« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Kas

2023

Düşünme tıkanıklığı

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Oyumuzu kullanmamız yetmez, aklımızı da kullanmalıyız. Oy almak kadar eleştiri yardımı almayı da istemeli, oy vermek kadar eleştiri yardımı sunmayı da görev bilmeliyiz. Aksi halde meydan, eleştirinin sahtesine, yani rekabet ve husûmet eleştirisine kalır; krizler sandıkla da çözülmez.

Bazan ne kadar basit hususları "yıllarca tartışıp bir sonuca varamama" çaresizliğine dönüştürüyoruz.

Niçin oluyor bu?

Anlaşılamayan bilinemeyen şeyler mi var?

Hayır. Bildiklerimizi sıralı ve işaretli bir düşünce tablosunda yerli yerine koymayı beceremiyoruz de ondan.

Laiklik devlet düzeniyle ilgili bir kavram. Bunu biliyoruz. "Ben laikim" sözünün aslen bir mecaz olduğunu ve "ben laik devlet düzeninden yanayım" anlamına geldiğini de biliyoruz ama altını çizmiyoruz ve kendi mecazını bir müphemiyet kuyruğuyla öylece bırakıyoruz. Sonra da düşünürken ve düşüncelerimizi ifade ederken, basit bir farklılığı bir anlam kaymasına yakın tutup problem oluşturuyoruz.

"Birey laik olmaz" demek, "laiklik devlet düzeniyle ilgili bir uygulamanın kavramıdır" demektir ve doğrudur. "Ben laikim" demek, "ben laik düzenden yanayım" demektir ve o da doğrudur. İkisi arasında bir tenakuz yok. Birey; dindar olur, dinsiz olur, ateist olur, panteist olur, deist vs. olur; ama laik olmaz. Bireyin inanç yapısı ve özelliği için "laik" kelimesi kullanılmaz. Biz böyle diyoruz diye böyle olacak değil; literatür böyle söylüyor.

"Malumu ilamdır bu" denilebilir. Fakat, bu 'malum'a dikkat edilmezse, düşüncenin üretilmesinde ve ifade edilmesinde pürüzlenmeler olur. "Laik kesim, İslami kesim" ayırımını yapmak bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. "Laik kesim" derken, İslam'a karşı bir ilgisizlik veya aleyhtarlık kastedilmediğine göre, yanlışlık yapılmış olur. "İslami kesim" derken, devlet düzeninde laikliğin uygulanmasına karşı olmak kastedilmediğine göre de yine hataya düşülmüş olur. Ve bu yanlış kabullere göre kurulan cümlelerin hepsi illetli hâle gelir.

DÜŞÜNMEK NEDİR?

a) Bilgiye ulaşmak yahut yeni bir bilgi elde etmek için düşünürüz.

b) Erişilen, yahut verilen bilginin anlaşılması ve yorumlanması için düşünürüz.

c) Sahip olunan "bilgi" verilerine, yorumlarına, değerlendirmelerine dayanarak, külli izah bütünlüklerine yükselmek için düşünürüz.

Yani "analiz" yalnız başına fazla bir şey ifade etmez. İhata ve terkip (kuşatıcılık ve sentez) düşüncesi yok ise, elinizdeki bilgiler mahzun bir verimsizlik içinde kalır. "Düşünerek yaşayan ve yaşayarak düşünen sorumlu ve şuurlu bir insan" olma ideali boşlukta kalır.

Boşluğun tavsifi ve tasnifi yapılmaz. Boşluğa düşmenizdir önemli olan; nereden, kaçıncı metreden ve merhaleden düşmüş bulunduğunuz önem taşımaz. Yüksek öğrenim de görmüş olabilirsiniz, hünerli bir uzman da olabilirsiniz, hiç başlamamış biri olmanız da mümkündür. Buna karşılık, çok fazla bilgisi olmayan fakat edinebildiği bilgileri iyi değerlendirip tutarlı bir izah bütünlüğüne kendince kavuşmuş olan (ki eski büyüklerimizin çoğu böyleydi) biri, "sorumlu ve şuurlu" bir kişilik dengesiyle düşünerek yaşamanın ve yaşayarak düşünmenin zenginliklerini kazanabilir. Doğru seçimler yapar, doğru tercihlere yönelmeyi bilir.

Düşünme eğitimi işte bunun için önemlidir. Düşünce eğitimi veremezseniz, mecburi okumaların ve okutmaların ötesine geçebilen bir kültür kazandıramazsınız. Bunu kazandıramayınca teknik ve analitik bilgilerin, bulguların, hayatı kolaylaştırması gereken nitelikleri de farklılaşır. Somut üzerinde de bir dengeli tasarruf gücünüz olmaz; onlar sizi kullanıyormuş gibi yorulursunuz, keyifsizleşirsiniz. Amaç hâline getirilmek istenen her araç sizin sırtınıza biner ve o sizi taşıyacağı yerde siz onu taşımaya başlarsınız. Düşünmeyen düşünemeyen kullanılır; ağlamış suratlı bir sızlanma tepkiselliğiyle hep "maruz kalarak" sürüklenmeye tâbi tutulur. Asıl tıkanma buradadır.

