« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Kas

2010

HZ. FATIMA

01 Ocak 1970

Ümmü'l-Haseneyn Fâtıma bint Muhammed ez-Zehrâ (ö. 11/632) Hz. Peygamberin, soyunu devam ettiren kızı.



Bi'setten yaklaşık bir yıl Önce (m, 609), İbn Sa'd ile[706] bir kı­sım tarihçilere göre ise Kureyş'in Kabe'­yi yeniden inşası sırasında (m. 605) Mek­ke'de doğdu. Bazı kaynaklarda Hz. Âişe'-den beş yaş kadar büyük olduğu kaydedildiğine göre[707] birinci görüş ağırlık ka­zanmaktadır. Öz kardeşleri Zeyneb ile Rukıyye'den küçük, Ümmü Külsûm'dan büyük olduğu söylenmekteyse de Hz. Peygamber'in en küçük kızı olduğu gö­rüşü daha doğru kabul edilmektedir[708]. Zehebî'nin belirttiğine göre künyesi "babasının annesi, anam" mânasına gelen "Ümmü ebîhâ" İdi. Bu künyeyi almasının sebebi, Fâtıma'yı an­ne sevgisiyle seven Resûlullah'm kendi­sine bu şekilde hitap etmesi olmalıdır. Lakabı "beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın" anlamında Zehra olmakla bera­ber "iffetli ve namuslu kadın" anlamın­daki Betûl lakabıyla anıldığı da görül­mektedir.[709]



Kaynaklarda Hz. Fâtıma'nın çocukluk ve gençlik yıllarına dair pek az bilgi bu­lunmaktadır. Bunlardan biri. Kabe'de namaz kılmakta olan Resül-i Ekrem'in secdeye vardığı sırada omuzlarına müş­rikler tarafından bir devenin döl yatağı­nın atılması üzerine genç Fatma'nın ko­şarak babasının üzerindeki pislikleri te­mizlemesi ve bunu yapanlara kızıp söy-lenmesidir[710]. Hicretten bir müddet sonra Hz. Fâtıma'nın. yanlarında Hz. Ali ile annesi Fâtıma bint Esed olduğu hal­de Şevde, kız kardeşi Ümmü Külsüm ve Ebû Bekir'in ailesiyle birlikte Medine'ye hicret ettikleri bilinmektedir.



Fâtıma on beş yaşını tamamladıktan sonra onunla önce Hz. Ebû Bekir, ardın­dan da Hz. Ömer evlenmek istemiş. Re-sûl-i Ekrem her iki teklife de olumlu ce­vap vermemiş, bunun ardından Hz. Ali Fâtıma'ya talip olmuş ve bu talebi Re-sûlullah tarafından kabul edilmiştir[711]. O sıralarda fakir bir deli­kanlı olan Hz. Ali mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Gazvesi'n-de ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak 450 dirhem gümüş ci­varında bir mehir vermiştir. Hz. Fâtıma'­nın çeyizi de kadife bir örtü. içine hur­ma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından ibaretti. Düğünleri Resûlullah'ın Hz. Âişe İle evlenmesinden dört buçuk ay sonra 2. yılın Zilkade[712] veya Zilhicce[713] ayında gerçek­leşti. Hz. Fâtıma 3. yılın Ramazan ayın­da[714] ilk çocuğu olan Hasan'ı, bir yıl sonra Şaban (Ocak) ayında Hüse­yin'i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıl­larda küçük yaşta ölen Muhassin ile[715] Ümmü Külsûm ve Zeyneb doğdu. Evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali ile Fâ­tıma arasında küçük çapta bazı anlaşmazlıklar olmuş[716], ancak Resûl-i Ekrem'in.ara­larını bulması ve Hz. Fâtıma'ya kocasına itaati tavsiye etmesi üzerine kırgınlıklar son bulmuş, Hz. Ali de artık eşini hiçbir şekilde üzmeyeceğini söylemiştir.[717]



Uhud Gazvesinde on hanımla birlikte gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fâtı­ma aynı zamanda yaralıları tedavi etti. Bu savaşta Hz. Peygamber'in dişinin kı­rılması üzerine yüzündeki kanları temiz­lemeye çalıştı. Kanın dinmediğini görün­ce bir hasır parçasını yakıp küllerini Re­sûlullah'ın yüzüne bastırmak suretiyle akan kanı durdurmayı başardı.[718]



Resûl-i Ekrem Hz. Fâtıma'ya son has­talığı sırasında Kur'ân-ı Kerim'i Cebrail ile her yıl bir defa birbirlerine okuduk­larını[719], bu sene Cebrail'in aynı maksatla iki defa geldiğini, bunun ise vefatının yaklaştığına işaret olduğunu söylemesi üzerine Fâtıma ağlamaya baş­lamış: Hz. Peygamber'in, ailesinden ilk Önce kendisine onun kavuşacağını, ayrı­ca onun mümin kadınların hanımefen­disi olduğunu söylemesi üzerine de gü­lüp sevinmiştir.[720]



Hz. Peygamber'e çok düşkün olan Fâ­tıma babasının vefatından dolayı çok sar­sıldı. Resûl-i Ekrem defnedildikten sonra gördüğü Enes b. Mâlik'e. "Resûlullah'ın üzerine çarçabuk toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl razı oldu?" diyerek ağladı ve daha sonra da günler­ce gözyaşı döktü.



Hz. Peygamberin vefatının ardından Fâtıma ile Abbas b. Abdülmuttalib Hali­fe Ebû Bekir'e gelerek Resûlullah'ın mi­rasından hisselerini istediler. Bu miras Fedek ve Hayber'deki hurmalıklarla Me­dine'deki bir bahçeden ibaret olup Hz. Peygamber bu arazilerin gelirini amme işlerine, yolcularla misafirlere ve kendi ailesine harcamaktaydı. Halife onlara, Resûlullah'ın peygamberlerin miras bı­rakmayacağına dair hadisini hatırlata­rak onun mirasının söz konusu olama­yacağını, fakat ailesinin geçiminin eski­den olduğu gibi yine buraların gelirin­den sağlanacağını, kendisinin bu araziyi Hz. Peygamber'in yaptığı şekilde bir mü­tevelli gibi kullanacağını söyledi. Hz. Âişe ile diğer bazı sahâbtlerin bu hadisi tas­dik etmeleri üzerine miras iddiasından vazgeçildi.[721] Ancak Hz. Fâtıma halifenin bu tavrına gücenerek vefat edinceye kadar onunla bir daha bu konu üzerinde ko­nuşmadı[722]. Bir riva­yete göre ise Ebû Bekir, Hz. Fâtıma'yı vefatından bir müddet önce ziyaret ede­rek gönlünü almıştır.[723]



