« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

11 Eyl

2023

TÜRKEŞ’İN ÇİLESİ (4)

11 Eylül 2023

DÎBÂCE

Bu yazıların ilki, ortak mazi, müşahede ve münderecat sonucu; “Aziz”, “Reis”, “Teşkilattan mı?”, “Daire Başkanı” gibi kavramlarla aramızda hususi bir lisanın geliştiği büyük milliyetçi ve entelektüel dostum Servet Somuncuoğlu tarafından okunacağı ve sonra da, en azından bir “Kibrit” parolasının alaka çekerek epey müddet dilimize dolanacağı tahayyülüyle ve derin bir tahassürle kaleme alınmıştı.

Aynı zamanda, büyük dava ve fikir adamı M. Metin Kaplan ağabeyimizin de, yaz kardeşim, belki bir gün birinin işine yarar, tavsiyesi müessir olmuştu. Hele bahis konusu Türkeş ise, Türkeş’i en yüksek kapasiteyle anlayan adam sıfatıyla, tam da onun bu arzusu tahakkuk etmiş oluyordu.

İlk yazıya Muzaffer Hocanın önerisiyle numara verince ve Nurullah Kaplan ile bazı dostlar beğeni gösterince devamını getirmek zaruret oldu. Mükemmel bir intizam içinde verilemese de aktarılanların bir kısmı, altmışlı yıllarda, gazete ve dergi sayfalarında kalmış detaylardır. 1960 ihtilali, CKMP, Türkeş ve sair konularda epeyce neşriyat yapılmış olmasına karşın, hâlâ gözden kaçmış, el atılmamış veya ehemmiyetli görülmemiş hususlar da mevcuttur. Bilhassa, geniş ve çapraz taramalar sonucu, birbirine atıf yapan karşılıklı metinlerin bazıları, araştırmacılara ipucu vererek faydalı olabilecektir. Başlangıçta tasavvur edilenden daha ileri hacime ulaşacağı anlaşılan bu yazıların, meraklısının işine yaraması temenni olunur.

Gazete koleksiyonları, kitaba nazaran, hadiseleri sanki o an yaşıyormuşçasına kendi dünyasının içine çeken, hatta bakarken capcanlı hayret, merak, sevinç ve öfke duyguları da uyandıran paha biçilmez hazinelerdir.

Türkeş’le ilgili, bazen bu kadar da olmaz dedirten alçakça ve adice ithamlara rast geldikçe, bir Türkeşçi olarak; ah, şunu yazan alçak şimdi karşımda olsa, yahut, o çağda yaşamış olsaydım, bu namussuzu yakasından tutup yere çalsaydım, hissine kapıldığım çok olmuştur.

Büyük lider, bu kahredici tezvirat karşısında muhakkak ki teessür duymuştur, fakat şer karşısında yıkılmamış, asla teslim olmamıştır. Hatta, tırnaklarıyla kazıdığı siyasi hayatında kendini kabul ettirerek, bunların bazılarına mülakat vermiş, belli düzeyde arada münasebet de tesis edilmiştir. Türkeş’in çilesini anladıkça, bilhassa, Türkeş iyiydi hoştu da, bazı hataları vardı demeyi pek seven kılkuyruklar ile milliyetçiliğe yön veren çilesizlerin değersizliği daha bariz surette ortaya çıkmaktadır.

Vâlâ Nûreddin’in, 25 Ağustos 1937 tarihinde Haber gazetesinde nefis üslubuyla yazdığı aşağıdaki fıkra, gazete koleksiyonları hakkındaki kanaatimizi güçlendirmektedir.

Gazete Kolleksiyonları

Maalesef şimdi müellifin adını doğru söyliyemeyeceğim; lâkin Moskova üniversitesinde okuduğumuz zaman, profesörümüz bize bir külliyat göstermiş, şöyle demişti,

- Fransız inkılâbını iyi anlamak için işte bu kitapları okuyunuz. Zira, o zamanki gazete kolleksiyonları esas tutularak yazılmıştır.

Hakikaten de, mukaddimede bu cihet tebarüz ettiriliyordu.

Gazete havadisleri arasında -O güne mahsus olmak üzere- yalan yanlış bir haber neşrolunabilir. Lâkin ertesi gün tekzip yahut tashih edilir. Diğer gazeteler de, başka muharrirler ayni vakayı anlatıp tahlil ettikleri için, bunları karşılaştırıp leh ve aleyhteki mütalealarını okuyarak, o günün, o devrin zihniyetini görerek, tarih için istifade temin etmek en âlâ yoldur.

Gerçi, diyeceksiniz ki, meddahlık olabilir, üstün körü anlatmış olabilir, tağyirler olabilir.

Lâkin hangi vesikalar hakikate daha sadıktırlar? Tarihte öyle muharebeler vardır ki, iki taraf da kendisinin galebesini ilân etmiş, kimin üstün geldiği anlaşılamamıştır. Bütün kusurlarına, noksanlarına rağmen, bir devri iyi anlamak için, gene en iyi ayna gazete kolleksiyonlarıdır.

Maalesef bunlar bizde pek noksandır. Matbuatın zuhurundan beri kaç gazete çıkmışsa, bunlardan bir değil, birkaç nüshayı ayrı ayrı yerlerde itina ile muhafaza etmek gerekti. Bu, yapılmamıştır. Geçen gün bir bakkal dükkânından bir paket cigara alacaktım. Bakkalın eski bir ciltten sayfalar koparıp peynir sardığını gördüm. Sararmış kâğıtlara biz nazar atınca, bunun kimbilir hangi merak sahibi tarafından kolleksiyon yaptırılmış “Malumat” gazetesi olduğunu anladım. Şüphesiz adam ölmüş, terekesi satılmış, bu kolleksiyon da okkaya verilmişti.

Bizde, maarif vekâletine, umumî kütüphanelere, halkevlerine mensup komisyonların eski gazetelerin kolleksiyonlarını tamamlamak için gayrete geçmeleri ne kadar temenniye şayandır. Belki bugün henüz mahvolmamış, mahvolmıya yüz tutmuş kolleksiyonlar vardır. Bunlar bir araya getirilmelidir.

Cumhuriyet devrinden sonraki gazeteler bir iki yerde biriktiriliyormuş diye işittim. Fakat bir iki yer kâfi değildir. Bütün Halkevleri de, bunları biriktirip kolleksiyon haline getirmelidir. Bir yangın, bir dikkatsizlik, bir iki kolleksiyonu mahvedebilir. Lâkin bunların zamana karşı mukavemetleri adetlerinin çokluğu ile artacaktır.

İsmet İnönü ile birlikte Leninin evini ziyaret ettiğimiz sırada, orada, bir kütüphanede, bütün dünya gazetelerinin intizamla saklandığını söylemişler, bizimkileri de göstermişlerdi. Böyle bir kolleksiyon Türkiyede yoktur. İleride, tetebbü için lâzım olunca, Türk âlimi bir Rusya seyahatine mi çıkacaktır?

Bu işi, herhalde intizamına sokmalı.
(Vâ-Nû)

***

TEMMUZ 1961 - HUMBARACI MESELESİ

Türkeş’in şahsında Türkçülüğe ve Türklüğe karşı alçakça saldırılar, sadece Irkçılık Turancılık suçlamasıyla yetinmez. Türkeş’e hücum etmek için, itibarını sarsarak Türk milliyetçilerini memleket idaresinden uzak tutmak için; kim, nereden, ne tutturabilirse onu kullanmaktadır. Hatta, kendileri sosyalist veya komünist oldukları halde, Türkeş’e sosyalist, komünist diyen iki yüzlü müfteriler de çıkmıştır. Temmuz 1961 ayında bir Humbaracı meselesi çıkar, basında günlerce gündemde kalır.

Kim dergisinin 20 Temmuz 1961 tarihli 159. sayısında Türkeş’in fotoğrafıyla birlikte çerçeve içinde “Dostlarına Bakın!..” başlıklı bir yazı çıkar. İngiltere’nin ağır başlı dergisi Economist’te yayınlanan bir mektupta, Arslan Humbaracı adlı bir komünist, Ondörtleri ve Türkeş’i övmektedir.

Kim dergisi; “Efendilerinin ağzından konuşan bu Moskova hizmetlisi Türkiye’nin gelişmesi ve huzura kavuşması için kimi methediyor biliyor musunuz? Emekli Albay Alparslan Türkeş’i!” diyerek, Türkeş’i neredeyse komünist ilan edecektir.

Mektubun tam metni ertesi gün Ahmed Emin Yalman’ın 21 Temmuz 1961 tarihli Hür Vatan gazetesinde yayınlanır. Habere dikkat çekmek için bu gazetede de Türkeş’in resmi konulmuştur.

“Humbaracı yeniden sahnede…

Moskova köleliğini seçerek Moskova Radyosunda memleket aleyhine neşriyat yapan, binbir maceraya atılan, son zamanlarda komünizme tövbe ettiği iddiasıyla Tunus’da yerleşen, oradan bazı gazetelere yazılar yazan Moskova ajanı Arslan Humbaracıbaşı yeniden sahnede görünmüş, Economist dergisine gönderdiği yalanlarla dolu bir mektupla ortalığı karıştırmağa kalkmıştır. Bu mektubun tercümesini aynen aşağıya geçiriyoruz. Türkeş’in, Arslan Humbaracı gibi bir kimse tarafından desteklenmesi, kendisinin görüş ve faaliyetlerine ne gibi muhitler tarafından ümitler bağlandığını çok açık bir şekilde belirtmektedir. Bütün mektup, ortalığı bulandırmak isteyen bir komünist ajan ve tahrikçisinin damgasını taşıyor:

‘Albay Alparslan Türkeş’in idaresi altındaki on dört ‘koyu ihtilalci’ Türk subayı, yüksek vazifelere, hâttâ Kabine mevkilerine geçmek üzere memlekete dönme teklifini reddetmişler ve yüksek mevkilerle ilgili olmadıklarını, ancak taraftar bulundukları reformları yürütmek için Türkiye’ye dönebileceklerini söylemişlerdir. Bence bu hareket tarzını lehlerine kaydetmek icabeder.

Ben şunu da düşünüyorum ki Millî Birlik Komitesi ikiye ayrıldıktan ve On dörtler memleket dışına yollandıktan sonra Türkiyede hâdiselerin aldığı düzensiz cereyan da, On dörtlerin temsil ettikleri fikirlere kıymet verdirecek ve memlekete dönmeleri icabettiğini belirtecek tarzdadır. Hakikat şudur ki On dörtler hariçteki ikametleri ne kadar uzarsa, Millî Birlik Komitesine tekrar katılmaları ihtimali o kadar kuvvetlenecektir.

Türk basın lortlarının ileri sürdükleri ‘Koalisyon Hükûmeti’, ‘Parlâmentarizm’, ‘Batı usulleri’ tavsiyeleri ve diğer demokrasi oyunları Türkiyede durumun vehametini arttırmakla kalır. İster hoşuna gitsin, ister gitmesin, Türkiye için en iyi şey, kendi Nâsır’larının hükmü altında bir idare kurmaktır.

Ben öyle sanıyorum ki On dörtler mutlaka Türkiye’ye dönecekler ve Anadolu’nun şiddetle muhtaç olduğu ıslahatı yürüteceklerdir. Bu ne kadar çabuk olursa ve Albay Türkeş ile Sami Küçük arasındaki işbirliği ne kadar sür’atle yeniden kurulursa, Türkiye için de, Afrika-Asya âlemi için de, Batı için de o kadar iyi olur.

Tunus – Arslan Humbaracı’

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Humbaracının mektubunu gerçek dile çevirmek için ‘Türkiye için iyi olur’ sözünün kullanıldığı yerleri ‘Moskova için iyi olur’ diye anlamak gerektir. Sayın Albay Sami Küçük’ün Moskova Ajanının iftirasına ve iğrenç ve bulandırıcı oyununa hepimizden ziyade üzüleceğini muhakkak sayıyoruz.

Kendi hayâllerinin âleminde yaşayan Moskova Ajanı, Türkiyenin normal bir idareye doğru yol aldığının, bir anayasa hazırlandığının ve en dürüst ve tarafsız bir şekilde milletin reyinden geçtiğinin farkında olmamış veya bunları görmek ve mânasını kavramak istememiştir.”

GÖKHAN EVLİYAOĞLU’NUN CEVABI

Türkeş’in buna cevap verme imkânı bulunmamaktadır. Son Havadis gazetesinde 22 Temmuz 1961 tarihinde Gökhan Evliyaoğlu, başyazısıyla Kim dergisi ile Hür Vatan gazetesine cevap verir.

“Kurdukları Tuzaklara Düşenler

Memleketimizin aleyhindeki propaganda faaliyeti ile tanınmış, komünist kuklası, Aslan Humbaracı adında bir adam Tunustan, Economist dergisine bir mektup gönderiyor. Economist dergisinin yayınladığı baştanbaşa saçmalıklar, yalanlar ve iftiralarla dolu olan bu mektupta Aslan Humbaracı aynen şunları yazıyor.

‘Ben öyle sanıyorum ki Ondörtler, mutlaka Türkiyeye dönecekler ve Anadolunun muhtaç olduğu ıslahatı yürüteceklerdir. Bu ne kadar çabuk olursa ve Albay Türkeş ile Sami Küçük arasındaki işbirliği ne kadar sür’atle yeniden kurulursa, Türkiye için de, Afrika-Asya âlemi için de, Batı için de o kadar iyi olur.’

Economist’in bu mektubu neşretmesini, eşi bulunmaz ve kaçınılmaz bir fırsat bilen, İstanbuldaki, -maalesef, İstanbuldaki- bir gazete ve onun iftira ve dedikodu özel sayısı bir dergi, derhal kampanyayı açıyorlar. ‘Gördünüz mü’ diyorlar, ‘Türkeş’in, Aslan Humbaracı gibi bir kimse tarafından desteklenmesi, kendisinin görüş ve faaliyetlerine ne gibi muhitler tarafından ümitler bağlandığını çok açık bir şekilde belirtmektedir.’ diyorlar. Bir de darbımesel bulup onunla hükümlerini veriyorlar: ‘Düşmanımın dostu benim düşmanımdır.’

Bir kerre, bu adamlar bu cür’eti nereden alıyorlar? Eğer Aslan Humbaracının tek taraflı ve maksatlı olarak bir kimse ile dostluk kurmak istemesi veya bir kimseyi kendisine göre bir değer hükmüne bağlaması o kimseyi düşmanlarımız arasına katmaya kâfi ise, bu vatan haininin diline düşen nice memleket evlâdına hor bakmak gerekecek. Metodumuz bu olursa, önce mezkûr gazetenin başyazarından başlayarak onun bütün yakınlarını listeye kaydetmemiz lazımdır. Hem, Aslan Humbaracının övdüğü adam değil, Aslan Humbaracıyı öven adam düşmanımız olmalıdır. Ölçünün hakiki olanı, sıhhatli olanı budur. Bu ölçüye göre, vatan hıyaneti bahsinde Aslan Humbaracı’yı gölgede bırakan Nâzım Hikmetof’u senelerce öven, hapishaneden kurtarmak için didinen, üstelik onun ‘büyük vatanperver’ olduğunu ilân eden malûm başyazar’ı [Ahmed Emin Yalman] acaba nasıl tavsif etmeliyiz?

Sonra bu pervasız gazete Aslan Humbaracının ağzına göre hüküm vermek illetini bir ölçü olarak ileri sürerse korkarız ki, ayni ölçülerle memlekette kıymet hükmü ve kıymetli şahsiyet kalmaz.

Ayrıca sorabilir miyiz, Aslan Humbaracı, dün, Türk ordusunun şerefli ve vatansever bir Albayı, bugün devleti ve milleti dış âlemde temsil eden idealist bir memuru olan Alparslan Türkeş hakkında baştanbaşa yalan ve iftira ile dolu sözler sarfetti diye, Türkeş’i küçük düşürmeğe yeltenmekle kimin ne menfaati vardır? Türkeş’ten Aslan Humbaracı gibi ümitlenenler kimlerdir, hangi muhitlerdir?

Esasen Aslan Humbaracı gibi bir vatan haini mezkûr mektubunda sadece Türkeş’den değil, aynı zamanda onun şerefli, silâh ve inkılâp arkadaşı Albay Küçük’ten de ümitlendiğini belirttiğine göre, bu gazete elindeki ölçüyü neden istisnai bir şekilde kullanıyor? ‘Korkuyor da ondan’ diyeceksiniz. ‘Doğru’ diyeceğiz biz de. Şimdi eğer, sayın Albay Küçük de yurd dışında vazifeli olsa idi, cümle kuruluşu metod değişmeyecek, aynı yollardan, aynı insafsızlıkla, aynı hükme varılacaktı. Biliyorum, sayın Albay Sami Küçük de bu makaleyi okuyunca ‘doğru’ demekten kendini alamayacaktır. Ve uzaklarda, sayın Alparslan Türkeş Humbaracının iftiralarına konu olmaktan dolayı, bir silâh ve inkılâp arkadaşına tanınan ‘üzüntü’ halini bile kendisinden esirgeyen bir gazete ile bir pestenkerâni dergi hakkında kim bilir neler düşünmektedir.

