« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Eki

2009

AHİLİK ve SPOR

01 Ocak 1970

GELENEKSEL OKÇULUK VE GÜREŞ SPORUNDA AHİLİK’İN ETKİLERİ

GİRİŞ

Ok meydanlarının kurulmasıyla okçuluk düzenli bir örgüte ve kesin kaidelere bağlanmıştır. Ok meydanlarının bir vakfa bağlı oluşu, seçimle iş başına gelen yönetici kadroları, iç-tüzüğü ve sicile kayıtlı çok sayıda üyesi ile modern birer spor kurumudurlar.

Bu bakımdan, dünya spor tarihinde ilk spor kuruluşları olarak karşımıza çıkarlar. ilk bakışta sadece bir eğlence ve merak gibi görünen ok atışlarında, aslında belli töre ve prensiplere sıkıca bağlılıktan doğan ciddî ve disiplinli bir hava hâkimdir. Bunda islâmî inançların da büyük rolü olmuştur. Meydanın mescid kadar kutsal sayılması, meydana abdestsiz veya içkili olarak girilmemesi, örgüt reisinin "şeyh" diye anılması, "ok" ve "yay"a kutsal birer eşya diye bakılması ve atışların duâ ile başlatılıp sürdürülmesi bunu göstermektedir (32, s. 35).

Kemankeşlerin/atıcıların yalnız iyi birer atıcı olması yetmezdi. Aralarında her türlü rekabetin üstünde, saygı ve sevgiye dayanan bir dostluk ve kardeşlik havasının esmesine de dikkat edilirdi. ihtiyarlara, kıdemli atıcılara ve üstâda saygı göstermek sözlerinden çıkmamak şarttı. Atışta hileye sapanlara, yolsuzluk ve serkeşlik edenlere fazla müsamaha gösterilmez, "Bizimle oturma!" denilerek örgütten, çıkartılırdı. Risâlelerde, ünlü okçuların biyografileri verilirken, yalnız atıcılık gücü değil, nasıl bir kişi olduğu da belirtilir. Çoğu için "sâlih", "ehl-i imân", "ruhu pâk" ve "tarafeyni ma'mûr" gibi sıfatlar kullanılmıştır(32, s. 35).

Meydan odasında yapılan sohbet toplantılarının; gençlerin görgü ve bilgisini arttırmak, onları saygılı, disiplinli, yardım sever kişiler kılmak gibi eğitimsel bir fonksiyonu vardı. ihtiyar ve tecrübeli kemankeşler okçuluk anılarını anlatırlar; bunlardan ibret verici sonuçlar ve öğütler çıkartılır, gelenek ve törelerin devamı sağlanırdı (32, ss. 35-36).

Yemek ve sohbet toplantılarında kıdem sırasına titizlikle uyulduğu halde, meydanda ve atışlarda meslek ve rütbenin önemsenmediği bir eşitlik ortamı bulunuyordu. Atışlara her meslekten insanın sosyal durumu ne olursa olsun katılabilmesi, zengin ve nüfuzlu kişilere ayrıcalık tanınmaması bunu göstermektedir.

Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın Ok Meydanı'na her gelişinde: "Vezirliğim orada kaldı, şimdi aranızdan herhangi bir kişiyim, bana öyle muamele edin" demesi, meydanın töresini bilen bir kemankeş olmasındandı. Okçuluk risâlelerinde "Burası er meydanıdır. Burada şah ü gedâ birdir" sözü ile bu eşitlik inancı sık sık dile getirilerek anılır. (32, ss. 36, 103).

Padişah, zengin, fakir, büyük ve küçük ayırımı yapılmadan herkes burada belirtilen kurallara uymaya, ihtiyarların yönetimine, atıcıların örf ve adetlerine ve Kanuna (Deb-i dirin-i tirendazana) uymaya mecburdur(13, s. 437). 18. -19. Yüzyıllarda, Ok Meydanı'na daha çok saraya mensub kişilerin rağbet etmesi bu eşitlik töresini zedelemiştir. Toplumsal sınıfların birbirinden kesinlikle ayrıldığı bir devlet yönetiminde, bu ayrıca dikkat çekicidir(32, s. 36).