Hz. Fâtıma, Resûlullah'ın ölümünden beş buçuk ay sonra 3 Ramazan 11[724] tarihinde vefat etti. Muham­med el-Bâkır'ın belirttiğine göre Fâtı­ma'yı Hz. Ali yıkadı[725]. Ölümünden sonra vü­cudunu kimsenin görmemesi için vasi­yeti üzerine onu Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekirin hanımı Esma bint Umeys'in yıka­dığı da zikredilmektedir[726], Hz. Fâtıma, kadın cenazelerinin erkek-lerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde bulunmasından rahatsız olduğunu Esma bint Umeys'e söylediğinde Esma ona Ha­beşistan'da cenazelerin tabut içinde ta­şındığını anlatmış, bunun üzerine Fâtı­ma kendi cenazesinin de böyle taşınma­sını vasiyet etmişti. Nitekim onun cena­zesi Esma bint Umeys'in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Cenaze namazı­nı Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırdı. Vasi­yeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü'l-bakî'a defnedildi.



Resûlullah'ın terbiyesiyle yetişen Hz. Fatma onun hem haya ve edep gibi Özel­liklerine, hem de konuşma tarzından[727] yürüyüşüne kadar[728] birçok vasfına sahip oldu. Babasının uygun gör­düğü hayat tarzını benimseyerek onun gibi sade yaşadı. El değirmeninde un Öğütmekten usanan Fâtıma ile kuyudan su çekip taşımaktan yorulduğunu söy­leyen Ali bu hususta Hz. Peygamber'den yardım istemeye karar verdiler. Hz. Fâ­tıma Medine'ye bir savaş esirinin geldi­ğini duyunca babasına giderek ondan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi talep etti. Resûlullah da esiri, mescidde yatıp kalkan fakir müslüman-ların (ehl-i Suffe) ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna kar­şılık yatağa girdiği vakit otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillah, Allâhüekber demesinin istediği hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi[729]. Bu güzel vasıfları se­bebiyle Resûl-i Ekrem Fatma'yı görün­ce sevinir, kendisini ayakta karşılar, eli­ni tutarak yanaklarından öper, ona ilti­fat edip yanına veya kendi yerine otur­turdu. Babası kendi evine gelince Fat­ma da onu aynı şekilde karşılayıp ağır­lardı[730]. Hz. Peygamber sefere gider­ken aile fertlerinden en son Fâtıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk ola­rak onunla görüşürdü[731]. Kadınlardan en çok Fatma'­yı, erkeklerden de Ali'yi sevdiğini söyle­yen[732] Resûl-i Ek­rem, "Fâtıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş olur"[733] ve, "Bana melek gelerek Fatma'nın cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi" de­miş[734], cennetlik kadınların en faziletlilerini saydığı bir başka hadi­sinde de önce Hz. Hatice ile Fatma'nın, sonra da Âsiye ile Meryem'in adlarını söy­lemiştir.[735]



Hz. Peygamber'in Fâtıma'ya olan sev­gisini gösteren önemli bir olay, Mekke'­nin fethinden sonra Hz. Ali'nin Ebû Ce-hil'in kızı Cüveyriyye ile[736] evlenmek istemesi ve­ya Ebû Cehİl'İn yakınlarının kızlarını Hz. Ali ile evlendirmek için Resûl-i Ekrem'in iznini talep etmeleri üzerine onun gös­terdiği tepkidir. Bu vesile ile yaptığı ko­nuşmalarda Fatma'nın kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini is­temediğini, Resûlullah'ın kızı ile Allah düşmanının kızının bir araya gelemeye­ceğini, Cenâb-ı Hakk'ın helâl kıldığı bir şeyi haram kılmamakla beraber bu ev­liliğe izin vermeyeceğini, ancak Ali'nin Fatma'yı boşadıktan sonra bir başka kadınla evlenebileceğini söyledi[737]. Resül-i Ekrem'in bu konudaki has­sasiyeti, Hz. Fatma'nın itidalini koruya­mayacağı düşüncesinden kaynaklanıyor­du[738]. Diğer taraftan Hz. Peygamber'in konuş­masına başlarken öbür damadı Ebü'l-Âs'ın kendisine verdiği sözde durduğu­nu belirtmesi, Ebü'l-Âs'a Zeyneb'in üze­rine bir başka kadınla evlenmemeyi şart koştuğunu hatıra getirmekte, aynı şe­kilde Hz. Ali'den de böyle bir söz aldığı­nı, fakat Ali'nin bunu unutmuş olabile­ceğini düşündürmektedir. Bu olaydan sonra Hz. Ali Fatma'nın vefatına kadar bir başka kadınla evlenmediği gibi câri­ye de edinmemiştir. Resûl-i Ekrem'in her fırsatta onların evine gelerek ikisi­nin arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifa­de etmesi onları birbirine bağlamış, hat­ta zaman zaman her biri Resûlullah'ın kendisini daha çok sevdiğini ileri süre­rek onun gönlündeki müstesna yerlerin­den emin olduklarını göstermişlerdir. Fâ­tıma da fırsat buldukça babasının yanı­na gider, ona hizmet etmekten zevk du­yardı. Mekke'nin fethedildiği yıl Resûlul­lah evinde yıkanırken Fatma'nın onu bir perde ile setretmeye çalışması[739] onların bu yakın­lığının derecesini göstermektedir. Resûl-i Fâtıma ve Ali isimlerinin birlikte yazıldığı Muhittin Serin hattıyla Celî-ta'lik levha (Muhittin Serin koleksiyonu}.



Ekrem, Hz. Fâtıma İle Hz. Ali'yi ve ço­cukları Hasan İle Hüseyin'i abasının altı­na alarak, "Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl" diye dua etmiş­tir. Hz. Fâtıma ile ilgili önemli hususlar­dan biri de Resûlullah'ın neslinin onun çocukları vasıtasıyla devam etmiş olma­sıdır.



