« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 May

2007

Ergenekon’dan Tabutluğa...

Muhsin Öztürk 01 Ocak 1970

 “Tabutluk... Beton içine bir tabut büyüklüğünde oyulmuş bir yer. İkibin voltluk bir ampül. O zamanın emniyet müdürü Nazi Almanya’sına gitmiş ve bu helozonlu işkence ampüllerini getirmiş. Bileklerimizden duvara asılıyoruz. Ayaklarımız yere değmiyor.

Müthiş sıcak. Kapılar da kapalı. Tam bir tabut gibi. Ampül beyninizde kızdırılmış iğne batıyormuş gibi acılar veriyor. Bağırıyorsunuz. Tamam diyenleri bırakıyorlar imza ettiriyorlar. Bir seferinde ‘Tamam tamam’ dedim alıp beni götürdüler. O zamanın Emniyet Genel Müdür Muavini Kamuran Çuhruh ve İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir. İlk girişimde doktor çağırdılar yemin etmeye sağlığı müsait midir, değil midir diye. O da müsaittir deyince tükürdüm suratına. “Böyle mi yemin ediyorsunuz, işkence için mi yetiştirildiniz” falan dedim. Tabii, götürün “mûtena” odaya dediler. Tabutlukların ismi mûtena odaydı. İkinci keresinde gittim. Hazırlamışlar ifadeleri. Ve ifadelere baktığım zaman ne kadar çekindikleri isimler varsa hepsini bu işin içine katmaya çalışmışlar. Celal Bayar, Adnan Menderes... Hiç alakaları yok tabii yırttım attım. Sonra sille tokat içeri attılar tekrar. İşte orada dört gece kaldıktan sonra çıkardılar, zaten bayılmışım....”

Yıl 1944... Nihal Atsız ile Sabahattin Ali arasında görülen dava büyük bir mitinge dönüşür... Tam da o günlerde Rusya Almanya içlerine doğru ilerlemektedir. Rusya’nın Almanya’ya yürümesinin Türkiye için ne anlam ifade ettiğini anlamak için olayın öncesine ve sonrasına bakmak gerekiyor. Bir de Reha Oğuz Türkkan’ın gördüğü işkencenin perde arkasına. Yani 3 Mayıs’ı 3 Mayıs yapan şeye...

Olayın canlı “şahidleri”

Bize o dönemle ilgili tanıklıklarını ve yaşadıklarını anlatan üç kişi var. 23 kişiden hayatta kalan iki kişi; iddia makamına göre “elebaşı” Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, “ihtilale yeminini kerhen yapmış (!)” olduğu için bir yıl yattıktan sonra dışarı çıkan Fehiman Tokluoğlu ve o dönemde küçük bir çocuk olan Nihal Atsız’ın oğlu Yağmur Atsız...

1940’lı yılların başlarında çıkan Bozkurt ve Ergenekon, isimlerinden de anlaşılabileceği gibi milliyetçilerin ve onların önde geleni olan Reha Oğuz Türkkan’ın çıkarttığı dergiler. Milli Şef ‘e ve resmi görüşe aykırılıktan sık sık kapanan dergilerden sadece ikisi. Lise ve üniversite çağında bu dergilerle karşılaşan Fehiman Tokluoğlu’nun ifadesiyle muhalefet kavramının olmadığı bir dönemde bunlar “muhalefet eden” yegane dergiler. Dergi kapama alelade bir durum gibi gözüküyor o dönem için. Tek eleştirilebilen kurum belediyeler.

