« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 May

2011

Fethin Üçüncü Boyutu ve Akşemseddin

Aydın Başar 01 Ocak 1970

Bir hareketin veya bir mücadelenin başarılı olabilmesi için üç unsura ihtiyaç vardır. Birincisi aksiyon, ikincisi ilim, üçüncüsü ise ihlastır. İstanbul’un fethinin arka planına baktığımızda bu üç unsurun da yerli yerine oturduğunu görüyoruz. Fethin birinci boyutu olan aksiyon boyutunu “Ne güzel kumandan ve ne güzel asker” övgüsüne mazhar olan tüm komutan ve askerler temsil eder. İkinci boyutu olan ilim boyutunu Sultan Mehmet’in istişare heyetini oluşturan dönemin uleması temsil eder. Ve üçüncü boyutu olan ihlâsı ise kuşatma esnasında Sultan Mehmet’i yalnız bırakmayanmve daima dualarıyla onu destekleyen başta Akşemseddin hazretleri olmak üzere dönemin tüm maneviyat önderleri temsil eder. Bu yapılan benzetme kesin çizgilerle kategorize etmek amacıyla yapılmış bir benzetme değildir. Sadece fethe katılan unsurların en belirgin özelliklerinden yola çıkılarak yapılmış olan bir benzetmedir. Elbette ki fethe katılan tüm kesimler, farklı ölçülerde de olsa mutlaka bu üç unsurdan nasiplerini almışlardır. İstanbul’un fethinin tam anlamıyla idrak edilebilmesi için bu üç boyutun da ihmal edilmemesi gerekir. Bu yazıda fethin üçüncü boyutunun sembolü olan ve Sultan Mehmet’in “Fethin gerçek mimarı hocamdır” diyerek işaret ettiği Akşemseddin hazretlerinin fetihteki rolünden bahsedilecektir.

Tarih göstermiştir ki Sultan Mehmet gibi önemli devlet adamlarını ancak Akşemseddin Hazretleri gibi büyük şahsiyetler yetiştirmişlerdir. Nitekim tarihimiz maneviyat önderlerinin yetiştirdiği mücahit ruhlu devlet adamlarının örnek kahramanlıklarıyla doludur. Fatih Sultan Mehmet gibi diğer Osmanlı padişahları da âlimlere ve maneviyat önderlerine çok büyük hürmet göstermişlerdir. Hatta tasavvufi neşveye sahip olan birçok Osmanlı padişahının tekkelere yer tahsisi ve dergâhlara maddî yardımlar yapmanın dışında bizzat bir deragaha intisap ettikleri de bilinen bir gerçektir. Bu durumun bir uzantısıdır ki birçok Osmanlı padişahı aynı zamanda derviş meşrep şiirleriyle bilinen birer divan edebiyatı şairidir. III. Murat Han’ın ilahi formunda bestelenilen şu meşhur dörtlüğü, Osmanlı padişahlarının bu yönlerini ortaya koymanın yanı sıra aynı zamanda onların iç âlemlerindeki güzelliği de meydana çıkarmaktadır.

Benim; Murad kulun, suçumu affet,
Suçum bağışlayub günahım ref’et
Resul’un sancağı dibinde haşret
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Gönül dünyalarında Allah ve resulünün aşkıyla
dolu olan Osmanlı padişahları, dış dünyalarında
ise hakkın hâkimiyeti uğrunda cihattan cihada
koşmaktan çekinmemişler ve İslam’ı adeta bir “sahebe”
tadında yaşamışlardır. Onların Allah’ın hükümlerini
her şeyin üstünde görmeleri ve ilay-ı
kelimetullah ruhundan asla sapmamaları nedeniyledir
ki dönemin önemli maneviyat önderleri de onlardan
hiçbir zaman himmetlerini esirgememişlerdir.
