun feshedildiği, siyasî partilerin kapatıldığı ve her türlü siyasî faaliyetlerin men edildiği bildirilmekte idi. 25 dakika kadar sık sık tekrarlanan bu tebliğden sonra 2 numaralı olarak okunan diğer tebliğde, Ankara ve İstanbul’da Örfî İdare ilân edildiği, saat 01.00 den sonra sokağa çıkma yasağı konulduğu ve çıkanlar üzerine ateş edileceği bildiriliyordu.

Bu sırada Yenişehirde Millet Meclisi civarı, Demirtepe, Sıhhiye ve Radyo evi civarında aralıklı silâh sesleri duyulmaya başlanmış ve radyo yayını kısa bir süre kesilmiştir. Saat 00.50 de Radyo’da başlayan yayında Türk Silâhlı Kuvvetlerinin duruma hâkim olduğunu belirten bir tebliğ okunmaya başlanmıştır. Ankara Garnizonu 28 nci Tümen Kurmay Başkanı Yarbay Ali Elverdi tarafından okunan bu tebliğde; bazı birliklerin normal alarm diye aldatılarak bir harekete sevkedildiği, bunların radyoyu kısa bir süre işgal ettikleri, sonradan işin farkına varan birliklerin Ankara Garnizon Komutanlığı 28 nci Tümen Kurmay Başkanlığının verdiği alarma uydukları ve radyo evinin tekrar teslim alındığı, harekete girişenlerin toplatılmasına başlanıldığı, anlatılmıştır.

Talât Aydemir gece Harb okuluna nasıl girebildi?

20 Mayısı 21 Mayısa bağlayan gece yarısından bir saat evvel Harb Okulu talebeleri ansızın yatakhanelerinden kaldırıldı. Esasen bir kısmı imtihanlar sebebiyle ders çalıştığından yatmamıştı.

Türkiyede yeni bir ihtilâlin başladığını bildiren ve Harp Okuluna sızan 22 Şubatçılar Subay Taburundan bazı talebelerle birlikte Okul Kumandanını ve ileri gelen subaylarını bir odaya kapatmışlar, bilahare subay taburunun himayesinde şehre doğru ilerlemeye başlamışlardır. Ertesi günkü fizik imtihanına çalışırken ihtilâlcilerin teşvikiyle pijamasının üstüne acele ile resmî elbisesini giyerek harekâta katılan bir âsi Harbiyeli, kendilerine 28. Tümenin de katıldığının kat’i olarak ifade edildiğini açıklamıştır. Nitekim talebeler âni olarak yatakhaneden ve dershanelerden alınarak çeşitli vaadlerle isyana teşvik edilmiştir. Harp Okulluların bir kısmı kışlık, bir kısmı yazlık, bir kısmı merasim ve bir kısmı da manevra elbisesi giymişlerdi.

Emekli Albay Talât Aydemir dün gece evinde sakladığı üniformalarını giymeden evvel bazı talebe ve muhtelif birliklerdeki küçük rütbeli subaylarla temas kurmuş, onları ihtilâl başarıya ulaştığı takdirde en azından yüzbaşı rütbesi ile birliklerin başına geçireceğini, vilâyetlere vali, kazalara kaymakam olarak göndereceğini, maaşlarının arttırılacağını söylemiştir.

Saat 02.05 te Ankara Radyosundan bir ses Ankara Garnizonu birliklerine hitap ederek Emassa plânını tatbik edilmesi emredilmiştir. Saat 02.15 te radyo tekrar susmuş ve 02.32 de tekrar İhtilâl Komitesi adına Talât Aydemir adına kısa bir tebliğ okunarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün Türkiyede idareyi ele aldığı bildirilmiştir. Bu tebliğ iki defa okunduktan sonra 02.35 te radyo tekrar susmuştur.

Saat 03.36 da tekrar yayına başlayan Ankara Radyosunda G.Kurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay’ın bir tebliği okunmuş, Silâhlı Kuvvetlerin hükûmeti desteklediği, Kara, Hava, Deniz ve Jandarma Kuvvetlerinin hükûmetin emrinde olduğu bildirilmiştir. Genel Kurmay Başkanlığının tebliğini kısa fasılalarla yayınlamaya devam ederken saat 04.50 de Ankara üzerinde jet filoları uçmaya başlamıştır. Bu sırada, Harp Okulu, Millet Meclisi civarından sık sık silâh sesleri duyulmaya başlanmıştır.

Saat 03.25 te Ankara Radyosu Orgeneral Cevdet Sunay’ın şu emrini neşretmiştir: <<Havada uçan Türk Hava Kuvvetleri tayyareleri hükûmetin emrinde olarak vazife beklemektedirler. Yolunu sapıtmış bir kısım Harbiyelilerin ve yanlış yolda olan azınlığın derhal kışlalarına çekilmelerini ve silâhlarını bırakmalarını emrederim. Aksi takdirde bütün Silâhlı Kuvvetlerle beraber yarım saate kadar Türk Hava Kuvvetleri taarruz edecektir.>> Saat 05.40 ta Ankara Radyosu, Genel Kurmay Başkanı tarafından ikinci bir radyo yayınına kadar sokağa çıkmamaları rica olunmuştur.

Aydemir Harp Okuluna Nasıl Girdi?

Talât Aydemir’in Muhafız Alayı Eski Kumandanlarından 22 Şubatçı Turgut Alpagut ile beraber harekete geçtikleri bildirilmektedir. Gece yarısına doğru Harp Okuluna giderek daha evvel peylenen nöbetçi öğrencilerin yardımıyla binaya girdikleri anlaşılan Aydemir ve arkadaşlarına bilâhare diğer öğrenciler katılmışlardır. Talât Aydemir’in bir aralık radyoevine gelmeye de çalıştığı bildirilmektedir. Ancak, yakınları kendisini bu hareketten vazgeçirmişlerdir. Bir ara radyoda okunan bir tebliğ ile Harb Okulu öğrencilerinin teslim olmaları istenmiş ve aksi takdirde bulundukları binanın hedef ittihaz edileceği açıklanmıştır. Bu konuda verilen yarım saatlik müddetin hitamında da uçaklar harb nizamında seyrederek makinalı tüfek ateş ile hücuma geçmişlerdir. Ancak uçaklardan biri Genel Kurmayın önünde yürüyen muhafız alayından bir birliğe yanlışlıkla ateş açmış ve iki er derhal şehit olmuştur. Bu erler mermilerin isabetinden sonra âdeta tanınmaz hale gelmişlerdir. Bir gazetecinin ifadesine göre ateş açılır açılmaz iki er oldukları yerden âdeta havaya doğru zıplamışlardır ve gövdelerinin muhtelif uzuvları sağa sola dağılmıştır.

Radyoevinde bütün bunlar olurken Genel Kurmay binası kısa bir çarpışmayı müteakip asilerin elinden alınmış ve Sunay makamına gelerek şifreli telsizlerle durumdan bütün yurt garnizonlarını haberdar etmiştir. Kısa bir yazışmayı müteakip bir ve ikinci ordularla üçüncü ordu hükûmete bağlılıklarını bildirmişlerdir.

Başbakan İnönü’ye durumu ilk defa kapısı önündeki kulübede nöbet bekleyen polis memuru haber vermek istemiş, ancak Başbakan polise radyoyu dinlediğini söylemiştir. İnönü’nün evi uzun süre tek polisin emniyetine kalmış, ancak iki saat sonra muhafız alayından gönderilen bir yüzbaşının idaresindeki bölüğün himayesine terkedilmiştir. İnönü daha sonra evinin kapısında bekleyen gazetecileri siyah bir elbise giymiş olarak karşılamış <<Ne oluyor Paşam>> sorusuna <<Görmüyor musunuz, muharebe oluyor! Muharebe devam ediyor!>> diye cevaplandırmıştır.

Ankara Radyosu saat 07.00 de İnönü’nün Türk milletine hitaben şu mesajını yaymaya başlamıştır: Kara, hava, deniz ve jandarma, bütün Silâhlı Kuvvetler Genelkurmaya hazır olduklarını ve bütün milletçe meşru hükûmetin emirleri altında bulunduklarını bildirdiklerini, memleketin her tarafında sükûnet olduğunu, hükûmetin asayişe hâkim olduğunu bildirmiş, sonra Harbiyelilere hitaben: <<Derhal kışlalarınıza dönünüz, devlet kuvvetlerine teslim olunuz. Kan dökülmeden yerinize dönerseniz, hiç olmazsa babalarınızı ve ailelerinizi utançtan ve felâketten kurtarırsınız.>> demiştir.

Saat 07.32’de radyo Genelkurmay Başkanı’nın şu mesajını okumuştur. <<Muhterem Ankara halkına. Tanınmayan hiçbir şahsın evlere alınmamasını rica ederim.>> Saat 08.15 te de radyo ile Ankara halkının sokağa çıkmayarak radyolarını dinlemeleri, bildirilmiştir.

Saat 08.30 da Harp Okulu Silahlı Kuvvetler tarafından işgal edilmiştir. İşgal sırasında Harb Okulunda bulunan Talât Aydemir bir kısım öğrencilerle beraber geriye doğru fundalıklara kaçmıştır.

