« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

17 May

2023

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA DEVLET VE EKONOMİ -I-

17 Mayıs 2023

Merhum Mehmet Genç Hocanın “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi” adlı çalışmasından hemen hemen yayın dünyasında basılı piyasaya çıktığı 2000 yılından beri okuduğum kitaplarda, dinlediğim konferanslarda çokça atıf yapılması ve Ötüken Neşriyatın milliyetçi bir yayınevi olarak her bastığının okunması gerektiğini düşünerek ekonomik sıkıntılardan hiç kitap alamadığım zamanlarda bile sürekli takip ettiğimden dolayı varlığından haberdardım. Ancak “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi” adlı kitap on altı baskı yapmasına rağmen hala alamamıştım. Daha sonra “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi” adlı kitap üzerinde merhum Mehmet Genç Hocanın devam eden çalışmalarının basımı düşünüldüğünde olsa gerek kitabın baskılarında “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi –I-” şeklinde bir adlandırma tercih edildiğini de “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi –I-” basılıp satılmaya başlanması ile görmüş oldum.
2022 yılında Samsun’da açılan kitap fuarında artık Mehmet Genç’in bu çalışmasını alıp okumak istedim. Çünkü daha önce Mehmet Genç hakkında Prof. Dr. Abdullah Mesut Küçükkalay tarafından yazılmış biyografik bir çalışma olan “Mehmet Genç-Bir Âlimin Hayat ve İlmi Serencamı” adlı eseri ile Mehmet Genç’in Erol Özvar ile birlikte hazırladıkları “Osmanlı Ekonomisine Dair Konuşmalar I” adlı eseri alıp okumuş ve Merhum Mehmet Genç’in asistanı olduğu Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’ın “elinde olan toplayabildiğin bilgileri yaz ver doktoranı kabul edeceğim” demesine rağmen “benim topladığım bilgiler doktora tezimin açıklanması için kâfi değil” diyerek doktorasını yazmaktan kaçınan, yazmadığı için de akademik çalışmalarını mecburiyetten dolayı sonlandıran bir namus abidesi olduğunu görmem de kitabını alıp okumamda ikinci etken oldu. Ancak kitabın ücretini öderken satıcıya bu birinci cilt yazıyor ikincisi ne zaman çıkacak ben yarım işlerden hoşlanmam ikinci cildin eksikliği devamlı aklıma gelerek beni rahatsız eder dediğimde satan kişi ikinci cildin çıkacağından haberi olmadığını söyledi ama biz yine de bu ilk cildi aldık. Daha sonra “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi –I-“ adlı cilt ile aynı yıl 2022 de basılan “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi –II-” adlı ikinci cildini de alarak eksikliğimi giderdim.
Merhum Mehmet Genç Hocanın yazdığı “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi –I-” adlı kitap 385 sayfa ve 2022 yılında basılmış ve “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi –I-“ adıyla basılan ikinci baskısı. Mehmet Genç bu kitabını Annesi, Babası ve Ağabeyine ithaf etmiş. Hemen kısa bir Mehmet Genç biyografisi konulmuş. Kitap; İçindekiler, Birinci Bölüm İktisadi Dünya Görüşü, İkinci Bölüm Mali Sistem ve Ekonomi, Üçüncü Bölüm Sanayi, Ticaret ve Esnaflar, Dördüncü Bölüm İstanbul’un Fethi, Beşinci Bölüm Diğer Makaleler ve Konuşmalar, Bibliyografya, Makalelerin Daha Önce yayınlandığı Yerler, İndeks kısımlarından oluşmaktadır. Kitapta içindekiler den hem sonra “Tablolar Listesi” iki sayfada ve “Grafikler Listesi” bir sayfada verilmiş olup kitapta kullanılan “Kısaltmalar” da bir sayfada belirtilmiştir.
Bu kitabın hazırlanışındaki titizliği yukarıda söz ettiğimiz doktora çalışması sırasında gösterdiği tavır ile ortaya koyan Mehmet Genç Hoca başka bir şekilde bunu şöyle dile getirmektedir. “Bu yazılar, araştırma safhaları da hesaba katılırsa, yaklaşık 40 yıllık bir çalışmanın ürünüdür.” (S:1) Neüzübillah, ne demek tam 40 yıl. Şimdi insanlar en iddialı eserlerini internetten kopyala yapıştır ile bir ayda hazırlıyorlar.
Mehmet Genç doktora konusu ile ilgili olarak Osmanlı sisteminin Batı Avrupa’daki iktisadi değişmeler neden ayak uyduramadığı konusunda kafasında oluşan soruları “Ne düşünmüşlerdi, ne yapmışlardı, yahut ne yapmamışlardı da modern iktisadî büyümenin dışında kalmışlardı? Bu büyük değişmeye katılmak için herhangi bir çaba göstermişler mi idi? Mitosun genellikle kabul ettiği gibi, dış âlemde olup bitenlerin hakikatten hiç farkına varmadıkları için mi bu değişmenin dışında kalmışlardı? Yoksa farkına varmış, uğraşmış, ama başaramamışlar mı idi? Başarısızlığın kaynağı/kaynakları nerede idi? Kendilerinde, kendi sistemlerinde mi, yoksa başkalarında mı idi? Sorumluluğu kime/neye yüklemek gerekiyordu? Yahut bir sorumluluk yoktu da, tarihin ve coğrafyanın ördüğü kaçınılmaz bir zorunluluk mu söz konusu idi?” (S:11) şeklinde sıralarken bu soruların kendisini güçlü bir motivasyon ile kendisine çekmesine rağmen “Ama [sorular] bu halleri ile yapılabilir bir araştırmanın programına esas olamazlardı; yapmam gereken ilk iş, bu soruları bilimsel olarak araştırılabilir ve cevap bulunabilir bir niteliğe kavuşturmak.” (S:12) gerekir diye düşünerek “Sınırlı, anlamlı ve test edilebilir hipotezler oluşturabilecek şekilde soruları[nı] daraltma[sı] gerekiyordu.” (S:12)O yapılması ve cevaplandırılması daha kolay sorulardan oluşan teknik konu mevcut olmasına rağmen bu imkânsız denilebilecek kadar zor görünen yolu tercih ederek “sıradan bir konuda” tez yazmayacağını da göstermiştir.
Nitekim Mehmet Genç kafasındaki soruları “Sanayi Devrimi’nin Osmanlı sanayisi üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkileri nelerdir? Bu etkiler sanayinin alt sektörlerine göre nasıl farklılaştı; imalatın hacmini ve bileşimini ne ölçüde ve hangi yönde değiştirdi? Osmanlı imalatçıları bunlara tepki olarak teknoloji, organizasyon ve mal kompozisyonu bakımından ne gibi değişiklikler yaptılar? Devletin tutumu ne oldu; koruma, teşvik, engelleme veya ilgisizlik tavırlarından benimsediği hangileri idi? Devlet hangi motiflerle neleri yaptı, neleri yapmadı? Bu etkileşimler sonucunda sektörde neler değişti, neler yok oldu ve yeni olarak neler doğdu?” (S:13) şeklinde formüle ederek soruları cevaplandırılabilir, araştırmaya uygun şekilde test edilebilir, hipotez kurulabilir hale getirmiş oldu.
Mehmet Genç Hoca Osmanlı Sanayi Sisteminde toplanan 150 kalem verginin 1700-1800 yılları arasındaki verilerini toplayarak sayısal seriler elde etmeyi düşünerek Osmanlı arşivinde çalışmaya başlar. En az üç dört yıl sürecek çalışmanın ortalarında bu araştırılan “150 vergi kalemine ait yıllık gelir rakamları yıldan yıla çok az değişiyor, çok kere aynı rakamlar adeta donmuş gibi yıllarca tekrarlanıp durdu”ğunu (S:21) görüp toplanan bu vergi rakamlarından sanayi ile alakalı faaliyet dallarındaki değişmelerin ve farklılaşmaların izlenmesinin imkânı olmadığını anlayınca “aynı vergi kalemlerinden bir kaçını ayırarak, kısa bir karşılaştırma için, bunların daha önceki döneme ait kayıtlarını inceledim. Başlangıç olarak seçtiğim 1700’den geriye doğru gittikçe yıllık vergi rakamlarının yıldan yıla artış veya azalışlar içinde dalgalı bir seyir izlediğini ortaya çıkıyordu.” (S:22) 1700 yılında sonrası için araştırdığı verilerin oluşturduğu grafiklerin düz bir çizgi halinde sürüp gitmesini “bir ölüye ait eloktrokardiograma” (S:22) benzeten Mehmet Genç “1770’lerden sonra fiyatlar[ın] giderek hızlanan şekilde arttığı[nı]. Mesela 1700-1800 arasında [bulduğu] fiyatlarda[ki] artış ortalama[sı] 4 misline yakındı. [Ancak] Aynı dönemde vergi miktarlarındaki artış ise ortalama %10 civarında kalıyordu. Bu durumda durgunluk[tan] değil, ancak gerilemeden bahsetmek gerekiyor” (S:22) kanaatine varır. Gerileme hususundaki tespiti ise “Ortalamalara göre hesaplanırsa gerileme %70’i geçiyor olmalı idi. Yani vergi gelirleri yüzyılın başı ile sonu arasında reel olarak %30’un altına gerilemiş demekti.” (S:23) Sanayi Devrimi’nin etkilerinin henüz yeni başladığı dönemde bu kadar gerilemenin ihtimalinin yok denecek kadar düşük olduğunu düşünen Mehmet Genç Hoca bu ihtimali de test etmek için ziraat, hayvancılık, madencilik ve ticaret sektörlerinde de alakalı vergi kayıtlarına bakar, görürü ki vergilerdeki bu değişmezlik fiyatlardaki artışa göre hesaplandığın da 1700 yıllarından itibarenziraat, hayvancılık, madencilik ve ticaret sektörlerinde de %70 gerileme olarak görülür. 1746-62 yıllarında İstanbul’da İngiliz elçisi olarak bulunan Sir James Porter’in Osmanlı bürokrasisi için “Bürokrasideki dikkat ve itina bakımında hiçbir Hristiyan devlet Babıâli ile yarışamaz. Muameleleri çok büyük bir titizlikle yaparlar. Herhangi bir emriveya kararı, eğer tarihi biliniyorsa, ne kadar eski olursa olsun, hemen bulup çıkarabilir” tespiti ile 1780’li yıllarda İstanbul’da beş yıl incelemeler yapmış İtalyan oryantalist Toderini’nin Babıâli bürokrasisi hakkında “sayılar ilmi pek düşkündüler. Öyle iyi eğitilmiştiler ki en iyi Avrupalı aritmetikçileri bile hayrete düşürürler. Yıllı geliri 2,5 milyar akçe olan devlet bütçesini, bir akçelik hataya düşmeden, ustalıkla kayıtlara geçirirler. Çok kısa ve sade bir metotla çok hızlı hesap yaparlar. Bizim 4 tabaka kâğıtla 2 saatte yaptığımız hesapları, onlar 1 tabaka kâğıt üzerinde birkaç dakikada yapıverirler.” (S:24) ifadeleri Mehmet Genç’i bu vasıflara sahip bir bürokrasinin hata yapmayacağını bunun daha başka bir anlamı olası gerektiği düşüncesine sevk etti ve yaptığı araştırmalarla Osmanlı vergi sisteminin 17. Yüzyılın sonlarından itibaren değişip vergi meblağlarının sabit hale geldiği yeni bir vergi sistemine [Malikâne Sistemi]dönüştüğü kanaatine sevk etti. Bu konuyu açıklayıcı olarak da “Osmanlı Maliyesinde Malikâne Sistemi” (S:25) adlı makalesini yazdı.