Spor geleneğimiz içerisinde Asyatik ve islâmi unsurlar birbirleriyle etkileşerek uzun süre yaşamıştır. Diğer sosyo-kültürel kurumlarla etkileşen spor da, dinî-ekonomik bir kurum olan ahilikten bazı etkiler almıştır. Çalışmanın amacını oluşturan bu fenomenler başlıca şu başlıklar altında toplanabilir: Pîr, Hiyerarşi, Ritüeller, Türklük gelenekleri, islâmî kurallar, Sosyal dayanışma, Spor ahlâkı prensibi ve Bilgi birikiminin aktarılması ve sürekliliği.


TÜRKLÜK GELENEKLERİ

Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir. Pagan dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü. Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı. Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı. Çetirlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı(32, s. 4). Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti. Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih-nâmelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu(32, , s. 14), (29, ss. 62, 78).

Okçuluk Doğu menşeli ulusların hiçbirinde Türklerdeki kadar uzun süre benimsenmemiş ve Türkler kadar başarıyla devam ettirilmemiştir. Türklerin okçuluk alanındaki başarısı, sadece atış üstünlüğünde değil, bu üstünlüğü sağlayan araçların, ok ve yayın özelliklerine ve kalitesine de dayanıyordu(32, s. 7).

Türkmen boylarının etnolojisi hakkında değerli bir kaynak olan Dede Korkut Kitabı'nda: Türkmen gençlerinin boş vakitlerini ok atıştırmakla geçirdikleri, kuvvetlilik iddiasındaki yiğitlerin ok yarıştırmak yolunu seçtikleri, düğün eğlenceleri sırasında damat ve arkadaşlarının ok koşusu düzenledikleri, evlenen bir yiğidin bir ok atıp, okun düştüğü yere gerdek çadırını kurduğu ve düğün eğlentileri sırasında da damat ile arkadaşlarının ok atıştıkları anılıyor. Eskiye uzanan bu âdetlerin, Osmanlıların ilk dönemlerinde de devam ettiği kanaatindeyiz. Uç beyliklerinin askerî gücünü "Alp" ya da "Gazi" denilen akıncılar teşkil ediyordu. Bunlarda aranan dokuz şarttan ikisi, iyi bir ata ve iyi bir yaya sahip olmak idi. İyi ata binmek, at üstünde isabetli ok atışları yapmak gibi, Asya'dan getirdikleri eski gelenekleri muhafaza etmekteydiler(32, ss. 19-20, 117), (4, ss. 36-37, 40, 50-51). Alplik ve kahramanlık Türk spor geleneğinin ayrılmaz bir parçası olmuştu.

Türk okçuluğu, İstanbul'un fethinden sonra, başkentte ve Osmanlı Devleti'nin belli başlı illerinde yeni bir boyut kazanmıştır. Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesinde ve kazanılan yerlerin korunmasında, ordu bünyesindeki atlı ve yaya okçu birliklerinin önemli bir yeri vardı. Bu önem Yeni Çağ'da, ateşli silâhların orduda resmen kabûlûne, hatta daha sonrasına kadar devam eder. Fetihten sonra, yeni bir örgüt olarak çıkan "spor okçuluğu" da, başlangıçta askerlikle yakın bir ilişki içindeydi. Ünlü okçuların pek çoğu Yeniçeri Ocağı'na mensuptu ve seferlere katılırlardı. Bunlara ok ve yay yapan sivil esnaf da, "orducu esnafı" olarak, bu seferlere katılmakla ordu atölyelerinin yetersiz kalan imalâtını desteklemekle görevli idiler(32, s. 22).

Osmanlı ordusunda ok ve yay kullanıldığı devirlerde, askerlerden çoğu; iyi yetişmiş, usta birer kemankeştiler. Nitekim, 15-16. Yüzyıllarda menzil sâhibi kemankeşlerden pek çoğunun ordu mensubu olduğu görülmektedir(32, s. 158).

Kuruluşundan 17. Yüzyıl başına kadar Osmanlı ordularında ok ve yay, topla birlikte , en etkili uzak mesâ-fe silâhı olarak önemini korumuştur(32, s. 6). 16. Yüzyıl ortalarından itibaren ateşli silâhların gelişmesi, ok ve yayın giderek yerini tüfeğe bırakmasına sebep olmuştur. Ne var ki bu, ok ve yayın okçuluğun Türklerin hayatından büs-bütün silindiği anlamına gelmez. Önemli bir spor dalı olarak, özellikle ıstanbul'un fethinden sonra, moral değerleri ayakta tutan kurumlardan biri olarak, varlığını ve etkinliğini 19. Yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüştür (32, s. 7).