Dönemi anlamak için iki gelişmeye ve iki tavra göz atmak gerekiyor. Yıl 1939. Türkkan’ların aile dostu Cumhuriyet’in sahibi Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi gazetesinde yazdığı yazılarda “düzene uymalıyız” diyerek oldukça açık faşizm propagandası yapıyor. Reha Oğuz Türkkan ise çıkarttığı Ergenekon dergisinde faşizmin tehlikeli olduğu yolunda yazılar kaleme alıyor. Aile dostu Nadi’lerle aralarının bozulması bu nedene dayanıyor. Bu arada, derginin yayınları Almanya ile ilişkileri zedeleyebileceği endişesi doğurmaktadır ve çok geçmeden dergi kapatılır. Çok değil bir kaç yıl sonra aynı dergi bu sefer komünizm aleyhtarı yazılarından dolayı “Rusya” ile ilişkilerimizi bozuyor gerekçesiyle kapatılacaktır. Hassas dengelerin baş gösterdiği bir dönem... Bazıları bunu İnönü’nün temkinli politikasına bağlarken Reha Oğuz Türkkan da bunu İnönü’nün “korkak” dış politik tavrına yoruyor.

Hasan Âli komünist değildi!

Reha Oğuz Türkkan Atatürk’ün milliyetçiliği önemsediğini ve Orta Asya’dan gelen öğrencileri koruduğunu, Türkçülükle ilgili çalışmalara ağırlık verdiğini anlatıyor. Fehiman Tokluoğlu da, “Tarih ve edebiyat dersi kitaplarını okuyan bir kişinin milliyetçi olmaması mümkün değil neredeyse” diyor. Fakat Tek Parti hükümeti milliyetçilik açısından kötü bir karneye sahip. En başta gelen konu ise solcu olduğu bilinen Kadro Hareketi’nin Hasan Âli Yücel tarafından kollanması ya da kadrolaşması, batının pek çok klasikleri tercüme edildiği halde milli kültür değerlerini taşıyan eserlerin görmezlikten gelinmesi...

Eleştirilerin dozajı 1943’te Rusya’nın Almanya’ya, oradan da Bulgaristan’a doğru yönelmesi ve İnönü’nün dış politikada denge dümenini Rusya’ya kıvırmasıyla daha da artar. Çünkü konjonktür değişmiş, devlet nezdinde solcular muteber sayılırken milliyetçiler de tehlikeli olarak görülmeye başlanmıştır. “Hasan Âli’nin, Falih Rıfkı’nın, Nevzat Tandoğan’ın manevraları bundan, yoksa bunlar komünist değildi. O yüzden onları korumaya başladılar, bizi tehlike olarak görmeye başladılar” diyor Reha Oğuz.

Atsız, Reha Oğuz’un çıkarttığı Ergenekon’da yazılar kaleme alır. Çok kuvvetli polemikleriyle tanınan Nihal Atsız’ın yazıları derginin sık sık kapatılmasına yol açar. Reha Oğuz’la Nihal Atsız’ın üslûp uyuşmazlığı, Türkkan’ın yazıları dergide çıkmadan önce görme talebi ikilinin yollarını bir süre ayırır. Nihal Atsız Orkun’u çıkarmaya başlar. Bu arada pek çok milliyetçi dergi de sökün etmiştir. Orhan Seyfi Orhon Çınaraltı’nı, Dr. Fethi Tevetoğlu Kopuz’u çıkarmaya başlar. Zeki Velidi Togan’ın da bir dergisi yayınlanmaktadır...

İhtilal hazırlıkları!

Zeki Velidi Togan, Atsız’ı ve Türkkan’ı evine çağırır; birbirlerine hücum etmemelerini ister ve barışırlar. Bu haber Ankara’da bir ihtilal teşebbüsünün alt yapı çalışmaları olarak algılanır. İhtilal senaryosunun diğer ayağı ise şöyle kurulur: Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını elde etmesinin ardından Prof Dr. Zeki Velidi Togan, içinde Atsız ve Türkkan’ın da bulunduğu 7—8 kişiyi evinde toplar ve genç Doğu Türkistan’ı desteklemek maksadıyla gerekirse oraya gidecekleri üzerine Kur’an ve Türk Bayrağı üzerine yemin ettirerek söz alır. Bütün bunlar savcının iddianamesinde hükümeti devirmek için yapılan örgütlenme ve yemin olarak geçecektir.

