« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

26 Mar

2023

TÜRK MİLLETİNE BORCUMUZ VAR

26 Mart 2023

“Bir Cumhuriyet Çocuğunun Hikayesi-Türk Milletine Borcumuz Var-İdris Yamantürk” hatırat kitabı Osman Çakırın hazırladığı bir kitap olarak Ötüken Neşriyattan birinci basım olarak 2014’te Nisan ayında çıkmış, ancak elimizdeki ikinci basım olarak hangi tarihte çıktığı yazmıyor. Cildinin yapıldığı Yedigün Mücellithanesinin İstanbul -Ocak 2017 gibi bir tarihi var. Ayrıca “ikinci baskı için önsöz”ün altında Aralık 2016 tarihi mevcut. O zaman kitabın ikinci baskısı Ocak 2017 de yapılmış diyebiliriz.
Bir başkasının hayatını yazacaklar önce güvenilir olması gerekir. Çünkü hayatını yazacağı kişinin bütün sırlarını öğrenecek, belki bu sırlardan bazısı yazılmayacak, sır olarak mezara gidecektir. Osman Çakır bu hususta iki kişinin güvenini kazanmış bir kişidir. Güven ve itimadını kazandığı kişiler İdris Yamantürk ile Nuri Gürgür’dür.
İdris Yamantürk 28 Haziran 1926 tarihinde doğduğunu annesinin anlatımından çıkarıyor, ancak nüfusta 1 Şubat 1928 olarak hem de yedi sene önceden yazdırıldığını da iletiyor.
İdris Yamantürk hatıra yazmayı düşünmediğini ve bunu sebebinin de “Milletimizin %99 Müslüman’dır, ama Kur’an okuyan çok az. Milletimiz Cumhuriyetin nimetlerinden faydalanıyor, ancak Atatürk’ü okuyanlar da çok az. Beni niçin okusunlar?” (S:15) düşüncesiyle yazmak istemediğini, ancak 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “yazmalısın” demesi üzerine yazmaya karar verdiğini ifade ediyor.
İdris Yamantürk kendilerinin 1600 yılında İran üzerinden geldiklerini ve Gülapoğulları soy adını aldıklarını “Gülap” Farsça olduğunu Türkçesinin de “Çiçek Suyu” demek olduğunu, ayrıca Divanü Lügati’t-Türk’den Çamlıhemşin ilçesinin kendi köyü Ortaklar mahallesinde iki bin kelime, ön ek, son ek alarak kullanılan konuşma diline girdiğini sözlükten işaretleyerek tespit etmiş, ayrıca başka köy isimlerinin de Türkçe olduğunu örnekleriyle anlatıyor. Bunun üzerinde durmasının sebebini de “Bazılarının, Hemşinliler Ermeni’den dönmedirler diye iddiaları var. Ermeni’den dönmeyseler 1072’de yazılan Divanü Lügati’t-Türk’te geçen Türkçe kelimeleri kimden öğrendiler.” (S:20) olduğunu söyleyerek bu ithamı kabul etmiyor. Ve “Biz, Hemşin yöresinin ilk sakinleri değiliz. Sonradan yerleşmişiz. Bizden önce Ermeniler, onlardan önce de Cenevizliler falan varmış” (S:21) diyerek Anadolu’ya Türklerin feth ile geldiğini ifadeye çalışıyor. Bizim kişilerin etnik yapısıyla bir sorunumuz yok, sorun Kripto olmaktadır. Müslüman ve Türk gözükerek millete ve devlete ihanet etmektir. “Tulumun ucunda çalınan kepçe gibi bir ağaç parçası var ki, onun adı “Nav” dır. Divan-ı Lügati’t-Türk’te “nav”, oluk diye geçer. Zaten o da oluk gibidir. Ermeni’yiz diyerek Türk olma yerine Ermeni olmayı tercih etmek isteyenlere, atıf olarak söylüyorum.” (S:38-39)
12 yaşındayken babası vefat eden İdris Yamantürk evin bütün sorumluluğu üzerinde kalmasından dolayı, katırcılık yaparak evin ihtiyaçlarını gidermeye çalışmıştır. Bu sırada “Köyde bir erkeğin yapabileceği her işi yaptım. Bazen Hemşin’de bir erkeğin yapmadığı işi de yaptım. Hemşin’de erkekler sırtına sepet alıp yük taşımaz, ot getirmez. Annem yapıyorsa bende yaptım. Ablam yapıyorsa bende yaptım.” (S:27) diyerek Doğu Karadeniz bölgesindeki yanlış bir kanaati dile getiriyor, demek ki insanda merhamet olunca işin kadını erkeği olmaz deyip yetişe bildiğine ve gücü yettiğine el atması gerektiğini anlatmaya çalışıyor.
“Buğday ekmeğini meyve diye yerdik. O da elimize geçerse. Çok nadir ele geçen bir yiyecekti. Gurbetten gelen birisi getirdiğinde dilimlenir evlere dağıtılırdı.” (S:29) sanki Çamlıhemşin’de böyleydi de diğer yerlerde farklı mıydı? Anam kulakları çınlasın anlatırdı. Şehir ekmeği gelince köy ekmeğinin içine sararak katılık yapar yerdik. Ekmeği ekmeğe katılık yapmak ne demek. Doğu Karadeniz İdris Yamantürk’ün ifade ettiği gibi nemli olması dolayısıyla mısır üretir ekmek olarak da mısır ekmeği kullanırlar. Samsun’un Batısındaki ilçeler daha çok buğday üretir ve buğday unundan yapılmış ekmek tüketirler. Ancak Doğu Karadeniz’den göç alan Samsun’un batı ilçelerinde de gelen kişiler kendi ihtiyaçları için mısır üretmeyi yaygınlaştırmışlardır. Mısır üretimi Samsun’un Salıpazarı ve Terme ilçelerinden sonra başlar ve Artvin’e kadar devam eder. Bugün fazla ekmek yememekten, ekmeği sofradan kaldırmaktan bahsediliyor.
“Bu anlattıklarımla ben, kendi fukaralığımı değil, neslimin ve dönemin fukaralığını belirtmek istedim.” (S:31) 1940 yılları yeni kurulmuş bir Cumhuriyet ve Osmanlının borçlarını yüklenmiş olmanın yanında kendi üreten ve icat eden bir düzen kuramamış bir ülke; paran olsa da ancak ülkende olandan yararlanabilirsin. Yolculuk yapmaya otobüs ve şoför yoksa köye her halde uçakla gidemezsin. At, eşek ya da yayan gideceksin. Bu 1970’lere bizim çocukluğumuz zamanına kadar hemen hemen devam etti. İmkânı olanlar da toplumun genelinden farklı yaşamıyordu. Fakirler ihtiyaçlarını almakta zorlanırken zenginle sıkıntı çekmeden alıyor ancak fakirin para bulduğu zaman alacağı şeyleri alıyordu. Kapitalist tüketim anlayışı 1980’den sonra ülkemizde yerleşmeye başladı ve millet lüks tüketim ile tanıştı. Kullan at dönemi olarak tarihteki yerini alırken hala elimizdekini tüketmeden bırakıyoruz. Bir ürünün kullanım miadı bitinceye veya o ürün bozuluncaya kadar kullanılmıyor.