Hz. Fatma'dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup tamamı Kütüb-i Sitte'de yer almakta, bunlardan ikisi hem Şahîh-i Buhârî hem de Şahîh-i Müslim'de bu­lunmaktadır. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan ile Hüseyin, Hz. Âişe. Ümmü Se­leme, Hz. Peygamber'in hizmetkârı Üm­mü Râfi'in karısı Selmâ, Enes b. Mâlik ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin'in kızı Fatma'nın ve daha başka râvilerin ondan mürsel ri­vayetleri vardır.



Kaynaklarda Hz. Fatma'ya nisbet edi­len bazı şiirler ve beyitler bulunmakta[740], bunları Hz. Pey­gamber'in vefatından sonra söylediği be­lirtilmektedir. Zehebî, Fatma'nın Resû-lullah'ın vefatı dolayısıyla söylediği ileri sürülen, "Başıma gündüzü geceye çevi­recek büyük musibetler geldi" şeklin­deki beytin ona ait olmadığını kaydet­mektedir.[741] Fâtımîler, Hz. Fatma'nın soyundan geldik­lerini iddia ederek kurdukları hanedana ona izafeten bu adı vermişlerdir.



Şiî Kaynaklarına Göre Fâtıma. Şiî kay­naklan. Hz. Fâtıma'nın bi'setin 2 veya 5. yılında doğduğunu iddia ederler. Hatta Hz. Hatice'nin Fatma'ya isrâ ve miraç hadisesinden sonra hamile kaldığını ile­ri süren kaynaklar da vardır. Bu tür rivayetlerde, Hz. Peygamber'in mi'racda bulunduğu sırada kendisine ikram edi­len cennet meyvesinden yediği, Fatma'­nın bu meyveden hâsıl olduğu, Resûl-i Ekrem'in o meyvenin kokusunu özledik­çe Fâtıma'yı öptüğü kaydedilir. Hz. Fâtı-ma'nın miraç olayından çok önce doğ­muş olması bu tür rivayetlerin tutarsız­lığını ortaya koymaktadır[742]. Yi­ne aynı nitelikteki rivayetlerde Fâtıma1-ya hamile olduğu sırada annesinin onun­la konuştuğu, doğacağı esnada Sâre, Âsi­ye, Meryem ve Şuayb peygamberin kızı Safûrâ'nın yardıma geldiği, doğar doğ­maz kelime-i şehâdet getirerek babası­nın kim olduğunu, kocasının kim olaca­ğını söylediği ve oradakilere adlarıyla hitap ettiği, doğumuyla birlikte olağan üs­tü hadiselerin meydana geldiği anlatıl­makta, daha sonra da Cebrail'in Resûl-i Ekrem'e gelerek Fâtıma'nın Hz. Ali ile evlenmesini Allah'ın münasip gördüğü­nü, eğer Ali olmasaydı yeryüzünde ona bir denk bulunamayacağını haber ver­diği iddia edilmekte ve bu düğünün gök ehli tarafından da kutlandığı abartılı ifa­delerle anlatılmaktadır[743]. L. Veccia Vaglieri. Hz. Fâtıma'nın dünya ve âhiret hayatına dair Şiîler ta­rafından nakledilen menkıbevî haber­lerin geniş bir özetini vermektedir (El? |Fr.|, II, 865-868).



Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma hakkın­daki abartılı bilgilerden biri de onun isim­leriyle ilgilidir. Sünnî kaynaklarında Fâ­tıma'nın sadece Zehra, bazan da Betül lakabından söz edildiği halde Şiî kaynak­larında çeşitli âyetlerle zoraki bir ilgi ku­rularak onun ayrıca Sıddîka, Mübâreke. Tâhire. Zekiyye, kendisine ilham gelen ve meleklerle konuşan anlamında Mu-haddese, hayız ve nifas sıkıntısı çekme­yen anlamında Betûl. bakire anlamında Azrâ gibi isimleri olduğu iddia edilmek­te, hatta, "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoş­nut olarak rabbine dön"[744] mealindeki âyette "râziye" ve "mar-ziyye" kelimeleriyle onun kastedildiği ile­ri sürülmektedir.[745]



Hilâfetin Hz. Ali ile onun soyuna ait olduğu iddiasının önemli dayanakların­dan biri, kocası Ali ile soylarından gelen on bir imam gibi Hz. Fâtıma'nın da günahlardan korunmuş olduğu görüşüdür.[746] Ehl-i sün­net âlimleri, Resûl-i Ekrem'in Hz. Ali, Fâ­tıma, Hasan ve Hüseyin'i abasının altına alarak. "Ey Ehl-i beyt! Allah sizden sa­dece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"[747] mea­lindeki âyeti okuduğunu kabul etmekle beraber[748] bundan onların masumiyetinin anlaşıla-mayacağını, böyle yapmakla Hz. Peygam-ber'in onları Allah'ın emirlerine uymaya çağırdığını, ayrıca ismet sıfatının sade­ce peygamberlere mahsus olması sebe­biyle onların masum sayılamayacağını belirtirler.[749]



Şiî kaynaklarında, Hz. Fatma'nın mev­cut Kur'an'dan tamamen farklı ve onun üç misli büyüklüğünde bir mushafa sa­hip olduğu belirtilmektedir. İddiaya gö­re bu mushaf, Resûl-i Ekrem'in vefatın­dan sonra Hz. Fâtıma'nın yaşadığı za­man zarfında Cebrail'in onu teselli mak­sadıyla söylediği sözlerin Hz. Ali tarafın­dan kaydedil m esiyle meydana gelmiş­tir. Bu mushafın içinde şer'î hükümlerin -özellikle cezaların- ayrıntılı bir şekilde bulunduğu, kıyamete kadar gelecek bü­tün idarecilerin adlarının ve meydana ge­lecek olayların kaydedildiği söylenmekte­dir. Mutedil Şiî âlimleri ise Fâtıma mus-hafını kabul etmekle beraber bu musha­fın bir Kur'an olmadığını ve eldeki Kur'-an'da noksanlık bulunmadığını belirtir­ler. Bundan başka Hz. Fatma'nın elinde bulunan, kendisiyle Hz. Ali'nin ve daha sonra gelecek vasîlerin adlarının yer al­dığı bir sayfadan da söz edilmektedir.[750]