Nihal Atsız, Orkun dergisinde o günlerdeki meşhur milliyetçi nutuklarıyla bilinen Başbakan Saraçoğlu’na açık mektup göndererek üst üste iki makale neşreder. Ana teması; “Ben milliyetçiyim diyorsun ama bak komünistler hükümetten himaye görüyor”dur. Ve bu yazılarda devlette yerleşen komünistlerden de ‘ismen’ bahseder. Bunun üzerine ismi geçen kişi, Sabahattin Ali, Atsız’a karşı dava açar. Ve tutuklamalara giden yol başlamış olur...

Dava, miting, tutuklamalar...

Ankara’da görülen dava kalabalık bir kitle tarafından izlenir, dava değil neredeyse mitingdir. Fehiman Tokluoğlu anlatıyor; “Atsız duruşma için Ankara’ya gelince Hukuk fakültesi öğrencileri Sait Bilgiç ve Cebbar Şenal, Atsız lehine masum bir miting düzenlemişler. Savaş yıllarının verdiği sıkıntıların birikimi ile buna halk da katılmış ve iş mecraından çıkarak büyük bir gösteriye dönüşmüş, hükümet aleyhinde sloganlar atılmış.” Onbinlerce kişi katılmıştır bu kitle eylemine. Davayı takip etmek için Ankara’ya giden Reha Oğuz Türkkan da mitingi tertiplemek için orada olduğu iddiasıyla suçlanacaktır. “Hükümeti eleştirmek, on kişinin bir araya gelmesi suç sayılıyordu o dönemde” diyor. Ve ekliyor; “Doğrusu evet, biz bu suç sayılan şeyleri gerçekten yapıyorduk.”

Sonuç olarak ihtilale teşebbüs için örgütlenme iddiasıyla önce yüzlerce kişi içeri alınır, Türkçülüğü tescilli olduğu düşünülen 23 kişi Turancılık ve ihtilale teşebbüs suçlarından tutuklanır.

Tabutluklar ve 23 kişi

Kimdi Türkçülüğü tescilli bu 23 kişi? Başta Alparslan Türkeş olmak üzere altısı asker kökenliydi; Nurullah Barıman (Yedek Astsubay), Zeki Özgür (Sofuoğlu), Dr. Fethi Tevetoğlu, Hasan Ferit Cansever, Fazıl Hisarcıklı, o dönem İstanbul Üniversitesi Türk Tarihi Profesörü Zeki Velidi Togan, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, üç İTÜ Mühendislik son sınıf öğrencisi, Cihat Savaşver, Muzaffer Eriş, Fehiman Tokluoğlu (Altan), Cenap Şehabettin’in torunu İsmet Tümtürk, Hamza Sadi Özbek, şair Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Cebbar Şenel, Sait Bilgiç, Cemal Oğuz Öcal, Hüseyin Namık Orkun, Saim Bayrak ve Yusuf Kadıgil. Osman Yüksel Serdengeçti ise tanık olarak mahkemede bulunmuş fakat tutuklamalar sırasında o da “tabutlukta” işkence görmüş.

Pera Palas’ta ağırlayacak değiliz ya!