İdris Yamantürk’ü okutan ve sahip çıkan ağabeyi Yunus için “Namazını kılar, bazen imamlık yapar hem de iki tek atardı.” (S:35) ifade ettiği anlayışın bütün Türk milletinde olan günah ayrı ibadet ayrı her ikisinden de ayrı ayrı sorgulanacaksın gibi enteresan bir İslam anlayışının tezahürü olduğunu söylersek yanlış olmaz. İdris Yamantürk babası gibi say gösterdiği Yunus ağabeyine içki içip namaz kıldırmasını kastederek “Sen bunları yapıyorsun, sonra da geçip imamlık yapıyorsun. Şimdi İmamın dediğini yaptığını yapma mı diyeceğiz.” (S:35), dediğini böyle rahatça konuşup eleştirdiğini de ifade ediyor. “Hemşin halkı dindardır fakat taassup içinde değildir. Kadınların başı bağlıdır, ama yabancı da olsa durur erkeklerle konuşur.” (S:38)
Arkadaşı Prof. Dr. Mustafa Parlar’ı anlatırken iki Türkiye gerçeğine temas ediyor bunlardan birisi “Kendisine politikaya girme dedim. Niye dedi. Liderler emre itaat edecek adam isterler. (…) Bir defa seçerler kendilerine uygun bulmazlarsa bir daha seçmezler.” ikincisi de “Bu yurt dışında okuyanın zaafıdır. Türkiye’de muhitleri olmadığı için pek ortaya çıkamazlar.” (S:41)
7 Eylül 1944 tarihinde dönemin Milli Şefi İsmet İnönü’nün Rusya’yı gücendirmemek için Türk Milliyetçilerine açtığı Türkçülük ve Turancılık davası sırasında Erzurum’da lise 3. Sınıf öğrencisi olan İdris Yamantürk o günleri “Bazı hocalarımız bize milliciliği, milliyetçiliği açık olmasa da telkin ediyorlardı. Biz dersimizi bunlardan alıyorduk. Herkes dilinin ucuyla yarım ağız konuşuyordu. Kolay değildi 1944’te milliyetçilik yapmak. 1944 olayları bu kadar büyütülecek bir hadise değildi, ama İsmet Paşa Rusları gücendirmemek için bu işler biraz büyüdü. Bunun başka izahı olamaz. O zulüm de başka türlü yapılmaz.” (S:58) diyerek cezalandırılacak bir olay olmadan sırf Rusları memnun etmek için yapılmış bir zulüm olduğunu lise talebesi bir öğrenci olarak aklında kaldığı haliyle hatıraları arasında o günlerin zikrediyor.
Komünist hocayı tayini üzerine sırf hocaları olması hasebiyle yolcu etmek isteyen Erzurum Lisesi öğrencilerine izin verilmez. Öğrenciler de izin verilmedi diye yemeği boykot eder. Ancak bu boykot sırasında daha sonra da dostlukları devam edecek olan Gali Erdem de ceza alır. İdris Yamantürk bu hususu “İzin vermediler. Talebe de yemek zili çalınca yemeğe gitmedi. Küçük sınıftakiler de gitmedi. Buna Galipçiğim (Galip Erdem) de dahil. Siz ufak sınıflarsınız yeğe gidin dediysek de-orta1,2,3’tekiler- abilerimiz giderse bizde gideriz dediler.” (S:59)şeklinde dile getirmiş ve Galip Erdem ile “Galipçiğim” diyecek kadar samimi olduklarını dile getirmiştir. Ancak onların samimiyetlerinin diğer bir veçhesini de Rizeli olmaları oluşturmaktadır. Galip Erdem de İdris Yamantürk gibi Rizelidir. O yıllarda pek okumak yaygın olmamasına rağmen okuyanlar mutlaka başarılı olur, memleketin herhangi bir işinde adını geçirtecek kadar söz sahibi olurdu. Bunu İdris Yamantürk’ün anlattığı arkadaşlarının hayat başarısından da anlıyoruz. İdris Yamantürk Alparslan Türkeş ile tanışması da ikisinin öğrencilik yıllarına dayanır. “Rahmetli Alparslan Türkeş’i de onun [Mehmet Emin Alphan] evinde tanıdım. Ben talebeydim, Türkeş’te Harp Akademilerinde talebeydi.” (S:88)
“Benim arkadaşlarımın içinde her soydan, her boydan ve bölgeden insanlar var. Hani şimdi aklına esen sayıyor ya; Gürcü, Laz, Kürt, Çerkez, Arap diye. Bunların hepsi ile Türk kimliği altında bir bütün halinde okuduk. Herkes memleket aşkı ile çalıştı, görev aldı. Mardin’den, Bartın’dan, Bitlis’ten, Van’dan, Siirt’ten okumaya gelen arkadaşlarımızdı. Sonradan içlerinden solcu olan oldu, dini gurupların içine giren oldu, Türkçü olanlar oldu. Allah’a şükür ben hiçbirini ayırmadım.” (S:62) diyen İdris Yamantürk araya ideolojik farklılıklar girmeden önce bir ülke gerçeği olan ve Üst Kimlik olarak “Türk Kimliğinde” uzlaşan toplumun ideolojik dayatmalarla gruplaşmalara başladığını ifade ediyor.
