« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

24 May

2021

ÇAĞDAŞ SEYYAH; OSMAN OKTAY

24 Mayıs 2021

(Modern Seyahatname)

Osman Oktay’ı daha önce Türk Ocağının bir kongresinde görmüş, samimi bulduğum için de yaklaşarak Osman ağabey bir fotoğraf çekinebilirmiyzi diye sormuş, bu isteğimize müspet cevap alıp bir fotoğraf çekinmiştim. Daha sonra “Galip Abi/Kendini Unutan Adam” kitabının ikinci baskısını alıp kudüm. Tabi kitap çok ses getirmişti. Ve nihayet dördüncü baskıyı yaptı. Bu sefer de Birinci ve Üçüncü baskıları sahaftan dördüncü baskıyı Osman Ağabeyden isteyerek tekrar okudum. Uzun sayılacak bir değerlendirme yazısı yazarak Ülkü Yaz internet sitesine gönderdim. Sağ olsun Dr. Hayati Bice yayınlanmaya değer buldu ve Ülkü Yaz internet sitesinde yayınladı.

Çağdaş Seyyah dedim çünkü “Kerkük Gönlümde Aşk Yüreğimde Sızıdır” adlı Türk Yurtları üzerine bir kitabının daha olduğunu, Balkanları da gezdiğini bu kitaptan öğrendim. Gidip gördüğü her yeri yazmasa da her yere gidemese de gitmese de bir memleket hasretlisi olduğunu anladım. Bu kuvvetli memleket sevdası ve hasreti onda sanki Piri reis haritasının çizimi için söylenen “Piri Reis haritayı astral bir yükselişle yükselerek çizdi” ifadesi onun duygu yoğunluğuyla bütün Türk Yurtların görüyormuş ve yazıyormuş gibi düşünmeme hayal etmeme de sebep oldu.

Seyahatname türünde bizim camia daha önce yavuz Bülent Bakiler’in “Türkistan Türkistan” ve “Üsküp’ten Kosova’ya” adlı seyahatnamelerini okur elinden düşürmez ve terk edilmiş o cennet vatan özlemini giderirlerdi.

“Modern Seyahatname” Net Kitaplık Yayıncılık tarafından Nisan 2021 tarihinde 400 sayfa olarak kitabın ikinci ama yayın evinin birinci baskısı olarak basılmış. Kitap Atat Yurduna Seyahat, Ah Bürokrasi Vah Bürokrasi, Yesevî Yurdu, Doğu Türkistan, Can Azerbaycan, İran’dan Turan’a Yol Gider, Akıncıların Yolunda, Yavru Vatan Kıbrıs, Evlad-ı Fatihan’la Birlikte, Bir Suriye ve Bir Irak Vardı, İnsan Vatanını Sever ana başlıklarından ve her ana başlık da en az bir alt başlık ile ayrılmış birkaç bölümden oluşmuş, her bölüm bizzat Osman Oktay tarafından çekilmiş fotoğraflar ile görsel olarak desteklenmiştir.

Daha Ön Söz de ilk Seyit Ahmet Arvasi’nin akrabası olduğunu bildiği Bursa Eğitim Fakültesinde öğretim görevlisi olarak da çalışmış daha sonra il milli Eğitim Müdürlükleri yapmış olan Merhum Tuğman Ciranoğlu hocadan dinleyip de artık Türklerin Orta Asya’dan Viyana önlerine kadar gelmesinin sebebinin kuraklık olmadığına kanaat getirdiğim konuya değinmişti. Tuğman Ciranoğlu bir sürü ilmi –Atın ehlileştirilmesi, demirin işlenerek silah yapımında kullanılması, ok ve yayın geliştirilip at üzerinde giderken ıslık çalan oklar atabilme yeteneğinin geliştirilmesi gibi vs.- gerekçeler sayarak “Türklerin kuraklıktan değil dolan kabın taşması gibi kültür ve medeniyet olarak o kadar yükseldiler ki artık o coğrafyaya sığmadılar, taştılar” diyordu. Osman Oktay da “Atalarımız buralara boş yere gelmemişler” (S:9) diye düşündüğünü ve bu düşüncesinin “kuraklığa dayalı göç” (S:9) öğretiminden kaynaklandığını ifade ederek bu resmi gerekçenin “Orta Asya ülkelerine ve dolayısıyla oralardaki Türk Coğrafyası’na yaptığım seyahatler son
unda hala akıp duran ırmakları, çağıldayan şelaleleri, gölleri, şehirlerin içinden ve çöllerden geçirilen su kanallarını görünce” (S:9) yıkıldığını ve inancının değiştiğini söylüyor. Bunu söylerken de 1986 yılında Tuğman Ciranoğlu’nun bize anlattıklarını destekliyor ve gözleriyle de ırmakları, çağıldayan şelaleleri, gölleri, şehirlerin içinden ve çöllerden geçirilen su kanallarını gördüğünü söylüyor. “Öyleye ya; dünyanın giderek kuraklaşmaya yüz tuttuğu, su kaynaklarının hoyratça kullanıldığı bir zamanda bile bu sular var olduğuna göre yüzyıllar öncesi daha coşkulu, daha gümrah olmalıydılar” (S:9-10)diyerek kesin tespitini yapıyor. Ve göçlerin sebebinin kuraklık olarak yalnız bir sebebe dayandırılamayacağını, “İyiyi güzeli aramak, tehlikeden kurtulmak ya da tehlike olabilecekleri sindirmek” (S:10) gibi sebeplerinde düşünülmesi gerektiğini vurguluyor.

