« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 Ara

2022

Bir kuşku analizi yapmalıyız

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

"Kolaycılık" yoluyla önemli sonuçlar elde edilebileceğini zannetmek, bir zorlaştırma ve imkansızlaştırma tavrıdır. Ve bazı meseleler, zorluğunu severek üstlenirseniz kolaylaşır…Peki ama biz bu hakikati nefsani cazibe motiflerinin yanılsama doğuran hileli oyunlarına rağmen nasıl anlatacağız, sahih düşünce ilgilerini nasıl canlandıracağız?
Bir araştırmacı "Bir kuşku var. Benim yok, ama böyle bir kuşku var" diyor. Ciddi bir araştırmacıdır; bu tesbitinin üstünde mütalaa yürütmek gerekirdi, yapmadılar.
Nedir o "kuşku"?
Samimi bir kuşkunun var olduğunu kabul edince, samimi olarak incelemek ve değerlendirmek gerekir. Bu yapılmazsa, kuşkunun varlığı da var olmaması gerektiği de sabırla ve samimiyetle müzakere edilip görüşülmezse, kördüğümler hiçbir zaman çözülemez.
Hep İran örneği ima edilir. İran bambaşka bir kültürel coğrafyadır, bizim kültürel coğrafyamıza hiç benzemez. Orada bir "yanılmazlık" statüsü vardır ki, sadece bu statünün varlığı bizatihi bir klerikal düzen sertliğini belirtir. İçeriği ne olursa olsun; öyle bir kabul statüsü, kendi soyut varlığıyla dahi bir başka ve ayrı düzen tesiri icra eder. Hoşgörülü davranma zamanları da olabilir; ama bu, yanılmazlık otoritesinin takdiridir; düzenin varlığıyla ilgili bir farklılık ortaya koymaz. O düzenin farklılaşması, sadece, "yanılmazlık makamı ve statüsü" açısından bir değişim yaşanması ile başlatılabilir. Böyle bir gelişmenin, yaşanması bir yana, başlatılmasının başarılması bile; geniş zamanlara ve büyük düşünce gayretlerine ihtiyaç gösterir.
Bizim manevi kültürel yapımız, İran'a hiç benzemez… Bazı ifadeleri hatırlayabiliriz: "İctihad zannı galip ifade eder. Bir mutlak müctehid dahi yanılabilir… Şartlar değişince, bir ictihadın ona bağlı olarak değişmesi gerekebilir." "Ahad haber (sahih de olsa) itikadiyatta delil teşkil etmez." Bu çerçeve, apayrı bir "manevi düşünce" âlemini yansıtır. İnternette bir küçük araştırma yapmıştım; hiç duymadığım, fakat "mutlak ölçü" gibi değerlendirilen birçok hadis rivayeti ile karşılaştım. Bu noktada, "tepkiselliğin ilmin yerini alışı" olgusu apaçık görülüyordu. Ömrüm o rivayet bilgileriyle uğraşarak geçtiği halde "hiç duymamıştım" diyebiliyorum. Ve o yanılmazlık, böyle bir bilgi anlayışına dayanıyor ise; çok düşündürücü bir durum var demektir. Fazla da anlatmak istemiyorum…