İsmail Kara’nın ilk İsmet Özel’den duydum dediği Churchill (Çörçil)’in Türkiye’nin II. Dünya savaşına girmesini istemesi hususunda ki bilginin kincisini Abdulhakim Arvasi’nin amcazadesi ve damadı, kaymakamlık ve milletvekilliği de yapmış olan İbrahim Arvas’ın hatıratından okuduğunu söylemiştir. Ben ve dolayısıyla siz okuyucularımız üçüncüsünü de İdris Yamantürk’ün “Bir Cumhuriyet Çocuğunun Hikayesi-Türk Milletine Borcumuz Var-İdris Yamantürk” adlı hatıralarında dile getirdiğini görüyoruz. Ancak bu görüşme Çörçil ile İsmet Paşa arasında yapılıyor. “Bizi, II. Dünya Harbine sokmak, kullanmak istiyorlar. İsmet Paşa sabırlı davranıyor. Ve öyle şartlar ileri sürüyor ki bizi harbe sokmaktansa körfezi dolaşıp İran üzerinden Rusya’ya yardım etmeyi uygun buluyorlar. Amerikan yardımıyla Ruslar, galip devletler tarafında oldu. Ekipman yardımı, makine yardımı, silah yardım!” (S:68) Türkiye’nin II. Dünya Savaşına girmesi hususundaki bilgi de İsmail Kara ile İdris Yamantürk arasında üç fark bulunmaktadır. Birincisi İsmail Kara’nın kaynakları İsmet özel ve İbrahim Arvas’a göre Adana’ya sadece Çörçil gelmemiştir. Roosevelt (Ruzvelt) ile Churchill (Çörçil) birlikte gelmişlerdir. İkincisi Churchill (Çörçil) İsmet Paşa ile değil de Fevzi Çakmak Paşa ile görüşmüştür. Üçüncüsü de Fevzi Çakmak Paşa’nın Türk Askeri sayısınca İngiliz askeri de savaşa gönderilir Türk askeri ile omuz omuza savaşırsa ve bunun yanında da Türkiye’ye modern yeni silahlar, tanklar verilirse savaşacağımızı söylemesi yüzünden savaşa girmenin kabul edilmediğidir. İdris Yamantürk’ün aktarımında İsmet Paşa öne çıkarılırken İsmail Kara’nın kitabında da Türkiye’deki sağ milliyetçi muhafazakâr kesimin her günahı İsmet İnönü’ye yükleme anlayışı dolayısıyla İsmet Özel’den ve İbrahim Arvas kaynaklı aktarımında Fevzi Çakmak Paşa öne çıkarılıp İsmet Paşa geri plana itilmektedir. Aslında Fahir Armaoğlu “20.Yüzyıl Siyasi Tarihi” adlı eserinde 1943 yılı Çörçil -İnönü görüşmesini tafsilatlı yazmıştır.
Türk Kültür Ocağı Derneğinden sonra “Üniversiteli gençler tarafından 1946 ve 1947 yılında İstanbul’da iki tane daha milliyetçi dernek kurulmuştu. Bunlar Türk Kültür Çalışmaları Derneği ve Türk Gençlik Teşkilat idi.” (S:91) diyen İdris Yamantürk bunların birleştirilmesi için de “Bunların Hepsi de milliyetçi sahip arkadaşlar tarafından kurulmuştu. Ayrı ayrı olmamak ve bir güç birliği meydana getirmek için birleşme çabaları başladı.” (S:91) diyerek birleşmenin gayesinin ayrı ayrı olmamak, güç birliği yapmak olduğuna dayandırıp günümüz dağınık Türk Milliyetçilerine de bir gönderme yapmaktadır. Ancak 1951 yılında daha sonra CHP taraftarı olacak olan Türk Kültür Ocağı Derneği haricindeki iki dernek olan Türk Kültür Çalışmaları Derneği ve Türk Gençlik Teşkilat dernekleri birleşerek Türk Milliyetçileri Derneği (S:92) olur. Türk Milliyetçileri Derneği başkanlığına DP Milletvekili Sait Bilgiç seçilir ancak “Bir gün baktık ki bizim [Türk Milliyetçileri Derneğinin] kapıya bir kilit vurulmuş. DP, kendinden bir milletvekili derneğin başkanıyken kapattı. Biz siyasi partiler nezdinde tarafsızdık. Bu konuda adım gibi eminim. O zamanki DP iktidarı burası siyasi bir parti olacak diye derneği kapattırma yolunu seçti.
Üzeyir Garih ve İdris Yamantürk üniversiteden arkadaştırlar ve İdris Yamantürk Üzeyir Garih’e bir konuşmalarında “Gavur” demiştir. Yıllar geçer İstanbul Hilton’da bir düğündeyken Üzeyir Garih İdris Yamantürk’e sorar Bakar Suresinin 62.ayetini okudunuz mu? İdris Yamantürk okuduğunu ancak şu an ne konusundan bahsettiğini bilemeyeceğini söylemesi üzerine, oku öyle konuşalım der. “Şüphesiz, iman edenler; Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sâbiîler’den de Allah’a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.” Bakar Suresinin 62.ayetini okuduktan sonra İdris Yamantürk “Sana gençliğimde gâvur demiş olabilirim. Ama Kur’an’ı okumaya başladıktan sonra sana değil kimseye gâvur demiyorum. Gâvur dinsiz demektir. Sizin diniz var ve bu din bizim Kur’an’ımızca da kabul edilen dinlerdendir. Bunun için vaktiyle demiş olabilirim. Bundan dolayı da özür dilerim.” (S:114-115) demiştir.
İdris Yamantürk “Ben diplomalı işsizlerden ürküyorum, hatta korkuyorum desem daha doğru olur. Altta eleman yok, ara eleman yok. Tezgâhta işi yapan yok, marangozu, tesviyeci, tornacısı yok. Biz hala şirketlerimizde tahsili olmayan tesviyeci, tornacılar kullanıyoruz.” (S:127) diyerek Türkiye’nin kanayan yarasına parmak basmaktadır. Türk eğitim sistemi çırak ve işçi yetiştirmediği gibi yetiştirdiği Üniversite mezunu teknik elemanlara tezgâhın başında çalışmayı öğretememektedir. Herkes kirden pastan uzak duracak, takım elbise ile çalışacak, eline alet edevat almayacak sadece uzaktan akıl verecek iş istiyor. Önce eğitim sırasında iş küçümsemeyi yok etmeliyiz, daha sonra hangi iş olursa baş tacı ederek onu en iyi, en doğru, en güzel şekilde yapmayı düşünen bir ahlak anlayışını çocuklarımıza aşılamalıyız. İnsan kanalizasyon temizleyiciliği, çöpçülük işini hakir görmemeli bile bu işi bir meslek olarak en iyi nasıl yaparım anlayışında olmalıdır. Mesleklerin adı insan bir şeref bahşetmez, mesleğin düzgün icra edilmesidir insanları şerefli kılan. “Yabancı dil eğitimine evet. Yabancı dille eğitime hayır!” diyen İdris Yamantürk “Bana göre yabancı dille eğitim Türkçe düşünmeyi önler. Halbuki biz Türkçe düşüneceğiz.” (S:129) diyerek dil öğretimindeki gerekçesini dile getirmektedir.