Resmi ağızlar ve mes’ul yetkililer ‘ondörtler’ ile ‘yirmi üçler’in esaslı bir fikir ve ideoloji ihtilafından dolayı değil, bazı usul ve prensip farklarından dolayı ayrıldıklarını beyan etmişlerdi. Biz, kalanlar kadar, gidenlerin de, Humbaracı ile aynı seviyede mütalâa edilemeyeceklerine inanıyoruz. Bu seviye, vatanseverlikte her mensubu bir irtifa olan Türk ordusunun hiçbir unsuruna yakıştırılamaz.

Asıl, bunu yakıştıranlar ortalığı bulandırmak isteyenlerdir. Ve Humbaracıya, bunların daha yakın olduğu, sadece bir karine olmaktan da çıkmıştır. Bu hususta yakın tarihimizden çıkarılacak birçok tecrübe ve ders vardır.”

NADİR NADİ’NİN YAZISI

Ertesi gün 23 Temmuz 1961’de bu defa Cumhuriyet’te Nadir Nadi, konuyu ele alır. Kim dergisini ve Hür Vatan gazetesini haklı bulur, Son Havadis’i eleştirir. Yazının mantık örgüsü son derece zayıftır.

“Sakallı Irkçıları Neden öğdü

Aşırı sağ ile aşırı solun milletimiz için aynı derecede güçlü iki tehlike sayılması gerektiğine burada şimdiye dek çok dokundum. Yabancı bir emperyalizme hizmet ediyor gerekçesi ile komünizmi yasak ettikten sonra ırkçılığa, turancılığa ve benzeri akımlara göz yummanın bizi önlemeye çalıştığımız tehlikelerden koruyamıyacağını belirttim. Hattâ aşırı sağcıları hoş görüp aşırı solcuları kovalamaktansa, her iki ucu rahat bırakmak daha akıllıca bir iş olacağını yazdım. Hiç değilse açıkça birbirlerine girmek imkânı bulurlardı da millet de onları kolayca ayırt etmesini bilirdi. Komünizme yasak kondu mu, Rus emperyalizmine hizmet edenlerin tutacağı yol, elbette zıt ideolojiye sızmak ve bu yoldan milleti kendi çıkarlarına uygun bir yola sürüklemeye çalışmaktır.

Bunun son örneğini Aslan Humbaracılar’ın bir İngiliz gazetesinde yayınlanan mektubu ve mektup üzerine bizim basında uyanan tepkiler de gösteriyor.

Bir zamanlar İstanbul’da çalışan ve sakallı gazeteci diye adı çıkan bu Humbaracılar, anası Türk olmadığı bahanesiyle Deniz Harb Okulundan (bence mânasız ve haksız yere) kovulunca topluma karşı bir kin ve intikam duygusuna kapılmış ve basbayağı yabancı ajanlığı yapacak kadar düşmüştür. Bu adam son zamanlarda bir İngiliz gazetesinin okuyucular sütununda yayınlanan bir mektubunda Türk politikasına dayanarak emekli Albay Türkeş’i övmekte ve Türkiyeyi kurtaracak ‘ıslahat’ın ancak onun temsil ettiği zihniyetle gerçekleşebileceğini söylemekte, aklı sıra M.B.K.ni şimdiki tutumunu değiştirmeğe çağırmaktadır.

Kim dergisi haklı olarak bu mektubu ele almış ve sakat bir ideolojiden kimlerin, nasıl yararlanmak istediklerini ortaya koymuştur. Bu yazı İstanbulda yayınlanan bir tek gazeteyi gocundurmuştur. Hangisi diyeceksiniz? 27 Mayısa kadar düşük iktidarın bütün kanunsuzluklarını kanun diye halka yutturmaya çalıştığı halde, 27 Mayıstan sonra Albay Türkeş’in himayesine sığınıp yakasını kurtaran, şimdi de bir yandan ırkçılığa özenirken öte yandan A.P.’yi ve kuyrukları destekliyen gazeteyi. Dünkü yazısında Albay Türkeş’i göklere çıkarıyor ve Humbaracılar’ın mektubunu ele alarak Albayın ‘fikriyat’ına sataşmanın görülmemiş bir küstahlık olduğunu açıklıyor.

Kendisi ile karşı karşıya bu soruları görüşmediğimiz için Sayın Emekli Albayın ‘fikriyat’ı hakkında biz kesin bir bilgiden yoksunuz. Ancak söylendiğine göre Albay Türkeş, ötedenberi aşırı sağ eğilimleri ile tanınmış bir kişidir. Geçici devrim yönetimini elden geldiğince uzatmak isterken asıl hedefinin ne olduğunu da bilmiyoruz. O hedef ne olursa olsun, biz, Türk ordusunun her türlü politika kaygularına sırt çevirerek yurdumuzu bir an önce Atatürk ilkeleri ışığında normal bir hukuk rejimine kavuşturması gerektiği kanısında idik. Yine de öyleyiz.

Şimdi gelelim Humbaracılar’ın mektubunda sırıtan gerçek niyete. Bu adam şüphesiz bir ırkçı, bir turancı olamaz. O, olsa olsa yabancı bir emperyalizmin hizmetinde çalışan bir uşaktır. Irkçı ve Turancıların güdebileceği herhangi bir ‘ıslahat’ politikası onu ilgilendirmez, fakat Humbaracılar’ın efendileri pek iyi bilirler ki Türkiyeye hâkim olacak aşırı sağcı bir ideoloji, kısa zamanda Türkiyeyi Batı blokundan ayıracaktır. Batı blokundan kopan bir Türkiye ise, daha kuzeyinde ikinci bir Türkiye bulunmadığı için, tek başına bir tarafsızlık politikası güdemiyecek, gütmek istese bile bunu başaramayacaktır. O zaman, öylece muallâkta kalmış bir Türkiyenin yapabileceği bir ‘ıslahat’ı da sakallı gazeteciye direktif veren efendilerin zevk ve meşrebine uydurmak ihtimalleri herhalde kolaylaşacaktır. Humbaracılar’ı aşırı sağcılara iltifatlar yağdırmaya zorlıyan sebep bu olmalıdır.”

YUNUS NADİ’YE CEVAP

24 Temmuz 1961 günü Son Havadis’te Gökhan Evliyaoğlu tekrar kaleme sarılır, bu defa Nadir Nadi’ye cevap verir. Cumhuriyet gazetesinin de, Humbaracı’nın da ipliğini pazara çıkarır.

“Oltaya Takılanlar

Bir gazete var. Adı; Cumhuriyet. Bu gazetenin bir başyazarı var. İsmi; Nadir Nadi. Bu başyazarın da, dünkü gazetesinde bir baş yazısı var. Başlığı şu; ‘Sakallı Irkçıları Neden öğdü.’ Bu başlığı görünce hemen kendi kendinize soruyorsunuz; Irkçılar mı? Kim bunlar? Ya bu sakallı ırkçılar?

Acaba Cumhuriyet gazetesi, kendisine yeni hücum hedefleri mi hazırlıyor? Çünkü bu usul Türkiye’ye bu gazete tarafından getirilmiştir. Önce kostümleri hazırlar, lânetler, sonra da memleketin sevilmiş şahsiyetlerini bu kostümlere monte ederek tam bir montaj sahtekârlığı ile, yol üstüne diktiği taarruz mankenlerine karşı yalın kalem tecavüz eder. Gene öyle bir manevraya mı girişti diye merak ettik. Yazısının ilk satırlarında konu, başlıktaki esrarı muhafaza ediyor. Ortalara doğru mesele biraz aydınlanıyor. Nadir Nadi bu, aydınlığı sever mi hiç, ışık, ister istemez ortaya çıkınca o, kendisini tekrar karanlığa atıyor. Mumu söndürmek isteyince de kendisinin saçı başı tutuşuyor ne yaptığını bilemeden şaşkınlık içinde bir iki şey geveliyor. Işığı yaktığına yakacağına, yani konuyu açtığına açacağına pişman olarak yazısına son veriyor. Yazmasa idi olmaz mıydı? Diyeceksiniz. Olmazdı. Çünkü işin eninde sonunda gelip kendisine dokunacağını biliyordu. Bu konuya girmeğe ve vehmettiği hücumlara önceden karşı durmağa bunun için ilk taarruzu yapmağa kendisini mecbur hissetti. Bakınız neden?

Okuyunca anlaşılıyor ki Nadir Nadi’nin dünkü baş yazısının başlığı ‘Sakallı Irkçılar’ı değil, ırkçıları öğen bir ‘sakallı’yı kastediyor. Şimdi, durup dururken, pek lâubali bir şekilde -gûya ciddî- bir gazetenin bir ‘sakallı’dan söz açması için ya milletçe bu sakallıyı bilmeliyiz yahut hiç değilse ‘sakallı’ deyince, kolayca birini hatırlamalıyız. Var mı böyle bir meşhur? Size ‘Sakallı’yı tanır mısınız’ dersem, aziz okuyucularım, bu lâkabın kime ait olduğunu, siz bilir misiniz? Elbette hayır. Ama Cumhuriyet gazetesi için, durum, bunun aksinedir. ‘Sakallı’ bu gazetenin taifesi için hiç de yabancı bir kişi değildir. ‘Sakallı’ halen yurt dışında sürgünde bulunan bir vatan haininin, Aslan Humbaracı adındaki kiralık düşmanın ta kendisidir. Cumhuriyet gazetesinin Onu, okuyucularına tanıtması için sadece ‘sakallı’ demesi kâfidir. Çünkü Onu bizzat Cumhuriyet gazetesi yetiştirmiş, imâl ve icad etmiştir. Geçmiş senelerde, memleket ve Türklük aleyhdarı fikirlerinden dolayı askerî mektepten kovulan bu adamı Cumhuriyet gazetesi gazeteci (!) yapmış, okuyucularına takdim etmiş, çarpık ideolojisini tefrikalar halinde yayınlamış sonra o çarpık fikirler yüzünden Aslan Humbaracı, bu diyardan kovulmuştu. Aslan Humbaracıyı yetiştirmiş ve Türkiye’ye ve dünyaya takdim etmiş olan Cumhuriyet gazetesi, tarih boyunca taşıyacağı bu iğrenç lekeyi ne zaman aynada görse, ruhunda çöreklenen bir kompleksin, müşahhaslaşıp akrepleşerek kendi maddî bünyesine musallat olduğu vehmiyle, işte böyle, ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırıp kalır. Şu saçmalıklara bakınız.

Bizim geçen gün bu sütunda, Aslan Humbaracı denilen hainin bir yazısını bahane ederek, daha doğrusu bir yazısından istimdat ederek sayın Alparslan Türkeş’e iftira ve hücum eden bir okunmaz gazete ile onun dedikodu ve tezvir özel sayısı olan derginin bu hatâlı tutumunu tenkid edişimize içerleyen Nadir Nadi, tabii Aslan Humbaracı kompleksinin tesiri ile de gazetemize ve yazımıza saldırıyor. O, okunmaz gazete ile derginin müdafaasını üzerine alan Nadir Nadi’ye göre:

…Aşırı sağ ile aşırı sol, milletimiz için iki güçlü tehlikeymiş.. (O halde aşırı solcuları neden himaye eder bu Nadir Nadi?) Aşırı sol’a yasak konulunca, o aşırı sol, aşırı sağ’a sızarmış.. (Bakın hele). Nitekim öyle olmuş işte, bir zamanlar İstanbul’da çalışan (Cumhuriyette! demeğe dili varmıyor) ve sakallı gazeteci diye tanınan.. (biz tanıttık! diyemiyor).. bu Aslan Humbaracı, bir manâsız (!) sebeple (Kanuna hakaret ediyor) askerî okuldan kovulmuş, Türklüğe düşman olmuş.. Yurt dışına sürülmüş. Ve geçenlerde bir İngiliz gazetesine mektup yazarak Türkeş’i öğmüş.. (Yalnız Alparslan Türkeş’i değil, biliyorsunuz Albay Sami Küçüğü de birlikte.) Nadir Nadi, Türkeş’in fikriyatını bilmezmiş ama.. (Ne cehalet, ne ayıp). Söylendiğine göre aşırı sağ eğilimli imiş. Aslan Humbaracı aşırı sağcı değilmiş ama, sağa sızmış. Humbaracının efendisi (Kim yani, velinimeti mi) Türkiye’yi aşırı sağa sürükleyip Batı’dan ayırmak istermiş. İşte bu düşüncelerle, Humbaracının mektubunu ve ondan kimlerin faydalanabileceğini bir dergi haklı olarak ortaya koymuş (Demek ki o gazete, o dergi ve Cumhuriyet gazetesi faydalanmağa başlamışlar bile.) Bundan Son Havadis gocunmuş.

Çünkü biz, Humbaracı’nın mektubunu vesile ederek yani onun oyununa gelerek, huzur bozucu neşriyat yapan o dergi ile gazetenin hatâlı tutumunu ortaya koymuştuk. Gaflete işaret etmiştik. Hatırlarsınız, Türkeş’in dün ordunun askerî şerefini, bugün dışarda milletini ve devletini temsil eden bir memur olduğunu, Humbaracı’nın tek taraflı yorumunun bir ölçü olamıyacağını, üstelik sadece Türkeş’i değil, Albay Küçüğü de, çarpık ağzına almak istediğini, maalesef, o tezvir dergisi ile gazetesinin, çok kirli bir elden, çok kötü ve tehlikeli bir silâh almış olduklarını, Aslan Humbaracıya önem vermenin, ona yardım etmek, onu tekrar hatırlatmak demek olacağını yazmıştık. Şimdi kampanyaya bir de Cumhuriyet gazetesi katıldı.

Seni salon sosyalisti seni.. Elimi, arşivimdeki fişine doğru uzatıyorum. Daha şimdiden, matosyan matbaası hikâyesinden, ‘vaadim’ romanına, Fahri Kurtuluş mitinginden, M.T.T.B. nümayişine kadar bir sürü kupür, kitap, broşür masamın üstüne dökülüverdi. Bir hayli tozlanmış şeyler. Ama yeni nesiller için eğlenceli olabilir.

Hamle bre Nadir Nadi!”

AHMED EMİN YALMAN DEVREDE

Gökhan Evliyaoğlu’nun Türkeş’i savunan cesurane yazısı üzerine bu defa Ahmed Emin Yalman harekete geçer. 25 Temmuz 1961 Hür Vatan’da, yine Türkeş’in Irkçı Turancılığından dem vurarak, gazete kapatılmasını ima eder tarzda tedbir alınması çağrısında bulunur.

“Şer ve Fesat Batağındakiler

Takım takım ecnebi ajanlarını, ifrat temsilcilerini ve ihtiras sahiplerini içine alan şer cephesi; cüretini, küstahlığını her gün biraz daha arttırıyor, yapıcı bir kuvvet diye hasretini çektiğimiz, uğrunda nesillerdir mücadele ettiğimiz hürriyeti bir yıkma vasıtasına çevirmek, ortalığı bulandırmak için yapmadığını bırakmıyor.

Şer kuvvetinin mensupları birbirlerini kolayca buluyorlar, bir araya geliyorlar. Son hedef bakımından birbirlerinden ne kadar ayrılırlarsa ayrılsınlar, ortalığı bulandırma ve karıştırma hedefinde beraber olmaları; başlangıç safhalarında sıkı bir işbirliği içinde habasetlerini yürütmelerine kâfi geliyor.

Bu saniyede şer bataklığı bütün iğrençlikleriyle, fesat tohumlarıyle, baltalama vasıtalarıyle gözlerimizin önüne serilmiş bulunuyor. Moskova ajanı Arslan Humbaracı’nın Londra’da çıkan Economist dergisinde Türkeş’in Irkçı ve Turancı siyasetini hararetle övmek maksadıyle yayınladığı mektup, durumu bir şimşek gibi aydınlatmıştır. Hele memleketi bir yağma ve yolsuzluk sahasına çeviren düşük idareyi var kuvvetiyle tutan bir gazetenin bu mektubun karşısında gösterdiği tepki ve belirttiği savunma gayreti, gözlerimizi artık açmamız ve tedbir düşünmemizi icabettirecek bir mâna taşıyor.



Akla karayı ayırmağı bilen, memleketi feragatle seven iyi vatandaşların, vicdanları temiz insanların dağınık olduklarını, şer sahiplerinin ise yekpare bir kuvvet halinde çalıştıklarını ve el altından dümenin Moskova ajanlarının ellerinde olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Şer bataklığı bir takım ihtilâflar ve buhranlar yarattıktan sonra külfetli tedbirlere başvuracak yerde, basiretle davranmak, önleyici tedbir düşünmek gerektir.



Dakika ziyan etmeden işe oturmak, şer bataklığını kurutmak lazımdır. Kötülerin hadlerinin bildirilmesi geciktikçe, küstahlıklarının arttığını görüyoruz.”

AHMED EMİN YALMAN’A CEVAP

Gökhan Evliyaoğlu, bu defa da Ahmed Emin Yalman’a dönerek cevap verir. 26 Temmuz 1961 “Son Havadis’i kapattırmak isteyenler” başlıklı yazısında Son Havadis’in seçimlerden önce kapattırmak için tahrik, tehdit ve jurnal kampanyası açıldığından şikâyet eder. Yalman’ın 1950’de Nâzım Hikmet’i cezaevinden kurtarmak için açtığı kampanyayı hatırlatır.

“Son Havadis’i kapattırmak isteyenler

Bizi yıpratmak için vatan haini Humbaracıdan istimdat ederken onun sakallı maskesinin ardında duran kendi suratını gösteriveriyor. Derken bu sakallı maskeye biri daha takılıveriyor; bir de bakıyorsunuz ki, vatan hainliği yüzbin kerre müseccel bir moskof uşağını, ‘büyük bir vatanperverdir.’ diyerek hapishaneden kurtaran ve hain Moskova’ya kaçınca, muradına ermiş gibi başka işlere girişen bir okunmaz olmuş başyazar da Humbaracının oltasına yem oluyor.