Fedek arazisinin Resût-i Ekrem'in şah­sî mülkü olduğunu, Ebû Bekir'in bu ara­ziyi Fatma'ya vermemekle ona haksız­lık ettiğini ileri süren Şiîler, peygamber­lerin miras bırakmayacağına dair riva­yetin Süleyman'ın Davud'a mirasçı oldu­ğunu belirten Kur'an âyetine[751] ters düştüğünü iddia ederler. Halbuki bu âyette sözü edilen mirasın mal mülk değil peygamberlik olduğu, ba­zı âyetlerde miras kelimesinin ilim ve hikmet için kullanıldığı bilinmektedir. Öte yandan geride birçok çocuk bırak­mış olan Davud'a sadece Süleyman'ın mirasçı olduğu düşüncesinin ilâhî hik­mete uygun düşmeyeceği açıktır. Ayrıca Hz. Ali'nin de halife olduktan sonra Fe­dek arazisini Hz. Ebû Bekir gibi kullanması, Resûlullah'ın ilk halifesinin isabet­li hüküm verdiğini göstermeye yeterli­dir.[752]



Hz. Fâtıma'yı alet etmek suretiyle Hz. Ömer'i karalamak için uydurulan ve gü­venilir hiçbir kaynakta görülmeyen bir iddiaya göre Fâtıma ve kocası Ebû Be­kir'e biat etmeyip evlerine çekilince Ömer onları biat etmedikleri takdirde evlerini yakmakla tehdit etmiş, hatta evlerini basıp kapıyı kırmış, içeri girdiği sırada kapı ile duvar arasına sıkışan Fâtıma'­nın kaburgaları kırılmış ve bu sırada ço­cuğu Muhassin'i düşürmüştür[753]. Seyyid Mukarrib Ali en-Nekavî el-Hüsey-nî tarafından en-Nârü'I-hâtıma li-kâ-şıdi ihrâkı beyti Fâtıma[754] adıyla bir kitap yazılmasına sebep olan bu iddia, muhtemelen Hz. Ömer'in hilâ­fet konusunda Hz. Fatma'yı ikaz etme hadisesinin tahrif edilmesinden kaynak­lanmıştır. Rivayete göre, Ebû Bekir'in hi­lâfetine henüz gönülleri yatmamış olan Hz. Ali ve Zübeyr'in Fâtıma ile bu konu­yu birkaç defa görüştüklerini haber alan Hz. Ömer, çıkabilecek bir fitneyi önle­mek maksadıyla Hz. Fâtıma'yı ziyaret et­miş ve ona dünyada en çok Resûlullah'ı, sonra da onun kızını sevdiğini söylemiş, ancak bu sevginin "hilâfet konusunu ka­rıştırıp duran" kimselerin onun evinde toplanması halinde bu evi onlar içeride iken yakmasına engel olmayacağını be­lirtmiş, Hz. Fâtıma da onlara Ömer'in bu sözünü naklederek artık bir daha hilâ­fet meselesini kendisine getirmemele­rini istemiştir.[755]



Bazı Şiî kaynaklarında Hz. Fatma'nın faziletleri hakkında pek aşırı ifadelerin kullanıldığı görülmekte. Ehl-i beyte da­hil diğer dört kişi gibi onun da nurdan yaratıldığı, kıyamete kadar olmuş ve ola­cak her şeyi bildiği, soyundan imamlar ve vasîler geleceğini Cenâb-ı Hakk'ın ona bildirdiği, hatta Hz. Ali ile evlenmesini mi'racda Allah Teâlâ'nın kararlaştırdığı ve onun tarafını tutanların cehennem azabından kurtulacağı ileri sürülmekte­dir.[756]



Şiîler'in. Hz. Fâtıma ile Ehl-i beytin mevkiini ve üstünlüğünü belirtirken üze­rinde önemle durdukları hususlardan bi­ri de mübâhele olayıdır. 10 (631-32) yı­lında Medine'ye gelen Necran hıristiyan-larının Hz. îsâ'nın ilâhlığı konusunda ısrar etmeleri üzerine nazil olan Âl-i İmrân süresindeki âyetlerden birinde ifade edilHz Fâtıma'nın da içinde bulunduğu Ehl-j beyt'e dahil olanların adlarını ihtiva eden Kazasker Mustafa izzet Efen­di 'nin Celi-SUİÜS levhası (Muhitim Serin koleksiyonu)



diği gibi (âyet 61), her iki tarafın başta kendileri olmak üzere çocuklarını ve ka­dınlarını çağırarak Allah'tan yalancılara lanet etmesini istemelerinden ibaret olan bu olayda Şiîler, Hz. Peygamber'in arkasına Fâtıma'yı (bazı rivayetlere göre onun arkasına da Ali'yi), yanına Hasan ve Hüseyin'i alarak Necranlılar'ın karşısına çıktığını ve böylece Kur'an'daki "kadın­larımız" ifadesiyle sadece Hz. Fâtıma'nın kastedildiğini ileri sürerek onun masu­miyeti ve yüceliği etrafındaki iddialarını güçlendirmek istemişlerdir. Mübâhele olayından bahseden bazı Sünnî kaynak­larında Hz. Fâtıma'dan söz edilmezken[757] bir kısmında Hz. Fâtıma'nın da orada bu­lunduğu kaydedilmektedir[758]. Kasım Kufralı İslâm Ansikio-pedisi'ne yazdığı Fâtıma maddesinde (IV, 520) mübâhele olayında Hz. Fâtıma'-nın da hazır bulunduğu hususunu bü­tün müslümanlar kabul ediyormuş gibi göstermekte ve iddiasına kaynak ola­rak Hâzin ve Beyzâvf tefsirlerini vermek­tedir. Halbuki Hâzin, olayı rivayetin za­yıflığını gösteren bir ifade ile naklet­mekte, Beyzâvî ise mübâhele konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir. Louis Massignon, La Mubahala de Medine et YHypeidulie de Patıma[759] adıyla yaptığı küçük çaplı ça­lışmasında ve "La notion du voeu et la dĞvotion musulman â Fâtıma"[760] adlı makalesinde bu olayı ve bazı dinî grupların Hz. Fâtıma hakkındaki aşırılıklarını ele almaktadır.



