« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Mar

2007

12 MART DARBESİ

Bülent VARGEL 01 Ocak 1970

 Dünya konjönktürü olarak,1968 ve 12 Mart 1971’e doğru gelişen tarihsel süreçte; yükselen sosyalist sistem, anti emperyalist ulusal kurtuluş savaşları, kapitalist metropollerde genişleyen kamu alanı(sosyal devlet) ve Üçüncü Dünya Ülkelerinin emperyalist sistem dışına çıkma girişimleri (OPEC); tekelci kapitalizmin hakimiyet ve pazar alanlarını daraltmış, maliyetlerini yükselmiş ve sonuçta sistem krize girmiştir. Bir başka deyişle 1968-1970 yılları emperyalizmin kriz yıllarıdır ve sistem bu krizden çıkış yollarını; kaybetmiş olduğu siyasal hakimiyet alanları ve pazarları tekrar geri kazanarak çıkmayı planlamaktadır.

Bu yıllarda Türkiye deki durum ise kabaca söyle özetlenebilir.

Emperyalizm destekli işbirlikçi büyük burjuvazi iktidardadır ve bu iktidarını; büyük toprak sahipleri ve ticaret burjuvazisiyle birlikte AP bünyesi içinde paylaşmaktadır. Paylaşım zorunluluğu ise ;işbirlikçi büyük burjuvazinin ve onun entegre olmuş olduğu uluslararası tekelci sermayenin gelişmesinin ve mutlak hakimiyet kurmasının önünü tıkamaktadır. Tekelci sermaye, Adalet Partisini kendi çıkarları doğrultusunda ekonomik kararlar almaya zorlamaktadır. Fakat, Adalet Partisi, tekelci burjuvazinin yanı sıra, büyük toprak sahipleri ve ticaret burjuvazisini de bünyesinde taşıyan bir parti olarak, bu talepleri karşılamaktan uzak bir konumdadır. Yani krizden çıkışı; yumuşak karın olarak değerlendirilen Türkiye’den başlatabilmek; emperyalizm ve onunla işbirliği içinde gelişimini sürdürmekte olan büyük burjuvazi ve oligarşik yapı açısından; mevcut koşullar altında neredeyse olanaksızdır. Çözüm ise ancak askeri bir rejim içinde olasıdır.

Öte yandan,1961 Anayasasının topluma getirmiş olduğu demokrasi ve özgürlükler ortamında ve dünya konjonktürünün de katkısı ile;emekçi sınıfların tekelci sermayeye ve ABD Emperyalizmine karşı mücadelesi sınıfsal bir temel üzerinde yükselmektedir. Tütünden sarımsağa kadar tarım üreticileri ve köylüler; büyük toprak sahipleri, ticaret burjuvazisi ve tefecilere karşı neredeyse tüm Türkiye sathında örgütlenmekte ve direnmektedir. Toprak işgalleri başlamış ve mücadele her gün yeni mevziler kazanmaktadır. İşçi sınıfının mücadelesi ise hızla gelişmekte ve fabrikalarda grev ve direnişler yayılmakta, fabrika işgalleri başlamaktadır. Öğrenci gençlik bağımsız ve demokratik üniversite taleplerini yükselmektedir. 68 gençliği ise, bu süreçteki onurlu yerini, emekçi sınıfların yanında ve onlara öncülük ederek; ABD Emperyalizmi ile onun eklemlemeleri olan gladyo, faşist ve şeriatçı çetelere karşı savaşarak, almaktadır. Kitle çizgisi izleyerek halkımızla buluşan 68 Hareketi her fırsatta ABD Emperyalizmine yeni darbeler vurmaktadır.

6.Filo gelemez oluyor, ABD, Büyükelçi olarak atadığı Vietnam Kasabı R. Komer’i geri çekmek zorunda kalıyor ve ABD üslerinin kapatılması talepleri yükseliyordu. Öte yandan, kamuoyunun ve halkımızın Vietnam Kurtuluş Savaşına olan sempatisi ve desteği giderek artıyordu. Yurt sathında ABD Emperyalizmi karşıtı gösteri ve etkinlikler yaygınlaşıyordu. Özet olarak, 1961 Anayasasını savunarak kurulu düzene ve ABD Emperyalizmine karşı emekçi sınıflar ve onun bütünleşiği 68 Hareketi; tekelci sermaye düzeninin ve dolayısı ile ABD ‘nin siyasal hakimiyet alanlarını daraltıyor ve potansiyel bir tehdit oluşturuyordu. Bütün bunlara koşut olarak TSK içinde bazı kesimlerin de etkinlenmeye başlaması ve aktif hale geçebileceği doğrultusunda kuvvetli sinyaller vermeğe başlaması; tehdidin vahametini daha da arttırıyordu.