Düşünme önemsenmeyince, bırakın akletmeyi (teakkulu) akliliği (rasyonelliği) basit mantık da çalışmaz. "Bindiği dalı kesmek" mecaz yoluyla mantıksızlığı hicveder. Kimse bindiği dalı kesmez ama; herkes başkasının bindiği dalı kesmeye çalışınca kendi dalını da başkasının kesmesine razı oluyor demektir ki, aynı derecede aptalcadır. Herkesin kendi bildiği usulle kendi özel imkanlarıyla ve konumuyla başkasına zulmetmesi adeta zulümde nöbetleşmesi, "bunu satarken şu hizmeti verirken sen bana zulmet; senin bana işin düşünce ben sana zulmederim" nöbetleşmesini bir düzen olarak kabullenişi, ancak bir sürü mantıksızlıklarla ve ruhun aklın fıtratın, en basit tutarlılıklar icaplarının reddedeceği garipliklerle yürüyebilir.

Yani düşünmenin sürekli ihmali, fikir adamı yetişmemesi gibi eksiklikleri çok geride bırakıcı şöyle bir sonuç doğurur: günlük hayat yürümez, "böyle nasıl yaşayacağız?" diye sormaya başlarsınız. Bilgi yığınları ve teknolojik imkan bolluğu ortasında, nihai bilançosu hep büyük açıklar veren bir koşuşturma ve alışveriş trafiğinin belirlediği hayat tarzıyla sevgisiz kalırsınız. Sevgisiz, mutsuz ve tabii düşünmesiz, dengesiz, tutarsız.

HAZIR DÜŞÜNCELER, HAM BİLGİLER

Düşünce üretmeden yaşarsınız ama, düşüncesiz yaşayamazsınız. Üretmediğiniz şeyi birileri hazır (müstahzar!) hâlde giydirip kuşatıp, allayıp pullayıp, "pratik söylem" kılavuzlarının cazibesiyle sizin hayatınıza sevkeder. Yorumlanmamış özümsenmemiş bilince yansıyamamış bilgilerinizle bu söylem müstahzarları birleşince, kavramların gölgeleriyle oynayarak düşünüyormuş gibi yapma rolünü becerebilmenin şartları tamamlanmış olur! Asıl "hayat tarzı" gerçeği işte bu! Giyim aksesuarı değil, bıçağı sağ elle çatalı sol elle tutmak değil…

Pek bilinmeyen bir şeyi söylemek istiyorum: düşüncesizlik samimiyetsizliği ve sevgisizliği de getirir. Önce öyle değilsinizdir, ihmalleriniz olmakla birlikte saf ve samimi bir hâldesinizdir. Fakat düşünmenin sürekli ihmali, hayatın zaruretleri sebebiyle, sizi içinizdeki çelişkileri uyduruk izahlarla kamufle etmeye ve var olan boşlukları gizleme kurnazlıklarına iter; önce kendinizi aldatmaya başlarsınız ve bir müddet sonra buna alışırsınız. Bu, samimiyetsizliğe ve sevgisizliğe de alışmak sonucunu yavaş yavaş doğurur.

"Özeleştiri" diyoruz. Fevkalade önemlidir. Özeleştiri ve "iç-yakın" eleştiri olmayınca, eleştirinin yerini hakaretleşmeler sataşmalar atışmalar alır. Siyasette görülen budur. Etkili ve faydalı eleştiri, içten ve yakından gelen eleştiridir; yardımlaşma niteliğini taşıyacağı için ayrıca değerlidir. Bizim siyasi tarihimizde, bir partinin ona yakın duran bir yazar tarafından eleştirildiğinin ve bunun "gerekince yapılır" tabiiliği içinde gerçekleştiğinin bir tek örneğini gördünüz mü? Dün de yoktu, şimdi de yok, olamıyor. Üstelik ihtiyacı da hissedilmiyor. "Milletvekillerinin lider baskısı altında olması" geçerli bir açıklama sayılmaz. Seçmenler de buna yatkın değil. Öyle eleştiriler özel sohbetlerde bile yer bulamıyor. Sebebi, düşünmenin, düşünce üretmenin, sevgi ve samimiyetle düşünce arasındaki ilişkinin eksene oturtulması kültürünü almamış olmamızdır. "Makul ve adil olma" normalliğinden uzaklaştığımızı fark edemez durumda bulunmamızdır.

KRİZLER VE ÇÖZÜMLER

Durup dururken bir siyaset krizi içine girmemiz, öncelikler mantığının basit gereklerini yerine getirmek konusundaki hatalardan doğdu. Çeşitli ithamlar havada uçuşuyor ama, bu hatalar içten anlatılamıyor. "İçten" yani özeleştiri çevresinden. Bir değerlendirme kusuru var, fakat bu kusurun temel değer ölçüleriyle ilgili fikrî analizini yapabilmenin kapısını açmak mümkün değil. Bunu yapamayınca da, "çözümler ve düşünceler" alanına geçilemiyor.

Fikren çözülemeyen fiilen çözülemez. İnce farkları ve bazı belirleyici özellikleri yok sayan soyut genellemeler harmanı içinde müstahzar söylemlerle haşır neşir olmak, düşünmek değildir. Tam tersine, çözümsüzlüğün düğümlerini pekiştirmektir.

Başarılı olmasını istediklerini, hatta başarılı olacağına inandıklarını eleştirmek; sevdiklerini, desteklediklerini hatta desteklemeyi görev bildiklerini eleştirmek bizde yoktur. Bizde var olan rekabet ve husûmet eleştirisidir. Fikrî akamet, eleştiriyi bu hâle getirdi. Bundan dolayı da "söylesem tahammül yok, sussam gönül razı değil" hicranının sinyalleriyle yetinmek durumundayız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,12 M - Bugn : 10856

ulkucudunya@ulkucudunya.com