İsmet İnönü 08.35 te beraberinde Ferit Melen olduğu halde Genelkurmay’a gelmiş ve orada Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay tarafından karşılanmıştır. Saat 08.45 te Ankara Radyosu şehirde normal durumun tamamen avdet ettiğini, ancak ihtiyatî bir tedbir olmak üzere ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulduğunu bildirmiştir. Müteakiben Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay <<Büyük milletin kaderine yapılan haince bir tasallutun bertaraf edildiğini>> bildirmiştir. Radyo ile yayınlanmak üzere Genelkurmay karargâhından bir mesaj veren İnönü özetle şunları söylemiştir: <<Gece yarısında başlayan haince tecavüz hareketi şimdi saat 09.00 da tamamen ezilmiş bulunuyor. Yöneltilen bu menfur saldırış Genelkurmayımızın şerefli komutasında imhâ edilmiştir.>>

İhtilâl çay bahçesinde hazırlanmıştı

22 Şubat Harekatlarının lideri Albay Talât Aydemir’in affa uğradıktan sonra; Ankara Ordu Evinin karşısındaki Çay Bahçesinde hazırladığı ihtilâl kan döküldükten sonra bir daha affedilmeyecek şekilde bastırılmıştır.

Neticeye ulaştıramadığı 22 Şubat ihtilâlinden sonra emekliye sevkedilen Aydemir, devamlı şekilde polis takibinde olduğunu bildiğinden uzun zaman dikkati çekmeyecek şekilde hareket etmiştir. Bunun için Ankara Ordu Evinin karşısındaki çay bahçesine hemen her akşamüstü eşi ve arkadaşları ile çıktığından bu hareketi gittikçe tabiî karşılanmış ve çay bahçesine geldiği müddetçe takip edilmez olmuştu. Sonraları yanında eşi olmaksızın çay bahçesine devam eden emekli Albayın, buraya gelip gidenlerle teması da tabiî karşılanır olmuştur. Aydemir herkesin gözü önünde olduğu için; dikkati çekmeyen temasları çay bahçesinde ve göya tesadüfen karşılaştığı dostları ile sohbet eder gibi görünmüştür.

Talât Aydemir ihtilâli bu şekilde yaptığı temaslarla hazırlarken en fazla eski talebelerinin kendisini destekleyeceklerini ümit ediyor ve onlarla AlbayAlpagut vasıtası ile temas ediyordu.


Medeniyet, 22 Mayıs 1963.

14 lerden Bazıları Nezarete Alındı

Dün, son olaylarla ilgili olarak ifadesine başvurulanlar arasında Türkeş de vardı. Türkeş’i sivil polisler evinden almışlar ve Merkez Kumandanlığı’na getirmişlerdi. Bilâhare alınan ifadesini müteakip Türkeş de diğer bazı 14 lerle birlikte 28 inci Tümene götürülüp nezaret altına alınmıştır. Fotoğraf, Türkeş’i sivil polisler ve tomsonlu jandarmalar arasında evinden alındığı sırada tesbit etmektedir. Türkeş polislerin davetine sükûnetle ve tebessümle mukabele etmiştir.

Özdağ - Kendisi bizzat Şube’ye gelmiştir. Gazetecilere, <<Birkaç güne kadar derneğimiz faaliyete geçiyor..>> demiştir.

Baykal – Gazetecilerle konuşmamıştır. Götürülürken gülüyordu. Bir şeyden haberi olmadığını söylemiştir.

Akkoyunlu – Akkoyunlu sakin şekilde gelmiş ve ifade vermiştir. Gazetecilere bir şey söylememiştir.


Hürriyet, 22 Mayıs 1963.

Aydemir, gelen subaylara süklüm püklüm teslim oldu

Geçen sene 22-23 Şubat gecesi ayaklanan ve kan dökmemesi şartı ile affedilen Harb Okulu eski Kumandanı Emekli Albay Talât Aydemir, bu defa bir kere daha isyan edip, mağlûp olduktan sonra, kurtuluşu kaçıp saklanmakta bulmuştur.

Bu ikinci mağlûbiyeti üzerine intihar edeceği tahmin olunan Aydemir, daha emrindeki Harbiyeli talebelerin hepsi teslim olmadan, hareketi idare ettiği Harbiye binasını terketmiş, yeşil boyalı Chevrolet marka bir araba ile kaçmıştır. Yeşil arabada bir müddet gayesiz dolaşan Aydemir, bazı vatandaşlar tarafından tanınmış ve ihbar edilmiştir. Ancak âsî emekli albay, izini tekrar kaybettirmiştir. Aydemir, bir müddet gezindikten sonra, Küçükesat’a gitmiş, 22 Şubat olaylarına karışan emekli Yarbay Tekin Pakova’nın evine saklanmıştır. Aydemir’in Pakova’nın evine girdiğini bazı vatandaşlar görmüş ve derhal Merkez Komutanlığını haberdar etmişlerdir. Komutanlık ilgilileri durumu o sırada Başbakana ve Ordu Komutanına bildirmişlerdir. Beş açık cipe dolmuş, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subaylar, Başbakanlıktan Merkez Komutanını da alarak Aydemir’i tevkif etmek üzere Küçükesat’a gitmişlerdir. O sırada Tekin Pakova’nın evi, sivil memurlar tarafından da sarılmıştır. Aydemir, hiç itiraz etmeden, subaylara teslim olmuştur. Dün geceden beri üniforma giyen Aydemir’in bu sırada kıyafet değiştirdiği ve misafir kaldığı evden sivil bir ceket alıp sırtına geçirdiği görülmüştür. Aydemir, teslim alınışını görenlerin ifadesine göre, süklüm püklüm bir şekilde teslim olmuştur. Derhal Merkez Komutanlığına getirilen âsî emekli albay, daha sonra Emniyet Birinci Şubeye teslim edilmiştir.

Türkeş

14 lerden Alparslan Türkeş de, tevkif edilmiş ve evinde çok sıkı bir arama yapılıp, evrakları dikkatle kontrol edilmiştir. Birinci Şube sivil memurları, kendisini götürmek üzere, Gaziosmanpaşa, Kader Sokak 3 numaralı evine girmişler, bir inzibat yarbayı ile Tomsonlu 6 jandarma, evi kordon altına almışlardır. 55 dakika süren aramadan sonra, lâcivert elbiseler içinde saat 17.20 de dışarı çıkan Türkeş’in çok asabî olduğu görülmüştür. Türkeş, polis otomobiline, iki yanında iki sivil polis olduğu halde, oturmadan önce, “Haklıyım ve cesurum. Bunu bildirin.” demiş, bu arada sert bir hareketle, elini havada sallamıştır.

Türkeş Birinci Şube Müdürlüğüne götürülmüş ve ifadesi alınmıştır.

Türkeş, saat 17.30 da da, Birinci Şube Müdürlüğüne girerken, halkın arasında bulunan Gültekin Gülay adında bir yüksek mühendis, <<İyi buldunuz>> deyince, Türkeş, <<Seni eşekoğlu seni>> diye küfür etmiştir. Gülay, bu sözlerden dolayı Türkeş’ten davacı olmuş, bir astsubayı şahit olarak göstermiştir.


Akşam, Esin Talu, 22 Mayıs 1963.

Harbiyeli aldanır

Parola yine ters tepti. Parola: <<Harbiyeli aldanmaz>> idi. Ve parola sökmedi. Başlarında sahte bir Bolu Beyi olduğu için!.. Gelip de şu dağlara yaslanabilmeyi, bıyıkları terlememiş delikanlılar vasıtası ile becermeğe kalktığı için!

Ah, görecektiniz Ankara sokaklarındaki Harbiyeli çocukları. Mavi üniformaları içerisinde, kiminin bıyığı terlememiş, kiminin sakalı çıkmamış, kiminin tomsonu boyunu aşkın. Bu çocuklara <<Devlet idaresini ele geçirme oyunu oynayacaksınız>> demişler.

Görecektiniz gün ağarırken GMC’lere kuzu kuzu girişlerini, silâhlarındaki mermileri boşaltırken teslimiyetlerini. Bazıları bindirildikleri GMC’lerden halka el sallıyorlardı. Oyun bitmişti.

Ve bütün Ankara bir kişiye kızıyordu, memleketin ikidir başına bela açmağa kalkışan sahte Bolu beyine..

Ben de bir kişiye kızıyordum: Türkiye Cumhuriyetinin 79 yaşındaki Başbakanı İnönü’ye…

Meseleleri sathî olarak ele almaya alışmış olanlar için bu sokak arbedelerinden sonra duruma hükümetin hâkim olması İsmet Paşanın sayesinde olmuştu, onun zaferi idi. O olmasa idi… koskoca Türk ordusu geçiverirdi öbür tarafa. Oysa işin bu raddeye getirilmiş oluşu İsmet Paşa hükümetinin zafiyetinden başka bir şey değildi!