Literatür. Hz. Fâtıma'nın hayatına dair çoğu Şiîler tarafından olmak üzere pek çok eser kaleme alınmıştır. Delâ'ilü'l-imâme[761] adlı kitabın­da Hz. Fâtıma ile ilgili pek çok uydurma habere yer veren (s. 12-58) Râfizî müel­lifi Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Taberî'nin yaptığı gibi bu eserlerde zayıf veya asılsız rivayetlere geniş bölümler ayrılmıştır. Seyyid Mu­hammed Murtazâ el-Hüseynî el-Cevnfû-rî'nin Kühlü'n-nazırın fî tafdîli'z-Zeh-râ 'ale'l-enbiyâ ve'1-mürseîîn (bs. yeri yok, 1302) adlı eserinin aşırılığı is­minden bile anlaşılmaktadır. Hz. Fâtıma ile ilgili başlıca kitaplar şunlardır:



a- Arap­ça Eserler. Muhammed el-Bâkır (ö 117/ 735), Tezvîcü Fâtıma binti'r-Resul[762]; Muhammed b. Hârûn er-Rûyânî, Cüz1 fîhi tezvîcü Fâtıma bint Resûlillâh bi-cAIi b. Ebî Tâlib ^aleyhime's-selâm[763]; İbn Şâhîn, Fezâ3ilü Fâpmati'z-Zehra"[764]; Süyûtî. eş-Şüğürul-bâsi-me fî fezâ'ili's-seyyide Fâtıma caley-he's-selâm[765]; a.mlf., Müsnedü Fâ­pmati'z-Zehra; Mu­hammed Abdürraûf el-Münâvî, İthâfü's-sâ'il bimâ li-Fâtımate mine'î-menâ-kıb: Seyyidetü nisd'i ehli'l-cenne Fâ­pmatü'z-Zehra[766]; Muham­med Bakır el-Medisî, Târîhu seyyideti nisâi'l-câlemîn ve bed'atü seyyidi'l-mürselîn[767]; Abdullah b. İbrahim el-Mîrganî, ed-Dürretü'l-yetime iî ba'zı fezd'iii's-seyyideti'l-cazîme[768]; AbdÜl-hüseyin b. Şerefüddin el-Mûsevî. el-Ke-limetü'l-ğarrâ iî ta fdîli'z-Zehra[769]; Ömer Ebü'n-Nasr, Fâtı­ma bint Muhammed {s.a.)[770]; Ma'rûf b. Muhammed el-Arnâvûd, Fâpmatü'l-Betûî[771]; Abbas Mahmûd el-Akkâd. Fâtı-matü'z-Zehrâ3 ve'l-Fâtımiyyûn[772]; Muhammed Kâzım el-Kifâî, ez-Zehrâ3 fi's-sünne ve't-târîh ve'1-edeb[773]; Tevfîk Ebû Alem. Fâpmatü'z-Zehra[774]; Abdüssamed et-Türkî, Fi beyti Fâtıma[775]; Seyyid Tâlib Horasan, ei-Lü'lü^ü'l-beyzâ3 fî feza3ili Fâpmati'z-Zehrâ[776] Abdürrezzâk Mükerrem, Ve-fâtü'ş-Şıddîkati'z-Zehra[777]; Muhammed Kâzım el-Kazvînî. Fâpma-tü 'z - Zehra3 ' aleyhe s - selâm mine i -mehd ile'1-lahd[778]; Nezîh Kumeyha, Şerhu Hutbeti Fâpma-üz-Zehrâ[779]; Abdülfettâh Abdülmaksûd, Fâtımatü'z-Zehra[780]; Şerif Seyyid el-Âmilf, Fâ-tımatüz-Zehra3: el-Meselü'1-a'îâ U'l-mer'eti'l-müslime[781]; Muhammed Beyyûmî Mehrân. es-Sey-yide Fâpmatü'z-Zehra[782]; Ahmed er-Rahmânî el-Hemedânî. Fâp­matü'z -Zehra3: Behcetü kalbi'1-Muş-tafâ[783]; Sâdık b. Meh-dî el-Hüseynî eş-Şîrâzî. Fâpmatü'z-Zeh­ra3 fi'1-Kui'ân.[784]



b- Farsça Eserler. Bakır b. İsmail b. Abdülazîm. el-Haşâ3işü'l-Fâpmiyye[785]; Hüseyin İmadzâde-i İsfahânî, Fâtımatü'z-Zehra"[786]; Abdülhüseyin el-Mü'minî. Zindegânî-yi Hazret-i Fâpma-i Zehra" 'aleyhe's-selâm[787]; Ali Şeriatı, Fâ­tıma Fâtıma est[788]; Seyyid Cafer eş-Şehîdî. Zindegânî-yi Fâpma-i Zehra 'aleyhe's-selâm[789]; Seyyid Hüseyin el-Vâİzî es-Sebzevârî, Fâpmiyyât[790]; Celâleddin Riyâsetî, Fâhma[791]; Muhammed Rızâ Nusayrî, Fâpma (Tah­ran, ts); Nasîrüddin Mîr Sâdıki Tahranı, Fâpma[792]; Şeyh Muhammed Vâsıf. Fâpma-i Zehra3 ez-Nazar-ı Ri-vâyât-ı Ehl-i Sünnet[793]; Ali Kerbelâî, Fâpma, Fezd'fi ve Muşîbet-i Fâpma-i Zehra3.[794]



c- Türkçe Eserler. Fâtıma Şâdİye. Ke-rîme-i Muhtereme-i Hazret-i Fahr-i Âlem Seyyidetü nisâi'l-âlemin Haz­ret-i Fâtımatü'z-Zehra el-Betûl[795]; Hacı Cemal Öğüt. Fâtımatuz-Zehra[796]; Yakup Kenan Necefzâde, Fâtima Anamız[797]; Mus­tafa Necati Bursalı, Hz. Fâtıma-i Zeh­ra[798]; İbrahim Emini. Ör­nek İslam Kadını Hz. Falıma [a.s.)[799].



Abdülcebbâr er-Rifâî, "Muccemü mâ kütibe can Fâtmati'z-Zehrâ3" adlı ma­kalesinde[800] Hz. Fâtıma hakkın­da çoğu Şiîler tarafından yapılan 250-den fazla Arapça. Farsça ve Urduca ça­lışmayı tesbit etmiştir.