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu Sansaryan Han’da ağırlanıyor 23 kişinin sivil olanları. Asker olanlar ise Tophane Askeri Cezaevinde. Fehiman Tokluoğlu’nun mahkemede “tabutluk” olayını doğrulaması üzerine mahkeme savcısı yüzbaşı Kâzım Alöç’ün söyledikleri şartların ağırlığını özetliyor. “Efendim, biz bunları reisicumhur namzedi olarak karşımıza getirmedik. Bunlar rejimi devirmeye ahdetmiş hâin, câni kimseler. Pera Palas’ta misafir edecek değildik ya! Tabii ki her türlü muameleyi göreceklerdir.” Ancak bir yatağın zar zor sığdığı tek kişilik hücrelerde men—i ihtilat halinde uzun bir dönem geçiriyorlar. Bazılarının aileleri de içeriye alınıyor. Nihal Atsız ve eşi örneğin... Yağmur Atsız henüz çocuk ve dışarıda bırakılıyor. Alışıldık işkence türlerinden farklı olarak 1944 olaylarının anılmasında şifre kelime olarak kullanılan ‘tabutluk’lar var. Tabutluk işkencesi gören aslında üç—dört kişi. Fakat pek çoğunun ifadeleri “tabutluğun” önünde alınıyor. Yazının giriş bölümünde okuduğunuz gibi bunu en ağır olarak yaşayan kişi Reha Oğuz Türkkan. Tokluoğlu bazı kişilerin suçu Reha Oğuz Türkkan’a attığını ve onu zor duruma düşürdüklerini belirtiyor. Fehiman Tokluoğlu, SS subaylarına benzettiği zamanın Emniyet Genel Müdür Muvavini Kamuran Çuhruh’un emriyle tabutlukları görmüş olanlardan.

Alparslan Türkeş’in tırnakları sökülmedi

Sansaryan Han’da gerçekleşen diğer ‘sıradışı’ işkence de bir taraftan lağımın aktığı, akreplerin cirit attığı betondan mürekkep hücre. Burada Türkkan 2 gün kalıyor, Nihal Atsız ise bir hafta. Reha Oğuz Türkkan sivillere işkence yapıldığını, üniformalılara yapılmadığını söylüyor. “Hani derler ya tırnakları söküldü Alparslan Türkeş’in. Öyle olmadı deyince bana kızıyorlar. Kendisi bana da anlattı. Soruşturmada kerpeten getirmişler tırnaklarını sökmek için. Ama komiser bu asker, başımıza bela olur, diyerekten buna engel olmuş. Biraz da kanatmışlar sonra da pamukla kapatıp bırakmışlar.” Reha Oğuz Türkkan’ın bir gözü neredeyse kör olma noktasına gelmiş. Kendisine diğerlerinden daha fazla işkence yapılmasını, 134 Azeri mülteciyi Ruslar’a teslim etmesi olayında İnönü’nün yüzüne karşı ağır sözler sarfetmesine bağlıyor. Türkkan’a göre yaşananlar aslında bir davadan çok İnönü’nün siyaset yapma biçimini sergiliyor.

Fehiman Tokluoğlu ise mahkeme sırasında en cesur çıkışı yapan kişilerden biri olmuş. Alparslan Türkeş o günleri anlatırken “Fehiman davanın seyrini değiştirdi” dermiş. Fehiman Bey o günkü soyismi olan Altan’ı değiştirmesini Tokluoğlu’nun aile ismi olması olarak açıklıyor. Velhasıl dönemin en büyük zorluğunu ve sonradan temyizde bozulacak olan en büyük mahkumiyeti Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan ve Nihal Atsız görmüş. Askeri Mahkeme’de görülen ve Askeri Yargıtay’a temyize giden dava, Reha Oğuz Türkkan’ın anlatımıyla İnönü’nün bütün etki ve baskı politikalarına rağmen beraatle sonuçlanır. İlginçtir, bu beraat kararı açıklanmadan Ruslar Boğazlar’dan üs isterler. Fehiman Tokluoğlu’nun anlattığına göre bu mahkumiyet sırasında Moskova Radyosu’nda İsmet Paşa’nın iki—üç öğretmen ve öğrenciyi içeri tıkmakla kendilerini kandıramayacağı mealinde konuşmalar geçer. Yani bütün şirinlik gösterileri boşa gitmiş, işkenceler yapanın yanına kâr kalmıştır.

