« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 May

2011

SAİT FAİK ABASIYANIK’IN DÜNYASINDA İKİ ZIT KAVRAM: TEMBELLİK VE ÇALIŞKANLIK

Hatice FIRAT 01 Ocak 1970

ÖZET

Sait Faik Abasıyanık, gerek geleneksel hikâye anlayışının değişmesindeki etkisi gerekse sıradan insanların hayatını (sorunlarını, sevinçlerin vb.) anlattığı eserleriyle edebiyatımızda hikâye türünün ilk akla gelen isimlerinden biridir. Bu bakımdan Sait Faik ve eserleri üzerine birçok çalışma yapılmıştır. Yazarımız söz konusu olduğunda ilk akla gelen özelliklerinden biri tembellik (avarelik/aylaklık) huyu ve çalışkan insanlara duyduğu sevgidir. Buna karşın yapılan araştırmalarda bu konunun ayrıntılı olarak ele alınmadığı görülmektedir. Araştırmamızda, yazarın bahsi geçen özellikleri, son dönem hikâye kitaplarından olan “Havuz Başı” ve “Son Kuşlar”da yer alan eserlerinden verilen birtakım örneklerle sunulmaktadır. Çalışmada Sait Faik’in tembellik ve çalışma /çalışkanlık konusundaki düşünceleri ve bunun eserlerine yansıması ortaya konulmaktadır.



Giriş

Sait Faik Abasıyanık, modern Türk hikâyeciliğinin öncü isimlerinden biridir. Hikâyelerini 1936 yılında yayımlamaya baGlayan Sait Faik ölüm yılı olan 1955’e kadar toplam sekiz hikâye kitabı ve 148 hikâye ile (Fethi Naci, 2008: 91) edebiyatımızın, hikâyeciliğimizin köGe taGlarından biri olmuGtur. Edebiyat dünyası içinde Sait Faik, kimi zaman 1950 yılına kadar olan dönem içinde Ömer Seyfettin, Memduh gevket Esendal ve Sabahattin Ali ile birlikte hikâyeciliğimizin dört köGesinden biri olarak görülmüG kimi zaman da Sabahattin Ali ile birlikte Türk hikâyeciliğinin baGındaki isim olarak nitelendirilmiGtir. Hikâyeciliğimizin bu iki ismi kendisinden sonra yetiGen birçok yazarı etkilemiG olmaları bakımından da önemlidir (Su, 2000: 15; Lekesiz: 2000: 22, GümüG, 2008: 40).

Sait Faik, hikâyeciliğe geleneksel hikâye biçimi olan; olaya, çatıGmaya dayanan, mesaj verme kaygısının hâkim olduğu, idealize edilmiG kahramanlara yer veren Maupassant tarzı hikâyelerle (olay / vak’a hikâyeleri) baGlamıGtır. Yazarın, Semaver (1936), Sarnıç (1939) ve gahmerdan (1940) adlı hikâye kitapları bu dönemin yani yazarın ilk döneminin verimleri olarak kabul edilmektedir.

Sait Faik hikâyeciliğinin ikinci dönemi ise Çehov tarzı (Durum hikayesi) hikayeler kaleme aldığı 1948 sonrasını kapsamakta ve “Lüzumsuz Adam” adlı hikaye kitabıyla baGlamaktadır. Gsmail ÇetiGli, Sait Faik’in bu hikâye tarzı ile Türk öykücülüğünün zirvesine oturduğunu belirtmektedir (2004:185). Bu dönem hikâyelerinde görülen genel özellikler ise: belirgin giriG, geliGme, sonuç ayrımının olmaması; olay yerine yaGamın içinden bir an, durum ya da kesitin hikâyeye konu edilmesi, yaGamın içinden herkesin ve her Geyin hikâyeye konu olabilmesi, hikâyelerinin deneme türüne yaklaGması ve Giirsel üslubun daha da belirginleGmesidir. Bu dönem hikâyelerinde de gerek insanlar gerekse tabiat/çevre ayrıntılarıyla, canlı tasvirlerle okura sunulmaktadır.

Yukarıda belirtildiği gibi Sait Faik hikâyelerinde her Geyin ve herkesin konu edilebileceğini düGünse de, hikâyelerine bakıldığında temel temanın sevgi olduğu görülmektedir. Özellikle insan sevgisi ve tabiat sevgisi yazarın eserlerinde geniG bir yer tutar. Ancak insanlar arasında en çok “balıkçılar”, tabiat unsurlarından da “deniz ve balık” eserlerinde belirgin biçimde öne çıkmaktadır.

“İnsanlardan başlayarak tabiatın her unsuruna sinen sevgi eserlerine hâkimdir ve onun görüşünü ifade eder. İçi büyük bir yaşama sevinciyle dolu olan Sait Faik, çevresinde şahit olduğu sevgisizlikleri yazar, bütün unsurları gerçekten alınmış fakat gerçekdışı bir dünya kurar. Hikâyelerinin çoğunda kahramanlardan biri kendisidir.” (Enginün: 2004: 304).

Gnci Enginün’ün de yukarda belirttiği gibi, yazar eserlerinde her kimi ya da neyi anlatırsa anlatsın aslında anlattığı kendisidir. Kimi zaman kendini merkeze alarak; kendinden, insan ve çevre karGısındaki etkilenme ve düGüncelerinden bahsederek hikâyesini kaleme almaktadır. Kimi zaman da kahramanıyla kendisi arasında sıkı bir bağ kurarak onlar üzerinden kendisini anlatmaktadır.

