« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

13 Şub

2012

BAHTİYAR VAHABZADE ANLATIYOR

Dr. Erdal KARAMAN 01 Ocak 1970

Vahabzade ile 1999 yılı sonbaharında tanışma fırsatını elde ettik. Şiirlerini
Türkiye Türkçesi’ne aktarmak için kendisiyle günlerce beraber çalışma imkânı elde ettik.
Bir okuyucusu olarak zat-ı âlilerini uzaktan tanıdığım şairi ilk defa yakından görecektim.
Şoförü bizi evine götürdü. Kendisi, bizi kapıda karşıladı. Şairi, ilk defa gördüğümde,
kendisinin, Necip Fazıl’a çok benzediğini söylediğimde, bunu ilk söyleyenin benim
olmadığımı ifade etti. İlk günlerde şiirlerini aktarmaktan ziyade kendisiyle sohbet ettik.
Şiirlerini Türkiyeli bir okurun anlayıp istifade edebileceği bir kıvama getirmek için
Türkiye Türkçesi’ne aktarmaya başladık.
Doğrusu şiirlerini Türkiye Türkçesine aktarmak hiç zor olmuyordu. Çok yakından
tanıma fırsatını elde ettiğim şair, kitabına alacağı şiirleri önceden seçiyor daha sonra da
beraberce hece ölçüsü bozulmadan Türkiyeli birisinin rahatça anlayacağı kıvama
getiriyorduk. Bu sırada şiirin yazılış hikâyesini de öğreniyorduk. Her bir şiirin sebeb-i
vücudunu kendi ağzından dinledikten sonra hangi kelimenin nereye konacağı daha kolay
ve zevkli bir hal alıyordu. Böylece verilmek istenilen mesajla seçilen kelimelerin de
uygun olmasına gayret ediyorduk.
Bazen de herhangi bir şiirini bizim okumamızı ve yorumlamamızı istiyor.
Okuduğumuz şiirden ne anladığımızı merak ediyordu. Bu şekilde şair duygu ve
düşüncesinin okuyucu tarfından nasıl algılandığını da test ediyordu. Bu şekilde şiirlerini
yorumladığımızda bazen tebessümle, ¨Allah Allah ben neler düşünüyormuşum.¨ diye
şaka-vari espiriler yapıyordu.
Bu şekilde çalışmamız uzun süre devam etti. Yer yer şairin hatıralarını bu sırada
dinleme imkanı elde ettik. Şair bu hatıraları dile getirirken bazen sesi yükseliyor,
heyecanlanıyor bazan de gözyaşlarına hakim olamıyordu. Karşımda bir asra yakın hayat
sürmüş, uzun ve sıkıntılı bir dönemi iliklerine kadar yaşamış birisinin olması bize ayrı bir
heyacan veriyordu. Bu hatıraların bazılarında şairin bir dönemde çekmiş olduğu sıkıntılar
gözler önüne seriliyordu. Onun hatıralarında yaklaşık bir asrın hülasasını görmek
mümkündür. Bu hatırlarda bazen hasretin burukluğu insanı hüzne boğar, bazen tehlikeli
bir anın verdiği korku insanı ürpertirken, bazen de geçmişin sayfalarına gömülen onurlu
bir başkaldırış insanı gururlandırır.
Sözü edilen hatıraların bazılarını şu başlıklar altında ele alabiliriz:
Sovyet Askerlerine İlk İtirazlar ve Kaçak Abbas
1930’lu yıllarda Şeki’de binlerce insan Sovyet askerlerine isyan eder, Ruslara
teslim olmak istemez. Şekililer yıllarca Sovyet ordusu ile mücadele eder. Binlerce insan
bu isyan sırasında canından olur. Bu dönemde olup bitenleri çocuk yaşlarında gören
Vahabzade, Rus askerlerinin yaptıklarını hiçbir zaman unutamaz. Çocuk yaşlarında
gözleri önünde gerçekleşen olaylardan birisi bunca yıl geçmesine rağmen hala şairin
hatıralarında bugün olmuş gibi ter ü tazedir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, şair, Rusların, Azerbaycan’ı işgal ettiği bu ülkede
sistemini yerleştirmek için yoğun bir propaganda içerisine girdiği bir dönemde dünyaya
gelir. O, çocuk yaşlarında Sovyet askerlerinin doğup büyüdüğü şehir Şeki’de yaptıklarını
kendisiyle yaptığımız görüşmede şöyle anlatmaktadır:
¨Çocukluğumda yaşadığım, beni çok etkileyen, unutamadığım bir olay 1932'de
doğduğum şehir Şeki'de geçti. Ruslar Azerbaycan'a girdiklerinde icraatlarını
gerçekleştirmeye başladılar. O dönemlerde, 1932'lerde, kalhozların temelleri atıldı. Halk,
topraklarını ve mülklerini ellerinden alan Rusların bu faaliyetlerine karşı çıktı, Şeki'ye,
gelen Rus yetkililer şehre almadılar. Girilen mücadeleden sonra şehir halkın eline geçti.
