« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

HARBİDEN

      Efendi BARUTCU

15 Eki

2018

DİYARBAKIR İNTİBALARI - 2

15 Ekim 2018

Sultan 1. Kılıçarslan’ın Kabri Nerede?

7 Ekim 2018 Pazar günü İstanbul’dan Diyarbakır’a geçmek üzere bindiğim uçağım Elazığ’a inerken bu duygularla dopdoluydum. Diyarbakır’a niye gidiyordum? Öğrencilik yıllarında zaman zaman bize uğrayan, şimdi ise adli idari muhtelif görevlerde bulunan kardeşlerimi ve bazı dostlarımı ziyaret etmek, kadim Türk şehri Diyarbakır’ı gezmek, tarihi mekanlarını dolaşıp sahabe kabirlerini, evliya türbelerini ziyaret edip, oradan Silvan’a geçip Silvan’da (meyyâfârikin) medfun olan Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın kabrinde dua etmekti. Tarihi kayıtlara göre Sultan I. Kılıçarslan, Diyarbakır, El-Cezire ve Musul hâkimi Çavlı’ya karşı verdiği savaşta Habur’da boğulmuş ve Atabey’i Humartaş tarafından yaptırılan Kutbetü’s-sultan adı verilen türbeye 13 Temmuz 1107 (20 Zilkade 500) tarihinde defnedilmiştir.



Silvan’a ulaştığımızda ne yazık ki halktan hiç kimse Kutbetü’s-sultan’ın yerini bilmiyordu. Her kademedeki mülki ve idari erkana sorduğumuzda da ayni hazin cevabı aldık. Kabrin yeri bilinmiyordu hatta bazıları Sultanın burada medfun olduğundan dahi habersizdi. (Demek ki bir millet tarihi hafızasını kaybederse böyle oluyor. Siz tarihi şahsiyetlerinize gerekli ehemmiyeti vermezseniz bölücü eşkiya ‘demirci kawa’ ve benzeri uyduruk efsanelerle anokranik tarih tezleri ileri sürüyorlar.)

Selahattin Eyyübi Caminde ikindi namazını kıldıktan sonra Karabehlül Camii’nin haziresinin önünde başta ulu ceddimiz Sultan I.Kılıçarslan olmak üzere bütün geçmişlerimizin ruhlarına Fatihalar okuyup ayrıldık.

Diyarbakır’a girdiğimizde cep telefonumuza Büyükşehir Belediye Başkanı Cumali ATİLLA ismiyle şöyle bir çağrı gelmişti. “ Tarihin taşlara yazıldığı huzur ve güvenin şehri, peygamberler ve sahabeler diyarı Diyarbakır’ımıza Hoş Geldiniz.” Eyvallah biz de peygamberler ve sahabelerin ruhlarına Fatihalar okuduk. Galiba Cumali Bey Diyarbakır’ın aynı zamanda Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın baş şehri olduğunu, binlerce alim, fazıl ve devlet adamının bu şehirde doğup büyüdüğünü Ali Emiri Efendi’nin, Ziya Gökalp’in, Süleyman Nazif’in, Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Celal Güzelses’in Diyarbakırlı olduğunu dolayısıyla kadim bir Türk-İslam şehri olduğunu bilmiyor olmalı. Keşke bu hoş geldiniz çağrısına bu büyük insanların isimleri de eklenmiş olsaydı. Zaten büyükşehir belediyesinin annacındaki kürtçe yazılarda bu kanaatimizi kuvvetlendirir nitelikteydi. Efendim bu yazılar silinirse tepki çekermiş e Diyarbakır’ı bölücü eşkıyaya teslim etmediğimiz zamanda tepki gösteriyorlar. Acaba bizim rafa kaldırıldığını zannettiğimiz “Çözüm
Süreci” ne halel gelmesinden mi endişe ediliyor. Bu şehrin valisi yok mu merak ediyorum doğrusu…

Recep Alyamaç’ın Gözyaşları

Elazığ Havaalanında önceden sözleştiğimiz üzere ülküdaşım, değerli kardeşim, dava arkadaşım Recep ALYAMAÇ Bey karşıladı. Hatta latife kabilinden “Gardaş Diyarbakır’a gidelimde millet iki babayiğit görsün” diye takılmıştım. Alyamaç; Diyarbakır’da kahvaltı ciğerle yapılır diyerek beni doğruca Dağkapı Meydanına götürdü. Meydana vardığımızda önce meydana, sonra Dağkapı burçlarına baktı ve arkasından sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Ben de çok duygulanmıştım. Bu tek başına yüzlerce teröristle dövüşecek kadar yürekli yiğit adamı ağlatan neydi? Sordum, başladı anlatmaya.

