« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Şub

2012

EMANUEL KARASU VE II. ABDÜLHAMİD

Necmettin ALKAN 01 Ocak 1970

Özet: Emanuel Karasu, Osmanlı tarihinin son dönemlerinde etkili olan “meşhur ama meçhul”
şahsiyetlerden biridir. Çok farklı özellikleriyle dikkatleri çeken Karasu, Sefarid Yahudiler’inden
olup aynı zamanda Masondu. Jöntürk Hareketi’ne dahil Sultan II. Abdülhamid’e karşı siyasî
mücadeleye katılmıştı. İhtilâlin ardından II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle alakalı hal’
kararını kendisine vermekle görevlendirilen heyette görev almıştır. Bunların haricinde Karasu’yu
ilginç kılan başka bir özelliği ise, Sultan’a jurnalcilik yapmasıydı. II. Abdülhamid’e verilen
jurnaller arasında üç tanesi, Emanuel Karasu’nun mührünü taşımaktaydı. Nitekim bir takım
hatıratlarda da aynı şekilde Karasu’nun jurnalcilik yaptığı geçmektedir.
Bu araştırmada, Karasu’nun bu farklı özelliklerine temas edilmektedir. Özellikle de II.
Abdülhamid’e verdiği jurnalleri ile Sultan’ın tahttan indirilmesiyle alakalı olarak Alman
gazetesiyle yaptığı uzun bir görüşmesi üzerinde durulmaktadır. Jurnallere bakıldığında başta halkı
“isyana” teşvik edecek “zararlı” fikirleri ihtiva eden gazetelerin okunması olmak üzere, İstanbul’a
gizlice girmek isteyen anarşistlerin yakalanması ve Avrupa’ya giden bazı şahısların dışarıdaki
“fesad” ehline katılmak istedikleri gibi özellikler taşıdıkları görülmektedir. Karasu, II.
Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle alakalı kararın kendisine verilmesiyle görüşmelerinde ise,
ilgili bir röportajında Sultan’ı oldukça bitkin ve aciz bir şekilde tasvir etmiştir.

I. Giriş
Sultan II. Abdühamid (1876-1909) dönemi ve muhalifleriyle alakalı
kaleme alınan çalışmalara bakıldığında, Jöntürk Hareketi/Jöntürkler, İttihâd ve
Terakkî, masonluk/masonlar ve jurnalcilik/jurnalciler gibi terimlerin fazlasıyla
zikredildikleri görülecektir. Jöntürkler, bunların siyasî partisi olarak kurulan
İttihâd ve Terakkî ile masonlar, II. Abdülhamid karşında Meşrutiyet’in yeniden
ilan edilmesi ve Kânun-ı Esâsî’nin tekrar yürürlüğe girmesi yolunda verilen
mücadele etrafında birleşmişlerdi. Uzun ve yorucu bir mücadelenin ardından
arzu ettikleri hedeflere ulaşmalarına rağmen bunlarla yetinmek istemeyerek,
akabinde gelişen bir takım olayların verdiği fırsatları da değerlendirerek,
amansız düşmanları Sultan’ın tahttan indirilmesi gibi daha farklı ikinci bir
amacı da gerçekleştirmişlerdi. İsimleri zikredilen bu oluşumlar, böylece ilginç
bir bütünlük içinde fonksiyonlarını başarılı bir şekilde icra etmek suretiyle, var
oluş sebepleri olan II. Abdülhamid’in mutlakıyet yönetimine son vermişler ve
nihaî olarak da onu tahttan indirerek intikamlarını almışlardı.
Bu dört terimle birlikte zikredilen jurnalcilik/jurnalcileri ise, çok farklı bir
bağlamda ele almak gerekiyor. Jurnaller, istibdat yönetiminin bânisi olarak
kabul edilen Sultan II. Abdülhamid’e karşı yapılan Meşrutiyet mücadelesinde,
muhalifleri ve faaliyetlerini padişaha veya ilgili emniyet birimlerine yapılan
ihbarlardı. Verilen jurnallerle, II. Abdülhamid karşıtı örgütlü muhalefetin,
özellikle Jöntürkler’in ve bunların faaliyetlerinin bir şekilde gün yüzüne
çıkartılmasına ve Osmanlı emniyet kuvvetleri tarafından etkisiz hale
getirilmesine vesile olunmaktaydı. Bu şekilde bir taraftan muhalefet
zayıflatılırken, diğer taraftan da Sultan II. Abdülhamid’in mutlakî yönetiminin
devamı sağlanmaktaydı. En azından jurnalin mantığı ve işlevi açısından,
jurnalciler ve Sultan karşıtı, başta Jöntürkler olmak üzere, diğer muhalifler,
gerek zihniyet ve gerekse gaye nokta-i nazarında çatışmaktaydılar. Böylece hem
II. Abdülhamid’in muhalifi olmak ve hem de Sultan karşıtı faaliyetleri
kendisine ihbar etmek, normal şartlarda tezat teşkil etmekteydi.
Bundan dolayı, II. Abdülhamid’e veya devletin emniyet birimlerine
istihbarat sağlayan jurnallerciler arasında Jöntürkler’in olmaması; başka bir
ifadeyle bunların Jöntürk karşıtı olması veya en azından Jöntürkler’e sempatiyle
bakmaması; özellikle de hareket içinde etkili olan şahısların adlarının jurnal
veya jurnalcilikle yan yana zikredilmemesi gerekir. Şayet olacaksa, ancak jurnal
mağduru olarak gündeme gelmelidirler. Fakat durum hiç de öyle düşünüldüğü
gibi değil; aksine, aralarında önemli isimlerin bulunduğu Jöntürk hareketine
mensup olup da, adı jurnalcilerle zikredilen Jöntürkler’in varlıkları
bilinmektedir.
II. Abdülhamid’e verilen binlerce jurnalin tasnifi ve değerlendirilmesi için
1908 İhtilâli’nin hemen ardından bir heyetin teşkil edilmiştir. Bu heyetin uzun
süren çalışması neticesinde jurnalcilerin listesi ile jurnaller başlangıçta
muhafaza edilmiş, lakin daha sonra Enver Paşa’nın Harbiye Nâzırı olmasının
ardından ani bir kararla bunlar yakılarak imha edilmiştir.2 Jurnallerin imha
edilmesinde akla gelen ilk neden, bunların yayınlanması durumunda Jöntürk
Hareketi’ne mensup jurnalcilerin deşifre olması ihtimaliydi. Böylesi bir
durumun neticesinde ise, toplumsal ve siyasî olarak çok ciddi sıkıntılar tezahür
edebilirdi. Nitekim Mahmud Şevket Paşa’nın da açıkça ifade ettiği gibi, bu
listeler “tefrikaya” neden olabileceği gibi “bir aile efradını hatta baba ve
oğulları birbirine hasım” edebilirdi. Hatta kendisi şaka dahi olsa, “Ne bilirsiniz,
benim de jurnalim çıkmayacağını!” diyerek bu sıkıntıyı açıkça dile getirmişti.3
Bu çalışmada ele alınan Emanuel Karasu’nun, hem Abdülhamid muhalifi
Jöntürk, hem mason hem de aynı zamanda bir jurnalci olması ciddi bir tezat
teşkil etmektedir. Araştırmamız, Karasu’nun hayat hikâyesine girmeden, onun
Sultan II. Abdülhamid’le olan münasebeti, ona olan muhalifliği, Jöntürk
Hareketi içindeki faaliyetleri ve 1908 Jöntürk İhtilâli sonrasında Selanik
mebusu olarak II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi noktasında alınan meclis
kararını takdimi sırasındaki izlenimleri üzerine odaklanmaktadır. Karasu’nun
bir Alman gazetesine verdiği röportajında uzun uzadıya anlattığı bu
2 Asaf Tuğay, İbret. Abdülhamid’e Verilen Jurnaller ve Jurnalciler, İstanbul 1935, s.17.
3 Süleyman Kâni İrtem, Abdülhamid Devrinde Hafiyelik ve Sansür. Abdülhamid’e Verilen
Sansürler, Osman Selim Kocahanoğlu(Yay.), İstanbul 1999, s. 138-139.