Bir devletin Başbakanı durumun, millete açıklayacak kadar, vahim olduğunu bilecek enformasyona sahip olduktan sonra… kuvvetini teşhire yeltenircesine meseleyi sokakta halle kalkışmaz. Silâhlı kuvvetlerin -İsmet Paşaya değil- rejime olan sadakat derecesini bizden önce hükümetin bilmesi ve kendi kuvvetinin mahiyeti hakkında bir kanaat sahibi olması gerekir. Böyle olunca da hükümetin, Harbiyelilerin vatan aleyhine aldanmalarını önleyici tedbirleri, işler sokağa dökülmeden alması gerekirdi!

Bir sahte Bolu Beyini af etmek cesaretini gösterenlerin, o sahte babayiğidin elini kolunu bağlamak basiretini de göstermeleri gerekirdi!

Ama olan olmuştur. Haydi diyelim ki rejim böylelikle daha iyi yerleşmiş, Harbiyeliler hatalarını anlamış, pusuda bekliyenlerin ümitleri suya düşmüştür. Haydi diyelim ki öyledir. Ama siz Ankara sokaklarını görecektiniz. Mavi üniformalı çocuklar, devlet idaresini ele geçirme oyununu bitirmiş, el sallıyorlardı. Saçlarını ortadan ayırmaktan gayri bir şey bilmeyen sahte Bolu Beyi lânetleniyordu. Evlâtlarını bu oyunda kaybeden analar ağlıyordu.

Ve rejim herhalde böylesine, daha iyi yerleşiyordu.



Vatan, 23 Mayıs 1963.

İnönü İhtilâlcilerden “Şerefsiz Sergüzeştçiler” diye bahsetti


Ulus, Cihad Baban, 23 Mayıs 1963.

Büyük milletin büyük ordusu

Hiç şüphe yok Aydemir etrafındaki muhteris imanların, telkinlerine kapıldı, fakat ona cesaret veren bir takım olaylar da memlekette bir seneden beri devam edip gidiyordu. Bu yurtta istikrarlı bir idarenin kurulmasına taraf olmayanlar vardı ve bunlar, kin ve intikam duygularını rahat boşaltabilecek bir zeminin yaratılması için, bu fırsattan istifade ediyorlar ve bütün menfi kuvvetleri, rejimin karşısında toplamağa çalışıyorlardı. Aydemir gayri memnun bir muhteris midir? Onun bu duygusunu alabildiğine istismar etmek lâzımdır diye düşünüyorlar ve onu bedbaht hareketlerinde teşvik eden bir tutuma sahip çıkıyorlardı.

Türkeş, mevcut iktidar ve hükûmete <<Onların yerine ben geçeyim!>> gerekçesiyle düşman mıdır? Onu derhal politika yıldızı olarak ortaya atıyorlar ve eğer bir kuvveti varsa, o kuvveti, menfi cepheye ilhak etmenin çaresini veriyorlardı… Eminsulardan Orhan isminde bir zat <<Eğer bir ihtilâl olursa biz onun içinde olacağız!>> diye demeç mi vermiştir? Ömrü boyunca babasının şanlı ve şerefli mazisini istihlâk etmekle vakit geçiren bu zatı da pöhpöhlemek lâzımdır.



Ulus, Orhan Duru, 23 Mayıs 1963.

İsyan Gecesi
Aydemir, O, kurşuna dizilecek, dedi

20-21 Mayıs gecesi Gülhane Hastanesine giderken sol tarafta bulunan subay lojmanlarının birinin telefonu durmadan çalıyordu. Saat 22.55 di. Bu lojmanda Ankara Garnizon Kurmay Başkanı Kurmay Yarbay Ali Elverdi oturuyordu. Telefonu açtı. Garnizon Nöbetçi Âmiri kendisini arıyordu.

Telefondaki ses: <<Meclisin ve Radyoevinin önünde tanklar var, komutanım.>> diyordu.

Ali Elverdi derhal Yenişehir Merkez Bölge Komutanlığına telefon ederek durumu sordu. Merkez Bölge Komutanı da böyle bir durum olduğunu ama bir şey anlayamadıklarını, şaşırdıklarını söyledi.

Genç Kurmay Yarbay derhal kendi Jeep’ini evine göndermelerini emrettikten sonra telefonu kapattı. Bir yandan da neler olduğunu düşünüyordu. Tabancasını beline taktı. Evde daima hazır bulunan Sten tabancayı aldı. Biraz sonra jeep geldi. Jeep’e bindiği zaman radyoyu açtı ve ilk olarak Talât Aydemir’in radyoda yayınlattığı bildiriyi dinledi.

Yarbay jeep şoförüne Meclise doğru sürmesini emretti. Esasen Meclis buraya yakın bulunuyordu. Meclis önünde iki tank vardı. Görenlerin anlattığına göre Kurmay Yarbay Ali Elverdi burada Jeep’ten inerek bir kaplan gibi bu tankların üzerine atılmıştı. Tanktaki erler ve astsubaylar şaşkın bir durumdaydılar ve ne yaptıklarını bilmiyorlardı. Elverdi, hepsini tanklardan indirdi. Yanına iki er alarak doğruca Radyoevine Jeep’i sürdü.

Kızılayda Harb Okulu öğrencileri barikat yapmışlardı. Yarbaya parola sordular. Yarbay <<Ne parolası? Nerden emir alıyorsunuz? Kime hizmet ediyorsunuz?>> diye bağırarak azarladı onları. Harb Okulu öğrencileri şaşırmışlardı. Bu şaşkınlık içinde Yarbay ilk barikatı aştı. İkinci barikat Orduevinin önünde kurulmuştu. Aynı şekilde burayı da geçtikten sonra Yarbay süratle Radyoevine yaklaştı. Gecenin puslu karanlığında, Radyoevinin önünde sekiz tank seçiliyordu.

Kurmay Yarbay yanındaki iki erle Radyoevine girdi. Yanındaki erlerin silâhı yoktu. Hızla içeri giren Elverdi, burada 22 Şubatçılardan eski Merkez Komutan Yardımcısı Yaşar Başaran ile karşı karşıya geldi. Başaran Elverdi’nin elindeki Steni kapmaya çalıştı ama başaramadı. Bu arada Elverdi elinde Sten olduğu halde bir hamlede yukarı çıkarak anonsların verilmekte olduğu stüdyoya girdi. Bir üsteğmen masa başında mikrofon önünde oturmuş ihtilâlcilerin (!) anonslarını okuyordu. Yarbay üsteğmene <<Seni tevkif ediyorum.>> dedi. Üsteğmen, masanın yanında tabanca olduğu halde yerinden kıpırdayamadı. Şaşırmıştı. Yarbay tekrar sordu <<Seni kim kandırdı?>> Ama üsteğmen cevap veremiyordu. Elverdi üsteğmeni arkasında bulunan silâhsız erlere teslim etti ve mikrofona kendisi geçti. Biraz sonra Merkez Komutanı Albay Orhan Çokdeğer yanında inzibat erleriyle geldi. Radyoevi, Harb Okulu öğrencilerinden geri alınmıştı.

Ali Elverdi’nin sesi dinleyen bütün yurttaşların endişelerini dağıtıyor, demokrasi kuvvetlerinin hâkim olduğunu yurda duyuruyordu.. Elverdi şunları söylüyordu: Ankara Garnizon birlikleri, ben Garnizon Kurmay Başkanı Kurmay Yarbay Ali Elverdi. Bütün birlikler Emassa plânını uygulasın. Ankara tamamen emniyettedir. Başbakan İsmet İnönü sıhhatte ve görev başındadır. Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvetler Komutanları görev başındadır.>>

Emassa kelimesi, emniyet, asayiş, sabotaj kelimelerinin kısaltılmışı olup, herhangi bir ayaklanma halinde birliklerin ne şekilde hareket edeceklerini gösteren bir gizli plân idi.

Bu arada Yarbay, yola iki ekip çıkardı. Bunlardan birisi ile Genel Kurmay Başkanından emir istiyordu. Diğer ekip ise Başbakan İsmet İnönü’nün evine doğru yola çıkmıştı. Ancak bu ikinci ekip İnönü’nün evine varamadı. Yolda Harb Okulu öğrencileri çevirerek bu ekibi tevkif etmişlerdi.

Yarbay Ali Elverdi’nin yaptığı anons 56 dakika kadar devam etti. Kendi hazırladığı metni devamlı okuyordu. Saat 01.45 te Harb Okulu öğrencilerinin takviye alarak yeniden Radyoevine geldikleri görüldü. Ateş açarak nöbetçileri bertaraf ettiler. Elverdi kendi emrindeki inzibat erlerine havaya ateş açmalarını emretti. Harb Okulu öğrencilerinin kanının dökülmesini istemiyordu. Harb Okulu öğrencileri ateş açarak merdivenlerden yukarı çıkmağa başladılar. İnzibat erleri havaya, öğrenciler hedefe ateş ediyorlardı. Bu arada Elverdi Radyoevini Etimesgut’a bağlayan irtibat hattını kesti. Öğrenciler yukarıya geldiler. Yayına son verilmişti. Elverdi öğrencilere yaptıkları hareketin çapulculuk olduğunu anlatıyor, kimden emir aldıklarını soruyordu. Öğrenciler Radyoevinde Elverdi’ye kötü davranmadılar.