Gerek topluma erdemli insanlar kazandırmak suretiyle
olsun, gerekse devletin düzenlediği askeri seferlere
gaza ve cihad şuuru kazanmış cesur
dervişler göndermek suretiyle olsun, onlara daima
destek olmuşlardır. Cami, imarathane, vakıf gibi kurumların
açılış törenlerinden düğün ve cenaze merasimlerine
kadar sosyal hayatın hemen her
kesitinde devlet adamlarını yalnız bırakmamışlardır.
Hükümdarların kılıç kuşanma merasimlerindeki
rolleri ise oldukça dikkat çekicidir.
İstanbul’un fethiyle sonuçlanan büyük kuşatmada
da ulema ve meşayıh padişahın yanı başındadır.
Dönemin ünlü sûfîlerinden Akşemseddin
Hazretleri bu zevatın en önde gelenlerindendir.
Onun yanı sıra Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla
Gürani ve Şeyh Sinan gibi alim ve veliler de müritleri
ile birlikte kuşatmaya katılmıştır.
Sultan Mehmet daha önce Müslümanlarca
defalarca kuşatılan ancak bir türlü alınamayan İstanbul’u
alabilmek içini maddî ve manevî her türlü
çabayı göstermiş ve bu çabalar çerçevesinde sur büyük hürmet göstermişlerdir. Hatta tasavvufi neşveye
sahip olan birçok Osmanlı padişahının tekkelere
yer tahsisi ve dergâhlara maddî yardımlar
yapmanın dışında bizzat bir deragaha intisap ettikleri
de bilinen bir gerçektir. Bu durumun bir uzantısıdır
ki birçok Osmanlı padişahı aynı zamanda
derviş meşrep şiirleriyle bilinen birer divan edebiyatı
şairidir. III. Murat Han’ın ilahi formunda bestelenilen
şu meşhur dörtlüğü, Osmanlı padişahlarının
bu yönlerini ortaya koymanın yanı sıra aynı zamanda
onların iç âlemlerindeki güzelliği de meydana
çıkarmaktadır.
Benim; Murad kulun, suçumu affet,
Suçum bağışlayub günahım ref’et
Resul’un sancağı dibinde haşret
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Gönül dünyalarında Allah ve resulünün aşkıyla
dolu olan Osmanlı padişahları, dış dünyalarında
ise hakkın hâkimiyeti uğrunda cihattan cihada
koşmaktan çekinmemişler ve İslam’ı adeta bir “sahebe”
tadında yaşamışlardır. Onların Allah’ın hükümlerini
her şeyin üstünde görmeleri ve ilay-ı
kelimetullah ruhundan asla sapmamaları nedeniyledir
ki dönemin önemli maneviyat önderleri de onlardan
hiçbir zaman himmetlerini esirgememişlerdir.
Gerek topluma erdemli insanlar kazandırmak suretiyle
olsun, gerekse devletin düzenlediği askeri seferlere
gaza ve cihad şuuru kazanmış cesur
dervişler göndermek suretiyle olsun, onlara daima
destek olmuşlardır. Cami, imarathane, vakıf gibi kurumların
açılış törenlerinden düğün ve cenaze merasimlerine
kadar sosyal hayatın hemen her
kesitinde devlet adamlarını yalnız bırakmamışlardır.
Hükümdarların kılıç kuşanma merasimlerindeki
rolleri ise oldukça dikkat çekicidir.
İstanbul’un fethiyle sonuçlanan büyük kuşatmada
da ulema ve meşayıh padişahın yanı başındadır.
Dönemin ünlü sûfîlerinden Akşemseddin
Hazretleri bu zevatın en önde gelenlerindendir.
Onun yanı sıra Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla
Gürani ve Şeyh Sinan gibi alim ve veliler de müritleri
ile birlikte kuşatmaya katılmıştır.