“Yazarın, öykülerinin odak noktasındaki bu insanlarla özdeşleştiğini ileri sürecek değilim. Ama yaşarken, yazarken, uyurken, düş görürken onların soluğunu, ensesinde değil, içinde kişiliğinin en derin noktasında duyduğu kesin. Çünkü onları yazarken kendini de yazıyordu”. (Edgü, 2003: 8)

“Gözlemci-gerçekçi bir bakışla yaklaştığı konularda bile kişilerin dramından çok kendi sıkıntılarından doğan dramı yansıtmıştır. Bu bir yerde Sait Faik ile kahramanlarının özdeşleşmesi demektir. Onun başarısı bu sunî dramı kendi aşırı duygusallığı ile yoğurup umûma maletmiş olmasıdır. Hikâyelerine bu açıdan yaklaşınca devamlı olarak kendini anlattığını görürüz”. (Kutlu: 13)

Buna bağlı olarak Sait Faik eserlerinde doğrudan “ben” diliyle hatta sık sık yazarlığına vurgu yaparak yazan bir sanatçıdır.

“… Ben zamiriyle yazar, iki. Bu zamirin imkânlarını alabildiğine kullanır. Kendisi ya asıl kahramandır ya da olup biteni izleyen. Bu yüzden hatıra baskındır. Çağrışımlar boldur. Öyküsü „ben? in buyruğunda oradan oraya sıçrar. Bu arada biçimce özgürleşir. Hem de yazdıklarının öykü mü, mektup mu, röportaj mı olduğunu kendisin bile söyleyemeyeceği kadar.” (Mert, 2000: 96).



Bu nedenle Sait Faik’le ilgili birçok gerçeği, özelliği hikâyelerinden yakalamak mümkün olmaktadır. BaGka bir değiGle yazar kendi gerçeklerini hikâyeleGtirmektedir.

“Sait Faik öyküleri biyografik öğelerin kullanımı bakımından sınırları belirsiz bir anlatım biçimi sunar. Bununla birlikte otobiyografik anlatım yalnız ben-anlatım konumundan gerçekleştirilen bir anlatım da değildir her zaman. Lüzumsuz Adam?daki “İp Meselesi” adlı öyküde o anlatımın içerisinden anlatıcı, otobiyografik gerçekliği hikaye konusu haline getirir”. (Aslan, 2008: 244)

Yazar hakkında bilinen ve kendisinin de eserlerinde sık sık vurgu yaptığı konular arasında avare, tembel bir yapıya sahip oluGu da yer almaktadır. Yazar eserlerinde aslında bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmektedir.

Sait Faik, öğretmenlik, ticaret gibi birçok mesleğin içinde yer almıG, ancak hiçbir iGi yazarlık kadar sevememiG, en sonunda yazarlık dıGında baGka bir iG yapmamaya, yazdıklarıyla geçinmeye karar vermiGtir. Bu bakımdan yazarın hayatında birçok yarım kalmıG, baGarısızlıkla sonuçlanmıG iG bulunmaktadır. Tüm bunlara karGılık yazarın maddi bir sorunu olmadığı, ailesinin imkânları sayesinde geçinme derdi yaGamadığı bilinmektedir.

Buradan hareketle yazarın hayatının geneline bakıldığında, çok çalıGkan bir insan olmadığı görülmektedir. Hatta Fethi Naci (2008: 91) Sait Faik’i yazarlık konusunda bile çalıGkan bulmamaktadır:

“Sait Faik?in ilk kitabı 1936?da (Semaver), son kitabı (Alemdağda?da Var Bir Yılan) 1954?te, ölümünden iki ay kadar önce yayımlanmış, 18 yılda toplam 1.305 sayfa yazmış olması Sait Faik?in verimli bir yazar olmadığını gösteriyor. Geçinmek için yazı yazmak zorunda olmaması, öyle sanıyorum, verimini azaltan en önemli neden”

Bu çalıGmada, Sait Faik hakkında edebiyat kaynaklarında belirtilen tembellik huyu ve buna karGın çalıGkanlıkla ilgili düGünceleri, Sait Faik’in ağzından, eserlerinden örneklerle gözler önüne serilmeye çalıGılmaktadır. Yazarın konuya iliGkin bakıG açısını ortaya koyabilmek amacıyla “Havuz BaGı” ve “Son KuGlar” adlı Hikâye kitaplarında yer alan toplam 42 hikâyesi üzerinde incele yapılmıGtır.

Yapılan inceleme sonucunda çalıGmanın konusuyla ilgili veriler; “Havuz Başı”nda yer alan: “Jimnastik Yapan Adam”, 1104 Hatice FIRAT Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

“Cezayir Mahallesi”, “Parkların Sabahı, AkGamı, Gecesi”; “Son Kuşlar” adlı Hikâye kitabında yer alan: “Son Kuşlar”, “YaGayacak”, “Gün Ola Harman Ola”, “Ağıt”, “Balıkçısını Bulan Olta”, “Haritada Bir Nokta”, “Sivri Ada Geceleri”, “Sivri Ada sabahı”, “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın” adlı hikâyeler olmak üzere toplamda on iki hikâyeden elde edilmiGtir.