Mehmet Genç Hocaya göre İktisat tarihi Sanayi Devriminin bir ürünüdür ve ‘modern iktisadi büyümenin’ oluşumunu tasvir, tahlil ve mümkün olduğu ölçüde izah etmeye çalışan (S:31) bir bilimdir. Yine Mehmet Genç Hoca’ya göre Sanayi Devrimi 16-17 yüzyıllardaki Bilim Devrimi sayesinde gerçekleşmiş ve “her iki büyük değişmenin birbirini destekleyerek ilerledikleri” (S:31) ve “Coğrafi keşifler”in (S:32) de bu iki değişimin sağladığı nüfus ve üretim potansiyeline “Para ve Pazar” (S:32) desteği sağladı.
Mehmet Genç’e göre “ Osmanlı İmparatorluğu yayıldığı coğrafi alnın genişliği, hâkimiyeti altına aldığı kültürlerin çeşitliliği ve yaşadığı sürenin uzunluğu bakımından hem Türk, hem de İslam tarihinde rakipsiz olduğu gibi, dünya tarihinde de benzeri az olan bir büyük siyasi tecrübe” (S:33) olarak Türklerin 700 yıl önce Anadolu’nun Kuzey Batı ucunda kurduğu küçük bir beylikten hareketle Helen, Roma, Bizans, Pers, Sasani imparatorluklarının yerini alan sadece Bizans hariç hepsinden uzun yaşama başarısını göstermiş tarihin bildiği az sayıdaki büyük siyasi sistemlerden birisi olmuştur.
Okul kitaplarındaki “Kuruluş, Yükseliş, Duraklama, Gerileme ve Dağılma” şeklindeki dönemlendirmeyi yanlış bulan ve bu beşli dönemlendirmenin zihin kargaşasına sebep olduğunu söyleyen Mehmet Genç kendi dönemlendrimesinin birincisini “Osmanlı Devleti’nin 14. yüzyılın başlarındaki kuruluşundan 17. yüzyılın sonlarına kadar yaklaşık dört yüzyıl süren genişleme dönemi” (S:34) olarak ikincisini de “Viyana’nın kuşatıldığı 1683 yılından imparatorluğun sona erdiği 1922 yılına kadar geçen süre 239 yıl” da (S:35) Durdurulma, Çekilme, Daralma dönemi olarak adlandırılmaktadır. Osmanlı genişlerken exponantiel (üssel) yani geometrik bir büyüme (S:34) ile büyürken bile Avrupa “Nüfus, üretim hacmi, sermaye stoku, teknoloji ve enerji kapasitesi bakımından Avrupa, Osmanlılının asgari 4-5 katı büyüklükleri kontrol ediyordu.”(S:35) Osmanlının geri çekilmesi hususunda da Mehmet Genç tarihi verileri sayılara dönüştürerek şöyle bir ölçümleme yaparak genişleme dönemi ile geriçekilme dönemini kıyaslamaktadır. “Daralmanın ortalama hızı 4000 〖km〗^2civarındadır. Aynı sahanın fethi, genişleme döneminde (1354-1683) 329 yılda gerçekleşmiştir ki bunun da yıllık ortalaması 3000 〖km〗^2kadardır. Gidiş ve dönüş hızları arasındaki fark %25-30 civarındadır. Ama ilerlerken karşı kampı oluşturan Avrupa’ya oranla[Osmanlının 4-5 katı büyüklükte] dönüşte birkaç misli daha büyümüş [12-15 katı daha büyük] adeta devleşmiş bir Avrupa vardır.” (S:35) diyerek daralmayı genişlemeden daha başarılı bulmuştur.
Her ne kadar Mehmet Genç Osmanlı imparatorluğu için “modern iktisadi büyümeyi gerçekleştirmiş bulunan rakiplere karşı, üstelik bu büyük değişmeyi gerçekleştirmeden direnebilmiş” (S:36) olduğunu düşünerek mucizevî bir direniş olarak kabul etse de Ahmet Güner Sayar Hoca Osmanlının da Sanayi Devrimini gerçekleştirdiğini ancak Sabri F. Ülgener Hocanın ifade ettiği değişimdeki zihniyet etkisinin Sanayi Devrimindeki hızı yakalamasına yetmediğini ancak yine de Osmanlı’daki bu modern üretim teknikleri ve zihniyetteki değişim sayesinde Modern Türkiye’nin temellerinin attığını söyleyebiliriz. Nitekim bu değişim günümüzde daha hızlanmış İHA, SİHA teknolojilerinde ve füze sistemlerinde, savaş uçağı projelerinde kendisini göstermeye başlamıştır. Bu da insanımızın önünün açılmasıyla başarıyla aşamayacağı bir teknolojik ve modern üretim teknikleri bakımından her hangi bir engelin olmayacağını göstermektedir.
Mehmet Genç “Osmanlı Devleti’nin iktisadi hayatla alakalı kararlarında 1500 ile 1800 yılları arasında etkili olmuş görünen ve Osmanlı İktisadi Dünya Görüşü’nün temel unsurları arasında sayılması gereken başlıca üç ana ilke tespit etmekteyiz. Bunlar iaşe (provizyonizm), gelenekçilik (tridasyonalizm) ve [devlet gelirlerini maksimum artırmak] fiskalizm’dir.” (S:41) diyerek giriştiği iaşe (provizyonizm) tanımın da tüketici için önemli olan malın bolluğu ve ucuz oluşu açısından üretime bakan anlayış ve insanların ihtiyaçlarını karşılamanın temel alındığı görüş olduğunu ifade eder. Ve iaşe’yi “üretilen mal ve hizmetlerin, mümkün olduğu kadar bol, kaliteli ve ucuz olması, yani piyasada mal arzının mümkün olan en yüksek düzeyde tutulması[nın] esas hedef” (S:42) alındığı bir sistem şekilde tarif eder. Osmanlı İmparatorluğunda üretilen ürünler 3000-20000 arsında nüfusu bulunan ve kasaba etrafındaki köylerden oluşan 40-60 km mesafe içinde üretildiği yerde tüketilirdi. Ancak loncalar şeklinde “örgütlenen esnafların faaliyeti ile kazanın ihtiyacı karşılandıktan sonra fazla kalan üretim, ordu ve sarayın ihtiyaçlarını gidermeye tahsisi edilir, geri kalan bölümü de imparatorluğun merkezi olan ve nüfusu 500000’i aşan İstanbul’a sevk edilmek üzere tüccara teslim edilirdi.” (S:43)Bütün bu kademeli ihtiyaçlar giderildikten sonra da kalan malların imparatorluk içinde ihtiyaç duyan bölge ve şehirlere belirli iç gümrük vergilerini ödemek şartıyla görülmesine müsaade edilirdi. Yurt içi ihtiyaçların bütünü karşılandıktan sonra, fazla kalan mal varsa onun yurt dışına ihraç edilmesine müsaade edilirdi. İhraç etmek ve kar elde etmek için iaşe sisteminde üretim yapılmaz. Ülke içindeki marjinal faydası sıfırlanmış ürünler her seferinde miktarı izinle tayin edilerek ihraç edilir.