Sultan Mehmet daha önce Müslümanlarca
defalarca kuşatılan ancak bir türlü alınamayan İstanbul’u
alabilmek içini maddî ve manevî her türlü
çabayı göstermiş ve bu çabalar çerçevesinde surları
yıkabilecek 1,5 kilometre uzağa fırlatılabilen 2
ton ağırlığındaki toplar döktürmüştür. Hatta "havan
topu"nu da bizzat kendisi icat etmiştir. Fetih için her
türlü altyapıyı hazırlayan Sultan Mehmet kuşatmaların
zamanı konusunda ise bilhassa Akşemseddin’le
istişare etmiştir. Nitekim ona fethi müjdeleyen
de yine kendisi olmuştur. Enisi’nin Menakıb’ında bu
müjde ile ilgili şöyle bir ifadeye rastlanır: “Akşemsedin
vakt-i fethi tayin eyledüginden sual olundı
ğaibu nerden bildün ki hüküm eyledün didiler
cevab virdi ki karındaşım Hızır ile ‘ilmü ledünni’de
Kostantiniyye’nün fethini vakti ile istihrac
eylemişdük.” (Yurd, İhsan, Kaçalın, Mustafa, Akeşemseddiin’in Hayatı ve
Eserleri, s.26) Fatih Sultan Mehmed, kuşatmanın başında
iken Bizans imparatoruna şehri kan dökmeden teslim
etmesini telkin etmişse de bu teklifine olumlu bir
yanıt alamayınca, ordusuna savaş emrini vermiş ve
İstanbul şehrinin fethi ile bitecek olan büyük kuşatmayı
başlatmıştır. Kuşatma esnasında, gemileri karadan
yürütmek suretiyle donanmayı bir gecede
Dolmabahçe'den Haliç'e indirmeyi başaran Sultan
Mehmet, henüz kuşatmanın başlarında iken birçok
olumsuzluklarla karşılaşmıştır. Öyle ki zaman
zaman askerlerin fetihten umutlarını kestikleri zamanlar
bile olmuştur. Kuşatmanın devam ettiği bir
sırada, Avrupa devletlerinden Bizans’a yardım getiren
gemilerin önlenemeyişi, düşmanın bu yardımİstanbul’un ları yerine ulaştırmaya muvaffak oluşu, Baltacıoğlu
Süleyman Paşa’nın Cenaviz gemileri ile yaptığı
deniz savaşında yenilmesi ve diğer iki başarısız saldırının
neticesinde askerdeki moral değerleri oldukça
düşmüş ve fethin başarılamayacağına dair
karamsar düşünceler de giderek yayılmıştır. Bu
şartlar altında fetihten ümidini kesen Çandarlı Halil
Paşa ve arkadaşları Bizans’ın barış teklifini kabul
ederek kuşatmanın durdurulması gerektiğini savunmuşlardır.
(Bkz. Akgündüz, Ahmed, Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul, 1999,
s.98)
Bütün bu olumsuzluklara rağmen gelişmeleri
dikkatle takip eden Akşemseddin Hazretleri ise padişaha
ısrarla kuşatmanın devam etmesi gerektiğini
söylemiş ve ona savaşın sevk ve idaresi ile ilgili birtakım
öğütler vermeyi de ihmal etmemiştir. (Bkz. Yurd ve
Kaçalın, a.g.e., s.28)
Kuşatmanın seyrinin kötü gitmesi üzerine bazı
devlet adamları padişaha gelerek; “Savaştan anlamayan
bir sofunun sözüyle, askerlerimiz telef
oldu, hazinemiz tükendi, Bizans’a yardımlar
ulaştı, fetih için bir ümit kalmadı” şeklinde bazı
şikâyetlerde bulunmuşlardır. Bu kabilden tenkitlerin
az da olsa etkisinde kalan Sultan Mehmet, bunun
üzerine Ahmet Paşa’yı Akşemseddin’e göndererek
ona “Düşmana galebe çalmak var mıdır?” diye sormasını
emretmiştir. Akşemseddin hazretleri ise:
“Ümmeti Muhammedin askerleri bir kafir kalesine
hücum ederse inşallah fetholunur” şeklindeki
bir cevapla kifayet etmişlerdir. Bu cevapla tam
anlamıyla tatmin olmayan Sultan Mehmet, Ahmet
Paşa’yı bir kez daha ona göndermiş ve ondan fetih
için tavsiyelerini istemiştir. Bunun üzerine Akşemseddin
padişaha şu ifadelerin geçtiği bir mektup
yazmayı uygun görmüştür: “Kul tedbir alır Allahu
Teâlâ takdir eder, kaziyesi delili sabittir.