Üstelik bu adamların yüzlerini örten incecik perdeye şöyle bir dokununca, hem suçlu hem güçlü bir eda ile velveleyi kopartıyorlar.


Memlekette, senelerce ömür ve mürekkep tüketmiş, kilometrelerce yazı yazmış, mesleğinin en yaşlı tipleri arasına girmiş olan yazarların, yaşları 35 i geçmemiş genç kalemler karşısında âciz kalınca, hemen yerlere kapanarak otoriteden ‘tazyik’ dilenmeleri ayıp değil mi? Utanmaktan hiç mi nasibi yok bunların. Veyl… idraksiz kafalara!.”

14 LERDEN ŞEFİK SOYUYÜCE İLE BİR KONUŞMA

Cevat Fehmi Başkut, Cumhuriyet, 8 Ağustos 1961.

Roma. Bugün de Şefik Soyuyüce ile yaptığım görüşmeyi bildireceğim. 14 lerin memlekete avdetleri meselesinin aktüel bir hal aldığı bugünlerde havadis kıymeti bir hayli artan bu görüşme, aynı zamanda Türk basınının 14 lere karşı cephe aldığı, onlara kendilerini savunma imkânını vermediği yolunda müşahede ettiğim yanlış kanaatleri izaleye de yarayacağı için iki taraflı hizmet görecektir.

Şefik Soyuyüce diyor ki:

“Bizlerin memlekete dönmemiz meselesinin yurtta aktüel bir mahiyet aldığını gazetelerden öğreniyor ve bunun safhalarını takip ediyoruz.

Bu münasebetle ve sizinle konuşmamızdan bilistifade gıyabımızda hakkımızda ileri sürülen iddia ve ithamlar üzerine biraz durmak isterim: Bizleri diktatörlük temayülleri ile itham ettiler. 27 Mayısı müteakip yeni bir anayasa hazırlığına girişmeleri için ilim adamlarını uçakla bir araya toplayan ben nasıl diktatörlük temayülleri besliyebilirim? Yine biz, bir kısım arkadaşlarımızı bertaraf etmeyi düşünmekle itham edildik. Bu iddia bizim hakkımızda nasıl ileri sürülebilir, hâlâ anlıyamıyorum. Biz onlarla beraber bu ihtilâli yaptık. Hâlâ da onların başarıya ulaşmalarını can ve gönülden isteriz. Böyle bir hareket bizden sadır olabilir mi?

Hûlasa iddialar ve ithamlar tek taraflı olarak devam etti durdu ve biz hep sustuk. Susmakla memleketimize faydalı olacağımızı düşündüğümüz için sustuk. Daha geçenlerde basında sosyalist eğilimli bir parti kuracağımız ortaya atıldı. Sizi kat’iyetle temin ederim ki böyle bir kararımız yoktur. Daha henüz sosyalizm ile komünizm arasındaki farkların lâyıkiyle kavranmadığı memleketimizde bizim gıyabımızda böyle şeyler söylenip yazılması doğru olur mu?

Benim Danimarka’da sosyalizm konusunda tetkikler yaptığım da yazılmış. Bu memlekette her konuda bir çok tetkikler yapmadım değil. Niçin yapmıyayım? Henüz 36 yaşındayım. Aramızda 28 yaşında bulunan arkadaşlarımız var. Bizden gittiğimiz memleketlerde gazino köşelerinde kumar oynamamız mı isteniyor? Şimdi Romada bire 38 veren yeni bir buğday cinsi üzerinde çalışmakta olan bir İtalyan ziraatçisi ile temaslar yapmaktayım. Bilmiyorum ya, bu adam bilfarz komünist partisine kayıtlı ise ben memleketimde komünist partisi kurmak üzere hazırlık mı görmüş olurum? Bugünlerde, seçimlerden evvel veya sonra memlekete dönmemiz tabiîdir. Ben 36 yaşında kendimi tekaüde sevkedemem. Elbet çalışacağım, bir memleket hizmetinde alınteri ve göznuru dökeceğim.

Biz 14 ler dostluk münasebetlerimizi çok yakın şekilde idame ediyormuşuz. Muzaffer Özdağ’ın çocuğu olduğu günlerde kendisine yardım etmemiz bunun delili imiş. Ne demek bu? Doğum masrafları yüzünden ihtiyaç içinde bulunan bir arkadaşa yardım etmek her şeyden evvel vicdan ve insanlık borcu değil midir? Bizler 27 Mayıs ihtilâline atılırken ettiğimiz yemin ile birbirimize bağlanmış insanlarız. Böylelerine bu şekilde bir yardım çok görülebilir mi?”

Yukarıda naklettiğim sözler Şefik Soyuyüce ile görüşmemizde onun söylediklerinin yalnız bir kısmıdır. Geri kalanı hep memleket meseleleri üzerindeki görüş ve düşünceleri teşkil etti. 27 Mayıs ihtilâli plânlarının belli başlı tatbikçilerinden biri olan bu kıymetli memleket çocuğu mütemadiyen konuşuyor, aynı zamanda vatan hasretinin buğulandırdığı gözlerinde biriken yaşları akıtmamak için gizli gizli çabalayıp duruyordu. Onun yurt sınırlarından 2000 kilometre uzakta kendisini memleket dertlerine böylesine vermiş olması karşısında benim de gözlerim doldu.”

DÜNYA GAZETESİ’NİN TÜRKEŞ’İ JURNALİ

1961 Eylül ayı içerisinde iki bakan ve eski başvekil idam edilir. Türkeş, idamların yapılmaması için Cemal Gürsel’e mektup gönderir. Gazeteler bu mektubu yayınlamaya cesaret edemezler. Dünya gazetesinde 28 Eylül 1961 tarihli yazısında Hayri Alpar “Türkeş’in maksadı nedir?” başlığıyla jurnalde bulunur.

“Türkeş’in maksadı nedir?

Yurt dışında bulunan eski MBK üyelerinin durumları nedir şimdi? 14 ler denen bu eski subaylar komiteden çıkarıldıkları gibi, emekliye sevk edilmek suretiyle ordu ile de ilişikleri kesilmiştir. Fakat hizmetlerini gözönünde tutan arkadaşları, kendilerine Dışişleri Bakanlığı kadrosunda iki yıl süre ile görev vermiştir. Her biri bir elçiliğimizde “müşavir” adı altında memurdurlar. O halde, tayin tarihlerinden beri bağlı oldukları Bakanlığın kanunlarına göre hareket etmek zorundadırlar. Herhangi bir memurdan farklı durumları yoktur. İstifa etmediklerine, devlet bütçesinden bu sıfatla maaş aldıklarına göre, içinde bulundukları statüye harfi harfine uymak görevleri icabıdır. Görevlerinin verdiği yetkiyi aşan, kanunlara aykırı eden memurlar hakkında ne gibi işlem yapılırsa, onlar için de öyle olmak gerekir. Kaldı ki, her Türk vatandaşı gibi, Türk kanunlarına saygıya da mecburdurlar. Hiçbir sıfat, hiçbir mevki, başkalarına olduğu gibi onlara da imtiyaz veremez.

Gerçek bu olduğu halde, içlerinde bir Alparslan Türkeş vardır ki, gittiği günden beri kendini sorumsuz ve mutlak kudret sahibi bir yaratık olarak görmekten bir türlü vazgeçmemiştir. Her fırsatta mektuplar yazarak, devrim idaresini küçümsemekten, kanunları çiğnemekten aslâ perva etmiyor!

Meselâ, Peyami Safa ölmüştür. Bu eski ülkü yoldaşının ölümünden ötürü, güya üzüntülerini bildirmek isterken, kendisinin de içinde bulunduğunu iddia ettiği ihtilâli ve bu ihtilâlin güttüğü idealleri yeniden yerlere vuruyordu. İki kişi arasında yazılan alelâde mektup değildi bu. Tahrikçi ifadeleri, tertiple himaye ettiği kimselerin gazetelerinde yayınlatmak suretiyle halk efkârına açıklanmıştır.

O zaman, bu memurun kanun dışı davranışı üzerinde önemle durduğumuz halde, ne ilgili Bakanlık, ne de kötülediği devrim idaresi sorumluları, herhangi bir işlem yapmamışlardır.

Bu Türkeş, şimdi cür’etini büsbütün artırarak devlet büyüklerine ve bazı gazetelere gönderdiği son bir mektupla suç üstüne suç işlemiştir. Mektubunu alan gazeteler, Türkeş’in ifadelerinde ve iddialarında suç unsuru gördükleri için yayınlamamışlardır. Yassıada kararlarının bildirilişinden önce bu mektubun ne olduğunu alanlar bilirler. Kopyalı mektup, birçoklarının eline geçtiği için, kulaktan kulağa pekâlâ yayılmaktadır.

‘Memurin Kanunu’ bir yana, lütfen Türk ceza kanununu açınız; normal rejimin mevzuatından olan bu kanunda, bu tür davranışlara dair suç ‘tariflerini’ okuyunuz. Bir de bağlı olduğu Bakanlığın vurdum duymazlığına bakın siz! Vatan kurtaran bir arslan da olsa, vatanının yüksek menfaatlerine ve kanunlarına saygı göstermiyenlere karşı bu hoşgörürlük de neden? Biz parasını ödeyeceğiz, o dilediği gibi pervasızca hareket edecek! Önünde baş mı eğeceğiz; hangi zaruret, hangi mecburiyet bizi bu korkunç hoşgörürlüğe sürüklüyor?”

Hangi gayeye hizmet ettikleri belirsiz, kin ve nefret dolu, idam heveslisi bu ufuksuz adamlar yüzünden memleket bir türlü istikrara kavuşamamış, bunların tazyiki yüzünden önüne geçilemeyen idamlar, yağmacı sağ siyasetin bitmez tükenmez bir istismar malzemesi olarak günümüze kadar kullanılmıştır.

ONDÖRTLER HAKKINDA ŞAYİALAR

Eylül 1961 ayı içinde de Türkeş ve Ondörtler yoğun bir şekilde basının gündemini işgal eder. Haklarında çeşitli şayialar çıkarılır. Basının çeşitli kesimleri kendi kanaatleri doğrultusunda yorumlarda bulunarak kamuoyunu ve hükümeti yönlendirmeye çalışmaktadır.

Yurda dönmek için Muzaffer Özdağ, Alparslan Türkeş, Dündar Taşer ve Orhan Erkanlı’nın art arda istifa ettikleri, Özdağ ve Türkeş’in istifaları ile birlikte göndermiş olduğu mektuplarda MBK’yı tezyif edici bir husus olduğu, bu yüzden alınacak kararda, her ikisi bakımından bir başkalık da bulunabileceği, bazı çevrelerde Muzaffer Özdağ’ın görevinden istifa ettiğine dair çıkan haberlerin yalanlandığı, Özdağ’ın, istifa mektubunu Ankara’da bulunan kardeşine yolladığı ve Komiteye verilmesini istediği, istifa mektubunun MBK üyelerinden biri tarafından alındığı ve muameleye konulmadığı, 14’ler meselesini seçimlerden sonra gelecek iktidara bırakılmayacağı, haklarında alınacak kararın müsbet olacağı, Türkeş, Taşer, Özdağ ve Köseoğlu’na başka işlerle uğraştıkları için Memurin Kanununa göre ilk ihtarda bulunulduğu, görevlerinin dışındaki işlerle meşgul olmaya devam etmeleri halinde haklarında Bakanlık tarafından inzibatî tedbirler alınacağı, müşavirler istifa etseler bile iki seneden önce yurda dönemeyecekleri, vs. yazılıp çizilmiştir.

28 Eylül 1961 tarihinde, gazetecilerin eski MBK üyelerinden dış memleketlerde almış oldukları görevlerden istifa edenlerin memlekete dönüp dönmeyecekleri hakkındaki suali üzerine Devlet ve Hükümet Başkanı Org. Cemal Gürsel, 14’lerle ilgili kararın yeni hükümet tarafından verileceğini belirtir: “Bu hususta hiçbir şey söylemem, ben bir ay sonra her şeyi teslim edeceğim, selâhiyet yeni hükûmetin eline geçecek, o her şeyi düşünecek.”

ABDİ İPEKÇİ’NİN SAĞDUYULU YAZISI

Milliyet, 30 Eylül 1961.

“14’LER

Milli Birlik Komitesinin eski üyelerinden Alparslan Türkeş ve Muzaffer Özdağ’ın yurt dışında bulundukları görevlerden istifa ettikleri haberlerinin yayılması üzerine, 14 lerin yurda dönüşleri meselesi tekrar günün konusu olmuştur. Ortaya, çeşitli fikirler atılırken, dün Ankarada istifa edenlerin sadece Türkeş ve Özdağ’dan ibaret bulunmadığı, Dündar Taşer ile Orhan Erkanlı’nın da istifalarını yolladıkları şâyi olmuştur.

Yetkisiz bir kaynak tarafından çıkarılan bu son söylentinin asılsızlığı kesinlikle anlaşılmıştır.

14 ler olarak anılan Milli Birlik Komitesinin eski üyelerinin, bir an evvel memlekete dönmek arzusunu taşıdıkları ötedenberi bilinmektedir. Ancak bu arzunun herhangi bir devlet memurunun istifası gibi basit bir ameliye ile gerçekleştirilemeyeceği âşikârdır. Hâdisenin idarî ve hukukî yönünün yanında, siyasî mahiyeti mevcuttur. Ve bu siyasî mahiyet, onların, istedikleri anda istifalarını verip yurda dönebilmelerine engel olmaktadır.

Nitekim 14 ler bu engelden dolayı bugüne kadar böyle bir harekete başvurmamışlardır. Ancak seçimlerden sonra siyasî bakımdan dönmelerinin mümkün olacağını düşünmektedirler. Bu konuda seçimlerden sonra teşebbüse geçecekleri anlaşılmaktadır.

Milli Birlik Komitesinin, iktidarı, seçimle gelecek parlâmentoya devretmeden evvel 14 lerin durumu ile ilgili herhangi bir karar vermek niyetinde olmadığı açıklandığına göre, meselenin seçimlerden sonra ele alınması gerekmektedir.

Şu halde bugün tam seçimler arifesinde, içinde bulunduğumuz kritik ve elektrikli havada bu meseleyi kurcalamak, hem vakitsiz hem de yersiz olacaktır. Aksine hareket etmek, karşımızdaki çeşitli problemlere bir yenisini ilâveden başka bir işe yaramayacaktır.

Vatanseverliğinden şüphe etmediğimiz 14 lerin de ayni şekilde düşündüğüne eminiz. Bugüne kadar olan tutumları ve beyanları bu kanaatimizi doğrulamaktadır.

Yalan yanlış bir takım istifa haberlerini ortaya yayarak 14 lerin memlekete derhal dönmek teşebbüsünde bulundukları intibaını yaratmak, hem gerçeğe aykırıdır, hem de zararlıdır.”

SON HAVADİS’İN CESUR TUTUMU, HAYRİ ALPAR’A CEVAP

1 Ekim 1961 tarihli gazetelerde Associated Press kaynaklı, Türkeş’in istifa etmediği haberleri yer alır. “Yeni Delhi’deki Türkiye Büyük Elçiliği müşaviri Albay Alparslan Türkeş ile telefonla görüşen Associated Press muhabirine, bu muhabirin Türkeş’in istifa şayiaları hakkında sorduğu suale, Albay Türkeş, ‘Ben istifa etmedim. Ve istifa etmiyeceğim’ demiştir. Associated Press muhabiri Albay Türkeş’in gayet nazik konuştuğunu fakat sorduğu bu sual karşısında hayretini gizliyemediğini bildirmiştir.”

Son Havadis haberin devamında haber imal eden gazetelere ve Hayri Alpar’a da cevap verir.

“Alparslan Türkeş istifa etmedi

Associated Press muhabirinin, bugünkü haber bülteninde yer alan haberinden sonra, memleketimizdeki bazı gazetelerin, haber imâl etmekten çekinmedikleri hakikati kendiliğinden ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ayni muhabirlerin imâl ettikleri haber hakkında, her gün devlet büyüklerinden yorum istemeleri de, şehrimiz siyasî çevrelerinin şu çok dikkatli olunması icab eden günlerde üstüne parmak bastıkları bir noktadır. Bu çevrelere göre, bazı gazeteler, çok gizli emelleri dolayısıyle kasıtlı yayın yapmaktan çekinmeyecek kadar kendilerini kuvvetli görmektedirler. Üstelik, Alparslan Türkeş’in bir istifa mektubu da Hariciye Bakanlığına gelmemiştir. Haberi tahkik kaynakları, istifaların bahis konusu olmadığı hakikatını açıkladıklarına göre meselâ Cumhuriyette buna istinaden de Dünya gazetesinin ayni konuda yatın yapmaları sebebi merak uyandırmaktadır.

Bir Türk Dışişleri Bakanlığı memuru olarak görevine devam etmekte olan Alparslan Türkeş’i, yeniden günün konusu yapmak isteyenlerin ve bu arada onun içinde bulunduğu müşkül durumdan faydalanarak sataşmalarını, ahlâk sınırlarının dışına çıkaranların, hangi neticelerle menfaat sağlayacaklarını göstermek mümkün olamamaktadır.

Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinin imal ettiği haberler üzerine Dünya gazetesinde Hayri Alpar adında bir yazarın, ‘Türkeş’in maksadı nedir’ başlıklı makalesi, başşehirde hayret uyandırmıştır. Hayri Alpar adıyla yazılmış makalede, Alparslan Türkeş’in, gazetelerin basmağa çekindiği bir mektuptan bahsedilmekte ve ‘gerçek bu olduğu halde, içlerinde bir Alparslan Türkeş vardır ki, gittiği günden beri kendisini sorumsuz ve mutlak kudret sahibi bir yaratık olarak görmekten bir türlü vazgeçmemiştir. Her fırsatta mektuplar yazarak, devrim idaresini küçümsemekten, kanunları çiğnemekten aslâ perva etmiyor!’ denmektedir.

Ağır hakaretlerle dolu makalede cevap veremeyecek olan bir insana çatılmanın avareliği ve başıboşluğu vardır.

Gerek durup dururken haber imâl eden bazı gazetelerin ve gerekse imâl edilmiş haberler üzerine makaleler yazmak kabiliyeti dolayısile, her gün biraz daha sıfırı tüketen Dünya gazetesinin hareketleri, umumi efkâr kadar, bugün MBK yı da ilgilendirmiş bulunmaktadır.

Komite, bazı hassas konularda, haberler imâl edilmesi ve bunlara istinaden de, mevcut idareyi zedeleyici addedilen makaleler yazılması faaliyetini, tetkik etmektedir.”

UMAY TÜRKEŞ ANKARA’DA

Son Posta, 2 Ekim 1961.

Yeni Delhi hükûmet müşaviri Alparslan Türkeş’in kızı Umay Türkeş, dün sabah bir Pan Amerikan uçağı ile Ankara’ya gelmiştir. Alparslan Türkeş’in kızı bir müddet Türkiye’de kalarak akrabalarını ziyaret edecektir.

Kendisiyle konuşan gazetecilere Umay Türkeş, babasının bulunduğu yeri çok sevdiğini söylemiş, ancak vatan hasretini gidermek, akrabalarını ve yakınlarını görmek üzere Türkiyeye geldiğini sözlerine ilâve etmiştir.

Umay Türkeş, bir müddet Ankara’da kalacağım, sonra da Manisaya gideceğim, demiştir.

Milliyet, 2 Ekim 1961.

Alparslan Türkeş’in kızı Umay Türkeş dün Yeni Delhi’den uçakla Ankara’ya gelmiştir. Sabah erken saatte Esenboğa’ya inen Umay Türkeş’i havaalanında yakın akrabaları karşılamışlardır.

Akrabaları Umay Türkeş’in Manisadaki teyzesinin yanına gittiğini söylemişler, daha fazla bilgi vermemişlerdir.

MBK ONDÖRTLERİ ÖVÜYOR

15 Ekim 1961 tarihinde yapılan seçimlerin ertesi günü, Milli Birlik Komitesi yayınladığı bir bildiri ile 14’leri öven ve 27 Mayıs hareketindeki şeref paylarını onaylayan bir tebliğ yayınlar.

“Milli Birlik Komitesi Başkanlığından tebliğ edilmiştir:

Milli Birlik Komitesi olarak, 27 Mayıs 1960 sabahı, aziz milletimize ilân ettiğimiz amaç ve içtiğimiz and’ın, bugün milli iradenin her türlü şüpheden uzak olarak, gerçekleştirilmesini görmenin sevinç ve bahtiyarlığı içinde iktidarı devrederken aşağıdaki hususları milletimizin ıttılaına arz ederiz:

Vatanseverlikleri, tarihin değişmez hükmüne bağlanmış olan, otuz sekiz ihtilâl arkadaşının ant’ları ile milletimize karşı teyid ettikleri müşterek inançları olan demokratik hukuk devletine giderken, bu hedefe varılacak yollarda, ihtilâllerin tabiatında mevcut çetinliklerin doğurduğu bazı metod ayrılıkları belirmişti. Bunun sonucu olarak, sadece bir kadro ihdas kanunu olan (127) sayılı kanunla, dışarıda Hükümet Müşavirliği görevi verilen ondört arkadaşımız, bu vazifelerini de büyük bir ciddiyetle ifa etmişlerdir.

Hazırlanış, icra ve tarih önünde mesuliyet ortaklığını yüklendikleri ihtilâlin, bugün milletçe idrak ettiğimiz sonucunun, onların da ortak inançları olduğunu aziz milletimize arz ederiz.

Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Başkumandanı Orgeneral Cemal Gürsel.”

ONDÖRTLER BUGÜN ÖĞLEDEN SONRA GELİYOR
HerGün, 18 Ekim 1961.

14.ler geliyor
İlk gruplar öğleden sonra Yeşilköy’de bekleniyor. 14’ler istifalarını vermek suretiyle peyderpey yurda döneceklerdir. Bazılarının bugün gelmesi bekleniyor. Fakat sabahleyin 8.05 ve 8.55 de Avrupa üzerinden gelen uçaklardan 14 lerden kimse çıkmamıştır.

Bugün 16.10 ve ondan sonra gelecek uçaklardan çıkmaları ihtimal dahilindedir. 14 lerin dönüşü hakkında resmi kaynaklar bir açıklamada bulunmamaktadır. Öte yandan geri geldikten sonra Cumhurbaşkanının 15 kişilik kontenjanından istifade ile senato üyesi olacakları da bilhassa belirtilmektedir.

SOSYALİZAN EĞİLİM!

Dünya, yine haber imal etmektedir. 18 Ekim 1961 nüshasında bu defa sosyalizan eğilimli bir partiden bahseder. On üç üyeyi yurda getirirken bir tek Alparslan Türkeş’i Hindistan’da bırakır.

“14’lerin dönecekleri haberi kesinleşiyor

Alparslan Türkeş’in bir süre daha Yeni Delhi’de kalacağı söyleniyor. 14’lerin yurda dönünce Sosyalizan eğilimli bir parti kuracakları siyasi çevrelerce bildiriliyor. 27 Mayıs 1960 ihtilâlini hazırlayan Milli Birlik Komitesi üyeleri iken, 14 Kasım 1960 Pazar günü Komiteden affedilerek, yurt dışı görevlere atanan 14’lerin Türkiyeye dönecekleri haberleri kesinleşti. 27 Mayıs ihtilâlinin hazırlanışındaki payları, dün Cemal Gürsel tarafından bir kere daha ifade edilen 14 komite üyesinden 13’ünün bir hafta içinde memleketimize gelecekleri öğrenildi. 14’lerden sadece Alparslan Türkeş’in, daha bir süre Yeni Delhi’deki görevine devam edeceği söyleniyor.

Doğruluk derecesini tan olarak tesbit edemediğimiz, fakat iyi haber alan kaynaklardan verilen bir bilgiye göre, 14 lerin büyük bir çoğunluğu halen Romada bulunuyor. Bu arada, Ankarada ısrarla dolaşan söylentilere ve 14 lerin zaman zaman verdikleri beyanlara göre, eski komite üyeleri, yeni bir parti kurmayı da düşünmektedirler. Bu partinin, İsveç ve Belçikadaki Sosyal Demokrat Partilere yakın, -Sosyalizan- bir eğilimde olacağı, 14 ler tarafından, Avrupada kendileri ile görüşen bir Türk gazetecisine bildirilmiştir.”

MUZAFFER ÖZDAĞ, ORHAN ERKANLI, ORHAN KABİBAY, NUMAN ESİN, ŞEFİK SOYUYÜCE DEDİLER Kİ

Resimli Posta, 19 Ekim 1961.

MBK tarafından haklarında yayınlanan bildiri ve Komite üyelerinin münferit beyanlarıyla yurda dönmeleri an meselesi olan eski MBK üyelerinden beşi, dün yapılan telefon görüşmesinde; “Karardan haberimiz yok.” Demişler ve dönüşlerinde Senatoya girecekleri şayialarını da, “Bizlerin yaşı Senato üyesi olmaya müsait değil!” diyerek yalanlamışlardır.

Bulundukları memleketlerde, telefonla konuşulan eski MBK üyeleri şunları söylemişlerdir:

Orhan Erkanlı

“Yurda döneceğimiz hakkındaki karardan haberim yok. Ne zaman döneceğimiz belli değil, ben de bir karar almadım.”

Erkanlı, 14 ler ile ilgili tebliği telefonda öğrenmiş, “En iyisi söylenmiştir” demiş ve seçim sonuçlarından haberdar edildikten sonra da, sorulan bir suale cevaben şunları söylemiştir: “Koalisyonun zararlı olacağı kanaatindeyim. Türkiye’nin koalisyona ihtiyacı yoktur. Koalisyonu Fransa da yürütemedi. De Gaulle’ü Koalisyon getirdi. Tarih tekerrür ediyor. Ben Millî Koalisyonu tercih ederim.”

Orhan Kabibay

Haklarında çıkarılan tebliğden haberi olmadığını söyleyen Kabibay, tebliğ okununca “Tebliğ çok geç neşredilmiştir. Demek ki, dönüşümüz için resmî mânialar kalktı. Dönüş zamanı için biz karar veririz. Karar başkasına ait değildir.” demiş ve senatörlükle ilgili olarak bir suale cevaben de şunları söylemiştir:

“Yeni anayasaya göre 14 lerin ekserisi Senato’ya giremez. Bunun gerçekleşmesi için Anayasada değişiklik yapılması lâzımdır. Çünkü, Senatör olmak için 40 yaşını bitirmek şarttır.”

Muzaffer Özdağ

“Ne zaman yurda döneceksiniz?” sualini, “Normal idare ve Anayasa rejimi kurulduğu zaman” diye cevaplandıran Özdağ, Senato’ya girmek konusunda da şunları söylemiştir: “Hür vatandaşlar olarak, halkın arasında, inandığımız fikirler uğrunda çalışmayı tercih ediyoruz.”

Numan Esin

“13 Kasımda gitmeyi arzu etmedik. 13 Kasımdan beri dönmeyi arzu ediyoruz.” diye konuşmaya başlayan Esin, tebliği duyunca, “Geç de olsa, memnun oldum.” demiş ve seçim sonuçları ile ilgili bir suali de şöyle cevaplandırmıştır: “Çaresiz koalisyon olacak. Yapılacak iş, her türlü şahsî düşünceleri bırakıp memleket şartlarının gerektirdiği çareyi bulmaktır.”

Esin, “14 lerin yurda dönünce bir Sosyalist Parti kuracakları söyleniyor. Ne dersiniz?” sualine cevaben de “Çok erken. Memlekete dönmeden ve memleket şartlarını yerinde tesbit etmeden, bizi angaje edecek bir şey söyleyemem.” demiştir.

Şefik Soyuyüce

Roma Büyükelçiliği müşaviri Soyuyüce, “Yurda ne zaman döneceksiniz?” sualini, “Yurda dönmemizi mümkün kılacak bir durum yok” diye cevaplandırmış ve seçim sonuçlarını öğrenince de, “Hareketimizin başlangıcında arzuladığımız sonuç seçimdi. Tahakkukuna sevindik.” demiştir.

GÜRSEL, 14’LERDEN BİR KISMINI SENATOYA ALACAĞIM
Son Saat, 19 Ekim 1961.

Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, bugün Başbakanlıkta yapmış olduğu bir basın konferansında gazetecilerin çeşitli suallerini cevaplandırmıştır:

- Ondörtler hakkında tutum değişikliği oldu mu?
- Tutum değişikliği hislerde ve kalplerde vardı. Onun meydana çıkarılması birdenbire oldu. Ben de devlet reisi olursam, 14’lerden birkaçını senatör olarak listeme alırım. Diğerleri için de başka vazifeler düşünülebilir.


ÇETİN EMEÇ
Son Posta, 21 Ekim 1961.

14 ler gelsin ama…

Geçtiğimiz yılın 13 kasımından beri bir türlü çözülemeyen 14 ler meselesi, iktidarın devri hayhuyu içinde bambaşka bir kılığa bürünüverdi. Ondörtler çok nâhoş şartlar altında Türkiyeden uzaklaştırılmışlardı. Hattâ etiketteki “Dış müşavir” adına rağmen bu uğurlama sürülme şeklinde cereyan etmişti. Evde muhafaza altına alma, apar topar bagajları toplatma, gene muhafaza altında hava alanına getirme ve uçak tekerlekleri yerden kesilene kadar titiz ve silâhlı nezareti devam ettirme… Bu olaylar zincirinin normal hiçbir tarafı olmadığı meydandadır.

Ancak dâva ondörtlerin birer tohum gibi harita üzerine saçılması ile bitmemiştir. Arkalarından açıklamalar yapılmış ve haklarında hiç de göğüs kabartıcı bir dil kullanılmamıştır.

Sertlik taraftarı mıydılar, bir süre daha koltuklarında kalmak mı istiyorlardı, totaliter bir idare kurmağa mı taraftar idiler, yoksa bir takım tâvizler mi vermek niyetini izhar ediyorlardı, ondörtler hâlâ bilinmiyor. O kadar bilinmiyor ki, ortak ondört adına rağmen bunların bir cephe teşkil edip etmedikleri dahi zihinleri kurcalayan bir muammadır.

Zaman her şeyi unutturuyor. 13 Kasım tarihi geriye itildikçe, o günden hafızalarda kalan görüntüler de silinmeye yüz tuttu. Artlarından savrulan ithamlar bile söylenmemiş telâkki edildi. Hava yumuşadı. Ondörtlerden bazıları ile ilgili şartların ıslâh edildiği dikkati çekti. Bir takım yer değiştirmeler, tebdili hava mahiyetinde tayinler, izinler derken, sonuçta meselenin ucu seçimlerin hemen arefesinde yayınlanan bir bildiriye dayandı. Bu bildiride kullanılan ifadenin yumuşaklığı herkesin dikkatini çekmiştir. Bildiriye göre bir takım metod ayrılıklarının doğurduğu 13 kasım olayına rağmen on dörtler de bugünkü mevcut geçici idarenin inançlarına ortaktılar, bu sonucu onlar da istemişlerdi ve ihtilâlin mesuliyetini millet ve tarih önünde paylaşıyorlardı.

Ekleme görevleri sırasında on dört ihtilâlci emekli subay, belki ülkeye gerçekten faydalı olamadılar. Çünkü fayda sağlayacak bir sahada bulunmuyorlardı. Fakat bir sızıltıya da meydan vermediler. Bu muamelenin reva olup olmadığını dahi tartışmadan, günlerin akışını, hâdiselerin seyrini beklediler. Gösterdikleri anlayış ve olgunluk bakımından gerçekten takdir edilmeye değer bir davranış örneği verdiler.

13 kasımı takip eden günlerde başları öne eğik yurdu terk edenlerin şimdi tantana ile yurda dönmeleri ihtimali söz konusudur. Üstelik Gürsel Cumhurbaşkanı olduğu takdirde, on dörtlerin birer senatör koltuğuna getirilmeleri günün ağızlarda ısrarla dolaşan söylentileri arasındadır.

Vatan evlâtlarının mağdur durumda olmalarına ülkesini ve milletini seven hiçbir kişi rıza gösteremez. Bir yıla yakın bir zamandan beri yurt hasreti ile yanan bu yürekler ve kırık gönüller için mutlu günlerin gelmiş olmasını hepimiz isteriz. Diğer arkadaşları Senatör olurken, on dörtlerin de ayni statüye tâbi olmamaları için hiçbir mahzur görmeyiz. Fakat ortada halledilmesi gereken bir küçücük pürüz vardır ki o da 13 kasım olayıdır.

Ondörtlerin önünde bütün izzet ve ikbal kapıları açılsın, dileriz. Normal bir idare zamanında eğer bu kişiler yüklendikleri görevin adamı iseler, hâli ile işgal ettikleri koltukları doldururlar. Değillerse, sivil hayat nasıl olsa onları kendiliğinden tasfiye eder. Her iki halde de durum er veya geç olağan seyrine döner.

Ancak şimdi, ondörtlere senatör koltukları sunulmadan önce, bizim de halk olarak öğrenmek istediğimiz bir husus vardır. 13 kasım olayının bugüne kadar meçhul kalan gerçek sebebi nedir? Bizim arzumuz sadece bunu öğrenmek. Karşılığında isterlerse dünyalar ondörtlerin olsun. Umurumuzda değil bizim.


AHMET KABAKLI
Tercüman, 22 Ekim 1961.

14.ler

Yeni Devrim tarihimizin muamma olarak meşhur olaylarından biri “14.ler” diye anılan bir kısım değerli ihtilâl subaylarımızın alelâcele yurt dışına çıkarılmaları olmuştur. Bu hâdise bizzat ihtilal makamları tarafından birbirini tutmayan yorumlara uğratılmıştır. Sayın Gürsel, bu kader yoldaşlarını çok sevdiğini fakat ciddî zaruretler karşısında onları istemiyerek saf dışı ettiğini bize sık sık hissettirmekten geri durmamıştır. Burada kalan Milli Birlik mensuplarının çoğu da, kendileri işbaşında dururken, onların yâdellerde kalmasından üzgünlük duyduklarını ve sevgili dostlarına kavuşmak arzusunu gizli açık, ortaya koymuşlardır.

Öte yandan, yurt dışından gelen haberlere ve sezilen durumlara bakarak, türlü dünya köşelerinde görev alan bu mert ihtilâlcilerin bir sürgün hâleti ruhiyesinde ve üvey evlât sayılmanın acısı içinde bulunduklarını tahmin etmek hiç de zor değildir.