“Atatürk’ün devletçiliği hiçbir zaman ekonomik devletçilik olmamıştır.” (S:130) ve “Onun devletçiliği güçlü bir devlettir. Devletten yana olmaktır. Ekonomik manada gerekiyorsa olur, gerekmiyorsa olmaz. Nitekim özel bir bankayı kendi eliyle kurdurmuştur. Onun getirdiği rejim Cumhuriyetçiliktir. Onun getirdiği rejime bir ad verilecekse aklı takip yolu, onun çizgisi de akıl yoludur.” (S:131) diyen İdris Yamantürk CHP’nin Atatürk’ten sonra devletçilik anlayışının değiştiğini İnönü uygulamalarını Atatürk’ün devletçilik anlayışı olarak anladıklarını, aslında Atatürk’ün devletçilik anlayışının güçlü devletten yana olmaktan ibaret olduğunu hiçbir zaman sadece devlet kapitalizmini kastetmediğini ihtiyaç duyulan yerde ihtiyacı giderecek kadar devletin ekonomik yatırımlara girmesi gerektiği anlayışında olduğunu ifade etmektedir. Celal Bayar’ı başbakan yapmasını ve İzmir İktisat Kongresini toplamasını da bunun işareti olarak sunmaktadır. İdris Yamantürk İsmet İnönü Türkiye’sinin aslında Atatürk anlayışından ayrıldığını, bunu gören Atatürk’ün Celal Bayar’ı Cumhurbaşkanı yapmak istediğini ancak meclisin İsmet İnönü’nün seçtiği vekillerden oluştuğu için Celal Bayar’ı seçmeyeceğini de ifade ettiğini de söylemektedir.
“Ezanın Türkçe okunması 1932 yılından itibaren İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde başlar. Bu iş Diyanet İşleri Başkanlığının bir TAMİM’i uygulamaya konulur. Başlangıçta hiçbir yasaklama ve mecburiyet yoktur. Ama Diyanet İşleri başkanlığının emri bütün Türkiye’de uygulanır.” 1940 yılında bir imamın Arapça ezan okuması üzerine imam mahkemeye verilir ve imam hapse mahkûm edilir. Yargıtay’a götürülen dava da Yargıtay “Ezanın Türkçe okunması gerektiği ve Arapça okuyanlara da ceza verilmesi konusunda bir kanun maddesi bulunmadığını” söyleyerek mahkeme kararını bozar. İdris Yamantürk Yargıtay kararı üzerine “1941 yılında çıkartılan bir kanunla Türk Ceza Kanunu’nun 526. Maddesine bir fıkra eklenerek ‘Arapça ezan ve kamet okuyanların üç aya kadar hapis, 10-200 arası para cezası ile cezalandırılması’ kanun altına alınır.” (S:131) diyerek kanunu Atatürk’ün ölümünden 3 yıl sonra çıkartıldığını ifade etmiştir.
İdirs Yamantürk “NATO, kuruluş günlerindeki önemini koruyor diyemem. Ama NATO kalmalı ve Türkiye NATO içinde olmalı” (S:140) diyerek NATO’nun önemine dikkat çekerken, NATO’ya üye olmamız sadece NATO dışındaki ülkelerin düşmanlığını önlemiyor, NATO üyesi ülkelerin de Türkiye’ye karşı olacak düşmanlığına set çektiğini “NATO’dan çıkmanın bir faydası yok. Bize düşmanlık edecek devletler NATO’yu arkalarına alarak bize gelmezler. Biz ayrılırsak, Yunanistan NATO’yu yanına alarak her zaman karşımıza gelebilir.” (S:140) ifadeleriyle dile getirerek, NATO’nun engel olduğu düşmanlığın başka bir boyutuna dikkatlerimizi yönlendirmektedir.
Balkanlardan göç konusuna değinen İdris Yamantürk “10 Ağustos 1950’de Bulgar hükümetinin Türkiye’ye bir nota vererek Türkiye’ye göç etmek isten(!) 250.000 Bulgaristan Türk’ünün üç ay içersinde Türkiye’ye kabul edilmelerini istemeleriyle başlayan ‘zorunlu göç’, 1993 yılına kadar çeşitli aralıklarla devam etmiştir.” (S:142) az sonra “batıdan çok kesif bir göç var; Balkan harbi öncesi, Balkan Harbi Sonrası, Cumhuriyet öncesinden 1991’e kadar.” (S:143) diyerek göç tarihlerini 1911’den başlatarak 1993 kadar genişletmektedir. Batı Türklüğünün 82 yıllık uzun bir göç tarihi olduğunu ortaya koymaktadır. İdris Yamantürk’ün Balkan Harbi Öncesi ve Balkan Harbi Sonrası göçler olarak ayırdığı “Göç Tarihimizi” biz “Balkan Harbi Sırasındaki Göçler’inde ilave edilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Çünkü Balkan savaşları tarihi ile ilgi hatıratlara baktığımızda milyonların sersefil yollarda aç susuz göç ettiğini okuyoruz. Kısaca Balkan Türklüğü Göç tarihimizi; Balkan Harbi Öncesi Göçler, Balkan Harbi Sırasındaki Göçler, Balkan Harbi Sonrası Göçler, Cumhuriyet öncesi Göçler, Cumhuriyet Devri Göçleri olarak beş ana başlık halinde ayırabiliriz. Cumhuriyet dönemi göçlerini de Mübadele Anlaşması ile Yapılan Göçler ve 1950 Yıllarında Yapılan Göçler, 1990 yıllarında Yapılan Göçler olarak sınıflandırabiliriz. Ayrıca Cumhuriyet döneminde kitlesel olmayan ancak devamlı olarak az da olsa Balkanlardan Türkiye’ye doğru bir göç her zaman yaşanmış yaşanmaktadır.
Üniversite yıllarında milliyetçi ağabeyi, daha sonra bacanağı olan Tevfik İleri DP milletvekilidir. İdris Yamantürk Tevfik İleri’ye bir söz gelmesin, dedikodu olmasın diye azami dikkat ediyor. Kendi işini kurarken bile Tevfik İleri’den izin istiyor. “Politikada dedikodudan o günde bugünde korkarım. Onun için ben kendi arkadaşlarımın döneminde de onlara (bağlı olduğu kurumlara) müteahhitlik yapmaktan çok çekindim. Yapmak mecburiyetinde kaldığımda da çok ciddi açık ihalelerle işi aldım kimsenin himayesi olmadan adeta göstere göstere yapmaya mecbur olduk.” (S:167) Şimdi böylemi ya! Devlete iş yapanlar eş dost, hatta havuz kurup ihalelerden alınan paylar biriktirilip paylaşılıyor, buna ülkenin en meşhur ilahiyatçısı da caizdir diyerek fetva veriyor. Devlete işi bedava yapacağım desen alman mümkün değil sanki, o ihaleden çıkarı olanlar işi bedava yapman için san verdirmezler. Zaten “Ankara’da dayın yoksa” ihaleye giremezsin bile. İhaleyi alacaklar önceden bellidir ya da zaten işe başlamış işlemler mevzuata uyduruluyordur. İdris Yamantürk’ün hanımı eşinin işini statüsüne değil de kazancın helal olup olmadığına bakar “İdris bizim eve haram getirme, şerefsiz iş yapma, ne yaparsan yap. Ben rahatsız olmama.” (S:168) diyerek eşine destek olur.