Bibliyografya:



Wensinck. el-Mu'cem, VIII, 219-220, 241; a.mlf.. Mİftâhu künûzi'ssünne, Beyrut 1403/ 1983, s. 378-379; Müsned. I, 93, 98, 104, 108, 118, 293; VI, 282-283; Buhârî. "Vudû'", 69, "Ğusül", 21, "Şalât", 4, "Hibe", 27, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebi", 9, 12, 16, 29, "Humus", 1, "Me-ğâzî", 14, 38, 83, "Nikâh", 109, "Nafakât", 3, 6-7, "Edeb", 113, "İsti'zân", 40, 43, "Da'avât", 11, Terâ'iz", 3, "İ'tişâm", 5; Müslim, "Cihad", 51-55, 101, 107-110, "Fezâ'ilu ş-şahâbe", 61, 93-99; Ebû Dâvûd, "Edeb", 143, 144, "Terec-cül", 21; Tirmizî, "Siyer", 44, "Menâkıb", 60; Vâkıdî. ei-Meğazî, i, 249-250, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa'd. et-Tabakât, I, 357-358; VIII, 19-30; İbn Sebbe, Târthu I-Medinetİ I-münevvere, s. 105-110, 196-202; İbn Ebû Seybe. ei-Muşan-nef[801], Beyrut 1409/ 1989, VII, 432; İbn Kuteybe (Ukkaşe), s. 142-143, 158, 210, 211; Belâzürî. Fütûh (Rıdvan), s. 75; Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Tabe-rî. Del&'ilüi-imame. Beyrut 1408/1988, s. 5-58; Taberi, Târih. II, 410, 486, 533, 537; III, 207-208, 240, ayrıca bk. İndeks; Dûlâbî, ez-Zürriy-yetti't-tâhire nşr Seyyid M. Cevâd el-Husey-niel-Celâlîl, Beyrut 1408/1988, s. 89-98, 149; Küleynî, el-üşûi mine'I-Kâfi, I, 238-242; Hâkim, et-Müstedrek, II. 593-594; III, 151-163; Şeyh Müfîd. ei-İhtişâş, Beyrut 1402/1982, s. 210-212; Ebû Nuaym, Hilye, II, 39-43; İbn Abdül-ber. et-İstfâb, IV, 373-381; İbn Şehrâşüb, Me-nâktbü âli Ebî Tâiib, Beyrut 1405/1985, İli, 318-366; İbnû'l-Estr. Üsdui-ğâbe, VII, 220-226; a.mlf.. et-Kâmil, II, 293; Beyzâvî, Envâ-rü't-tenzîl[802], Beyrut 1314, İ, 510-511; Hâzin, Lübâbü't-te'u[803], Beyrut 1314, I, 510-511; İbn Seyyidünnâs. Minehu't-midah[804], Dımaşk 1407/1987, s. 355-358; İbn Kesîr. Tefsirü'i-Kur'ân, II, 43-44; Zehebî. A'lâmü'n-nübetâ II, 118-134; a.mlf.. Târihu'l-İslâm: cAhdü'i-hulefâ'i'r-râ-şidîn. s. 21-27, 43-48; Heysemî, Mecme'u'z-zevâ'id, IX, 201-212; İbn Hacer, el-İşâbe (Bicâvî), VI, 243; VII, 648; VIII, 53-60; a.mlf, Teh-zîbut-Tehzîb, XII, 440-442; a.mlf., Fethu'l-bâ­rı, VII, 107-108; Semhûdî, Vefâ'ul- vefa. I, 330-334; Hazrecî, Huiâşatü Tezhîb, s. 494; Muttaki el-Hindî. Kenzül-'ummâl, XIII, 674-687; Sâmî, Sübülü'l-hüds' ve'r-reşâd [îsîreti hayri'l-'ibâd. Kahire 1411/1990, VI. 640-650; Şevkânî, Derrus-sehâbe. s. 273-279, 603; Mira-tül-Haremeyn. İl, 466-467, 976-979; Ali Feh­mi Câbic. Hüsnü ş-sıhâbe fi şerhi eş'âri's-sa-hâbe, İstanbul 1324, s. 125-128; Hacı [Mehmet] Cemal Öğüt. Fâtımatuz - Zehra, İstanbul 1359/ 1940; L. Massignon, La Mubâhala de Medine et S'Hyperdulie de Fâtıma, Paris 1955; a.mlf.. "La notion du voeu et la devotion musulman â Fâtıma", Studi Orientaiistici in inore di Gior-gio leui Dçtla Vida, Roma 1956. II, 102-126; Abdülhüseyin b. Şerefeddin el-Mûsevî, el-Keli-metü'l-ğarrâ fi tafdîti'z-Zehra Necef, ts. Darü'n-Nu'mân). Sââtî. ei-Fethu'r-rabbani, XXII, 92-97; Murtazâ el-Hüseynî el-FTrûzâbâdî. Fezâ'i-lü'l-hamse mine's-sıhShi's-sitte, Beyrut 1402/ 1982, s. 150-204; Meclisi. Bihârü't-envâr, Bey­rut 1403/1983, XLIII, 2-236; A'yânü'ş-Şfa, I, 306-323; M. Kâzım el-Kazvînî, Fâtımatü'z-Zehrâ' cateyhe's-selâm mine'imehd ile'l-iahd, Beyrut 1404/1984, s. 60-64, 79-140, 179; Hâirî. Terâ-cimü a'lAmin-nisâ', Beyrut 1407/1987, II, 301-338; M. Yaşar Kandemir. Mevzu Hadisler. Ankara 1991, s. 185-186; M. TâhirÂl-i Sübbeyr el-Hâkânr, Şerhu Hutbetiş-Şıddika Fâtımâ-tü'z-Zehrâ3, Kum 1412; İbrahim Emini. Örnek İslam Kadını Hz. Fâtıma (a.s.)[805], Kum 1412/ 1992; Jane Dammen McAuliffe. "Chosen ol AH Women; Mary and Fâtıma in Our'ânic Exegesis", Isiamochristiana, VII, Roma 1981, s. 19-28; Abdülcebbâr er-Rifâî, "Mu^cemü mâ kütibe ran Fâtımati'z-Zehra'", Türâsünâ, İV/ 14, Kum 1409, s. 57-104; Kasım Kufralı. "Fâ­tıma", İA, IV, 518-521; L. Veccia Vaglieri, "Fâ-Uma", E/^IFr.h II, 861-870.