Bu sırada öğrenciler Talât Aydemir’den bir emir aldılar: Kurmay Yarbay Ali Elverdi Harb Okuluna götürülecekti. Öğrenciler Elverdi’yi bir jeeple Harb Okuluna gönderdiler. Elverdi’yi kapıda Talât Aydemir ve 22 Şubatçılardan Cahit Aksay, Tevfik Ünlüer karşıladılar. Emekli Süvari Binbaşı Fethi Gürcan da oradaydı. Gürcan, Elverdi’nin üzerine saldırarak tomsonla başına vurmak istedi. Gürcan şöyle bağırıyordu: <<Bize o engel olmak istedi.>> Elverdi ise Gürcan’ın elini tutarak şöyle seslendi: <<Bana bak, 24 saat içinde benim başıma indirmek istediğin tomsonu ben senin başına çalacağım.>>

Bu sırada öğrenciler Ali Elverdi’nin çevresini sarmışlar, sapsarı yüzleri ile bağırıyorlardı. <<Bize 22 Şubatta da bu mâni olmuştu. Gene karşımıza çıktı.>>

Bu arada Talât Aydemir duruma müdahale etti. Öğrencilere Ali Elverdi’nin suçunun kurşuna dizilmek olduğunu, mahkemesi yapıldıktan hemen sonra kurşuna dizileceğini bildirdi.

Talât Aydemir’in yüzü iyice kızarmıştı. Çünkü aynı gece Yenişehir’de yeni bir pastanenin açılışında hazır bulunmuş ve akşam saat yediden dokuza kadar durmadan içki içmişti. Sarhoştu.

Ali Elverdi ise öğrencilere hitap etmekten geri kalmıyordu: <<Bu ne biçim çapulcu harekettir. Sizin âmiriniz yok mu? Kimdir bu adamlar? Ne yaptığınızın farkında mısınız?>> diye bağırıyordu.

Aydemir, Elverdi’nin böğrüne tabancasını dayayarak bir odaya götürdü. Burada tabancası Elverdi’nin böğrüne dayalı olduğu halde telefonun ahizesini kaldırdı ve <<Söyle birliklere teslim olsunlar.>> dedi. Aydemir tabancasını sanki Elverdi’nin etine sokmak istiyordu. O derecede sert davranmıştı. Aydemir <<Telefon et, yoksa öldürürüm.>> diyordu hırsla. Elverdi <<Vur ama telefon etmem.>> cevabını verdi ve devam etti: <<Zaten vuramazsın ya.>>

Talât Aydemir uzun bir süre bu şekilde durdu. Elleri titriyordu. Daha sonra adamlarına Ali Elverdi’yi bir odaya kapamalarını, kolunu bile kıpırdatsa vurmalarını emretti.

Yarbay Ali Elverdi’nin elbisesi üzerinde Aydemir’in tabancasının namlu izi kalmıştı. Herhalde daha önce bu tabanca ile birkaç defa ateş etmiş ve tabancanın namlusunda barut izi kalmıştı.

Yarbay Ali Elverdi artık odada bekliyordu. Bir süre sonra silâh sesleri duydu. Çarpışmalar devam ediyordu. Bir ara Harb Okulunda pek az öğrenci kalmıştı. Yarbay odasından çıktı. Öğrencilerle konuşarak, onlara yüksek sesle öğütler vererek koridorlardan geçti. İki Harbiyeli öğrenciyi de yanına alarak Harb Okulundan ayrıldı. Ortalıkta ne Talât Aydemir, ne de diğer 22 Şubatçılar bulunuyordu. Elverdi yeniden Radyoevine hareket etti.


Ulus, Orhan Duru, 24 Mayıs 1963.

Aydemir Nasıl Tevkif Edildi
Odada başı öne eğik bir adam duruyordu

Koridorun sol tarafında bir oda vardı. Odada başı öne eğik bir adam oturuyordu. Kırmızı yakalı ceketini sandalyenin arkasına asmıştı. Ceketin apuletlerinde albay rütbesi vardı. Adamın ayakkabıları ve pantolonunun paçaları çamur içindeydi.

Kapı birdenbire açıldı ve orta boylu, çevik hareketli bir adam girdi içeri. Adam hafifçe yerinden doğruldu. Kapıdan giren şunları söyledi.

- Ben komiser Abdürrezzak. Sizi almağa geldim. Emirlerime itaat edin.

Adam ayağa kalktı ve sorar gibi: <<Evet?>> dedi.

Komiser yeniden tekrar etti:

- Bir hâdise olmasın. Emirlerime itaat edin. Sizi götüreceğim.

Odanın içinde oturan adam 20/21 Mayıs isyanının elebaşısı Emekli Albay Talât Aydemir’di. Öbürü ise Motörlü Birlik Sivil Ekip Amiri Komiser Muavini Abdürrezzak Yardımcı idi.

Talât Aydemir’in gizlendiği yer Küçükesat’ta, Küçükesat Caddesi 76 numaralı apartmanın 3 üncü katında 8 numaralı daire idi. Emekli Yarbay Mustafa Tekin Pakova’ya aitti. Kapının önündü 06 AA 750 plâka numaralı Ford marka polis arabası bekliyordu. Günlerden 21 Mayıs, saat 12.05 idi.

Emniyet Müdürü Ali Ulvi Sulûkioğlu, Komiser Muavini Abdürrezzak Yardımcı’yı Birinci Şubeye çağırdığı zaman Komiser Muavini Yardımcı, Hazır Birlikte telsiz başında oturuyordu. Saat sabahın 7 si idi. Jetler uçuyordu. Silâh sesleri geliyordu. Hemen yanına Sabri Pehlivan, Hasan Açıkbaş, şoför Süleyman Yağmur ve resmî polis Saim Oltu’yu alarak Birinci Şubeye hareket etti. Birinci Şubede, isyan edenlerin yakalanması için görev taksimi yapılıyordu. Yardımcı, kendi istihbaratına göre Talât Aydemir’in üç yerde olabileceğini bildiriyordu. Bahçelievlerde, Küçükesatta, ya da Cebecide.

Komiser Muavini Abdürrezzak Yardımcı, önce Cebeci Yeni Ankara Sokak 9/3 numaraya gitti. Evde sadece yarı felçli yaşlı bir kadın vardı. Özür dileyip ayrıldılar. Ondan sonra Bahçelievlere gitti. Orada da bulamadılar. En sonunda kala kala Küçükesat kalmıştı. Oraya gittikleri vakit Küçükesat Caddesinde bazı askerî arabaların gezdiğini gördüler. Doğruca 76 numaralı apartmana gittiler. Ancak Aydemir’in hangi kata sığındığını bilmiyorlardı. Komiser Muavini bir çocuğa sordu, <<Yarbay Mustafa Tekin Pakova hangi katta oturuyor?>> Çocuk ona evi gösterdi. <<Yarbay değil, emekli o.>> dedi.

Komiser Muavini, resmî kıyafetli arkadaşını bir yere sakladıktan sonra yanında sivil arkadaşlarını aldı, silâhını kılıfından çıkararak cebine yerleştirdi ve 3 üncü kattaki 8 inci dairenin kapısını çaldı. Kapıyı esmer bir adam açtı. Abdürrezzak Yardımcı ve arkadaşları, kapı açılır açılmaz adamı yana iterek içeri daldılar. Komiser Muavini esmer adama sordu: <<Sen Emekli Yarbay Pakova mısın?>> <<Hayır>> dedi adam. Bu sırada koridorun sol tarafında bir kapı gördü ve burayı açtı. İçerde Talât Aydemir oturuyordu.

Evde bu esmer adam (sonradan adının Nihat Uğurer olduğu anlaşıldı) ve Emekli Yarbay Pakova, Aydemir’in eşi ve diğerlerinin eşi bulunuyordu. Talât Aydemir soğukkanlıydı. Polislere bir güçlük çıkarmadı. Pakova ve diğerleri heyecanlanmıştı. Aydemir onlara <<Ne titriyorsunuz. Olan olacaktır.>> dedi.

Abdürrezak Yardımcı, Aydemir’e üzerini aramak zorunda olduklarına bildirdi. Aydemir’in üzerini aradılar. Aydemir helâya gitmek istedi. Polisler kapıyı açık bırakmak şartıyla kabul ettiler.

Komiser Muavini, Aydemir’e kapıdan nasıl çıkacaklarına, nasıl arabaya gideceklerine dair talimat verdi. Aydemir bu talimata uyarak polis arabasına bindi. Aydemir önce şoför Süleyman Yağmur ile Komiser Muavini Abdürrezzak Yardımcı’nın arasına oturdu. Arka sıraya ise sivil polisler ve Tekin Pakova oturmuştu. Aydemir’i bu şekilde Birinci Şubeye götürerek teslim ettiler.

İsyan gecesi, teşebbüs başlamadan önce Komiser Muavini Abdürrezzak Yardımcı ekibi ile birlikte arama taramaya çıkmıştı. İtfaiye Meydanı civarına bir yığın bıçak ve tabanca yakalamış, suçluları Doğanbey Karakoluna teslim etmişti. Görevleri 23.15 te bitmişti. Yardımcı, ilk defa Emniyet Müdürüne isyanın başladığını haber verdi ve çarpışmalar olurken faydalı istihbaratla yardımcı oldu.


