« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Ağu

2022

Zaman ve insan

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Anlık teselliler, haz’lar, korkular, zamanı ve hayatı unutturur; hiçbir şey kazandırmaz; çok şey kaybettirir; meraklısı olduğumuz ayrıntılar bile irtibatsızlık hüznüne ve anlamsızlığına sürüklenir. Bütünlüğün akışındaki ihtişamı göremeyenin düşünceyle alışverişi olamaz.


Nehri tersine akıtamazsınız. Direnirseniz yapabileceğiniz şey, onun dışına fırlayıp mağlup ve perişan bir hâlde onun akışını seyretmektir… Hayatın dışına çıkıp dünyanın dönüşünü seyretmek gibi… Bunu yapanlar, tehlikelerden korktukları için böyle davrandıklarını söylerlerse gülünç duruma düşerler. Hayatı reddedenlerin hayati tehlikelerden korunmak gerekçesini ileri sürmeleri, bir “şuur” probleminin varlığını gösterir sadece.

Çok geniş çok derin çok uzun bir nehir bu. Yavaş ama kararlı akar; anlayış bekler, sabır ve şuur ister. Sizi tek bir hedefe sevk etmez; şartları gözeten bir denge tutturmanız hâlinde size farklı imkânlar sunar.

Sizin kendi akışına teslim olmanız gibi bir talebi yoktur. Öyle yaparsanız, iradenizi aklınızı kullanmazsanız; o da gereğini yapar ve sizi bir kâğıt parçası gibi bir karpuz kabuğu gibi, kendini arındırma işlemi yaparcasına, bir yerlere savurup atar. Adeta yok sayar sizi. Ama şuurlu rakiplerine karşı müşfik ve cömerttir. Onların çabalarını bazılarının tesadüf veya şans zannettikleri yardımlarla destekler.

RİSK VE ÖZGÜRLÜK

Risk şu veya bu derecede vardır ama; risk saplantısı, en zararlı en tahripkar en kesin risktir. Tedbir alınamayan, düşürülemeyen bir risk türüdür bu. Korktuğunuz başınıza gelmeyecektir ama, o korku size daha ağır bir bedel ödetecektir. Korkudan titreyerek bir işi yaparsanız, mesela kaza korkusundan kaskatı bir hâle gelmişken araba kullanırsanız, kaza ve tehlike sebebini kendiniz oluşturursunuz. Yahut da, bir şeyleri yapmama tercihiyle, zamanın akışı içinde hayattan koparsınız. Risk saplantısı, saplantı riski; işte böyle bir çift yönlü musibettir.

Ya, arkasından başka şeyler gelirse? Ya beklenmedik şeyler olursa? Ya o ihtimal bir geçit bulup öteki ihtimali de tetiklerse? Bu soruların sonu gelmez. Hayatta sadece tehlikeler var değil, tedbirler de yardımlar ve yardımlaşmalar da var. Hem de, çeşitli, kademeli alternatifli tedbirler… Risk hesabını yapan kafa, zaten tedbir mantığıyla ve şuuruyla gerçekleştirir bunu. Vehimleri tahrik için risk hesabı yapılmaz. Tedbir; hayatı da, işleri de, krizleri de, yönetme aklının tavrıdır, duruşudur. İnsanlar bunun için ilim tahsil ediyor, düşünce üretiyor, güçlenip gelişmeye çalışıyor. Bunun için, yani mutlu dengeli ve sağlıklı yaşamak için. Hem riskler var olacak ki; siz gelişesiniz, üretesiniz, düşünesiniz. Risksiz bir hayat, tanımlanamaz bile. Bir nefes sıhhat dahi izne özgürlüğe muhtaç.

Özgürlükler, suiistimal edilebilirler diye değil; suiistimal edilince kısıtlanır. Normalin avdet etmesi esasına bağlı olarak, miktarınca ve geçici olarak kısıtlanır. Kısıtlamayı “öncelikli esas” kabul ederek, azar azar verilecek bir riskli (netameli!) şey değildir özgürlük. Özgürlük, bir zaruret bir kaçınılmazlık zorlamasıyla katlanılabilecek bir hâl de değildir. Kötü alışkanlıklara konu olmasından çekinilen zehirli ve uyuşturucu kimyevi maddelere benzetilecek bir şey hiç değildir. Hava gibi, su gibi, ekmek gibi, güneş gibi bir ihtiyaç kavramıdır özgürlük. Özgürlük yok ise, doğuştan verilen tabii nimetleri ve güzellikleri de yaşamazsın.

Özgürlüğü önce anlamak lazım. Anlama ve içselleştirme liyakati olmaza; özgürlük üretilemez, korunamaz, geliştirilemez,yaşanamaz.

KAVRAMLAR VE GÖLGELER

Kavramlar, ilgili bulundukları hakikat özünü (yahut gerçek payını) ihata ve ihtiva etmezler; işaret ederler. Bundan dolayı da, kavramları, bir saplantı inadıyla kurcalayıp durmak, sadece onları anlamsızlaştırmaya yarar. Günlük hayatta da bunun tecrübesini, bazı kelimeleri üst üste tekrarlayarak anlamsızlaştırma oyunu hâlinde yaptığımız olmuştur.

İşareti ve delaleti önemlidir; onların izini süreceksin, yansımalarını ve çağrışımlarını canlandıracaksın, diğer kavramlarla arasındaki ilişki trafiğini temyiz etmeye başlayacaksın; mana ve düşünce yoğunlaşmaları yavaş yavaş aydınlanmaya yüz tutacak… Kavramsallaştırmanın amacı budur. Kavramlar olmasaydı, tasavvurumuzdaki suyun mana okyanusu bizi minicik acizler hâline getirirdi.