Babamın anlattığına göre, Bakü'de bulunan Rus askerleri isyanı bastırmak için Şeki'ye
gelirler. Şeki, bir hafta boyunca, ayaklanan, kalhozlara karşı çıkan halkın elinde kalır.
Rus askerleri bunların büyük bir kısmını ortadan kaldırır. Sağ yakalananların bir kısmı
zindana atılır, bir kısmı da kurşuna dizilir. Kalan insanlar mücadelesini devam ettirmek
için dağa çıkar. Sözünü ettiğimiz isyandan sonra bu şehirde tevkiflerin, takiplerin ardı
arkası kesilmez. Şüpheli insanlar, sorgulanmak üzere KGB'ye çağrılır, ifadeleri alınır. Bu
olaylardan birkaç yıl sonra biz Bakü'ye göç etmek zorunda kaldık.
O dönemde dağa çıkan insanlar, mücadelelerini 1949 yılına kadar sürdürürler.
Halk onlara yardım eder. Dağdaki insanlara yardım edenler arasında dedem de vardı.
Bizim Bakü'ye göçmemize bu olay sebep olmuştu. Dedemin yardım ettiği desteklediği
isyancılardan birisi de onun akrabalarından Kaçak Abbas'tı. Kaçak Abbas çok cesur bir
insandı. Arkadaşlarıyla birlikte yüzlerce Rus askerini öldürmüştü. Ruslar onun yanına
yaklaşamıyordu. Bir gün dağda onu vurdular, sürükleyerek Şeki'ye getirdiler. Pantolonu
çıkmıştı. Askerler onun ölüsüne kurşun atıyorlardı. Halka; ‘Bakın isyan edenlerin sonu
böyle olur.’ diye Kaçak Abbas’ın cesedini şehirde sokak sokak dolaştırdılar. Küçük
yaşlarımızda gözlerimizin önünde geçen bu olay bizim kuşaktaki birçok insanın Ruslara
karşı kinle dolmasına sebep oldu.
Gözlerim önünde geçen bu olay, beni çok müteessir etmişti. Bu fecaat karşısında
dayanamadım ağladım. Eve gittiğimde, amcalarımın hanımları, annem siyah elbiseler
giymişlerdi. Dedemin yanına gittiğimde onun da gözyaşlarını tutamayıp ağladığını
gördüm. Bu olay beni çok etkilemişdi. Bundan dolayı da Ruslara karşı kinle dolmuştum.
Bana sık sık sorulan ‘Sendeki bu derece Rus düşmanlığının sebebi nedir?’ sorusunun
temelleri bu hakikatler altında yatmaktadır. ¨
Türkiye’ye İlk Defa Ayak Basacağım
Şair, çocuk yaşlarında Türkiye hakkında anlatılan hikayelerle büyür. Babasının,
dedesinin ve öğretmenlerinin ağzından Türkiye’nin hiçbir zaman düşmediğini ifede eden
Vahabzade, yakınlarının Türkiye sevgisinden küçük yaşlarında çok etkilendiğini dile
getirmektedir. Gençlik yıllarında Türkiye’yi ziyaret etmek için can atar. Bir fırsat bulup
kendi ülkesi kadar aziz tuttuğu Türkiye’yi ziyaret etmeyi hayal eden şair, bu fırsatı 1962
yılında yakalar. Sovyetler Birliğine ait bir gemiyle, Türkiye’yi ziyaret etmek için denize
açılırlar.Çocuk yaşlarından itibaren hayallerini süsleyen bu yolculuk şairi ziyadesiyle
heyecanlandırır. Bu duygularını yanlarında KGB ajanları olduğundan dışa yansıtmaz.