SPOR AHLAKI PRENSİBİ

Okçuluk ve güreşte sosyal düzeni ayakta tutan birtakım prensipler vardır. Allah'ın övdüğü ahlâk, peygamberlikle birlikte "Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere geldim" diyen Hz. Muhammed'de tamamlanmış ve kemâle ermiştir. Buna göre ıslâm güzel ahlâktır.

Fütüvveti besleyen ve fütüvvet ehlinin şiârı da bu ahlaktır. Bu itibarla Fütüvveti Ahlaktan, ahlakı ise ıslâm'dan ayrı düşünmek imkansızdır. "Ahi kuruluşu" ahlâk kurallarını, daha önce hemen hemen bütün islâm ülkelerinde bilinen "fütüvvetname"llerden almaktadır. Fütüvvet ehlinde bulunması gereken ahlâki şartları sporcularda da görmek mümkündür (27, s. 423), (3, s. XI. ). Bunlardan biri haya ve edeptir. Biri fıtrî haya ki, insanların yanında kapanması gerekli yerlerin kapatılması, gösterilmemesi demektir.

Pehlivan bunu kispetle yerine getiriyor. ıkinci haya ise;dinî haya olup, insanın kendisini her an Yaratıcı'nın huzurunda hissetmesi ve yaptığı, yapacağı fiilden utanmasıdır. Bu haya Hz. Osman hayasıdır(27, s. 424).

Atıcılar Kanunu ( Kanunnâme-i rımat) yapılmadan önce, atıcıların kendilerine özel töre ve kuralları bulunuyordu. Her türlü atışlar, yarışmalar, yemek yeme, tekkede oturma sırası, kabza alma, konuşma, selâmlaşma bu töre ve kurallara uyularak yapılıyordu. Ancak yazılı bir kanunları yoktu. Buna rağmen yüzyıllardan beri uygulana gelen adet-i kadimeler kanun diye adlandırılmıştı. Atıcılar arasındaki anlaşmazlıklar yine atıcılar arasından yetişmiş saygı değer bilgili kişilerce çözülebiliyordu. Atıcılar arasındaki anlaşmazlıkları padişah da kadılar da törelere ve adet-i kadimelere saygılı oldukları için, çözmeye yetkili değillerdi. 1640-1682 yılları arasında Ok Meydanı ve Tekkesi yönetimi yaycı ve okçu esnafının eline geçti. Halbuki onların yay ve ok yapmaktan başka atıcılıkla hiçbir bilgileri olmadığı halde, meydanda kabza verme, taş dikme, menzil ve puta yarışmaları hep onların izniyle yapılır olmuştu. Atıcılığın ehli olmadıkları halde kendi yandaşlarını meydan ihtiyarı yaptılar. Ok ve yaycı esnafı Kemankeş Mustafa'nın yakındığı ve açıklandığı gibi rüşvetle taş diktirmeğe kadar varan usulsüzlükler yapmaktan çekinmediler. Atıcılar bu durumun düzeltilmesi için devlet büyüklerine müracaat ederek, bir çare bulunmasını istediler. Bunun üzerine

Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, senelerden beri süre gelen atıcı-yaycı ve okçu anlaşmazlığına bir son vermek ve atıcıları, yaycılarla okçuların elinden kurtarya karar verdi. Bunun için bir kanun yapılmasını ıstanbul Efendisi (Kadısı) ile Yeniçeri Ağası Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa'dan istedi. O yılın (1682) Ağustos ayında, bizzat atıcılık yapmış 40 kişilik bir kurul (şûra) toplanarak, "Atıcılar kanunu""kanunname-i rımat"ı hazırladı. 1682 yılında Atıcılar kanunu yapıldıktan sonra da çoğu töre ve kurallar değişmedi. Çünkü, Atıcılar Kanunu özellikle yaycı ve okçu esnafını meydandan uzaklaştırmak amacıyla yapıldığı için, meydanın ve tekkenin içindeki davranışları kapsıyordu. Osmanlı Devleti'nin bütün ok meydanlarında, bu yasa uygulanıyor, yasaya aykırı hareket edenlerin menzilleri kabul edilmiyordu. Bu yasadan sonra atıcılığa yararlı olacak bir kural (âdet-i müstahsen) olur ve Sicil Defteri'nde ismi yazılı bütün atıcı pehlivanlar ile Meydan ıhtiyarları tarafından uygun görülürse onların da bu kitaba eklenmesi kararlaştırılır (13, ss. 419-420-421, 426, 435).