Vatan, 24 Mayıs 1963.

İhtilâl çay bahçesinde hazırlanmıştı

22 Şubat Harekatlarının lideri Albay Talât Aydemir’in affa uğradıktan sonra; Ankara Ordu Evinin karşısındaki Çay Bahçesinde hazırladığı ihtilâl kan döküldükten sonra bir daha affedilmeyecek şekilde bastırılmıştır.

Neticeye ulaştıramadığı 22 Şubat ihtilâlinden sonra emekliye sevkedilen Aydemir, devamlı şekilde polis takibinde olduğunu bildiğinden uzun zaman dikkati çekmeyecek şekilde hareket etmiştir. Bunun için Ankara Ordu Evinin karşısındaki çay bahçesine hemen her akşamüstü eşi ve arkadaşları ile çıktığından bu hareketi gittikçe tabiî karşılanmış ve çay bahçesine geldiği müddetçe takip edilmez olmuştu. Sonraları yanında eşi olmaksızın çay bahçesine devam eden emekli Albayın buraya gelip gidenlerle teması da tabiî karşılanır olmuştur. Aydemir herkesin gözü önünde olduğu için, dikkati çekmeyen temasları çay bahçesinde ve göya tesadüfen karşılaştığı dostları ile sohbet eder gibi görünmüştür.

Talât Aydemir ihtilâli bu şekilde yaptığı temaslarla hazırlarken en fazla eski talebelerinin kendisini destekleyeceklerini ümit ediyor ve onlarla AlbayAlpagut vasıtası ile temas ediyordu.



Ulus, Cihad Baban, 24 Mayıs 1963.

Bağımsızlığımızın teminatı ve hürriyetlerimizin bekçisi: Türk ordusu

Sayın Başbakan İnönü’nün evvelki günkü Çarşamba günü, Büyük Millet Meclisinin oturumunda verdiği demeci dinleyenler, tarihin içinden kopup gelen gerçeklerle karşılaşmış oldular. İnönü, bu tarihî nutkunda tecrübelerinden gelen olgunluğun diliyle konuştu. Ve anlattı ki, Türk Ordusu bütün şanlı tarihi boyunca bağımsızlığın nasıl teminatı olmuşsa, hürriyet ve demokrasinin de öylece bekçiliğini yapmıştır. Bu orduyu çeşitli parçalara bölmek, onu karanlık maksatlara âlet etmek isteyenler de çıkmıştır, fakat her defasında o büyük ordu, bu düşmanca cereyanları ezmiş ve her defasında da kendi şanlı tarihine şerefli bir hizmet sahifesi eklemiştir.

Vatandaşlarımız artık rahat uyuyabilirler! Çünkü bundan evvel de söylediğimiz gibi yara deşilmiş, irin akmıştır. Şimdi vazifemiz, bu yarayı iyice temizlemek, onun tekrar iltihaplanmasına imkân vermemektir.

<<Türkiye’de demokrasi yürümez, bize demir bir el lâzımdır.>> diyenler, Talât Aydemir’in ne yapmak istediğini 21 Mayıs gecesi tamamiyle anlamışlardır. Bunlar, para hırsiyle yol bekleyip vatandaşların üstlerindeki parayı gasbedenler gibi, bir gece yarısı, bir milletin hak ve hukukunu gasbetmeye kalkmışlardır. Bunların memleket idaresi hakkında hiç bir fikirleri yoktur. Eğer böyle bir fikirleri olsaydı, bu fikirlerini ortaya atarlar, bu uğurda medenî bir mücadele açarak, halktan aldıkları oyla ya iktidara gelirler veya iktidara gelemezlerse, muhalefet safında hizmet ederlerdi. Tembel, bilgisiz ve fikirsiz oldukları için, böyle bir zahmete katlanmadılar, gasp yoluyla milletin haklarına sahip çıkmak istediler ve bir gece yarısı baskın yapan düşman gibi, milletin hakları üzerine çullandılar.

Ama bu milletin bekçileri vardı, büyük karar zamanında gözünü kırpmadan ve emir beklemeden millet uğrunda kendini feda edecek evlâtları mevcuttu. Ali Elverdi ölüm çemberlerini yararak vazifesini bu duygu ile yaptı, büyük kumandanlar birbirleri ile istişare etmek lüzumunu bile duymadan, Türk askerine yakışan bir azim ve süratle millete ferahlık verdiler. Sayın Refik Yılmaz İstanbul Radyosuyla konuşmamış ve kararını daha ilk anda ilân etmemiş olsaydı vatandaşlar tereddüt içinde çok azap çekeceklerdi. Yalnız sayın Ahmet Yıldız’ın da Mecliste söylediği gibi ordumuza platonik sevgi tezahürleri göstermek kâfi değildir. Ordumuzu sevdiğimizi, ona minnettar olduğumuzu, ona karşı saygı duyduğumuzu fikirlerimizle de ispat etmek lâzımdır.

Vazifeleri bizim için hayatlarını istihkar etmek olan evlatlarımız bu vazifelerini yaparken kendilerini yalnız rahat bırakmamızı istemektedirler. Onların bir tek arzuları vardır, vatanı korumak ânı geldiği zaman, Türk milletinin parti mülahazalarının dışında arkalarında mütesanit olarak yaşadığını hissetmek..

Türk milletinin hakemliğine başvurarak sormak istiyoruz, 22 Şubatçılar ne istiyorlardı. Plândan mı memnun değildiler, hükümet dişini tırnağına takarak çalışmıyor mu idi? Hiç şüphesiz her vatandaş gibi bir takım arzu ve hasretleri olabilirdi, fakat onlar ne bu hasreti ifade ettiler, ne memleketin daha iyi günlere kavuşması için fikir ileri sürdüler. İstedikleri şey, Meclisleri dağıtmak ve iktidara geçip oturarak, millete iradelerini zorla kabul ettirip, ne yapacaklarını bilmeden dikta rejimi kurmaktı. Yani bağımsızlığa ve hürriyete kavuşmuş olan bu millet kendi keyif ve arzuları uğrunda hürriyetten mahrum etmek istiyorlardı. Muvaffak olsalardı, bu memleket felâketle pençeleşecekti. Her dikta rejiminde olduğu gibi, bizde de polis idaresi hâkim olacak, hapishaneler dolacak, dış itibarımız yıkılacak, Türk milleti medenî dünya karşısında hürriyete müstahak olmayan kof bir kalabalık manzarası arz edecekti. Yardım kesilecek, buhran ve sefalet baş gösterecek, memnuniyetsizlik artacağı için zulüm idaresi teessüs edecek ve bu kargaşalıktan düşmanlarımız istifade ederek, milleti bölmenin çarelerini arayacaklardı. İç huzursuzluk piyasayı durduracak, her diktatörlükte olduğu gibi bizde de enflasyon başını alıp yürüyecek, millet inim inim inleyecekti. Dahası var, bu zulme tahammül edemeyenler, bir gün bunları yıkmağa teşebbüs edecekler, kan akacak, hastalanan millî bünye, dış mikropların tesiriyle çökecekti. Bütün bunlar da Talât Aydemir adında bir muhterisi devletin başına getirmek için olacaktı.

Kimdi bu Talât Aydemir? Onu bu millet okutmuş ve adam etmişti. Vatanı korusun diye sırtına üniforma, eline silâh, emrine kıt’alar vermişti. O bunların hepsini inkâr etti, üniformasını da, silâhını da millete karşı kullanmak istedi. İlk teşebbüsünde millî merhametle karşılaştı, o zaman idam edilmesi lâzımgelirken, memleket sarsıntılar geçirmesin, evvelâ şefkat tedavisi usulü tatbik edilsin diye affa uğramış, fakat bu nimeti de hissetmeyecek kadar duygusuz kalmıştır. Bu duygusuzluğunu o kadar ileri götürmüştür ki, Harbiyenin içine kadar sokulmuş ve milletimizin göz bebeği, istikbalimizin teminatı olan gençleri de zehirleyerek onları suç işlemeğe teşvik etmiştir. Sonra, onları kendi kaderleri ile başbaşa bırakmış ve mağlûp olduğunu anlayınca utanmadan kaçmış ve bir dostunun evine iltica etmiş. <<Kusurluyum, muvaffak olamadım, günahımın hesabını vermeğe hazırım>> dememiş, Harbiyenin arka kapısından sıvışarak ateşe attığı gençleri terk edip, canını kurtarmanın çaresine bakmıştır. İhtirası büyük, mizacı kahbe olan bu adam mı Devleti eline geçirecek ve büyük Ata’nın halefi olduğunu iddia edecekti?