İçten içe sevinir. Gemi İstanbul’da limana yaklaştığında hayatında ilk defa bir Türk
göreceği için sabırsızlanmaya başlar. Gemiye ilk çıkan limanda görev yapan bir Türk
doktor olur. Çok kısa boylu olan doktor yocuları sağlık kontrolünden geçirmeye başlar.
Şairin gördüğü ilk Türk, o doktordur. Normalden kısa boylu bu doktoru gören farklı
milletlerden yolcular, kendi aralarında fısıldaşıp gülmeye başlarlar. Vahabzade bu
durumdan çok rahatsız olur. Türkiye’ye toz kondurmak istemeyen Vahabzade, yolcuların
istihza dolu bakışlarından rahatsız olduğu için Türkiye’ye sitem eder. Hayalindeki büyük
ülkeye söz söyletmek istemeyen şair, ¨Niçin kontrol için boylu poslu bir doktoru limanda
görevlendirmediler. Türkiye’de hiç mi uzun boylu, yakışıklı bir doktor yoktu?¨ diye
rahatsızlığını dile getirir.
Şairliği Akidesine Bağlı Olan Şair: Mehmet Akif Ersoy
En çok merak ettiğimiz hususlardan birisi de Vahabzade gibi bir şairin Türk
şairler hakkındaki düşünceleridir. Kendisine şairlerimizden en çok kimi sevdiği
sorduğumuzda bize Mehmet Emin Yurdakul ve Mehmet Akif Ersoy’un isimlerini hiç
düşünmeden verdi. Mehmet Akif Ersoy’a karşı ayrı bir muhabbetinin olduğunu onun
sohbetlerinde görmüştük. Vahabzade, İstiklal Marşı’nı, Çanakkale Şehiteri’ne ve Bülbül
şiirlerini Akif’e yazdıran amillerin onun yaşadığı dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu
buhranlı dönemin rol oynadığı düşüncesindedir. Akif’in, şairliğinin akidelerine
bağlılıktan ve yüksek ahlakından geldiğini belirten şair, Çanakkale Şehitleri’ne adlı şiiri
gözyaşları içerisinde okuduğunda Vahbazade’nin bu derece Akif hayranı olduğuna
şaşırmıştık. Onun ¨Çanakkale Şehitlerine¨ şiirini okuduğunda gözyaşlarına hakim
olamayıp ağlaması bizi çok etkilemişti. İlk defa bir istiklal şairinin diğer bir istiklal
şairine ağlaması bize çok tesir etmişti. Şiirin şu mısralarına geldiğinde artık gözyaşaları
şiiri okumasına mani oluyordu:
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,
¨Gömelim gel seni tarihe¨ desem sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap.
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
Rus Komutana Hakaret
Azerbaycan, Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra bu defa halk kendisini
Ermenistanla savaş içerisinde bulur. Bu savaşın devam ettiği dönemde Rus tankları
Bakü’ye girer. Binlerce insan Rusların Bakü’yü işgal etmesini protesto etmek amacıyla
meydanlara dökülür. Tanklar, 20 Yanvar Meydanı’nda Rus askerlerinin şehre girmesi
engellemek için toplanan insanların üzerine sürülür. Meydanda birçok insan tanklar
altında can verirken, bazıları da bu kargaşada yaralanır.
Her aydın gibi Vahabzade de Rusların yapmış oldukları vahşetten rahatsız olur.
Rus ordusunun başındaki komutan Bakü’de aydınları bir yere toplar. Vahabzade de
oradadır. Şair, Rusların yaptıkları zulümleri içine sindiremez. Halka yaptıkları fiilin
gerekçesini anlatmak için söz alan komutan Vahabzade tarafından susturulur. Şair, Rus
komutanın yüzüne tükürür. Rus komutana ¨Biz sizi burada istemiyoruz, Bakü’de ne işiniz
var.¨ diye çıkışır. Bu durumdan çok rahatsız olan komutan elini tabancasına götürmek
ister. Orada bulunanlardan birisi komutanın kulağına eğilir bir şeyler fısıldar. Komutan
bunun üzerine geri adım atmak zorunda kalır. Vahabzade sözünü ettiğimiz olaydan birkaç
gün sonra Rus komutanın kulağına fısıldayan şahsa ne söylediğni sorar. O da ¨Eğer ona
bir zarar verirseniz buradan hiçbiriniz sağ çıkamazsınız. O Azerbaycan halkının en çok
sevdiği ve saygı duyduğu şairlerdendir.¨ şeklinde olur.