Bir yandan kendilerini savunmak imkânlarından yoksun olmanın acısı, öte yandan, kendini bilmeyen bir takım menfaatçi kalemlerin insafsızca yazdıkları fıkra ve makaleler, yurt dışındaki 14 ler ile birlikte, onların yurt içindeki aile, dost ve yakınlarını, bütün komite arkadaşları gibi onlara da saygı ve muhabbet duyan halk efkârını ve bizzat Milli Birlik mensuplarını müteessir etmiştir. Ünlü bir katilin yargılanmasında bulunmak için İsrail’e giden bir fıkra yazarı, orada kendisine iyilik yapan bu ihtilâlcilerden biri hakkında, çirkin bir yazı yazarak, güya ilgi çekici bir şeyler söylemek istemiş, ona açık iftiralar etmekten sakınmamıştır. Yurttaki ihtilâlcilerden ödü kopan ve onlara dayanarak kalem kabadayılığı etmek isteyen bu yazarın, kader saikasiyle kudret mevkiinden uzaklaşmış olan bir eski Milli Birlikci kullanmış bulunduğu dil, hepimizin yüzünü kızartmış fakat o zamanın havası içinde bu meseleyi alevlendirmekten hepimiz kaçınmışızdır.

Bundan başka, adı lâzım olmayan fakat meşrebi belli olan bir takım kalemciler, iyi tanımadıkları bu 14 kahraman subayı “Irkçı, Turancı, Faşist” gibi seviyesiz iftiralarla incitmek yolunu arayarak malûm olan tıynetlerini büsbütün belgelendirmek istemişlerdir.

Fakat şimdi, 14.lerin yurda dönmeleri gerçekleşmiş bulunan şu günlerde bunların sus pus olmaları, ağızlarını açıp hiçbir yorumda bulunmayışları, kaderin yine çok güzel, çok zarif bir cilvesi sayılsa yeridir.

Biz Sayın Cemal Gürsel’in ve MBK nın 14.ler hakkındaki son bildirisine çok sevindik. Âdeta gözlerimiz yaşardı. Orada deniliyordu ki:

“Vatanseverlikleri, tarihin değişmez hükmüne bağlanmış olan, otuz sekiz ihtilâl arkadaşının ant’ları ile milletimize karşı teyid ettikleri müşterek inançları olan demokratik hukuk devletine giderken, bu hedefe varılacak yollarda, ihtilâllerin tabiatında mevcut çetinliklerin doğurduğu bazı metod ayrılıkları belirmişti. Bunun sonucu olarak, sadece bir kadro ihdas kanunu olan (127) sayılı kanunla, dışarıda Hükümet Müşavirliği görevi verilen ondört arkadaşımız, bu vazifelerini de büyük bir ciddiyetle ifa etmişlerdir. Hazırlanış, icra ve tarih önünde mesuliyet ortaklığını yüklendikleri ihtilâlin, bugün milletçe idrak ettiğimiz sonucunun, onların da ortak inançları olduğunu aziz milletimize arz ederiz.”

Bu kıymet bilir sözler hepimizin yüreğine su serpmiştir. Öte yandan bu vatansever insanların yakında hasret oldukları yurtlarına kavuşacaklarını ve sayın devlet başkanımıza ayrılan kontenjandan onların da senatör olacaklarını düşünmek bize zevk vermektedir..

Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Başkumandanı Orgeneral Cemal Gürsel.”


ŞEFİK SOYUYÜCE BAHARDA GELECEĞİM DEDİ

Son Baskı, 26 Ekim 1961.

Eski Milli Birlik Komitesi üyesi Şefik Soyuyüce, İlkbahara kadar memleketimize gelemiyecektir.

Soyuyüce, şehrimizde bulunan bir akrabasına gönderdiği mektupta, eski komite üyelerinin Avrupanın bir şehrinde kendi aralarında bir toplantı yaptığını bildirmiştir.

Bu toplantıda eski komite arkadaşlarının memleketin selâmeti ve İkinci Cumhuriyetin temelinin sarsılmaması ve yurdumuzda yeniden bir cereyan faaliyetinin çıkmaması için yurdumuza gelmiyeceklerini kararlaştırmışlardır. Komite üyeleri, yurdun egemenliği için bunun elzem olduğunu, bulundukları yerde görevlerine şerefle devam ettiklerini, kendilerinin hizmetlerinin milletin sinesinde yazılı olduğunu ifade etmiştir. Diğer taraftan Şefik Soyuyüce’nin sıkıntısı geçtiğini ve eşinin tedavisi için 2000 dolar harcadığını yazmaktadır. Mektubunda bütün Türk Milletine Cumhuriyet Bayramının kutlu olmasını dilemektedir.

Öte yandan, Ottawa Devlet Müşaviri bulunan Orhan Erkanlı, önümüzdeki ay içerisinde Fransaya gelerek yıllık iznini geçirecek ve Brükselde bulunan Orhan Kabibay ve Madrit Devlet Müşaviri Numan Esin ile bir arkadaşlık ziyareti yapacaktır.

Bir müddetten beri memleketimizde bulunan Alparslan Türkeş’in kızı, önümüzdeki ay içerisinde Yeni Delhi’ye dönecektir.


PARİS TOPLANTISI

29 Ekim 1961 Cumhuriyet Bayramı günü, Ondörtlerden altısı Paris’te buluşur. 31 Ekim 1961 tarihli bütün gazeteler konuya geniş yer ayırır.

14’lerden altısı Paris’te buluştu. Brüksel’de düzenlenen basın toplantısında; sarih bir izahat verilmedi. Yurda dönmek için zamandan bahsedildi. Türkiye’nin Milli Birlik Komitesinden olup, bu komiteden çıkarılan ve dış memleketlere gönderilen 14 Türk subayından altısı bir basın toplantısı yaparak, Türkiye’deki seçimlerin neticesinin, ihtilâlden sonra bu derece çabuk seçime gidilmemesi hakkındaki görüşlerinde haklı olduklarının bir ispatı olduğunu bildirmişlerdir.

Ne şekilde hareket edeceklerini kararlaştırmak için Brüksel’de toplanan altı eski MBK üyesi, memlekete dönüp dönmiyecekleri hakkındaki soruya “Milli menfaatler gerektirdiği vakit memlekete döneceğiz” demişlerdir.

Subaylar suallere tek tek cevap vermekten çekinmişler ve bütün konferans boyunca bir grup halinde cevap verdiklerine işaret etmişlerdir. Her sorudan sonra subaylar beraberce konuşarak, bunun cevabı üzerinde karar vermekte idiler. Bu subaylar Türkiye’ye dönünceye kadar Türkiye’deki dostları vasitasile çalışacaklarını ve Türkiye’de entellektüeller arasında, orduda, gençlik teşkilâtlarında ve halk arasında çok dostları olduğunu bildirmişlerdir. Türkiye’de hiçbir partinin ekseriyeti olmayan Millet Meclisi hakkında ise 6 lar şunları söylemişlerdir: “Biz bunun böyle olacağını bir sene evvel söylemiştik. Dediğimiz tahakkuk edince siyasi partilerdeki dostlarımıza yeni tekliflerde bulunmamız normal olacaktır.” Grup, programları hakkında direkt sorulara cevap vermekten kaçınmış, yalnız memlekette “Tam demokrasi temin edilebilmesi için daha evvel sosyal demokrasinin yerleşmesi gerekmektedir.” demişlerdir.

Yeni seçimlere gidilmesi icap edecek mi sorusuna ise, altı subay “Memlekette mevcut mühim problemlerin, hali hazır şekilde tesis etmiş bir parlâmento tarafından halledilebileceğini zannetmiyoruz” demişlerdir.

Konferansa iştirak eden Türk subayları şunlardır: Yeni Delhi’den Alparslan Türkeş, Brüksel’den Orhan Kabibay, Ottowa’dan Orhan Erkanlı, Lizbon’dan Mustafa Kaplan, Madrid’den Numan Esin, La Haye’den İrfan Solmazer.

Çankaya Köşkünde Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’i ziyaret eden Sıtkı Ulay 14 lerin dün Brüksel’de yaptıkları basın toplantısı hakkında gazetecilerin sordukları sualleri cevaplandırmış ve demiştir ki: “Arkadaşlarım sosyal demokrasinin kurulmamış olmasından şikâyet ediyorlar. Yeni Anayasa memleketin bütün sosyal, ekonomik ve siyasal problemlerini halledecek kadar modern ve güzeldir. Onlar sosyal demokrasinin gerçekleşmesini hangi yolla halledeceklerdir? Bizim taraftarımız var demekle yeni bir devrimden bahsediyorlarsa artık bu geçmiştir. Memlekette ikinci bir devrim yapılamaz. Fikrî devrim istiyorlarsa, memlekete dönsünler, bir parti kursunlar, projelerini millete açıklasınlar ve milletten oy istesinler, millet onları iktidara getirirse programlarını uygularlar. Partilerini kursunlar, fikirlerini açıklasınlar, o zaman belki ben de onlara katılırım.”

Akşam, 2 Kasım 1961. “Ondörtlerden altısı yurda çağrıldı. Ondörtlerden altı kişinin Paris’te yaptıkları basın toplantısında, hükümlerine tâbi bulundukları Memurin Kanununa aykırı hareket ettikleri tesbit edilmiştir. Bu konuda tahkikat açan Dışişleri Bakanlığı, altı eski MBK üyesi Hükümet Müşavirinin Bakanlık emrine alınmasını kararlaştırmıştır. Bakanlık emrine alınan müşavirler yurda geri çağrılmıştır. Tahkikat sonunda müşavirlerin görevlerine son verilmesi muhtemeldir.”

HÜR VATAN – ALÇAKLIĞIN ZİRVESİ
1 Kasım 1961.

Başkan Gürsel 6’lar için “Haklarında kanun ne emrediyorsa o yapılacaktır” dedi.

Orhan Ergüder
Paris’ten Gelen Ses

Siz, bizden dolar olarak aldıkları maaşlarla dünyanın 14 başkentindeki Türk elçiliklerinde sözde vazifeli olup da , bütün vaktini şuna buna “Beg” diye mektuplar yazarak veya arşın arşın tehditnameler göndererek geçiren şu 14 adamın hâline bakınız: Vatanperverlik onların inhisarındadır, ileri fikirler ancak onlara aittir, müşkülleri ancak onlar yenebilir, tekmil dertleri ancak onlar giderebilir, bu milleti ancak onlar kalkındırabilir, herkes haksızdır, onlar haklıdır. Onlar her derdin tek devâsıdır.

Hangi deva? Onlar derdin tâ kendisidir! 27 Mayıs gününü hatırlar mısınız? Türk Silâhlı Kuvvetlerinin idareyi ile aldıkları anda milletten ne büyük bir sevgi ve saygı gördüklerini unutmuş olabilir misiniz? Şimdi düşünelim: Milletçe gösterilen o büyük hüsnü kabulün tek sebebi meşruiyet dışına çıkmış ve zorbalığı ele almış bir iktidarın devrilmiş olması mıydı? Millet sevinmişti, çünkü emniyet duymuştu. Bu emniyet duygusu ise ihtilâli yapanların millet iradesinin yeniden tecellisini en kısa zamanda sağlıyacaklarını vaadetmiş olmalarından doğuyordu.

14’ler kendi kafasındakilere “Beg” diye hitabeden bir hayalperestin etrafında şekillenmeye başladıkları anda 27 Mayıs gününün o sevinci sönmeye ve yerini büyük bir emniyetsizlik duygusuna bırakmaya başlamıştır. Böylece şunu söylüyoruz: 14’lerin ilk ve en büyük zararı 27 Mayısa olmuştur.

Kendilerini mânen affetmek cidden güçtür. Buna rağmen Türk Silâhlı Kuvvetlerinin temsilcileri müsamahanın âzamîsini göstererek kendilerini yurt dışına göndermişler ve sadece bununla da kalmamışlar, kendilerine Büyükelçilik Müşaviri gibi sıfatlar vererek mutlak bir düşüşten kurtarmışlardır. O kadar da değil. O devrin idare mesuliyetini taşımakta olanlar, 27 Mayısın yıldönümünde kendilerini saygıyla anmak büyüklüğünü de göstermişlerdir.

Cevap ne olmuştur? “Beg”li mektuplar, tehdidnameler, iddialar ve hizip yaratma teşebbüsleri aynı hırsla devam etmiş, Avrupa’nın şurasında burasında buluşulmuş, Türkiyeye birbirinden huzur kaçırıcı haberler uçurulmuş ve vatandaşın normal düzene dönmek hasretine zerrece saygı gösterilmemiştir.

Şu anda o normal düzenin hasretini çeken insanların cebinden çıkan paralarla gene o normal düzen ümidine baltaların en keskinini ve amansızını indirmek üzere bir araya gelmiş bulunan bu insanların son teşebbüsleri hiçbir surette affolunamaz. Hırs dolu bu kafaların içindeki temel düşünce şu kadar korkunçtur: “Memleket mi batacakmış? Batarsa batsın! Yeter ki benim kucağımda batsın!” [Alçaklığın bu derecesi Türk basın tarihinde pek görülmüş şey olmasa gerek]

Demokratik nizamın aslında hiç de gayrıtabiî olmayan müşküllerinin yenilebilmesi için, sabırla, feragatle, azimle âzamî gayretlerin gösterilmekte olduğu bu fevkâlade nazik devirde bu altı “Beg”in açmaya çalıştığı kara bayrak en ufak bir müsamaha ile karşılanamaz.” [Ne yapacaksın ey kara ruhlu alçak adam! Yeni Delhi’ye cellat gönderip Türkeş’i de mi idam ettireceksin…]

Ahmed Emin Yalman
Yeni Bir Sarsıntı Tehdidi Karşısında

Öyle görülüyor ki nisbî seçimin yarattığı bazı zorluklar, totaliterlik taraftarı ve bir nevi milli sosyalizm (nazilik) heveslisi Ondörtlere yeni ümitler vermiştir. Bunlardan altısı vazifelerinin başından uzaklaşarak Parise gelmişler, basın ataşeliğinde bir basın toplantısı yapmışlar ve kendi ikazları dinlenmeyerek seçimin erken yapıldığı, dediklerinin çıktığı, Türkiyenin demokrasiden evvel sosyal demokrasiye ihtiyacı olduğu, kendilerinin münevverler arasında, orduda, partilerde taraftarları bulunduğu, partilere yeni tekliflerde bulunacakları ve millî menfaatlerin icabettirdiği zaman memlekete gelecekleri hakkında garip beyanlarda bulunmuşlardır.

Hakikat şudur ki uğradığımız zorluklar, seçimlerin erken değil, çok geç yapılmasından ve bir askerî ihtilâlin yarattığı intikal devrinin çok uzamasından ileri gelmiştir. Fakat çok şükür söz tutulmuş, hukuk nizamı devrine girilmiş, ilk zorluklar bir millî zafer şeklinde yenilmiş, iç huzur ve dış itibardan ibaret olan ana hedefin gerçeklemesi imkânı belirmiştir.

Her memlekette aşırı sağcılar ve totaliter bir gidişi kestirme yol sayanlar vardır, fakat hele bizde Anayasanın temsilcilerine dayanan ve muhafazasına Cumhurbaşkanı ile 622 Senatör ve Milletvekili tarafından daha geçen gün namus üzerine and içilen sistem, bütün milletin, Büyük Millet Meclisinin, Devlet Başkanlığının ve Silâhlı Kuvvetlerin muhafazası ve teminatı altındadır. Öyle umarız ki Pariste yapılan beyanata karşı bütün bu bekçi kuvvetlerin sesleri derhal ve en azimli ve berrak bir şekilde yükselecek, kurulmasına muhtaç olduğumuz iç huzur ve istikrarın ve dış itibarın bir an için bu yüzden tehlikeye düşmüş gibi görünmesine meydan bırakılmayacaktır.

Bundan başka Paristen akseden sözlerde memleketin selâmetine, birliğine, istikrarına ve bağlı bulunduğumuz demokrasi sitemine karşı bir tehlike çanı mahiyeti vardır. Eskiden mevcut sarsıntı ihtimallerine bu yenisinin katılması karşısında bütün siyasî partilerimizdeki iyi niyetli vatanseverlerin küçük hesap ve küskünlüklerini unutarak, derhal sağlam bir millî birlik, tesanüt ve selâmet cephesi kurmalarını bekliyoruz. Anarşi manzarasının devamı totaliterlik taraftarlarına ümitler verir, diktatörlük istidatları ve ihtimalleri doğurur. Halbuki dünyanın ve memleketin bugünkü şartları karşısında, bizde demokrasi sistemi çöker ve millî tesanüt sarsılırsa, bunun ancak Moskof emperyalizminin işine yarayabileceği yüzde yüz muhakkaktır.

CEVDET SUNAY’IN BEYANATI

Yeni İstanbul, 2 Kasım 1961.