izlenimlerinin, dönemin bir takım devlet adamlarının ve gazetecilerinin konuyla
alakalı mevcut hatıratlarıyla mukayese edilmesi, araştırmanın diğer bir başlığını
oluşturmaktadır. Çalışmamın son bölümde ise, konu hakkında genel bazı
değerlendirmeler yapılmaktadır.4
II. Karasu’nun Farklı Özellikleri
Emanuel Karasu, Osmanlı tarihinin son dönemlerinde sahneye çıkan ve
hakkındaki bilgilerin oldukça sınırlı olmasına rağmen oldukça etkili
şahsiyetlerden tanesi olmasına rağmen, hakkında pek fazla bir araştırma
yapılmamıştır. Edhem Eldem’in haklı ifadesiyle “meşhur ama meçhul“5 Karasu,
1862 yılında Selanik’te doğmuş ve 1934’de İstanbul’da ölmüştür. Aslen
İspanya’dan Osmanlı Devleti’ne göç eden Sefarid Yahudiler’inden olan Karasu,
meslek olarak Selanik’te da’va vekilliği yapmaktaydı. Jacob M. Landau,
Karasu’nun anti-siyonist olduğunu belirtse de,6 dönemin önemli simalarından
Fethi Okyar hatıratında, Karasu’nun 1898’de Sultan II. Abdülhamid’i ziyaret
ederek Kudüs sancağında kendileri için toprak satılmasını teklif eden siyonist
heyetin içinde yer aldığını iddia etmektedir.7 Selanik’teki “Macedonia Risorta”
Mason Locası’nı kuran ve pek çok Jöntürk subay ile sivilin mason yapılmasında
etkili olan Karasu8, aynı zamanda bu locanın büyük üstadıydı.9
Bu arada Karasu’nun Jöntürk Hareketi ve Jöntürkler için ne anlam ifade
ettiğine de temas etmek gerekiyor: Bernard Lewis’in, Karasu’nun Jöntürk
Hareketi için “önemsiz bir sima” olduğu iddiasında olmasına rağmen,10
dönemin İngiliz Sefiri Sir Gerard Lowther’in Hariciye Nâzırı Sir Edward
Grey’e yazdığı uzun raporda Karasu’nun İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’ndeki
rolünü anlatırken, onu cemiyetin Selanik şubesinin “beyni ve Ulysses”i, -“cin
fikirli” Odysseus’un Latince adı- olarak adlandırmaktaydı.11 Nitekim Karasu, II.
Abdülhamid’e karşı mücadele etmiş; hem Jöntürkler’e yardımda bulunmuş12
hem de çok kritik görevler ifa etmişti.13 Faroz Ahmad de Yahudi cemaatinin
4 Makaleyi okuyarak bir takım katkılarda bulunan, bölümümüz asistanlarından Eyyüb Şimşek’e
müteşekkirim.
5 Edhem Eldem, “Emanuel Karasu Biyografisine Bir Devam?”, Toplumsal Tarih, Sayı 4/23,
İstanbul 1995, s. 43.
6 Aktaran: Eldem, s. 44.
7 Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Cemal Kutay(Yay.), İstanbul 1980, s. 45.
8 A. L. Macfie, Osmanlının Son Yılları 1908-1923, Damla Acar/Funda Soysal(Çev.), İstanbul
2003, s. 39.
9
http://www.mason.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=13&Itemid=27, 10
Ekim 2007; Macfie, s. 42.
10 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Metin Kıratlı(Çev.), 3. Baskı, Ankara 1988, s.
211.
11 Halil Ersin Avcı, İngiliz Gizli Raporu. Türkiye 1908, İstanbul 2005, s.1001.
12 Encylopaedia Judaica, “Carasso, Emanuel”, 2. Baskı, 4. Cilt, s. 460.
13 Angelo Iacovella, Gönye ve Hilal. İttihad-Terakki ve Masonluk, Tülin Altınova(Çev.), 2.
Baskı, İstanbul 2005, s. 40-41; Macfie, s. 39.
kendisini cemiyet ile tamamen özdeşleştirdiğini belirttikten sonra, yalnızca bu
cemaatin Emanuel Karasu’nun kişiliğinde “partinin kolektif önderliği için bir
cephe savaşçısı“ çıkardığını; yine Karasu’nun hem ihtilâlden önce, hem de
sonra Jöntürk hareketinin “en önemli simalarından” biri olduğunun altını
çizmektedir.14 Dönemin etkili simalarından Hüseyin Cahit de Karasu’nun
hareket için ne kadar önemli olduğunu vurgularken, kendisinin İttihâd ve
Terakkî içinde “meşrutiyet ideali” için çalışmış bir “mücahit” olduğunu
belirtmektedir.15
Bizzat Karasu’nun Francis Mc Cullagh’a anlattığına göre, ihtilâlden kısa
bir süre önce cemiyet adına zemin yoklamak amacıyla İstanbul’a gelmesi,16
kendisinin cemiyet içindeki rolünü yeterince anlatmaktadır. Üç gün süren bu
seyahatin asıl gayesini ve kimlerle görüşüldüğünü merak eden Zaptiye Nezâreti,
Talat Bey’i ve Karasu’yu takibe almış ve tahkikat neticesinde ilmiyeden ve
masonlardan bazılarıyla görüştüklerini tespit etmişti. Tahsin Paşa’nın
bildirdiğine göre; sorguya alınan Emmanuel Karasu, “takip olunan maksatla hiç
münasebeti olmayan bir takım işler için geldiğini” ifade etmişti.17 Karasu, II.
Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle alakalı meclis kararının kendisine
sunulmasıyla alakalı olarak hatıratında anlattığına göre, bu tutuklama
meşrutiyetin ilan edilmesinden aylar önce cereyan etmişti.18 Karasu, İkinci
Meşrutiyet’in ilanından sonra “İttihâd ve Terakkî Cemiyeti”nden 1908, 1912 ve
1914 olmak üzere üç kez mebus seçilmişti.19
Bütün bu özelliklerinin haricinde daha da önemlisi, Emanuel Karasu
Jöntürkler’in II. Abülhamid’e karşı mücadelesinin âdeta finali olan Sultan’ın
tahttan indirilme kararını kendisine tebliğ eden heyetin de üyesi olmasıydı.
Üyelikten daha da öte, Encylopaedia Judaica’daki Karasu maddesine göre, aynı
zamanda “bu heyetin başkanı” idi.20 Her ne kadar da Encylopedia Judaica bu
bilgiyi verse de, mevcut çalışmalarda ve ilgili hatıratlarda bunu teyit edecek her
hangi bir bilgiye henüz rastlanmamıştır. Aksine, Mc Gullagh, heyetin sözcüsü
ve başkanının Esad Paşa olduğunu belirtmektedir.21 Nitekim son bölümde
Karasu’nun Alman gazeteciye anlattığı hal’ görüşmesinde, alakalı kararı Esad
Paşa’nın ilettiği bilgisinden de hareket edilirse, heyetin başının Karasu değil de
Esad Paşa’nın olduğu görülecektir. Roni Margulies, her hangi bir kaynak
14 Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, İstanbul 1985, s. 168.
15 Aktaran: Roni Margilius, “Hüseyin Cahit’in Ağzından Emanuel Karasu”, Toplumsal Tarih,
Sayı 5/26, İstanbul 1996, s. 55.
16 Francis Mc Cullagh, Abdülhamid’in Düşüşü. Osmanlı’nın Son Günleri, Nihal Önol(Çev.),2.
Baskı, İstanbul 2005, s. 250.
17 Ali Ergenekon(Yay.), Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları. Sultan Abdülhamid, 4. Baskı,
İstanbul 1996, s. 352.