1. Sait Faik’e Göre Tembellik ve Çalışkanlık

Bir yazarı en iyi tanımanın yolu eserlerini okumak ve incelemekten geçmektedir. Yazarlarla ilgili birçok bilgiyi eserlerinden çıkarabilmemiz de bunu göstermektedir. Otobiyografik hikâyeler yazan Sait Faik’in, eserlerinde kendisiyle ilgili sözlerine bakıldığında, sıradan insanların hayatlarıyla birlikte kendi yaGantısı, düGünceleri ve duyguları hakkında birçok bilgi verdiği görülmektedir. Bu çalıGmada yukarıda da belirtildiği gibi yazarın “kötü huyu” olan tembelliği ve buna karGın çalıGma kavramı ve çalıGkan insanlarla ilgili düGüncelerine eserlerinden seçilen örneklerle yer verilmektedir.



1.1 Tembellik

Sait Faik’in hikâyelerinde tembellik ve çalıGkanlık iki zıt kelime olarak öne çıkmaktadır. Yazarın “tembellik” kavramını “bir iGle meGgul olmama, üretmeme, alın teri dökmeme” yani “iGsiz güçsüz, baGıboG dolaGma” anlamında kullandığı eserlerdeki ifadelerden anlaGılmaktadır.

Sait faik bu kavramla ilgili olarak, benzer anlamlara gelen “avare, aylak” kelimelerini de sık sık kullanmaktadır. Yazar, hikâyelerinde avare, aylak ya da tembel dediği insanların bu durumda olmalarının nedenleri üzerinde fazlaca durmazken kendisinin tembelliği, avareliği için “becerememe, yeterli olamama, iG için uygun mekânlar bulamama” gibi bir takım mazeretleri dile getirmektedir. AGağıda, yazarın konuya iliGkin duygu ve düGünceleri eserleri üzerinden açıklanmaktadır.

Sait Faik “Son Kuşlar” hikâyesinde yaz aylarına duyduğu sevgiden bahsederken kendisinin bilinen özelliklerinden biri olan “tembellik” huyuna da vurgu yapmakta ve böylece kendisinin tembel bir yapıya sahip olduğunu kendi ağzından ortaya koymaktadır.

“ … öyle günlerde ben, tembelliğim, hep kaçanı kovalayan huyumla yazın, o güzel göçmenin peşine düşmüşümdür. Nerede yakalarsam orada kucaklarım onu. Kimi bir çamın gölgesinde durgun ve güneşsizdir. Kimi bir çalılığın kenarındaki çimenlikte bütün eski ihtişamıyla daha yeni başlamıştır” (1994:121)

Yazar aynı Gekilde tembelliğini “Jimnastik Yapan Adam” da: “ Onun gittiği deniz kenarına, bir zaman ben gidemedim. Başka kayalar buldum. Oralarda denize girdim. Denize, tembelliğe, güneşe verdim kendimi.” (1994: 63) ifadesiyle, “Cezayir Mahallesi” adlı eserinde de iGsiz güçsüz, baGıboG insanlardan biri olduğunu “avare” kelimesiyle dile getirmektedir.

“Üçle dört arası Beyoğlu?nun bu kahvesi pek tenhadır. Sokak da tenhadır ya: Sinemalar, mektepler, daireler alacağını almış; sokağı parasız avarelere, kahveyi de bize bırakmışlardır.

Biz kahvedekiler avare değil miyiz? Avare olmasına mis gibi, bal gibi avareyiz ya; biz ümitsiz avareyizdir.” (1994: 103)

“Sivri Ada Geceleri”nde de Sait Faik çevredeki insanların gözünden kendisine bakmakta ve bu insanlar tarafından kaçık, tembel, beceriksiz, işe yaramaz bir adam gibi göründüğünü, bu durumun farkında olduğunu okurlarına aktarmaktadır.

“Bütün kabile halkı bana kızmıştı

-Bu herif çalışmayacak mı? Oturup kayalara düşünecek mi? Martı ölmüş. Onu seyredip bize masal mı anlatacak?”

Gündüz güneşin içinde böyle söyleyenler, gece olup da kütükler, çalı çırpı yanınca, öbür tarafta rüzgar, denizi homur homur söyletirken, martılar hâlâ deli gibi bağrışırken ben bir türkü, martının ölümün türküsünü tutturacaktım. Çalışanları bir üzüntü, bir garipseme, bir birbirine sokulma hissi saracaktı. Sonra bu hal belki de işe yaramaz adamın bir vazifesi olarak tanınacaktı. Bir iki gün ağ tamir edecek, balık tutacak, beceremeyecek, fakat akşamları da onlara üzülüp sevinme arzuları veren Türküler söyleyemeyecektim. …

Kalafat?ı uyandırdım. Vapuru gösterdim:

-Ne güzel, bak, Kalafat- dedim.

-Sen sahiden kaçıkmışsın! –dedi. (1994:186, 188)

Konuyla ilgili olarak belirtmek gerekir ki, Sait Faik iGsiz güçsüz insanları da benimsemekte onlarda kendini bulmaktadır. Bu bakımdan eserlerinde “serseri, aylak” dediği insan tiplerinden de sıkça bahsetmektedir. Kendisini de çoğu zaman bu insanlardan biri olarak gören yazar, avarelik ettiği belli baGlı mekânlar olarak; deniz kenarlarını, meyhaneleri, kahvehaneleri, parkları vb yerleri anlatmaktadır. Bu mekânlar aynı zamanda yazarın yaGamının büyük bölümünü geçirdiği yerlerdir. 1106 Hatice FIRAT Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

“Üçle dört arası Beyoğlu?nun bu kahvesi pek tenhadır. Sokak da tenhadır ya: Sinemalar, mektepler, daireler alacağını almış; sokağı parasız avarelere, kahveyi de bize bırakmışlardır.