Kitap bana ilk önce Orta Asya Türk Yurtlarını anlatıyor gibi geldi ancak içindeki başlıkları ve önsözü okuyunca Osman Oktay’ın Fransız Türkolog Jean-Paul Roux’dan aktardığı gibi “Mağrip’ten Ganj’a, Belgrad’tan Pekin’e” (S:11) yani Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar bütün Türk Yurtlarını anlattığını gördüm.

Osman Oktay Issıg Göle yolculuğunu anlatırken bizim de gözümüzde toprak bir yolda toz duman arasında güneş tepedeyken giden bir otobüste Mayıs sıcağında terli bir halde otobüsün camından uçsuz bucaksız bir ova ve o ovada yılan gibi kıvrılarak uzayan bir yol ve yolun her iki tarafında sonsuz otlaklar içinde açmış ve yeşili kızıla döndürmüş gelincik tarları canlanıyor. Sanki tepelerin zirvesinde karı eksilmeyen Tanrı dağından akan kar sularının dağın eteklerinin düze indiği taban arazide buz gibi berrak sularla dolan bir göl resmi takılır hayallerime. Oradan Mehmet Turgut’un “Taşkent’ten Semerkant’a” kitabının çocukluk yaşlarımızda yaşattığı duygulara boğdu, bizi aldı o günlere götürdü.

Osman Oktay Türk Devletlerinde mesafelerin uzak, sınırların engel olmasına rağmen sivil halkın birbirine yakın, sevgi dolu olduğunu, birbirleri ile ilk karşılaştıklarında “Gardaş” deyip kucaklaştıklarını ancak siyasilerin araya girerek halkın arasını açtığını birbirine yakınlaşmasını engellediğini ifade eder ve bu düşüncesini de şu “Yeter ki siyasiler gölge etmesinler, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türkler 5-6 değil, 15-20 devlet olsalar da aslında tek bir millet olduklarının şuurunda olacaklar” (S:30) sözleriyle özetlemektedir.

Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde şehirleşmenin çok güzel olduğunu çok geniş şehir meydanları olduğunu caddelerin düzgün olduğunu ve sık sık trafik ışıklarıyla kesilmediğini, evlerin Türkiye’deki gibi rüzgâr akımını kesecek devasa büyüklüklerde yapılmadığını, çevreciliğin daha gelişkin olduğunu şehir içinden kanallarla ırmaktan alınan suların akıtıldığını, kanalların ve sokakların temizliğin hayran bırakacak şekilde Türkiye’den daha düzgün olduğunu ancak tuvalet ve taharet kültürünün Türkiye’deki kadar ne Avrupa’da ne de Orta Asya’da gelişmediğini de anlatarak Türkiye ve Avrupa ülkeleri ile Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini karşılaştırır. Şehirleşmenin geniş meydanlarla olacağını meydanların trafiğe kapalı insanlara mahsus olması gerektiğini, bizim ülkemizde meydan olmadığını meydan denilen yerlerin Dörtyol kavşakları olduğunu bu kavşakların da trafiğe açık olduğunu insanların kullanımına mahsus olmadığından yakınmaktadır. Şehirleşmenin ve çevreciliğin Türkiye ve Avrupa ülkelerinden daha güzel olduğunu vurgular ve bizim belediye ve hükümet adamlarının buraları gezip görüp görmediklerinden, ders almadıklarından yakınır.

Osman Oktay “Modern Seyahatname”de zaman zaman gezip gördüğü yerlerde ki problemler için çözüm yolları önerirken, zaman zamanda gezip gördüğü yerlerde olup beğendiği güzel bulduğu bazı iş ve eylemleri biz Türkiye Türklerine tavsiye etmekte, böylece problemlerin çözümüne karşılıklı yol gösterirken sanki Türk Milletinin homojenitesini artırmaya gayret etmektedir.

