« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Nurullah KAPLAN

10 Oca

2007

ADRİYATİKTEN ÇİN SEDDİNE!!!

10 Ocak 2007

Ahmet Yesevi Üniversitesi 6 Haziran 1991 tarihinde Kazakistan'ın Türkistan şehrinde kurulmuştu. Kuruluş gayesinin "...Türk Cumhuriyetleri ve Türk topluluklarındaki gençlerin Türklük bilinci ve çağdaş bilimin gereklerine göre eğitimlerini sağlamak…" olduğu kuruluş vesikalarında yer almaktadır. 31 Ekim'de ise Türkiye ve Kazakistan yetkililerinin imzaladığı uluslararası anlaşma ile ortak devlet üniversitesine dönüşmüştür. Bu üniversitenin idaresi ise mütevelli heyetine tevdi edilmiş, heyetin 4 üyesi ve başkanı Türkiye tarafından, 5 üyesi ise Kazakistan tarafından atanmaktadır. Mütevelli heyeti başkanlığı görevini kuruluştan beri N.Kemal Zeybek yürütmekteydi.Ve görev süresi 17 Mayıs 2006 tarihinde doldu. yerine yapılan atamanın neticeleri kendini hissettirmeye başladı.

Sovyet Rusya'nın dağılma sürecinde bağımsızlığını ilan eden Türk Cumhuriyetleri ile birlikte hem Türkiye'de hem de Batılı ülkelerde 21.asrın Türk Asrı olacağına dair değerlendirmeler kamuoyuna aksedince dönemin başbakanı ve cumhurbaşkanı arasında Türkçülük(!) yarışı başlamıştı. Bir tarafta " Türk dediğin nedir ki?" diyen Çankaya'nın şişmanı, öte yanda "Bizim milliyetçiliğimizin sınırları Kars'ta başlayıp Edirne'de biter" diyen Moraken Süleyman -Adriyatik'den Çin Seddine- nutukları ile ortalığı kasıp kavuruyordu.

Aradan 16-17 yıl geçti. O nutuklardan geriye ne kaldı diye dönüp baktığımızda artık etkisini kaybetmiş TİKA ile Ahmet Yesevi Üniversitesi'nden başka bir şey göremiyoruz.

Türk Cumhuriyetleri ve Türk dilinin konuşulduğu ülkelerde kalkınma ve işbirliğinin geliştirilmesine yönelik projeler hazırlamak ve gerçekleştirilmesi için koordinasyon sağlamakla görevli olan Türk işbirliği Ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı 90'lı yıllarda aktif olsa da, sonraları tamamen masa başı, bürokratik raporlar hazırlayan bir ofise dönüştü. Bir çok ülkede temsilcilik açılmakla beraber bu temsilcilikler çalışmalarından ziyade istihdam büroları olarak bir misyon(!) ifa etmekteler.

Ahmet Yesevi Üniversitesi 1991 yılında açıldığında 300 civarında olan öğrenci sayısı şimdilerde 30 bine çıkmış durumda. Sadece öğrenci sayısındaki artış bile üniversitenin gelişimi hakkında bir kanaat teessüsü için yeterli. Türk Dünyası ile ilgili olanlar ise faaliyetlerin maddi ve manevi boyutlarından bir şekilde mutlaka haberdardırlar.

Türk Cumhuriyetlerindeki elle tutulur, gözle görülür tek gayretimiz olan bu üniversitenin mütevelli heyeti başkanlığına 20.07.2006 tarihi itibariyle Emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın ataması yapıldı. Çetin Doğan ile ilgili bilgileri İbrahim Dilmaç'ın yazısından okursanız 7 yıllığına ataması yapılan Çetin Doğan'ın başkanlığında üniversitenin trendi henüz başlayan değişim neticesinde muhtemel akıbetini tahmin edebilirsiniz.

