Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)
Tarihin büyük devletlerini kuran ve dünyaya nizam veren atalarımızın başarıları sadece kahramanlık ve teşkilatçılık özellikleriyle açıklanamaz. Atalarımız; kahramanlık, teşkilatçılık gibi özelliklerin yanında çok güçlü bir kanun-töre anlayışına ve bütün insanlığa hizmeti esas alan bir “Hayat Felsefesine-Dünya Görüşü” ne sahiptiler. “İyilik-faydalılık, Adalet-Könilik, Eşitlik- Tüzlük, İnsanilik-Kişilik“gibi dört değişmez temel esası olan Türk Töresi’ne göre; “Bütün İnsanlık Türklere Yüce Allah’ın bir emanetiydi. Yüce Allah, Türk Töresine göre hareket eden, halka ve insanlığa hizmeti ilke edinen kişilere kut (bağış, cihanı idare etme yetkisi) verir ve onu hakanlık görevine getirirdi. Töreye uymayan ve görevlerini yerine getirmeyen veya getiremeyen idarecilerden, Yüce Allah kutunu geri alır ve onları hakanlık makamından düşürürdü. Türklere göre devlet “Baba“idi. Devlet, halk içindi. Esas görevi, halka ve insanlığa hizmetti. İşte bu anlayış sayesinde Türkler tarih boyunca büyük devletler ve medeniyetler kurarak insanlığa ve ortak bir insâni medeniyetin oluşmasına diğer milletlere nazaran çok daha büyük katkılarda bulunmuşlardır.
Kafesoğlu’na göre Türk cihan hâkimiyeti ülküsü ve bu ülkünün hedefi; "güneş'in doğduğu yerden battığı yere kadar" her tarafı Türk idaresi altına almak imkânlarının aranması ve zorlanmasıdır. Böylece, Osmanlılar da dâhil, hemen bütün dirayetli Türk devlet adamlarınca "yerine getirilmesi gerekli vazife" sayılan cihan hâkimiyeti görüşünün, şüphesiz birçok tarihi teşebbüsler sonucu olarak, Türk psikolojisinde derin yer tutmasından dolayı, hem destan ve efsanelerimize, hem tarihî kayıtlara yansımış açık delilleri vardır: Meselâ destana göre, Oğuzhan "toy"da hükümdar ilân edildikten sonra "güneş bayrağımız, gök-yüzü otağımızdır" diyerek "daha çok denizlere, daha çok ırmaklara doğru..." dünyanın fethine hazırlandığı zaman, kendine bağlanmaları için etraftaki hükümdarlara gönderdiği "bildirilerde şöyle diyordu: "Ben Uygur Hakanıyım (destan Uygurlar zamanında yazıldığı için Uygur
Kağanıyım denmiştir) Yeryüzünün tört bulunğuna (dört tarafına) hakan olmam gereklidir. Sizden itaat bekliyorum, yoksa üzerinize ordu sevk ederim" (Kafesoğlu, T.M.K. 1998, s.254).
Millî aynı zamanda da insani bir ülkü olan “Türk Cihan Hâkimiyeti Düşüncesi”, erişilmek istenen bir ülkü olarak tarih sahnesine çıktığımız andan itibaren Türklüğün ulaşmak istediği hedefi, Kızılelma’sı, tarih boyunca kurulmuş olan bütün Türk devletlerinin ortak paydası olmuştur.
Türk halklarının tarihî süreçte kurmuş oldukları siyasi teşekküllerin evrensel bir hâkimiyet düşüncesi merkezli olmaları bir tesadüfün sonucu değildir. Bu düşünce Yüce Tanrı’nın Türklere il yani devlet vermesi, Türk hakanlarına kut ve bağış vererek tahta oturtması ve cihanın idaresi ile görevlendirmesi gibi dini düşüncelerden kaynaklanmakta idi.
Türk cihan hâkimiyeti düşüncesi, Türk fütuhat felsefesinin ana kaynağı ve dayanak noktası olarak, daima gerçekleştirilmesine çalışılan bir ülkü niteliğini tarihimiz boyunca muhafaza etmiştir.
Türk devletleri, İslâmî Türk devirlerinde, yetkilerini geleneksel Türk hâkimiyet anlayışına uygun olarak, doğrudan Allah’tan aldığına inanıyordu. Anılan yüzyılın, devlet adamı ve meşhur siyasetname adlı eserin yazarı Nizâmü’l-Mülk ile dönemin büyük bilim insanı İmam Gazali’de, eserlerinde mevcut duruma yer vermişlerdir. Nizâmü’l-Mülk, konuyla ilgili olarak; “Allah, her asırda halk arasından padişahlık vasıfları ve övülmeye değer hasletleriyle bezediği birini seçer ve dünya işlerini halkın sulh ve sükûn içinde yaşamasını kendisine tevcih eder” mealindeki sözleriyle, Türk hükümdarının otoritesini doğrudan doğruya Allah’tan aldığını ve Allah adına saltanat sürdüğünü açık bir şekilde ifade etmektedir. Şu hâlde Türk halkları Müslüman olduktan sonraki devirlerde de kurmuş oldukları devletlere evrensel hâkimiyet düşüncesini taşımışlar ve bu düşünceyi hayata geçirmeyi de kendilerine
verilmiş kutsal bir görev olarak bilmişlerdir. (Yuvalı, A, (Türk Devletlerinde “Devlet Geleneği ”Düşüncesinin Evrenselliği) 2016, s.49)
Türk Cihan Hâkimiyeti düşüncesinin hedefi, “Dünyaya Türk töresi ile nizam vermek, diğer milletleri düşmanlıktan vazgeçirmekti.” Nizâm-ı Âlem Ülküsü’nün hedefi ise, “Allah’ın diniyle âleme nizam vermek ve yeryüzünde adaleti, barışı tesis etmekti.” Türk’ün Cihan Hâkimiyeti’ne, Nizâm-ı Âlem’e ve İ’lây-ı Kelimetullah’a giden yoldaki ara hedeflerine ise “Kızılelma” denmiştir. Türk milleti, zamana ve şartlara göre değişen Kızılelmalar peşinde koştukça büyümüş, büyük devletler ve medeniyetler kurmuş, dünyanın İslamlaşmasında ve dünyada adaletin ve barışın tesis edilmesinde büyük görevler üstlenmiştir ve üstlenmeye de devam edecektir.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.