18 “Wie Abdul Hamid abgesetzt wurde”, Frankfurter Zeitung, 30 Nisan 1909, Sayı 119, Abend
Blatt, s. 1-2.
19 Feroz Ahmad, s. 168-169.
20 Encylopaedia Judaica, s. 460.
21 Mc Cullagh, s. 250.
belirtmeden, Karasu’nun bu heyete dâhil olmasının öyle sıradan bir
görevlendirme olmadığını, aksine bunun bizzat kendisinin ısrarıyla
gerçekleştiğinin altını çizmektedir. Buna göre Karasu, “ya siyonizme karşı
çıkmış olan İslâm’ın önderinin küçük düşürülmesine şahit olmak için, ya da
Türkiye Grand Orient locasının şefi olarak” bu heyete dâhil olmak konusunda
ısrar etmişti.22 Margulies’in bu tespiti, yukarıdaki satırlarda Karasu’nun Siyonist
olup olmadığına dair tartışmalara katkıda bulunmaktadır. Buna göre,
Karasu’nun aslında Siyonizm’le bir şekilde bağlantılı olduğuna işaret
edilmektedir.
Buraya kadar sıralanan Emanuel Karasu’nun Jöntürk Hareketi’ne
mensup, İhtihâd ve Terakkî Fırkası’nda mebus ve Mason olması özellikleri,
yukarıda II. Abdülhamid karşıtlığını ifade eden üç terimle birebir örtüşmektedir.
Bu durum mevcut araştırmalarla bir bütünlük arz etmektedir. Bunlar haricinde
yine girişte zikredilen diğer bir terim, yani jurnalcilik de Karasu’nun başka bir
özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak mevcut araştırmalarda çok
fazla öne çıkmamasına veya vurgulanmamasına rağmen, Karasu, Sultan II.
Abdülhamid’e jurnalcilik yapan o yüzlerce kişiden; başka bir ifadeyle de, tezat
olsa da “gizli” jurnalci Jöntürkler’den bir tanesiydi.23 Emanuel Karasu bir
taraftan Sultan II. Abdülhamid’e muhalif harekette yer alarak onun yönetimine
karşı amansız bir şekilde mücadele ederken, diğer taraftan da jurnalcilik
yaparak Jöntürkleri Sultan’a deşifre etmekteydi. Nitekim Karasu’nun II.
Abdülahmid’e jurnacilik yaptığını ispat eden üç jurnalin ve bir de şikâyet
mektubunun varlığı bilinmektedir.
III. Karasu’nun Jurnalleri
Üzerinde “Selanik Da’va Vekillerinden Emanuel Karasu Kulları” yazan
ve altına Emanuel Karasu mührü basılı olan, fakat üzerinde her hangi tarih yer
almayan ilk jurnalin girişinde genel bir ihbar yapılmaktadır. Buna göre,
Avrupa’da yayınlanan ve Selanik’teki genel kahvehanelerde, halkın “fikrini
ifsâd” edecek bazı makaleleri ihtiva eden gazetelerin serbestçe okunduğu ve
bunların polis dairesi tarafından kat’i olarak engellenmediği iddia edilmektedir.
Karasu bu genel iddiasını ispat edebilmek için devamında çok daha somut şu
bilgileri vermektedir: Fransa’da “dünkü gün” yayınlanan “Maten” gazetesinde
yer alan “Sultan Mecid hafidleri tarafından Ahâli-i Osmaniye’ye davet” başlığı
altındaki halkı “ihtilâle da’vet [eden] ve kâle alınmayacak hilâf-ı ubûdiyet bir
çok hezeyânı” içeren bir makale Selânik’in “Mihr-i Nâs” mevkiinde bulunan
“Orfeyon” kıraâthânesinde pek çok kişi tarafından okunmaktadır. Jurnalin son
kısmında ise mevcut durumun devamının “mahzurdan sâlim” olmadığı için bu
22 Roni Margulies, “Emanuel Karasu Biyografisine Bir Başlangıç”, Toplumsal Tarih, İstanbul
1995, Sayı 21, s. 25.
23 Asaf Tuğay, s. 39-40
jurnali verdiğini belirtmektedir.24 Karasu, bu şekilde halkı ihtilâle davet ettiği
şeklinde değerlendirdiği tehlikeli bazı fikirleri içeren Fransız gazetesinin
kahvehanede okunmasını Sultan’a jurnallemekle, aslında farkında olarak veya
olmayarak Jöntürkler’in savundukları fikirlerin Abdülhamid yönetimi için
zararlı olduğunu ve halkı yönetim karşısında isyana teşvik edebileceğini iddia
etmektedir. Karasu’nun bu ifadeleri dolaylı olarak Jöntürkler’in savundukları
fikirleri zararlı olarak nitelendirmekte ve Sultan’ın bunlara karşı tedbir almasını
istemektedir.
Aynı şekilde isminin ve mesleğinin geçtiği ibare ile şahsî mührünün
altında geçen ikinci jurnal ise çok daha farklı bilgileri ihtiva etmektedir. Buna
göre, “hükümdârın aleyhindeki” anarşistlerden Viçino’nun liderliğinde birkaç
kişinin “bilâ-mâni diyâr-ı ecnebiyeden” Selanik’e gelerek, 19 Ağustos’a kadar
polis nezaretinden kurtularak, İstanbul’a girebilmek için vesile aradıklarını
bizzat kendi araştırmaları sonucunda öğrenmiştir. Ayrıca söz konusu olan
anarşistlerin yakalanmasının ardından yapılacak bir tahkikât neticesinde,
bunların “hüviyetleri ve muzmerlerinde merkuz olan habâsetleri güneş gibi
tezâhür” edeceğini de sözlerine eklemiştir.25
Karasu bu şekilde, Jöntürkler’i
veya savundukları fikirleri ihbardan ziyade İstanbul’a girmek isteyen ve
Sultan’a karşı veya İstanbul’da diğer hedeflere yönelik yapılabilecek kaynağı
yabancı olan muhtemel anarşist eylemlere karşı merkezi ikaz etmektedir.
Karasu’nun son jurnaline göre, Sergi-i Umumiye’ye gitmek bahanesiyle
yola çıkan Tabib Rıfat ve Mehmet Aziz Efendiler’in gerçek niyetlerinin seyahat
etmek olmayıp, Avrupa’daki “erbabı fesâda” katılmak olduğunu düşündüğü
için, bunlara “müsaade” edilmemesi gerektiğini yazmıştır.26
Emanuel
Karasu’nun bu jurnali ilk iki jurnalden çok farklı bir özelliğe sahiptir. Kendisi
burada, umumî sergiye gitmek için yola çıkan şahısların, aslında Avrupa’daki
“erbâbı fesâda” katılmak olduğunu ve bunlara müsaade edilmemesi gerektiğini
Sultan’a ihbar etmektedir. Avrupa’daki “Erbâb-ı fesâd”dan kasıt, hiç şüphesiz
Jöntürk Hareketi’ne mensup kişilerdi. Böylelikle bu şekilde kendisinin de dâhil
olduğu Jöntürkler’i fesat ehli; bozguncu veya fitne ehli olarak nitelendirmesi,
oldukça ilgi çekici olsa gerekir.
Emanuel Karasu’nun bu jurnalleri dışında, bazı Bulgarlar’ın yasa dışı
faaliyetlerini merkeze bildirdiği bazı belgelerin de arşivde bulunması söz
konusudur. Nitekim bunlardan tanesine göre; Karasu, amelelik yapmak
bahanesiyle Bulgaristan'a giden Manastırlı ve Selanikli bazı Bulgarlar’ın
“eşkıya”ya katıldıklarını bildirmektedir. Ayrıca, Vodina kazasına bağlı Bulgar
köylerinde çok miktarda “silah” bulunduğunu da söylemektedir.27 Karasu
burada Jöntürkler’i değilde, doğrudan Osmanlı yönetiminden ayrılmayı
24 BOA, Y.E.E. 15/95; Asaf Tuğay, s. 40.
25 BOA, Y.EE., 15/96; Asaf Tuğay, s. 40.
26 Asaf Tuğay, s.39.
27 BOA, Y.PRK. SGE, 9/118.
amaçlayan ve bunun için terör eylemleri yapan Bulgar eşkıyalarının
faaliyetlerini Sultan II. Abdülhamid’e bildirmektedir. İlgili jurnal, bu haliyle
yukarıdakilerden ayrılmaktadır.