MODERNİTE İÇİNDEKİ DEĞİŞİMLER

Evrensel olarak 'sosyal mesele'ye ilginin yoğunlaştığı 1960 sonrası dönemlerde, bazı eser tercümelerinin sınırlı bir etkisi görülmüştü denilebilir. Fakat bu etki, bazı kavram aşinalıklarıyla ilgili heyecanlardan ibaret kalmıştır. "Şunları şunları telaffuz ediyor" izlenimi bir memnuniyet oluşturabilir; lakin "telaffuz ediyor da, ne diyor, neyi izaha çalışıyor?" dikkati ilk mütalaalardan sonra kendini göstermeye başlayınca, o etkilenmeler de silinmeye başlar. Mesela o dönemlerin tercümelerinden bugüne kalmış hiçbir birikim yoktur.
Öyleyse "kuşku" nedir?
Ortada bir "kapitalizm" realitesi var. Ne modernite ne liberallik kavramları onun kadar anlamlıdır, bence…:
…Kapitalizm, ideolojik iddia ve tepkileri yenik düşürerek yürüyüşünü sürdürüyor. En önemli sebebi de şu: kapitalizmi, isteyerek yahut istemeyerek gerçekleşen yaşanmışlıklar besleyip büyüttü. Teorik varlığı o kadar önemli değil. Birçok düşünce akımı dialektik çalkantılarla kendini hissettirdi ve onlar adına çeşitli tavırlar ortaya çıktı, mücadeleler şekillendi. Ama bütün bunlar olurken, kapitalizm, bir teorik iddianın denenmesi olarak değil, kendi teorisine bile boş vermiş bir realite olarak şekillene şekillene yürüdü. Cevaplarını, söz olarak değil, bir hayatı yaşatarak, yaşanması zaruretini kabullendirerek verdi. Uygulama acemilikleri tutarsızlıkları çelişkileri ayrı bahistir; onun içindeydiniz hep, daima onun getirdiği sonuçları yaşadınız, uygulama yönelişlerinden hiç uzak kalamadınız. Kendisiyle olan kavgalarınızı bile o yönetti.
Kapitalizmin belirli aşamalara ulaşmış hali, modernite olarak ifade edilir; medeniyetin, hayat tarzları halinde maddi bir cazibe kaçınılmazlığı ortaya koymasıdır, modernite. Orada yol almanız gerekiyor. Nasıl? Gelenekseli farklılaştırarak. Kökleri koruyan değişim düşünceleri üreterek… Afgani'nin Abduh'un ve takipçilerinin yapmaya çalıştıkları buydu… Sonra ne oldu? Mesela "faizi reddeden İslâm ekonomisi" arayışları, cazip ciltlerini bir müddet tedavülde tuttuktan sonra çekildi. Hata şuradaydı: modernite, kapitalizmin menevişlisidir; özde ve realitede ise ta kendisidir! Modernite heveslerinin başlattığını, modernitenin realitesi tasfiye etti. Tabii ki hayal kırıklıkları ve özgüven sarsıntıları yaşandı.

İrtibatı tam koruma cümlelerinden sarfınazar ederek, asıl cümleyi yazıyorum: başörtüsü, modernitenin paralelinde yeni bir ilgi yoğunluğuna konu oluşmuştu ama; daha sonraki duyarlılık, modernizme duyulan öfkenin paraleline yerleşti ve "her şeyden vazgeçtik, bundan da mı vazgeçeceğiz" türünden bir fikrî (fikrî kelimesini özellikle seçtim) tutunma tepkiselliğine vücut verdi. Biz artık Ortadoğu'ya "faizi yeniden düşünün" tavsiyesinde bulunabiliyoruz; o tercüme ciltleri, kütüphanelerin "okunmayanlar" listesine intikal edip depomsu bölümlere aktarıldı. Yaşar Nuri bile "İslâm, kapitalizm uyuşmazlığı" adlı tercümesi için, gülümseyerek "O gençlik hevesiydi!" diyebiliyor.
Eleştiriye girmiyorum burada. Şimdiye kadar çok yazdım, o konularla ilgili olarak. Hepsi de kitaplarımda var. Şimdi bir başka meseleyi işaretlemek arzusundayım:
İran gibi olmayı isteyebilenler de, öyle olabileceğimize ihtimal verenler de, "kabil-i ihmal" derecesinde azdır, önemsizdir düşüncesindeyim. Onun gibi olmak değil de, o heyecanla modernite içinde kapitalizm olmadan da var olunabileceğini düşünenler vardı ama, o da bitti. Ortalama bilgi sahibi olanlar, hangi siyasi eğilimi taşırlarsa taşısınlar bu kadarını görebilirler. Birileri değişti, acaba samimiyetle mi değişti?" diye sormanın anlamı yok. Çünkü birileri değişmeyi kendi tensibiyle seçmedi, değişmek zorunda kaldı. Hayat zorladı, realite zorladı. Değişmeden var olmayı sürdüremezlerdi. Gönüllü değişmediler, fakat değişimlerinde samimidirler. Gerçekten değişmişlerdir.
TEPKİSELLİK AKLI PERDELER
…Bütün bu serencam içinde, başörtüsü, hem negatif hem pozitif anlamlarda çeşitli ve farklı duyarlılık yüklemelerinin konusu haline geldi. Aktüel mesele budur.
"Örgüt" kelimesi "teşkilat" yerine kullanılıyor. Hem sevmiyorum, hem yanlış buluyorum. Örgüt kelimesi 'meşru olmayan teşkilat'a yakın bir kullanım değerine sahiptir; kolay arındırılamaz. Bu anlamda kullanarak söylüyorum: "Merkez" duruşlu maneviyatçılar (muhafazakârlar) arasında, örgütçülüğün pratiği de yoktur, teorisi de. O iş sol'a (hadi sol'un bir kısmına diyelim) vergidir. Bizim halk yapımızda, sır tutamamak, hatta sır tutmayı sevmemek vardır. Bir mülakatçı, maneviyatçı bir hanıma gidip ona ilk aşkını anlattırabiliyor! Hele paparazi gibi davranmasa, ona her şeyini anlatırdı; en özelleri dahil… İyi yetişmişlerinden bile bu "dağılma zaafı" bir ölçüde vardır… Daha sathileştirip genişletebiliriz… Gençliğimizde ben kime oy verdiğimi de niçin verdiğimi de açıklardım. Ama bazı dostlarımız ve yakınlarımız ketum davranırlardı! Sormazdık, sormaya lüzum da yoktur. Belirtmek istediğim, 'ketumutiyet duruşu, tavrı, mizacı'dır. Menderes'i "dikta kurma teşebbüsü" gerekçesiyle idam ettiler. Menderes kim, diktatör kim! Sen yine sevme, ama birazcık tanı. Menderes, şuur altını bile açan insandı; ne gizli ajandası. İçi dışında, ruhu gözlerinde, niyeti alnında. Bazı şeylerin delili, kuşkusu olmaz. Laikliği demokrasiyi kaldırmak isteyen bir "millet çoğunluğu Meclis çoğunluğu iktidarı" tasavvurlara sığmaz. Teminatın gerçeği ve sistematik ifadesi budur, buradadır.