“Benim dedelerim gibi ben de bu şehirde doğdum. Ben Zaza’yım, Türküm, Türk Milliyetçisiyim. Babaannemden dinledim. Onun babaannesi Türkçeden başka bir dil bilmezmiş. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım bu şehirde geçti. Diyarbakır İmam Hatip Okulundan mezun oldum. 1970’lerin başında Genç Ülkücüler teşkilatı başkanlığı yaptım. 1975’te ise MHP Diyarbakır Gençlik Kolları Başkanıydım. Biz bu şehirde 1973 seçimlerinde 6 belediye meclis üyeliği kazanmıştık. Bu meydan tamamen bir gül bahçesiydi. Ve şurada Atatürk büstü vardı. Şimdi o büst kaldırılmış ve meydana da 1925’te Türkiye Cumhuriyeti’ne silahlı isyana kalkışan ve devletin başına açtığı bu gaile sebebiyle de Musul ve Kerkük’ün bizden koparılmasına sebep olan Şeyh Said’in adını vermişler. (Burçtaki bayrağı göstererek) Şu bayrağın rengine bak. Kirden simsiyah olmuş. Şehrin valisi, kaymakamı bunu görmüyor mu!

Merhum Alparslan Türkeş 1975 senesinin 24 Haziran’ında MHP Genel Başkanı ve Başbakan yardımcısı sıfatıyla Şanlıurfa Viranşehir, Akçakale ve Harran’da topraksız köylüye 231 bin dönüm arazinin tapularını dağıtmıştı, uzun yıllardır bölücüler ve aşırı solcular “Toprak işleyenin su kullananın” sözlerini ağızlarına sakız etseler de Türkiye’de topraksız köylüye toprak dağıtma şerefi MHP’ye ve TÜRKEŞ’e nasip olmuştu. Bunu hazmedemeyen aşırı solcuların ve Urfa’dan sonra ziyaret için geldiği Diyarbakır’ın bazı toprak ağalarının -sıra bize de gelecek korkusuyla- arka plandan kışkırttığı, binlerce bölücü hainin protestolarına maruz kalmıştı.

Burçlara astığımız Türk Bayrağı ve üç hilalli bayrağı-başına diktiğimiz nöbetçi arkadaşı başkan seni çağırıyor diye kandırarak oradan uzaklaştırmış- yakmışlardı. Havada silah sesleri gittikçe artıyor ve vızır vızır kurşunlar geçiyordu. O tarihteki Diyarbakır Valisi Mehmet Karasarlıoğlu akşam 20.00 sularında Türkeş Bey’e dönerek “Efendim size bir serseri kurşun isabet edebilir, isterseniz meydanda konuşmaktan vazgeçin” dediğinde Türkeş elinde megafon ona dönerek ‘Ben bugün bu meydanda konuşmazsam devleti ayaklar altına aldırmış olurum’ diyerek konuşmasını sürdürdü. -Aynı TÜRKEŞ 1995 de aynı meydanda yapılan MHP mitinginde şöyle diyordu; “Bu meydanda cesedim kalır, yine de konuşurum. Devlet ya vardır, ya yoktur. Devleti sokağa mağlup ettirmem.”-.

Bu olaylar üzerine araya askeri birlikler, tanklar girdi. Aşırı solcu, bölücü teröristler hemen meydana bakan ara sokaktaki MHP il binasını işgal etmek ve yakmak üzere saldırıya geçtiler. Biz sabaha kadar direndik. Bölücü hainlere parti binamızı teslim etmedik. Bu arada silahlı çatışmalar olmuş, onlardan 20-30 kişi ağır yaralanmış, bir Mehmetçiğimiz de şehit olmuştu.