IV. Karasu ve II. Abdülhamid’in Tahttan İndirilmesi
Karasu’nun II. Abdülhamid’le olan ilgisi konusundaki diğer bir husus ise,
Sultan’ın tahttan indirilme kararını kendisine takdim eden heyette yer almasıdır.
Meclisin 27 Nisan 1909 tarihinde aldığı hal’ kararının II. Abdülhamid’e
ulaştırılması için oluşturulan heyette Selanik Mebusu Emanuel Karasu
haricinde, Âyân Aram Efendi, Âyân Arif Hikmet ve Draç Mebusu Esad Paşa
bulunmaktaydı.28
Tespit edebildiğimiz kadarıyla, bu heyetin Sultan’la yaptığı görüşmenin
nasıl geçtiğine dair en teferruatlı bilgiyi Emanuel Karasu vermektedir.
Karasu’nun bu hususla alakalı bilgileri ihtiva eden hatıratı, iki kanaldan
gelmektedir: İlk kaynak Frankfurter Zeitung’tur. Kendisi İstanbul muhabiriyle
yaptığı uzun görüşmede bunları ayrıntısıyla anlatmaktadır. Karasu’nun aynı
konuyla alakalı bilgi verdiği ve benzer şeyleri anlattığı diğer bir kaynak ise,
Süleyman Kâni İrtem’in belirttiğine göre, “La Jeune Turquiue et la Révolution”
adlı eserdir.29 Bu esere ulaşma imkânımız olmadığı için, iki kaynakta geçen
bilgileri doğrudan mukayese edemiyoruz. Fakat Süleyman Kâni İrtem’in
hatıratında adı geçen eserden yaptığı alıntıdan hareket etmek suretiyle ancak
böylesi bir karşılaştırma yapabilmekteyiz. Öncelikle adı geçen Frankfurter
Zeitung’da yayınlanan röportajda Karasu’nun anlattıklarını verelim:
A. Karasu’nun Anlatımıyla Hal’ Kararının Sultan’a Verilmesi
Emanuel Karasu’nun belirttiğine göre, heyet meclis tarafından
görevlendirildikten sonra Yıldız Sarayı’na gidebilmek için her hangi bir araba
bulunamadığı için Meclis-i Âyân Reisi Said Paşa’dan arabasını kendisi almak
istemişti. Fakat Said Paşa, Sultan’ın en iyi arkadaşlarından biri olduğunu ve
Yıldız Sarayı’na sürekli olarak bu arabayla gidip geldiğini iddia ederek, bu
isteğe karşı gelmişti. Buna rağmen Karasu’nun ısrarına dayanamayan Sait Paşa,
en sonunda bu isteği kabul ederek, arabasını bu heyetin hizmetine takdim
etmişti. Bu arabayla hareket eden heyet, yolda oluşturulan pek çok askerî
karakolda durdurulan heyet, ancak meclisin kendilerine tevdi ettiği görevi
söyleyince geçiş izni alabilmişti. Sarayda heyeti karşılayan üç subay, üyeleri
askerî selamla selamladıktan ve kucakladıktan sonra içeriye bırakmıştı. Nöbetçi
subaylardan Selanikli Salih Bey, heyeti sarayın bahçesinde bulunan ufak bir
nöbetçi kulübesine götürerek, heyettekilerin şapkalarını ve paltolarını
bırakmalarını istemişti. Karasu, Talat Paşa ile İstanbul’a geldiği ve gizli bazı
28 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, 1. Cilt, 2. Kısım, 4. Baskı, Ankara 1991, s. 212.
29 Süleyman Kâni İrtem, 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu. Abdülhamid’in Selanik
Sürgünü, Osman Selim Kocahanoğlu(Haz.), İstanbul 2003, s. 285.
görüşmeler yaptığı seyahati sırasında tutuklanarak sorgulandığı bu kulübe
hakkında şu bilgileri vermektedir: “Burası benim için garip buluşma yeriydi.
Aylar önce tutuklu olarak buraya getirilmiş ve tam burada sorgulanmıştım.
Kanûn-ı Esâsî’nin ilan edilmesinden kısa bir süre önce, Abdülhamid’in askerleri
tarafından yakalanmış buraya getirilmiştim.”
Heyetle birlikte subayları, Sultan’ın kaldığı köşkte Mabeyn Başkâtibi
Cevad Bey karşılamıştı. Heyetten Esad Paşa, kendisine “bir ilanı bildirmek için
Sultan’ı görmek” istediklerini belirttikten sonra, Cevad Bey içeri girmişti.
Aradan uzun bir süre geçmesine rağmen içeriden bir haber gelmediğini belirten
Karasu, bu bekleyiş sırasındaki Mebus Esad Paşa’nın halet-i ruhiyesini şu
şekilde aktarmaktadır: “Kardeşini Galata Köprüsü’nde bir kiralık katile
öldürtmesi nedeniyle, Abdülhamid’den öldüresiye nefret ettiğini biliyorum.
Bundan dolayı Sultan’ın karşısında heyecanını kontrol edemeyip,
patlamasından korkuyordum. Fakat sakin görünüyordu. Abdülhamid sürekli
olarak silah taşımakta ve bir suikasttan korktuğu anda bunu kullanmaktan
çekinmez. Ani bir kol hareketiyle pek çok masum insanı öldürttüğünü biliyoruz.
İyi bir nişancı olarak tanındığı ve kendimizi korumak için tabancamızın kınını
açtık, böylelikle tabancamızı kolaylıkla çıkarabilirdik. Bu bize güven verdi.
Sultan eğer bize bir silah çekerse, kendisini birkaç saniye içinde öldürecektik.”
Bu yorumların ardından anlatımına devam eden Karasu, belli bir süre
sonra II. Abdülhamid’in ufak oğlu Abdürrahim’in ve hemen ardından da
Sultan’ın geldiğini belirttikten sonra onun davranışlarını şu şekilde tasvir
etmektedir: “İki adım attı ve korkulu gözle ve çaresizlik içinde bizlere baktı.
Konuşmamızın sonuna kadar karşımızda ayakta durmuştu. Halkın hükmünü
şerefle kabul etmek için, bizleri büyük bir üniforma ile karşılayacağını
düşünmüştüm. Fakat sivil kıyafetleri giymiş, hatta acelesini ve heyecanın belli
eden bir kıyafeti vardı. Siyah kravatını bir düğme ile bağlamamış, aksine inciyle
kaplanmış bir iğne ile olabildiğince tutturmuş. Kolları gevşek olarak aşağı
doğru sarkmış ve elleri yavaşça titriyordu. Alışılmışın dışında daha da bir eğri
duruyordu. Bu şekilde çok âciz bir görüntü arz ediyordu.”
Bu ilk karşılaşmanın hemen ardından heyet adına Esad Paşa salonun
sessizliğinde tekrar eden kararlı yüksek bir ses tonuyla söze başlamıştı. Karasu,
Sultan’la görüşmelerinin bu ilk dakikalarında geçmişteki II. Abdülhamid
yönetimiyle alakalı şu kısa değerlendirmede bulunmaktadır “Bu salonda bu beli
bükülmüş adamın bir el hareketi veya bir kelimesinin neden olduğu dehşetin
bütün devlet üzerine 33 yıl boyunca hâkim olması yetmişti”. Heyetin getirdiği
hal’ kararını Esad Paşa şu şekilde Sultan’a iletmişti: “Milletimizin
Şeyhülislâm’ın verdiği fetvayla seni tahttan indirdiğini, sana bildirmek için
geldik.” Karasu’nun ifadesine göre, bu kelimeleri duyan II. Abdülhamid
ürkmüş, yüzünde ve bütün vücudunda bir ürperme görülmüştü.