Latin Dili
Vahabzade, 1967 yılında Kazablanka’ya gider. Orada Latin diliyle ilgili bir şiir
yazar. Bu dilin müntesiplerinin öldüğünü, fakat dilin hala yaşadığını dile getirir. Bu dile
karşı duygularını şöyle ifade eder:
Vatanı yok,
Milleti yok
Yaşar özü.
İlimlerin temelidir,
Evvel sözü, ahır sözü.
Kim der ki ölüdür bu?
Hekimlerin,
Alimlerin,
Lokmanların dilidir bu.
Bu dille hesaplanır, ay da yıl da.
Çiçeklerin,
Böçeklerin,
Rüzgarların,
Feleklerin,
Adlarını yazar hekim,
Ölü dilde.
Kim der ki ölüdür bu?
Ölülerin dili değil,
Dirilerin dilidir bu.
Latin dilinin bu derece ilim âleminde yaygın olarak kullanılmasını bu dizelerde
dile getirdikten sonra okuyucuya sorar:
Şimdi söyle,
Hangi dile ölü diyelim:
Vatan varken,
Millet varken
Küçük yoksul komalarda
Tutsak olan dile mi?_
Yoksa uzun asırlardan geçip, gelen,
Halkı ölen,
Özü kalan dile mi?
Şairin özellikle son dizelerde dile getirdiği durum bazılarının hoşuna gitmez.
Kendisini sorgulanmak üzere KGB’ye çağırırlar. Yetkililerle şair arasında ilginç bir
diyalog yaşanır:
Yetkililer şaire:
-Sen Latin dili şiirinde hangi dilden ve ülkeden bahsediyorsun?
Vahabzade:
-¨Latin dilinden ve Fas’tan¨ diye cevap verir.
Yetkili:
-¨Sanki bizim ülkemizi, Azerbaycan’ı, ima yoluyla anlatıyorsun.¨ diye
karşılık verirler.
Vahabzade:
-¨Bunu ben söylemiyorum, siz diyorsunuz benim öyle bir niyetim yok.¨
şeklinde cevap verir.
Bu cevabı üzerine şairi serbest bırakmak zorunda kalırlar.
İki Korku
Latin dili şiirinde olduğu gibi Sovyetler Birliği döneminde birçok aydın fikirlerini
dile getirdiği için sorguya çekilir, haklarında tahkikat başlatılır. O dönemde hiç kimse
rahat bir şekilde duygu ve düşüncesini ortaya koyamaz. Ancak ima yoluyla aydınlar
fikirlerini okuyuculara ulaştırırlar. Şairin yakın bir dostu bir akşam Vahabzade’nin
misafir olur. Beraber geç vakitlere kadar oturur, sohbet ederler. Her ikisi de mevcut
yönetimden rahatsızdır; fakat bu durumu açıkça söylemeleri mümkün değildir. O gece
nasıl olduysa ikisi de idare ile ilgili düşüncelerini dile getirirler. Her ikisi de içlerinde
olup da bir türlü söyleyemedikleri düşünceleri birbirine anlatıverirler. Daha sonra misafiri
izin ister, Vahabzade’nin evinden ayrılır. Evine gider. Konuğu evden ayrılınca
Vahabzade, arkadaşına söylediği sözleri hatırlar, yönetimle ilgili konuştukları şeylerin
duyulursa neye mal olacağını çok iyi bildiği için o gece gözüne uyku girmez. Evin içinde
dolaşmaya başlar. Arkadaşı gidip kendisini şikâyet ettiyse diye düşünmekten kendisini
alamaz. Yatmak ister, fakat gözüne uyku girmez. O geceyi sabaha kadar ayakta geçirir.
Gözü kapının zilindedir. Şimdi zil çalacak polis gelip götürecek diye beklemektedir.
Arkadaşına gidip ¨Söylediğim sözlerin hiçbirisine inanma, ben öyle düşünmüyorum.¨
demek ister. Tam bu sırada kapının zili çalmaya başlar. Şair, polislerin kendisini almaya
geldiğini zanneder. Kapıyı endişeyle açar. Karşısında sabahın erken saatlerinde, gece
sohbet ettiği arkadaşını görür. İçeri alır. Vahabzade’nin çektiği sıkıntının aynısını sabaha
kadar o da çekmiştir. Gece konuştukları mesele onun da uykusunu kaçırmış, sabaha kadar
uyuyamamıştır. Bahtiyar Vahabzade, benim söylediklerimi birilerine ulaştırırsa, diye.