*
Türk Milleti geçirdiği hastalıkların tedavisini yapabilmek için birlik ve beraberlik içinde çalışmak arzusundadır. Kardeş kavgasını körüklemiş ve Aydemir’e cesaret vermiş olanlar, büyük günah işlemişlerdir. Politikayı müflisçe ayak oyunu zannedenler, millî ihtiyaçlara sırt çevirerek şahıslarını düşünenler, artık akıllarını başlarına almanın zamanı geldiğine inanmalıdırlar. Bu toprakların altında biz mesut yaşayalım diye sayısız şehit yatmaktadır. Biz bu vatanı sokakta bulmadık, nesillerin kanıyla meydana gelen âbidelerimizi, müesseselerimizi, ihtiras sahiplerinin çılgınlıklarına, demagogların ahlâksızlıklarına, kindarların intikam duygularına kurban etmek niyetinde değiliz. Onun için de milletçe toparlanma gayreti ile vazifelerimizin başında nöbet tutuyoruz.



Vatan, Medeniyet ve diğer gazeteler, 8 Haziran 1963.

Türkeş ve arkadaşları ile birlikte 55 kişinin 15 yıl ağır hapsi istendi. Âsî lider Aydemir ve arkadaşlarının idam edilmesi talep edildi.

Türkeş de gizli cemiyet kurmuş.

Dün mahkemede okunan 41 sahifelik kararnamede Türkeş ve arkadaşları için şöyle denilmektedir: <<14 lerin bir ihtilâl hazırlığı safhasında bulundukları yukarıda bertafsil izah edilmiş bulunmaktadır. Siyasî bir dernek maskesi altında çalışan Alparslan Türkeş, Muzaffer Özdağ, Fazıl Akkoyunlu’nun TC Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir tebdil ve ilgaya matufen gizlice ittifak ettikleri anlaşılmış bulunmaktadır. 14 lerden Alparslan Türkeş grubunun, 22 Şubatçıların 20-21 Mayıs gecesi yapacakları ihtilâl hareketini birkaç yerden haber alarak saat 20.30 da hükûmete bildirmek üzere dosyada isimleri yazılı Milletvekillerine söylediği ve keyfiyetin hükûmette görevli diğer bir yetkiliye haber verildiği teyit edilmiş ise de bu şahısların ihbarının başka bir ihtilâl cemiyetine matuf bulunması sebebiyle TC 171/2 maddesinin son fıkrasında yazılı halden istifade edemiyecekleri tabiî bulunmaktadır.>> Kararnamede Alparslan Türkeş, Emin Arat, Dündar Seyhan, Asım Mutludoğan, Necati Ünsalan, Kadri Utak, Muzaffer Özdağ, Rifat Baykal, Fazıl Akkoyunlu, Halim Menteş için Türk Ceza Kanununun 171/2 ve 173/3 ile 31 ve müteakip maddelerin tatbiki istenmektedir. Bu maddede yazılı cezalar 4-12 sene ağır hapis cezasıdır.


20/21 Mayıs ayaklanma olayı sanıklarının yargılanmaları konusunda 1 numaralı Adlî Amir Tümamiral Celâl Eyicioğlu tarafından hazırlanan son soruşturmanın açılması talebi 41 sayfa tutmaktadır. Sanıkları suçluluk bakımından dört bölüme ayıran, her sanığın suçu ile ilgili olayları, delilleri de açıklayan bu talebin tam metni şöyledir: Dün Savcı Hâkim Bnb. Turgut Aka’nın son tahkikatın açılmasına dair okuduğu kararnamenin önemli noktalarını özet olarak veriyoruz:


İddia Makamı
Savcı: Hakim Binbaşı Turgut Aka
Yardımcıları: Hakim Yüzbaşı Naci Turanay, Burhanettin Kelav, Oktay Sedef

II – İKİNCİ İHTİLÂL GRUBU: 14 LER

27 Mayısta ordu iktidarı ele geçirdikten sonra MBK sini teşkil eden zevatın mühim bir kısmı, verdikleri söze uygun olarak bir an evvel demokratik düzene girme çabasını gösterirlerken içlerinden 14 kişi seçimsiz olarak iktidarda kalmak arzusunu izhar ettiklerinden 13 Kasım 1960 tarihinde MBK den tasfiyeye tâbi tutulmuşlardır. Hariciye Vekâletinin dış görevlerine müşavir olarak tâyin edilen 14’lerin yurt dışında birbirleriyle temas kurdukları gazetelerle dahi ilân edilmişti. Nitekim 14’lerden bazılarının Brukselles’de yaptıkları toplantıda Türkiyeye döndükten sonra takip edecekleri hareket tarzı müzakere mevzuu olmuş, ancak Orhan Kabibay ile Alparslan Türkeş, Türkiyedeki faaliyet için liderlik mevzuunda anlaşamamışlardır. Fakat 14’lerin bir iç meselesi telâkki edilen bu durum umumî efkâra açıklanmamış ve her ferdin müstakil bir siyasi yol takibinde serbest bulunacakları ilân edilmişti.

14’lerin, aslında kendilerini koparan arkadaşlarına kin besledikleri, hele bidayette fikirlerini terviç etmeyen Ordu üst kademesinin ve hükûmetin tutumunu tenkit mevzuu yaptıkları biliniyordu. Nitekim Türkeş, yurda döndükten sonra verdiği 2 Mayıs 1963 tarihli beyanatında (Bir taraftan millet çoğunluğunun itimadından mahrum siyasî bir ekip 27 Mayısı istismar etme ve demokrasi rejimine yabancı unsurlarla iktidar ve tahakkümü devam ettirme çabası içindedir) demek suretiyle ve başka bir beyanatında ise, (Millet itimadına mazhar, itibarlı bir hükûmet ve âdil, çalışkan, faziletli bir idare istiyor. Millet kaderinde sorumlu olanlar onun dâva, istek ve ızdıraplarına karşı hissiz ve ilgisiz, kendi hasis ve haris emellerini gerçekleştirmek için milleti bölme ve birbirine düşürme ve Devletin teminatı olan müesseseleri kendi zümrevî menfaatlarına âlet etme ve baltalama gayreti içindedir.) dedikten sonra ilk çareler olarak bu günkü hükûmet başkanının çekilmesi, Millî Koalisyona gidilmesi tavsiye edilmektedir. Bütün bu konuşmaların, hükûmeti iş görmez hale sokmaya çalışan siyasî ekipleri, gayri memnunları kendi tarafına çekmek ve bölücü faaliyeti devam ettirmek arzusuna maksur olduğu gözden kaçmamıştır.

14’lerin ihtilâlci unsur olarak faaliyetlerinin menşei 13 Kasım olayından sonra başlamakla beraber, asıl taazzuvu Türkiyeye döndükten sonra başlar. Bu faaliyetleri şu şekilde hülâsa edilebilir.


a) 14 lerin Siyasî Faaliyet ve Tutumları:

Kendilerini kendi bünyelerinden koparıp atan eski MBK ne kinleri olduğu ifade edilen 14’lerin, bu arada 27 Mayıs istismarcılığından hayli zarar görmüş eski arkadaşlariyle muhtelif temas ve yaklaşmaları olmuştur. Bilhassa 14’lerin, Haydar Tunçkanat, Mucip Ataklı, Emanullah Çelebi ile münasebetleri ve ihtilâlci gruplarla kapalı veya açık temaslara kadar uzandığı hissini vermiştir.

14’lerin siyasî faaliyet ortamı, ya bir siyasî partiye intisap veya siyasî bir doktrin derneği kurma şeklinde tezahür etmiştir. Siyasî partilerden birinden teklif alındığı halde bunlara iltihaka yanaşılmamış, ancak siyasî bir dernek formülü altında ilk ihtilâl teşkilâtı hazırlanmış ve 27 Mayıs 1963 günü bu derneğin Ankara’da açılması kararlaştırılmış idi. Hazırlanan tüzüğe göre bütün Türkiyeye şamil, teşkilâtlı bir akademik siyasî dernek şeklinde tezahür edecek olan bu teşekkül, umdeleri geniş halk kütleleri tarafından anlaşılmaya başlanınca siyasî parti haline ifrağ edecekti. Hattizatında bu maske altında çalışır görülerek sinsi faaliyetlerde bulunmak isteniyordu.

14’ler de bu gayeyi temin için teşkilâtlanmaya başladılar. Hazırlık plânları Alparslan Türkeş tarafından hazırlanıyor ve perde önü faaliyetleri Muzaffer Özdağ tarafından icra ediliyordu. Türkeş’in evinde yakalanan ve özel dosyasının 45 numaralı evrakını eden arap harflerile yazılı kuruluş plânına göre ihtilâl karargâhı üç şube halinde çalışacaktı;

1 – İstihbarat,
2 - Harekât.
3 - Personel.

Harekât kısmı Kabibay ve Özdağ, istihbarat kısmı Kaplan ve Muammer Şahin, personel kısmı Numan Esin ve Rifar Baykal tarafından tedvir edilecek, ayrıca Fazıl Akkoyunlu ve İrfan Solmazer propaganda işi ile de uğraşacaklardı. Bu üçlü karargâh sisteminde istihbarat ve personel kısımlarına fazlasiyle ehemmiyet verilmişti. Haber kaynakları olarak, Başbakanlık başta olmak üzere komutanlıklar ve hattâ bazı sefaretlerden bile istifade düşünülüyordu. Keza personel kısmı da kesif faaliyette bulunmayı icap ettiren bir şube olması hasebiyle teşkilâta ithal edilecek subayların seçilmesinde puvantaj usulüne göre hareket ediliyordu. Nitekim bu plânların tatbikatı cümlesinden olarak aramada ele geçirilen 46 numaralı vesikanın önemi üzerinde durmak lâzımdır. Teşkilâta bilhassa teğmen üsteğmen yüzbaşı rütbelerindeki subaylar dahil edilmek istenmiştir.22 Şubatçıların çengel sistemi, 14’lerin aynı sisteme yakın bu teşkilâtlanma şekli ile müşabehet arzetmektedir.