İşte bütün bu sorunlara, verili koşullar altında, tek çözüm askeri bir rejim altında bulunabilirdi.

Nitekim öyle oldu. ”Genişletilmiş Komuta Konseyi” adlı Cunta.1961 Anayasanın sağladığı ortamın halkımıza “Bol” geldiğini(!) ileri sürerek, 12 Mart 1971 ‘de yönetime el koydu.12 Mart darbesi ile hem yükselen halk hareketi bertaraf edilmek, hem de tekelci burjuvazi talepleri doğrultusunda kararlar çıkartılmak hedeflenmiştir.

Bu amaçla kurulan, askeri cunta güdümlü, Nihat Erim hükümeti ilan ettiği “Balyoz Operasyonu” ile, bir yandan sol/sosyalist harekete ve emekçi halkımızın ekonomik-demokratik-politik mücadelesine ve örgütlerine saldırırken; diğer yandan da, büyük toprak sahipleri ve ticaret burjuvazisinin ekonomik ve siyasal gücünü azaltarak, hakim sınıflar içinde dengeyi, tekelci burjuvaziden yana değiştirmek için uğraşmaktaydı.Toprak sahipleri ve tüccarları bu saldırıya ihracatı düşürerek yanıt verdiler ve Nihat Erim istifa etmek zorunda kaldı.Böylece kendi içlerindeki çıkar çelişkilerinin şimdilik çözülemeyeceğini gören hakim sınıflar anlaştı ve 2.Erim hükümeti kuruldu.

Uzlaşma ve hakim sınıfların iç dengeleri yeniden sağlanmıstı. Artık müşterek düşmanlarına daha rahat saldırabilirlerdi. Öylede oldu. Deniz, Yusuf ve Hüseyin idam edildi. Sinan’lar Nurhak’ta, Mahir’ler Kızıldere’de katledildiler.

Sonuçta, 12 Mart rejimi, tekelci burjuvaziye istediklerinin tamamını verememiş oldu. Fakat, yine de gerek sömürüden aldığı pay ve gerekse siyasal etkinliğinin artması giderekten yükselen bir sürece girmiştir.

12 Mart’ın yarım bıraktığı operasyonun tamamlaması görevi ise, bir başka bahara, 12 Eylül darbecilerine kalacaktır.

Kapitalizm, 68 bunalımından; bunalıma neden olan; pazar alanlarının daralması ve kar oranlarının düşmesi gibi faktörleri tekrar aşarak, yani, ulus devletlerin egemenlik alanlarını sermaye ve malların serbest dolaşımına (daralan pazarlarının genişletilmesi) ve farklı ulus devletlerde farklı değerlere sahip olan emek ve ham madde kaynaklarına kendisinin en ucuz şekilde sahip olmasına olanak sağlayacak şekilde(maliyetlerin düşürülmesi) yeniden düzenleyerek ve 1980’e doğru uzanan bir süreç ile çıktı.


Globalizm adını verdiğimiz kapitalizmin bu yeni aşaması; krizi aşabilmek için, hakimiyet alanlarına, “liberalleşme” veya “serbest piyasa ekonomisi” adını verdiği politikaları dayatmaya başladı. Buna göre devlet finansman ve üretim alanlarında müdahale etmeyecek ve pazar, globalizmin sömürüsüne tam anlamıyla açılacaktı. Böylece tekelci burjuvazi de krizden çıkacaktı.

12 Mart sonrası yıllarda Türkiye ekonomisi de kapitalizmin global krizinin etkisi altındaydı. Döviz bulamayan fabrikalar durma noktasına gelmiş ve kapasite kullanım oranları % 30-40’lara düşmüştü. Dış ödemeler dengesi bozulmuş ve bütçe açıkları da gitgide büyüyordu. Büyüme hızı ise;80 yılına doğru eksi olarak seyretmeye başlamıştı. TL sürekli olarak değer kaybediyordu ve dış borçlar 15 milyar dolar sınırına dayanmıştı Enflasyon % 100 üzerinde idi ve işsizlik % 15’e çıkmıştı. Grevde 35 bin, toplu sözleşme masasında 800 bin işçi vardı.

Nihayet bu ekonomik bataklıktan çıkış yolunu (!) IMF ve Dünya Bankası önerdi.