Hatıratlar yakın tarihin birer şahididirler. Tarihi olayların dışardan nasıl anlaşıldığının, nasıl gözlendiğinin ve nasıl algılandığının anlaşıldığı laboratuvardır. İdris Yamantürk cumhuriyetle yaşıt bir Türk aydını ve Türk milliyetçisi olması hasebiyle devlet ve rejimle bir problemi olmadığı için güvenle itibar edilecek bir kişi olarak yokluklardan nasıl kurtulup bugünün kalkınmışlığına gelişimizi de yansıtmaktadır. İdris Yamatürk’ün “Bir Cumhuriyet Çocuğunun Hikayesi-Türk Milletine Borcumuz Var-İdris Yamantürk” hatıratını okurken ülkenin kalkınması için yapılanlar sanki bir filim gibi gözümüzün önüne seriliyor. Filimde bir iş kurulurken her saniyesi filme çekilen yapılan işin daha sonra hızlandırılmış olarak oynattığımızda sırası gelen sanki son tuğlayı koyar gibi kendi, yapacağı işi yapıp her gelenin elindeki parçayı eklemesi ile hiç olmayan bir şey sıfırdan büyüyerek birden devasa bir ev ya da fabrika olarak ortaya çıkmasını andırıyor.
Avrupa Birliğinin biz almamasını ise “Onlar bizi almamak için Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı ileri sürüyor. (…) Daha geçen gün Merkel’in bir milletvekili ve gençlik kollarından sorumlu birisi, ‘Türkler Avrupalı değildir. Avrupa bir medeniyet meselesidir.’ dedi.” (S:187) diyerek farkında olmadan belki haberi olmadan Yılmaz Özakpınar tarif ettiği Medeniyet teorisinin örneğini vermiş oluyor. Medeniyetler bir dinin mahsulüdürler. İslam Medeniyeti ve Hristiyan Medeniyeti gibi. Nitekim İdris Yamantürk de “Onlar medeniyet dediğinde Hristiyanlığı anlıyorlar.” (S:187) diyerek bunu dile getiriyor.
İdris Yamantürk son birkaç yıldır Ülkücü milliyetçiler arasında da güzellemeler yapılan Köy Enstitülerine değinmiştir. Köy Enstitülerini DP’nin kapatmadığını hatta durumlarının iyileştirdiğini, köylerde çakılı kalan öğretmenlere şehirlerde de öğretmenlik yapma hakkı verdiğini, üç ayda bir ödenen maaşları her ay ödenir hale getirdiğini ifadeyle daha önemlisi de “[Köy Enstitülerinde okuyan] O insanları talebe olarak köyden getiriyorlar ve sırf köylü olarak tutmak için okul yerlerini şehirden uzak tutuyorlar ve sırf köy havasına daha yakın olsun diye.” (S:191) diyerek de bir suçlama yapıyor. Burada daha ilk okul çağına yeni gelmiş çocukların ailelerinden uzakta 10 yıl daha sonra 11 yıl yatılı olarak okutularak ailesine yabancılaştırılması ve komünist etkiyle yetiştirilmesi de cabasıdır.
Nerede şimdi öyle adam. Dere ıslah çalışmaları sırasında beton dökme işi yaparken İdris Yamantürk’ün çalıştırdığı bir kalfa ona çimento tasarruf etmeyi teklif eder. “Kalfa geldi kulağıma, ‘Çimento tasarrufu ister misin?’ dedi. Yani çimento çalmak ister misin, manası bu. Bu burada konuşulmaz yarın yazıhaneye gel görüşelim dedim. Sabahleyin geldi. Git muhasebeden hesabını al dedim ve bana o teklifi yaptığı için işine son verdim.” (S:198) Şimdi olsa o kalfaya mükafat verirler hatta işin başına sorumlu ederlerdi.
İdris Yamtürk’ün hatıralar Türk milliyetçilerine bir ışık olmaktadır. Bugün Türk Ocaklarının izlemiş olduğu partiler üstü tutumun ne kadar doğru olduğunu, Türk Milliyetçiler Derneği ve Türk Ocaklarına zamanın siyasetçilerinin bakış açıları ve günün iktidarları hususunda Türk Milliyetçiler Derneği ve Türk Ocaklıların tutumlarının ve yaşanılanlar bugünün Türk Milliyetçileri ve Türk Ocaklarını siyaset bulaşmadan Türk Milliyetçiliği yapmasının haklılığını göstermektedir. Türk Ocakları kendisini Türk hisseden ve Türk bilen herkesi kucaklamalıdır. “Türk Ocağı ve milliyetçi dernekler olarak siyasetin içine girdiğimizi hatırlamıyorum. Daha sonra da bunun içinde olmadık. Bugün de siyasetin içinde değiliz. Bizim birilerine siyasi angajman olma gibi bir düşüncemiz olmadı. Biz bütün partilere dostuz ama hiçbirine taraf değiliz. Biz milletten yanayız. Bunlardan birisine muhalif, bizim ne dostumuz ne düşmanımızdır. Biz milletin genel kesiti içinde varız.” (S:204) Millete ve milletimizi oluşturan -vatan, bayrak, din, dil vs.- değerlere düşman olana düşmanız. Ancak bu düşmanlık fiili bir mücadele yapalım manasında değil millete şuur vermek ve fiili mücadele eden devletin ilgili birimlerine sahip çıkmak şeklindedir. Çünkü sivil halkın fiili mücadelesi hem bölünmeye hem de anarşiye kaosa sebep olur devletimize zarar verir.
Süleyman Demirel’i AP genel başkanlığına getirdikleri gerekçesiyle onu yönlendirmeye çalışan milliyetçi grubu dışardan gözlemleyen ve onların Partiden uzaklaştırılmaları sürecinin üzerine “Siyasette elbette baş bir tane olacak. Elbette onu destekleyenler olacak. Ama siyaset; onu desteklemek, o da başarısız olduğu gün bırakıp gitmek şeklinde olursa güzel denge kurulmuş olur.” (S:237) derken bu durumu İngiltere Başbakanı Margeret Thatcher’i örnek veriyor. Genel Başkan olurken aldığı güven oyu 2-3 oy aşağıya düştü diye başbakanlıktan istifa ederek ayrıldığını ifade ediyor. Bizim ülkemizde ise tam tersi oluyor. Seçimlerde başarısız oldum diyen Genel Başkana kongreye kadar dil döküp vazgeçirmeyi, daha sonra da bizi milletvekili seçileceğimiz yerlerden aday göstermiyor diyerek karşısına aday çıkarmayı, olmadı yeni zoraki birini popülerliğinden dolayı genel başkan olmaya ikna ederek parti kurup ayrılmayı, ayrıldıktan sonra da hala ayrıldıkları yerden alakasını kesememeyi siyaset zannederek oyalanıyoruz.