Hüküm ise Allah’ındır. Velâkin kul da elinden
geldiği kadar gayret göstermede asla kusur etmemelidir.
Resulullah’ın ve ashabının sünneti
seniyesi budur.” Mektubu okuyan ve fetih umutlarını
tazeleyen Sultan Mehmet, bunun üzerine Akaşemseddin’den
bizzat dûa istemek maksadıyla
onun çadırına yönelmiş ve çadırının sıkı sıkıya kapalı
olduğunu görmüştür. Akşemseddin’in kimsenin
içeri girmemesi için bir talimat verdiğini öğrenen padişah
içeri girmeden kapıdan geri dönmüştür. Biraz
sonra şiddetli hücum başlayacaktır. Yeniçeriler,
azaplar, dalkılıçlar, serdengeçtiler, akıncılar, gönüllüler,
erenler, veliler, âlimler, şeyhler, padişahın buyruğu
ile İstanbul’un üstüne adeta bir sel gibi akacaktır. Uzun süredir hocasını merak eden Sultan
Mehmet onun yanına son bir kez daha gitmiş
ve bu sefer sıkı sıkıya kapatılmış olan çadırın içini
görebilmek için çadıra kılıcıyla küçük bir delik açmaktan
kendini alamamıştır. İçeriye baktığında Akşemseddin
Hazretleri’ni kuru toprak üzerinde
secdeye kapanmış, sarığı düşmüş, ak saçı ve aksakalı
toz toprak içerisinde kalmış, gözyaşları içerisinde
dua ettiğini görünce kendisi de bu durumdan
epeyce müteessir olarak gözyaşlarına gark olmuştur.
Akşemseddin hazretleri henüz secdede ağlamakta
iken nihayet Yüce Allah’ın izniyle fetih
gerçekleşmiş ve Ulubatlı Hasan burçlara bayrağı
dikmiştir. (Bkz. Altınok, Baki Yaşa, Hacı Bayra Veli Bayramilik ve Melamilik, Ankara,
1995, s.101)
Fetihten hemen sonra Akşemsedin ve Sultan
Fatih Topkapı’dan şehre girerken şöyle bir olaya şahitlik
etmişlerdir: Bizans’ın zulümlerinden bezmiş
olan halk, genç Fatih’in yanındaki yaşlı Akşemseddin’i
padişah sanmış ve ona demet demet çiçekler
sunmuşlardır. Bu durumdan rahatsız olan Akçşemseddin
hazretleri “Sultan ben değilim, padişah odur”
diyerek halkı Padişaha yönlendirse de Sultan Mehmet
bu söze şöyle mukabele etmiştir: “Gidin, yine
ona gidin, Sultan Mehmed benim ama o benim
hocamdır, şehrin manevi fatihi odur” . (Bkz. Altınok,
Baki Yaşa, a.g.e., s.101, 102)
Çok geçmeden Okmeydanı’nda askere ülüşleri
dağıtıldıktan sonra bir zafer alayı düzenlenmiş,
ülüş dağıtımının akabinde Akşemsedin Hazretleri
ayağa kalkarak orada bulunanlara şöyle hitap etmiştir:
“Ey ğuzat-ı müslimin, bilün, agâh olun,
kim cümlenüzün hakkında ahir-i zaman peyğambarı
ol serveri kâinat ve ol mefhar-i mevcudâd
buyurdular ki; Le tuftehanne’l
Kostantiniyyata vele n’ima’l amiru amiruha va
le ni’ma’l ceyşu zalikel ceyşu” (Konstantiniyye elbette
fethedilecektir, onu fetheden kumandan ne
güzel kumandan, onun askeri ne güzel askerdir.)