Genelkurmay Başkanı Diyor ki
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay bugün Yeni İstanbul’a verdiği bir beyanatta 14 lerden 6 sının Paris’te yaptığı konuşmayla ilgili olarak sualimiz ve aldığımız cevap şudur:

SORU: 14’lerden altısı Pariste yaptıkları basın toplantısında ordu içinde de taraftarları olduğunu ve halen onlar vasıtasiyle bazı çalışmalar yaptıklarını açıkladılar. Böyle bir temas ve çalışmadan haberdar mısınız? Ve ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: 14’ler artık ordu mensubu değil, birer Hariciye memurudurlar. Bu arkadaşların çoğunu tanırım, vatanseverliklerinden eminim. İkinci Cumhuriyet kurulmuştur. Artık arzuları ne olabilir? Hele orduyu herhangi bir maksat için denemek hıyanettir. Böyle bir şeye teşebbüs edeceklerini asla zannetmem… Esasen ordu personeli oyuncak olacak kadar saf ve hayalperest değildir.

FRANSIZ BASINI NE DİYOR

Aynı gün, aynı gazete.

14 ler için Fransız Basını ne diyor?
Le Monde’a göre Paris ve Bruxelles toplantılarından Ankaranın malûmatı var

Le Monde gazetesinin 31 Ekim 1961 tarihli nüshasında 14’lerin Paris toplantısına dair aşağıdaki tafsilat verilmektedir.

MBK’dan ihraçlarından hemen hemen bir yıl sonra 14’ler grubu denilen Türk radikal subayları, Pazar günü politika faaliyetlerine dönmek için Paris’i seçmişlerdir.

Dünyanın dört bucağına büyükelçilik müşaviri sıfatiyle sürülmüş olan subaylar geçen hafta Brüksel’de toplanarak memleketlerindeki yeni seçimlerin aydınlığında durumu gözden geçirmişlerdir.

Dün akşam içlerinden altısı; basın temsilcileri karşısında Paris’teki Türk Basın Ataşeliği bürosunda, görüşmelerinin neticelerini açıklamışlardır.

Basın konferansının daha başlangıcında gruplarında tam bir müsavat prensibi hüküm sürdüğüne göre, ileri sürülen mevzulara sırasiyle ve salâhiyetlerine nazaran cevap vereceklerini bildirmişler; ayrıca resimlerinin ve filmlerinin alınmasına müsaade etmemişlerdir.

Son seçimler hakkında ne düşünüyorlardı? İçlerinden biri bu hususta Atatürk’ün prensiplerine sadık olduklarını belirterek:

- Türkiyede vaziyetin inkışafı politik demokrasiden evvel bir sosyal demokrasinin tesisi gerektiği hususundaki kanaatimizi teyit ve her noktaya müteaddit kerre dikkati çekmekte haklı olduğumuzu ispat etmiştir.

Diyor, bir diğeri şunları ilâve ediyor:

- Bunun için, seçilen parlamento memlekette ortaya çıkan ciddi meselelere karşı koyamıyacaktır.

Devletin başında General Gürsel’in bulunuşunun, ihtilâlin sosyal fikirlerinin galebesi için kâfi bir garanti teşkil edeceğini düşünmüyorlar mı? Cevap müphemdir:

- Devlet reisinin vatanseverliğine ve fedakârlığına itimadımız vardır.

Dış politikada “junta”nın 27 Mayıs 1960 da hükûmet darbesi günü yaptığı beyanata sadık kalmaktadırlar. Bu beyanatta Atlantik Paktına bağlı kalacaklarını bildirmişlerdi.

- Bu ittifak umumiyetle bütün üyelerin müşterek menfaatlarına uygundur.

Ve kanaatlarınca:

- Ankara ile Amerika’nın işbirliği Türkiyeye olduğu kadar, batı blokuna da faydalıdır.

Bununla beraber, kendilerini, batı ittifakları arasında memleketlerine “milli haysiyetlerine uygun” seçkin bir mevki temini arzuları nispetinde “Gaulliste” telâkki ediyorlar.

Hülâsa, Ankaradaki arkadaşları ile aralarındaki ihtilâf sosyal ve ekonomik meseleler üzerindedir. Teyit ettiklerine göre, orduda, aydınlar ve halk kütleleri arasında, hattâ parlamentoda temsil edilen dört parti içinde taraftarları çoktur. Bu kadar geniş dayanakları olduğu halde Türkiyeye dönmek dâvetine cevap vermiyeceklerdir. Diyorlar ki:

- Vaziyet, memleketinki ve bizimki müsait olduğu, milli menfaatler gerektirdiği zaman döneceğiz.

Son bir soru: Basın konferanslarını başka yerde değil de neden Paris’te yaptılar? Cevap veriyorlar:

- Milli kararımızı kutlamak için medeniyetin ve hürriyetlerin beşiği olan Paris’i seçtik.

14 ler grubunun Brükselde toplantısı ile Paristeki basın konferansının “Ankara otorite”lerinin tam tasvibi ile yapıldığını ilâve edelim. Bu tenakuz, şüphe yok ki, radikallerle mutedillerin, askerlerle sivillerin bir kuvvet denemesine girişmeden karşılaştıkları Türkiyedeki garip bir muvazeneyi aksettirmektedir.

6’LAR HAKKINDA TAHKİKAT AÇILDI

Aynı gün, aynı gazete.

6’lar Hakkında Tahkikat Açıldı
Dışişleri Bakanlığı yetkilileri toplantıyı önceden bilmediklerini söylüyorlar, Paris’ten bilgi istendi.

14 lerden 6 sının Paris’te yapmış olduğu basın toplantısında sarfettikleri sözler, günün konusu olmakta devam etmektedir. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, basın toplantısı yapanların bir kısmının izinli olduğunu bildirmekte fakat hangileri olduklarını açıklamamaktadır. İzinsiz olarak Paris’e gitmiş olanların da Cumhuriyet Bayramı tatilinden istifade etmiş olabilecekleri ilâve edilmektedir. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bugün yaptığı bir açıklamada bunların Bakanlık yetkisi dışında bir hüviyete sahip olduklarını söylemiş ve yüksek makamların mesele ile meşgul olduklarını ilâve etmiştir. Vazifelerine son verildiği yolundaki haberler ise sözcü tarafından resmen yalanlanmıştır. Sözcüye göre basın toplantısı yapanlar hakkında alınacak karar siyasî mahiyette olacaktır.

Bir kısım Fransız gazeteleri toplantının Türk hükümetinin malûmatı tahtında yapıldığını bildirmelerine rağmen, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü böyle bir şeyin varit olmadığını ilâve etmiştir. Bu kanaatin toplantının Paris’teki Türk Basın Ataşeliğinde yapılmış olmasından ileri geldiği sanılmaktadır. Toplantının Ataşelik binasında yapılmasından Basın Yayın bakanlığının da malûmatı bulunmamaktadır. Mamafih basın ataşesi Aydemir Balkan’ın 14 lerin yurt dışına gönderilmesinden önce ve 14 lerin tavsiyesi ile tayin edildiği hatırlatılmaktadır. Bilindiği gibi Paris Basın Ataşeliğimiz bundan bir müddet evvel de çıkardığı bir broşürde 14 lerin savunduğu demokratik düzeni Türkiye için faydalı göstemeğe çalışmıştı.

TÜRKEŞ GAZETELERDE ÇIKAN HABERLERİ YALANLADI

Son Havadis, 2 Kasım 1961.

“Dün Brüksel’den telefonla Son Havadis’i arayarak bir beyanat veren A. Türkeş ‘Komünizmin çok zararlı olduğuna inanıyoruz’ dedi.

Dün saat 2.30 sıralarında Brükselden gazetemize telefon eden Alparslan Türkeş, Son Havadis’i tarafsız bir gazete olarak tanıdığından bahisle, hakkında yapılan neşriyata dair şunları söylemiştir.

- Yurdumuzda mevcut olan partilere karşı bizim hiçbir düşmanlığımız yoktur. Hepsinin de memleketimize hayırlı hizmetler etmelerini temenni ederiz. Diğer bir husus, mensubu olmakla daima büyük bir şeref duyduğumuz Türk Silahlı Kuvvetlerini, Milletimizin mukaddes teminatı olarak görmekteyiz. Açıklamak istediğimiz diğer husus, komünizmin memleketimiz için çok zararlı olduğuna inancımız ve bu muzır cereyana karşı en müessir tedbirlerin alınmasının zaruri olduğudur. Bunun için de fikir faaliyetleri ve millî terbiye yolu, yasaklar koyma yolu ve bir de toplumun sefalet ve fakirliğini giderecek sosyal ve ekonomik tedbirler alınmasının lüzumlu olduğudur. Bundan başka diğer her çeşit aşırı cereyanları da tasvip etmiyoruz.
- 14’lerin yurda dönüş tarihleri hakkında bir şey söyleyebilir misiniz?
- Yurda dönüşümüz Resmî makamlarca tehir edilmiştir.
- 14’lerin seçimlerin erken yapılmasını mahzurlu bulduklarına dair çıkan haberlere ne dersiniz? Bu haberler tamamiyle asılsızdır. Hakkımızdaki beyanları kısa bir müddet sonra gazeteniz vasıtasıyla cevaplandırmak isteriz.

Yurt dışında bulunan eski 6 MBK üyesinin birkaç gün evvel Paris’te yaptıkları basın toplantısı hakkında dünkü Bakanlar Kurulunda bazı hususların görüşüldüğü, bugün Sıtkı Ulay tarafından teyid edilmiştir. Sıtkı Ulay, bu konuda sorulan suale şu cevabı vermiştir.

‘Dünkü Bakanlar Kurulunda bu husus görüşüldü ve Dışişleri Bakanına geniş yetki verildi.’ Ulay 6’lar hakkında bir şey düşünülebileceğini, eğer konuştukları doğru ise vazifelerine son verilebileceğini sözlerine ilâve etmiş ve şunları söylemiştir: ‘Bunlar hakkında mutlaka gerekli karar alınır ve muhtemelen geri çağrılırlar ve vazifelerine son verilirse Türkiyeye dönmelerine Türk vatandaşı olduklarına göre sebep yok.’

Ayrıca basın mensupları bu olay hakkında Fahri Özdilek ile de görüşmüşlerdir. Gazetecilerin ‘Bir karar alındı mı?’ şeklindeki bir sorusu üzerine Özdilek ‘Dışişleri Bakanı durumu tetkik ettirsin ve tetkik neticesi bize gelsin o zaman hükûmet olarak biz görüşürüz’ demiştir.

Diğer taraftan Dışişleri Bakanı bu hususta kendisi ile görüşen gazetecilere bir şey söylemekten çekinmiş ve ‘mesele tetkik ediliyor. Konuşmak için erkendir. Bu konuda bir şey sormayın’ demiştir.

Ayrıca Selim Sarper’in bu sabah Başbakanlıkta Basın Yayın ve Turizm Bakanı ile 6’ların basın toplantısı yapmaları için Paris Basın Ataşeliğimiz bürosunu veren ve toplantı yapmalarına göz yuman Aydemir Balkan’ın durumu hakkında görüştüğü tahmin olunmaktadır.

Basın Yayın ve Turizm Bakanı Sahir Kurutluoğlu, Aydemir Balkan hakkında şunları söylemiştir: ‘Henüz bu konuda yabancı gazetelerin verdiği haberlerden başka bilgim yok. Onun için bizim bilgi almamız lâzım. Ondan sonra Aydemir Balkan için bir şey düşünülür ve söylenebilir.

Öte yandan kendileriyle görüştüğümüz Dışişleri Bakanlığı ileri gelenleri Cumhuriyet Bayramında Paris’te bir basın toplantısı yapan eski MBK üyelerinden Alparslan Türkeş, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı, İrfan Solmazer, Mustafa Kaplan ve Numan Esin hakkında bugün bazı İstanbul ve Ankara gazetelerinde çıkan görevlerinden alındıklarına dair olan haberleri yalanlamışlardır.

Dün akşam üzeri saat 16 da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısına riyaset eden Cumhurbaşkanı Gürsel’in 6’lar hakkında ‘Haklarında kanun ne emrediyorsa icap eden yapılacaktır’ sözünün bazı gazetelerce yanlış tefsir edildiği kanaatı bugün meydana çıkmış bulunmaktadır.

Ayrıca bugün kendisile görüştüğümüz Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi Umum Müdür Vekili Melih Ercin 6 Milli Birlik Komitesi üyesinin vazifelerine son verildiğine dair çıkan haberleri yalanlamış ve mevzu tetkik edilmektedir, netice alındığında açıklanacaktır, demiştir.”

HÜR VATAN – TÜRKEŞ RİCAT ETTİ
3 Kasım 1961

Emekli Albay, Hükümet tepkisini görünce ciddi Amerikan ve Fransız gazetelerinin yayınını unutarak, Türk basınını yalanlamaya kalkıştı. Dışişlerine de emrivakiden bahseden cevaplar gönderdi…

Bir yandan içinde bulundukları devlet memurluğu kaale almayan, diğer yandan memleketin bu nazik anlarında Paristeki Türkiye Büyükelçiliğinin Basın Ataşeliğini ileri geri bir takım siyasî demeçlere âlet eden 6 ların son teşebbüslerine Türkiyede gösterilen büyük tepki karşısında ricat yolunu seçtikleri Alparslan Türkeş’in, Son Havadis gazetesinin dünkü nüshasında çıkan bir beyanatından anlaşılmaktadır.

6’lı basın toplantısı, doğruluğu ve titizliği ile tanınmış beynelmilel haber ajansı Associated Press tarafından nakledildikten maada Newyork Times, Le Monde ve Figaro gibi ciddiyetinden şüphe edilemeyecek gazetelerin muhabirleri tarafından da takib edilmiş ve bahis konusu gazetelerde tıpkı Associated Press’in Türkiyeye yolladığı metnin eşi çıkmıştır.

Toplantıdan Ankara’nın haberdar olduğu iddiası da doğru değildir. Kaldı ki, Ankara meseleye ciddiyetle el koyunca, iş çok enteresan bir safhaya intikal etmiştir.

6’lara, bürosunu açarak toplantılarına resmi bir hava verdirten Basın Ataşesi Balkan, bunun için Elçilikten izin alındığını beyan ederken, Türkeş ve arkadaşları da Dışişlerine verdikleri bilgide, “Biz basın toplantısı yapmak istemedik. Basın ataşeliğinde emrivaki ile karşılaştık” demişlerdir.

Bu durum karşısında altılarla, basın ataşesinin demeci birbirine uymamaktadır.

Basın Yayın Bakanı Kurutluoğlu, bu konuda demiştir ki: “Mesele ciddiyetle takip edilmektedir. Ataşeden yazılı cevap beklenmektedir. Geldikten sonra karar verilecektir.”

Diğer taraftan Türk Silâhlı Kuvvetlerinin en yetkili sözcüsü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay da dün Yeni İstanbul gazetesine verdiği demeçte, hayal peşinde koşan 6 ların her yerde olduğu gibi Ordu içinde de yakın arkadaşları olduğunu söylemeleri karşısında demiştir ki: “Ordu personeli oyuncak olacak kadar saf ve hayalperest değildir.” Sunay aynı konuda, artık Ordu mensubu değil, birer Hariciye mensubu olduklarına işaret ettiği 14 lerin çoğunu tanıdığını, vatanseverliklerinden emin olduğunu söyledikten sonra “İkinci Cumhuriyet kurulmuştur. Artık arzuları ne olabilir? Hele orduyu böyle bir maksat için denemek hıyanettir. Böyle bir şeye teşebbüs edeceklerini aslâ zannetmem” demiştir.

Bu arada, Paris Basın Ataşesi Aydemir Balkan’ın Ataşelik binasını kendi evi sanarak kapılarını yalnız kanunsuz ve usulsüz bir işe değil, üstelik memleket menfaatları ile telif edilemeyecek bir işe de açmış olması, üzerinde önemle durulacak bir meseledir.

ONDÖRTLER HAKKINDA AP MİLLETVEKİNİN SORU ÖNERGESİ

Paris toplantısı vesilesiyle Meclise verilen ilk sözlü soru önergesiyle Türkeş’e karşı sağ da kirli çehresini yavaş yavaş göstermeye başlayacaktır.

Tercüman 3 Kasım 1961

AP Diyarbakır milletvekili Alp Doğanşen, bugün Millet Meclisi Başkanlığına bir sözlü soru önergesi vererek 14 lerden altısının Pariste yaptıkları basın toplantısını tertip eden basın ataşemiz Aydemir Balkan hakkında idarî bir işlem yapılıp yapılmadığını sormuştur.

İkinci Cumhuriyetin Birinci Millet Meclisine verilen bu ilk sözlü soru önergesi aynen şöyledir:

“Söylendiğine göre, Paris Basın Ataşemiz olan Aydemir Balkan, geçen gün Pariste Basın ataşeliği binasında 14 ler tâbir edilen Hariciye Vekâleti mensuplarından bir kısmının toplantısını organize etmiş ve böylece bir devlet memurluğu durumu ve statüsü kabili telif olamayacak siyasî faaliyetlere girişmiştir.

1- Böyle bir halin vâki olup olmadığının.
2- Vâki ise, ataşe hakkında şimdiye kadar idarî bir karara varılıp varılmadığının, sözlü olarak izahını sayın Basın Yayın ve Turizm Vekilinden rica ederim.”

14’LER İKİNCİ BİR EMRE KADAR YURDA DÖNEMEYECEKLER

3 Kasım 1961 tarihli gazeteler.

Gece Postası

14 ler hakkında Dışişleri Bakanlığında yapılmakta olan soruşturmaya bu sabah da devam edilmiştir.

Soruşturmayı bizzat yürüten Dışişleri Bakanı Selim Sarper büyükelçiliklerden gelen raporları bizzat incelemektedir. Durumla Genelkurmay Başkanı Org. Cevdet Sunay da ilgilenmekte, Dışişlerinden bilgi almaktadır. Ayrıca Paris Basın Ataşeliğimizin durumu da tetkik edilmektedir.