Peki 1944’te başlayan dava bir daha resmi organlarda gündeme gelmemiş midir? Gelir. 1949’da Kenan Öner, Hasan Âli Yücel’e komünist dediği için Öner—Yücel davası başlar. Bu dava sırasında 44—45 davası da gündeme gelir. Gerisini Fehiman Tokluoğlu anlatıyor. “Beni İçişleri Bakanlığı’ndan çağırdılar. Kamuran Çuhruk hakkında soruşturma açılmış. Şahid olarak bildiklerimi sordular, tabutlukların krokilerini çizdirdiler. Bir kaç gün sonra da Genelkurmay’dan çağırdılar ve Askeri Mahkeme’nin tutumu hakkında bilgi istediler. Bildiklerimi anlattım. Bunlar mahkemeye verildiler, beni de şahid olarak dinleyecektiler. 1950 seçimleri yapıldı, iktidar değişti, af kanunu çıktı ve hepsi kurtuldu.”

Reha Oğuz Türkkan sonraki dönemlerde İnönü ile karşılaşmalarını anlatıyor; “1960’larda başbakanken Amerika’ya geldi. O sırada Rumlar Ermenileri de yanlarına alarak Kıbrıs Meselesinden ayağa kalkmışlar. Hava alanında çok ağır bir nümayiş yapacaklarmış. Başkonsolosun paçaları tutuşmuş. Bütün derneklerle bağım olduğu için “Aman hocam bir karşı grup oluşturun” falan diye geldi. Biz de gittik havaalanında İnönü’yü karşıladık. Elini sıktım. ‘Türkiye Başbakan’ı olarak elinizi sıkıyorum, İnönü olarak değil’ dedim. Ters ters baktı bana.”

Adnan Menderes, Türkkan’la Amerika’da bir gezide karşılaştığında “Artık gel Türkiye’ye. ‘Tabutlu Zebanileri’ni devirdik” der. Adnan Menderes seçim kampanyası sırasında kullanmış ‘Tabutlu Zebaniler’ terimini. “Bize işkence yapan Kamuran Çuhruh ve Ahmet Demir’in vali yapıldığını hatırlattım ona” diyor Türkkan.

Ankara mitingini tertipleyen iki hukuk öğrencisi Cebbar Şenel ile Sait Bilgiç’in yolları da yıllar sonra bir yerde kesişir. Cebbar Şenel 27 Mayıs yargıcı, Sait Bilgiç de 27 Mayıs sanığı olarak.

Bilebildiğimiz kadarıyla 23 kişiden sadece ikisi hayatta. Fehiman Tokluoğlu ve Reha Oğuz Türkkan. Alparslan Türkeş’in sıklıkla “işte bana Turancılığı bulaştıran adam” diye bahsettiği Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan uzun bir süredir Amerika’da yaşadıktan sonra 1972’de geri dönüyor. Amerika’da bulunduğu sırada Cumhuriyet’e 68’e kadar süren “milliyetçi” döneminde Amerika Mektupları yazıyor Fehiman Tokluoğlu ve emekli bir mühendis olarak hayatını devam ettiriyor.

Aradan 56 yıl geçmesine rağmen 3 Mayıs unutulmadı. 3 Mayıs milliyetçilerin her yıl andığı bir olay niteliğinde. Başta MHP olmak üzere pek çok milliyetçi kurum bugünü ‘bayram’ havasında kutluyor artık. MHP Genel Başkan Yardımcısı Murat Şevkatli’nin dediği gibi MHP’nin temeli 1944’te atıldı.

Peki DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in 1940’larda Reha Oğuz Türkan’ın çıkarttığı Gökberi dergisinde şiirlerinin yayınlandığını biliyor muydunuz? Kaybedilen şeylerin geri dönmesini isteyen bir havadadır bu şiirler. “Ey Tuna! Türk’ün aksini sularında görmediğin için mi öyle hazin hazin akıyorsun?”

Fehiman Tokluoğlu’na o günden bugüne fikrinde bir değişiklik olup olmadığını sorduğumda “köprünün altından çok sular aktı” diye konuşuyor. Ne kadar doğru.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,05 M - Bugn : 9070

ulkucudunya@ulkucudunya.com