Mürekkeple yazılı ve isimler karşısında itimat derecesine göre puvan konulmuş bu liste Ankaradaki bazı birliklerden başka diğer bazı yerlerde bulunan bilhassa teğmen rütbesinde olanlar tercih edilmek suretiyle asgarî bir azamî on kişiyi geçmiyen subaylar teşkilâtta bilfiil çalıştırılmak istenmiştir. İsimleri yazılı subayların hepsinin bu hazırlık safhasında müsbet bir faaliyetleri sebkettiği iddia edilemez. Ancak kuruluş zamanına tesadüf etmesi itibariyle Ankara ve Polatlı gibi civar yerlerdeki elemanlara vazife verilmeye başlandığı tesbit edilmiştir.

İş bu faaliyetlerini çok gizli yürütmek amacında olan 14’lerin kendi aralarında şifre usulü de ihdas ettikleri Türkeş’e ait cep takviminden anlaşılmaktadır. Meselâ Zeynep ismi İnönü karşılığında, Salih ismi Türkeş karşılığında, Ali Haydar ismi Rifat Baykal için, Mehmet Nuri ismi (T) için, Muhlis ismi Muzaffer Özdağ için kullanıldığı gibi 22 Şubatçılar Teyzeler, Silâhlı Kuvvetler= Tüccarlar; Kara Kuvvetleri=Demirspor, Hava Kuvvetleri=Galatasaraylılar, Deniz Kuvvetleri=Esnaf isimleri ile şifrelendirilmiş olup bazı tabirlere de özel mâna kazandırılmıştır. Bu cümleden olarak (Emniyet işi tamam=Sıhhatimiz rahatımız iyi), (Emniyet yok=Rahat yolculuk), (Gelmeyiniz=Rahatsız yolculuk) karşılığında kullanılmak üzere tesbit edilmiştir. (Türkeş’in yeşil renkte 1/A numaralı İş Bankası cep takviminden.)

Ayrıca Türkeş imzası ile dağıtılan gizli beyannamelerle teşkilâta eleman kazanmak için fikrî sahada bir zemin hazırlanmaya çalışıldığı müşahede olunmuştur.

Siyasî bir dernek yukarıda açıklandığı veçhiyle askerî maksatlar için kullanılan karargâh sistemi ile idare edilemeyeceği gibi askerî şahısların siyasî derneklere girmesine kanunî mesağ bulunmaması noktasından, isimleri yazılı subayların dernek faaliyeti ile bir hizmetleri olamayacağı aşikârdır. Bu sebeple 14’lerin siyasî dernek maskesi altında TCK nun 146 ve 147 nci naddelerinde yazılı fiilleri irtikâp için gizlice cemiyet teşekkül ettirdikleri sabit olmuştur.

Netice ve Talep

Maznunların türlü saklama çarelerine baş vurarak aydınlatmak istememelerine rağmen Dünya ve Millet önünde açık olarak işlenmiş bu kanlı suçun, bulunabilen failleri mahkemenize arzedilmiştir.

Cumhuriyet ordusunun şanına gölge getirmeye kadar varan bu sefil hareketin mâsum kurbanları ve ebediyyen sakat kalmış mağdurları ile asıl dâvacısı olan Türk Milletinin ve Türk Silâhlı Kuvvetlerinin vakur olduğu kadar içli adalet talebini de yüksek mahkemenize sunuyoruz.

Bu talebin is’afı, mağdur edilen Milletimizin ve Silâhlı Kuvvetlerimizin yegâne tesellisi olacaktır.

Bu itibarla yukarıda hüviyetleri ve müsnet suçları yazılı maznunlar hakkında son tahkikatın açılmasına ve 7 Haziran 1963 Cuma günü saat 9.30 da Ankara Sıkı Yönetim Komutanlığı 1 numaralı Askerî Mahkemesinde duruşmalarının icrası ile mahkûmiyetlerine karar verilmesi iddia ve talep olunur.

Celâl Eyicioğlu
Tümamiral
Adli Amir



Medeniyet, 9 Haziran 1963.

Dündar Seyhan ve Saffet Olgaç ile Türkeş, Özdağ ve Baykal’ın müşterek avukatı bu şahısların muhakemelerine Sıkı Yönetim Mahkemesinin bakmasına itiraz ve Saffet Olgaç ile Dündar Seyhan’ın ayrıca mevkufiyetlerinin devamına itirazda bulundular. Mahkeme heyeti, kararında bütün bu itirazların Örfî İdare Kanunu gereğince reddine ve duruşmanın 10 Haziran 1963 Pazartesi günü saat 9.00’da devamına karar vererek 12.45’te sanıklar salondan çıkarıldılar.


Medeniyet, 10 Haziran 1963.

Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, dün akşama doğru şehir içinde iki saat süren bir gezinti yapmış ve Çankaya Köşküne dönüşü sırasında kapıda bekleyen gazetecilere son olaylarla ilgili bir demeç vermiştir. <<Onlar kendilerini suçsuz gösterebilmek için her çareye başvurabilirler. Bu önemli bir mesele değil. Hele onların bazı iddialarına gelince bunu çocuk bile yapmaz. Mahkeme vazife başındadır. Mahkemeyi bu vazifesini yapmaktan alıkoyacak veya şaşırtacak hiçbir kuvvet tasavvur edilemez. Meselenin gizli kapaklı bir yönü yoktur. Kanunlar her şeyi açıkça söylemiş ve cezayı tâyin etmiştir. Elbette ki kanun ne derse o olacaktır. Bunun önüne kimse geçemez. Türk Milleti bu gibi muhteris kimselerin oyuncağı olamıyacağını daha önce de isbat etmiştir. Milletimiz dertlerini halletmek, onlara çareler bulmak zorundadır. Bu millet her sabah, erken kalkanların ihtiraslarının oyuncağı olamaz. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Kısa zaman sonra daha şumüllü konuşacağım.>>



Ulus, Cihad Baban, 10 Haziran 1963.

İsyanın fikrî muhtevası

Ne Aydemir ve arkadaşlarının, ne de Türkeş ve yaranının, fikirsiz insanlar olduklarını anlamak için, bunların hapse düşüp, haklarında tanzim edilen iddianameyi radyoda dinlemeye veya gazetede okumağa lüzum yoktu. Bunların isimleri ortaya çıkalıberi, kim ve ne olduklarını anlayabilmek için, sözlerini, hareketlerini, fikirlerini dikkatle izliyorduk. Bunlar sözüm ona Atatürkçü idiler. Fakat Atatürk’ün ruhunu tazip edecek kadar onu anlamamışlardı, anlamamak şöyle dursun, ahlâka sığmayan bir yola başvurarak, onu kendi geri ve iptidai ihtirasları uğrunda kalkan gibi kullanmanın çaresini de aramışlardı. Atatürk, vatanın bağrında düşman pusu kurmuşken, millî mücadelenin içinde Parlâmento sistemi yaşatıyor ve ona dayanıyordu. Ulaşmak istediği amaç batı sistemi bir demokrasi idi. Terakkiperver Fırka’ya onun için bel bağladı. Serbest Fırka’ya başta kendi hemşiresi olmak üzere en yakın arkadaşlarını, bu maksat için o gönderdi. Eğer 1926 dan sonra Atatürk’ün bütün gayretlerine rağmen çok partili hayatın içine giremedikse, bunun sorumlusu kendilerine açılan girmesini beceremiyen muhalif partiler oldu. İddianameden öğreniyoruz ki Atatürkçü olduğunu iddia eden Talât Aydemir, devleti, kendi başkanlığında 10 kişilik bir cunta ile idare etmek istiyor ve işleri de bir kukla sivil hükümetle yürütmek niyetini güdüyormuş. Yani, millî iradeyi kenara atıyor, <<Köylü efendimizdir!>> diyen büyük insanın karşısına köylüyü uşak haline getirmek niyetiyle çıkıyordu. Atanın fikri vardı, metodu vardı, bu memleketin üzerindeki Ortaçağ örtüsünü kaldırmak istiyordu. Bu memleketi çağdaş uygarlık seviyesine nasıl ulaştıracağını, bu amaca hangi yollardan gideceğini biliyordu. Halbuki, ne Aydemir, ne Türkeş hiçbir şeyin farkında değildiler. Aralarındaki kavgalara bakınız! İhtilâfları tek konuya gelip dayanmaktadır: Sen mi diktatör olacaksın, ben mi? Bir tek maksatları var! Milletin sırtına binip buyurma zevklerini tatmin etmek.

Yeni Anayasa rejiminde iktidar Türkiye’de herkese açıktır. Bunun için, siyaset arenasına inmek ve fikirlerini ileri sürmek yeter. Bunlar bu yolu tercih etmemişlerdir. Çünkü halka söyleyecek bilgileri ve fikirleri yoktur.