Görüşmenin seyri bundan sonra şöyle cereyan etmişti: “Sıkıntılı bir
sessizlik başlamıştı, Abdülhamid’in konuşmasını bekliyorduk. Kelimelerinde
karşı gelme veya bir savunma havası hissedilmeyip, aksine korkaktı. Kısık bir
sesle, “ve benim hayatım?” diye sordu. Esad Paşa bu soruya şu şekilde
cevaplanmıştı: “Millet asil ve âlîcenaptır. Senin hayatın hakkında hiçbir karar
almamıştır.” Sultan birkaç dakika düşündükten sonra sanki kendi kendine
konuşurcasına yavaşça tekrar konuştu: “Bu hep böyledir.” Bana baktı. Ben ise
ona şunu söyledim: “Milletin âlîcenaplığını ümit etmekten başka bir hakkın
yok.” Bunun üzerine Sultan şöyle konuştu: “Benim ailem? Şu askerler? Benim
hayatımı koruyacağınıza yemin ediyor musunuz?” Esad Paşa’nın cevabı,
“Milletin bu güne kadar senin hayatına karşı hiçbir kötü niyet taşımadığını, sana
garanti ediyorum”, şeklinde olmuştu.
Daha sonra “egoistçe” bir düşünceyle “endişeli” bir tonla tekrar sordu:
“Hayatımı nasıl idâme ettireceğim? İki günden beri çok az uşağım var.
Beslenmem henüz daha garanti edilmedi. Kadınlarla birlikte yaşamak
zorundayım. Çırağan Sarayı’nda oturmama müsaade edilmesini, milleten rica
ediyorum. Orada doğdum ve kardeşim Murad orada benim bakımım altında 30
yıl boyunca hayatını sürdürdü.” Yarı açık pencereden Çırağan Sarayı’nın
kubbesini göstererek, şöyle devam etti: “Kimseye görünmeden bahçelerden
geçerek Çırağan’a gidebilirim. Arif Paşa yolu biliyorsunuz.” Arif Paşa her
hangi bir cevap vermemişti. Sultan daha sonra Çırağan’da Sultan Murad’ın
oğlunun oturduğunu hatırladı ve şunları ekledi: “Fakat, iki haremin iç içe
olmaması için, yeğenim sarayı terk etmeli.”
Buna kimse cevap vermedi. Bundan cesaret alan Sultan uygun kelimeler
bularak mazisini haklı çıkarmaya çalışmıştı. “Millete iki güzel hizmette
bulundum, fakat halk bunu tanımadı. Millet Türk-Yunan Harbi’ni unuttu mu?
Kanûn-ı Esâsî’nin ilanından sonra yeminimi bozacak hiçbir şey yapmadım.
Yıldız’dan bir kurşun attırmamak suretiyle, kan akıtmayı sevmediğimi ispat
etmedim mi? Sayısız idam cezalarını tasdik etmekten kaçınmadı mı? Ara sıra
tasdik ettiklerim ise, mutlaka ihtiyaçtan dolayı olmuştur.” Hiç kimse buna bir
cevap vermemişti. Abdülhamid bu sessizliğin korkunç anlamını çok iyi
biliyordu. İçini çektikten sonra son olarak şunları söyledi: “Ne yapabilirim ki.
Allah’ın dileği böyleymiş.” Bizim bu ısrarlı sessizliğimiz karşısında
Abdülhamid’i tekrar bir korku saldı. Titrek sesle tekrar sordu: “Benim
hayatımın garanti altında olduğundan emin misiniz? Millet bunu garanti ediyor
mu?”
Küçük Abdurrahim’in bu sırada ağlamaya başlaması üzerine, Sultan ona
bakmıştı. Kederli gözlerinde parlayan kocaman iki damla yaşı, belki de
hayatındaki ilk damlalardı, gördük. Ağlayan genç bizi rahatsız etmişti. Ben
Sultan’a, “senin ve oğlunun hayatı için korkma” dedim. Bunun üzerine kendisi,
“Bunu bana yemin ediyor musunuz? Askerleriniz, Allah adına ve askerlik şerefi
adına ediyorlar mı?” Subaylar, bu konuda bir şey söyleme hakları olmadığını
söylemek istercesine, bize bakmışlardı. Bu sıkıcı konuşmayı bitirmek
zorundaydık. Zaten görevimizi yerine getirmiştik. Kararlı bir ses tonuyla Esad
Paşa şunları söylemişti: “Senin de aldığın ilanı resmî olarak sadece iletmek
zorundaydık. Fakat senin bu arzunu millete bildireceğiz.“ Sultan şunları söyledi:
“Bu musibetin müsebbiplerini Allah kahretsin.” Bunun üzerine Sultan’a baktım
ve şunları söyledim: “Eğer Allah âdil ise, suçluları kahredeceğinden emin
olabiliriz.” Sultan’ı ikinci kez bir titreme almıştı. Ellerini anlına götürmek
suretiyle bizleri âciz bir şekilde selamladı. Geri çekildik. Bütün bu görüşme 18
dakika sürmüştü.”30
Emanuel Karasu’nun uzun uzadıya canlı tasvirlerle anlattıkları burada
sona ermektedir.
B. Karasu’nun Anlattıklarının Diğer Hatıratlarla Mukayesesi
Karasu’nun, hal’ kararının tebliğ edilmesiyle alakalı olarak Alman
muhabire anlattıklarını, diğer hatıratlarla mukayese edildiğinde ilginç
farklılıkların olduğu görülecektir. Bu bağlamda karşılaştırılması gereken ilk
husus, Karasu’nun Sultan II. Abdülhamid’in görüşme esnasında silah taşıdığı ve
iyi bir nişancı olduğu için, bir tehlike anında silahlarını rahat bir şekilde
çekebilmek için üyelerin tabancalarının kınını açık bıraktıklarını belirtmesidir.
Kendisi, şayet Sultan silahını çekerse, birkaç saniye içinde onu öldüreceklerini
de açıkça ifade etmekteydi.
Ziya Şakir’in bu konuyla alakalı rivayetine göre, hal’ kararının tevdi
edilmesinin ardından subaylardan müteşekkil ikinci bir heyet gelerek, devrik
Sultan’ın Selanik’e naklini kendisine bildirmişti. Buna göre yatsı namazından
sonra saat 10’da Hareket Ordusu’nun ilk komutanı Ferik Hüsnü Paşa, İstanbul
Başmüfettişi Miralay Galip Bey ve Paris Askerî Ataşesi Ali Fethi Bey Yıldız
Sarayı’na gelerek gündüz hal’ kararının tebliğ edildiği aynı salonda ilgili kararı
II. Abdülhamid’e bildirmişlerdi. Bu ilan sırasında Sultan, “iki eli pardesüsünün
cebinde ve arkası duvara müteveccih bir vaziyette duruyor… Elleriyle,
ceplerindeki revolverleri sımsıkı tutuğu anlaşılıyordu.”31
Kitabında hal’
kararının ilanını da anlatan Ziya Şakir, bu görüşme esnasında Sultan II.
Abdülhamid’in silah taşımasıyla alakalı her hangi bir bilgi vermemektedir. Bu
şekilde Sultan’ın hal’ kararından sonra geceleğin subay heyetini kabul ettiği
sırada silah taşıdığı anlaşılmaktadır.
İrtem, bu konuda yukarıda ismi geçen Fransızca eserden her hangi bir
bilgi vermemekle birlikte, bu görüşmeye şahit olan Miralay Galip Bey
tarafından bizzat kendisine anlatılan farklı bir rivayeti zikretmektedir.