Edebiyat. Hz. Peygamber'in nes­lini devam ettirmesi, onun en sevdiği kı­zı ve Ehl-i beyt'in beş rüknünden biri ol­ması dolayısıyla Hz. Fatma'nın Resûl-i Ekrem'in hayatında önemli bir yeri var­dır. Bu sebeple Hz. Peygamber ve Ehl-i beyt'İnden bahseden birçok manzum ve mensur eserde Fâtıma'nın adı ve vasıf­lan sık sık anıldığı gibi az sayıda da ol­sa onun bazı edebî eserlere konu teşkil ettiği de görülmektedir. Hz. Fâtıma'dan bahseden eserleri Türk edebiyatının kla­sik metinleriyle tekke ve halk edebiyatı­na ait parçalar, folklorik ürünler ve Türk halk inançlarında yer alanlar olmak üze­re gruplandırmak mümkündür. Bu eser­lerde Fâtıma eşine, evine ve çocuklarına bağlı, onlara hizmet eden, becerikli, sabirli, güzel ahlâklı örnek bir müslüman hanımı olarak tasvir edilir. Bu tür me­tinlerde isminin Türk halk ağzında aldı­ğı Fatma veya Fadime şekilleri yanında Fatma Ana, ayrıca beyaz tenli olması se­bebiyle Zehra (Fâtımatü'z-Zehrâ). iffetli oluşundan dolayı Betûl, bir hadiste cen­netteki en faziletli dört kadından biri diye tanıtıldığı için "cennet hatunu", kı­yamette kendisinden şefaat beklendiği için de "kıyamet hatunu" ve "seyyidetü'n-nisâ" unvanlarıyla anılmaktadır.



Hz. Fâtıma. Resûl-i Ekrem'in hayatını anlatan manzum ve mensur siyerlerde onun daima en yakınında bulunan, Özel­likle kız çocuklarına değer vermeyen Arap toplumunda bu kötü âdetin orta­dan kaldırılmasını sağlayan değeri do­layısıyla en sevgili çocuğu olarak anıl­mıştır.



Başta Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-necöt'i olmak üzere birçok mevlid met­ninde, bilhassa vefat bahri içinde Hz. Fâ­tıma'dan bahsedildiği görülmektedir. Bu bölümlerde daha çok Resülullah'ın has­talanması, vefat edeceğini bildirmesi, Azrail'in onun ruhunu kabzetmeye gel­diğinde Fâtıma'nın onu karşılaması, ve­fatından sonra üzüntüsünü bir ağıt ha­linde dile getirmesi söz konusu edilmek­tedir[806]. Ayrıca mevlidlerin genellikle matbu nüshalarında vefat bahrinin so­nunda "Vefâtü Fâtımate'z-Zehrâ radiyallâhü anhâ" veya "Ahvâl-i Fâtıma" baş­lıklı müstakil bir bölüm yer almaktadır[807]. Bu­rada Hz. Fatma'nın babasının hastalığı ardından ağlayıp sızladığı, yemekten ve içmekten kesildiği, sonunda Hz. Pey­gamber'in Fâtıma'yı yanma çağırtıp ken­disine ilk kavuşacak yakınının o oldu­ğu müjdesini vermesi, durumu eşine ve çocuklarına haber veren Fatma'nın kı­sa bir vasiyetten sonra babasına kavuş­tuğu lirik bir üslûpla anlatılmaktadır. Bazı mevlid metinlerine eklenen "Hikâ­ye-i Cemel'in sonunda ise Hz. Peygam­ber'in vefatına dayanamayarak başını yerlere çarpıp can veren deveyi Hz. Fâ­tıma'nın kefenleterek defnettirdiğinden bahseden kısa bir bölüm yer alır.[808]



Son devrin tanınmış mutasavvıfların­dan Muhammed Esad Erbîlî. Süleyman Çelebi mevlidinin vezninde (fâilâtün fâilâ-tün fâilün) "Mevlid-i Şerîf-i Hazret-i Fâ­tımatü'z-Zehrâ radıyallâhü anhâ" başlıklı yetmiş dört beyitlik Farsça bir man­zume kaleme almıştır. "Evvelâ nâm-ı Hu­da yâd âverîm / Şükr gûyân fıkr-i eltâ-feş künîm" beytiyle başlayan bu man­zumeyi Erbîlî'nin oğlu Mehmed Ali Efen­di Türkçe'ye çevirmiş ve ilk beytini, "Ev­vel Allah adını zikr edelim / Fikr edip el-tafına şükr edelim" şeklinde tercüme etmiştir. Her iki manzume Esad Erbîlî divanının yeni baskısında yer almakta­dır (s. 250-275). Ancak burada tercüme­nin Esad Efendi'ye ait olduğu belirtil­mektedir ki bu yanlıştır.[809]



Hz. Fâtıma'nın edebi metinlerde yer almasına vesile olan diğer bir özelliği de Hz. Ali'nin eşi olmasıdır. Dinî-tasavvufî konularda eser yazan pek çok müellifin yanında özellikle Alevî, Bektaşî şairlerin şiirlerinde Hz. Fâtıma'nın bu yönüyle söz konusu edildiği görülmektedir. Kul Him-met'in. "Gül kokusu Muhammed'in teri­dir / Âh ettikçe karlı dağlar eritir / Ha­tice Fâtıma Hakk'ın yâridir / Onun ka­tarından ayırma bizi" dörtlüğüyle Edib Harâbî'nin, "Naciye fakîre kemter bacı­dır / Muhammed Ali'ye kuldur nâcidir / Cümle erenlerin başı tacıdır / İşte Fâtı-matü'z-Zehrâ'mız vardır" dörtlüğü bu­na örnek teşkil eder. Ayrıca Hasan ile Hüseyin'in anneleri olması dolayısıyla özellikle Kerbelâ vak'ası üzerine yazılan maktel ve mersiyelerle Ehl-i beyt sevgi­sini işleyen diğer edebî ürünlerde Hz. Fâtıma ile ilgili fasıllara, beyit, kıta ve mesnevilere daha çok rastlanmaktadır. Meselâ türünün en tanınmış makteli olan Fuzûlî'nin Hadîkatü's-süadâ adlı eserinin dördüncü bölümü Hz. Fâtıma"-ya ayrılmıştır. Burada onun hayat hikâ­yesi yer yer manzum parçalar eklene­rek ana hatlarıyla anlatılır.