Mehmet Genç, Osmanlı ekonomisindeki ikinci ilke olan gelenekçilik (tridasyonalizm)’in iaşecilik ilkesinden kaynaklandığını ifade ederek “Gelenekçilik, sosyal ve iktisadi ilişkilerde yavaş yavaş oluşan dengeleri, eğilimleri mümkün olduğu ölçüde muhafaza etme ve değişme eğilimlerini engelleme ve herhangi bir değişme çıktığı takdirde, tekrar eski dengeye dönmemek üzere değişmeyi ortadan kaldırma iradesinin hâkim olması şeklinde tanımlanabilir.” (S:44) der. Üretim ve tüketim arasındaki dengenin bozulmasını önlemek için üretimi ve tüketimi artıracak sebepler devamlı kontrol altında tutulurdu ki men-i israfat yani lüks tüketimin sınırlandırılması da tüketimin artmasını engellemek için getirilen yasaklardandı. Gelenekçilik ilkesine rağmen Osmanlıda değişimin hiç olmadığı söylemez. Çünkü geleneğin kendisi de yavaş yavaş teşekkül ediyor olması dolayısıyla değişiyordu.
Osmanlı Ekonomik sistemi için Mehmet Genç’in ortaya koyup tarif ettiği üçüncü ilkesi “Fiskalizm hazineye ait gelirleri mümkün olduğu kadar yüksek düzeye çıkarmaya çalışmak ve ulaştığı düzeyin altına inmesini engellemektir.” (S:46) diyen dolaylı bir gelir artırıcı olarak da hazineden yapılacak harcamaları kısmak olduğunu ifade eder. Mehmet Genç kısaca Fiskalizmi gelirleri artırmak ile giderleri kısma arasındaki bir denge olarak görür. Esnafların zenginleşmesini önlemek için devlet “Narh” dediği fiyatları kontrol yöntemindeki titizliktir. “Fiyatlar o şekilde tespit edilirdi ki, mübadele ile uğraşan esnaf ve tüccar gibi zümrelere tanınan normal kâr haddi %5 ila %15 arasında değişir, daha yüksek düzeyde kâr sağlamak sıkı ceza tehdidi altında tutularak engellenirdi. Bu derecede düşük bir kâr oranı ile sermayeyi büyütme imkânı çok sınırlı idi. Ekonomide faiz haddi, normal olarak bu haddin epey üzerinde olarak, %15-25 arasında olduğu için, mevcut nakdi (parasal) sermayenin ticaret ve esnaflık sektörüne kayması imkânı son derece kısıtlı idi.” (S:47)
Mehmet Genç Osmanlı İktisadi ve sosyal tarihinin haklarındaki bilgilerimiz yok iken ya hiç mevcut olmayan, veya bilgiler artıkça çözülebilecek ümidi olan problemlerin paradoksal bir şekilde bilgiler artıkça çözülme ümidi azalan problemleri olduğunu söyleyen Mehmet Genç bu problemlerin çözülmesi için verilerin yeniden yorumlanması gerektiğini ifade etmektedir. Bu problemlerin başında da Osmanlı’nın dış ticarette ithalatı serbest bırakırken ihracatı sınırlamasında ya da yasaklamasında yatan sırrın olduğunu ifade etmektedir. “Osmanlı Devletinin oldukça sıkı ilişki içinde bulunduğu Avrupa ülkelerinde, ilk belirtileri modern zamanların başlarında ortaya çıkan ve merkantilist dönemde zirveleşerek günümüze kadar değişik şekil ve uygulamalar içinde sürdürülmekte olan korumacı iktisat politikalarının tam tersi bir politika izleyerek, yüzyıllar boyunca bunda direnmiş olması, anlaşılması zor problemlerin belki en ilginç olanıdır. Batılı ülkelerin giderek artan çoğunluğu ithalatı kısmak, kotaya bağlamak, farklılaştırılmış yüksek gümrük duvarları koymak, hatta yasaklamak ve buna karşılık ihracatı geliştirmek, teşvik etmek için yarışır ve savaşırken Osmanlı Devleti’nin, tam zıt denebilecek bir politika ile ithalatı serbest bırakıp ihracat üzerinde kısıtlama, sınırlama ve gümrük duvarlarını yükseltme, hatta yasaklamalara varan düzenlemeler getirmesi, izahı kolay görünmeyen bir tavırdır.” (S:50) 16. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiş bu tavrın son örneği 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz ticaret anlaşmasıdır. Bu anlaşmada Osmanlı İthalatın düşük vergilendirilmesi için çabalarken kendi ürünlerine uygulanacak ihracat vergisinin yüksek olması için çabalamıştır. Bu durumun Osmanlının aleyhine İngilizlerin lehine olduğunu gören araştırmacılar sebep olarak pazarlık gücünün zayıf olmasını ve kapitülasyonları göstermişlerdir. Ancak Osmanlı en zayıf olduğu zamanda bile kapitülasyonları savunmuşlardır. “Osmanlı pazarlık gücünün zirvesine doğru tırmandığı 15. Ve 16. yüzyıllarda bile reddetmedi, kabul etti; pazarlık gücünü koruduğu müteakip yüzyıllarda da onu kaldırmak veya daraltmak şöyle dursun, aksine korudu, genişletti ve adeta dokunulmazlaştırarak yerleştirdi.” (S:51) diyen Mehmet Genç adeta Osmanlının her türlü ürünü almak isterken kendi ürününü satmamaya çalıştığı gibi görünen iktisadi çabalarının iaşecilik ilkesi ile kendi halkını refah içinde yaşatma, kıtlık göstermeme düşüncesinin ürünü olduğunu ifade eder.
Mehmet Genç’e göre Osmanlı İktisadi sisteminin izah edilemeyen başka bir problemi de siyasi otorite olarak temsil ettiği İslam’ın mal ve hizmet mübadelesinde benimsediği liberal denilebilecek ilkeleri ile uzlaştırılması hiç de kolay olmayan ziraat ile ticaretin bir kısmını dışarıda bırakarak oluşturduğu esnaf örgütleri olan loncaların tekelci yapısına nasıl müsaade ettiğidir(S:51). Mehmet Genç esnafları için loncalar kuran Osmanlı Devleti’nin kendi “Otoritesine gölge düşürmesi muhtemel hiçbir iktidar odağına hayat hakkı tanımayan bu aşırı merkeziyetçi devletin, bazı hallerde önemli ölçülerde otonomi içinde hareket edebilen, böyle tekelci ve imtiyazlı bir örgütlenmeye sadece izin vermekle kalmamış, üstelik türlü kolaylılar sağlayarak desteklemiş” (S:51-52) olmasını da anlamanın güçlüğünden bahsetmektedir.
Mehmet Genç’in kullandığı “temsil iddiasında oldukları İslam” tabiri ile yaşantı olarak en mükemmel şekilde yaşayan toplum olarak Osmanlı’yı –aslında yaşantıya uyarlama bakımından da, en güzeli en güzel şekilde uygulama bakımından da doğru bir kastediş olmasına rağmen- değil de aslında kastettiği siyasi otorite olarak temsil olduğu anlaşılmasına rağmen o yine de fazla iddialı görünmemek adına bu tabiri kullandığı için özür dileyerek bir açılık getirmek istemiş ve “Osmanlılar için, temsil iddiasında oldukları İslam, ifadesini kullandım. Bu yanıltıcı ifade için sizlerden ve tabii Osmanlılardan da özür dilemem gerekir. Zira İslam onların nazarında, temsili iddiasında oldukları değil, gerçekten bağlı bulundukları bir inançtı, hatta sadece bir inanç değil, aynı zamanda bir ideoloji ve kimlik öğesi idi.” (S:54) diyerek İslam’ın Osmanlı’nın özüne işlemiş, et ve tırnak gibi aynileşmiş olduklarını, yani İslam’da fena olduklarını kastetmiştir. Kısaca ülkücülerin bir sloganı vardı “Türklük Bedenimiz İslam Ruhumuz, Ruhsuz Beden Ceset Olur” demiştir.
Bu kadar kuvvetli bir İslam temsil iddiasında olan Osmanlı bile “faiz konusunda, hayret verici bir esneklikle hareket edebilmiştir. Para vakıfları ile ilgili (…) 15. yüzyıldan beri faiz uygulamasına şahidiz. 16. yüzyılın ortalarında Osmanlı uleması arasında cereyan eden tartışmalarda, uzun süre faizin üzerinde pek durulmamış olması oldukça şaşırtıcı [olsa da] (…) faiz uygulaması, para vakıflarının ayrılmaz bir parçası olarak varlığını korumaya devam etti. Faiz, vakıflardan başka, yetimlere ait nakdi servetin işletilmesinde ve maliyenin iltizam sektörü ile sarraf muamelelerinde de, belli oranları aşmamak şartı ile fiilen serbest tutulmuş, bunların dışında kalan alanlarda ise yasak statüsü içinde bırakılm[asını]” (S:54) faiz konusundaki farklılaştırılmış bu esnekliğin de anlaşılmasının pek mümkün olmadığını ifadeye çalışır.