Fakat başka bir yol deneniyor, sürekli olarak. Kavramların aslen izafi olan varlığı âdeta mutlaklaştırılıyor; “araçları amaç, amaçları araç” hâline getiren bir kavramcılık taassubu yaygınlık kazanıyor.

“İslam’da birey yoktur” sözü işte böyle bir tercihin ürünü.

Ne demek “İslam’da birey yoktur?”

Ne demek “birey?”

Bunu söyleyebilmek için; değerlilik, sorumluluk ve özgürlük kıstaslarının bütününü esas alan derin bir “mukayeseli muhasebe”nin yapılmış olması gerekir.

İslam’da birey, önemsiz ve değersiz midir? İslam’da sorumluluk bireysel değil midir? İslam’da haklar özgürlükler, söz hakkından miras hakkına kadar “toplumsal-kitlesel” bir totaliterliğin cenderesine sıkışıp kalmış mıdır? Hiçbiri yoktur bunların.

Cezaların şahsiliği…

Masumiyetin önceliği ve beraet-i zimmet’in asıl olması...

Ticaret ve miras hakkının özel ve bireysel bir nitelik taşıması...

İnsanın, eşref-i mahlûkat olarak ahsen-i takvim üzere yaratılması; ailesi, toplumu, kavmi dolayısıyla değil, bireysel hâli ve bütünlüğü içindeki niyeti, istikameti, gayreti, meziyeti, ef’ali sebebiyle farklılıklara sahip olabileceği…

Bir masumun zulme uğramasını, bin suçlunun cezasız kalmasından daha ağır bir sonuç olarak görme farklılığı.

Daha ne olacak?

Kâr etme, özel olarak ticaret yapma hakkı var mı? Var. Miras hakkı var mı? Var. Batı’da bireyin varlığı için bu kriterler kâfidir. İslam’a gelince, ne aranıyor?

Bu kriterleri daha da şümullendirebiliriz.

Bireyin hakları, sorumlulukları, insan olarak değerliliği nelerdir? Bir kum tanesi gibi, toplumun denetim yapısında harcanan özelliksiz bir mini varlık mıdır, sosyal ve dinsel faşizmlerde olduğu gibi? Asla!

Bütün yorum kaymaları sağda solda nerede olursa olsun, kavramların ilgili bulundukları hakikat özlerini o kavramların işaretlerinde ve delaletlerinde değil de kurgusal ve araçsal varlıklarında arama, orada bulunduklarını zannedip araçları amaç hâline getirme kavramcılığından kaynaklanıyor. Halkın tepkisini çeken de, bu zaaftan dolayı kimi aydınların uçuk kopuk bir dille çok şeyler yazıp konuşup da hiçbir şey söyleyememek gibi sıkıcı bir tutarsızlığa gömülmeleridir. Sabır gösterip kendilerini okuyan ve dikkate alanlar ise; “anlaşılacak bir şeyin olmamasını bazı konularda boş olmadıklarının kolay yoldan örtme malzemesi gibi kullanmak” tercihini benimseyenlerdir. Yani bazıları anlaşılacak bir şeyin bulunmamasına sıkılıp tepki gösteriyor, bazıları da bu durumu aydınlara kolay yoldan yakın görünmenin malzemesi olarak kullanıyor. İkisinde de gerçek okuma ve anlama yok. Gerçek okuma ve anlama alanı ise, yorucu ve ürkütücü bir boşluk hâline dönüşüyor. Kopuk ve soyut kavramcılığın başımıza açtığı düşüncesizlik belası işte böyle bir musibettir.

Risk korkuları kopkoyu bir sis bulutu gibi etrafımızı sarar. Kavramlar, görüş alanını daraltan sisli havaların trafiği gibi sürekli kazalarla karşılaşır. Bazen insanlar kavramlara çarpar, bazen de kavramlar insanlara; ve kavramlara yönelik ilgiler öylesine korkulu bir korunma psikolojisi doğurur ki, doğrudan ideolojik veya dolaylı “ideolojik karakterli” barınaklara sığınma ihtiyacı hissedilir. Bunun formülasyonu “kavramları hakikat özleriyle ilgili işaretlerinden ve delaletlerinden koparıp dokunulmaz, basit, uzak, anlamsız ve zararsız (!) gölgelere dönüştürerek, gerçek düşünmeyi lüzumsuzlaştırıp düşünüyormuş gibi yapma” kurnazlığıdır.

Ve; ha ileriye doğru kaçmışsın, ha geriye doğru. Arada hiçbir fark yok. Yolunda, mihverinde istikametinde değilsen; ister sağa ister sola sap.

SONUÇ

Ama nehir akmaya devam ediyor. Mutlaka “değişmesi” ve mutlaka “değişmemesi” gerekenlerin ışıltılı sinyallerini cömertçe vererek sakin ve vakarlı bir güzellik içinde akışını sürdürüyor. Onu ne kadar okuyup anlayabilirsen o kadar sevgiyle ve düşünerek yaşama şansı elde edersin.

Tanım cümlesi kendiliğinden ortaya çıkıyor: Özgürlük, sevgiyle ve düşünerek yaşayabilme cesaretinin ta kendisidir. Bu tanım, acılara ve sıkıntılara rağmen yaşama sevincini yüreklerde hissetmenin de izahıdır.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,02 M - Bugn : 14053

ulkucudunya@ulkucudunya.com