« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

20 May

2014

Sorumlu kim?

Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970

Bu faciayı önleyecek güce ve araçlara sahip, dolayısıyla hesap soracağımız üç aktör var: Hükümet, işveren ve sendika. Hükümet’in farklı iki sorumluluğu bulunuyor.

Birincisi mülkiyeti kamuya ait olan bu madenin işletilme hakkını, bir sözleşme ile bu şirkete devrederken ortaya çıkıyor. Bu devir işleminde ve sözleşme şartlarında bu felaketin sebepleri bulunabilir. Yüksek risk taşıyan maden ocaklarında işçi sağlığını ve güvenliğini ön plana alan bir sözleşmenin mantığı ile en yüksek kârı elde etme çabası arasındaki derin uçurumdan, ölümcül sorumluluklar çıkabilir. Maden ruhsatı bu şirkete verilirken, şayet iddia edildiği gibi rüşvet, komisyon gibi havuz problemi çözülmüşse, bu yolsuzlukların da doğrudan 300 işçinin göz göre göre ölümünde payı olduğunu varsaymamız gerekir. Alın size iki iddia: Seçim zamanı İktidar Partisi tarafından halka dağıtılan bedava kömürün, verilen ruhsat karşılığı işletme hakkını alan şirket tarafından temin edildiği; ve madende çalışan işçilerin parti teşkilatının tavassutu ile işe alındığı. Her ikisi de Hükümet ile Şirket arasında somut bir ahbap-çavuş ilişkisi olduğunu kanıtlar ve ağır bir siyasî sorumluluk getirir.

Hükümet’e düşen ikinci sorumluluk, madenin denetlenmesi ve işçi güvenliğinin sağlanması konusunda. Faciadan yirmi gün önce Meclis’e verilen araştırma önergesi ve Başbakan’ın felaketten hemen sonra, Şirket’i aklayan beyanlarda bulunması denetim konusunda ciddi şüpheler uyandırdı. Hadisenin başlangıcından önceki güne kadar Hükümet’i destekleyen medya organları Şirket’e sahip çıktılar. Öyle anlaşılıyor ki, kamuoyunda oluşan tepki ile baş edebilmek için bu stratejiden vazgeçtiler ve Şirket patronunu aslanların önüne attılar. Bu kalıbı, 17 Aralık yolsuzluk soruşturması patlayınca, Başbakan’ın bakanlarına önce sahip çıkmasından, sonra istifaya davet etmesinden hatırlayabilirsiniz. Bu savunma stratejisindeki değişim bile, Hükümet’in siyasî sorumluluğunun kapsamı hakkında ipuçları barındırıyor.

Şirket’in kusurları açıkça ortada. Savcıların bilirkişi marifetiyle topladığı deliller, Şirket’in felaketteki payını ortaya çıkartacak. Şirket sahiplerinin ve yöneticilerinin cezalandırılması, vahşi kapitalizme özgü insan hayatını hiçe sayan kâr dürtüsü ile kişisel sorumluluk arasında bir denge kurulmasını sağlayabilir.

Felaket sonrası tartışmalarda İşyeri sendikasının sorumluluğu üzerinde hiç durulmadı. Hükümet-İşveren ve İşçi üçgeninde, işçinin hakkını ve hukukunu ve en önemlisi canını aslanlar gibi gözetmesi ve savunması gereken bir sendika gerekiyor. Kamuoyuna yansıyan ifadelerde yer alan iş güvenliği ile ilgili işçilerin şikayetlerini takip edip, daha güvenli bir çalışma ortamı için ısrarcı olması gereken aktör doğrudan bu sendika. İş Kanunu, işçilere, güvenlik sağlanmadığı zaman iş bırakma hakkı gibi, bazı kritik haklar tanıyor. Ancak arkasında örgütlü bir güç olmadan işçilerin bu hakları kullanması neredeyse imkânsız. Sendikaya düşen sorumluluğun, benzer kazaları önlemek ve sendikacılıkta emsal oluşturmak için ortaya çıkartılması şart.

Hükümet, facia sonrası kamuoyunun yönlendirme araçlarına kriz yönetimi mantığı ile yaklaştı. Toplumda oluşan öfkeyi dengeleyecek çareler bulamadı. Tersine, suçluluk duygusunu ele veren savunma pozisyonunda kaldı. Arada iktidarın getirdiği özgüven ve kibrin kontrolsüz patlamaları ortaya çıktı. İktidar olmak böyle bir şey. Her durumda haklısınız. Danışmanın yerde yatan göstericiye attığı tekme, bu haklılığın hafızalara kazınan bir fotoğrafı olacak. Sorun bu tekmeden çok, tekmeyi atanın haklılığı iddiasında. Aradan bir korkaklık ve yılgınlık hali çıkıyor. Güç sahipleri, ellerindeki gücü çok iyi bildikleri için güçten en fazla korkanlar oluyor. Danışman’ın tekmesinden çok, tekme sahibinin aldığı bir haftalık “iş göremez” raporu, iktidar gücünün korkaklığına ve her durumda haklılığına bir delil olarak kayda alınmalı.

Bütün taraflar suçlu olduğu için, bu çürümüş tablo içinden sorumluları ayıklayamayız. Hukuk sistemi de işlemediğine göre, tarafsız ve objektif bir uluslararası denetim kurumuna ihtiyacımız var. Yoksa yeni kazaları önleyemeyiz.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,28 M - Bugn : 8671

ulkucudunya@ulkucudunya.com