Mehmet Genç göre Osmanlı bürokrasisinin rakiplerindeki uygulamalara, Osmanlıların kendi ihtiyaçlarına, nihayet inandıkları [İslami] değerlere aykırı düştüğü, üstelik kendi içinde de tutarsızlıklarla yüklü, bu derece garip, anlaşılmaz ve çelişkili bir tavırlar mozayiğini kaydettikleri belgelerde onların bu özellikleri ile ilgili hiçbir tartışma, ihtilaf veya şüphenin izine tesadüf edilmemesi Osmanlı bürokratlarının aldıkları kararlarla ilgili olarak “Osmanlıları düşünce ve tutarlılık ihtiyacı duymayan, mantık dışı davranan insanlar gibi düşünmemize imkân” (S:55) olmadığına göre tarihin en büyük değişmelere sahne olduğu bir çağda, bütün bu değişmelere de direnerek yaşattığı Osmanlı İktisat sistemi ve zihniyetini anlamak tam bir bilmecedir. Yani Osmanlı bütün bu uygulamaları bile isteye öngördüğü iktisat politikalarının neticesi olarak uygulayarak çağdaşı iktisat politikalarından ve modern iktisat politikalarından daha farklı bir mantık ile işleyen tamamen kendine özgü bir iktisat politikası uygulamıştır. “[Çağdaşları ve] Bizim garip, anlaşılmaz ve çelişkili bulduğumuz bu tavırları, anlaşılıyor ki, Osmanlı’lar öyle idrak etmiyorlardı. Aksine, tartışma veya açıklama ihtiyacı duymayacak derecede vuzuh içinde, tabii ve normal sayıyorlardı.” (S:55)
Mehmet Genç’in kitabın başında belirttiği gibi bu yazıların 40 yılı aşan zamanda farklı farklı yerlerde ayrı ayrı yayınlanmasından dolayı tekrarlar var. Hatta öyle ki bu tekrar, cümle ve söylem tekrarından daha ileri giderek bazı yerlerde adeta bütün satır ve harfleriyle tekrar eden bir hal almaktadır. Kitabın 49. Sayfasında yazılmış olan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi “ başlıklı yazının 55’inci sayfadaki “İaşe (Provizyonizm) İlkesi” alt başlıklı yazının bittiği 63 sayfada “Sonuç” alt başlıklı kısmın bittiği satıra kadar diyebiliriz ki 7- 7,5 sayfa komple tekrar etmektedir.
Yukarıda Osmanlı’nın çağdaşları arasında tarihin en büyük değişmelere sahne olduğu bir çağda, bütün bu değişmelere de direnerek yaşattığı Osmanlı İktisat sistemi ve zihniyetini açıklamak için kurduğumuz ve yaptığımız tespitin mevcut olduğu “Osmanlı bütün bu uygulamaları bile isteye öngördüğü iktisat politikalarının neticesi olarak uygulayarak çağdaşı iktisat politikalarından ve modern iktisat politikalarından daha farklı bir mantık ile işleyen tamamen kendine özgü bir iktisat politikası uygulamıştır.” cümlesini doğrular mahiyette “Osmanlıların karar veren elit düzeyinde ekonomiye bakışları, çağdaşları olan merkantilist batı’dan ve aynı Batının ürünü olan çağımızdaki yaygın anlayıştan oldukça değişik özellikler taşımaktaydı.” (S:64) şeklinde yazdığı cümlesi ile desteklemiş, doğrulamıştır. Sanmayın ki kitabı okuduktan bu paragrafı sonra topluca bütün yazı ile birlikte yazdım, ve dolayısıyla bu tespitin karşılaştırıldığı Mehmet Genç cümlesinden haberim vardı. Aksine ben kitabı okudukça okuduğum cümlelerle ilgili düşüncelerimi yazarak ilerlediğim için bu karşılaştırma cümlesinden de kitaptan 8 sayfa ileriye doğru okuduktan sonra haberim oldu. Bu da benim Mehmet Genç’i doğru anladığımı ispat etmektedir.
Mehmet Genç Osmanlı karar vericilerinin iktisadi hakikate “hakikat, tıpkı dinde olduğu gibi, sosyo-ekonomik dünyada da tekti, buna karşılık yanlışlar sonsuzdu. Yanlışlar okyanusunda tek olan hakikati, nasıl dinde ve doktrinde Allah vahiy yoluyla vermişse, bir ölçüde o vahiye uyarak yerleştirilen gelenek ve tecrübelerle oluşan sistemin unsurlarını da tıpkı dindeki tek hakikat gibi sımsıkı muhafaza etmemiz gerekir diye düşünüyorlardı.” (S:65) bakışlarının din kaynaklı olduğunu, dinden neş’et ettiğine ve değiştirilemeyeceğineinandıklarını tespit etmiştir.
Osmanlı eşitlikçi bir ekonomi politikası uygulamış ve bunu da toprağın mülkiyetini devletin elinde tutarak, emeği de kontrol ederek sağlamıştır. Osmanlının ekonomik sisteminde “rekabet” ve çatışma yerine “işbirliği” ve “dayanışma” tavsiye edilmiş, bürokraside, mahalle, köy veya cemaatlerde, askeri birliklerde rekabet ve çatışma kötü, işbirliği ve dayanışma iyi sayılmış, rekabet ve çatışmadan kaçınma, işbirliği ve dayanışmada da ulaşma ideal (S:68) kabul edilmiştir. Osmanlı ekonomik sisteminin başka bir temel değerini de “Üretimde ve tüketimde itidal, hatta itidale uymamakta bile itidal” (S:69) şeklinde ifade etmiştir. Mehmet Genç Osmanlı iktisat sisteminin İaşecilik (provizyonizm), gelenekçilik (tridasyonalizm) ve [devlet gelirlerini maksimum artırmak] fiskalizm, eşitlikçilik, işbirliği ve dayanışma, itidal, hoşgörü, doğaya ve hayvanlara gösterilen şefkat ilkeleri etrafında şekillendiğini bunların temelinin de din kaynaklı zihniyet olduğunu ifade etmiştir.
Mehmet Genç ile Ahmet Güner Sayar arasındaki Osmanlı iktisat sistemine bakış açısından fark kapitalizm’dir. Mehmet Genç Osmanlının kapitalizme karşı olduğunu düşünürken Ahmet Güner Sayar ise Osmanlının kapitalistleşmeye çalıştığını ve sermaye birikimi sağlayamadığı için başaramadığını, kapitalizme vahşi kapitalizm olarak bakmadığını İslam’ın müsaade ettiği kadar kapitalistleşmeye müsaade etiğini düşünmektedir. Buradan sonra Mehmet Genç’in fikirlerine karşı Ahmet Güner Sayar ve Edhem Eldem’in yönettiği eleştirilere karşı verdiği cevaplardan oluşan (S:72-82) fikir teatisi sayılabilecek savunmasını göreceğiz.
Mehmet Genç Osmanlı imparatorluğunun 1354 yılından ı. Dünya Savaşı sonuna kadar 600 yıl Avrupa’da yerleşip kabul görmesinin görünen sebebinin askeri gücü olduğunu, ancak askeri gücün bunu 600 yıl tek başına sağlamasının mümkün olmadığını, asıl etkili olan bölümü buzdağı gibi askerlik dışı alanda aramak gerektiğini ifa de ile, bu askerlik dışı alanın da “Din, dil ve örf bakımından kendilerine yabancı, hatta düşman olarak tekevvün etmiş bir kampta yer alan yüzbinlerce kilometrekarelik bir alanda yaşayan milyonlarca insana yüzyıllar süren bir hakimiyeti kabul ettirebilmiş olmaları, etkili ve ömürlü olduğu açık bir düzeni kurmuş olmaları ve yönetilenlerin bunu meşru kabul etmeleri; Osmanlı gücünün esas kaynağı ve karakteri budur.” (S:74) dediği düzeni Fransız tarihçi Braudel’in de “Osmanlılar Rumeli’ye bir sosyal devrim getirdiler ve kitleler bu yeni düzeni bir kurtarıcı gibi benimseyerek eski ve rakip Avrupalı- Balkanlı düzenlere tereddüt etmeden tercih ettiler.” Şeklinde ortaya koymuştur. Mehmet Genç bu kabul edilişin ve tercih edilen düzenin delili olarak eski Sovyetler Birliğinde olduğu gibi Doğu’dan Batı’ya değil de, aksine Batı’dan doğuya, yani Avrupa’dan Osmanlı İmparatorluğu topraklarına doğru yüzyıllarca süren ve Osmanlı düzenini tercih etkilerinin alameti olan sığınma ve nüfus hareketlerini göstermektedir.
Osmanlı Düzeninin temel unsurlarını “Miri toprak rejimi, millet sistemi, esnaf örgütlenme tipi, vakıfları, ana ilkelerini [İaşecilik (provizyonizm), gelenekçilik (tridasyonalizm) ve [devlet gelirlerini maksimum artırmak] fiskalizm] biraz önceki konuşmamda özetlediğim belirli bir iktisadi dünya görüşü ve nihayet bütün bu unsurları bir orkestra gibi yönetmek üzere oluşturulmuş irsi olmayan, meritokratik bir seçkinler kadrosu; Osmanlı düzeninin belirgin yapı unsurlarıdır.” (S:75) diyerek ortaya koyar.