Diğer taraftan seçimlerden iki gün önce yapılan bir açıklama ile 14’lerden isteyenlerin görevinden istifa suretiyle yurda girmesinin mümkün olduğu yolundaki talimat kaldırılmıştır. Yurda dönmek isteyenlere, Dışişleri Bakanlığı tarafından ikinci bir talimat gönderildi ve yeni bir emre kadar hareket etmemeleri bildirildi. Bu tedbirin, Pariste yapılan basın toplantısında belirtilen ordu içindeki taraftarlarla temas edildiği yolundaki sözlerle alâkalı olduğu sanılmaktadır. Bu mevzu da ilgililerce tetkik edilmektedir.

Dünya
Dışişleri Bakanı Selim Sarper görevinden memurin kanunu gereğince ayrıldığını bugün resmen açıkladı. Başbakanlıktan 12.30 da çıkan Sarper, kendisine 14 eski MBK üyesinden altısının Pariste son yaptıkları basın toplantısı hakkında bir diyeceği olup olmadığını soran gazetecilere memuriyet hayatının sona erdiğini söyleyerek, bu konuları bana sormayın, demiştir.

POLİTİKA HAKKINDA KONUŞABİLİRİZ

Gece Postası, 5 Kasım 1961.

14 lere işlerinin başına dönmeleri bildirildi.
Dün Brüksel’de konuşan 14 lerden 5’i politika hakkında konuşabileceklerini iddia ettiler.

Dışişleri Bakanlığı Paris’de bulunan altı eski MBK üyesinin vazifeleri başına dönmeleri için yazılı bir tamim yollamıştır. Bununla beraber Bakanlık altıların işlerine şimdilik son verilmeyi düşünmemekte ve kendilerine tekrar bir ihtarda bulunmak arzusunu göstermektedir. Altılar hakkında açılan tahkikat devam etmektedir.

Bu konuda tabiî senatörlerden Ahmet Yıldız “Dışişleri Bakanlığı tahkikat sonunda nasıl bir karara varırsa öyle uygulanacak” demiş ve sözü Ondörtlerin yurda dönmesine getirerek: “İstifa ettikleri takdirde dönebilirler, zaten kanun onların yurda dönmesi konusunda hükûmeti taahhüt altına sokmaktadır” demiştir.

Paris Maslahatgüzarı, Dışişleri Bakanlığına yolladığı mektupta, Altıların basın toplantısı yapmalarına kendinin izin vermediğini bildirmiş, altıların Paris’te olduğunu, yapılan bu basın toplantısından keyfiyeti sonra öğrendiğini söylemiştir. Basın Ataşesi Aydemir Balkan hakkında tahkikat devam etmektedir.

Dün Brüksel’de Ondörtlerin temsilcileri olduklarını iddia eden beşi, haklarında alınması düşünülen tedbirler karşısında gazetecilere beyanda bulunmuşlar ve memur statüsüne tâbi olmadıklarını ileri sürerek iç politika hakkında konuşabileceklerini iddia etmişlerdir.

Ayrıca, demokrasi anlayışı üzerinde de duran Ondörtlerin temsilcileri, Türkiye probleminin, siyasî olmaktan ziyade sosyal ve ekonomik bir problem olduğunu kabul ettiklerini ve âcilen radikal tedbirler alınması gerektiğini söylemişlerdir.

MADANOĞLU’NUN İFŞAATI

Zafer, 1 Aralık 1961.

13 Kasım 1960’ı müteakip, 17 Kasım 1960 günü Ankara Kumandanı ve MBK üyesi Korgeneral Cemal Madanoğlu, Ankara Örfi İdare Komutanlığı binasında gazetecilerle çok uzun bir toplantı yapar. Yazılmaması kaydıyla fakat bilinmesi için anlattığı konular o gün gazetelerde çıkmaz. Bir tek Akşam gazetesi konuşulanların bir kısmını yazmış, Ondörtlerin nasıl muhafaza altına alındıklarını vermiş ve bu da o vakit tartışma konusu olmuştur.

Aradan bir yıl geçtiği için, Fatin Fuat isimli bir şahsın kurucusu olduğu haftalık Zafer gazetesi 1 Aralık 1961 tarihli 5. sayısında, “Madanoğlu İhtilali ve 14 lerin Tasfiyesi Mes’elesini Anlatıyor” manşetiyle o konuşmanın tam metnini verir. Zafer gazetesinin bu neşriyatı, sağ denilen bir kısım pespaye basının da Türkeş ve arkadaşlarına cephe almasının başlangıcı sayılabilir.

Madanoğlu tek taraflı olarak şöyle anlatıyor:

“O sırada, ilk aklımıza gelen şey, Alparslan Türkeş’i müsteşarlıktan almak oldu. Onu kolaylıkla yaptık. Fakat onun grubu, meğer kabinede değişiklik yapmayı kafasına koymuş, buna imkân arıyormuş. Şöyle ki: Bir gün Komite toplantı halindeyken, Fahri Özdilek, bazı vekillerin istifa etmek istediklerini söyledi. Bunda hatâ etmişti. Mademki böyle bir şey duymuş, evvela Gürsel paşaya haber vermeliydi. Netekim bu açıklamadan Türkeş’in grubu derhal istifade etti: ‘Ya öyle mi? Onlar istifa edeceklerine, biz kendilerini affedelim’, diye tutturdular. Münakaşalar başladı. Şu oldu, bu oldu, derken: ‘Şu vekili atalım.. Bu vekili atalım.. Bunu da atalım..’ falan, bir baktım, kabine gidiyor. Fırladım yerimden: ‘Durun birader, ne yapıyorsunuz.. Bari şu adam kalsın, hiç değilse bu da kalsın…’ şeklinde. Kendilerini durduruncaya kadar göbeyim çatladı.

Daha sonraki bir toplantıda Kabineye vekillerin tâyini meselesini ortaya attılar. Halbuki daha mühim işlerimiz vardı. [Hükümet işinden daha mühim ne olabilir. İktidarı bir an önce İnönü’ye devretmek mi] Sırası değildi. Buna rağmen ısrar ettiler. Onların grubu olduğu gibi hazırdı. Bizden gelmiyenler vardı. Onlardan biri ortaya çıkıp: ‘Kabineye yapılacak yeni tâyinleri, Komiteden yapalım. Yani içinizden vekilleri tâyin edelim’ dedi.

Ben derhal maksadı anlamıştım. Onlar, kabineden 10 kişiyi bu maksatla atmışlardı. İstiyorlardı ki, kendileri de vekil olsun, Alpaslan da başvekillik yapsın, Gürsel Paşa ikinci plana düşsün. [Madanoğlu, burada şecaat arz ederken sirkatin söylüyor. Memleket idaresinden korkuyor, kendilerini bu kapasitede görmüyor. Zaten fikir ve zihin dünyası gelişmemiş bir kışla ve orduevi askeridir. Türkeş’i de fikir ve ufuk sahibi olduğu için kıskanıyor.]

Münhal vekilliklere, Komite azâlarının tâyinini teklif ettikleri gün, gruplarının kaç kişiden ibaret olduğu da meydana çıkmıştı. O müzakereler yapılırken, yani ‘vekiller komiteden mi seçilsin, dışardan mı?’ meselesi görüşülürken… Onlar 14 kişi olarak kaldı. Teklif reddedildi.

Asıl grupları 14 kişi değildi. 12 kişiydi. Fakat o Ahmet Er ile keyfinin havasında gezen Münir Köseoğlu da onlara katılmıştı. Münir’e güzel güzel arkadaşlar buluyorlarmış. O da bu işin meraklısı, kendisine bir iki defa söyledim, anlıyamadı.

İşte o günkü Komite toplantısında, teklifleri reddedilip mağlup olduklarını anlayınca, işi komite dışında planlamağa başladılar. Kimi Gaziantep’e gidiyor, kimi Konya’ya yollanıyor, diğerleri bilmem nerelere dağılıyordu. Her biri, komitenin görüşü dışında görüşler ortaya atıyor, bizi müşkül duruma düşüyorlardı. Türkiye’nin bile adını değiştirmeğe kalkmışlar. ‘Türkeli’ diyeceklermiş, Türkiye’ye. Bunun için, başlıklı kâğıtlar bastırmış, mektuplar yazılmış, hatta mektupların altına, ‘Allah Türk ulusunu korusun’ ibareleri dercedilmiş. Bununla da iktifa etmemişler, bazı talebeler silâh üzerine, bayrak üzerine yeminler ettirmişler. Bu kurmak istedikleri teşkilat, Pan Turanizm teşkilatı olacakmış. Pan Turanizm diye bir vaveyla koparacak, bizim Rusyadaki ırkdaşlarımızı da Ruslara kestirecekler. Bunun neticesi bu olurdu.

Daha ilerisini anlatayım:

Bu affedilenler, zaman zaman Balmumcu Çiftliğindeki tutukluların akrabalarına gitmişler, onlardan para istemişler ve bu parayı verirseniz akrabalarınızı serbest bırakırız, demişler. Gerçi, aralarında para vermek istiyenler çoktu. Hatta hepsi de bu parayı vermeye hazırdı. Çünkü dışarda kalanlar, ticareti ellerine almışlardı. Daha sonra bir Ülkü Birliği icad ettiler. Bu birlik altında teşkilat kurulacak, şu olacak, bu olacak.. Bütün bunların altında, asıl maksatları vardı: Gürsel Paşayı ekarte etmek ve iktidara tamamen geçmek..

Kendilerini zaman zaman ikâz ettik. ‘Biz sadece ihtilali yaptık. Burada durmıyacağız. Vadettiğimiz Demokratik şartları getirip, seçimleri müteakip gideceğiz.’

Onlar tutturuyorlardı: ‘Bütün davalar halledilmeden seçimlere gidilemez. O zamana kadar her şeyi biz yapacağız.’

Bu hava içinde komite toplantıları hiçbir fayda vermiyordu. Müzakereler meydan muharebesi halini almıştı. Hiçbir karara varılamıyordu. Bu itibarla Gürsel Paşaya gittim. ‘Paşam’ dedim, ‘bunlar işi çığırından çıkardı. Bunları vazifelerinden affetsek nasıl olur?’ Paşa tereddüt etmeden cevap verdi. ‘Çok iyi olur.’ Hemen oturup basit bir plan hazırladık. Plan şuydu: Tespit edilen 14 kişiye aynı saatte vazifeli ekipler gidecek, Devlet Reisi ve Silahlı Kuvvetler Başkumandanı Gürsel’in emrini mühürlü bir zarf içinde tebliğ edecekti. Tebligatta şunlar yazılıydı: ‘Memleketin menfaatları göz önünde bulundurularak Milli Birlik Komitesi lağvedilmiş ve aşağıda adları yazılı kimseler tarafından yeniden kurulmuştur. Sizin bugünkü çalışmalarınız için teşekkür ederiz. Şu andan itibaren emeklisiniz. Gerek şahsi emniyetiniz, gerek memleketin yüksek menfaatları bakımından evinizden dışarı çıkmamanızı rica ederim.’

Bu tebligat sabahın erken saatında, yani 5 te hepsine yapıldı. Bunlardan biri, Muzaffer Özdağ, hemen telefona sarılıyor. Halbuki telefonlarını kestirmiştim. Komşu daireye gidip oradan Gürsel Paşa ile konuşmak istiyor. Telefona Paşa’nın yaverlerinden biri çıkıyor. Muzaffer ona: ‘ben’ diyor, ‘Muzaffer Özdağ. Paşa ile görüşmek istiyorum. Orada mı?’ Yaver, ne oluyor, ne bitiyor, haberi olmadığı için: ‘Buradalar, diyor, gelip görüşebilirsiniz.’ O da hemen giyinip fırlıyor. Dündar Taşer de geliyor. Doğru Gürsel Paşa’ya gidecekler. Tabii yollara barikatlar kurdurduk. Yol bulamadılar. MB Komitesine, yani Meclis binasına giden yolu açık bırakmıştık. Oraya geldiler. Orada, sakin sakin, Muzaffer’i ve Dündar’ı tevkif ettik. Muzaffer’i oradan Merkez Kumandanlığına sevkettik. Sonra düşündük, orada kalmasın, gene evine gönderdik ve kapısına muhafız diktik…”

ÖZDAĞ’IN KARDEŞİ CEVAP VERİYOR

Muzaffer Özdağ’ın kardeşi Muammer Özdağ, 14 Aralık 1961’de Ankara’da bir basın toplantısı yapar. Madanoğlu’na çatarak, Ondörtler hakkındaki iddialarını ispata davet eder. Basın toplantısı ertesi gün Son Havadis ve Vatan’da detaylı olarak verilir.

Muammer Özdağ basın toplantısında şunları söyler: “Şüphesiz insanlar, kendi ahlâk seviyelerine göre, müdafaasız kimselerin arkasından ahlâksızlık isnadında bulunabilirler. Karşılarındakine müdafaa hakkı tanımadan bu isnatlarını isbata yeltenenler bir dereceye kadar mazur görülebilirse de isbata yanaşmayanlar kendilerini daha iğrenç bir ahlâksızlığın çirkefi içinde boğulmağa mahkûm etmiş olurlar.”

Muammer Özdağ, Ondörtleri ve yakınlarını iftira ve töhmet altında bıraktığını söyleyerek, Madanoğlu’nun isnat ettiği aşağıdaki hususları açıklamasını istemiştir:

1- Ondörtlerden hangisi, ne zaman, hangi demokrat partiliden, ne maksatla, ne kadar para almış veya istemiştir.
2- Eski MBK üyesi Münir Köseoğlu’nun kendilerine katılmasını temin için, Ondörtlerden hangisi ona kadın arkadaş tedarik ve teklif etmiştir.
3- Bilhassa mevkuf demokrat partili vatandaşların o andaki müşkül durumlarından istifade ile onlardan para sızdırmak cürmünü işleyen Ondörtler hakkında hiç olmazsa 13 Kasım’dan sonra neden tahkikat icrası cihetine gidilmemiş, neden suçlandırmış ve sonra neden suçu örtbas etmiştir. Madanoğlu yukarıdaki üç soruya cevap vermelidir.

Muammer Özdağ, Paris’teki toplantıdan sonra Ondörtlerin yurda dönmemeleri için bir taraftan rica bir taraftan tehdit edildiklerini iddia etmiş ve ağabeysinin kendisine yazdığı bir mektupta, “Önümüzdeki ilkbaharda vazifemizden istifa edip Türkiye’ye döneceğiz” dediğini açıklamıştır. Özdağ bu mektubunda Ondörtler adına konuşmakta ve yurda döndükten sonra , makamsız, rütbesiz halk çocuğu olarak memleket için çalışacaklarını belirtmektedir. Özdağ’ın kardeşi, bir ay evvel Ondörtler adına altı kişinin Paris’te yaptığı basın toplantısının istismar edildiğini, toplantının gerçek sebep ve mahiyetinin kapatıldığını söylemiş ve Muzaffer Özdağ’ın yazdığı mektuptan aşağıdaki satırları okumuştur:

“Sanıyorlar ki kendilerinin gayretleri, tek gayeleri olan makam ve mevkilere bizim de fiyatımız, sus payımız olabilir gayri hukuki statülerini ve statükoyu tasvip etmemizi istiyorlar. Bu hal ve şartla bazılarımız senatör, bazılarımız da büyükelçi yapılacakmış. Altı arkadaşımızın Paris toplantısı, işte bu iğrenç fikre atılan tokattır. Arkadaşlarımız Paris’te hepimiz adına devrimin gaye ve ülküsüne bağlılığımızı milli iradeyi kısıtlamaya yönelen her türlü tutuma karşı olduğumuzu, tek parti diktasına muhalefetimizi açıklamışlardır.”

TÜRKEŞ’İN ANILARINDAN

MADANOĞLU ÖRGÜTE GİRİYOR

Cemal Orhan Kabibay, arkadaşlarına, Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanı Tümgeneral Cemal Madanoğlu’nun ismini öneriyordu. Teklif olumlu karşılanıyor, Kabibay Cemal Paşayı ziyarete gidiyordu.

Yeni gelişmeleri de Türkeş’ten dinliyoruz:

‘Orhan Kabibay, Cemal Madanoğlu için, ‘Yahu ben, Paşa ile Kore’de beraber bulundum. Yakınlığım var biraz. Argo bir adam. ‘Gideyim, konuşayım’, dedi. Ne yapalım, orgeneral olmazsa, tümgeneral olsun, diyerek Kabibay’ı gönderdim. Ancak tek kuşkumuz bizi ele vermesi idi.

Birlikte gittik. Ben, emir subayının odasında oturdum. Sonrasını Kabibay bana şöyle anlattı.

KABİBAY: Paşam, sizinle çok önemli bir meseleyi konuşmaya geldim. Kabul ederseniz, iki kelime ile cevap verin. Etmezseniz, hayır, deyin. Yalnız, söyleyeceğim mes’ele çok gizlidir. Kabul etseniz de, etmeseniz de gizliliğini korumamız lâzım. İfşa ederseniz, karşı tedbir alınmıştır!