Bu olaylara gelmeden önce aşırı solcu, bölücü teröristler Diyarbakırlı Mehmet Salih Güçlü’yü KTÜ Makine Bölümü öğrencisi iken Trabzon’da, öğretmen okulundan mezun olup tayin bekleyen ve taksi şoförlüğü yapan Mehmet Sümbül’ü bir gece taksisinin içinde başından vurarak, Bağlar Orta Okulu Müdürü Ömer Atılgan’ı aynı şekilde şehit etmişlerdi. Bütün bunlar bizim Diyarbakır’ı terk etmemiz için gözdağıydı.

1980 12 Eylül’ünde bu hadiselerden dolayı ben de sorumlu tutularak 90 gün işkence gördüm ve 9 sene idamla yargılandım, sonra beraat ettim.

Biz o büyük olaylardan sonra Diyarbakır’ı terk etmek zorunda kaldık. Hicret ettik. Elazığ’a yerleştim ve halen 43 senedir orada yaşıyorum. Elazığlılar bizi bağrına bastı. Hayatımı çivi sökerek beton sulayarak kazandım sonra Allah nasip etti, binalar inşa ettim ve şükrümün bir ifadesi ve Elazığlılara armağan olsun diye kendi imkanlarımla bir cami inşaa ettirdim. Sağolsun devlet yetkilileri bir nazire ile camiye Hacı Recep Alyamaç Camii ismi verdiler. Milletime devletime hizmet etsinler diye iki ilim adamı evlat yetiştirdim. Kızım Mihriban Elazığ Fırat Üniversitesinde Matematik Profesörüdür, oğlum Esat Kürşad aynı üniversitede inşaat fakültesinde doçenttir. Damadım yine aynı üniversitede akademisyen gelinim matematik öğretmenidir. Şimdi de torunlarım Recep Kürşad, Yavuz Kerem ile Sabahat Seda ve Muhammed Beyazıd’ı anne babaları gibi samimi birer Müslüman ve şuurlu birer Türk Milliyetçisi olarak yetiştirmeye çalışıyorum. Allah’a binlerce şükür olsun dünyalık hiçbir derdim yoktur ama uğruna şehitler verdiğimiz gençliklerimizi, hürriyetlerimizi şahsi istikballerimizi feda ettiğimiz Türk-İslam ülküsü davasının zafer sancağını Anadolunun burçlarına dikememenin acısı bize çok ağır gelmektedir. Sebep olanlar utansın. Ayrıca doğup büyüdüğüm Diyarbakır’ ın bölücülüğün merkeziymiş gibi anlatılması kanıma dokunmaktadır. Yaşadığımız olaylar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti ve kendimi tutamadım” dedi.

8 Ekim Pazartesi günü bazı kamu kuruluşlarındaki dostlarımızı ve yetkilileri ziyaret ettik. Bu arada iki ayrı kaymakamı ziyaretimiz esnasındaki iki ayrı tavırdan bahsetmeden geçemeyeceğim. Birincisine gittiğimizde burçtaki kirli bayraktan bahsedince “zabıtaların ihmalidir” deyip geçiştirdi. Oradan Sur Kaymakamı Abdullah Çiftçi Bey’i ziyarete geçtik. Konuyu kendisine açar açmaz hemen özel kalem müdürünü çağırarak “derhal o bayrağı yenisi ile değiştirin” talimatı verdi. Sabahleyin yine Dağkapı Meydanından geçerken baktık. Burçlarda tertemiz bir Al Bayrak dalgalanıyordu.