Karasu’nun Sultan’la görüşme esnasında elini sürekli olarak ceketinin iç
tarafında bulundurmasını fark eden Galip Bey, görüşmenin ardından kendisine
bunun nedenini sorması üzerine Karasu, “Abdülhamid daima yanında silah
bulundurur. Belki yeis ile bize karşı silâha davranır diye düşündüm. Benim de
revolverim belimde hazır bulunuyordu. Abdülhamid bu yolda bir harekette
30 “Wie Abdul Hamid abgesetzt wurde”, Frankfurter Zeitung, 30 Nisan 1909, Sayı 119, Abend
Blatt, s. 1-2.
31
Ziya Şakir, Sultan Abdülhamid’in Son Günleri, İstanbul 2006, s. 20-21.
bulunacağı anda ben de nefsimi müdafaa edecektim! cevabını verir.”32 İrtem’in
görüşmenin şahitlerinden Galip Bey’den aktardığı bu bilgi, Karasu’nun Alman
gazeteciye anlattıklarıyla tamamıyla çelişmektedir. Heyet üyelerinin ortaklaşa
aldıkları bir karar neticesinde, silahlarının kınını açık tuttukları ve tetikte
bulundurdukları izlenimi vermektedir. Fakat şayet böyle bir durum söz konusu
olsaydı, Galip Bey herkeste aynı durumu müşahede ederdi. Nitekim böyle
olmamış sadece Karasu’nun hareketi dikkatini çekmiş ve bunun nedenini
kendisine sormuştu. İrtem, Karasu’nun bu ferdî hareketini bir “kabadayı tavrı”
olarak adlandırmaktadır.33
Dönemin önemli hadiselerine şahitlik eden İngiliz Mc Cullagh ise,
hatıratının iki yerinde II. Abdühamid’in bu sıralarda silah taşımasına temas
etmektedir. Birincisinde, hal’ kararını getiren mebus heyetini sarayda karşılayan
Başkâtip Cavid Bey’in, “sultanın her zaman silahlı olduğunu ve içlerinden birini
vurabileceğini” ikaz ettiğini ifade etmektedir. Mc Cullagh devamında,
Karasu’nun bundan etkilenerek padişahın huzurunda parmağını silahının
tetiğinde tutuğunu nakletmektedir.34
İkincisinde ise, Sultan’ın Selanik’e
götürüleceğini kendisine takdim eden heyette yer alan Hüsnü Paşa’ya istinaden
şu bilgileri vermektedir: “27 Nisan akşamı saat 9’a doğru, kendisini Selanik’e
götürmeye karar verdiğimizi Abdülhamid’e bildirmek üzere yola çıktım.
Yanımda Jandarma Albayı Galip Bey ile Paris Askeri Ataşemiz Ali Fethi Bey
vardı. Bekleme odasında sabık padişahın başkâtibi Cevad Bey’i gördüm. Ona,
efendisiyle konuşmak istediğimi, geldiğimi haber vermesini söyledim. Cevad
Bey buna yanaşmadı ve dedi ki: “Padişah usta nişancıdır, attığını vurur. Benim
de, kendinizin de canımızı bağışlayın. Eğer gitmemde diretirseniz, ben de
yandım demektir, siz de. Ne kadar iyi nişan aldığını tahmin edemezsiniz.”35
Hatıratlar arasında sadece Mc Cullagh, bu iki rivayeti birlikte zikretmektedir.
Büyük bir ihtimalle, Cevad Bey’in gece yarısı gelen subayları ikaz etmesine
yönelik ifadeleri, karıştırılarak hal’ kararının ilan edilmesine de alınmıştır.
Böylesi bir karışıklığın nedeni ise Mc Cullagh’ın istinat ettiği Karasu olsa
gerekir.
32 İrtem, s. 286.
33 İrtem, s.2 86.
34
Mc Cullagh, s. 250.
35 Mc Cullagh, s. 259.
Karasu’nun II. Abdülhamid karşısında elini ceketinin altında tuttuğunu
gösteren en önemli görsel kanıt, son halife Abdülmecid Efendi’nin bizzat
kendisinin çizdiği meşhur tablosudur. Abdülmecid Efendi, görgü şahidi Cevad
Bey’in anlattıklarına dayanarak çizdiği bu tabloda, üyelerden sadece Emmanuel
Karasu sağ elini ceketinin altında tutarken; diğer üyelerden Aram Efendi bir
saygı ifadesi olarak iki elini önünde bağlamış, Esad Paşa Sultan’a hal’ kararını
tebliğ ederken sağ eli hareketli ve son üye Arif Hikmet ellerini yana salıvermiş
bir vaziyette beklemektedir. Böylece bu tablo da, sadece Karasu’nun dikkatli bir
şekilde tetikte beklediğini çok net bir şekilde göstermektedir. Bu şekilde
Karasu’nun Alman gazetesine anlattığı tabancanın kınının açık bırakılması ve
tetikte olunmasına birlikte karar verildiğine dair ifadeler, başta İrtem olmak
üzere Mc Cullagh’ın anlattıkları ve son halife Abdülmecid’in tablosuyla
çelişmektedir.
Karasu’nun Alman gazetesine verdiği röportajdan anlaşıldığı üzere, II.
Abdülhamid’in hal’ kararını heyetin karşısında ayakta dinlediği şeklindeki bilgi
İrtem’in de yazdıklarıyla örtüşmektedir. Sâbık Sultan II. Abdülhamid’in Selanik
sürgünü kararını tevdi eden heyette olan ve aynı zamanda yolculuğunda
kendisine refakat eden Fethi Okyar, Sultan’ın heyeti mabeynde ayakta
karşıladığını belirtmektedir.36 Ziya Şakir’in belirttiğine göre, II. Abdülahmid
36 Okyar, s. 46.
salonun ortasında durmuş bir vaziyette hafifçe masaya dayanmıştı. Heyet
üyeleri ise karşısında hizaya dizilmişlerdi.37
Mc Cullagh da Emanuel
Karasu’nun hal’ edilme kararının tebliğ edilmesiyle alakalı süreçle ilgili olarak
kendisine anlattıklarından belli kesitlere yer vermesine rağmen, Sultan’ın,
heyeti karşılamasına ilişkin kaynağı belli olmayan çok farklı bir bilgi
vermektedir. Buna göre, heyet salona girdiğinde Sultan, yanında küçük oğlu
Abdürrahim Efendi’yle birlikte bir divan üzerinde oturmaktaydı. Heyet, salonun
ortasına kadar ilerlemesine karşılık II. Abdülhamid, oturduğu divandan ayağı
kalkarak, “niçin geldiklerini” sormuştu.38 Bu şekilde Mc Cullagh, Karasu’yla
çelişen bir karşılama tasviri yapmaktadır.
Görüşmede üzerinde durulması gereken diğer bir nokta ise, öncesinde
selamlama yapılmaması ve Karasu dâhil heyet üyelerinin Sultan’a “sen” diye
hitap etmesidir. İrtem’in eserinde bununla alakalı dikkatleri çeken en önemli
farklılık, hiç şüphesiz, resmî selamlamanın yapıldığını belirtmesi ve Esad Paşa
dâhil Karasu’nun görüşme esnasında sonuna kadar Sultan’a “siz” diye hitap
etmeleriydi.39 Ziya Şakir’in belirttiğine göre, Esad Paşa Arnavut lehçesiyle
“Millet seni azletti”, şeklinde hitap etmişti.40 Mc Cullagh da aynı şekilde, Esad
Paşa’nın Sultan’a öncelikle askerî selam çakıp ve iki adım öne çıkarak
kendisine, millet “sizi” azletmiştir, şeklinde hal’ kararını takdim ettiğini ifade
etmektedir.41 II. Abdülhamid’in son Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Bey’in
fezlekesinde ise, bu hal’ kararının tebliğinde Esad Paşa’nın, “[…]Millet seni
hal’ etti. Ama hayatınız emindir”42 Fethi Okyar’ın anlattıklarına göre, heyet ve
kendisinin de dâhil olduğu gurubu Sultan’ı “hürmetle” selamlamasının
ardından; Sultan, “hafif bir el hareketi ile mukabele etti ve nafiz gözlerini
hepimizin üzerinde dolaştırarak konuşmamızı bekledi.” Hal’ kararının tebliği
sırasındaki hitabet şekli konusundaki anlattıkları ise, Cevat Bey’in ifadelerini
teyit eder şekildedir: “Millet seni hal’etti. Amma hayatınız emindir.”43 Hal’
heyetinin II. Abdülhamid’le görüşmeleri sırasındaki hitabetleri konusundaki
rivayetler, bu şekilde farklılık arz etmektedir. Bu bağlamda kesin bir kanaat
belirtmek bir hayli zor olmasına rağmen, mevcut rivayetlerden çıkan sonuca
göre şu kadarını belirtmek gerekirse, başlangıçta “sen” diye başlayan hitap,
daha sonra “siz” şekline dönüşmüştür.
