« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 Oca

2007

İdam ve Türkiye

Turgut Tarhanlı 01 Ocak 1970

Saddam Hüseyin'in idam cezasının infazının bir lince dönüşmesi ve elektronik görüntülerinin tüm ayrıntılarıyla bireysel ve kitlesel medyada dolaşması 2007 yılının ilk günlerini damgalamış durumda. Ve korkarım, bu olayın hafızalardaki yeri sadece bu yılla da sınırlı kalmayacak. Bu idam, bir öldürme eylemine araçsal siyasi bir anlam yüklenmeye çalışılması kadar, bireyler olarak ölüm karşısındaki duruşumuzu sorgulamamız bakımından da görmezden gelemeyeceğimiz bir vaka. Dünyadaki çeşitli tepkiler de, kamu düzeni gereklilikleri ve idam cezası bağının kurulması ile bireysel ahlâk arasındaki yelpazeye yayılmış görünüyor.

Bu idama yönelik tepkiler arasında, egemenlikten dem vuranlar var. Örneğin Britanya Dışişleri Bakanı Margaret Beckett böyle bir yorum yapmış: "Egemen bir ulus olarak, Iraklıların aldığı karara saygı duyuyoruz". Bunun daha düz (belki de dürüst) bir ifadesi, 'Irak egemendir, bu nedenle istediğini asar, keser' mi olmalıydı? Devletin egemenliği kavramı, böyle bir keyfiliğin ve zorbalığın gerekçesi olmaktan çoktandır çıkmış durumda. En azından, bugün egemenliğe verilen anlam çerçevesinde, bu böyle. Irak'ın işgalinin küçük ortağı Britanya'nın Dışişleri Bakanı'nın, kendi orduları uluslararası hukuka aykırı bir biçimde hâlâ Irak'ta bulunurken, eski devlet başkanının idamını 'egemenlik' kavramıyla temellendirmesi, herhalde sömürgeci bir tarihi mirasın siyasi pişkinliğiyle açıklanmalı.

Buna benzer talihsiz bir görüş, henüz idam gerçekleşmeden önce, Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın sözcüsü tarafından da savunulmuştu. Üstelik, içişlere karışma yasağının altı kuvvetle çizilerek. Doğrusu, bu idam cezasının infazından sonra da, Türkiye hükümetince açık ve net ilkesel bir tutum ortaya konulmuş değil. Ayaküstü yapılmış, ne idüğü belirsiz bir-iki lâf dışında dişe dokunur bir açıklamayla karşılaşmadık. Oysa Türkiye'nin, demokratik bir komşu ülke olarak, Irak konusunda ilkesel bir tutum ortaya koyma sorumluluğu görmezden gelinecek bir tutum değildir.

Ve bu, sadece güvenlik sorunlarıyla da sınırlı tutulamaz.

Bu hükümet döneminde, Ortadoğu'daki sorunlar konusunda, Türkiye'nin, 'realist' olarak tanımlanabilecek bazı girişimlerde bulunduğunu gördük. Bir bölge gücünün, etkili sonuçlara vardırıldığı ölçüde, bu gibi girişimlerini olumlu karşılamak elbette mümkündür. Peki, Türkiye'nin bu girişimleri, dış politikasında 'idealizmi' tamamen küçümsemesi anlamına mı gelir? Bu bölgedeki yegâne demokratik ve Müslüman ülke olarak, komşularına yönelik tutumunda, demokratik ilke ve esaslara dikkat çekmesi ve bu arada bir idam cezasının kabul edilemezliğini vurgulaması, hükümet için çok mu zor? Eğer gerçekten zorsa, Türkiye'nin, AB üyeliği yolunda, bu bölgenin ülkeleriyle Avrupa arasında bir ilke ve iletişim köprüsü olacağına dair o beyanlarının anlamı neydi?

Türkiye, son yarım yüzyılda, bir başbakan ve iki bakanını idam etmiş bir ülke. Ama bu siyasi mirastan duyduğu rahatsızlığı, idam edilmiş o başbakan için bir anıt mezar yaptırarak, en azından siyasi bir özre dönüştürmeyi de gerçekleştirdi. Bütün o diğer nedenlerin dışında, sadece bu siyasi hafızanın bir gereği olarak bile, bir idam cezasına karşı durabilmek, her şeyden önce Türkiye demokrasisinin temellerini göstermek bakımından anlamlı bir çaba olabilirdi.

Ama Türkiye'nin tutumu, genel olarak Avrupa'daki eleştirel siyasi tutumun bile gerisinde, daha çok işgalci ABD çizgisinde görünüyor. Oysa, hadi Türkiye'nin yakın siyasi tarihiyle ilgili mülâhazaları da bir kenara koyalım. Irak, kuvvet kullanılarak işgal edilmiş bir ülke olduğuna ve bu hâlâ sürdüğüne göre, Irak makamlarının yaptığı tüm işlemlerde öncelikle

uluslararası hukuku dikkate almak gerekmez mi? Saddam Hüseyin'in, kendi vatandaşlarını katlinin hukuk önünde hesabının sorulması elbette mümkün olmalıydı. Ama bugün, uluslararası hukukta soykırım suçunun cezası için bile idam cezası verilmesi kabul edilmiyor. Yugoslavya ve Ruanda soykırımlarını yargılayan uluslararası mahkemelerin kararları ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin dayandığı hukuk kuralları ortada.

O halde, Türkiye, sadece bu uluslararası standartlara bile dikkat çekmekten yoksun mudur?

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,02 M - Bugn : 8472

ulkucudunya@ulkucudunya.com