Üç gün kaldığımız Diyarbakır’da her kademeden adli-idari erkanla, Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileriyle, halkın değişik kesimlerinden insanlarla görüşme, sohbet etme imkânımız oldu. Gittiğimiz her mekanda Recep ALYAMAÇ etrafında bir sohbet halkası oluşturuyor ve 18 yaşındaki bir genç ülkücü heyecanı ve coşkusuyla onlara bazen Türkçe bazen Kürtçe bazen Zazaca Diyarbakır’ın kadim bir Türk-İslam şehri olduğunu bölücü eşkıyaya prim vermemelerini, başta Öcalan olmak üzere bunların önemli bir kısmının soylarının ve geçmişlerinin şaibeli olduğunu anlatıyordu. Cahit Sıtkı Tarancı evinde karşılaştığımız ve kendini PKK dan nefret ediyorum ama Kürdüm diye tanıtan Dersimli Çiğdem Hanıma Türklüğünü ispat için yaptığı ısrarlı ve hoş sohbeti dinlemeliydiniz. “Kızım Tunceli’de Kürt ne gezsin, onların çoğu kendilerini gizlemek isteyen Ermeni artıklarıdır. Siz Horasan erenlerinin çocukları, öz be öz Türklersiniz.” dedi Sonunda Çiğdem Hanım Recep ALYAMAÇ’a sarılarak “Amca sizi çok sevdim evet benim atalarım Horasan’dan gelmiş” dedi. Dış kapının önünde Diyarbakır’ı gezmek için gelen 40-50 kişilik bir misafir kafilesiyle karşılaştık. Onlara hitaben; Türk-İslam Şehri Diyarbakır’a hoş geldiniz diye sesleniyordu. “Recep ALYAMAÇ Neredeyse açık hava mitingi yapacaksın” dedim.

Meşhur açılım ve çözüm sürecinde bölücü terör örgütünün bomba yığınağı haline getirdikleri ve yetmişe yakın vatan evladının şehadetiyle sonuçlanan Sur çarpışmalarından sonraki halini görmek için Sur içini gezdik. Bir bölümü halen devam eden inşaatlar sebebiyle kapalı olsa da baştan sona imar edilmiş düzenlenmiş geniş parkları aydınlatmalarıyla bu tarihi şehre layık hale getirilmiş bölgelerini sevinerek dolaştık. Çok eskiden beri Yanan Çarşı diye bilinen bölgeye yeniden inşa edilen mimari üslubu ve tertemiz görüntüsü ile caddeye ayrı bir güzellik katan çarşısını gördük. Tarihi şahsiyetlerin yaşadığı mekanları dolaştık. Sülüklü Han’da çok nefis bir Türk kahvesi içtik. Güzel iş lokantasında Diyarbakır’ın leziz yemeklerini tattık. Hemen bir üzüntümü belirteyim. Bu mekanların tamamına yakınında ecnebi müziği çalıyordu. İşletmenin sahibini veya yöneticisini çağırıp “Buraya çok ecnebi turist mi geliyor?” diye sorduğumuzda “Hayır, öyle bir şey yok.” diyorlardı. “Burada ikram ettiğiniz yiyecek ve içecekler Diyarbakır mutfağının ürünleri Diyarbakır gibi tarihi ve köklü bir musiki geleneğine sahip olan bu şehirde doğrusu biz Diyarbakır musikisinden örnekler dinlemek isterdik.” Dediğimizde sudan bahaneler ileri sürüyorlardı. Sülüklü Han’da kahveleri ikram eden bir genç hanımın cevabı şöyle oldu; “Efendim müzik evrenseldir” bendeniz de “doğrudur ama milli olmadan evrensel olunmaz, ayrıca da Türk müziği de bu evrensel dediğiniz müziğin bir parçası değil midir? Onu neden çalmıyorsunuz?” dedim. Tabi kastettiğimiz yüksek seviyeli batı müziği değildi. (Bu yabancı müzikle ilgili aşağılık duygusundan kaynaklanan tavır sadece Diyarbakır’daki bazı insanlara mahsus bir hastalık olmayıp yoz batı kültürünün hayat tarzının birçok unsurları gibi ecnebi müziği de doğudan batıya bütün şehirlerimizde insanlarımızın kulaklarını tırmalamaya ve ruhlarını karartmaya devam etmektedir.)

Sayın Kenan Aksu’nun başkanlığını yaptığı Diyarbakır Kültür, Turizm ve Musiki Derneği Diyarbakır Kültür Evi’nde her ikisinin adı da Mehmet olan icracılardan dinlediğimiz çok güzel Türk Musikisi örnekleriyle kulağımızın pası silindi diyebilirim.

1) http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=250398
Devam edeceğiz…

Yarın; “Diyarbakır Halkı Ne Diyor?
Çözüm mü Çözülme mi? Tespitler Çareler.”

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,96 M - Bugn : 22109

ulkucudunya@ulkucudunya.com