Atıcı pehlivan atış yapacağı yere vardığı zaman, kendisinden eski pehlivan da bulunuyorsa ondan evvel atmayıp eskililiğe/tecrübeliliğe/kıdemliliğe saygı gösterilirdi. Bir atıcı ok atarken arkasından diğer bir pehlivan (başka Ayak yeri'nden) ok atmazdı(13, ss. 435-436).

Atıcılar, menzil sahibi olan (taş dikmiş) veya Müstehak-ı menzil bulunan (900 geze ok atmış ama Menzil taşı dikememiş) atıcıların bilgişlisi ve yaşlısı içinden seçilmiş şeyhü'l Meydan ve diğer ihtiyarlara her zaman saygılı olmak ve onların yapacağı tören (Ayin) ve adetlere uyarlardı(13, s. 435).

Ok Meydanı'nda "meydan âdâbı" na (usûl, töre ve davranışlar) herkesin titizlikle uyması gerekirdi. Fütüvvete mugayyir bir hâl bulunana "Yolsuz" denir. Yolsuz'un şer', kanun ve fütüvvet yolu ile edeplenmesi gerekir. Fütüvvetten düşüren amellere yer verilmezdi. Yolsuzluk ve saygısızlık yapan kimseler, "Bizimle oturma!" denilerek azarlanır ve pişman olup özür dileyinceye kadar meydana alınmazlardı. Okçuluk geleneğindeki bu durum fütüvette de vardı. (32, s. 411), (27, ss. 110, 201).

Ok Meydanı'nda sözü dinlenmesi, saygıda kusur edilmemesi gereken kişiler bütün meydan ihtiyarları ve üstâdlar "vâcibü'r riâye-i meydan" unvanıyla anılırdı. Rikâb-ı Hümâyun Atıcıbaşısı ile okçubaşısı da böyle kimselerdi(32, s. 427).

Menzil atılacağı zaman, meydan ihtiyarlarından izin alındıktan sonra menzil atılır ve bir menzilin Ayak-yeri'nde durup idman (meşk) için ok atılmazdı(13, s. 436).



YARARLANILAN KAYNAKLAR

Ahilik İle İlgili Bütün Bilgiler www.ahilik.gen.tr Sitesinden Alınmıştır.