1969 seçimlerinde AP listelerinden Konya milletvekili aday adayı olarak başvuran Necmettin Erbakan’ı Süleyman Demirel veto eder. Aday olamayan Necmettin Erbakan’da buna göre kendisine yeni bir yol çizer. “Süleyman Bey, 1969 yılında Necmettin Erbakan’ı Konya’dan veto etti. Veto etmeseydi de seçimde kaybetseydi Necmettin Erbakan’ın çizgisi bile değişik olurdu, diye düşünüyorum.” (S:239) Diyen İdris Yamantürk’ü haklı çıkaracak bir sözü var Necmettin Erbakan’ın. 1926 doğumlu olan Necmettin Erbakan daha 17-18 yaşındayken 1943 yılında Çınaraltı Dergisinde yazdığı bir yazısında “Türkçülük, Türkiye’nin hürriyeti ve İstiklali bakımından lüzumludur. Türkçülüğe düşman bir Türk vatanseverliği tasavvur edilemez. Türkçülüğü en büyük tehlike olarak görmek, en büyük tehlikedir.” diyen Erbakan’ın ömrünün son demlerinde fikrinin değişim Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği için küfürdür anlayışına gelmesi tamamen hayatın akışında yer bulamamanın sonucu oluşan zaruri bir oluştur. Nitekim İdris Yamantür’ün bu kitabın daha önceki sayfalarında bir yerde Necmettin Erbakan’ın kurmuş olduğu Gümüş Motor Fabrikası (S:255) ile ilgili düşünceleri de çok başarılı olmayacağının alameti farikasıdır diyebiliriz. Zamanın akışana göre fikri değişenlerden bir başka örnek kişi de bu kitabın daha önceki sayfalarında milliyetçiler arasında adı geçen Bekir Berk’tir. Bekir Berk ömrünün sonunda Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanmayacağı düşüncesiyle Arabistan’a yerleşmiş ve Milliyetçilere saldıran kitaplar yazmıştır. “Necmettin Erbakan iyi insandı, iyi bir üniversite hocasıydı ama bu işlerden [sanayi ve yatırım] iyi anladığını söyleyemem. Şimdi bunu Erbakancı arkadaşlarım duysalar bana gücenir, sitem ederler. Ama onlar sitem edecek diye bir inancımı da tersyüz edemem. Erbakan’ın hocalığına ben değil dünya şapka çıkartır. Ama hocalık başka şey, sanayicilik ve üretim başka şey!” (S:313)
İdris Yamantürk, okul arkadaşı Mehmet Turgut’un Sanayi bakanı olduğu sırada sanayileşmenin önünü açtığını, Serbest ithalatı engelleyerek halkın tüketime yönelmesine de engel olduğunu çünkü o gün Türkiye’nin sanayi kurması için “Türkiye’nin yeter[li] sermayesi yoktu. İkincisi yeter[li] bilgisi [birikimi] yoktu. Üçüncüsü yeterli kaliteli iş gücü yoktu.” (S:246) dediği yıllar 1965-1969 yıllarıdır.
Oğlu Müşfik’i iyi bir okulda iyi bir eğitim almasını isteyen Yamantürk ailesi onu Tarsus Amerikan Kolejine kaydettirmek için giderler ancak okul kontenjanı dolmuştur. Okul Müdür Türkan Yamantürk’e “Biz almayacağız ama niye bize geldiniz? Niçin Tarsus Amerikan Koleji?” (S:252) diye sorar. Türkan Yamantürk “Allah insanları eşit yaratmıştır. Irkın birini üstün diğerini kabiliyetsiz yaratmış olması Allah’ın adaletine sığmadığına inanıyorum. Bu inancıma rağmen siz oradasınız (yukarıyı göstererek) biz buradayız (zemini işaret ederek). Be bunu eğitime bağlıyorum.” (S:252) bir söz ile eğitimin gereğine ve iyi eğitimli olmanın farkına işaret ederken İdris Yamantürk “Bizde biraz da eğitimin sosyal yönü eksik! Biz iyi vatandaş nasıl olur önce onu öğretmeliyiz. Çalışkanlık nedir, helal haram nedir, kul hakkı nedir, beytülmala el uzatmanın kötülüğü vs. bunları öğretmeliyiz. Ailede de bunlar verilmeli.” (S:253) diyerek eğitimin başka boyutuna dikkat çekmektedir.
“Küçük bir hizmet büyük bir iyi niyetten daha makbuldür.” (S:283) diye yazar Remzi Oğuz Arık oğluna bir fotoğrafın arkasında. Niyet edilmiş, söylenmiş yapılmamış işlerden yapılmış ancak küçük görülen işlerin daha faydalı olduğunu ifade ederek icraata yönlendirmek için insanları. Çünkü “Lafla peynir gemisi yürümez.” Demiş atalarımız. Hani derler ya; ben lafa bakmam icraata bakarım, Hatice’ye bakma neticeye bak. Dilimizdeki bütün bu atasözleri ve deyimler fiilin daha makbul olduğunu ifade etmek için söylenmiştir.
“Libya’da bir mimar kız bize; ‘Sizin camilerin minareleri niye füze şeklinde?’ diye sordu. Arap minarelerine göre minarelerimiz sivri uçlu kaleme benzer.” (S:308) Türk İslam medeniyetinin ilim irfan ve teknoloji kaynaklı olduğunun güzel bir örneğini Libyalı bir mimar ortaya koymuştur.
“Siyaset boşluk kabul etmiyor. Siz bıraktığınızda hemen bir başkası orayı dolduruyor ve siz yok oluyorsunuz.” (S:309) diyen İdris Yamantürk Türkiye’deki siyasette gidip gelen ve başarısız olan siyasetçilere de İsmet Paşa’nın 1950’de tekrar CHP’nin başına Genel başkan olarak dönmesini, Celal Bayar’ın1970’de Demokratik Parti ile yola çıkmasını Süleyman Demirel’in ihtilalden sonra 1987’de Doğruyol Partisi ile, Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığından sonra yeni parti kurmaya çalışırken başarılı olamadıklarına örnek vermektedir.
Ülkemiz için en büyük tehlikeye dikkat çekiyor. “1989’a doğru, PKK: ‘Burada çalışmak vergiye tabidir’ iye biz de mektup gönderdi. Ben bu mektubun birer fotokopisini DSİ Genel Müdürlüğüne ve Olağanüstü Hal Valiliğine gönderdim. ‘Adı konulmamış bir savaştır bu’ dedim.” (S:318) ve “GAP’ta bazı firmalar büyük çiftlikler kurarak hayvancılık yapmak istediler, olmadı, vaz geçtiler. Güvenliği sağlayamayan bir devlet onun veya benim GAP’a gitmemi sağlayamaz. İş adamı maceraperest değildir. Maceraperestten zaten iş adamı olmaz.” (S:319) diyerek bölücü terörün Doğu ve Güneydoğu için nelere mal olduğunu ortaya koymaktadır. Terör kalkınmayı önleyip halkı ekonomik olarak geri bırakarak kendisine muhtaç duruma getirmenin ve bu muhtaç insanlardan terörist devşirmenin hesapları içindedir.