Biz kahvedekiler avare değil miyiz? Avare olmasına mis gibi, bal gibi avareyiz ya; biz ümitsiz avareyizdir.” (Cezayir mahallesi, 1994: 103,)

“Böyle günlerimizin en kaçılacak yeri bir oda değildir elbet. Bir eğlence yeri de olamaz. Ben kendi nefsime öyle günlerimde parklara giderim…

… Gülhane Parkı?nda gecelemiş hayali bir serseriyi gece yarısı andığım zaman, ben taksim Bahçesi?ndeydim. Bir kanepeye oturmuştum. Oturmuş değil, uzanmıştım. Gökte ay vardı. Hava oldukça serindi. Yanımdaki kanepede iki serseri oturuyordu. Konuşuyorlardı. …” (Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi, 1994: 99,



1.2. Çalışkanlık

Sait Faik’in hikâyelerindeki ifadelere bakıldığında çalışma kavramını “bir iGle uğraGma, üretme, alın teri dökme”; çalışkan kavramını da “bir iGte çalıGan, üreten, alın teri dökerek geçimini sağlayan ” manasında kullandığı görülmektedir.

Hikâyelerde yazarın önemsediği ya da bahsettiği çalıGkan insanların uğraGtığı meslekler açısından bakıldığında: boyacılık, balıkçılık, kahvehanecilik, kilim dokuma, yazma boyama, kalıp dökme, çeGm-i bülbül üfleme (bir tür cam iGlemeciliği) yani genel anlamda yazarlığı da içine aldığı zanaat alanı kendisini göstermektedir.

Hikâyelerdeki kahramanlar genellikle bedensel bir çalıGma içinde olsalar da Sait Faik’in yazarlığı da zanaat olarak görmesinden anlaGılmaktadır ki “çalıGma, çalıGkanlık” kavramlarıyla sadece bedensel olarak bir iGle uğraGma değil, zihinsel çalıGmalar da kastedilmektedir. AGağıda konu, eserlerde yer verilen ifadelerle bağlantılı olarak açıklanmaktadır.

Yazar, “Yaşayacak”, Gün Ola Harman Ola” ve “Ağıt” adlı eserlerinde çalıGkanlığa ve çalıGkan insanlara karGı takdir dolu ifadelere yer vererek, onları övmektedir.

“Çalışanların içinde bir imrozlu Rum vardı; elli yaşlarında kadar. Saçı dökülmüş kafasından, alelade boyu posundan umulmayan bir ustalıkla çalışıyordu. Adamı hayranlıkla seyretmemeye imkân yoktu. Çalıştıkça açıldı, gelişti. Çalıştıkça bir kudret heykeli hali aldı” (1994:141) Sait Faik’in Dünyasında… 1107 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

“Mercan Ustanın ellerine hayran hayran baksam. …

Mercan Ustanın boyacı sandığını seyrettikten sonra, içinizde Mercan Usta ile bir salaş meyhanede iki kadeh içmek ve Mercan Ustadan ayrılırken elini öpmek isteği doğmazsa, İstanbul ilini bırakıp gidin” (1994:158, 15)

“O yalnız ağıyla yaşamıştı. Yalnız ağlarıyla yetmiş beş sene aç açık kalmamış, namerde muhtaç olmamıştı” (1994:165,)

Yakup Çelik, Sait Faik’in hikâyeleri üzerine yaptığı çalıGmasında, yazarın eserlerinde, iGini iyi yapan, hakkını vererek yapan insanların; hak, adalet, terbiye, emek, arkadaGlık, sevgi gibi yüksek değerlere sahip kiGiler olarak sunulduğunu belirtmektedir. (2002:347)

Yazar, genel anlamda çalıGan, üreten, alın teri döken insanlara büyük bir saygı, hayranlık duymaktadır. Sait Faik’in hayatına bakıldığında bu durum; ailesinin maddi imkânları ile yaGamını sürdürmesi, buna bağlı olarak bir iGte uzun süre çalıGamamıG olması, daha çok bohem hayatı yaGaması ve bundan dolayı duyduğu rahatsızlık ile açıklanabilir.

Yazarın aynı Gekilde bu çalıGkan insanlara hayranlıkla bakarken, “Yaşayacak” adlı hikâyede olduğu gibi kendisinden utandığını, kendisine kızdığını ifade edecek sözlere yer vermesi, yukarıda da belirtildiği gibi sahip olduğu bu olumsuz özelliği kabullenmesine karGın bu durumdan memnun olmadığını, bu konuda umarsız davranamadığını otaya koymaktadır.

“…Paltomun içinde üşüyen benliğime, içimden bir tükürüş tükürdüm. … Çalıştıkça yüzü değişti, pazuları şişti. Buz gibi kış gününde terliyordu. Gömleğini çoktan atmış, bir atlet fanilesi kalmıştı. Saçı dökülmüş elli yaşındaki insan kafası bu adalenin kudreti, çalışma denilen şeyin sevgisi ile yaş denilen insan uydurması bir anlayışı, bir hamlede silivermişti. … Sanki daha dün doğmuş, çalışmanın zevkli bir şey olduğunu, insanı bambaşka ettiğini anlamıştı. …” (1994:141)

Aynı Gekilde yazar çalıGan insanlara duyduğu sevgiyi, onları seyirden aldığı hazzı “Haritada Bir Nokta “ adlı eserinde de dile getirmektedir. Bir anlamda yazar bu insanları izlerken onlarla bütünleGmekte ve çalıGma isteğini, ihtiyacını onları seyrederek de olsa gidermeye çalıGmaktadır.