Karşısında dostunu gören şair ona sarılır. Durumlarının ne kadar zor olduğunu
birbirlerine ifade ederler.
Çalıkuşu
Reşat Nuri Güntekin’in romanından sinemaya uyarlanan Çalıkuşu filmi Sovyetler
Birliği döneminde bu coğrafyada televizyonlarda en çok gösterilen Türk filmlerindendir.
Bu filmin etkilerini görev yaptığımız Dağıstan’da yakından görmüştük. Birçok aile filmin
kahramanlarından etkilendiği için çocuklarının adını Kamuran ve Feride koymuş.
Dağıstan’da bu derece etkili olan film Sovyetler Birliği’nde bazen aydınlar arasında
sohbet konusu olur. Vahabzade ile Rus General Sovyetler Birliği döneminde bu filmdeki
bazı etkileyici sahneleri birbirlerine anlatırlar. Filmin kahramanlarından Feride’nin dedi
koduların önüne geçmek için yaşlı bir Türk komutan tarafından nikâhlanması ve bu
şekilde genç kızın korunması Rus generalin çok hoşuna gider. Türk komutanın, evlilik
düşüncesiyle değil de genç kızın namusunu muhafaza etmek için evlenmesi ve Feride’ye
düğün gecesinde baba gibi muamele etmesi Rus Generali çok etkiler. Vahabzade ile film
hakkında sohbet eden General kendisine, ¨Türk komutanın yaptığı fiil bir Türk askerinin
yüksek seciyesinin gereğidir.¨ şeklinde olur. Rus General’in bu şekilde Türk askerine
karşı saygı duyması Vahabzade’yi ziyadesiyle memnun eder. Türk olduğu için onun bu
sözlerinden gurur duyar.
Öğretmeninin Üzerindeki Tesiri:
Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan aydını Türkiye ile ilgili duygu ve
düşüncelerini söyleyemezler. Türkiye ile irtibatı olanlara en ağır cezalar verilir.
Vahabzade’nin ilkokul öğretmeni de bunlardan birisidir. Vahabzade’nin anlattığına göre
ilkokul öğretmeni, derslerde Türk kelimesi geçtiğinde pencereye yaklaşır, arkasını
talebelere döner ağlarmış. Öğretmen yüzünü sınıfa döndüğünde, öğrenciler, hocalarının
ağladığını anlarlarmış. İlkokul öğretmeni bu yönüyle Vahabzade’nin Türkiye’ye bakış
açısını etkileyen önemli şahsiyetlerden birisidir.
Marmara Depremi ve Vahabzade:
Türkiye’yi derinden sarsan Marmara depreminin yankılarını kardeş cumhuriyet
Azerbayca’da görmek mümkündür. Türkiye’de deprem olduktan sonra Azerbaycan halkı
yardım için seferber olur. Vahabzade bu insanlar arasındadır. Bizzat kendisi de yardım
toplayanların yanına gider, onlara yardımcı olur. 1999 Marmara depremiyle sarsılan
Türkiye’nin yanında olan Azerbaycan halkı, dostluğunu en güzel şekilde gösterir. Bu
depremde birçok insanı olduğu gibi Vahabzade’yi de duygulandıran bir olay yaşanır.
Bahtiyar Vahazade’nin şahit olduğu, dostluğun ve kardeşliğin en güzel misalini gösteren
hadise şöyledir: Türkiye’de deprem olduğunu duyan Azerbaycan halkı yardım
kampanyaları düzenler. Ahmetli kasabasından gelen ihtiyar, eline tutuşturduğu on bin
manatı, yaklaşık iki dolar, görevli şahsa uzatır, orada bulunan vazifeli, yaşlı vatandaşın
durumundan kendisinin de yardıma muhtaç birisi olduğunu anlar ve:
-¨Bu parayı sen kendin için kullansan senin de ihtiyacın vardır.¨ der.
İhtiyar:
-¨Benden önce orada, Türkiye’de kardeşlerim zor durumda, az da olsa bu parayı
onlara ulaştırın.¨ cevabını verir.
Türkiye’yi derinden sarsan bu felaketin yankılarını Vahabzade’nin ¨Deprem¨
şiirinde görmek mümkündür. Bu şiirde şair duygularını şöyle dile getirir:
İşitince ata yurtta depremi,
Aktı yaşım, döndü başım Türkiye.