“İhtilal olduğunda Demokrat Parti %54, çoğunluk almış bir parti idi. Türkeş siyasete girdiğinde bu %54 içinden hiç taraftarı yoktu. Milliyetçi olduğu için CHP içinden de taraftarı yoktu. Bugün MHP %15-18’lere varan bir oy alıyorsa bu çok büyük bir başarıdır. (…) Benim temas ettiğim insanlar %54 oy almış DP taraftarı ve ihtilale karışmış olmasından dolayı Türkeş’e dost olmayan kimselerdi. %30-35 oy potansiyeli olan CHP’de Türkeş’e temelden düşmandır. Dolayısıyla %80-85’lik bir kitle baştan Türkeş düşmanıydı. İhtilalcilerden de siyasete lider olarak soyunan sadece Türkeş vardı. 27 Mayıs’ın bütün faturası siyasette Türkeş’e kesildi.” (S:326) Matematik ve sosyolojik olarak bu verilerle haklı görünen İdris Yamantürk, siyasete girmesi ve MHP’ye Genel Başkan olması hususunda sadece arkadaşı Alparslan Türkeş’in Dündar Taşer’in gördüğü liderlik vasfını ve Türk Milletine olan sevgisini hesap etmemişti. Dündar Taşer’e “Neden sen Lider olmuyorsun” denilince “Benim önüme bir duvar çıksa ben o duvarı bir kere zorlarım, aşamazsam vaz geçerim. Türkeş ise kafasıyla vura vura o duvarı yıkar, o zorluğu aşar. Onun için o lider.” Şeklinde cevap vermiştir. Türkeş, kendi seçmenini kendi yetiştiren liderdi. O bugünlere talip değil geleceğin aydınlık Türkiye’sini yaratmanın peşindeydi.
“İnsanlara yardım yaparak sosyal refahı sağlamak yöntemi kadar yanlış bir yöntem yok. Kimseye bedava bir şey vermeyeceksin. İş vereceksin, karşılığında para vereceksin. Adama makarna vererek bir şey olmaz. Bir Çin atasözü var. Balık verirsen bir defa doyar, balık tutmayı öğretirsen ömür boyunca doyar.” (S:335-336) Ne işler acısı ki bugün ülkemizde sosyal devlet anlayışı olarak sunularak insanlara farklı kalemlerden sosyal yardımlar yapılıyor. Adeta sosyal yardım yapmak için devlet bahane arıyor. Ama insanlara iş verme konusunda sosyal yardım yapmak kadar ısrarcı olmuyor. Bilemem kaç milyon kişiye sosyal yardım yapmakla övünen devlet tersinden ben bu kadar insanı yoksulluğa mahkûm ettim demek istiyor ancak kimse konuya bu yönden bakmıyor.
İlk kez benim gibi düşünen ya da düşündüğünü ifade eden birisine rastladım. Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken sıkıştığı Anadolu’ya Türkiye’ye farklı yerlerden gelip yerleşmiş olan ancak hala etnik kökenini öne çıkaran ve Türkiye’nin Türk milletinin birliğine bir bıçak gibi saplanmış bekleyenler hakkında “Bu topraklara çeşitli yerlerden gelip, bize sığınan, bizimle beraber olan ve biraz tırnak tutunca da benim babam Arnavut, Çerkez, Gürcü diyen insanlara ne demeli. Gelmişsin bu topraklara Mustafa Kemal de sana bir formül vermiş. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ demiş. Buna sarıl ve bugüne kadar olduğu gibi asli sahip olarak yaşa.” (S:351) ya kendisini Pomak, Laz, Boşnak, Kürt olarak tavsif edenlere ne demeli. Bölünerek, küçülerek güçlü olunduğu nerede görülmüş. Etnik kökenleri ve kültürleri tamamen farklı Avrupa ülkeleri birleşirken aynı kültür havuzundan olduğumuz bu kardeşlerimize ne oluyor da etnisitelerini öne çıkarıyorlar. Osmanlı da bu etnisite yüzünden yıkılmadı mı, onun için Anadolu’ya göç etmediler mi? “Bizi, bu milletin dostu olmayanlar tarif ediyor. Halbuki milleti, milliciliği ve milliyetçiliği biz tarif etmeliyiz. Milliyetçilik benim sizi, sizin de beni sevmenizdir. Benim sizi, sisinde beni kabul etmenizdir. Benim sizsiz, sizin de bensiz olamayacağınızı kabul etmektir. Bu topraklarda beraber yaşamaya mecbur olduğumuzu ve iş birliği yapmaya baştan gönüllü olduğumuzu bilmemizdir.” (S:352)
“Bir kuruşu biriktirmek bin kuruşu biriktirmekten zordur” diyerek kalkınmanın temelinin önemine dikkat çeken İdris Yamantürk “Bir adım geri kalan bin adım geri kalır” (S:365) diyerek de kalkınmada geri kalmanın aradaki mesafenin açılarak devam edeceğine dikkat çekmektedir. “Az veren candan çok veren maldan” diyen atalarımız az malı olup da yardımda bulunanların parasının hesabını bilmezken yardımda bulunanların aynı samimiyette olmadığını ifade etmesi gibi ilk kuruşu biriktirmek tabi ki zordur ihtiyaç varken tasarruf etmek her babayiğidin karı değildir. Ülkelerin kalkınmasında da altyapı, yatırım, teknoloji, yetişmiş insan bunları bir araya getirmek adeta imkansızıdır. Ancak belli bir seviyeye gelince yenilerini eklemek daha kolaydır. Eldeki imkanları da katarak yapılacak işlere destek sağlanır. “Bu geri kalmışlık sadece maddi değildir. İlimdir, irfandır, görgüdür. Hepsi beraber geri kalıyor. Geri kalmışlık cemiyet hayatının her yerinde oluyor. Bir prensibe bağlı olarak devamlı çalışmak, yaratıcı olmak, yeni bir şeyler üretmek, geliştirmek ve cemiyete iş hayatına mal etmemiz gerekir.” (S:365)
Turgut Özal’ın son Orta Asya seyahatine giderler. Bişkek’te yanında o zaman RP Urfa milletvekili vardır. “Refah Partisi Urfa Milletvekili Halil İbrahim Çelik de yanımda Beni ilk defa tanıyor, ben de onu. Küfrediyor Atatürk’e. Dedim ki: Beyefendi bu günlerden ne? Cuma dedi. Ben de ona Mustafa Kemal ve arkadaşları olmasaydı Türkiye’de bugün Cuma farz olmayacaktı. Ne buyurursunuz, dedim. ‘O olmasaydı Allah başkasını gönderirdi’, dedi. Bu işe Allah’ı karıştırmanız beni çok mutlu etti. Şimdi bana Mustafa Kemal’in Allah tarafından gönderilmediğini söyleyebilir misiniz, dedim sesi kesildi.” (S:380) Bu konuda 1930 yıllarının din ve tasavvuf adamlarının söylediklerinden derleyerek yazdığım “Kut alan en son Türk: Atatürk” başlıklı iki üç yazı var. Ülkücü Kadro internet sitesinde yayınlanan. Bu yazılardan birsi de İsmail Kara’nın “Şeyh Efendinin Rüyasındaki Türkiye” kitabından alınmıştır. Bu din alimleri ve tasavvuf ehli Atatürk’ün “Allah tarafından görevlendirildi”ğine kanaat getirmişler ve bazısı Atatürk aleyhine fiillerinden vazgeçmiştir.