Tıpkı çalışarak kazanmayı zor bulan eşkıyanın yol kesmesi ve gasp suçunu işlemesi gibi, bunlar da halkın ve milletin haklarını zor kullanarak gasp etmeyi daha kolay bulmuşlardı. İddianameden öğreniyoruz ki İstanbul’da bir otelde buluşmuşlar ve şu kararı vermişlerdir: <<demokratik nizamın taraftarı olanları, her çareye başvurarak yıpratmak!>>

Şimdi, bir ay evveline kadar sokaklarda ve gazete sütunlarında yapılan ahlâksızca şeref eritme kampanyasının menşeine el koymuş bulunuyoruz ve şimdi muhalefette yer alan bazı unsurların bilerek veya bilmeyerek kullandıkları, nihilist taktiklerin mahiyetini daha iyi anlıyoruz.

Türk Milleti büyük millettir, vatanperverdir, onun içindir ki, ne çeteciliğe, ne gasıplığa ne de nihilist metodlara itibar etmemiş ve kendi buyurma zevkleri uğrunda bu milleti parçalamak isteyenleri, parti farkı gözetmeksizin telin etmiştir.

Bu cahil ve haris şebeke, milleti içine düşürmek için kazdığı kuyuya kendi düşmüş ve Türk Milletinin ve Türk ordusunun delâletiyle Atatürk’ün sillesini bir kere daha yemiştir.

Duruşma safhaları inkişaf ettikçe hiç şüphe yok bize parmak ısırtacak vakıalarla karşı karşıya kalacağız! Şuna eminiz ki, Türk Milleti vazife gören Türk adaleti bu uru ve onun metaztazlarını millî bünyeden tamamiyle söküp atacak ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanlara ebedî huzur ve rahatın yolunu açacaktır.


Ulus, Cihad Baban, 12 Haziran 1963.

Efkârı umumiye’nin kuvveti

21 Mayısçıları, başta Talât Aydemir olmak üzere aldatan ve onları ateşe atan sebebin ne olduğunu bilmem okuyucularımız hiç düşündüler mi? Bunlar düpedüz cehaletlerinin kurbanı olmuşlardır. Bunlar bir memlekette efkârıumumiye nedir, nasıl işler, bunun etkileri nasıl gözükür bilmiyorlardı. Bunlar Türk halkını cahil, Türk köylüsünü ümmî, Türk münevverini kuvvete zebun ahlâksız telâkki ettikleri için, bir Türk efkârıumumiyesinin mevcut olduğunu hesaplamıyorlar, daha doğrusu, hesaplayamıyorlardı… Bunların kâğıt üzerinde karargâh işaretleriyle yaptıkları plâna göre, filan okul harekete katıldığı, filân kıta filân yeri tuttuğu takdirde mesele halledilirdi… O kâğıt üstündeki plânın içinde, bir şeyi unutmuşlardı, o harekete sürdükleri askerlerin can taşıdığını, düşünce ve ruh sahibi olduklarını mücadele ve şekavet cephesine sürmek istedikleri insanlar kurşundan mamul askerler değillerdi, bu memleketin kafası çalışan evlâtları idiler…

27 Mayıs’ın muvaffakiyetinin büyük sebebini idrâk edememiş olan Aydemir, farkında değildi ki 27 Mayıs’ı bayram yapan sebep, o inkılâbı Türk Milletinin büyük çoğunluğu ile benimsemiş olması, o hareketi Türk genel efkârının desteklemiş olması idi. 21 Mayısı da Talât’ın başına geçiren olay, onun bu tutumunu fert fert Türk Milletinin ve tüm halinde Türk genel efkârının benimsememiş olmasıdır. Ne Aydemir, ne Türkeş ve ne de onların peşinden gidenler, efkârıumumiye denilen müthiş kuvvetin ne olduğunu bilmiş olsa idiler; maşerî vicdan denilen şeyin nasıl harekete geçtiğini, nasıl susup boğucu bir hâl aldığını tarih kitaplarında okumuş olsa idiler, yalnız, evet yalnız, merhum Hüseyin Cahit Yalçın’ın asrî demokrasiler ismi altında tercüme etmiş olduğu kitabı gözden geçirmiş bulunsa idiler, iç güdülerinin meş’um sesine kulak vererek efkarıumumiye duvarı karşısında kafalarını taşa çarpıp yıkılıp kalmazlardı. Dünyanın hiçbir memleketinde, tek bir misâl yoktur ki, bu kuvvete karşı gelmiş ve neticede perişan olmamış olsun!

Tam bir yıl evvel 21 Mayıs günü yazdığımız bir yazıda, Aydemir’i uyarmaya çalışmış ve neden 22 Şubatta muvaffak olmamak suretiyle büyük bir talihe mazhar olduğunu kendisine anlatmaya istemiştik. Ne yazık ki, o, iyi niyetin sesine kulak veremedi, hissi aklını bozdu ve bildiğimiz netice ile karşılaştı…

Genel efkâr, vatandaşların, sivil, asker, aydın, ümmî hepsinin düşünce ve duygularının muhassalasıdır. 27 Mayısta, bu düşünce ve duygu muhassalası, yıkılan rejimin aleyhinde ittifak etmişti. İnsan hakları çiğneniyor, o rejim, demokrasiyi inkâr ederek, totaliter bir istikamette seyrediyordu. Genel efkâr, enflasyonun tahribatını seziyor, partizan idareden nefret ediyor, vurgunculuktan illallah demiş bulunuyordu; onun içindir ki, 27 Mayıs hareketi, bu duygu ve düşüncelerin muhassalası olarak, demokrasiyi kurtaracak, Atatürk’ün eserlerini yaşatacak, oy avcılığı ve iktidar hırsı uğruna insan haklarını çiğneyecek bir tutumun kafasını elbette ezecekti ve nitekim ezdi. Bir müddet sonra 13 Kasımda, bu yoldan ayrılanları memleket dışına çıkaran gene bu maşerî vicdanın kuvveti oldu. 22 Şubatta aynı maşerî vicdan Talât Aydemir ve arkadaşlarına en sert ihtarı yaptı ve eski rejimi yıkan genel efkâr ayni sebeple, 21 Mayıs gasıplarını da adaletin önüne çıkardı.

Görülüyor ki, tarihin akımını tersine çevirmek mümkün olamamaktadır. Buna teşebbüs ederek, bir milletin hak ve hürriyetlerini gasb etmek isteyenler, ister 31 Martta olsun, ister 21 Mayısta olsun, isterse eski rejim gibi, bu işi oya dayanarak yağacağını zannetsin, daima hüsran ile karşılaşmağa mahkûm olmaktadırlar. İnsan ne kadar cahil olmalıdır ki iki kere ikinin dört etmesi gibi gözlerimizin önünde duran bu bedaheti, kavramak kabiliyetinde olmasın!



Medeniyet, 11 Haziran 1963.

Sanıklar duruşmada birbirini itham etti

Elebaşı Talât Aydemir arkadaşlarının masum rolü takındıklarını ifade etti. “Olayı inkâr eden sanık arkadaşlar, ya unutmuşlardır, ya hastadırlar veyahut da çok iyi birer aktördürler.”


Medeniyet, 12 Haziran 1963.

Sanıklar dün de bocaladı.

Alarmı Gürcan bildirmiş. Bir sivilin alarm emrine, bir subay olarak nasıl ittiba ettiklerine dair Savcının bir sorusu sanıklar tarafından cevaplanamadı.


Medeniyet, 13 Haziran 1963.

Duruşmalara dün de devam edildi

Talât Aydemir’in itimadı olmadığını söylemesi üzerine duruşma hakimi Ali Cesur kendini reddetti.


Medeniyet, 14 Haziran 1963.

Bugün Türkeş’in sorgusu yapılıyor


Son Havadis, 15 Haziran 1963.

Alparslan Türkeş ile Aydemir liderliği pay edememiş

Alparslan Türkeş sorgusu sırasında kendisinin 13 Kasım’da yurt dışına gönderilmesiyle neticelenen teşebbüsleri izah etti. Dahil olduğu Millî Birlik Komitesi zamanında varılan bazı kararları anlattı. Dikmen’de Talât Aydemir’le liderlik mevzuunda bir mutabakata varamadıklarını söyledi ve <<En kötü hukuk nizamı, en iyi ihtilâl nizamından daha iyidir. Hâlâ da bu kanaatteyim>> dedi. Brüksel toplantıları hakkında bilgiler verdi. İhtilâl söylentileri çıkınca, bunu ilgililere intikal ettirdiğini ifade etti. <<Bu memlekette ister muhalefet, ister iktidar olsun, kimse Ordunun siyasî maksatlara karıştırılmasını istemez>> dedi.


Medeniyet, 15 Haziran 1963.

1 Numaralı sıkıyönetim mahkemesinde sorgular bitti

Türkeş “en kötü hukuk nizamı en iyi ihtilâl nizamından daha iyidir” dedi
[Tam sayfa manşet]

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 129,10 M - Bugn : 60530

ulkucudunya@ulkucudunya.com