(Bkz. Yurd, İhsan ve Kaçalın, Mustafa, a.g.e., s.30)
O günden sonra şehir vakit kaybedilmeden bir
İslam beldesine dönüştürülmek üzere yeniden imar
edilmeye başlanmış ve başkent Edirne’den İstanbul’a
taşınmıştır. Genç Sultan’ın fethedilen şehri yeniden
inşa etme kararı Müslüman kitleler arasındaki
dini coşkunluğa da tevafuk etmiştir. Dönemin birçok
tarikatı da, İstanbul’un İslami açıdan yeniden kurulmasında
çok önemli roller oynamıştır. (Bkz. İnalcık, a.g.e.,
s.72) Tıpkı Mekke’nin fethindeki gibi bütün putlar temizlenmiş
ve İstanbul güzel bir İslam şehri haline
getirilmiştir. Fatih Camii’ne ait vakfiyenin mukaddimesindeki
şu ibretli yazı bu duruma işaret etmektedir:
“Sultan Mehmed Kostantiniyye’yi Allah’ın
yardımı ile fethetti. Orası bir putlar şehri idi.” (İnalcık,
a.g.e., s.75)
Hocasının manevi tesirinden kendisini alamayan
Sultan Mehmet, fetihten sonra yine bir gün daldığı
bu feyiz deryasının etkisiyle öyle olmuştur ki
Akşemseddin Hazretleriyle olan bir sohbetinde ona
şöyle demiştir: “Dünya nimetlerinden gına getirdim.
Emelim şudur ki, tac ve tahtımı terkedem
senin yanında Hakk’a hizmet yolunda ibadetle
ömrümü geçirem.” Bazı rivayetlere göre ise, Fatih’in
hocasının gözetiminde halvete girmek istediği
de söylenmektedir. Sultan Mehmet’in bu isteği üzerine
Akşemseddin, ona, taç ve tahtını terk etmemesi
gerektiğini, cemaatin başında bulunmasının
ümmet-i Muhammed için daha hayırlı olduğunu,
adaleti tesis ve icra etmenin ibadetlerin en hayırlısı
olduğunu hatırlatmıştır. (Bkz. Yurd, İhsan ve Kaçalın, Mustafa, a.g.e.,
s.30, 90) O günden sonra Akşemseddin Hazretleri, Fatih’in
ısrarlarına rağmen İstanbul’da kalmayarak
Göynük’e dönmüş ve 5 Kasım 1459 tarihinde bu
dünyaya gözlerini kapatmıştır. (Bkz. Altınok, a.g.e. s. 103)
Fatih Sultan Mehmet ile Akşemseddin hazretlerinin
arasındaki bu münasebetler göstermektedir
ki Fatih Sultan Mehmet’in Akşemseddin hazretleriyle
çok müstesna bir dostluğu vardır. Nitekim burada
da görüldüğü gibi Osmanlı devlet adamlarının
maneviyat önderlerine büyük saygıları olmakla beraber,
tasavvuf büyüklerinin de imanlı devlet adamlarına
olan teveccühleri söz konusudur.
Sonuç itibari ile bu fetih bizlere birçok güzel
şeyle beraber şunları öğretmiştir: Fatih gibi önemli
devlet adalarını ancak Akşemseddin gibi büyük
maneviyat önderleri yetiştirebilirler. Ve büyük fetihler
de ancak, ulemanın, maneviyat önderlerinin ve
devlet adamlarının bir dava etrafında kenetlenmeleri
ve daima bir gönül birlikteliği içinde olmaları neticesinde
gerçekleşebilir. Yani başka bir ifade ile
ilim, ihlas ve aksiyan bir arada olduğunda yeni fetihlerin
gerçekleşmemesi için bir neden yoktur. Yeni
fetihlerde buluşmak niyazıyla…

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,39 M - Bugn : 37472

ulkucudunya@ulkucudunya.com