Yukarıda belirttiğim gibi, bugünkü aktüel gerginlik meselesi, çeşitli sosyolojik ve psikolojik sebeplerden dolayı, başörtüsü konusunun pozitif ve negatif, sağ ve sol çeşitli yönlerden, aşırı hassasiyet yüklemelerine maruz kalmasıdır. Hemen bir örnek vereyim: İlk kanun çıkarıldığı zaman, "bu konuyu anayasa mahkemesinin karar konusu haline getirecek olan bu teşebbüs yanlıştır" demiştim. Kararı 9 yazıyla eleştirdim, ama buradaki bu yanlışı görmemek de yanlıştır, hem de çok önemli bir yanlıştır. Aynı yanlış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde de tekrarlandı. Vesile olan kişi "gündemde tutulmasına yaradığı için memnunum, ben doğru yaptım" dedi. Hiç de doğru yapmadı. Doğru yapmadığını kabullenmemesi de doğru değildi ve bu hatalar zincirinin temelinde hep, özelliklerine kısaca temas ettiğim "tepkisellik" zaafı yatmaktadır. Tepkisellikler birbirini besler. Bu tepkisellik bir başka tepkiselliğin sonucu, ama bir başka tepkiselliğin de sebebi. Bu usulle ancak kriz gündemi oluşturulur. İlmî, fikrî, siyasî, hukukî, tarihî, felsefî, psikolojik tahlilleri, sentezleri, kıyasları, değerlendirmeleri ve usul özenlerini gerekli kılan bir mesele; tepkisellik gündemlerine bırakılamazdı, bırakılmamalıydı.
Tepkiselliklerin karşılıklı olarak anlaşılması, onlardan vazgeçilmesini ve akılla samimiyetle güvenle uzlaşma aranmasını kolaylaştırır. At, süvarisinin korkusundaki kokuyu alıp hırçınlaşırmış. Gayr-i şuuri olarak bu iletişim hali insanlar arasında da yaşanır. Fark şuradadır: diyalog ortamındaki "akıl" bu kısır döngüyü halleder. Anlamaya çalışır; anladıkça gerginlik gitmeye, uzlaşma iklimi de doğmaya başlar.
Çözüm yolu, budur.
Türkiye bir medeniyet mücadelesinin içinde… Var olmaya, varlığını koruyarak gelişmeye çalışıyor. Öyle kritik bir noktadayız ki, küllî sorumlulukla ilgili olmayan hiçbir bireysel konu mevcut değil. Hiç kimse hiçbir meseleyi kendisiyle nefsiyle sınırlayamaz. Şayet bir "mesele" soruyor ise, bir çocukla bile, bütün millete bütün insanlığa hitap ediyormuş gibi konuşmak dengesi ve şuuru içinde olmaya mecburuz.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,30 M - Bugn : 21223

ulkucudunya@ulkucudunya.com