Hal’in tebliği sırasında Sultan’ın psikolojisi ve davranışları hakkında
Karasu’nun Alman gazeteciye yaptığı olumsuz tasvirler, İrtem’in aktardığı
37
Ziya Şakir, s. 14.
38 Mc Cullagh, s. 251.
39 İrtem, s. 283-285.
40
Ziya Şakir, s. 14.
41 Mc. Cullagh, s. 251.
42 Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyetin İlânı ve Otuzbir Mart Hâdisesi, Faik Reşit Unat(Haz.),
2. Baskı, Ankara 1985, s. 82.
43 Okyar, s. 46.
Fransızca eserde geçen Karasu’nun anlattığı bilgilerle fazlasıyla
örtüşmektedir.44 Bunların karşısında Başkâtib Cevat Bey ise, bunlara göre çok
farklı olarak II. Abdülhamid davranışından bahsetmektedir. Buna göre, “[…] bu
an-ı felâket iştimalde zat-ı şahaneleri kendileri gibi sahib-i azim ve ifade olan
büyük adamlara mahsus ve münhasır bir tavr-ı azamet ve haşmet ile metanet ve
vekar-ı hümayunlarını muhafaza buyurdular.”45 Ziya Şakir anlattığına göre,
heyet salonun ortasında sıraya dizilmişler Sultan II. Abdülhamid onların yüzüne
bakıyordu. Birkaç saniye sessizlikten sonra Sultan’ın, “oldukça metnin bir sesle:
Buyurunuz” demesinin ardından hal’ kararı ancak ilan edilmiştir. Devamında
ise Esad Paşa’nın kullandığı “azil” kelimesinin II. Abdülhamid’ e pek acı bir
hakaret gibi tesir ettiğini ifade etmektedir.46 Fethi Okyar, hal’ sırasında II.
Abdülhamid’i “yorgun ve yaşlı hali içinde sakin, vakur, azametli” gördüğünü
belirtmektedir.47 Mc Cullagh ise, Sultan’ın sadece “bezgin” ve “yorgun”
göründüğünü belirtmekle birlikte, son gelişmeler dikkat-i nazara alındığında
“bu kadar iyi dayanmasına şaşmak” gerektiğini48 ifade etmektedir. Böylece,
Sultan’ın hal’ kararırını nasıl karşıladığı konusundaki farklı rivayetlerin de,
tıpkı diğerleri gibi, çok ciddi olarak çeliştikleri ortaya çıkmaktadır. Fakat
Karasu’nun tasvirlerine tezat teşkil edecek rivayetlerin, yani Sultan’ın bu
esnada metanetini koruduğu ve soğuk kanlı bir şekilde ilgili kararı karşıladığı,
çok daha fazla olduğu söylenebilir.
V. Genel Değerlendirmeler
Osmanlı tarihinin son dönemlerinde etkili olan Emanuel Karasu’nun
hayatındaki belli dönemler ve icraatları, sır olarak kalmaya devam etmektedir.
Özellikle Sultan II. Abdülhamid’le olan karmaşık ilişkisi belirsizliğini
korumaktadır. Yukarıda zikredildiği gibi, Karasu, bir taraftan ciddi bir muhalifi
ve Jöntürk olarak II. Abdülhamid yönetimine karşı mücadele ederken, diğer
taraftan da Jöntürkler’i ve faaliyetlerini Sultan’a ispiyonlayan bir jurnalci olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu iki farklı özellik, tarihçiler için ciddi bir problem
olarak aydınlatılmayı beklemektedir.
Aynı şekilde Sultan II. Abdülhamid’e verdiği jurnaller hakkında da
benzer bir belirsizlik bulunmaktadır. Özellikle de jurnallerin tarihleri belli
olmadığı için Karasu’nun hayatının hangi döneminde jurnalcilik yaptığını tespit
edemiyoruz. Karasu’nun jurnalciliğinin tarihlendirilmesi, hayatının dönemlere
ayrılması ve Jöntürk Hareketi’ne dâhil olmasının öncesi veya sonrasına denk
gelmesine göre, farklı yorumlar yapılabilecektir. Fakat elimizde böylesine bir
44 İrtem, s. 282-283.
45 Ali Cevat Bey, s. 83.
46 Ziya Şakir, s. 14.
47 Okyar, s. 46.
48 Mc Cullagh, s. 251.
bilgi olmadığı için, ihtimaller üzerinde yapılacak yorumlar çok da tutarlı olmasa
gerekir.
Karasu’nun II. Abdülhamid’e toplam kaç tane jurnal verdiği ve
jurnalciliğinin kaç yıl sürdüğü sorularının cevabını verme imkânımız
bulunmamaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, jurnallerin ilginç bir şekilde
imha edilmesinden dolayı, Karasu’nun teslim ettiği jurnallerin tam sayısını
tespit etmek mümkün değil. Bilinen sadece üç jurnali bulunmaktadır. Eldeki
jurnalleri gerek ayrı ayrı ve gerekse hepsi birlikte ilginç bir bütünlük arz
etmektedirler: Halkı bozacak zararlı fikirleri ihtiva eden ve onları isyana teşvik
edeceği iddia edilen gazetelerin okunması, şüpheli bazı teröristlerin eylem
yapmak için İstanbul’a girmek üzere oldukları ve isimleri geçen bazı şahısların
Avrupa’daki “fesad” ehli diye adlandırdığı Jöntürkler’e katılmak üzere gizlice
gitmeleri gibi üç türde bilgiyi, II. Abdülhamid’e ulaştırmıştır. Bu üç jurnal tipi,
genel olarak jurnallerin ortak özelliklerini ihtiva etmektedir. Karasu’yla alakalı
diğer bir belgede ise, jurnale benzer bir takım bilgiler yer almaktadır. Bu
belgede Bulgarlar’ın bölgedeki bir takım eşkıya faaliyetlerinden ve silah
bulundurmalarından bahseden Karasu, böylece bu faaliyetlerden merkezi ikaz
etmektedir.
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, Jöntürk Hareketi için âdeta bir final
olmasından dolayı, Karasu da bu ana şahitlik etmek için hal’ heyetine dâhil
olmuştu. Kendisinin Alman gazetesine verdiği görüşmede belirttiğine göre, hal’
kararının Sultan’a takdimi toplam 18 dakika sürmüştür. Şahit olduğu bu tarihi
anı, gazeteye uzun uzadıya çok canlı bir şekilde anlatmıştır. Karasu’nun
anlatımında dikkatleri çeken ilk nokta, heyetin kararı tevdi ederken Sultan “sen”
diye hitap etmesidir. Kendisi dâhil heyetteki diğer üyeler, 33 yıl boyunca saygı
ve iltifat görmeye alışık olan II. Abdülhamid’i selamlamadan, ona “sen” diye
hitap etmek suretiyle onu bir şekilde önemsemediklerini ve aşağıladıklarını
göstermek istemiş olabilirler.