Muharrem ayında dergâhlarda oku­nan mersiye ve ilâhilerde de Hz. Fâtıma çeşitli vasıflarıyla yer almıştır. Yûnus Emre'ye atfedilen, "Kerbelâ'nın yazıla­rı / Sehid düşmüş bâzıları / Fatma Ana kuzuları / Hasan ile Hüseyin'dir // Ker-betâ'da eli bağlı / Âşıkların kalbi dağ­lı / Fatma Ana ciğer dağlı / Hasan ile Hüseyin'dir" mısralarının yer aldığı hi­caz ilâhi[810] bun­lardan biridir. Bestekârı meçhul hüz­zam makamında. "Kurretü'1-ayn-i ha-bîb-i kibriyâsın yâ Hüseyn / Nûr-i çeşm-i şâh-ı merdan murtazâsın yâ Hüseyn / Hem ciğer-pâre-i Zehra Fâtıma hayrü'n-nisâ / Ehl-i beyt-i murtazâ Âl-i abâ'sın yâ Hüseyn" ilâhisi de aynı özellikleri ihtiva eden muharrem ilâhilerindendir.[811]



Bektaşî dergâhlarında mürşidin pos­tunun sağında Hz. Fâtıma'yı temsil eden bir ocak bulunur. Niyazlar önce mürşide, on iki imama ve Hz. Fâtıma'ya. sonra da diğer makamlara yapılır. Bütün nikâh du­alarında yer aldığı gibi Bektaşî tekkele­rinde yapılan evlenme törenlerinde de gençlere mürşid önünde yapılan duada, "Bu gençlerin evliliği Fatma Ana'mızla Hz. Ali'nin evliliği gibi mutlu olsun" te­mennisi tekrar edilir. Yine Bektaşî-Alevî edebiyatında çeşitli renk ve kokuların Ehl-i beyt'ten birini sembolize ettiği inan­cı vardır. Buna göre siyah renk ve nar kokusu Hz. Fâtıma'yı temsil eder.



Dede Korkut hikâyelerinde üstün ah­lâklı kadınlardan söz edilirken bunla­rın Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma'nın soyundan geldikleri söylenir.[812]



Türk folklorunda Hz. Fâtıma kültünün önemli bir yeri vardır. Anadolu'da kadın­lar Fatma (Fadime) Ana dedikleri Hz. Fa­tma'yı uğur ve bereketin timsali say­mışlardır. Anadolu'nun birçok yöresinde ocak duvarları sıvanır veya boyanırken is ile el işareti basılır. Uğur ve bereket getirsin diye basılan bu el "Fatma Ana eli"dir.



"Pençe-i Âl-i abâ" adı verilen elin baş parmağı Hz. Peygamber'i, işaret parma­ğı Ali'yi, orta parmağı Fâtıma'yı, yüzük parmağı Hasan'ı, serçe parmağı Hüse­yin'i temsil eder. Bu bakımdan Âl-i abâ'-nın zikredildiği birçok manzumede Hz. Fâtıma da söz konusu edilir.



Anadolu'da hanımlar yoğurt mayalar­ken, turşu kurarken, hamur yoğurur-ken, evin geçimi iyi olsun diye ocağa şe­ker atarken, hasta olan kimsenin sırtı­nı sıvazlarken. "El benim elim değil Fat­ma Ana'nın eli" diyerek başlar ve biti­rirler. Bu motifte bir bakıma Pençe-i Âl-i abâ'dan şifa beklendiği görülmek­tedir. Diğer bir halk inancına göre de Fatma Ana külde ekmek pişirdiğinden bilhassa yaşlı kadınlar külü yere dökmez ve üzerine basmazlar. Örgü ve dantel gibi el işlerine başlayan hanımlara ya­nındakiler. "Kolay gelsin, altın taş ol­sun, elin kuş olsun; Hızır yoldaşın, Fat­ma Ana komşun olsun" derler. Türk hal­kı İyi komşuları için, "Allah seni âhirette Fatma Ana'mıza komşu etsin" temenni­sinde bulunur.



Ebe doğum yapan kadının sırtını sı­vazlarken de, "El benim elim değil Fatma Ana'nın eli" diyerek doğumun kolay olacağına inandığını belirtir ve hastaya telkinde bulunur. Ayrıca doğum esna­sında kadınlara "Fatma Ana eli" (anasta-tika hierochuntica) denilen bir bitki kay­natılıp suyu içirilir. Bu sebeple Anadolu'­da bulunmayan ve özellikle çölde yeti­şen bu bitki hacdan dönenler tarafından getirilir, kıymetli bir hediye olarak hami­le kadınlara verilirdi. Bazı yörelerde ye­ni doğan kız çocuklarına göbek adı ola­rak Fatma adının verildiği de bilinmek­tedir.



Halk arasında yaygın olan bir rivayete göre Hz. Fâtıma cumartesi günü doğum yapmış, doğum esnasında leğen aran­mış, herkes çamaşır yıkadığı için leğen bulunamamış; bunun üzerine Fâtıma, "Cumartesi günü çamaşır yıkayana şe­faat etmem" demiş ve bundan dolayı cu­martesi günü çamaşır yıkanmaması ge­rektiği şeklindeki batıl inanç doğmuş­tur. Nitekim bugün Anadolu'nun birçok yöresinde bilhassa yaşlı hanımlar cu­martesi günü çamaşır yıkamazlar.



Hat sanatında Ehl-İ beyt mensupları­nın adlarını ihtiva eden çeşitli istiflerle bazı tekke ve camilerdeki Hulefâ-yi Râ-şidîn isimleri yanında Hz. Fâtıma'nın adı, Hasan ve Hüseyin ile birlikte umumiyet­le celî- sülüs hattıyla levhalar halinde ya­zılmıştır.


Fatma adı Anadolu'nun değişik böl­gelerinde yaygın olarak kullanılmakta, bu arada Fadime, Fadik. Fadili, Fadiş. Fato, Fatoş, Fattey şekilleri de kız ço­cuklarına ad olarak verilmektedir.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,25 M - Bugn : 9359

ulkucudunya@ulkucudunya.com