“…iyileri, kahramanları, namusluları, hak yemezleri, alın teri ile sert tabiattan kavga ve dostlukla ekmeğini çıkararak, birbirine fedakarlık ederek yaşayanları seyirden duyduğum hazla derin ve rüyasız bir uykuya dalacaktım.” (1994:179) 1108 Hatice FIRAT Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

“Gün Ola Harman Ola” adlı hikâyede, zanaat ustalarına duyduğu sevgiyi belirtirken kendisi gibi yazarları da zanaat ehli olarak gördüğünü dile getirmektedir. Ancak burada topluma yönelik eleGtirilerini ortaya koyan yazar, kendisini de dâhil ederek zanaatçılara, bir anlamda üreten, çalıGan insanlara gereken değerin verilmediğinden yakınmaktadır. Bu konu üzerinden insanların birbirine uzaklığına ve bu durumun dünyayı çirkinleGtirdiğine de vurgu yapmaktadır.

“Mercan Ustanın ellerine hayran hayran baksam. …

Mercan Ustanın boyacı sandığını seyrettikten sonra, içinizde Mercan Usta ile bir saşal meyhanede iki kadeh içmek ve Mercan Ustadan ayrılırken elini öpmek isteği doğmazsa, İstanbul ilini bırakıp gidin. …

Canım Mercan Ustam! Ellerinden hürmetle öperim. Biz de bir zenaat ehliyiz. Yazı yazıyoruz a. Ne Mercan Ustaya, ne kilimleri dokuyan ellere, ne yazmaları boyayanlara, ne kalıpları dökenlere, ne çeşmi bülbülleri üfleyenlere saygı duyduk. Saygı duymadık da ne oldu? Dünyayı birbirine kattık işte… Sofralarımızı, kapılarımızı, gönlümüzü kapadık. Kapadık da ne ettik? Dünyayı birbirine kattık. “ (1994:158, 159)

Yazarın yazı yazmak dıGında çalıGma isteğini gidermek için neler yaptığı da soru olarak akla gelebilir. Bu noktada en öne çıkan iG balıkçılıktır. Bu konuya Sait Faik’in “Yazarlık Tutkusu”nun ele alındığı bölümde değinilecektir.



2. Çevresindeki İnsanların Sait Faik’in Çalışma isteği ve Tembelliği/Aylaklığı Üzerindeki Etkisi



Sait Faik deyince akla ilk gelen özelliklerinden biri onun tabiata duyduğu sevgidir.”Haritada Bir Nokta” adlı eseri de onun bu sevgisini ele alan bir hikâyedir. Sait Faik burada sevdiği varlıklar içinden “ada”yı öne çıkarmaktadır. Yazar tabiatı bir dost, bir baba olarak nitelendirerek tabiata verdiği önemi belirtmektedir. Bu durum aynı zamanda, yazarın insanlarda bulamadığı samimiyeti, dostluğu tabiatta bulduğunun da bir göstergesidir. Sait Faik’in tabiatı babaya benzetmesini yine onun yaGamıyla iliGkilendirmek mümkündür.

Babası, Sait Faik’in bir iG sahibi olabilmesi için oğluna bir zahire dükkânı açmıGtır. Ancak Sait Faik, tembellik huyunu burada da göstererek, dükkâna istediği zaman gelip gitmiG, bu nedenle kısa sürede zarar ederek dükkânı kapatmak zorunda kalmıGtır. Babası, Sait Faik’in ticaretten uzak durmasını istememiGse de oğlunun isteği üzerine onu yurtdıGına, ekonomi okumaya göndermeye razı olmuGtur. Sait Faik’in Dünyasında… 1109 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

Ancak Sait Faik öğrenimini de yarım bırakmıGtır. Bu açıdan bakıldığında babası onun tembelliğinin karşısında duran, onu iG sahibi etmeye, hayatta kalması için iG öğretmeye çalıGan kiGidir. Yazarın, annesinden aldığı tavizleri babasından alamadığı, onunla hep mesafeli bir iliGkisi olduğu için (Sönmez, 2006:76) “yüz vermez” tabiri ile; kendisine hayata tutunabilmesi için birçok imkân sağlaması nedeniyle de “öğretici” ifadesiyle babası ve tabiat arasında iliGki kurduğu onları özdeGleGtirdiği düGünülebilir.

“Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilayet, havali isimlerinden hemen mavi sahile kayar… … Romanlar yüzünden adaları sevdiğimi pek ummuyorum ama belki de o yüzdendir. Haritada ada görmeyeyim. İçimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir. …

Tabiat çoğunca dosttur. Düşman gibi gözüktüğü zaman bile insanoğluna kudretini ve kuvvetini tecrübe imkânları veren yüz vermez bir babadır. Fırtınasında kayığını batırdığı zaman yüzmesini, rüzgârında kulübenin damını uçurdu zaman daha sağlamı daha hünerliyi bulmayı öğretiyor. Canavarıyla karşı karşıya bıraktığı zaman adale kuvvetini sınıyordur. “ (1994:175)

Aynı hikâyede bu durumun tersi de karGımıza çıkmaktadır. Genel anlamda tabiatı yüz vermez bir babaya benzeten yazarın denizi “yüz veren” bir anneye benzettiği görülmektedir. Bu da hayatı boyunca annesinden maddi ve manevi destek almasına bağlanabilir. Yazarın, annesi Makbule hanımla çok kuvvetli bir bağı olduğu ve annesinin kendisini maddi anlamda da hep desteklediği bilinmektedir. Ancak yazar eserde denizin bu kadar yüz verici olmasını doğru bulmadığını özellikle “bunun yarını var” ifadesiyle belirterek aslında tembelliğe yönelmesinde annesinden yüz bulmasının, ona duyduğu güvenin etkisi olduğunu hissettirmektedir. AGağıdaki ifadeleri, yazarın da bu anne tavrını, bir anlamda tembelliği doğru bulmadığını ortaya koymaktadır.