Her derdimin, her gamımın ortağı
Can kardaşım, can kardaşım Türkiye.
Var mı kaza, var mı bela bu kadar?
Seninleyiz biz ki ömür boyunca
Facianı biz uzaktan duyunca,
Gözlerimden aktı yaşım, Türkiye.
Öz hükmü var her zamanın, her anın,
Yaman günde yanındayız biz senin
Ana yurtta vatanımsan, vatanım,
Vatanımda vatandaşım, Türkiye.
Tarih boyu bu ahdimiz sarsılmaz,
Türk milleti har olmamış, har olmaz.
Her beladan Türkün beli kırılmaz.
Sen benim can sırdaşım, Türkiye.
Türkiye’de Yapılan Bir Yolculuk
Türkiye ve Azerbaycan arasında ortak değerlerin çok olması ve bu değerlerin gün
yüzüne çıkması şairi duygulandırmaktadır. Vahabzade’nin kendisinden dinlemiştim. Şair,
rahmetli Ahmet Kabaklı’nın daveti üzerine Türkiye’ye gider. İstanbul’da birkaç gün
konuğunu ağırlayan Kabaklı, Vahabzade’ye bir gün sonra Ankara’ya gitmek için uçakta
iki kişilik yer ayırttığını söyler. Vahabzade de Kabaklı’ya uçakla değil de kara yoluyla
gidip gidemeyeceklerini sorar. Kabaklı’dan bu konuda olumlu cevap gelince,
İstanbul’dan Ankara’ya kara yoluyla gitmeye karar verirler. Yola çıkmadan önce
Vahabzade eline bir kalem bir de defter alır. Yolda levhalarda gördükleri yer isimleri
teker teker kaydeder. Bu isimlerin birçoğunun Azerbaycan’da, hatta kendi memleketi
olan Şeki’de yer ismi olarak kullanıldığını görür. Ortak toponimlerin bu kadar çok
olmasına sevinen şair, yolda mola verdiklerinde Kabaklı’dan izin ister hemen yanlarında
kendileri gibi dinlenen yolcuların masasına selam verip oturur. Oradaki yolcularla biraz
sohbet ettikten sonra kendisini tanımadıklarını anlayan Vahabzade, masasına konuk
olduğu Türkiye’li yolculara kendisinin nereli olduğunu sorar. Onlar da Vahabzade’yi
tanımadıkları için konuşmasından Kars’lı ya da Ardahan’lı olabileceğini söylerler. Şair,
yolcuların vermiş olduğu bu cevaba çok sevinir.
Azerbaycan’ın ve Türk dünyasının önde gelen şairlerinden Vahabzade,
hatıralarında da görüldüğü gibi, zorlu bir hayat mücadelesi vererek günümüze kadar
gelmiştir. Onun hatıraları, içerisinde farklı dönemlerde katlanmış bohçaların yer aldığı
tarihi bir sandık gibidir. Bu bohçalar açıldığında bir dönemde verilen mücadelenin,
çekilen sıkıntının hülasası niteliğindeki tarihi hakikatler ortaya çıkar. Aynı zamanda
halkın duygu ve düşüncesini terennüm eden bu yönüyle insanların gönlünde taht kuran
şair, baskı ve istibdatların icra olduğu dönemde büyük bir okuyucu kitlesi tarafından
takip edilmekte, onun satır aralarında ima yoluyla dile getirdiği düşünceler, sanki susuz
kalmış, kuraklıktan çatlamış topraklara çiseleyen yağmur gibidir. Halk, onun eserlerinde
kendisini bulur. Halkın, çilesini çekip söyleyemediği, aklından geçirip dile getiremediği
düşünceler, onun eserlerinde en güzel şekilde ortaya konur. Bu eserlerde anlatılan duygu
ve düşünceler, bazen şairi zor durumda bırakır, o, bazen takip edilir bazen sorguya
çekilir. Bir dönemde çekilen ıstırapların ve sıkıntıların panoramasını onun hatıralarında
görmek mümkündür. Bu anılar, yıllar sonra tatlı bir hatıra olarak anlatılırken verilen
mücadeleden sonra bağımsızlığın kazanılmasıyla güzel bir nostalji olur.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,26 M - Bugn : 19547

ulkucudunya@ulkucudunya.com