24 Ocak 1980’de bu kararlar açıklandı. 24 Ocak kararlarının mimarı Balassa’ya göre; ”Petro-kimya, demir-çelik gibi yatırım malları üretimleri Türkiye’ye uygun değildi.Türkiye; özellikle ucuz hammaddeli, yoğun ve ucuz emek ağırlıklı tüketim mallarının üretiminde yoğunlaşmalı, turizmi geliştirmeli ve düşük maliyetli ara malları üreterek dünya piyasasına dönük ucuz fason üretimler yapmalıydı.”.

Emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği rol buydu. Yani,24 Ocak Kararları , sadece, Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz nedeniyle değil, aynı zamanda emperyalizmin sistem olarak içinde bulunduğu krizden çıkışın yolu olarak alınmıştı. 47 TL olan ABD doları bir anda 70 TL’ye çıkarılmış, KİT ürünlerine % 300-400’ü bulan zamlar yapılmış, temel tüketim maddelerindeki sübvansiyonlar kaldırılmıştı. Emekçi halkımız için daha fazla yoksulluk anlamına gelen 24 Ocak kararları, tam bir şok etkisi yarattı.

Ancak halkımız için acı reçete anlamına gelen bu kararların tam anlamıyla hayata geçirilebilmesi; seçimlerle yönetimlere gelen hükümetler eliyle mümkün değildi. Ayrıca, halkımızın yükselen devrimci-demokrat muhalefeti bunun önünde önemli bir engel olarak durmaktaydı.68 Hareketinin devamı olarak bayrağı devir almış olan 78 Kuşağı; emekçi halkımızın içinde ve önünde mücadele bayrağını yükseklere taşıyordu. Yükselen halk hareketi ve 78 kuşağının oluşturduğu muhalefet ve tehdit mutlaka tasfiye edilmeliydi. Çözüm ise ancak Askeri bir rejim altında bulunabilirdi. Emperyalizm, darbe kararı aldı. Darbenin meşruiyet kazanabilmesi için önce sistem istikrarsızlaştırılacaktı. Bu amaca yönelik olarak; askeri-sivil bürokratların derin eşgüdümündeki, gladyo ve onun ülkücü- mafyacı eklemlemeleri kullanılarak: “Sağ-Sol Çatışması” yanıltması adı altında üretilen bir “Anarşi” ortamı kullanıldı.

12 Eylül darbesiyle kışlasından çıkan ordu, kışla disiplinini toplumun tümüne dayattı.2 milyona yakın insanın fişlendi, 100 bin kişinin ‘örgüt üyesi’ diye yargılandı, 1990’a kadar 52 bin kişinin cezaevinde kaldı, 766 kişinin işkence tezgahlarında, cezaevlerinde öldürüldü, 517 kişiye ölüm cezası verildi ve 50 kişi sehpalarda infaz edildi. Ekonomik ve demokratik hak ve özgürlükler kuşa çevrildi.Darbe öncesinde 6 milyona yaklaşan sendikalı işçi sayısının, bugün 1 milyonun altına düşmesini de, ayrıca değerlendirmek gerekiyor.

12 Eylül darbesi; 12 Mart’ta tamamlanamayan, tekelci burjuvazinin hükümranlığı sürecini geliştirerek, kurumsal ve hukuksal anlamda tekelci burjuvazi lehine son noktayı koymuştur.

12 Mart 1971-12 Eylül 1980 sürecinin günümüze bıraktığı miras ise; seçilmişlerin ülke yönetiminde çok fazla önemli roller oynayamadığı ve kararlar alamadığı bir rejim olmuştur. Askeri-Sivil derin bürokrasi ;”Gizli Anayasası ile” ve milliyetçi-ülkücü gladyo-mafya yapılanmaları ile ülke yönetimini karar verici baş aktör olarak sürdürmektedir.Susurluk çetesi formatındaki diğer yapılanmalar;Şırnak’ta,Neşter Operasyonlarında ve Sauna Çetelerinde düzenin paçalarından akmaktadır.Paçalardan akanlar ise yine her zaman olduğu gibi örtbas edilmektedir.

12 Mart ve 12 Eylül Cuntaları yargılanarak gladyo düzeninin tasfiyesi, üzerinde yapılan bir sürü değişikliğe rağmen hala antidemokratik olma özelliğini koruyan 12 Eylül Anayasası yerine demokratik bir Anayasanın ikame edilmesi ve TSK İç Hizmet Kanunun 35.Maddesinin kaldırılması ise demokrasi mücadelesinin en acil hedefi olarak durmaktadır.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,11 M - Bugn : 56

ulkucudunya@ulkucudunya.com