MADANOĞLU: (Yerinden fırlayarak) Nedir ulan senin söyleyeceğin?
KABİBAY: Paşam, bu iktidarı biz devireceğiz. Gizli bir örgütümüz var. Devirmek için çalışıyoruz. Sizin de, aramıza katılmanızı istiyoruz. Kabul ederseniz evet, etmezseniz hayır, deyin. Yalnız, sırrımızı, emanetimizi saklayın!
MADANOĞLU: Ulan biliyorsun bende t…. var, beyin yok.
KABİBAY: Paşam, sen de biliyorsun, bizde ikisi de var.
MADANOĞLU: Ben, akşam yatağa yatıyorum, tümgeneralim, bir savaş olsa, tümeni nasıl kullanacağım, diye düşünüyorum. Alayın birini öyle mi sevketsem, öbür alayı buraya mı koysam diye işin içinden çıkamıyorum. Sen, şimdi, gelmiş bana, Hükûmeti devirelim, iktidarı alalım diye lâf söylüyorsun. Bir de hemen cevap bekliyorsun. Bari, üç gün müsaade et. Düşüneyim.
KABİBAY: Yok, üç gün olmaz. Gizli kalması kaydıyla 24 saat izin veriyorum.

Binbaşı Orhan Kabibay’ın, Tümgeneral Cemal Madanoğlu’na verdiği süre doluyor, 24 saatin bitiminde, Paşa da heyecanla beklenen tarihi kararını açıklıyordu: Ulan erkeklik öldü mü, örgütünüze girmeyi kabul ediyorum…” (Şahinlerin Dansı, 115, 116)

MADANOĞLU: “YAHU BU İŞTEN VAZGEÇELİM”

İhtilâl için düğmeye basılmış, bu işin öncüleri Harb Okulu’ndaki karargâhlarında toplanmaya başlamıştır. Ancak, hava hiç de iyi değildi. Karamsarlık hâkimdi. Öğrenciler, işi sıkı tutmuştu ama komutanlarda pek bir hareket yoktu. Karargâhtaki sessizliği Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in selâmı bozacaktı. Şimdi o sahneyi izleyelim:

TÜRKEŞ: İyi akşamlar efendim. Nasılsınız?
MADANOĞLU: (Başını yerden kaldırdı, rengi sararmıştı.) Yahu Türkeş, hazırlık yok, b.. yok, kuvvet yok. Bu işten vazgeçelim. Toplanıp Celâl Bayar’a gidelim, Adnan Menderes’i Başbakanlık’tan alıp, başka iyi bir adamı getirsin, başbakan yapsın. Bu iş de böyle hallolsun. Daha iyi olur.
TÜRKEŞ: Paşam, kuvvet hazır, plân hazır, herşey hazır. Yayı gerdik, oku salacağız. Artık, geri dönüş yok!..

Bu diyalogdan sonra o koskoca komutanlık makamında soğuk bir hava esiyor ve Madanoğlu sessizliğe gömülüyordu. Albay Türkeş ise, işlerin bozulabileceği korkusundaydı. Madanoğlu’nun sözleri karşısında çok öfkelenmişti. (Şahinlerin Dansı, 137, 138)

KAFASI İŞLEYEN ÜYELER

38 kişilik komite içinde kültürlü, kafası fikir üreten, eli kalem tutan grup, benim başında olduğum gruptu. Bunlar kimdi?

Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Münir Köseoğlu, Şefik Soyuyüce, Ahmet Er, Mehmet Özgüneş. Başlangıçta bizim grupta olup, daha sonra kopanlar. Kamil Karavelioğlu, Emanullah Çelebi.

Bu arkadaşlarımız, diğer arkadaşlarımıza göre çok okuyan, bir kısmı dış ülkeleri de görmüş, dış hizmetlerde bulunmuş, iç ve dış politika konusunda daha bilgili kimselerdi. Yani, MBK’nın bir nevi motoru durumundaydılar.

Suphi Karaman da mesela bizim gruptaydı. Böyle fikir üreten, eli kalem tutan bir insandı. Bu bakımdan, Komite’nin esas motoru 14-14 veyahut 20 kişiydi. Diğer arkadaşlarımız da iyi insanlardı. Ama, onlarda bir tutku vardı. İktidarı İsmet Paşa’ya devretmek istiyorlardı. Bizim görevimiz bitti, diyorlardı. O ne takdir ederse, onu verir, onunla yetinip, gidelim evimize oturulım, görüşündeydiler.

Hatta, merhum Cemal Madanoğlu Paşa, Komite’deki bir tartışmada şunları söylemişti:

- Yahu arkadaşlar, biz orduevlerinde ne gördük, ne biliriz? Bırakalım, bu memleketi İsmet Paşa idare etsin. (Şahinlerin Dansı, 258)

13 KASIM’A DOĞRU

Yakın arkadaşlarıma, ‘Milli Birlik Komitesi bu havada yararlı hizmetler yapamaz, bir tasfiye yapalım ve direksiyonu kesin olarak elimize alalım’, dedim. Komite’nin bir disiplin içinde çalışmasını arzu ediyorduk.

Fakat, konuştuğumuz arkadaşlar ikinci bir operasyonu göze alamıyorlardı. O işe istekli değillerdi. ‘Arkadaşlarla konuşur, onları ikna ederiz, Cemal Paşa da bunu kabul etmeyebilir’, diyorlardı. Onların görüşüne göre, Cemal Paşa bize hayır derse, o zaman çok müşkül duruma düşerdik.

Oysa, ben bu görüşte değildim. ‘Cemal Paşa, kuvvetliden yanadır; kendisi yorgundur, güçlü olup da bir işi başarana hayır demez, o da bizimle beraber olur’, şeklinde konuşuyordum. Ama arkadaşlarımda bir ürkme, bir çekinme vardı. Aslında operasyonu yapacak gücümüz mevcuttu.



Tabii o günlerde aramızda bir yarış vardı. Ben, bunu hep hesaplamış ve düşünmüştüm. Ve en son İstanbul’da o nüve teşkil eden arkadaşlarımızla Bebek’teki arabanın içinde, meseleyi enine boyuna ortaya koymuştuk.



Tehlike var, aramızda zaman yarışı var, kim daha erken davranırsa, o ötekini tasfiye edecek.’ demiştim. Fakat, onlar inanmak istemiyorlardı. Bu yüzden de karşı grubun tasfiyesine yanaşmıyorlardı.

13 KASIM

13 Kasım 1960 Pazar sabahı Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in Gaziosmanpaşa Kader Sokak’taki özel konutunun kapısı saat tam 9.30’da çalınıyor, Devlet Başkanlığı’ndan gelen sivil bir görevli elindeki zarfı, ev sahibine uzatıyordu.

Orgeneral Gürsel’den, Kurmay Albay Türkeş’e gelen mektup, beklenen operasyonun ilk işaretini veriyordu. Madanoğlu ve arkadaşları elini çabuk tutmuş, Gürsel’i kendi saflarına çekmişlerdi.

Evinde göz hapsine alınan Kurmay Albay Alparslan Türkeş, çok heyecanlı dakikalar yaşıyordu. İşte o günleri 34 yıl sonra biz sorduk, kendisi anlattı.

- Evinizden çıkmayı başarsaydınız, ne yapardınız?
- Çıkmayı başarsaydım, güvendiğim birliklere, arkadaşlara giderdim. Oradan karşı harekât başlatırdım.
- Ankara’da bu düşüncelerinizi gerçekleştirecek gücünüz var mıydı?
- Güveniyordum, yani güç bulacağıma güveniyordum.
- Onların durumunu biliyor musunuz?
- Evet biliyorum.
- Biraz ileri gidemezler miydi?
- Bir şey yapamazlardı. Uzlaşmaya mecbur olurlardı.
- O kanaatiniz nereden kaynaklanıyor?
- Tanıyorum kendilerini.
- Yani serbest olmanız halinde, tekrar üstünlüğü elde edeceğinizi biliyorlar mıydı?
- Evet.

13 Kasım Pazar gecesi olmuştu. Bu arada evinin kapısı çalınıyor, bir polis memuru kendisine şunları söylüyordu.

“Efendim emir aldık, zât-ı âlinizi Mürted Hava Üssü’ne götüreceğiz…”

Filmin sonu gelmişti. Sahneler daha da sertleşiyordu. İşte o gerginliği yine Türkeş anlatacaktı:

- Polislere, Ankara Kumandanlığı’ndan emir verilmiş. Beni, götürmeye gelmişler. Bu sözleri dinledikten sonra kapıyı kapattım. Polisler, zorladılar. İtmeye başladılar. Buna rağmen kilitledim, arkadaki zincirini taktım. Konuşuyorlar, rica ediyorlardı. Biz emir kuluyuz, demeye başladılar. Bu saatte bir yere gidilmez, yarını bekleyin, dedim. Bu defa kapıya yüklenip kırdılar. Kapı açıldı, bir Binbaşı ile bir Üsteğmen orada belirdi. Polisler geri çekildi, subaylar elimi öptü. Ve bana şunları söylemeye başladılar:
- Komutanım, biz, sizi çok seviyoruz. Size bağlıyız, kılınıza bir zarar gelmesine aslâ müsaade etmeyiz. Bize güvenin, ama sizi Mürted Hava Üssü’ne götürme görevi verildi. Onun için, bizi anlayışla karşılamanızı istirham ediyoruz.

Subayların bu konuşmasından sonra , ‘pekiyi’ dedim. Bütün gün üzerimde olan üniformamı çıkarıp, sivil bir kıyafet giydim. Annem, eşim ve çocuklarımla vedalaşıp, dışarı çıktım. Bir otomobile bindirdiler, korumaların refakat ettiği konvoyla beni Mürted Üssü’ne götürdüler.

Beni Üs’de Komutan Hava Tuğgeneral Lütfi Paşa karşıladı. Bir süre misafirimiz olacaksınız, dedi. Benden başka arkadaşların da getirildiğini öğrendim. Hava Üssü’nde, binanın dördüncü katında Ayaş tarafına bakan bir odaya yerleştirildim. Günlerim dört duvar arasında geçmeye başladı. Pencereden eski Komite arkadaşlarım Osman Köksal, Mehmet Özgüneş, Suphi Gürsoytrak ve Suphi Gürsoytrak’ın binaya gelişlerini gördüm. Ama benim yanıma uğramadılar.

Bu arada emeklilik işlemlerim yapılmıştı. Bana bazı evraklar imzalattılar. Daha sonra, Hindistan’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne yani Yeni Delhi’ye Hükûmet Müşaviri olarak atandığımı bildirdiler. Ailemi sordum, onlar da sizinle gidecek, dediler.

Mürted’den ayrılmadan önce, benim gibi gözaltında tutulan öteki arkadaşlarımı ziyaret ettim. Bu arada Orhan Kabibay’ın odasına girip şunları söyledim.

- Napolyon, meşhur Seliç Savaşı’na hazırlanırken, gece yarısı topçusuna, şöyle bağırıyordu.
‘Aktivite, aktivite!..
Vites, vites!..’

Yani hareket edin, acele edin, süratle hareket edin, diyordu. Kabibay, ben de size hep süratle hareket etmemiz gerektiğini söylemiştim. Çünkü, aramızda bir zaman yarışı vardı. Ama arkadaşlar, bunu benimsemiyorlardı. (Şahinlerin Dansı, 271-279)

Alparslan Türkeş’ten Orhan Kabibay’a Mektup, 11 Haziran 1962.

“En son Rumelihisarı’nda tesbit ettiğimiz hareket tarihi 9 Kasım Çarşamba günü olduğu halde ve ben bu tarihin artık asla tehir etmememiz gerektiği fikri üzerimde ısrar ettiğim halde, yine uzlaşma ve anlaşma yolları bulmak bahanesiyle felce uğratıldı. Her şey hazır olduğu halde ben sadece senin ve Erkanlı’nın iştirakinin bulunmadığı için düğmeye basmamak hatasını işledim. Bundan başka sen Emniyet Grubu’nun Başkanı bulunuyordun. 13 Kasım melaneti pişiriliyor, kotarılıyor ve biz evlerimizde, kümesten tavuk toplanır gibi toplanıyoruz da Emniyet Grubu en küçük bir şey haber alamıyor ve bizi ikaz edemiyor.”

(Hulusi Turgut, Türkeş’in Anıları Şahinlerin Dansı, 318)


Alparslan Türkeş’ten Dündar Taşer’e Mektup, Yeni Delhi, 31 Ağustos 1962.

“Kabibay, Emniyet grubu Başkanı olduğu halde evlerimizden kümesten tavuk toplanır gibi toplandık.

Bugüne kadar da hiçbir isabetsiz karar ileri sürmedim. Eğer arkadaşlar mahviyetli (alçakgönüllü, fedakâr) olsalar, disiplin ve itaat gösterselerdi; bugüne kadar başımıza gelenlerin hiçbirisi meydana gelmez ve memleket bu hale düşmezdi. Kabibay arkadaşımızın ise hiçbir isabetli kararı gösterilemez. Emniyet Grubu Başkanı olduğu halde, hepimiz evlerimizden kümesten tavuk toplanır gibi toplandık. Ve Emniyet Grubu’nun en küçük bir şey bile sezdiğini işitmedik.”

(İbrahim Metin, İhtilâlciler Hesaplaşıyor, 397, 2012)

AHMET ER

MBK üyesi ve 14’lerden Ahmet Er, 13 Kasım’a doğru Ağustos sonlarına veya Eylül başına kadar gücün Türkeş grubunun elinde olduğunu, o tarihten sonra güç dengesinin bozulduğunu söyler. Aktardığı bir anı, Türkeş’in kararlığına ve ciddiyetine arkadaşlarının ayak uyduramadığını göstermesi bakımından önemlidir.

“MBK içindeki bölünmeler netleşmişti. Sami Küçük ve Madanoğlu grubu, Türkeş grubu. Bu grupların Silahlı Kuvvetlerin bünyesinde de taraftarları vardı. Her iki grup ayrı ayrı toplantılar yapıp birbirlerini tasfiye planları hazırlıyorlardı. Bir MBK toplantısında idik. Türkeş o gün kapıya yakın bir yerde oturuyordu. Her birimizin üzerinde birkaç silah vardı. Salonda müzakereler devam ediyordu. Müzakere esnasında salondan dışarıya çıkıyordum. Türkeş’in kulağına eğildim ve usulca konuştum:

- Albayım, Mehmet Ali’ye haber vereyim mi, meclisi kuşatsın mı?
Heyecanla,
- Derhal, derhal. dedi.
Gene fısıltı içinde kendisine:
- Albayım, şaka şaka, diye söyledim.
Yüzünü buruşturdu ve:
- Ahmet, böyle şaka olmaz. dedi.”

(Ahmet Er, Hâtıralarım ve Hayatım, sf. 112, Pamuk Yayıncılık, 2007)

ORHAN ERKANLI

14’lerden Orhan Erkanlı şunları söylemektedir.

“İtiraf ederim ki, Türkeş’in tekliflerini kabul etseydik 13 Kasım olmazdı; belki başka şeyler olurdu, fakat sonunda nereye giderdik, ne kadar devam ederdik, şu anda dahi kestiremiyorum. Türkeş’in ve bizim bizzat baskına uğramamız bizim iyimserliğimizin bir sonucu oldu.”

(Orhan Erkanlı, Anılar, Sorunlar, Sorumlular, sf. 148, Baha Matbaası, 1972)

NUMAN ESİN

Yine 14’lerden Numan Esin’in Devrim ve Demokrasi isimli kitabındaki sözleri şöyledir.

“Biz başlangıçta taraf olmadık, kimseyi desteklemez göründük, ama sonra baktılar ki Türkeş’i destekliyoruz, bunun üzerine Türkeş’in karşısında olanlar, baştan bizi kazanmaya çalıştılar. Örneğin Sami Küçük bizi evine götürdü, yemeğe alıkoydu. Sami Küçük, Türkeş’in sınıf arkadaşıydı ve Türkeş’e karşı muhalefetin liderliğini yapıyordu. Zeki bir adamdı fakat kişiliğinde yapıcılık yoktu. Kendisiyle açık konuştuk. “Madem öyle, ihtilale siz sahip olun, sizi destekleyelim.” İhtilal bizim gözümüzde sahipsizdi. Çünkü onlar formülü, Halk Partisi’ne yaslanarak, ondan destek alarak, gereğinde ihtilalin idaresini teslim ederek işin içinden çıkmaktı. Biz ise böyle bir çözüm yolunun kesinlikle karşısındaydık.”

“Benim görüşüme göre komitenin etkisiz hale getirilmesini ve parçalanmasını, içeride Cumhuriyet Halk Partisi ve onun lideri olan İnönü, dışarıda da ABD yönlendirmiştir.”

“Biz Ondörtler, 13 Kasım mağduruyuz. Diğer arkadaşlarımız, bir kısmı 13 Kasım’ın yapıcılar, bir kısmı bunu sonradan öğrenen, ama zararsız oldukları düşüncesi ile komitede kalması gerekli bulunan arkadaşlarımızdır. 13 Kasım gecesinden bir gece önce ihtilal komitesinin çoğunluğu bizim düşüncemizde idi. İhtilal komitesinin çoğunluğunu tasfiye etme mecburiyetinde kalan 13 Kasım’ın tertipçileri, bir rivayete göre İnönü’den gelen telkinlerle 14 rakamında durmuşlardır. Yoksa bu 14 rakamının 20-22’ye ulaşması beklenirdi.”

(Numan Esin, Devrim ve Demokrasi Bir 27 Mayısçının Anıları, sf. 118, 173, 451, Doğan Kitap, 2005)

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,11 M - Bugn : 28995

ulkucudunya@ulkucudunya.com