“Bugün deniz, yüz veren bir anne gibidir. Bu kadar naz etmemeli, bu kadar yüz vermemeli, bu kadar ışıklı, bu kadar sakin, bu kadar lastik çizme gibi pırıl pırıl olmamalı deniz. Bunun yarını var. Dalga kırık cam parçaları gibi keskin ve soğuk vurduğu zaman olacak, o canavar su baştan girip çıkacak” (1994:178)

Sait Faik, yine aynı hikâyede yer verdiği açıklamalarıyla, yaGadığı çevredeki (özellikle Burgaz ada) insanların da çalıGma ve tembellik konusunda kendisi üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.

Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, iyiliği, safveti, dostluğu, alınterini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden 1110 Hatice FIRAT Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim ”

“biliyordum ki, insanlar beni pek sevmeyeceklerdi. Bir adam ki onlar gibi değildir. Balığa çıkacak olsam, „koca evi barkı var. Ne bok yemeğe balığa çıkar? Deli midir nedir? Pay da almaz? diyeceklerdi. „baba fırını has çıkaran enayi, çalışmıyor, bereket ki anası var, yoksa satar savar sürünür? diyeceklerdi. Hiçbir zaman yeniden damla damla, dakikaları duya duya, sıkıla patlaya; rüzgârı, denizi, ağı seve seve, ölümü beklediğimi bilmeyeceklerdi. (1994:178, 179)

Bu ifadelerden yazarın, çok sevdiği alt tabaka insanlarından biri olamadığı, aralarında bulunduğu insanların kendisiyle ilgili olumsuz düGüncelerinin farkında olduğu anlaGılmaktadır. Yazar, eleGtirilmesinin baG nedenleri arasında; annesinin de desteğiyle maddi sıkıntısı olmadan yaGamasının, çalıGmamasının geldiğini belirtmektedir. Yani varlıklı bir aileden geldiği, malı mülkü olduğu için, bir iGle uğraGması, çalıGması diğer insanlar tarafından pek anlamlı bulunmamakta ve yazar eleGtirilmektedir. Buna karGın çalıGmadığı zaman da bu insanlar onu ana-baba parası yemekle itham etmekte ve aynı nedenle hor görmektedir. Yukarıdaki ifadelerden yazarın, çalıGsa da çalıGmasa da takdir edilmediği için mutsuz ve arada kalmıG olduğu anlaGılmaktadır. Üstelik bu durum onu daha çok tembelliğe itmektedir.

Sait Faik, bu alıntıda, kaybettiği özellikler arasında “alın terini” de sayarak yine tembellikten duyduğu rahatsızlığı ve alın teri ile geçimini sağlamaya duyduğu özlemi dile getirmektedir.



3. Sait Faik’in Yazma Tutkusu



Sait Faik Abasıyanık’ın hayattaki en önemli ve devamlı yapabildiği iGi “yazarlık”tır. Sait Faik her fırsatta yazmanın kendisi için bir tutku olduğunu dile getirmiGtir. “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın” baGlıklı hikâyesinde kendi iGinin yazarlık olduğunu ve bu iGe tutkuyla bağlı olduğunu Gu sözlerle vurgulamaktadır:

“Ne yapayım, benim zanaatım da bu, yazı yazmak. Yazı yazıp ekmek yemek, yazmak demek aklına ne gelirse, kağıda geçirmek değil elbet. Ama ben aklıma ne eserse yazan cinsindenim; ne yapayım? Bu zanaat pek geçmiyor. Doyurmuyor. Ama bir defa tutulmuşuz.” (1994:220)

Yazar “Haritada Bir Nokta” adlı eserinde yazmama kararı almasına rağmen gördükleri karGısında susamadığını ve ancak yazarak rahatlayabildiğini, yani bu tutkuyu terk edemediğini belirtir. Hikâyenin sonunda meGhur, Giirsel sözlerine yer verir. Sait Faik’in Dünyasında… 1111 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım. (1994:182)

Buna rağmen Sait Faik eserlerinde kimi zaman yazı yazmak isteği duymadığını, yazmaktan vazgeçtiğini de dile getirmektedir. Bu ifadelere Harita da Bir Nokta” da ve “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın” da açıkça yer vermektedir.

“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? (1994:182)

“Olur mu öyle şey? Olsun olmasın. Oturup dedikodular, olmamış şeyler, olup da kimsenin takmadığı hikayeler, düzeltemeyeceğim işler, daha doğrusu, ne aynada, ne fotoğrafta kendi kendimi göremediğim halde, başkalarını değil anlamak; görürmüşüm gibi onlara dair sözler söylemek içim çekmiyor bugün”. (1994:219)

“Balıkçısını Bulan Olta” da Sait Faik bir yazar olarak onu yazmaya iten gücün dıG dünyaya bağlı özgürlük değil, ruhunda hissettiği özgürlük olduğunu söylemektedir. Buradaki sözleri ile zaman zaman duyduğu yazma ve yazmama isteğinin kendi psikolojisiyle bağını ortaya koymakta, iç dünyasında duygular özgürce coGtuğu zaman yazmayı sevdiğini anlatmaktadır. Yani yazarın en sevdiği iGi yapması için de bazı Gartların oluGması gerekmekte, aksi halde yazar bu iGini de yapma isteğini kaybetmektedir.