Üniversitenin idaresini elinde bulunduran mütevelli heyeti başkanını atama yetkisi cumhurbaşkanımıza ait. Mevcut cumhurbaşkanının bu atamadaki tercihi kendisine yakışıyor…Şimdiye kadar yaptığı tercihler gibi. Bizim devletimiz (daha doğru bir ifade ile bizim olması gereken bu devlet) bir eliyle yaptığını öbür eliyle bozmak, Türk varlığının bütün unsurlarını budamak hususunda uzunca bir zamandır aynı çizgide inat ve kararlılıkla seyrediyor. Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanının yaptıklarını garipsemiyorum.Üstelik bu adamı seçtirmek için Ülkücülük adına söz söylemek ve karar vermek yetkisini uhdesinde / tekelinde bulunduran zevatın kendi milletvekilimizi kameralar önünde dövdürdüğünü hatırlayınca Sezer'i eleştirmek bile anlamını yitiriyor.

Bizim için önemli olan Sezer'in ne yaptığı değil aslında…Önemli olan Ülkücülerin, Ülkücülük adına siyaset yapanların Türk Dünyası ile ilgili olarak neler yaptığıdır. Özellikle iktidar ortağı olarak devlet imkanları elimizde iken neler yapmıştık? Sizlerin aklına neler geliyor bilemem. Ama benim hatırlayabildiklerim şunlar: Çin Devlet Başkanına liyakat nişanı vermek; İstanbul'da asılı Gök-Bayrakları indirmek; yıllardır yapılmakta olan Türk Dünyası Kurultayı'na son vermek… Bunları okuyan bir çok kişi kızacak biliyorum. Teşkilata zarar vermek, lidere karşı olmak v.s. kabilinden gerekçeleri de hazırdır. Bu gerekçeleri samimiyetle savunanlar da vardır şüphesiz. Bunları konuşmak zarar veriyorsa şayet, yapmak ne kadar zarar vermiştir acaba? Bunun muhakemesini ve muhasebesini yapmamak da zarar vermiyor mu?

80'li-90'lı yıllarda başka partilerde siyaset yapan ülkücülere hain gözüyle bakıyordum. Gün gelip de bundan nedamet duyacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama, Ülkücüler üzerinde tahakküm kuran politikacı zevatın yaptıklarını görünce nedamet getirmemek de mümkün değil. Bu nedametten dolayı ben mi utanayım, yoksa bizleri pişmanlığa iten, dışarıda siyaset yapanlara haklılık kazandıracak uygulamaları yapanlar mı utansın? Utanmak onların payına düşüyor elbette. Ama, Ülkücülük-Milliyetçilik-Ahlakçılık-Şahsiyetçilik ilkeleri ile olan rabıtalarını çoktandır koparmış olanlarda utanacak yüz kalmış mıdır?

Namık Kemal Zeybek de ANAP ve DYP'de milletvekili-bakan olarak siyaset yapmış birisi olarak üzerini kırmızıyla çizdiğimiz birisiydi. Süleyman Demirel'e ve Tansu Çiller'e Türk Dünyası ile ilgili müşavirlik yaptığı dönemlerde, TİKA ve Ahmet Yesevi Üniversitesi'nin kuruluşunda birinci derecede rol oynamıştı. O'nun yaptıklarını konjonktüre bağlayanlar olabilir…Yine de Türk Milliyetçiliğine ola katkılarından dolayı teşekkür borcumuz olduğuna inanıyorum.

Kendisini o partilerde olduğu için eleştirenlere karşı"… başka partilerde Türk milliyetçiliği yapmak bir kusursa, kilisede namaz kılmak gibi bir kusurdur. Camide haç çıkarmak nasıl bir iştir? Kilise'de namaz kılmak mı daha büyük kusur, camide haç çıkarmak mı?" diye mukabelede bulunan Zeybek'e namaz kılacak cami bulamadın mı diye sormak hakkımızsa, camide haç çıkaranlara da "yeriniz burası değil" ihtarını etmek vazifemizdir.

Ahmet Yesevi Üniversitesi'ndeki atamanın Türk Dünyasına zarar vereceği aşikar iken bu durum karşısında suskun kalan zevata pek de esef etmemek lazım. Konuştuklarında ne zaman yüzümüzü ağarttılar ki? Konuşmalarındansa susmaları daha evlâdır.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,74 M - Bugn : 15877

ulkucudunya@ulkucudunya.com