1) Abdullah b. Mehmed, Fezâil-i Kemân (Hâdîs-i Erbaîn), TSM Kütüphanesi. E. H. 1418.
Bkz. Okçuzâde Mehmed Efendi, Ayât-ı Erbaîn ve Hadîs-i Erbaîn, ıstanbul, 1311.
2) Ayanoğlu, ısmail Fazıl, Ok Meydanı ve Okçuluk Tarihi, ıstanbul, 1974, s. 39.
3) Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi-Sayı. 104, Ankara, 1989, ss. XI, 6, 124, 184.
4) Dedem Korkudun Kitabı, Hazırlayan:Orhan şaik Gökyay, ıstanbul, 1973, ss. 36-37, 40, 50-51.
5) Defter-i Müsveddât-ı ın'amât ve Tasaddukât ve Teşrifât ve ırsaliyyât, ıstanbul Belediye Kütüphanesi, M. Cevdet, No. 0. 71, ss. 178, 257, 316, 370, 395, 423.
6) Ergin, Osman, Mecelle-i Umûr-u Belediye, C. I (Tarih-î Teşkilât-ı Belediye), ıstanbul, 1338(1922), ss. 479- 768.
7) Evliya Çelebi, Seyahatnâme, Cilt. I, ss. 421, 579-581.
8) Gökbilgin, Tayyib, XV. XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı, ıstanbul, 1952, s. 432.
9) Gölpınarlı, A. , "ıslam ve Türk ıllerinde Fütüvvet Teşkilâtı ve Kaynakları, " ıstanbul Üniversitesi ıktisat Fakültesi Mecmuası, C. II (1949-1950), Sayı:1-4, s. 353-354.
10) Güven, Özbay, Türklerde Spor Kültürü, Geliştirilmiş ıkinci Baskı, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, No:44, Ankara, 1999, s. 74 .
11) Halil Hasîb, Seyyîd, Tuhfetü'l Hasîb, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazîne 627, v. 10b, 12b, 13a- 13b, 14a, 16b, 17b.
12) Kahraman, Atıf, Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi, Cilt:1, Kültür Bakanlığı Yayınları:1028, Kültür Eserleri Dizisi:133, Ankara, 1989, ss. 35, 77-78, 91, 99, 119-120.
13) Kahraman, Atıf, Osmanlı Devleti'nde Spor, Kültür Bakanlığı Yayınları:1697, Başvuru Kitapları Dizisi:27, Ankara, 1995, ss. 66, 78-79, 258-259, 302, 305, 371, 386-392, 408, 410, 413-415, 418-421, 426, 429, 435-438.
14) Kâtip Abdullah Efendi, Tezkîretür-Rumât, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, v. 19b-20a, 24a-b, 27b-28b, 29a-b, 33a, 34b, 55b.
15) Kunter, Halim Bâki, "Atıcılar Kanunnâmesi", Tarih Vesikaları, C. II, Sayı:10, 1942 s. 253-274. .
16) Kunter, Halim Bâki, "Fatih'in İstanbul'da ılk Eseri", Ülkü, Yeni Seri, Cilt:III, Sayı:25, 1942, s. 7.
17) Kur'an -ı Kerim VIII, 17. , 60.
18) Mehter Bandosu, Mehter Konseri (Dua/Gülbank), Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, KB 91. 34. ü. 790.
19) Mehmed Vâhid Paşa, Seyyîd, Minhâcü'r Rumât, ıstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T. Y. 1655, v. . 22a.
20) Meydan Larousse Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, (Sabah Gazetesi Armağanı), Cilt:13, s. 26.
21) Mustafa Kâni, Telhîs-i Resâilü'r-Rumât, ıstanbul (Matbaa-i Amire), 1263 (1847), ss. 50-51, 234, 238, 245, 253-254, 263.
22) Schımmel, Annemarıe, Sayıların Gizemi, Kabalcı Yayınları, ıstanbul, 1998, s. 161.
23) Sezen, Lütfi, Halk Edebiyatında Hamzanâmeler, Kültür Bakanlığı:1287, Gençlik ve Halk Kitapları:59, Ankara, 1991, ss. VI, VII.
24) [Y. Y. ], Sultan Mahmud'u Sânî Zamanındaki Kemankeşler, ıstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T. Y. 2694, v. 12a, 13b, 14b, 15b, 17a-17b.
25) Sûrnâme-i Vehbî, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, III. Ahmed 3593, v. . 8a, 10b, 12b, 127a, 145a.
26) Taeschner, F. , "ıslâm Orta Çağında Fütüvvet Teşkilatı", ıstanbul Üniversitesi ıktisat Mecmuası, C. 15, Ekim 1953-Temmuz 1954, No:1-4, ss. 3-32.
27) Torun, Ali, Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-Nâmeler Üzerine Bir ınceleme, Kültür Bakanlığı Yayınları: 2109, Başvuru Kitapları Dizisi:55, Ankara, 1998, ss. 8-9, 15, 63-64, 73, 87, 92-93, 96-97, 110, 113, 115, 119, 133- 134, 152-153, 178, 180-181, 183, 194, 201, 215-216, 219, 245-247, 286, 475, 477, 486.
28) Torun, Ali, "Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-Nâmeler Üzerine Bir ınceleme", Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara, 1992, ss. 110, 122, 126.
29) Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk ıslâm Medeniyeti, Ankara, 1965, ss. 62, 78.
30) Tüfekçibaşı, Turgut K. , Doğanay Mehter, Mehter Yayınları:1, Bursa, 1965, s. 42.
31) III. Murad Sûrnâmesi, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine 1344, v. 106a, 146a.
32) Yücel, Ünsal, Türk Okçuluğu, Atatürk Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını:182, Ankara, 1999, ss. 4, 6-7, 14, 19-20, 22-, 25-26, 28-36, 45, 49, 54-55, 57-58, 78, 80, 83, 85-89, 97- 100, 102-104, 111- 113, 115-116, 130, 158, 162, 177, 183, 187, 205, 211-212, 238, 240-242, 261, 274, 317-319, 387, 389, 401, 406-408, 410-413, 415, 420-423, 425-427, 429-430.

Kaynak: Özbay Güven, "Geleneksel Okçuluk ve Güreş Sporunda Ahiliğin Etkileri", II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999 Kırşehir, Kültür Bakanlığı Yayınları:2350, Hagem Yayınları: 288, Seminer- Kongre Bildirileri Dizisi:59, Ankara, 1999, ss. 157-188.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,61 M - Bugn : 19187

ulkucudunya@ulkucudunya.com