Provizyonist ekonominin idamesi için zorunlu olan ithalat ve ihracat gibi büyük oranda sermaye gerektiren işlerde zaruri hallerde devlet sermayesini de kullanmakla birlikte, Mehmet Genç’in genel ve yaygın olarak devşirme tarzı diye nitelendirdiği yabancı sermayeyi kullanmak için yerlilere ve askeri zümreler değil de yabancılara Kapitülasyon haklarının verilmesini “Büyük çapta sermaye gerektiren maliye-iltizam sektöründe de önce yabancıları, daha sonra da yerli azınlıkları tercih ettiler. Sermayenin bu sektörde yoğunlaşmasını ve orada kalmasını sağlamak üzere, bu sektöre mahsus olarak, İslami mevzuata rağmen faize de izin vermekte tereddüt etmediler.” (S:80-81) şeklinde izah ederek sanki faizin gayrimüslimler serbest bırakıldığını ifade ederken bu muamelelerin bazen karşı tarafında Müslümanların da olduğu, olabileceği ihmal edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin klasik dönemde iktisadi hayatta gösterdiği uygulamalarını gözlemleyince yüzyıllar boyunca oluşup yerleşen prensiplerin temelinde faktör kontrolünün olduğunu söyleyen Mehmet Genç “Toprak, emek ve kapital üzerinde mümkün olabildiği ölçüde kontrolü elinde bulundurmaya çalışmak, devletin en çok dikkat” (S:83) ettiği husus olarak vurgular. “İmparatorluk ekonomisinin toplam fiziki kapitali içinde yarıdan epey fazlası olarak tahmin edebileceğimiz zirai toprakların çıplak mülkiyetini devletin elinde bulundurması, (…) fiziki kapital yatırımlarında da madenlerle metalürjik tesislerin tamamına yakın bölümü, devlete ait olduğu gibi; bedestan, çarşı, boyahane, basmahane, mumhane, vb. zamanına göre nispeten önemli fiziki sermaye gerektiren alanlardaki yatırımı da, ya doğrudan doğruya devlet bizzat yapmış ve mülkiyeti elinde bulundurmuş, ya da vakıflar vasıtasıyla bir çeşit kamu mülkiyeti statüsü içinde tutmaya çalışmıştır.” (S:83) bunların dışındaki kapital değerleri de askeri zümre elinde toplamış ancak tabi tutuldukları mülkiyet miras rejimi ile bunlar giderek devlet veya vakıf sekterünün elinde toplanıyordu. Emek sektöründeki kontrol ise emeğin “bölge, sektör ve zamana göre değişiklikler göstermekle birlikte, genel olarak zirai toprakları işleyen reayanın hareketliliği ve şehir esnaflarındaki usta, kalfa ve çırakların sayıları üzerinde sınırlayıcı düzenlemeler” (S:84) şeklinde kendini gösteriyordu.Toprak, emek ve kapital “Faktörler[i] üzerindeki kontrolü devlet, bunların fiyatlarını yahut gelirlerini oluşturan rant, kâr, faiz ve ücreti doğrudan veya dolaylı olarak belirleyici, sınırlandırıcı ve yönlendirici mekanizmalarla destekleyerek idameye ve ikmale çalışırdı.”(S:84)
Mehmet Genç Osmanlı İktisat sisteminde 1861 yılında yapılan ticaret antlaşmasında ithalat ve ihracat vergilerinin %8 seviyesinde öngörüldüğünü ve “İhracat bakımından daha da önemlisi, gümrük oranlarının [ihracat vergisinin] her yıl %1’er azaltılarak 1869’da %1’e çekilmesi ve o tarihten itibaren bu had içinde tutulacağı kararının antlaşmaya dâhil edilmesidir. Bu, provizyonizmin artık terk edildiğini ve ihracatın arzu edilir bir faaliyet olarak idrak edilmeye başlandığını gösteren önemli bir değişme” (S:90) olduğunu ve bu anlayışa 25 yıl dış ticaret açığı verdikten sonra ulaşıldığını ifade etmektedir. Fiskalizm de bu zaman zarfında yumaşıtılmaya başlanmış, ihraç gümrük vergilerini düşürmekten doğan mali gelir azalmasının önüne iç fiyatları artırmak pahasına ithal gümrük verilerinin yükseltilmesi ile karşılanması yoluna gidilmiştir. “farklılaştırılmış ithal gümrükleri ile yerli imalatın koruma şemsiyesi altına alınması fikrine ulaşılması da 1880’li yıllarda gerçekleşti. Böylece uzun ve ızdıraplı tecrübelerden sonra 19. yüzyılın sonlarına doğru ulaşılan bu aşama ile Osmanlı yönetim elitinin yüzyıllar boyunca iktisadi hayata bakışını temellendiren referans çerçevesi de artık sona ermiş bulunuyordu.” (S:91)
Osmanlı iktisat sisteminin çatısını kurduktan sonra Mehmet Genç, o, sistemin işleyişinde dişli vazifesi gören unsurları açıklamaya ve sistem içindeki vazifelerini tarif etmeye çalışmıştır. Mehmet Genç Osmanlı ekonomik sisteminin ayni vergi toplama ve hizmetlere harcanması yolunun kurumlaşmış hali ola tımar için “Yaşadığı ve vazifesi devam ettiği müddetçe, bu vazife karşılığında kendisine tahsis edilen vergi kaynağını da elinde bulunduracak olan tımar sahibinin, normal olarak yanı başında bulunduğu vergi kaynağının bakımı, ıslahı ve inkişafı ile doğrudan doğruya menfaattar bulunduğu için reayayı koruması, bir aracı kullanılmayacağı için verginin kolay ve masrafsız olarak toplanması, hizmetlerle vergilerin birbirine uygunluğu sağlanarak parazit bir zümrenin teşekkülünün önlenmesi, sistemin taşıdığı ana özellik” (S:96) olarak görür. Tımar ayni vergi siteminde verginin ayni olması özelliği yanında modern vergi tahsil sisteminden ayrılan diğer önemli vergi tahsil özelliği olarak tımar sitemindeki ayni vergile bir hizmete tahsis edilmiş vergiler sınıfındandır. Modern vergi sisteminde vergile geneldir ve hiçbir vergi hiçbir hizmete tahsis edilmeden genel bütçede toplanır ve genel bütçeden hükümet programlarının öngördüğü önem çerçevesinde hizmetlere tahsis edilir.
Vergilerin nakden alınması veya nakde çevrilerek merkezi bir hazineye intikal ettirilmesi ve oradan bu faaliyet zümrelerine maaş şeklinde ödenmesi için zaruri gelirlerin karşılanması için Osmanlı ekonomik sisteminde iltizam usulü oluşturulmuştur. “Osmanlı tarihinde mültezim diye isimlendirilen bu (özel teşebbüs olarak faaliyet gösteren) zümrenin fonksiyonu, kanunların çeşitli iktisadi faaliyetlerden muayyen bir nispet veya miktar olarak ve ekseriya ayni şekilde tahsilini tespit ettiği vergileri mükelleflerden toplayıp, piyasada nakit haline getirdikten sonra devlet hazinesine intikal ettirmekten ibaretti.” (S:97) Vergilerin toplandığı bölgeler mukataa denir, iltizamlar açık artırma ile bu mukataaların vergilerini kâr etmek saikı ile açık artırma ile alırlardı. En yüksek vergiyi teklif eden mültezime 1-3 yıllığına vergisi toplanmak üzere mukataa tahvil edilirdi.
1695 yılında yayınlanan ferman ile daha önce sınırlı süreli olarak ihale ile verilen mukataalar bu tarihten sonra sık sık değişen mültezimlerin aşırı kar sağlamak uğruna tahrip ettikleri vergi kaynağı mukataaların dâhilinde bulunan reayanın himaye edilmesi, vergi kaynağının ihya ve idamesi üzere değişmez bir mültezime kayd-ı hayat şartı ile maaşları karşılığında iltizamlara verilmeye başlanmıştır. Kay-ı hayat şartı ile iltizamlara ihaleyle verilen mukataa sistemine malikâne sistemi denilmiştir. Malikâne sistemi Osmanlının devlete ait vergi hakları içinde nakdi ödemelerin oranında kaydedilen büyümenin mükellefe doğru uzanan tesirinden kaynak alan ve sadece mültezimin zulmünden ibaret sayılmayacak bazı tahripçi neticeler zamanla kendiliğinden ortaya çıkmıştı. Bol ürün zamanında bile Pazar için üretim kapasitesi düşük çiftçi nakdileşen vergileri ödemek için borçlanmak zorunda kalıyor, borç almak için de tefecilerin eline düşüyor ve bütün mülkünü ve çiftçilik hüviyetini kaybetmek (S:101) durumunda kalıyordu.“[Çiftçinin tefeci eline düşerek her şeyini kaybetme tehlikesini çözmek] gayesi ile düşünülerek uygulamaya konulan malikane sistemi, nakdi ekonominin yeni şartlarına intibak ettirilmiş şekli ile timar sisteminin bir nevi ihyası yahut, daha doğru bir ifade ile timar ve iltizam usullerinin bir terkibi”nden (S:101) müteşekkil düzenlenmiştir. Devlet hem mukataaların iltizamlaramalikâne olarak kayd-ı hayat şartı ile muaccele olarak satışından yeni ve ek bir gelir elde ederken, gelecek yılların vergilerinin idamesinide vergi kaynağının korunmasını ve her yıl nakdi vergilerin ödenmesini sağlayarak garanti altına almış oluyordu. Zamanla ayanlar iltizamların ve malikâne sahiplerine uyguladıkları baskılar ile haklarındaki aleyhe divan kararlarına rağmen birer zulüm odağı olarak tebarüz ettiler. Devlet malikaneleri lağvetmeye yıllık vergi miktarını artıramadığı ve mukataaların muaccel satış gelirlerinden beklendiği kadar gelir elde edememesi sonucu karar vermiştir.”1695-1703 arasındaki 8 yılda satılmış olan mukataalardan sağlanan muaccele yekununun 126.000.000 akçe olduğu görülüyor. Buna göre yıllık ortalama 15.750.000 akçeden ibaret bulunan muaccele gelirinin toplam bütçe gelirleri içindeki nispeti &1,5 gibi çok düşük bir seviyede kalmaktadır.” (S:110) Muaccele gelirine bağlı olarak elde edilen malikâne sahiplerinin üzerine kayıtlı mukataalara yatırmış oldukları muaccele toplamının %25’i nispetin de hesaplanarak alınmakta olan Cülûs Resmi ile savaş yıllarında muaccele tutarı üzerinden, genellikle %10-15 arasında değişen nispette alınan Cebelû Bedeliyesini de ekleyerek hesaplanacak malikâne gelirleri küçümsenmeyecek meblağlara ulaşmaktadır.