Anlatılanlara göre, hal’ kararını duyan devrik Sultan, sanki onlardan bir
merhamet beklercesine memleket için yaptığı bir takım icraatları heyete
hatırlatmak zorunda hissetmiştir. Aynı şekilde cereyan eden son hadiselerde de
bir dahli olmadığını ısrarla belirtmek suretiyle, benzer şekilde hakkındaki daha
kötü muhtemel gelişmelerin önüne geçmek istemiş olabilir. Karasu’nun
anlatımında dikkatleri çeken diğer bir husus ise, ifadelerinde hal’ kararı
karşısında çok aciz bir II. Abdülhamid tasviri yapmasıdır. Özellikle de bu
salonda icra ettiği 33 yıllık “istibdat” ve “keyfî” yönetimini hatırlatmak
suretiyle de, Sultan’ın içine düştüğü acziyetini anlayabilmek için bir mukayese
imkânı vermektedir. Son gelişmelerde nedeniyle de olsa gerek çok zayıf düşen
Sultan, özellikle de kendisi ve aile fertleri hakkındaki belirsizlikten endişe
ettiğini; hayatlarının garanti edilmesini istediğini belirtmektedir.
Emanuel Karasu’nun Sultan II. Abdülhamid’in hal’ edilmesiyle alakalı
olarak Alman gazetesine anlattıklarının, bu olaya şahit olan devlet adamlarının
veya bunlardan dinleyen gazetecilerin hatıratlarıyla mukayese edilmesiyle,
ilginç özellikler ortaya çıkmaktadır. Özellikle de Sultan’ı küçümseyen “sen”
hitabı olmak üzere, görünüşü hakkındaki bir takım olumsuz tasvirler
örtüşmemektedir. Dönemin bazı devlet adamlarının ve gazetecilerin
hatıratlarında ise, hadisenin tamamından daha ziyade sadece hal’ kararının
tebliğ edilmesi kısmı geçtiği için, teferruatlı bir kıyas yapılamamaktadır.
Karasu’nun anlattıkları dışındaki bu kısmî hatıratlara rağmen, yine de onun
anlattıklarıyla çelişen çok farklı bir takım hususlar yok değil. Örneğin özellikle
de II. Abdülamid’in kararın kendisine iletildiği sırada, Karasu’nun iddiasının
aksine, vakarını ve metanetini koruduğu geçmektedir. Bu tezat, oldukça
önemlidir. Bir taraftan Karasu’nun tasvirinde, son gelişmelerle iyice yıpranan
ve moral olarak çöken; aslında kişilik olarak zaten zayıf olan, fakat bütün
kuvvet ve otoritesini devlet kurmuş olduğu despotik yönetiminden alan bir
hükümdar tasviri karşımıza çıkmaktadır. Diğer tarafta ise çok daha farklı bir
Sultan profili yapılmaktadır. Son gelişmelerin neden olduğu yıpratıcı hadiselere
ve içinde bulunduğu bu zayıf duruma rağmen vakar ve metanetini halen
muhafaza eden bir II. Abdülhamid. Bu iki profilden hangisi doğrudur? Daha
geniş ve farklı hatıratlar ortaya çıkmadan, bu sorunun cevabını vermek mümkün
görünmemektedir. Bu durum, aslında Sultan II. Abdülhamid’in o karmaşık ve
tartışmalı kişiliği ile yönetimine fazlasıyla da uymaktadır.
Mukayesede ortaya çıkan diğer bir sonuç ise, Emanuel Karasu’nun II.
Abdülhamid’in hal’ kararının tebliği sırasında paltosunun altında silahını hazır
tuttuğu iddiasıdır. Yukarıda da görüldüğü gibi, diğer hatıratlarda bu durum teyit
edilmemektedir. Karasu, burada aslında II. Abdülahmid’in gece yarısı
Selanik’e gönderilmesi kararının tebliğ edilmesi sırasında silahlı olduğu
bilgisini kendisi kurgusuna dâhil ederek, bir şekilde kendisinin görüşme
sırasında silahını hazır tutmasını haklı çıkarmaya çalışmıştır. Bununla birlikte
bir de, röportajının geneline hâkim olan korkak ve kuvvetini ancak silahından
alan II. Abdülhamid vurgusunu daha da güçlendirmek istemiş olabilir.
Özetle bir kez daha belirtmek gerekirse, Sultan II. Abdülhamid ile
Emanuel Karasu arasında karmaşık bir ilişki vardı. Bu münasebetler,
araştırılması gereken bir mesele olarak tarihçilerin önünde durmaktadır. Bunlar
gün yüzüne yeterince çıkartılmadan ve aydınlatılmadan, 1908 Jöntürk İhtilâli ve
devamında cereyan eden 31 Mart Vak’ası ile II. Abdülhamid’in tahttan
indirilmesi hadiseleri yeterince anlaşılamaz. Bazı noktalar hep eksik kalacaktır.

Kaynakça
1. Arşiv Vesikasılar
BOA, Y.E.E., 15/95.
BOA, Y.EE., 15/96.
BOA, Y.PRK. SGE, 9/118.
2. Hatırat ve Araştırmalar
Ahmad, Feroz: İttihatçılıktan Kemalizme, İstanbul 1985.
Ali Cevat Bey: İkinci Meşrutiyetin İlânı ve Otuzbir Mart Hâdisesi, Faik
Reşit Unat(Haz.), 2. Baskı, Ankara 1985.
Avcı, Halil Ersin: İngiliz Gizli Raporu. Türkiye 1908, İstanbul 2005.
Bayur, Yusuf Hikmet: Türk İnkılâbı Tarihi, 1. Cilt, 2. Kısım, 4. Baskı,
Ankara 1991.
Ergenekon, Ali(Yay.): , Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları. Sultan
Abdülhamid, 4. Baskı, İstanbul 1996.
Iacovella, Angelo: Gönye ve Hilal. İttihad-Terakki ve Masonluk, Tülin
Altınova(Çev.), 2. Baskı, İstanbul 2005.
İrtem, Süleyman Kâni: Abdülhamid Devrinde Hafiyelik ve Sansür.
Abdülhamid’e Verilen Sansürler, Osman Selim Kocahanoğlu(Yay.),
İstanbul 1999.
…………….., : 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu. Abdülhamid’in Selanik
Sürgünü, Osman Selim Kocahanoğlu(Haz.), İstanbul 2003.
Lewis, Bernard: Modern Türkiye’nin Doğuşu, Metin Kıratlı(Çev.), 3. Baskı,
Ankara 1988.
Macfie, A. L.: Osmanlının Son Yılları 1908-1923, Damla Acar/Funda
Soysal(Çev.), İstanbul 2003.
Mc Cullagh, Francis: Abdülhamid’in Düşüşü. Osmanlı’nın Son Günleri,
Nihal Önol(Çev.),2. Baskı, İstanbul 2005.
Okyar, Fethi: Üç Devirde Bir Adam, Cemal Kutay(Yay.), İstanbul 1980.
Tuğay, Asaf: İbret. Abdülhamid’e Verilen Jurnaller ve Jurnalciler, İstanbul
1935.
Ziya Şakir, Sultan Abdülhamid’in Son Günleri, İstanbul 2006.
3. Makaleler
Encylopaedia Judaica, “Carasso, Emanuel”, 2. Baskı, 4. Cilt, s. 460.
Eldem, Edhem: “Emanuel Karasu Biyografisine Bir Devam?”, Toplumsal
Tarih, Sayı 4/23, İstanbul 1995, s. 43-45.
Margulies, Roni: “Emanuel Karasu Biyografisine Bir Başlangıç”, Toplumsal
Tarih, İstanbul 1995, Sayı 21, s. 24-29.
…………….., : “Hüseyin Cahit’in Ağzından Emanuel Karasu”, Toplumsal
Tarih, Sayı 5/26, İstanbul 1996, s. 55.
“Wie Abdul Hamid abgesetzt wurde”, Frankfurter Zeitung, 30 Nisan 1909,
Sayı 119, Abend Blatt, s. 1-2.
http://www.mason.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=13&I
temid=27, 10 Ekim 2007.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,26 M - Bugn : 23289

ulkucudunya@ulkucudunya.com