“Ben bir yazıcı idim. Yazı yazmak canım istemiyordu. Yazı yazmam için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. Küçücük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyorum. Bu bana lazımdı. Yoksa her şeyi ağzımda gevelemekten başka ne yapabilirdim? Ne yapıyordum.” (1994:167)

Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı eserinde yine yazma isteği/isteksizliği üzerinde durmaktadır. Aslında kendisinde bir tutku olan yazma alıGkanlığından bazen kurtulmak istediğini belirten S. Faik, yazmayı kötü bir huy olarak nitelendirerek, yazmaktan uzak olduğu dönemlerde onun yerine balık tutmayı tercih ettiğini anlatmaktadır. Bu bakımdan yazarın “çalıGma/iG” söz konusu olduğunda yazarlık dıGında balıkçılığa ilgi duyduğu ortaya 1112 Hatice FIRAT Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

çıkmaktadır. Bir anlamda yazı yazmadığı zamanlarda alternatif iGi balık tutmaktır denilebilir.

“Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusunu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakıyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem kalemsiz kağıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” (1994:179)

Aynı Gekilde “Balıkçısını Bulan Olta”da da yazar balıkçılık yapma isteğini ve sevgisini dile getirmektedir:

Oltam elime değdi. Kararım kat?i idi. Bütün paramı bu oltaya harcamıştım. Balık tutacak, satacak, akşamları sattığım balığın parasıyla içecektim. Sabahleyin erkenden balığa. Akşam şişem cebimde balığa.”(1994:167)

Bu bakımdan yazar eserlerinde balıkçılarla olan iliGkisine ve yaGadıklarına sıkça yer vermektedir. Yazarın balık avlamak dıGında sevdiği iGlerin baGında “kahvecilik” gelmektedir. “Son Kuşlar” adlı hikâyesinde kahveciliğe duyduğu sevgiyi ve bu iGi yapma isteğini dile getirmektedir.

“…Tersine, ben bütün ömrümce iyi bir kahve bulamadığım için, kahveci olamamışımdır. Bir kır kahvesi, bir köyün kahvesin,n üç beş gediklisi… bundan güzel bir ömür mü olur, elli altmış senelik yaşama, bundan güzel başlar ve biter mi?” (1994:122)

gunu da belirtmek gerekir ki, yazar sevdiği bu iGleri yapmamak için her zaman bir takım bahanelere sahip görünmektedir. Yukarıdaki satırlarda kahvecilik yapmamasının nedenini “iyi bir kahve bulamamak” olarak belirtmektedir. Balıkçılıkta beceriksizliğini; yazarlıkta da anlatmak istediklerini doğru anlatamamayı, dile getirdiği bozuklukların değiGmesi için bir Gey yapamamıG olmayı gösterir. Hatta daha önce belirttiğimiz gibi geniG hürriyetlerinin olmamasını da bu nedenlere dâhil etmektedir. Bu bakımdan en iyi yaptığı yazarlık iGinde bile zaman zaman ara vermiG, yazmaktan uzaklaGmak istemiGtir.

“Bir yarım kiloluk karagözü iğneden çıkarıp kıçaltına fırlatıyor. Ben bir tane tutamıyorum. O durmadan balık çekiyor.

-sen yem yedirmene bak!-diyor. Artık tersliği geçmişti. Acemiliğe gülüyor.



Ben oltayı sarıyor, sandalın küpeştesine uzanıyorum.

Kalafat: Sait Faik’in Dünyasında… 1113 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

-Mademki elinden iş gelmiyor; uyu uyu!-diyor.

Gözlerini kapıyorum. Rüyama Kalafat, karagözler fırlatıyor; Sotiri, fenerin dibinden, rüyama tavşanlar sıçratıyor”. (Sivriada sabahı 1994:194, 195 -)

Yukarıda da değindiğimiz gibi Sait Faik, kimi zaman yazarlığını sorgulamaktadır. “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın” adlı eserde sürekli insanların sıkıntılarını anlatmaktan, daha doğrusu anlatmayı becerememekten bıktığını dile getirmektedir. Beceremediğini düGünme sebebi olarak ise, daha kendini bile anlayamamıG, tanıyamamıGken baGkalarını anlamasının mümkün olmadığı düGüncesini göstermektedir. Bu durum yazarın çalıGmaktan uzaklaGmasında; becerememe, yeterli olamama duygusunun da hâkim olduğunu ortaya koymaktadır. “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın” adlı eserden bir alıntıyla duruma örnek vermek mümkündür:

“Bıktım doğrusu artık, oturup insanoğlunun çektiğini anlatmaktan, bıkmaktan geçtim, anlatamadım. Yazdım, beceremedim. Kendi kendimi ne aynada, ne düşte, ne hayalde, ne de fotoğrafta göremedim de, tuttum sarı saçları vardı dedim. Akşamları iki kadeh içerdi, dedim. Şuna güler, şuna üzülürdü, dedim. Ona çok haksızlık ettiler, dedim. Zengine sövdüm fakire enayi gibi acıdım. Nerdeyse dünyaya nizamat vermeye kalkacaktım! (1994:218)

Yazar, aynı hikâyede yazarlığı değerlendirmeye devam ederken, bir yazarın aklına her geleni yazmaması gerektiğini belirtir:

“Ne yapayım, benim zanaatım da bu, yazı yazmak. Yazı yazıp ekmek yemek, yazmak demek aklına ne gelirse, kağıda geçirmek değil elbet. Ama ben aklıma ne eserse yazan cinsindenim; ne yapayım?...” ( 1994:220)

Ancak görülmektedir ki yazar, yazmak konusunda doğru bulduğu yolda giden biri değildir. Söylediğinin tersini yapmaktadır. Yine bu durumdan duyduğu rahatsızlığı, aynı zamanda bu durumu değiGtirememekteki çaresizliğini “ne yapayım” ifadesiyle ortaya koymaktadır. Yani yine iGini olması gerektiği gibi yapamama duygusu ağır basmaktadır. Buna karGın yazarda bir gayret yerine, boG vermenin, kendini olduğu gibi kabullenmenin söz konusu olduğu görülmektedir.