Mehmet Genç Hoca malikânelerin 1697/98’den 75 yıl sonra 1774 yılında “[Baş Muhasebe Bürosuna kayıtlı] mukataa sayısı %209 artışla 220’den 680’e çıkarken, bunlara tekabül eden gelir yekûnu da 199.838.944 akçeden %88 oranında artışla 375.171.600 akçeye yükselmiştir. Aynı süre içinde malikâne olarak satılmış bulunan vergi kalemleri %347 kadar bir artış göstererek 115’den 514’e yükselirken, bu şekilde satılmış bulunan kalemlerin yıllık vergilerinin toplamı da 10.752.920 akçeden %1.400 gibi muazzam bir artış kaydederek 161.619.480 akçeye ulaşmıştır. 1697/98 yılında baş Muhasebeye bağlı gelirlerin sadece %5,3’ü malikâne olarak satılmış olduğu halde, 1774’de bu nispet %43’e yükselmiştir.” (S:113) diyerek bir muhasebesini yapmıştır.
Mehmet Genç yapmış olduğu incelemeler sonucu Osmanlı vergi gelirlerinde 50 yıl gibi bir zaman zarfında hiçbir değişme olmadığını görmüş ve bunun nedenini araştırmıştır. Vardığı netice Osmanlı vergi sistemi olan malikâne sisteminin bu artış veya azalışın gerçekleşmesini önlediğini fark etmiştir. “Normal iltizam sisteminde müzayede, hazineye ödenecek yıllık vergi miktarı üzerinden cereyan ediyordu. Bu yeni [malikâne] sistemde ise yıllık [vergi] miktar[ı], hazine tarafından tespit edilmişti ve bu miktarın müzayede ile artırılması veya düşürülmesi söz konusu değildi. Müzayede, yıllık [miktar]ları önceden tespit edilmiş bulunan bir vergi kalemini ‘kayd-ı hayat’ şartı ile iltizama almanın bedeli olarak ödenmesi gereken meblağ üzerinde söz konusu idi. Osmanlı maliye literatüründe muaccele adı verilen bu meblağ, satışa arz edilen vergi kaynağını, hayatının sonuna kadar iltizam altında bulunduracak olan alıcının gelecekte sağlayacağı nakdi avantajların bir nevi kapitalizasyonuna veya aktüel değerine tekabül ediyordu.” (S:146) Malikâne sistemi bir kere artış sağlayarak Mukataa Malikane sahibine verilip müzayede sırasında en yüksek muacceleyi verdikten sonra bir daha ömrü boyunca devlete ödeyeceği miktar değişmiyor ancak kişi mukataaya iyi bakarak kendi gelirini artırabiliyordu.
Mehmet Genç “Osmanlı İmparatorluğu’nda yerli endüstri, 18.yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar dış ticaretteki genişleme ile az çok paralel seyretmiş, ondan sonra aradaki paralellik gittikçe barizleşen birbirine zıt iki ayrı yönü tutmuştur. Batı Avrupa’da Endüstri devriminin başlangıcı olarak kabul edilen yıllara tıpa tıp tekabül eden dönemde, Osmanlı yerli endüstrisinin, yalnız dış ticarete oranla değil, kendi geçmişinde vardığı seviyeye oranla da gerilemeye başlamış olması dikkate şayandır ve genellikle sanayi devriminin Osmanlı yerli endüstrisi üzerindeki yıkıcı rekabet tesirlerinin ancak 19. yüzyılın ortalarına doğru ortaya çıktığı hakkındaki genel kanaatin, hiç değilse revizyonunu gerektirecek niteliktedir.” (S:161) diyerek Osmanlı imparatorluğunda ki sanayileşmedeki gerilemenin 16. yüzyılda başladığını, dış ticaret oranlarında olduğu kadar iç ticaret oranlarındaki sanayi ürünlerinin tuttuğu yer bakımından da görüldüğünü, hatta 16. yüzyıldan sonra sanayi ürünleri oranı olarak 16.yüzyıldan önceki kendi oranlarını bile yakalayamadığını ortaya koyduğu istatistikî değerler ve tablolarla iddia etmektedir.
Osmanlı maliye sisteminde iç borçlanma için kullanılan “Esham” kelimesi “pay, hisse” manasında “sehmin” çoğuludur. 1775 yılında uygulamaya konularak 1860 yılına kadar mahiyeti değişmeden kullanılan bir iç borçlanma sistemi olarak “Mukataa adıyla bilinen vergi kalemlerinden bazılarına ait yıllık nakdi gelirlerin, faiz denilen belirli bölümlerinin sehimler halinde dilimlenerek özel şahıslara muaccele adı verilen bir peşin meblağ karşılığında “kayd-ı hayat” şartı ile satılmasıdır. Satışa sunulan, bir mukataaya ait yıllık nakdi gelirin hiçbir zaman tamamı değil sadece faiz denilen belirli bir bölümüdür.” (S:184)Esham; Malikânelerin mukataalarının değil de bu mukataalardan elde edilecek gelirin küçük 2000-2500 kuruşluk standart parçalara bölünerek gelir fazlası kısmının faiz adıyla küçük sermayedarlara satılarak hazinenin daha esnek kullanacağı kaynaklara dönüştürülmesidir. Günümüz Faiz kavramı ile ilgisi olmayan sadece gelir anlamında kullanılan faiz daha çok sigorta anlamına yakın bir mana ifade etmektedir. Faiz başlangıçta 5 yıllık verilirken daha sonra bu 12 yıla kadar uzamıştır. 1759 yılında malikâne olarak satılan mukataanın 22 hissedarı var iken mukataaya yatırmış oldukları muaccele 250.000 kuruş iken, 15 yıl sonra 1774 yılında aynı mukataa eshama dönüştürülünce hissedar sayısı 274’e ulaşmış, bu 274 hissedarın mukataa için yatırdıkları muaccele de 1.800.000 kuruşu geçmiş bulunuyordu. (S:188) Daha sonra sehimler 2000-2500 kuruşluk faiz paylarında kalmakla birlikte hissedarların sehimden aldığı ½ veya ¼’ünü ve giderek 1/64’e kadar küçülen paylarını satın alabilir oldular. “Merkezi devlete ait nakdi gelirin yıllık yekûnunun 20.000.000 kuruş olduğu düşünülürse [Ortalama ihraç haddi 5,75 yıllık olan sehimler asgari 11.500.000 kuruşluk bir muaccele geliri sağlamaktadır] %50’yi aşan bir iç borç stokunun teşekkül etmiş olduğu ve faiz ödemelerinin de toplam giderlerin %10’nuna ulaştığı görülür.” (S:188)Malikâne sisteminin 90 yılda ulaştığı gelir kapasitesi de bu seviyede olunca esham sisteminin 10 yıllık zaman zarfında ulaştığı kapasitenin büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır. Hazinenin yaptığı “Hesap sonunda görüldük ki, ölen esham sahiplerinin yeniden satılan sehimlerinin muaccele gelirleriyle, piyasada alınıp satılan sehimlerin alınan kasr-ı yed resimlerinden sağlanan gelirlerin toplamı, ödenmekte olan yıllık faizin ancak küçük bir bölümünü karşılamaktadır.” (S:189) Esham sistemi genişlemeye devam ederse hazine aleyhindeki bur fark büyüyeceği ve giderek faizleri ödemede zorlukla karşılaşılacağı gerekçesiyle 30 Ekim 1786 tarihinden sonra yeni esham çıkarılmasından vazgeçilmiştir. Esham satışına Rus-Avusturya ve Fransa’nın Mısır’ı işgal ettiği savaşlar sırasında bir içi borçlanma olarak savaşı finanse etmek için yeniden başvurulmuştur. “Esham sahiplerine faizleri, genellikle üç veya altı ay arlılarla yılda iki (nadiren üç veya dört) taksitle ödenirdi.” (S:190) Eshamlar bir nevi günümüz gelir ortaklığı senetleri (Devlet Tahvilleri) gibidir. 1800’lerde 4-5 bin kişi olan esham sahipleri hisselerinde küçülmesi ile 1830’larda 10.000 kişiyi aşan bir sayıya ulaşmıştır. Eshamların 1800’lü yıllarda “hamiline muharrer modern tahvillere” dönüşmesi ile devlet ihtiyaç duyduğu kadar eshamı satamadığı zamanlarda devletten alacaklı olan eminlere, sarraflara ve esnafa sehim kaimeleri adı altında borcunu ödemesi yoluyla ihtiyari bir borçlanma olan esham mecburi bir borç haline gelmiştir. (S:191)
Osmanlı iç gümrük sisteminde her bölge kendi ürettiği ürünlerin satışını yapan ya da dışarıdan yapılacak alımları gerçekleştiren genelde bir liman şehrini merkez alan ancak bazen kara sınırları içinde kalan şehirlerden oluşan bölgeleri kapsayan daireler şeklinde düzenlenmişti. “İstanbul, İzmir, Selanik, Edirne, Belgrad, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Halep, Şam, Bağdat gibi liman ve şehirler, nüfus ve ve ticaret hacmi itibarı ile iç gümrük merkezlerinin başında geliyordu.” (S:195) Osmanlı imparatorluğu içindeki İç gümrüklerin karada yer alan merkezlerinin hepsi 1874’te kaldırıldığı halde suyolu taşımacılığının sahip olduğu ağırlık son derece derin ve köklü olması nedeniyle deniz ulaşımı iç gümrük uygulaması 1900 yılına kadar sürmüştür. Gümrük uygulamasında Osmanlı tebaası olsun olmasın Müslüman olan tüccarlar ayrı tutulurken yabancı tüccarlardan Osmanlı tebaası olanlar korunur Osmanlı tebaası olmayanlara ise hiçbir ayrıcalık tanınmazdı. “gümrük vergi oranları Müslümanlar için %4’e, zımmiler için 55’e, yabancılar için de %6’ya” (S:197) denk gelen oranlarda uygulanıyordu. Mali kaynaklı iç baskı ve iktisadi kaynaklı dış baskı Osmanlı gümrük rejimini etkilemiştir. Bunun sonucu da Müslümanların gümrük vergileri yükselirken dış baskılarla yabancıların (Hollanda ve İngiliz tüccarların gümrük vergilerinin %6’dan %3’e düşürülmesi gibi) gümrük vergileri düşürülmüştür. 17. yüzyılda Cenovalı ve Fransız tüccarlara, 18. yüzyılda da bütün Avrupa devletleri bu gümrük vergisi indiriminden yararlandırılmıştır. Müslümanlar dış ticaretteki nisbî avantajlarını kaybettikleri için iç gümrük bakımında en düşük vergilendirilme avantajına sahip zümre olmak (S:198) vasfını korudular. Nitekim 18. yüzyılda iç ticarete de girmeye çalışan yabancılara Müslüman tüccar avantajı sağlamak istemeyen Osmanlı 1938 tarihli Osmanlı-İngiliz antlaşmasına kadar Osmanlı tebaası gayrimüslim tüccarlara uyguladığı %5’lık iç gümrük vergisini uygulamıştır.