İdris Yamantürk ülke menfaatlerini düşünen akıllı bir ekonomik politikanın “Türkiye’de Türk parasının değeri yabancı paralarla enflasyon farkı kadar ayarlanmalıdır. Türkiye’deki enflasyon hala Avrupa’dan da Amerika’dan da yüksektir. Dolayısıyla bu fark kadar bizim paramızın da durumu düzeltilmeli ve Türk parası gerçek değerinde olmalıdır. Türk lirasını gereksiz olarak değerli tutmanın Türkiye’ye bir faydası yoktur. [Döviz] Kuru[nu], kontrol ederek değiştirirsen kriz vs. de çıkmaz. Mevcut durum ithalatçının işine geliyor. Halbuki tam terine ihracatçının işine gelmelidir.” (S:397) olması gerektiğini uluslararası iş yapan bir iş adamı olarak ortaya koymaktadır.
“Nükleer enerjinin çevreye bir zararı yoktur. (…) bugün geliştirilmiş teknolojilerle kurulacak nükleer santralleri münakaşa konusu yapmadan Türkiye’de bu iş aman yapılsın diye yalvarılması gerekir. Türkiye bu işi mutlaka yapmalıdır. Kim ne derse desin geleceğin yakıtı nükleer enerjidir.” (S:400-401) diyen İdris Yamantürk’ün aksine bazı aklı evveller Türkiye’de yapılan Nükleer Enerji santraline karşı çıkmakta zaman zaman dış destekli çevre örgütleri eylemler yapmaktadır. Bu dış destekli çevre örgütleri yurt dışından fonlanırken Türkiye’deki bölücü ve sol siyaset bu çevre örgütlerinin eylemlerinde boy göstermekte, eylemlerine maddi manevi ve insan unsuruyla katılarak destek vermektedir. İdris Yamantürk çevreci örgütlerin salık verdiği rüzgâr enerjisi ve güneş enerjisi hakkında da şu “Türkiye’de ortalama rüzgâr yılda 2500 saatin altında. Geri kalan günler ne olacak, rüzgârın hiç esmediği yerler var. Güneş enerjisi var diyorlar. Gece ne yapacaksınız?” (S:401) bilgileri vererek nükleer enerji konusundaki fikirlerini destekliyor. İdris Yamantürk çevreci örgütlerin aksine bozulan çevrenin imar ile giderildiğini savunmaktadır.
İdris Yamantürk bir Almandan dinlediği çalışmak ile ilgili “Saat ile mesaisine bağlı olanlar hep aynı masada çalışırlar. Eğer bir insan yükselmeyi arzu ediyorsa, saatle kayıtlı olmamalı.” (S:410) şeklindeki sözü yine bire arkadaşının “Bedava çalışmak, boş durmaktan iyidir.” (S:411) dediğini aktararak insanın çalışırken işin durumuna göre kendisini ayarlamasını tembihlerken boş durmaktansa bedava çalışmanın bile insanı lüzumsuz şeylerden koruduğu, her zaman çalışmaya hazır ve nazır tuttuğu için faydalı olduğunu söylemektedir. İşten artmaz dişten artar düsturuyla çalışan İdris Yamantürk’ün aşırı tüketim yapan gününüz insanına başka bir öğüdünde “Ben buraya çok eski bir elbiseyle gelirsem herkes beni kınar. Ama her gün bir başka kıyafetle gelirsem o da hoş olmaz. Çünkü herkesin yapamadığını yapmak da bir insana cemiyet içinde haklılık kazandırmaz, diye düşünüyorum.” (S:422) diyerek giyim de mutedil olmayı tavsiye ediyor.
İdris Yamantürk’ün sahip olduğu “Ben de herkes gibi bu ülkenin çocuğuyum. Bu ülkeye borçlu doğdum. Borçlu da öleceğim. Bizden sonra gelenler borca sahip çıkarlar ise ne ala. Bu borcun para borcu olduğu anlaşılmamalıdır. Bu bir hizmet borcudur. Bu insanlar bizim milletimiz ve ben kendimi Türk milletine borçlu hissediyorum.” (S:429) böyle bir şuura her Türk ferdinin sahip olmasını temenni ederek, örnek iş adamı Türk Milliyetçisi İdris Yamantürk’e Allah’tan rahmet diliyorum.
Osman Çakır öyle bir üslup ve mizanpaj kullanmış ki kitap okurken zihnimizde ve gönlümüzde bir ferahlık oluşturuyor. Sıkılmadan, usanmadan bıkmadan okuyor okuyorsunuz.
Osman Çakır’ın hazırladığı “Bir Cumhuriyet Çocuğunun Hikayesi-Türk Milletine Borcumuz Var-İdris Yamantürk” hatıra kitabında İdris Yamantürk ezanın Türkçe okunmasından Arap harfli Alfabeden Latin harfli alfabeye geçişe, NATO ittifakına girişten Balkanlardan Türk Göçüne, Balkan Türklerinin Türkiye’de okutulup eğitilmesinden, Türkiye’deki eğitim sisteminin bozukluğu ve yetersizliğine kadar daha bir çok milli manevi konulara ışık tutmuş Atatürk’ün devletçilik anlayışının CHP’nin devletçilik anlayışı olmadığı gibi başka yerlerde karşılaşamayacağınız bir çok olaya değinerek tecrübelerini aktarmıştır.
İdris Yamantürk Türk iş adamlarının işlerinde başarılı olurken Türk dünyasını ilgilendiren meselelere de ilgi ve alaka besleyerek kendi işini yapabileceğini ve Türk Milliyetçisi olmanın iş adamı olmaya engel olmadığı gibi iş adamı olmanın da idealist Türk ferdi olmaya mâni olmadığını göstermiştir. Bütün Türk dünyası iş adamlarımızın İdris Yamantürk gibi şuurlu olduğu an Türk dünyası birleşmiş olacaktır.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,01 M - Bugn : 37473

ulkucudunya@ulkucudunya.com