Osman Oktay “Modern Seyahatname” çeşitli bürokratik engeller yüzünden gidemediği Türkmenistan hakkında olduğu gibi daha önceleri yapılmış ziyaretlere dayanarak başkaları tarafından yazılmış seyahat kitaplarından seyahat ziyaret bilgilerinden alıntılayarak bilgi verdiği gibi zaman zaman da tarih kitaplarından veya ilgili kitaplardan bilgiler aktararak gördüğü yer hakkında ya da yaşanmış tarihi olaylar hakkında okuyucuya tarih bilgisi de vermektedir. Zaman zamanda siyasi eleştiriler yaparak hem Türkiye’deki iç siyasete hem de Türk Cumhuriyetinde gördüğü birlik ve beraberlik aleyhine yapılan işler dolayısıyla genel Türk Dünyası siyasetine eleştiriler getirmektedir.

Osman Oktay, yoğurdu Türkler buldu diye öğünürken Orta Asya’da yoğurt ve peynirin bilinip üretilmediğini tespit ederek “Biz hep ‘Yoğurdu atalarımız buldu’ diye övünüyoruz ama Türk Dünya’sının Azerbaycan ve Türkiye dışındaki ülkelerinde nerede ise yoğurdu bilen yok” (S:119) diyerek hayıflanıp yakınıyor.

Türk Milletine farklı yüzyıllarda Altın çağlarını yaşatan Bilge Kağan’la Kültigin, Tuğrul Bey’le Çağrı Bey, Orhan Bey’le Alaaddin Bey’lerin “Bilge Kağan adı üstünde Göktürklerin Kağanıdır ama devletin güçlenip milletin refaha kavuşturulmasında kardeşi Kültigin’in rolü unutulmaz. Tuğrul Bey Selçuklu Türk Devleti’nin başıdır ama kardeşi Çağrı Bey O’nun en sadık dostu, sırdaşı ve ordu Komutanı’dır. Tarihin en uzun ömürlü İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey’e emr-i Hak vaki olduğu zaman büyük oğlu Alaaddin’le küçük oğlu Orhan durumu görüşmektedirler. Alaaddin Bey; -Kardaş, der. Babamızın duası ve himmeti seninledir. Onun için ki kendi zamanında askeri senin yanına vermişti. Şimdi Padişahlık dahi senin hakkındır!” (S:127-128) diyerek kardeş uyumuna kardeş dayanışmasına birlik ve beraberlik ruhuna dikkat çeker. Hele büyük kardeş Alaaddin’in teamül gereği kendisine verilecek bir makamı devletin ve milletin menfaatine uygun olduğu için babasının sağlığındaki uygulamaya devam edilmesini isteyerek kardeşi Orhan’a bırakması bugün babalarından kalan bir evi, 20-30 dönüm tarlayı paylaşamayan kardeşlerine de ibret vesikası olarak sunmaktadır.

Osman Oktay gençlik yıllarının özlem ve söylemlerini hatırlayıp gezdiği gördüğü Ata Yurdunda 40-45 yıl önceki duyguları yaşıyor. Hüseyin Nihal Atsızın “Kürşad’ın narsıyla indik Tanrı Dağı’ndan/ Ruhumuzu kandırdık Orhun’un kaynağından/Bu kaynaktan içenin yürekleri tunç olur/ Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur.” bu şiirinin aklına geldiği yer de şiirde geçen tam o yer Orhun Nehrinin kenarıdır. Ya da Ata mirası abidevi mimari eserler arasından yüksek Türk kültür ve sanatının inceliklerinin en güzel örneklerinin merkezinde, dibindedir. Ve Osman Oktay o kaynaktan içerek altmış kusur yaşında ruhun kandırmakta doya doya o kaynaktan içmekte yüreğini yeniden tunçlaştırmaktadır. Yaşadıklarını da “Mesela ben bu marşı ilk defa1970 yılında söylemişsem, ruhumu gerçek manada kanıncaya kadar doyurabilmek için 44-45 yıl bekleyip hasret çekmişim demektir. Onun için, altmış kusur yaşındaki bir insan için çok yorucu olmasına rağmen bu yorgunluğun farkına varmadığımı, aksine en çok zevk aldığım, kendimi daha çok dinç hissettiğim bir gezi olduğunu söyleyebilirim.” (S:134) diyerek ifade etmektedir.