Osmanlı devleti fetih ile ilgileniyordu, ticaret onların zihin dünyalarında herhangi bir öneme sahip değildi, ticaretle ilgili aldıkları kararlarda bu sebepten ekseriya hataya düşmekten kurtulamadılar. Dış ticaret konusunda verdikleri kararlar ve geliştirdikleri kurumlar Kapitülasyonlar gibi faydadan ziyade zarar getirmişlerdir gibi düşünen çoğunluğun ve genel kabulün aksine Mehmet Genç “Bir İslam toplumu olarak Osmanlılar, ticarete değer veriyorlardı. Tüccarlar sosyal mertebede köylü, esnaf, hatta bir kısım askeri zümre mensubunun da üstünde bir prestije sahip idiler. Ticaret, takbih edilen, küçümsenen değil, aksine istenilen, övülen ve korunan bir faaliyet idi. Vergilendirme sisteminde ticaret, az vergi ödeyen, baskıya değil, himayeye mazhar bir sektördü. Ziraat ve madenciliğe oranla vergi yükü çok daha düşük düzeyde idi. Ticaret ve tüccara gösterilen bu olumlu tavır, Osmanlı İktisat Dünya Görüşünün iki temel [provizyonizm (iaşecilik) ve Fiskalizm (mali gelirleri her an en üst seviyesine çıkarmak, ulaştığı yüksek düzeyin altına düşürmemek)] prensibinden kaynaklanıyordu.” (S:203-204) diye düşünüyordu. Bu düşüncesiyle de Ahmet Güner Sayar’ın Osmanlının sanayileşmede geri kalmadığı kendi zihniyet dünyasında kabul ettiği ilkeler çerçevesinde sanayileştiği ancak Batı toplumlarının zihniyetinden doğan vahşi kapitalizme sıcak bakmadığı şeklindeki düşüncesinin temelinde yer alan Osmanlıyı koruyucu anlayışa uygun bir anlayışa Mehmet genç’in de ticaret hususunda sahip olduğunu görüyoruz. Mehmet Genç Osmanlı sisteminin her alanda 15.,16.yüzyılda zirve yapmadığını, ana hatları ile bu yüzyıllarda tamamlandığını ancak sistemin çeşitli unsurlarının farklı tempolarda olmak üzere 19. yüzyıla, hatta 20. yüzyıla kadar devam eden farklı alanlarda zirveye ulaşma çabaları olduğunu ve 15.,16.yüzyılda ulaşılan zirvenin uluslararası nisbî güç bakımından olduğunu ve bu nisbî gücün de 16. yüzyıldan sonra azalmaya başladığını (S:206) düşünmektedir. Mehmet Genç de “Osmanlı ekonomisi, 18. yüzyılın ilk yarısında, hemen hemen bütün sektörlere şamil bir genişleme içinde görünür. Büyük merkezlerde uzak pazarlar için üretim yapan sınaî imalat genişlemektedir.” (S:210) dedikten sonra uzun uzun sinai üretim merkezleri ve buralarda yapılan üretim artışlarından bahsetmesi de Osmanlının 18.yüzyılda bile sanayileşmeye devam ettiğinin Mehmet Genç tarafından da kabul edildiğini göstermektedir.
Mehmet Genç savaşların modernleşmeye ve sanayileşmeye etkisi konusunda “Modern fabrikanın ve onunla birlikte birçok yeni teknolojinin ülkeye girmesi bu sayede oldu. 1790 ile 1860 arasında muazzam denebilecek askeri yatırımlar yapıldı. Bunlar ekonomide modernleşmenin etkili birer odağı olabilecek çapta idi. Ancak, bu odak teşekkül edebilmek için, ekonomiden o kadar ağır taleplerde bulundu ki, ekonominin kendisinde herhangi bir modernleşme tesirine cevap verecek takati tekrar bulabilmek üzere 100 yıl beklemesi icap etmiştir.” (S:219) diyerek askeri yatırımların modern sanayinin kurulmasına askeri sanayinin kurulması için harcanan imkânların milletin bütün gücünü bitirdiği gerekçesiyle pek etki etmediğini ifade etmektedir. Hatta Mehmet Genç Osmanlı Sanayisinin 18. yüzyılda Batı’daki değişmelere sahne olmadığını ancak bu değişimlerin de donmuş mumya gibi kalmayarak yeknesak bir çizgide olmasa da değişimin gerçekleştiğini ancak “çeşitli faktörlerin etkisi altında zamana, bölgelere ve sektöre göre, bazen genişleyen, bazen daralan, sonra yeniden canlanan, bazen de değişmeyen unsurları ile oldukça kompleks bir değişme tablosu çizdi. Bununla birlikte bu tabloda, modern ekonomik büyümeye götürecek veya ileride doğmasına yol verecek süreçlere ait eğilimlere pek rastlanmaz. Değişimler, o eşiğin gerisinde, Klasik Osmanlı İktisadi Sisteminin imkân sınırları içinde kalır.” (S:224) Diyerek değişimin bir sanayi devrimi olmadığını ifade etmektedir. Yani Mehmet Genç duran şeylerinde değiştiğini ifade etmektedir. Duran şeylerin kütle ya da yapı olarak aynı olmakla birlikte zaman ve mekân olarak değiştiklerini kabul etmeyenimiz yok gibidir. Mehmet Genç 1726 yılında Tokat ilinde basmahane ve boyahanelerden alınan damga vergisini malikâne olarak satın alan bir bürokratın, kendi sermayesi ile büyük bir boya hane yaptırarak boyacı ustalarını oraya yerleştirmiş olması ile çoğu bürokrat ve askeri zümre de bu merkantil faaliyetlere katılmaya başlamış ancak “bu yoldan kapitalist tipte bir müteşebbis doğmadı.” (S:226) ticari faaliyetlere yönelen kişi sayısının artmasını merkantilist bir faaliyet olarak görmesine rağmen kapitalizmin öngördüğü Sanayi Devrimine yön verecek sermaye birikimini sağlamış bir sermayedar grubu oluşmadığını ifade etmektedir.
Osmanlı savaş zamanlarındaki ithalat zorluğundan dolayı Yünlü manifaktürü, İpekli manifaktürü, yeleken bezi manifaktürü (S:235-252) gibi manifaktürler kurarak üretimi kendi yapmak istemiş ancak bunda izlediği fiyat politikası ve know hov birikiminin eksikliği gibi nedenlerle başarılı olamamıştır. Kurulan manifaktürlerin know-how bakımından yerli birikimi fazla olan manifaktürler kuruluştan sonra üretim kalitesini yükselterek üretim kapasitesini de artırmışken know-how bakımından dışa bağımlı olan manifaktürler yapılan bütün desteklemelere rağmen ne katite ne de kapasite olarak bir başarı sağlayamamışlar ve kapanmak zorunda kalmışlardır. Osmanlının kurduğu yünlü manifaktürü know hov bakımından dışa bağımlı olduğu için kapanan bir manifaktüre ipekli manifaktürü de işçi ve diğer know hov bakımından yeterli yerli birikimine sahip olduğundan kalite ve kapasite olarak genişleyip gelişen bir manifaktüre örnektir. Yelken bezi manifaktür kurulmadan önce gemilerin tonajlarına göre kalitesi değişen farklı yelken bezleri üreten Osmanlı yeterli know hov’a sahip olduğu bu alanda kurduğu Yelken Bezi manifaktüründe üretim ve kapasite artışını sağlamış olmasına rağmen izlemiş olduğu yanlış piyasa fiyatlandırması (yelken bezine piyasa fiyatının altında bir fiyat tayin etmesi dolayısıyla yelken bezini bu şartlarda üretilemez hale getirmiştir.) dolayısıyla sektörü zaman zaman darboğaza sokmuştur.