Sonuç

Hikâyelerini kaleme alırken, genel olarak kahramanlarıyla bütünleGen, onlar üzerinden kendisini anlatan Sait Faik, birçok hikâyesinde de doğrudan kendisini anlatmaktadır. Bu bakımdan çalıGmamızda adı geçen eserler üzerinden yaptığımız incelemeler 1114 Hatice FIRAT Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

sonucunda, yazarın ele aldığımız konuya iliGkin duygu ve düGünceleri açıkça kendisini ortaya koymaktadır. Sait Faik, okurlarının onu daha yakından tanımasını sağlayacak birçok bilgiyi açık yüreklilikle eserlerinde dile getirmektedir.

Bilindiği gibi Sait Faik, öğretmenlik, ticaret gibi birçok iGten sonra, iG saydığını belirttiği yazarlıkta karar kılmıG ve ömrünün sonuna kadar bu iGle meGgul olmuGtur. Hikâyeleri incelendiğinde, yazarın sık sık mesleğine vurgu yaptığı ve yazma tutkusundan bahsettiği görülmektedir. Yazma iGi, kendisinde bir tutku olduğu halde zaman zaman bu iGten de uzaklaGmak istediğini, birçok defa yazmama kararı aldığını da eserlerinde açıkça ifade etmektedir. Bu açıdan yazarın en sevdiği iG de bile istikrarlı olmadığı anlaGılmaktadır.

Sait Faik’in, eserlerinde konuya dair yer verdiği sözleri genel olarak değerlendirildiğinde, kendisiyle ilgili olarak tembelliğini, avareliğini kabullendiği ancak bu durumun kendisini de rahatsız ettiği anlaGılmaktadır. Buna bağlı olarak alın teri ile, çalıGıp yorularak ekmeğini kazanan insanlara büyük bir gıpta ve hayranlıkla baktığını dile getirdiği görülmektedir. Bir anlamda Sait Faik kendisinde duyduğu eksikliği, çalıGkan insanlarla bütünleGerek, onları överek gidermektedir. Ancak, eserlerine bakıldığında, tembelliği yüzünden kendisini aGağılayacak kadar azap duyan bir adam olarak, bu durumu değiGtirecek herhangi bir arayıG içinde olmadığı da görülmektedir.

Yazarın bu durumunda (çalıGmama, tembel olma huyunda), artık bu yönünü kanıksamıG (ya da arkasına sığınmıG) olmasının yanında yapmak istediği iGleri (balıkçılık, yazarlık vb.), beceremiyor olduğu düGüncesinde olması da etkili görünmektedir. Beceriksizlik duygusunun yazarda yerleGmesinde de yine çevresindeki insanların ona bakıGı etkili olmaktadır.



KAYNAKÇA

ABASIYANIK, Sait Faik, Bütün Eserleri, Havuz Başı-Son Kuşlar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1994

ASLAN, Celal, “Sait Faik Abasıyanık’ın Öykülerinde Otobiyografik Anlatım”, Milli Eğitim Dergisi, sayı:180, Güz 2008

ÇELGK, Yakup, Sait Faik ve İnsan, Akçağ Yayınları, Ankara 2002.

ÇETGgLG, Gsmail, Metin Tahlillerine Giriş/2 Hikaye-Roman-Tiyatro, Akçağ Yayınları, Ankara 2004

EDGÜ, Ferit, Bir Usta Bir Dünya Sait Faik Abasıyanık, Yapı Kredi Yayınları, Gstanbul 2003. Sait Faik’in Dünyasında… 1115 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

ENGGNÜN, Gnci, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, Gstanbul 2004.

Fethi Naci, Sait Faik’in Hikâyeciliği, Yapı Kredi Yayınları, Gstanbul 2008

GÜMÜg, Semih, “Öykücülüğümüzün Kısa Tarihi”, (Hazırlayan Zehra GPgGROĞLU), Çağdaş Türk Yazını, Toroslu Kitaplığı, Gstanbul 2008

KUTLU, Mustafa, “Sait Faik’in Hikâye Dünyası”, Dergah Yayınları, Gstanbul.

LEKESGZ, Ömer, “ Öykücülüğümüzde Dönemler”, Hece Dergisi, Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, Sayı:46/47, Ekim/Kasım 2000.

MERT, Necati, “Modern Öykünün Serüveni: 1940’tan Günümüze”, Hece Dergisi, Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, Sayı:46/47, Ekim/Kasım 2000.

SÖNMEZ, Sevengül, “A’dan Z’ye Sait Faik”, Kitaplık Dergisi, Sayı:94, Mayıs 2006.

SU, Hüseyin, “Öykümüzün Hikâyesi”. Hece Dergisi, Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, Sayı:46/47, Ekim/Kasım 2000

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,37 M - Bugn : 24535

ulkucudunya@ulkucudunya.com