“Modern Seyahatname’de” yine gidemediği ama en azından teşebbüs edip Pekin hava alanına indiğinin de on saat alı konulan ve sınır dışı edilen Osman Oktay Modern Seyahatname’nin Doğu Türkistan Uygur Yurdu kısmı boş kalmasın diye bu kısmı da daha önceleri yazılmış seyahatnamelerden kendi üslubunca aktarıyor. Çin Türkiye ile yaptığı Uluslar arası anlaşmaya ve bu anlaşmanın yeşil pasaportlulara sağladığı hakka rağmen Uygur Türklerine yaptığı zulmü saklamak için milliyetçi, ülkücü ve vatanperver kişilere izin vermiyor. İzin verdiklerinin yanına da takip edecek casuslar takıp her türlü tedbiri aldıktan sonra ancak müsaade ettiği yerleri ziyaret etmesine ve kendisinin gösterdiği kişilerle görüşmesine izin verdiğini her gün basından ve ziyaret edenlerin anlattıklarından okur olduk.

Osman Oktay’ın seyahatlerinde ki ruh halinden bir ülküsü olan adam ile turistik seyahat eden adam arasındaki farkı görüyorsunuz. Osman Oktay, Estergon Kalesini, Budin’i, Tuna’yı, Kıbrıs’ı, Kıbrıs’ın Güzel Yurt bölgesini, tarihi yerleri ve ecdat hatıraları camileri görmek isterken, turistik seyahat yapanlar eğlenecek müzikol, disko, deniz kenarı, plaj arıyor, tarihi ziyaret yerlerini ne lüzum var diyerek görmek istemiyorlar.

Osmanlı Balkanlardan çekildikten sonra Balkanlarda ki geride kalan Türk izlerini silmek için yıkıp yok edenler tarafından bir marifet gibi her tarafa koca koca haçlar taktığın aktaran Osman Oktay, ziyaret ettikleri balkan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şinasi Gündüz’ün “Bu bölgede semboller üzerinden kültür ve kimlik savaşı yapılıyor. Hıristiyanların haç ve heykelleri, Müslümanların minareleri…”(S:333) diyerek kendilerine hilal ve haç’ın bitmeyen kavgalarını açıkça anlattığını ifade ediyor.

Hep okumuş duymuşuzdur hala uzak Afrika çöllerinin derinliklerinde ve Güneydoğu Asya adalardan oluşan devletlerde Osmanlı Padişahları adına hutbe okunuyor diye, Osman Oktay bu kitabında buna benzer birkaç sayfa yazmış. Arap satıcının Türk satıcıya “neden söylemiyorsun Osmanlı torunu olduğunu diyerek daha önce yanaşmadığı indirim pazarlığını sen ne kadar istiyorsan o kadar indir, istersen hiç para verme demesi, ayrıca bir mühendisin hem de Samsunlu hemşerim olan Ahmet keskin adında bir Türk Mühendisin umre yapmak için ihram giyecek yer ararken, bir Arap’ın sen Türk müsün deyip alıp evine götürüp ikramda bulunması ve evinin banyosunda ihrama girmesini temin etmesi, başka bir yerde Japonya’da bir Japon’un bir Türkü evine iftara götürmesi ve iftar esnasında “sizi neden davet ettim biliyor musunuz?” diye sorup “Müslüman olduğumuz için” cevabını alınca gülerek -Yo, demiş. “Japonya’da başka Müslüman yok mu ki bulup sizi iftara çağırdım? Siz Türk olduğunuz için, ecdadınıza şükran borcumuz olduğu için davet ettim!” (S:338) demiş. Ecdadımızla ne kadar övünsek azdır ancak kuru kuruya öğünmek olmaz önce kendimizi layık hale getirmemiz sonra dünyaya ecdadımızı hatırladıkları gibi hatıralar bırakmamız gerekir.

“Modern Seyahatname” Türklük ile Müslümanlığın, madde ile mananın uyumu, Osman Oktay’ın her gittiği yerde namazını eda etmesi, her gördüğü nehirde atalarına hürmeten abdest alması, eski Türk topraklarındaki Türk İslam kültürü eserlerini anlatışı Türk İslam Ülküsünün sindirilmiş halinin aks’idir.

Osman Oktay’ın Modern Seyahatname’de ata yurduna duydu vatan sevgisi, vatan aşkı, içinde birikmiş hasret ile gördüklerini, hissettiklerini anlatış tarzı sizi de onunla seyahate çıkarıp gördüğünü görmenize, kızdığına kızmanıza anlatılan vatanı doya doya yaşamanızı sağlıyor. Sanki kitap okumuyor oralarda geziyorsunuz.

Hep Osman Oktay’ın “Azerbaycanlı kardeşlerimizin ‘İki Devlet Bir Millet’ anlayışlarından hareketle bağımsız Türk Devletlerinin sayısı yedi değil ol, on beş de olsa biz Tek Millet olduğumuzu unutmayacağız, unutmamalıyız. Kısaca biz aslında ÇOK DEVLETİZ AMA TEK MİLLETİZ” (S:388) dediği gibi daima şuurunda olarak; Ne Mutlu Türküm Diyene.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,98 M - Bugn : 5357

ulkucudunya@ulkucudunya.com