Mehmet Genç “18. Yüzyılda Türkiye’den Fransa’ya Yapılan Pamuklu İhracatı ile ilgili Bir araştırm Hakkında Düşünceler” (S:263) başlıklı yazısında Katsumi Fukasawa’nın yapmış olduğu Osmanlı Pamuklu kumaş ve pamuk ipi gibi ihracı ile ilgili görüş lerini serdederken, Katsumi Fukasawa’nın bu çalışmasının Osmanlı İktisat sisteminin bir dönemine ve bir sektörüne dair bilgiler verdiği için takdir edilmesi gerektiğini ifade eder. Ayrıca kendi yazmış olduğu “17-19. Yüzyıllarda Sanayi ve Ticaret Merkezi Olarak Tokat” (S:270) başlıklı yazısında hemen hemen 3 yüzyıllık bir inceleme ile Tokat ilinin ekonomisi, Sanayileşmesi, üretim yapısı ve sektörler, mali durumu ve toplanan vergiler hakkında zamanın mevcut durumlarını yine Osmanlı Ekonomik Sisteminde Malikâne kriterleri ile inceleyerek bir bütünün parçası olan Tokat’ın mahalli yapısını ortaya koymaktadır. Mehmet Genç bakır işleyen ve zamanın modern üretimleri ile ödüller aldığı ürünleri ihraç eden Tokat kalhanesinin yakıt problemi ile karşılaşması sonucu 1.000.000 kuruş harcayarak hidrolik sitem denilen suyla çalışan bir üretim tarzına geçerek teknolojik değişimi sağlamasına rağmen İstanbul’da fişek üretmek için gereken bakırı üretmesi için kapasite artırımına gitmek için yapılacak yatırımın fizibilite çalışmasında teknolojisinin yenilenemeyecek şekil de geri kaldığı görülerek 1880 yılında kapatılası (S:288-289) kararının verildiği tespiti, Ahmet Güner Sayar’ın Osmanlı sanayileşemedi görüşüne karşı çıkarken verdiği örneklerde de görüldüğü gibi Osmanlı sanayileşecek Sürdürülebilir bir teknolojik gelişme anlayışı yakalayamadığı için kurduğu sanayi tesisleri kısa süreler de geri teknoloji yatırımına dönüşüp rekabet edemez hale geldiğinin örnekleriyle doludur.
Mehmet Genç “esnafı, şehir ve kasabalarda, mal ve hizmet üretimi ile ilişkili herhangi bir iş kolunun belirli bir alanında uzmanlaşmış olarak çalışanların meydana getirdiği mesleki örgütlenmeler” (S:290) olarak tanımlayıp “iş kolunun belirli bir alanı” tabirini de o iş kolunda hammaddeden tüketilecek mamule kadar ki safhada “her mal ve hizmet” olarak tasrih etmek gerektiğini ifade eder. Esnaf örgütlerinin başında Şeyh-i Seb’a veya Ahî Baba diye isimlendirdikleri bir şeyh bulunurdu. Esnaflar arasındaki ihtilafların çözümü sadece meşhur olan Osmanlı adaletini sağlayan kadılar vasıtasıyla olmaz, bu mekanizmanın iyi işlemesini sağlayan genel sosyo-politik örgütlenmenin de katkısı vardı. “Esnaf örgütünün icra organı, ihtiyar ustalar, nizam ustaları veya lonca ustaları denen ileri gelen ustaların teşkil ettiği bir idare heyeti ile bu heyetin başkanı durumunda olan kethüda ve yardımcılarından oluşuyordu.” (S:293) ilk önceleri şeyhlik ismi kullanılırken 18. yüzyıldan sonra kethüda ismi kullanılır olmuştur. Gayrimüslim esnaf örgütlerinde şeyhlik ve kethüda kullanılmaz ustabaşı isimi kullanılırdı. Bir istisnası Halep şehrindeki ekmekçi esnaf örgütüydü. Esnafın seçtiği kethüda esnafla birlikte kadıya gider esnaf kethüda olarak seçtiklerini kethüda bu seçimi kabul ettiğini beyan ettikten sonra kadı seçimi deftere hüccet adı ile kaydeder ve bir nüshasını da esnaflara vererek seçimi tescil etmiş olurdu.
İktisadi değişimlerin sürekli meydana gelen değişimlerin sonucu olduğundan hareketle İstanbul’un fethi değişiminin bir anlık olmadığını hazırlanması uzun süren fakat bize bir şehrin el değiştirmesi olarak görülen değişimler olduğunu söyleyen Mehmet Genç “Bir sistemin çözülmesi ve yeni bir sistemin oluşmasını birbirine bağlayan bir sembol ve bir dönüm noktasıdır, fetih. Osmanlı iktisadî ve sosyal sisteminin 100-150 yıllık başarı çizgisinde varılan bu dönüm noktası, ondan sonraki gelişmelerin de temelini teşkil etmiştir.” (S:307) diyerek sadece Osmanlının hazırlık süresinin 100-150 yıl sürdüğünü iyimser bir yaklaşımla söylese de biz bu hazırlık süresinin İslam Medeniyeti açısından HZ. Muhammedi’n İstanbul’un feth edileceği yönündeki hadisi şerifindeki övgüye mazhar olmak isteyen Müslümanların ilk duyduğu an’a geri götürürsek bu sürenin 700 yılı geçtiğini söyleyebiliriz. Mehmet Genç Osmanlı başarısını “ Osmanlıların asıl başarılarını, ordularını iyi örgütleyip eğitmekten ziyade, bu orduların gerisinde kurmuş oldukları ve bizzat bu orduları taşıyan, besleyen, sosyal ve iktisadi düzenlerinde aramak gerekir” (S:308) diyerek toplumsal düzen ve ekonomik sisteme dayandırmaktadır. Mehmet Genç Fethin “sadece bir askeri zafer olmadığı, büyük bir askeri zafer olmakla birlikte, aynı zamanda ve çok daha derin anlamda medeniyet ve sistem zaferi olduğunu” (S:309) ifade eder.
Mehmet Genç Avrupa’da gerçekleşen Sanayi Devrimi hakkında “14. yüzyılın başlarındaki Ticaret Devrimi’nden başlayarak sırası ile milli devletlerin teşekkülü, Rönesans, büyük coğrafi keşifler, dini reform hareketleri, 17.yüzyılın bilim devrimi gibi sosyal, iktisadi ve zihni değişmelerin yüzyıllar [boyu] süren etkileşimi sonucudur ki 18.yüzyıldan itibaren modern iktisadi büyüme hadisesi, süreklilik vasfı ile yerleşmiş ve giderek geriye çevrilmesi imkânsız bir tarihi süreç hüviyeti kazanmıştır”(S:330) diyerek arkasındaki süreci özetlemiş ve 400 yılı aşan bir mayalanma devresini ortaya koymuştur.
Mehmet Genç’e göre “Osmanlı sisteminin ana vasıfları (…) içinde Batıdakine benzer [sermaye] birikim[i] sağlamanın imkânı olmadığı açıktır. İktisadi büyümeyi hazırlayacak bir farklılaşmaya yol açacak herhangi bir mekanizma da mevcut değildir. Ama, dikkat ederseniz; iktisadi çözülme, küçülme ve yıkılmaya da sistemin mantığı içinde imkan yoktur.” (S:33)
Osmanlı arşivindeki insicamını “Gerçekten Osmanlı Bürokrasisinin, mesela 1800 yılındaki bir ihtilafı çözmek üzere, emsal ve veri aramak için 1700,1600, hatta 1500 yıllarına ait kayıtlara kadar geri girme geleneği, normal gündelik işleyişine yerleştirmiş olması ve herhangi bir özel konu dolayısıyla birkaç yüzyıllık alakalı kayıtları birkaç gün içinde kâğıda dökebilecek bir sürat ve etkinliği kazanmış bulunması, Osmanlı Arşivinin hem sistematik, hem de kronolojik bakımdan yüksek derecede insicamlı bir bütün oluşturmasının başlıca faktörlerinden biri olmuştur.” (S:340) şeklinde açıklayarak adil bir hukuk devleti olmanın da temelinin bu arşiv tutma özelliğinin sağlamış olduğu geleneksileşmeye dayandığını göstermektedir. Çok geniş bir coğrafi alanda bu gün var olan 40 ülkenin dil din mezhep farklılıklarına rağmen birbiriyle örtüşen evraklar oluşturması her evrakı farklı yerlerde olmak üzere üçer nüsha olarak hazırlamasından kaynaklanırken bunu sağlayan bürokrasideki insicamı nasıl sağladığı ise hayret uyandırmaktadır.
Mehmet Genç doktora tezini hazırlarken yetersiz bulduğu bilgi birimini önce yabancıların yazdıklarından derlemeye çalışmış ancak onlarında yetersiz olduğunu görünce mecburen Osmanlı arşivine girmek zorunda kalmıştır. Osmanlı arşivinden de öyle sistematik bir veri alarak önceden planlanarak arşiv belgeleri oluşturulmuş bir Osmanlı ekonomik ve mali sistemini anlatan bilgiler doğrudan ulaşmış değildir. Her belgeyi bilimsel bilgiye dönüştürdükçe yorumlayıp parça parça da olsa Osmanlı ekonomik sistemiyle ilgili bir boşluğu doldurmuştur. Nitekim bu kitap da çeşitli zamanlarda farklı yerlerde ulaşabildiği bilgilerle eksiklikleri ve açıkları yorumlayan makalelerden oluşmaktadır. Osmanlı arşivleri daha çok çalışılmalı ki Mehmet Genç’in anlatmak istediği Osmanlı İktisat sisteminin eksikleri bir pazıl gibi tamamlasın.
Mehmet Genç Osmanlı arşiv belgeleri üzerinde yaptığı çalışmalarla bir bütünün ufak bir açası olan Osmanlı vergi sisteminin çözüp ortaya koymuş ancak Osmanlı iktisadi sistemi hakkında da ömrünün sonuna kadar “Osmanlı Sisteminin tümü ile, bütün kompleksliği ve paradoksları ile zihni ihata içine almaktan çok uzak olduğumun bilincindeyim” (S:357) diyerek çalışmış ve bu kitabın “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi II” adlı cildini meydana getirmiştir. Onun arşivlerde umutsuzluğa düşmeden okyanusta yüzer gibi yaptığı çalışmalar bu gün tarihimize ışık tutmaktadır. İnşallah “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi II” üzerindeki çalışmamızı da Mehmet Genç’e bir vefa borcu olarak gerçekleştireceğiz.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,97 M - Bugn : 968

ulkucudunya@ulkucudunya.com